29
Eki
08

AKP: Merkez mi, faşist mi?

AKP açık faşizme yöneldi

AKP iktidarının faşist yüzü, daha 22 Temmuz seçimleri yapılıp, AKP’nin ikinci dönemi başlamadan önce bizim açımızdan netleşmişti. Kürt-İslam Faşizmi adını verdiğimiz bu Batı işbirlikçisi, Şeriatçı ve Kürtçü oligarşinin adım adım bir faşist rejime doğru yol aldığını görüyorduk. Bu nedenle de TÜKSOLU sayfalarında Kürt-İslam Faşizmi üzerine sıkça yazıp çizmeye başladık. Ancak bu uyarımız ilk başlarda çok da iyi anlaşılmadı.

Geniş Atatürkçü ve ilerici kitleler, AKP’nin klasik bir sağcı ya da İslamcı partiden farklı olduğunu anlamakta güçlük çektiler. Bu kitlenin önde gelen aydın tabakasının esas yumuşak karnını, önemli bir zaaf oluşturuyordu.

Türk siyasi tarihinin bir gerçeği olan siyaset-asker ve siyaset-ulus devlet çelişkisinin her şeyin ilacı olacağı inancı bu zaafın ta kendisiydi. On yıllardan beri sağcı siyaset kurumu, Türk devletinin ulusal politikalarını yıpratmak üzere hareket ederken, karşısında hep bu kurumları bulmuştu. Ulusal cephe de bu durumun değişmeden süreceğini düşündü ve yanıldı.

AKP’nin kendi kitle tabanını yaratan, tüm kurumları ve kadroları istisnasız ele geçiren ya da hizaya getiren gerçek bir faşizm olduğu yeni yeni anlaşılmaya başlandı. Atatürkçü kitle yaşayarak öğrendi. Ergenekon operasyonuyla beraber “faşizm” kavramı farklı kesimler tarafından daha sık bir şekilde dile getirilmeyi başlandı. Geç de olsa bunun da bir adım olduğunu düşünüyoruz.

AKP’nin faşistliğinin ve kurmaya çalıştığı düzeninin karanlığının ortaya serilmesi, AKP destekçilerinin de gardlarını almalarına neden oldu. Bunlar yıllardır AKP’nin, AB’ye uyum süreci itkisiyle Türkiye’yi demokrasiye götüreceği beklentisi içinde olan kesimlerdi. Bu kesimin bir kısmı faşizmin ucu kendilerine de dokunduğu için isyana geçti. Doğan Medya grubu bile Tayyip’e Hitler benzetmesinde bulundu zaman zaman…

AKP’nin “merkezliğini” kanıtlama çabaları

Ancak sadık olan kesim de AKP’nin neden faşist ya da uç bir sağ parti olamayacağını kanıtlamaya girişti.

Bunlar özellikle en liberal ve özgürlükçü olarak tanınanlar arasından çıktı. Madem ki demokrasi vardı, buna saygı duymak gerekiyordu. Hiç % 47 oy almış bir partinin uç olduğu ya da halkın çıkarlarını temsil etmediği iddia edilebilir miydi? Her iki Türk seçmeninden biri bu partiye oy verdiyse, esas merkezi de burada bulmak gerekirdi!

Tabi ki toplum ve siyaset basit aritmetikle açıklanamayacak kadar karışıktır. Ancak çok liberal ve “sol” aydınların mantıkları da bu konuda hep böyle kaba işler.

AKP’nin liberal olduğu için faşist olamayacağını kanıtlamaya çalışmak görevi Taraf gazetesi ekibinin bayağı bir zamanını alıyor son haftalarda. Liberallik, merkez olmanın temel koşulu olduğuna göre tamamen liberalizme sadık AKP de demek ki, merkezin ta kendisiydi…

Tabi bu liberal solun, sosyal faşizme dönüştüğü noktanın fotoğrafı olarak da kullanılabilir. Diğer taraftan da Mehmet Barlas gibi su katılmamış liberaller de AKP’nin merkezliğinin noteri olmanın çabasında diğerleri kadar başarılılar. AKP aslında merkez partisidir, Barlas’a göre ama Türkiye’de merkez yanlış tanımlandığı için işler karışıktır biraz. Normalde toplumun merkezinde, topluma hükmeden inançlar ve değerler yer almalıdır ama Türkiye’de bu merkezi değerler, irtica kapsamı altında değerlendirilir. Bu nedenle de esas merkezi oluşturan AKP, uç gibi görünür.

Yıllar öncesinin İdris Küçükömer tezlerinin yeni bir versiyonuyla daha karşı karşıyayız. Halk sağa oy veriyorsa demek ki doğru olan budur. Gerçek ilericilik de liberal ve sağ güçlerdir. Barlas da merkez üzerine konuşurken aynı tezin peşine düşmüş.

Ancak bu işin ilginç yanı tezin uçukluğu değil. Aksine bu bilim karşıtı yaklaşım o kadar çok tekrarlanmıştır ki, artık kimse bir ilginçliğini bulamaz. Ama her seferinde de bu saçmalamaya kalkışanlar yıllardır tekrarlanılan bir şey yapmıyormuşlar da çok yeni bir tez ortaya atmış gibi gururlanırlar.

Esas ilginç olan da budur. Maalesef onlara bu yazıları yazdıran patronları bile bu solcu eskisi liberallere bıyık altından güler durur.

Gelin biz onları bir kenara bırakarak Türk siyasetine gerçekler cephesinden bir bakalım…

Türk siyasetinde merkez sağ, Şeriat ve faşizm

Belki Batıda bazı dönemlerde liberalizm, faşizmle ve Hıristiyan taassubuyla karşıt görünmüş olabilir. Ancak Türkiye’nin siyasi tarihine baktığımız zaman, dinsel gericiliğin, faşist yaklaşımın ve liberal uygulamaların hep bir arada yürüdüğü gözlerden kaçmaz. Bu durum Cumhuriyetin kuruluş yıllarından beri aynı şekilde devam eder. Atatürk’ün devletçi ve halkçı rejiminin karşısına çıkan ilk muhalefet partileri Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Terakkiperverlerdi. Sistemin liberalizm eksiğini tamamlamak üzere yola çıktığı iddia edilen bu partiler kısa süre içinde Şeriatçı ve Kürtçü bölücülüğün odağı oldular. İş kanlı Kürt ayaklanmalarına ve İzmir Suikastı’na kadar gitti. İki parti de benzer nedenlerle Atatürk tarafından kapatıldı. Bir diğer liberalizm meleği de Demokrat Parti oldu. Batı ittifakının ve ABD’nin bu sadık dostları da çok liberal ve özgürlükçüydüler! Ancak kısa zaman içinde faşist uygulamaların mimarı olan parti, tüm muhalefeti ezmeye kalkışınca 27 Mayıs’ta durduruldu. Onun devamcısı Adalet Partisi de tüm liberalliğine karşın Amerikancı 12 Mart cuntasının ve faşizminin destekçisi olmaktan kaçınmadı. ANAP ve Özal ise liberalizmin şampiyonuydu. 24 Ocak 1980’de alınan ve Türkiye’yi Neo-liberal sömürü çarkına teslim eden ekonomik kararları uygulayan ANAP’tı. Ama bu liberal kararların uygulanmasının garantisini de 12 Eylül faşist darbesi vermişti. Çok liberal ANAP da 12 Eylül’ün ürünüydü. Faşizm ve liberalizm nedense hep bir yerlerde buluşmak zorunda kalıyordu.

Son olarak Türkiye’ye sadece faşist eğilimleri ya da faşist cuntaları değil gerçek bir faşizmi yaşatan AKP ile karşılaştık. AKP açıkça Şeriatçı, liberal ve faşist bir parti olarak karşımızda duruyor. AKP tüm uygulamalarıyla Şeriatçı gericiliğin ve faşist düzenin tescilli örneği oldu. Kısa zamanda geriye ne Cumhuriyet, ne demokrasi ne de hukuk devleti kaldı… Ama aynı zamanda da IMF’nin ve ABD’nin tüm Neo-liberal ekonomi politikalarını da AKP uyguladı.

Artık Batının kurduğu ekonomik ve siyasal sistem açısından faşizmi birilerine uygulatıp, liberal politikaları da başkalarının eline bırakmak lükstü. AKP bu iki görevi de layıkıyla yerine getirdi. Sonunda da yılların merkez sağ partileri olan ANAP ve DYP’yi de yutarak “merkez”e yerleşti. Tabi burada merkez derken bu merkezin aslında halkla bir ilgisinin hiçbir zaman olmadığı da açıktı. Ancak sistemin yarattığı canavarın, sistemin önemli unsurlarını da tasfiye ettiğini görmek de önemliydi.

Liberal merkez ve faşizm iki zıt kutup mu?

Buradan sonra sorgulanması gereken bir şey liberalizmin ve piyasanın gerçekten merkez olup olmadığıdır. Bunların merkezilik iddiası, aslında kapitalizmin normalliği ve insan doğasına uygunluğu tezinin bir uzantısı olarak algılanabilir. Piyasayı ve “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”i savunan bir akımın merkez olma iddiasının ve ön kabulünün tek anlamı da bundandı. Bu normalliğin ve merkezin dışında kalanlar da uç oluyorlardı. Liberaller bu uçlardan birine sosyalizmi, diğerine de faşizmi yerleştirerek işin içinden çıktılar. Böylece kendilerinin doğal durum, sosyalizmin de faşizm kadar anormal olduğunu savunmuş oldular. Ama bir önemli noktanın da üzerinden bilinçli olarak atlayarak yaptılar bunu. Bu da liberallerin ekonomisinin faşizmi yaratanın ta kendisi olduğuydu. Aslında faşizm, tüm liberalizm ve kapitalizm karşıtı lafazanlığına karşı aslında ikisini de uygulamaktan hiç kaçınmamıştı. Gerçekten de ne Hitler, Alman tekelleriyle ve piyasasıyla çelişki yaşamıştı, ne de AKP, Türkiye’de liberalizmi ve piyasanın gelişmesini engellemişti. Aksine her ikisinde de piyasa ve liberal ilkeler korundu. Kapitalizm işledi.

Faşizm, liberalizmin bir sonucuydu. Ancak bu sosyalizmin onun karşıtı olmasıyla aynı anlamı hiçbir zaman taşımadı. Faşizm, merkezdeki liberalleri de tasfiye etti ama liberalizm baki kaldı.

Hitler, faşizmiyle piyasayı ve tekelleri kurtarmaktan çekinmemişti. Faşist uygulamalar, Naziler dışında kimseye siyasal bir hak tanımadığı gibi, yaşam hakkı bile tanımayacak kadar kontrolden çıkmıştı. Alman piyasasının karlılığıyla faşist uygulamalar at başı gitti.

Bugünse ABD’nin dünyanın en önemli faşist gücü olduğu da inkar edilemez. Hitler’in dünyayı fethetme ülküsünü bugün ABD taşıyor. Bush, kıt zekalı ama aynı zamanda öfkeli ve saldırgan faşist lider tipinin bulunmaz örneğidir. Bush da Hitler gibi faşist ve liberal uygulamaları bir arada götürüyor. Her ikisi de faşizm ve liberalizmin birbirini çok da dışlamadığının kanıtını oluşturur.

Aynı tipin Türkiye örneği de Tayyip’te ortaya çıkar. Sonuna kadar dincidir, faşisttir ve akıldışıdır. En az Bush kadar hurafecidir, Hitler kadar öfkelidir. Ancak, bir o kadar da liberalizme ve piyasaya gönülden bağlıdır. Ülkenin tüm ekonomik altyapısını özelleştirir, piyasaya sunar. Hem de bu sadece yerli sermayeye yönelen bir hareket de değildir. Özellikle en önemli stratejik varlıklar bile yabancı tekellere satılır. Liberalizmin doruğudur bu. IMF ve Dünya Bankası ne derse o yapılır. İlginçtir ama gerçek de böyledir.

Kapitalist madalyonun iki yüzü nasıl birleşir?

Görüldüğü gibi faşizmi yaratan, liberal kapitalizmdir. Faşizm, ortaya çıktığında klasik sağcılığı yuttu ama onun liberal ilkelerini uygulamaktan vazgeçmek gibi bir yönelimi de hiçbir zaman olmadı. 1929 Ekonomik Buhranının ardından faşizmin ortaya çıkışını bir anlamda piyasacılığın da sonu olarak algılayan bir sol anlayış gelişmişti. Bu anlayış açısından faşizm de piyasanın yarattığı kargaşanın ortadan kaldırılması gibi bir yola girecekti. Ancak bu hiçbir zaman ve hiçbir ülkede olmadı. Emperyalist ülkelerde doğan faşizmler kendi ülkelerinde kapitalizm dışında bir şey uygulamadıkları gibi “özel mülkiyet hakkı”na da sonuna kadar saygılı kaldılar. Üçüncü dünyada ortaya çıkan faşist diktatörlükler de kapitalizmi sürdürdüler, hem de dışa bağımlı, halkı kat kat fazla sömüren bir kapitalizmi…

Bugün liberallerle, faşistleri uzlaşmaz zıtlar gibi algılayan anlayış bir kez daha Türkiye özelinde yanlışlanıyor. Taraf gazetesinin, bizzat ABD emperyalizmi tarafından satılık kalemlere kurdurulmuş olduğu doğrudur. Ancak bir diğer doğru da Taraf’ın liberalleriyle, AKP’nin Kürt-İslamcı faşistlerinin arasındaki ittifakın, ideolojik ve toplumsal nedenlerinin de olduğudur. Bu ittifakın kurulabiliyor olması bile liberalizmle faşizmin aslında birbirine uzlaşmaz karşıtlıklarla cephe almadığını açıkça kanıtlıyor. Bugün Türkiye’de en liberallerle en faşistler el ele ulus devlete ve sola saldırıyor. Tabi ki bu bir tesadüf değil.

Ulus devletin ve solun, kapitalizmin en çok ortadan kaldırmak istediği iki düşmanı olduğu düşünülürse, düğümü çözmek kolaylaşır. AKP’nin merkezde ve liberal olduğunu en hararetle savunanlar sosyal faşistler, yani liberal solculardır. Liberalizmle faşizm arasındaki yapay duvarı kaldırmak da bunlara nasip oldu. Kısacası burjuva değerleri savunduğunuz zaman varılacak nokta hep aynı kalıyor. Şimdi faşist AKP mi merkezde, yoksa merkezdeki liberaller mi faşist varın siz karar verin…

Karşımızda kapitalist madalyonun iki yüzü var. Solun doğru tavır alabilmesinin tek şartı ise gerçekten sol ve sosyalist olmasına bağlı.

Ulusu savunmadan solcu, solu savunmadan milliyetçi olunmaz. “Merkezi” değil ulusu ve sosyalizmi savunalım.


0 Yanıt to “AKP: Merkez mi, faşist mi?”



  1. Yorum Yapın

Yorum bırakın


İstatistikler

  • 2.405.444 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ekim 2008
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

En fazla oylananlar