25 Oca 2010 için arşiv

25
Oca
10

Erdoğan ve adamlarının yaptığı budur

Milli Görüş geleneğinden gelen eski Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetiyle ilgili eleştirel bir yazı kaleme aldı.

Önemli tespitlerin yer aldığı bu yazıyı yayınlıyoruz:

Sağcı siyasetçilerin muhalefeti açığa düşürmek için sık sık başvurdukları bir ‘suçlama’dır, “ideolojik olmak”. Zamanında Demirel ve Özal çok kullanmışlardı bu kavramı. Şimdi Tayyip Erdoğan aynı şeyi yapıyor. Özellikle toplumsal muhalefetten gelen eleştiriler karşısında hemen “ideolojik” yaftasını yapıştırıyor. Bu şekilde aslında bir taşla iki kuş vuruyor. Öncelikle insanlara “muhalifin söylediğini dinlemeyin, dinlemeye değmez, zaten bir şey de söylemiyor” mesajını veriyor. Ayrıca muhalifi ‘kötü, komünist, Marksist, marjinal’ pozisyonuna düşürüyor.

Sanıyorum bunu bazen bile bile yapıyor, yani düşünerek, hesaplayarak, bir taktik olarak kullanıyor bu kelimeyi ama çoğu kere “ideolojik” kelimesi refleks olarak çıkıyor ağzından. Sadece bundan hareketle bile Tayyip Erdoğan’ın siyasal kimliğinin şekillenmesi ile ilgili bir şeyler söylenebilir. Örneğin; Erdoğan’ın siyasal kimliğinde Türkiye sağının önemli şahsiyetleri Demirel ve Özal, hatta Kenan Evren’in izlerini arayabiliriz. Böyle bir benzetmeye hemen itirazlar gelebilir; bu insanlarla Tayip Erdoğan’ın ne ilgisi var denebilir. Ben de zaten Tayip Erdoğan bu insanlar gibidir, onlarla aynı şeylere inanıyor, onlar gibi yaşıyor demiyorum. Benzetmek sadece siyaset yapma biçimleri ile ilgilidir.

Dün, Demirel ya da Özal’ın yaptığını yapıyor Erdoğan ve adamları. Tekel işçilerinin eylemini hiç tartışmıyorlar, bu insanlar ne istiyor, niçin Ankara’nın soğuğunda gece gündüz demeden sokaktalar diye sormuyorlar. “Bunlar ideolojik davranıyorlar” deyip geçiyorlar. Üniversite öğrencileri 6 Kasım gösterileri yapıyor, YÖK’ün, üniversite harçlarının kaldırılmasını istiyorlar. Başbakan ve adamları hiç sormuyorlar, dinlemiyorlar bu gençleri, yine “ideolojik” diye geçiyorlar. Doktorlar geleceklerini ilgilendiren bir yasa tasarısı ile ilgili görüş beyan ediyor, seslerini yükseltiyorlar, Başbakan ve adamları, “Bu adamlar ne istiyor, sağlıklarımızı emanet ettiğimiz bu insanların ne dertleri var acaba?” diye sormuyor, “ideolojik” deyip geçiyorlar. Çay üreticileri, fındık üreticileri, ayçiçeği üreticileri ya da buğday ve arpa üreticileri eylem yapıyor, meydanlara çıkıp bağırıyorlar, Başbakan ve adamaları yine “Bu insanlara ne oldu?” diye düşünmüyor, “ideolojiktir” deyip geçiyorlar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi itfaiye hizmetlerini özelleştiriyor, işsiz kalan insanlar sokaklara dökülüyor, hak arıyorlar, “Bu iş uzmanlık ister, kamu hizmetidir, kâr amacı güden taşeronların insafına bırakılamaz “ diyorlar, Başbakan ve adamları “Bunlar ideolojik davranıyorlar” deyip kestirip atıyorlar. Aleviler kimlik taleplerini dillendiriyor, bunun için yüz binlerin katıldığı mitingler yapıyor, Başbakan ve adamlar “Bunlar Aleviler bile değil, ideolojik gruplardır” deyip geçiyorlar. Kot taşlama işçileri silikozisin tükettiği akciğerleri ile bağırmaya çalışıyor, gasp edilen sosyal güvenlik haklarının peşine düşüyorlar, Başbakan ve adamları “bunlar ideolojik” diye o tarafa bakmıyor bile. Hrant’ın dostları bir araya gelmiş “Adalet istiyoruz, gerçek katilleri bulun” diye bağırıyorlar, Başbakan ve adamları “Konuya ideoloji bulaştırdılar” diye uzak duruyorlar…

Okumaya devam edin ‘Erdoğan ve adamlarının yaptığı budur’

25
Oca
10

“İhanet Basını” ve “Sırmalı Haydutlar”

image

“İhanet basını” ya da “mütareke basını” diye tanımlanan “utanç basını”nın varlığını, belli yaşlarda olan insanlarımızın pek çoğunun duymuş olması gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde emperyalist güçlere karşı Türk milleti’nin vermiş olduğu özgürlük mücadelesi, biliyoruz ki, dünya tarihinde milletimiz adına bir büyük gurur olarak yerini almış durumda…

Kurtuluş Savaşı yıllarının derin hüzün veren olaylarından biri de, ülkeyi işgal etmek çabasında olanlar lehine, ülkemize ve Kurtuluş Savaşı önderlerine yönelik içimizdeki hainlerin ortaya koydukları ihanetlerdir. Bunların başında “satılmış basın” geliyordu….. “İhanet basını” ya da “mütareke basını” denilen yüz karası gazeteler…

X

Basınının büyük bölümü gerçek anlamda vatansever olan ülkelerin, bölünüp parçalanması, işgal edilmesi zor hatta çoğu zaman olanaksızdır. Çünkü, vatansever basın halkını, her zaman moralli ve inançlı ruh yapısıyla oluşturup güçlü ve dinamik tutar… Halkının potansiyel manevi enerji üretecidir…

Halen okumakta olduğumuz kitabın adı “İHANET BASINI.”  BİLGİ YAYINEVİ’ nden Ocak 2010 da piyasaya çıktı. Yazarı Aydın KELEŞOĞLU…  Kimi zaman içimiz yanarak kimi zaman da öfkelenerek okuduğumuz çok değerli ve geçmişte yaşanan basın ihanetlerini, yaşanılan olaylarla birlikte çarpıcı biçimde ortaya koyan bir yapıt…

İsteriz ki kitabı pek çok insanımız, özelikle geleceğimizi emanet edeceğimiz sevgili gençlerimiz okusun ve geçmişte ülke olarak karşı karşıya kaldığımız basın ihanetlerini ve bugün yaşanmakta olanları daha iyi anlayabilsin. Ulu Önder Atatürk’ün satılmış basına rağmen, emsalsiz ne büyük işlere imza attığını bir kez daha anımsamış olsun…

Şimdi sizlerle “İhanet Basını”ndan bir bölümü paylaşmak istiyoruz:

“Alemdar gazetesinin başyazarı Refii Cevat, (idam edilen vatansever Boğazlıyan Kaymakamı’nın) cenaze töreninde (vatansever) Yüzbaşı Selahattin’i ve kalabalık halk topluluğunu görmüş olacak ki, ertesi gün köşesinde ‘Sırmalı Haydutlar’ başlığıyla şu çirkin sözleri yazdı:

Alemdar: ‘Devletin resmi üniformasını taşıyan bir sürü haydut, devlet tarafından asılmış bir haydutun cenazesine karışarak kargaşa yaratmışlardır.  Bunların da yakalanarak cenazesine katıldıkları haydutun akibetine uğratılması gerekmektedir.’

Bunu okuyan Yüzbaşı Selahattin üç gün sonra bir kafede bu yazarlla karşılaştı.

Kulağına eğilerek şunları söyledi:

‘Şu yazıyı yazmazsan canını cehenneme yollarım.’

Refii Cevat, önce şaşırdı, sonra korktu. Uzatılan kağıda bakmakla yetindi. Ama cenaze törenine katılan subaylar için  ‘Sırmalı Haydutlar’ diyen gazeteci Refii Cevat Ertesi günü Alemdar gazetesinde şu yazıyı yazıyordu;

‘Kahraman ordunun kahraman subayları, cenazeye katılmakla ülkede bir fenalığa yol açılmamasını amaçlamışlardır. Ne asil ne yüksek düşünce!’ ”

(Syf.102)

Sonradan 150’lilkler içinde yurt dışına sürülen “İhanet basını”nın önde gelen satılmış yazarlarından Refii Cevat, aftan sonra tekrar ülkeye döndü ve hainliğinin ne kadar yanlış olduğu konusunda derin pişmanlık duyduğunu açıkça itiraf etti…

Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in Ermeni tehciri bahanesiyle işgal güçlerinin isteği doğrultusunda kurdurulan güdümlü mahkeme tarafından idamını takiben, işbirlikçi Alemdar gazetesi baktın ne yazmıştı:

“ O bir kol idi. Şeriatın kuvvetli satırı, insanlık için zararlı olan bu kolu kopardı. Sıra onun gibi düşünenlerde”

X

Sevgili okurlar…

Vatan savunması için Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında milli mücadelede kahramanca savaşan vatansever subaylarımıza “Sırmalı Haydut” diyen ve sonradan yaptıklarından utanç duyan Refii Cevat; günümüzde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne insafsızca ve amansızca saldıran, komutanlarımızı ve ordumuzu

yıpratmak için ellerinden gelen her türlü çirkinliği ortaya koymakta olan kimi basın organlarına, köşe yazarlarına ve odaklara ibret alınacak bir ders olmalı…

Bize bizden başkası yar olmaz.

Bunu tarihin her safhasında ibretle ve acı örneklerle gördük.

Bugün ABD’ye ve öbür emperyalist güçlere sırtını dayamış ve onların destekçiliğini yapan işbirlikçi kimi basın mensupları, iş işten geçmeden gerçeği görmelidirler.

Okumaya devam edin ‘“İhanet Basını” ve “Sırmalı Haydutlar”’

25
Oca
10

Kutuplaşma ve Kavga mı..? Uzlaşma ve Bütünleşme mi..?

image

Türkiye ve içinde bulunduğumuz bölge 1990 sonrasında dünyanın en karmaşık ve riskli coğrafyası haline hem geldi hem de özellikle getirildi.

Küresel boyutta postmodern kavgaya başlayan “büyük aktörler” açısından Türkiye, boy hedeflerinin başında geliyor.

– Yanına çekip kendi kavgasının bir parçası haline getirmek isteyenler

– Ayrıştırarak ya da bölüp küçülterek kendi pasta paylaşımlarında bir araç olarak düşünenler

– “Kontrollü bir istikrarsızlık” yaratarak istediği yöne sürüklemek isteyenler Türkiye ve bölge üzerindeki senaryolarını uygulamak istiyorlar.

Uluslararası ilişkilerde bu hesaplar ve kavgalar son yüzyıl boyunca kesintisiz süregeldi. Sadece yöntemleri ve teknikleri değişti. Bunu normal karşılamak gerekir.

Ancak bizim kendi içimizde kutuplaşmalara ve çatışmalara meydan vermeden bu küresel kavgada (ve uluslararası ilişkilerde) yer almamız gerekiyor.

Eğer içimizde “etnik, dini ve sosyal çatışmalara girerek”, bu küresel ve bölgesel paylaşım kavgasının bir parçası haline gelirsek Türkiye bunu kaldıramaz.

Popüler deyimi ile “kendi iç dinamiklerimizi”, işbirliği ve bütünleşmemiz için kullanmak zorundayız. Bunları, Türkiye ve bölge üzerinde hesaplar yapan küresel aktörlerin emrine sunduğumuz zaman, “içerde kimsenin kazanması söz konusu değildir”.

Ne işçisi ve patronu ne de laiki ve dincisi uzun vadede kazançlı çıkabilir. Herkes kaybetmeye mahkûm hale gelir.

Uzlaşma  kültürü  ve  asgari  müşterekler

Uzlaşma kültürünün gelişmesi için Türkiye’de çok geniş bir kesimin, “asgari müştereklerde anlaşması gerekir”.

Asli bazı ortak noktalarda anlaşamazsak kutuplaşmalar ve iç kavgalar giderek artar ve içerde taraf olduklarını sananlar, küresel güçlerin uydusu haline gelirler.

Asgari müşterekler nelerden oluşuyor:

– “Katılımcı demokrasi” en önemli omurga parçası olmak zorundadır. Katılımcı demokrasi yoksa toplumun siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel gereksinimleri karşılanamaz.

Siyasal partiler başta olmak üzere toplumsal örgütlenmelerin ulusal çıkarları koruyacak şekilde yasallaştırılmaları ve kurumsallaştırılmaları gerekir.

– Laik-İslamcı kutuplaşmasını (ve kavgasını) ortadan kaldıracak bir zeminin oluşturulması zorunlu.

Din (Katoliklik) Fransa’da ülkeyi ayrıştıran değil bütünleştiren bir etkiye sahiptir.

Fransızlar Katolik oldukları için daha Fransızdırlar.

Yunanlılar Ortodoks oldukları için daha Yunandırlar.

Demokrasinin ve sosyal hukuk devletinin işlerliği sayesinde Katolik Fransızdan ateistine kadar herkes vatandaşlık haklarından siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel olarak yararlanır.

-İktisadi ve sosyal olarak “refahın paylaşımında” bölüşümün adil olması gerekir. Katılımcı demokrasi varsa, sosyal ve sınıfsal örgütlenmeler işliyorsa işçi, memur, esnaf, köylü, sanayici, siyasal örgütlenmeleri sayesinde paylarını alabilirler.

Evet, bölüşümü son safhada hükümet uygulamaları ve politikaları belirler ama, öncesinde parlamentolarda sosyal hak sahiplerinin ve sınıfların refahını paylaştıracak güç dengeleri siyasal partiler ve sosyal örgütlenmeler yolu ile sağlanmıştır.

Yeni Clio modelinin Türkiye yerine Fransa’da üretilmesi için Sarkozy elinden gelen çabayı göstererek Fransız işçisinin cebine para girmesini ve istihdamın artmasını istiyor.

Belki şirketin patronları için Bursa’da üretmek, maliyetler açısından daha uygun ama sosyal (ve siyasal) gerekçelerle sağcı Sarkozy bile Fransız işçisinin yanında yer almaya mecbur kalıyor.

Fransa’daki katılımcı demokrasi, bu sonucu doğuruyor.

Bir de TEKEL işçilerinin bizdeki grev çabalarına bakalım.

Okumaya devam edin ‘Kutuplaşma ve Kavga mı..? Uzlaşma ve Bütünleşme mi..?’

25
Oca
10

Deprem mi daha öldürücü yoksa kapitalizm mi?

Bir ülke şanssız olur mu? 12 Ocak’ta büyük bir depremle sarsılan Haiti için belki şanssız bir ülke diyenler çıkabilir.

Yaklaşık on milyonluk nüfusuyla, dünyanın en yoksul ülkeleri arısında yer alan bu ada ülkesinin, yaşadığı büyük sarsıntıdan sonra yerle bir oluşu…

Şu ana kadar bilinen rakamla 75 bin kişinin ölümü… Evlerin % 70’inin yaşanamaz hale gelişi…

Depremden sonra daha da ortaya çıkan açlık ve bunun getirdiği toplumsal bir kırılma:

İsyan ve yağma…

Bugün hâlâ yaşayan olur umuduyla çalışmalar sürdürülüyor ama büyük ihtimal bu yazı okunduğu sıralarda artık o ümit de sönmüş olacak.

Ama Haiti hep böyle değildi…

Bundan 500 yıl önce adı Hispaniola’ydı.

Göçük altında kalanlara, çıkan çatışma ve yaşanan yağmalama olaylarında
öldürülenlere, evsiz ve yiyiceksiz kalan Haitililere eli silahlı 3500 ABD askeri ne verebilir ki, yeni bir işgalden başka? Bunun için Chavez haykırıyor, “Bu düpedüz işgaldir!” diye. “Denizciler savaşa gider gibi silahlı.
Şu anda (Haiti’de) ihtiyaç duyulan şey silahlar değil ki. ABD’nin doktor, ilaç, yakıt, sahra hastanesi göndermesi gerek. Gizlice Haiti’yi işgal ediyorlar…”

Bağımsızlığından 200 yıl sonra yaşanan
depremi, 200 yıl öncesine bağlayan Kolomb’un bugünkü torunlarından Pat
Robertson adlı ABD’li evangelist şöyle diyor:
“Yıllar önce Haiti’de önemli şeyler oldu.
Bakıyorum bugün kimse bunları konuşmak
istemiyor. Haitililer Fransızların egemenliği altındaydı. Tuttular şeytanla ittifak kurdular. ‘Eğer bizi Fransızlardan kurtarırsan sana
hizmet etmeye hazırız’ dediler. Gerçek bir hikâye bu… Ve Şeytan onlara ‘Tamam
anlaştık’ dedi. O gün bugündür Haitililer bir felaketten diğerine sürüklenerek Tanrı’ya karşı şeytanla yaptıkları lanetli anlaşmanın bedelini ödüyor…”

Sahi hangisi Haiti’ye daha fazla yararlı olmuş?
Geçmişte “Şeytanla yaptığı anlaşma” ile
Fransız sömürgecileri ülkesinden def etmesi mi?
Yoksa; bugün yerle bir olan Beyaz Saray’dan kopya Başkanlık Binası’nın simgelediği ABD kontrolündeki yönetimi mi?

Katil Kolomb 1492’de yanında getirdiği katil sürüsünü Hispaniola’da barındırmış, pisliğini oradan diğer ülkelere saçmıştı.

Bunun için ilk önce Hispaniola’nın yok edilmesi gerekiyordu. Öyle de oldu…

O günlerin canlı bir tanığı ne not düşmüş bakalım:

“Ben 1508’de vardığımda bu ada üzerinde 60 bin insan yaşıyordu. Ne var ki 1494’ten 1508’e kadar 3 milyon insan savaş, kölelik ve madenlerden dolayı yok olmuştu. Gelecek nesillerde buna kim inanacak?”

İspanyol Katolik Rahip Bartolome de Las Casas “Kızılderili Katliamı” kitabında böyle yazıyor.

Buna kim mi inanacak?

O gün temelleri atılan kapitalizmin gelecekteki temsilcileri…

Yoksa Batılı Beyaz Adamın ırkçılığı bügünlere kadar nasıl gelebilirdi?

Depremden hiçbir Kanadalının zarar görmediğini öğrenen Kanadalı kurtarma ekibi, Haiti’yi herkesin gözleri önünde terk edebiliyorsa başka söze ne hacet?

Derken İspanyollar yerini 17. ve 18. yüzyıllarda Fransızlara bıraktı.

Hispaniola artık Fransızlarındı.

Adı Saint Domingue oldu.

Avrupa’nın şeker ve kahve ihtiyacının neredeyse yarısını tek başına karşıladı Saint Domingue.

Sömürgecilik Güney Amerika’dan Kara Afrika’ya kayınca Saint Domingue bu kez yaklaşık 800 bin siyah köleye ev sahipliği yaptı. Adı değişse de kaderi Hispaniola gibiydi. Yine sömürgeciliğin merkezindedir, en çok yıkımı yine o yaşadı.

Derken ülkenin makus talihi değişti…

Daha güneyde Simon Bolivar İspanyollara karşı dövüşürken, Saint Domingue’deki isyanın liderliği Jean Jacques Dessalines üstlendi.

Dessalines önderliğindeki yerli ordusu Fransız sömürgecileri topraklarından defetti. Napoleon Bonapart’ın ordusu geri çekilirken, sömürge Saint Domingue de yerini Haiti’ye bırakıyordu.

Tarihler 1804’tü ve ABD’den hemen sonra ikinci bir ülke daha bağımsızlığına kuvuşuyordu.

Jacques’in hazırladığı anayasaya göre herkes “Haitili Siyah” olarak tanımlandı.

Aynı dönem Haiti’yi “Beyazdan arındırma” hareketi devam ettirildi. Beyazlara Haiti’de mülk edinme hakkı yasaklandı.

İşte bağımsızlığından 200 yıl sonra yaşanan depremi, 200 yıl öncesine bağlayan Kolomb’un bugünkü torunlarından Pat Robertson adlı ABD’li Evangelist şöyle diyor:

“Yıllar önce Haiti’de önemli şeyler oldu. Bakıyorum bugün kimse bunları konuşmak istemiyor. Haitililer Fransızların egemenliği altındaydı. Tuttular şeytanla ittifak kurdular. ‘Eğer bizi Fransızlardan kurtarırsan sana hizmet etmeye hazırız’ dediler. Gerçek bir hikâye bu… Ve Şeytan onlara ‘Tamam anlaştık’ dedi. O gün bugündür Haitililer bir felaketten diğerine sürüklenerek Tanrı’ya karşı şeytanla yaptıkları lanetli anlaşmanın bedelini ödüyor…”

Zaten Kolomb da Hispaniola için “Şeytanın uçsuz bucaksız imparatorluğu” dememiş miydi?

Peki o günden bugünkü depreme kadar Haiti’de neler yaşandı?

1915 – 1934  arası  ABD  Haiti’yi  açıkça  işgal  etti.

Ardından  siyah  milliyetçiliği  François  Duvalier’le  adını  duyurdu  ve  Haiti’de  ABD

ambargosuna  karşı  direndi.

Ama  işgal  bugün  de  sürüyor…

ABD,  depremin  yıktığı  Haiti’ye  Kolomb’dan  500 yıl  sonra  bir  kez  daha  ayak  basıyor.

Göçük altında kalanlara, çıkan çatışma ve yaşanan yağmalama olaylarında öldürülenlere, evsiz ve yiyeceksiz kalan Haitililere eli silahlı 3500 ABD askeri ne verebilir ki, yeni bir işgalden başka?

Bunun  için  Chavez  haykırıyor,  “Bu  düpedüz  işgaldir !”  diye.

“Denizciler  savaşa  gider  gibi  silahlı.  Şu anda  (Haiti’de)  ihtiyaç  duyulan  şey  silahlar

değil  ki.  ABD’nin  doktor,  ilaç,  yakıt,  sahra  hastanesi  göndermesi  gerekirken

gizlice  Haiti’yi  işgal  ediyorlar…

En  önemlisi,  o  askerleri  sokaklarda  görmüyorsunuz.

Ne  yapıyorlar ?

Ceset  mi  topluyorlar ?

Yaralılarla  mı  ilgileniyorlar ?

Neredeler ? ”

Haiti gerçekten de tam bir enkaz yığını halinde…

Devletin beton ideolojik aygıtlarının neredeyse hepsi yerle bir…

Buna Beyaz Saray’a tıpatıp benzetilerek inşa edilen Devlet Başkanlığı Binası da dahil.

ABD’ye  bağlanma  görüşlerinin  yükses  sesle  dile  getirildiği  Haiti’de,  ABD ablukası

altında  ve  gözle  görülür  bir  yoksulluk  içinde  yaşamaya  çalışan  Haitililer  depremden

sonra  dünyanın  odağı  oldu.

ABD, deprem sonrası yardım adı altında tepeden tırnağa silahlı 3500 askerini Haiti’ye gönderirken, başta Küba olmak üzere solcu ve komşu Latin Amerika ülkeleri Haiti’yi tepeden tırnağa ekipmanla donanımlı doktor ordusu gönderiyor.

Uluslararası raporlarda üzerleri bilinçli olarak çizilen Küba, bunu ilk kez de yapmıyor.

ABD’yi vuran kasırga felaketinden sonra Fidel, havaalanına topladığı ve her an harekete hazır doktor ordusunun ABD istediği anda göndereceğini belirtmişti.

Kapitalizm, göçük altında hiç Beyaz olmadığını öğrenir öğrenmez pılını pırtısını toplayıp Haiti’yi terk ederken, Küba, Che’yi vuran askerin bile göz ameliyatını başarıyla gerçekleştiriyordu.

İşte  kapitalizmle  sosyalizmin  Haiti’deki  sınavının  sonucu…

Okumaya devam edin ‘Deprem mi daha öldürücü yoksa kapitalizm mi?’

25
Oca
10

2010 görünümü

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti abartılı etkinlikleriyle sevinmeye çalışan toplumun burukluğu işçi eylemleriyle sürmekte, giderileceği yerde artmaktadır.

Muhalefetin erken seçim sıkıştırmasına “Rüya görmeyin”, yanıtını veren iktidar hâlâ içeriği belirsiz, aldatıcı, oyalayıcı, ucu açık açılım direnmesiyle bildiğini okumaktadır.

Giderek büyüyen işsizlik, dış ilişkilerdeki duraksamalar ve aksamalar, memurun, işçinin, emeklinin, engellinin, öğrencinin, ailelerin yakınmaları yayılmakta toplumsal tepkiler birbirine eklenmektedir.

Toplumsal barışı sarsan partizanlık ve kadrolaşmadan dönülmemekte, üniversiteden sonra yargının tümüyle ele geçirilmesine çalışılmakta, Silâhlı Kuvvetlerin öneminin ve değerinin azaltılması çabaları dış dayatmalar ve işbirlikçi kışkırtıcıların desteğiyle hızlandırılmaktadır.

Boykotlar, sokakları ve alanları dolduran yurttaşların yakınmaları yanında sözde açılımların “terörden vazgeçireceği” beklentileri tartışılmakta, ekonomide çıkmaz sokakta olan iktidar, sağlık çalışanlarını güç duruma sokan, kendine yakın özel sağlık kuruluşlarına yarayacak ayrımcı tasarıları Meclis’ten geçirmeye uğraşmaktadır.

Gazete sayfalarını, televizyon ekranlarını dolduran utandırıcı suç olaylarının artışıyla ilgilenip önlem almak, düzenlemeler getirmek unutulmakta, yaşam derdine düşen toplum giderek suskunluğa ve donukluğa düşmektedir.

Ulusalcılık karşıtı olan ümmetçiler toplumu giderek daha çok ayrıştıran, kutuplaştıran girişimler içindedir.

Dokunulmazlık  dosyaları  Meclis’te  yığılıdır.

Okumaya devam edin ‘2010 görünümü’




İstatistikler

  • 2.405.764 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ocak 2010
P S Ç P C C P
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
25262728293031

En fazla oylananlar