05 Nis 2010 için arşiv

05
Nis
10

Demokratik Anayasa değil Tayyip’in faşist anayasası

Anayasa  yıkıcıları  Anayasa  yapamaz

Türkiye’de fiilen iki yargı sistemi vardır. Biri AKP-PKK yargısı, diğeri Cumhuriyet’in bağımsız yargısı… Yeni Anayasa paketi, ikincisini tamamen yok etmek için hazırlanmıştır.

AKP meclise yeni Anayasa paketini getirdi.

Ancak bu paketin içinde demokrasi ve sivillik yok.

Cumhuriyetin temeline konan bir bomba var.

Peki, AKP yargı reformu adı altında yürüttüğü Anayasa çalışmalarında en çok hangi partiyle birlikte davranıyor ?

Terörist, PKK yanlısı BDP…

Türkiye’nin yeni Anayasasını yazan partilerden biri Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa ve laikliğe karşı eylemlerin odağı olarak nitelendirilmiş ve cezalandırılmış bir parti.

Kapatmanın eşiğinden dönmüşler.

Anayasa’ya aykırı bulunduğu için bugüne kadar çıkardığı yasalar en çok iptal edilen parti yine aynı AKP.

Hatta türban yasası gibileri sadece Anayasa’ya aykırılıkla iptal edilmemiş, aynı zamanda Anayasa’nın laik yapısını ortadan kaldırma teşebbüsü olarak Anayasa Mahkemesi tarafından delil olarak kabul edilmiştir.

İşte “sivil ve demokratik” anayasa hazırlayan parti! Lideri defalarca demokrasiyi bir araç ve her an terk edilecek bir tren olarak nitelendirmiş faşist bir parti!

Peki diğer parti !

Diğer partinin üyeleri sadece Anayasa’ya karşı olduğu için değil, aynı zamanda açıkça terörizmi desteklediği için kapatılan DTP’nin eski üyeleri.

Yani aslında PKK’nın siyasi kolu…

Anayasa düşmanları, bu konuda hüküm giymiş olanlar, halkı kin ve nefrete kışkırtmaktan cezaevinde yatanlar, terör örgütü üyesi cezaevi kaçkınları yeni Anayasa düzenliyor.

Gerekçeleri de eski Anayasa’nın (kaç maddesi kaldıysa) sivil olmaması, halkın isteklerini temsil etmemesi.

İyi de halkı Anayasa düşmanları ve teröristler mi temsil ediyor ?

Anayasa’yı yıkma teşebbüsünden defalarca hüküm giyenler Anayasa’yı “demokratik” yolla değiştirebilir mi ?

Buna izin verilecek mi sanıyorlar ?

PKK  ve  AKP  “savcıları”

Yeni Anayasa’nın en önemli maddelerinden biri Orgenerallerin ve Genelkurmay Başkanı’nın Yüce Divan’da yargılanmasının önünün açılmasıdır.
Öncelikle bugün zaten yüksek komuta kademesi her önüne gelen “özel yetkili” savcının müdahalesine açıktır. Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen pek çok durumda sivil mahkemeler askerleri yargılamaktadır. Bugün AKP’nin militanı gibi davranan bir savcı, bir hâkim ve bir emniyet müdürü bulmak Anayasa’yı çiğnemek için yeterlidir. Peki, o zaman neden bu Yüce Divan değişikliği yapılıyor? Herhangi bir PKK’lı suç duyurusunda bulunacak ve Genelkurmay Başkanı anında terörist ve savaş suçlusu sıfatıyla sanık olarak Yüce Divan’a çıkacaktır. Bu AKP için Silivri’de kurulan sistemden bile daha iyi bir sistemdir. Çünkü temyiz şansı da kalmayacaktır. Tüm üyeleri AKP’li milletvekilleri ve AKP’li Cumhurbaşkanı tarafından seçilen Anayasa Mahkemesinin oluşturacağı
Yüce Divan’ın vereceği karar ise zaten bellidir.
Anayasa Mahkemesi ve Yüce Divan artık bir meclis komisyonu olacaktır. AKP ve PKK’lılar hep aklanacak, TSK üyeleri ve
Türkler hep infaz edilecek.

Tayyip yargı reformu yapacağım ve yargıyı tarafsızlaştıracağım diyor. Öncelikle kendini “Ergenekon savcısı” olarak tanımlayan bir Hitler özentisi, yargı erkini tarafsızlaştırmaz tam tersine ortadan kaldırır. Çünkü yürütmenin başı olarak taraftır ve taraf olmanın da ötesinde “Ergenekon savcısıdır.” Bu öyle bir savcılıktır ki, sınırsız yetki ancak sıfır sorumluluk içerir. Faşizmin temel kuralı budur Faşist partinin lideri aynı zamanda partinin kuracağı özel mahkemelerin de başıdır.

Anayasa paketinin de temel hedeflerinden biri HSYK’nın faşist partiye bağlanmasıdır. HSYK üyeleri artık sadece yüksek yargı üyeleri arasından seçilmeyecek ve üye sayısı 21’e çıkacak. HSYK üyelerinin 10 tanesi normal mahkemelerden gelecek. Ayrıca Cumhurbaşkanı HSYK’nın 4 üyesini seçecek. İki üye yine Adalet Bakanlığı’ndan gelecek. Bu ne demektir? Artık Cumhuriyeti savunan bir başsavcının veya AKP’nin hukuksuzluğunu engelleyen bir Danıştay veya Yargıtay hâkiminin meslekte kalıp kalmayacağına normalde hiçbir yetkisi olmayan ama AKP ve Fethullah tarafından “özel yetkili” ilan edilmiş Erzurum’daki gibi savcılar belirleyecek.

Amaç yargı sistemini ters yüz etmektir. Demokratik yargının en önemli özelliklerinden biri temyiz sistemidir. Temyiz sisteminin çalışması için mahkemelerin, hâkimlerin ve savcıların belli bir hiyerarşi içinde örgütlenmesi gerekir. Ancak AKP başarılı olursa “özel yetkili savcılarının” tüm başsavcılar ve yüksek hâkimlerin üstünde olmasını sağlayacaktır. Bu yargı sisteminde kara deliklerin açılması demektir. Bu kara delikler AKP’nin infaz odaları olacaktır. Bu odalarda infaz memurluğu yapan “özel yetkililer” ise kısa yoldan Anayasa Mahkemesi ve HSYK üyesi olacaktır. Yargıda yükselmek liyakat gerektirmeyecektir. Yeni Anayasa taslağında, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’ya seçilmek için gereken tüm şartların kaldırılmasının temel nedeni budur.

Normalde adli mahkemelerin üstünde Yargıtay vardır.

Ancak artık tüm mahkemelerin üstünde tek mahkeme olacaktır.

O da Beşiktaş’taki Ergenekon Mahkemesi…

Yani esas savcısı Tayyip olan Ergenekon Mahkemesi…

Yeni sistemde en üst mahkeme olan Ergenekon Mahkemesi “özel yetkili savcılar” yani faşist parti müfettişleri atayacaktır.

Bu “özel yetkililer” ise aslında AKP ve PKK’nın örgüt militanlarıdır.

Bugüne kadar yaşanan tüm gelişmeler bu gerçeği ispatlamıştır.

Tayyip, Habur sınır kapısındaki PKK’lıları aklamak için kurulan çadır mahkemesi hakkında bu tür mahkemelerin daha önce kurulduğunu, Silivri’nin de örnek olduğunu açıklamıştı.

Gerçekten de Habur ve Silivri birbirine benzemektedir.

Birinde PKK’lılar hükümet emriyle birkaç dakika içinde tahliye edilmiştir.

Diğerinde PKK’yla yıllarca savaşan subaylar tek celse görmeden aylarca tutuklu tutulmuştur.

Türkiye’de fiilen iki yargı sistemi vardır.

Biri AKP-PKK yargısı, diğeri Cumhuriyet’in bağımsız yargısı…

Yeni Anayasa paketi, ikincisini tamamen yok etmek için hazırlanmıştır.

Okumaya devam edin ‘Demokratik Anayasa değil Tayyip’in faşist anayasası’

05
Nis
10

Küresel sisteme karşı ulusal mücadele için Ulusal Parti

Ulusal Parti  İdeolojik Büro Başkanı Prof. Dr. Şener ÜşümezsoyUlusal  Parti  İdeolojik  Büro  Başkanı  Prof. Dr. Şener  Üşümezsoy :

İdeolojik  Büro  Başkanı  olmak  kendi  irade  tercihimdi

TÜRKSOLU: Tüm Türkiye sizi deprem profesörü olarak tanıyor. Ama siz Ulusal Parti’nin kuruluşunda İdeolojik Büro Başkanı olarak görev alıyorsunuz.

Prof. Dr. ŞENER ÜŞÜMEZSOY: Aslında TÜRKSOLU’ndaki yazılarımla başlayan bir büro diye kabul edebiliriz. Benim açımdan Sovyetler’in yıkılması sonrası Sosyalizmi ve devrimci düşünceyi ele alış için geliştirdiğim, düşündüğüm, günlerimi, gecelerimi sürekli bu sorunu çözmek için uğraştığım bir konudur, bir kanaldır ideolojik çalışmam. Belki isim konmadan ama TÜRKSOLU’ndaki ilk yazılarımdan itibaren bu kanalın yaygınlaşarak kendine bir yatak açarak TÜRKSOLU ideolojisi içinde geliştiği bir süreç var.

Partinin kuruluşunda İdeolojik Büro Başkanı olarak görev almam da aslında kendi iradi tercihimdi. Bu da şundan kaynaklanıyor. TÜRKSOLU’nda örgütlenme üzerine yazdığım yazılar söz konusuydu. Ve bunun dışında tabii bir devrimci düşüncenin iktidarı alma aracı olan partiyi inceledim. Özellikle şu örnekler üzerinde durdum: Sovyetler Birliği dönemindeki Bolşevik Parti, daha sonra Galiyev tarafından kurulmak istenen Turancı Sosyalist Parti ve tabii ki Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı döneminde örgütlediği Kuvayı Milliye.

TÜRKSOLU: Türkiye’de akademisyenler kendilerine düşünür olmanın ötesinde bir misyon yüklemezler. Siz ise bir parti örgütlenme içerisinde konumlanıyorsunuz. Üstelik partinin kuruluşundan itibaren yer alıyorsunuz.

Prof. Dr. ŞENER ÜŞÜMEZSOY: Akademisyenler bir doktora, bir doçentlik, bir kürsüde profesörlük veya yayın anlamında olayları ele almışlardır. Ama hayatın nabzını tutan ve gerçeği ele alan yazılar akademisyenlerden değil, militan yazarlardan çıkmıştır. Hem ideoloji konusunda hem ekonomi konusunda hem strateji konusunda bu olgular tümüyle hayatın içinde mücadele içinde gelişmiştir.

TÜRKSOLU: Yani siz kendinizi militan yazar olarak tanımlıyorsunuz.

Prof. Dr. ŞENER ÜŞÜMEZSOY: Kesinlikle. Kendimi hep bu çizgide görmüşümdür. Örneğin şimdiki Ulusal Parti öncesinde sempati duyduğum Hikmet Kıvılcımlı’nın Vatan Partisi’ydi. Bugünkü çizgiye baktığım zaman ve daha detaylı ideolojisini geliştirdiğimizde iki parti bence birbirinin devamı olarak görülebilir.

TÜRKSOLU: Tam da “ideolojiler öldü” denilen ve Atatürkçülüğün bir ideoloji olarak görülmediği bir dönemde neden özellikle “İdeoloji Bürosu” kurdunuz Ulusal Parti’de?

Prof. Dr. ŞENER ÜŞÜMEZSOY: Evet, bugün her ne kadar ideoloji kavramı reddediliyorsa ve onun yerine “söylem” terimi kullanılmaya çalışılıyorsa da ve ideolojilerin artık öldüğü söyleniyorsa da hayata baktığımızda tam tersini görüyoruz. Örneğin küresel ideolojinin geldiği noktaya bakın.

Ama sosyalist partilerin, devrimci partilerin geçmişlerine baktığımızda göreceğiz ki İdeolojik Büro önemlidir. Benim kendi gençliğim örneğin, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin İdeolojik Büro üyesi yazarlarına karşı ideolojik mücadele vermekle geçmiştir. Onların “barış içinde bir arada yaşama” gibi tezlerine karşı çıkmışımdır. O dönem Sovyetler Birliği ideologlarının devrimci düşünceden kopmasını eleştiren bir ideoloji geliştirmiştik.

Sovyetler Birliği dağıldığı zaman dediler ki, sosyalizm bitti dolayısıyla devrimci düşünce de bitti. Fukuyama’nın da “tarihin sonu” tezi aslında sonradan kendisinin de terk ettiği bir düşüncedir. İşte o arada biz de Sovyetler Birliği ile ideolojik mücadelemizle aslında kendi ideolojimizi oluşturmak sürecindeydik.

O el yordamıyla gittiğimiz süreci ele aldığımızda Sovyetler Birliği’nin hegemonyacı politikasına karşı çıkarken ABD’nin hegemonyacı politikasına karşı çıkan bir anlayışı geliştirmek güçtü. Ama bu iki çizgi arasındaki mücadelede birinden birini tutmak gibi bir zorunluluk olduğu sanılan o dönemde ben bağımsız bir kanalda yürümeye çabaladım.

Okumaya devam edin ‘Küresel sisteme karşı ulusal mücadele için Ulusal Parti’

05
Nis
10

Kızılderililer dans etmeye geliyor

ABD’nin  tanınan  Kızılderili  kabilelerinden  “Redhawk”  ( Kızıl  Şahin )  üyelerinin

bir  kısmı  haftaya  Giresun  Festivali’nde  dans   edecekler.

İSTANBUL – ABD’nin en tanınmış Kızılderili kabilelerinden Redhawk (Kızıl Şahin) Kızılderilileri’nin Sanat Konseyi Direktörü Cliff Mathias, Türkiye’nin en büyük yöresel festivallerinden Giresun Festivali’ne katılmayı kabul etti.

ABD’deki Giresun USA Derneği başkanı Orhan Bayram’ın davetini kabul eden Kızıl Şahinler, festivale katılacak Başbakan Tayyip Erdoğan için de “tam tam” dansı yapacaklar.

Hürriyet gazetesinin haberine göre 9-10-11 Nisan 2010 tarihlerinde İstanbul’da Feshane’de yapılacak festivale geçen yıl 600 bin kişinin katıldığını, bu sene 1 milyonun üzerinde katılımcı beklediklerini belirten Orhan Bayram, Kızılderili grubun festival sonrası birçok ulusal televizyonda programa çıkacağını da belirtti.

Bayram, Giresun USA’nın Philadelphia’da 1 Mayıs’ta yapacağı yürüyüşe Kızılderili ekiplerin katılacağını müjdesini de verdi.

Redhawk Kızılderilileri Sanat Konseyi Direktörü Cliff Mathias da, Türkiye’ye ilk defa gideceklerini belirterek, “Bizler için güzel bir tecrübe olacak. Türkiye ile sıcak dostluk ilişkileri kurmayı umuyoruz” diye konuştu.

Derneklerinin 1994 yılında Brooklyn’de kurulduğunu belirten Mathias, Türk ve Kızılderili kültüründeki benzerlikleri bildiğini de kaydetti.

Redhawk toplantısı sonrası bir açıklama yapan ATAA Başkan Yardımcısı Ali Çınar, Türk-Kızılderili yakınlaşmasının 2-3 senedir yoğun olarak sürdüğünü belirtti. Çınar, kurucusu olduğu bir program sonrası Oneida Kabilesi’nin Türkiye ile ticarete başladığını, Yalova’da bir festivale de katıldığını hatırlattı.

05
Nis
10

Bob Dylan İstanbul’a geliyor…

Uzun  zamandır  hasretle  beklenen  bir  isim,  yaşayan  efsane  Bob  Dylan,

Radyo  Eksen’in  medya  sponsorluğu  ve  Garanti  Bankası’nın  katkılarıyla  21  yıl  aradan

sonra  tekrar  İstanbul’da.  Biletler  satışa  çıktı…

İSTANBUL – Modern zamanların tartışmasız en büyük müzisyeni Bob Dylan, tek bir konser için İstanbul’u ziyaret ediyor. Radyo Eksen’in medya sponsorluğu ile 31 Mayıs akşamı Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda gerçekleşecek konserde, Bob Dylan, eski ve yeni klasikleriyle müzikseverler için unutulmayacak bir gece yaşatacak.

Time dergisinin “Yüzyılın En Önemli İnsanları” ve Rolling Stone’un “Tüm Zamanların En İyi Sanatçıları” listesinde haklı yerini alan Bob Dylan, birçok otorite tarafından Mozart ve Picasso gibi önemli sanatçılarla eş değer tutuluyor.

Bob Dylan, gerçek ismi olan Robert Zimmerman’ı değiştirerek, onu en çok etkileyen ünlü Amerikalı şair Dylan Thomas’ın ilk ismini almıştı. Sansasyonel hayat tarzı, dönem dönem değişen farklı kişilikleri, muhalif duruşu ve devrimci dünya görüşüyle asla yeri doldurulmayacak bir sanatçı olan Dylan, 1960’lardan günümüze insanları yürekten sarsan ve her zaman farklı bir açıdan bakmaya davet eden şarkı sözleriyle milyonlarca hayranının kalbini kazandı. Karşı duruşunu müziğine bolca yansıtan ve kitleleri etkileyen Dylan, 1960’ların başkaldırı hareketlerinin de en önemli simgelerinden biriydi.

ŞAİRANE  ROCK  MÜZİK…

İlk olarak Woodie Guthrie ve blues ustası Robert Johson’dan oldukça etkilenen Dylan, özellikle birçok değişim dalgasına tanık olan 60’lı yıllarda kendine özgü şarkı sözü teknikleriyle tüm dünyada büyük bir etki yarattı. Her parçasında şair kimliğini öne çıkaran Dylan, akustik olarak başladığı müzik anlayışından daha sert bir rock tarzına geçti, ama onu Bob Dylan yapan folk köklerinden de asla uzaklaşmadı.

Okumaya devam edin ‘Bob Dylan İstanbul’a geliyor…’

05
Nis
10

Polis halkla elele yürüdü

Türk  Polis  Teşkilatı’nın  165.  kuruluş  yıldönümü,  İstanbul’da   6’ıncısı  düzenlenen

polis – halk  yürüyüşüyle  kutlandı.  Kent trafiğinin  etkilenmemesi  için  yürüyüş  parkuru

olarak  İstiklal  Caddesi  seçildi.

İSTANBUL – İstiklal Caddesi’ndeki polis halk yürüyüşüne İstanbul Valisi Muammer Güler ve İl Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın katıldı.

Polisler, öğrenciler ve vatandaşların da katıldığı yürüyüş sırasında, yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaki Türk bayrağı taşındı, yürüyüşe katılanlar üzerinde , ”Artık suç değil sevgi işleyin” yazılı kaşkollar taktı.

İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, polislerin eğitim seviyesinin artırılması yönünde alınan önlemlerin, teşkilatı, halka daha da yakınlaştıracağını ifade etti.

Polis memurları ve ailelerine, Polis Meslek Okulu öğrencileri eşlik etti.Yürüyüşte soruları yanıtlayan Çapkın, “Maalesef işimizin en tatsız yanı, toplumsal olaylara müdahale etmek. Ancak bunu yapmak zorundayız” dedi.

Polis müdahalesinin, yasal sınırlar çerçevesinde kalması gerektiğini belirten Hüseyin Çapkın, “Teşkilatın içindeki bireysel hataları da, eğitim ile aşacağız” diye konuştu.

05
Nis
10

7,2’lik deprem iki ülkeyi sarstı

Meksika’nın  ABD  sınırındaki  Tijuana  kenti  açıklarında  7,2  büyüklüğünde  bir  deprem

meydana  geldi.  Depremde  en  az  iki  kişi  hayatını  kaybetti.

LOS ANGELES/IMPERIAL – Meksika’nın Büyük Okyanus kıyısındaki California yarımadası açıkları 7,2 büyüklüğündeki depremle sarsıldı. Depremde iki kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı bildirildi.

Mexicali kentinde ölen iki kişiden birinin yıkılan bir evin altında kaldığı belirtildi.

Amerikan Jeolojik Araştırmalar Merkezinin (USGS) yaptığı açıklamaya göre, deprem TSİ 01.40’da, ABD-Meksika sınır bölgesinde bulunan ve 900 bin kişinin yaşadığı Mexicali kenti yakınında, yerin 10 kilometre altında meydana geldi.

USGS, Meksika’ya yakın ABD eyaletlerinde de hissedilen depremin merkez üssünün Meksika’daki Guadalupe Victoria kentinin 26 kilometre güney-güneybatısı ve ABD’nin güneybatısındaki Arizona eyaletindeki San Luis kentinin 64 kilometre güneybatısı olduğunu bildirdi.

Aşağı Kaliforniya eyaletinin Sivil savunma yetkilisi Alfredo Escobedo CNN’e yaptığı açıklamada, valinin eyalete olağanüstü hal ilan ettiğini, en az bir binanın yıkıldığını ve bazı binaların hasar gördüğünü belirtti.

Okumaya devam edin ‘7,2’lik deprem iki ülkeyi sarstı’

05
Nis
10

Ölüm ve sanatçı

Şair “Alıştığımız bir şeydi yaşamak” diyor.

Biz de doğal olanı yaparak yaşamı sürdürüyoruz.

Rutkay  Aziz,  yönetmen  Zeki  Ökten’in  tabutu  başında “Biz  yaşamda  izne  çıkmış

ölüleriz”  demişti.

Çok  doğru  bir  söz.

İçindeyiz çünkü doğa bize yaşamı, ölüm koşulu ile vermiştir ve ölüm, yaşam süresinin tamamlanmasıdır.

Şeyh Sadi’nin dediği gibi aldığımız her soluk, ömrümüzden bir soluk eksiltiyor.

Filozofların hayatı ölüm üstüne düşünmekle geçmiştir ve ölüm bizi boyunduruk altında tutar, kendini ölüm korkusundan kurtar diye seslenerek ölüm korkusundan kurtulmanın yolunu seçmiştir.

Bir anlık ölüm korkusu, insana yaşam boyu neler çektiriyor.

A. Binyazar, ölümü iç burkan bir yalnızlık, sonsuz bir yalnızlık olarak algılamaktadır.

Şair de aynı görüşü “Yalnızlık hayatta başlar kabir boyu devam etmek için” dizesiyle ortaya koymuyor mu ?

Hayat acısı, tatlısı, mutluluğu, mutsuzluğu ve mücadelesi ile geçip bizi ölüme ulaştıracaktır.

Y. Kavabata ise yaşamı şu sözlerle tarif etmiştir. “Hayat, onunla birlikte akıp gideceğimiz ve kendimizi çinde yitireceğimiz bir akarsıdır.”

Ölüm bir sessizlik ve yok oluştur.

Ölümden kaçış olmadığına göre sanata sığınmaktan başka bir yol görünmüyor.

Ölümü ancak sanat yok edebilir.

Sanat ölüme bir başkaldırmadır.

Yaratıcılığın dışında hiçbir güç ölümü dize getiremez.

Nitekim bir şair “Uyudun uyanmadın olacak” diye sanatçı görüşünü ortaya koyarak ölümü ne güzel özetliyor.

Ölüm karşısında tek güç sanattır.

Güzellikleri ve gerçekleri yaratarak sonsuzluğa ulaşır.

Yarattıkları güzellikler ile insanları sürekli aydınlatır, ışık saçarlar.

Bu ışık yalnız yaşadığı dönemin insanlarını değil değişen kuşakları da aydınlatmayı sürdürür.

Bu nedenle sanatçı için ölüm yoktur.

Okumaya devam edin ‘Ölüm ve sanatçı’

05
Nis
10

AKP’nin Roman açılımı

Roman  açılımı :  Ayrımcılığı  körükleyen  bir  icraat

İlk kez etnik kökenleri farklı olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, etnik kökenleri özellikle “zikredilerek” ve sadece onlar için
düzenlenen bir kapalı salon buluşmasına davet edildiler.

Yolda bir pankart; üzerinde Başbakanın bir resmi ve şöyle bir yazı; “Roman vatandaşlarımızla buluşuyoruz. Yer: Zeytinburnu. Tarih: 14  Mart Pazar. Saat: Bilmem kaç!…”

Bunca yıllık Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, ben böylesine ayrımcılığı körükleyen bir politik icraatla karşı karşıya kalmadım.

İlk kez etnik kökenleri farklı olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, etnik kökenleri özellikle “zikredilerek” ve sadece onlar için düzenlenen bir kapalı salon buluşmasına davet ediliyorlar. Yani deniliyor ki; “bu bir araya geliş, yalnız ve yalnız ayrı bir etnik kimliğe sahip bir grup için düzenlenmiştir…” Baştan aşağı sınırları kalın çizgilerle tespit edilmiş “ayrıştırıcı” bir proje!…

Oysa, bu vatandaşlarımız Türk toplumuyla harman olmuş bir durumdadırlar. Onlar, tarihten gelen ve yerleşik hayata geçtikten sonra bile geçmişteki göçebeliğin izlerini barındıran, aynı zamanda kendilerinin tercih ettikleri bir yaşam tarzını yine kendilerinin  oluşturdukları mahallelerde sürdürmektedirler. Çoğu, Roman vatandaşlarımızla özdeşleşmiş mesleklerini idâme ettirirken hayatlarından memnundurlar. Esprileri, giyimleri, şiveleriyle bu toplumun rengi, neş’esi, zenginliği olmuşlardır. Kendileriyle ilgili diziler ve filmler yapılmış, kamuoyu o vatandaşlarımızın yaşamlarından kesitler sunan o diziler ile filmleri büyük bir zevkle seyretmiş ve keyif almıştır. Genetik olarak yetenekli oldukları müzik konusunda aralarından çıkardıkları sâzendeler, bestekârlar, ses ve sahne sanatçılarıyla Türkiye’nin eğlence ve sanat dünyasına çok önemli katkılar sunmuşlardır. Yine, yaşam tarzlarının bir parçası olan ve ustalaştıkları çeşitli zanaat dallarında söz sahibi olmuşlar, esnaflık başta olmak üzere çok değişik iş kollarında kendilerini gösterebilme imkanını yakalayabilmişlerdir.

Roman vatandaşlarımız kendilerine has mahalleler oluşturmuşlarsa, bu onların farklılıklar arz eden yaşam biçimlerinin bir gereğidir. Onların bu özgünlüklerini yaşayabilmeleri ancak aynı değerleri paylaşan insanların bir arada ve aynı mahallede ikâmet etmeleriyle mümkün olabilirdi. Evet, belki onların yaşam tarzlarındaki bazı aşırılıklar zaman zaman dışlanmalarına neden olmuştur ama, buna benzer durumlar Batı ülkelerinde de olmaktadır. Diğer taraftan, bu tür tepki koymalar hiçbir zaman onların etnik kökenleri nedeniyle olmayıp yaşayış biçimlerindeki aykırılıklarla ilgilidir.

Kim ne derse desin, Roman vatandaşlar daima bu toplumun eşit bireyleri olarak telâkki edilmişlerdir. Grup olarak da yine bu toplumun ayrılmaz bir parçası olarak özümsenmişlerdir. Çalıştıkları ve katkı verdikleri her sektörde hak ettikleri değeri görmüşlerdir.

Peki  sonra ne olmuştur? AKP tarafından durup dururken, yüzyıllardır Türk toplumuyla her açıdan bütünleşmiş olan Roman vatandaşlarımızın etnik kimlikleriyle bağlantılı olarak haklarının korunması söylemiyle “Roman açılımı” devreye sokulmuştur. Hem de hiç gereği yokken ve ihtiyaç da bulunmazken…

Kürt  açılımının  devamı  olarak   Roman  açılımı

Nasıl “Kürt açılımıyla” birlikte Kürt kökenli vatandaşlar sömürgecilerin dikteleri doğrultusunda “Ayrı bir millet(!)” kandırmacası çerçevesinde etnik, kültürel ve Anayasal kimlik bağlamında provoke edilmişlerse, aynı oyun şimdi Roman vatandaşlarımızın üzerinde de oynanmaya başlanmıştır.

Okumaya devam edin ‘AKP’nin Roman açılımı’

05
Nis
10

Oda tv ile Aydınlık aynı bilgisayarda mı yapılıyor ?

Bilen bilir, biz TÜRKSOLU olarak komplo teorilerine pek itibar etmeyiz.

Hatta zaman zaman çok dillendirilen komplo teorileriyle dalga da geçeriz.

Ama Türkiye’deki en komplocu yayınlar olan Aydınlık ve Oda tv söz konusu olunca biz de bir komplo teorisi ortaya atalım dedik.

Efendim mevzu şu, İngiltere’de Kağan Güner isimli bir vatandaş, Aydınlık için bir haber hazırlıyor.

Ancak söz konusu haberin genişletilmesi için yayını bir hafta erteleniyor.

Ancak Aydınlık bayilere çıkmadan bir gün önce bir bakıyorlar, Soner Yalçın’ın Oda tv’si haberi yayımlamış.

Bunun üzerine iki kardeş yayın birbirine girdi.

Aydınlık çıkan son sayısında Oda tv’ye ayar vermeye kalktı. “İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Kağan Güner’in hazırladığı kapak haberimiz, geçen hafta gündemimizdeydi. Kağan Güner’le konuşup, haberi geliştirip derinleştirmek amacıyla bu haftaya ertelemiştik.

Ancak Cuma günü bir sürprizle karşılaştık. Haberimiz, ODATV’de yayımlandı. Haberimiz, Aydınlık elimizdeki ham haliyle bire bir, aynı başlık ve hatta yazım hatalarıyla gitmiş, ODATV’ye haber olmuştu !

Arkadaşımız Kağan Güner, birkaç kişi tarafından bilinen haberimizin nasıl olup da bu haber sitesine gittiğini öğrenmek istedi. Güner’in telefonuna ‘ODATV Yazıişleri Müdürü’ çıktı. Yazıişleri Müdürü yazıyı nasıl elde ettiklerini açıklamadı.

Kağan Güner şu soruyu yöneltti: ‘Ben bu haberi Aydınlık’ta yayımlamak üzere hazırlamıştım. Diyelim yazı bir biçimde sizin elinize geçti. Yazıyı benim hazırladığımı da öğrenmişsiniz, zira yazının sonuna benim imzamı atmışsınız. Yayımlamadan önce yazının sahibine açıp sormanız gerekmez miydi ?’

Kağan Güner, yanıt alamadı.

Yapılan iş, ODATV’ye yakışmadı!”

(Aydınlık’tan aldığımız bu alıntıdaki yazım hatalarına dokunulmamıştır).

Şimdi Aydınlık şaşırmış tabii iki üç kişinin bildiği bir haber nasıl Soner’in eline geçti diye.

Belki Soner’in istihbaratı Aydınlık’tan daha iyi çalışıyordur, malum boynuz kulağı geçermiş.

Okumaya devam edin ‘Oda tv ile Aydınlık aynı bilgisayarda mı yapılıyor ?’

05
Nis
10

Sırada genelevler ve travestiler var


Tayyip’in başlattığı açılım furyası, toplumun çeşitli kesimlerinde beklentilere neden oluyor.

Malum açılım süreci aldı başını gidiyor.

Kürtler, Ermeniler, derken Tayyip ipin ucunu iyice kaçırdı.

Geçtiğimiz ay açılım furyasına Romanları da kattı.

Abdi İpekçi Spor Salonu’nda bir araya gelen Romanlar ve Tayyip karşılıklı göbek atıp açıldılar da açıldılar.

Her neyse bu açılım furyası burada kalacağa benzemez tabi.

Şimdi Türkiye’de herkes Tayyip Efendi’den açılım bekliyor.

Kurt kuş, börtü böcek, ot mot, Çerkez Laz, Alevi Sünni derken her önüne gelen “bana da açılım” diye tutturmaya başladı.

Bu arada dikkatleri çeken önemli iki gelişme oldu.

Birincisi bizzat Başbakanlığın başlattığı bir girişim.

İkincisi ise Tayyip’ten bir istek.

Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Başkanlığı tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü, Aile Araştırma Kurumu, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara Büyükşehir Belediyesi temsilcilerinin katıldığı “genelev projesi” toplantısı gerçekleştirildi.

Siz buna Başbakanlığın “Asiye’yi kurtarma” çabası da diyebilirsiniz.

Toplantıda konuşan Başbakanlık İnsan Hakları Başkanı Mehmet Yılmaz Küçük, temel hedefin sömürüye uğramış kadınlar olduğunu belirterek, “İrade dışında bu yola gidenler ve kurtulmak isteyenlere yönelik çözümleri tespit ediyoruz. Bu sömürü yoluna düşebilecek çocuklar var. Bunu engelleyecek ne tür çözümler üretebiliriz diye çalışıyoruz. Sektörün fotoğrafı çekilecek. Sonra önlemler devreye sokulacak.” demiş.

Bu proje çerçevesinde oluşturulacak özel ekip ilk olarak pilot bölge seçilen Ankara Bentderesi genelevine gidecekmiş.

Açılım sürecinde bir açılım talebi de travestilerden geldi.

Okumaya devam edin ‘Sırada genelevler ve travestiler var’

05
Nis
10

Ahmet Altan bedavaya bastırıyormuş


Ethem Sancak’a, ya da Fethullahçılara.

“Gizli el”e bile diyorlar.

Ne farkeder ki ?

Önemli olan bedavaya bastırması.

Öncelikle yanlış anlamalara mahal vermemek için bir açıklama yapalım.

Bedavaya bastıran gerçekten de Ahmet Altan.

Ahmet Altan’ın bedavaya bastırdığı şey, tabii ki Taraf gazetesi.

Bedavaya basan ise Star gazetesi.

Biz, Taraf’ın arkasında Fethullahçılar var dedikçe Ahmet Altan babalandı, “borçla-harçla çıkıyoruz” diye kendilerini acındırdı ama kendi ağzıyla yakalandı.

Meğersem Taraf gazetesi bir yıldır Star gazetesinin tesislerinde beleşe basılıyormuş.

Ahmet Altan’ın gereksiz yere artistliği olmasa belki de bu konular hiç açıktan yazılıp çizilmeyecekti.

Fethullahçıların Türk Ordusu’na saldırı bülteni olan Taraf, meğersem hizmetini böyle bedavaya bastırılmak karşılığında görüyormuş.

Zaten sadece Türk düşmanı küçük bir azınlık tarafından takip edilen bir gazetenin de bu kadar süre ayakta durabilmesinin imkanı yoktu.

Peki bu olay nasıl ortaya çıktı derseniz, geçtiğimiz hafta Taraf’ın taşra baskısında bir sorun olmuş, Ahmet Altan konuyu köşesine taşımıştı.

Yazısında Star’dan “gizli bir el”in Taraf’ı sabote ettiğini yazdı.

Tabii bu yazıya cevap da gecikmedi.

Star gazetesi de ertesi günü verdiği cevapta Ahmet Altan’ın Star’ı suçlayacağına gazeteyi bedava bastıkları için teşekkür etmesi gerektiğini yazdı.

Anlaşma şartlarını yerine getirmediği için uzun zamandır Taraf’ın eklerini basmadıkları da yer alan açıklamanın sonunda, “Sayın Altan’ın aramızdaki ticari ilişki bir yana güven ilişkisini de zedeleyen yazısından sonra, Taraf’ın içinde ‘gizli el’ler olmayan matbaalar bulacağını düşünmekteyiz.” cümlesiyle bu güzel işbirliğinin sona erebileceği ima ediliyor.

Ahmet Altan bundan korkmuş mudur peki ?

Niye korksun ki ?

Okumaya devam edin ‘Ahmet Altan bedavaya bastırıyormuş’

05
Nis
10

Bu ne sevgi ah..!!!


Geçtiğimiz hafta Türkiye’yi ziyaret eden Alaman Yeşili Claudia Roth, adet olduğu üzere Diyarbakır’a da geçti.

Ancak Diyarbakır’da Osman Baydemir tarafından öyle bir karşılanışı vardı ki, gören iki sevgilinin yıllar sonraki buluşması zannederdi.

Belediyenin girişinde Baydemir tarafından sımsıkı sarılarak karşılanan Alman vekille Baydemir, ikili görüşme sırasında da el ele göz gözeydi.

Bir zamanlar Fransız Mitterand vardı.

Kürtlerin dibinden ayrılmazdı.

Şimdilerde Kürtlerin yeni aşkı Roth gibi görünüyor.

05
Nis
10

Vatan size minnettardır



Hakkari şehitleri (yukarıdan aşağı): Fatih Aydoğdu, Nuri Aydın Sağır, Mehmet Kaya Çelik.

Türkiye geçtiğimiz hafta yine şehit haberleriyle sarsıldı.

Hakkari’de PKK’lı teröristlerin döşediği uzaktan kumandalı mayınların patlatılması sonucunda üç uzman çavuşumuz şehit oldu.

Açılım yapmakla Türkiye’nin bütün sorunlarının çözüleceğini düşünenler de meseleyi çözmenin bu kadar basit olmadığını acı bir olayla öğrenmiş oldular.

Değil mi ya, hani artık açılım vardı ve analar ağlamayacaktı.

Tabii ağlayan ana Türk askerinin anası olunca Tayyip ve PKK’lılar açısından mesele yok.

Onlar ancak PKK’lı teröristler ölünce kurşun sıkılmasın diyorlar.

Çünkü biliyorsunuz Tayyip’in baş yardımcısı Arınç teröristlerin onurunu kırmayalım falan diyordu.

Hangi onursa…

Sahi daha geçen hafta Osman Baydemir değil miydi Nevruz’da Türk’le Kürdün birbirine kurşun sıkmasının haram olduğu yönünde fetva veren.

Neden bu PKK’lı teröristler Baydemir’in sözlerine kulak asmıyorlar.

Yoksa Baydemir o sözleri sırf Türklere yönelik mi söyledi ?

PKK’lılar o sözlerin kendilerini bağlamadığını ve Baydemir’in aslında tiyatro yaptığını biliyorlar mıydı ?

Şehit haberinin geldiği ilk gün manşetler ve internet sitelerinden PKK’ya lanet okunur, şehitlerimizin acıklı öykülerine yer verilir.

Son şehitlerimizin de öyküleri de elbet yürek yakacak kadar acıklıdır.

Mesela şehitlerimizden Nuri Aydın Sağır, şehadetinden iki gün önce baba olmuştu.

Ancak çocuğunu göremeden kalleş saldırı sonucu şehit oldu.

Bu öyküler biz Türklerin yüreklerini burkuyor ama şehit haberlerinin geldiğinin ikinci günü Tayyip yandaşı gazeteler hemen PKK’yı aklamaya başlarlar.

Neymiş efendim, PKK içerisindeki açılım karşıtı grubun eylemiymiş de, aslında PKK da açılımdan tarafmış da.

Karayılan’ın “Bahar ayları çatışmalı geçecek” tehdidini yok sayarlar.

PKK’nın meclisteki uzantıları çıkar, “Kürtlerin istediği değişiklikler yapılmazsa sonuç böyle olur” diye utanmazca konuşurlar.

Tayyip’inden Gül’üne, Bahçeli’sinden Baykal’ına hepsi sözde teröre lanet yağdırır.

Yalnız Tayyip sözlerinin arasına “bu saldırılar açılım kararlılığımızı engelleyemez” cümlesini sıkıştırır.

Bir Allah’ın kulu da çıkıp, bütün bu şehitlerin, iki günlük babasız yetimlerin, gencecik evlatlarının ölüm haberini alınca sinir krizi geçiren asker analarının hesabını soracağız diyemez.

Diyecek iradeyi gösteremez.

Diyenler de sanki insanlık suçu işlemiş muamelesi görür.

Bugün terörle mücadele etmek yasak.

Teröre lanet yağdırmak yasak.

Elde bayrak şehit cenazesine katılmak yasak.

Terör örgütü hakkında olumsuz eleştiri yapmak yasak.

Her  şey  o  kadar  tersine  döndü  ki,  Kürtlük  en  büyük  meziyet,  medeniyet  kaynağı,

Allah’ın  bir  lütfu  oldu ;   Türklük  ise  bütün  kötülüklerin  anası  haline  geldi.

O kadar ki, bugün birinci ligde oynayan PKK’nın desteklediği takıma gol atmak bile yasak.

Okumaya devam edin ‘Vatan size minnettardır’

05
Nis
10

Kadrolaşma öyle olmaz böyle olur

TRT yönetimi, hükümet ve cemaatin kadrolaşması ile ilgili basına yansıyan bilgi ve belgeleri sürekli inkâr ediyor.
Bu dönemde kadrolaşma yapmadıklarını kanıtlamak için geçmiş dönemde TRT’ye alınan personel rakamlarını örnek gösteriyorlar.
26 Mart 2010 tarihinde Star gazetesinde yayınlanan habere göre; TRT’de çok kısa süre kalan genel müdürler bile çok sayıda personele kadrolarında yer verirken, 3 yıllık uzun görev süresiyle TRT tarihinde en uzun görev yapan genel müdürler arasında yer alan İbrahim Şahin’in kuruma aldığı toplam personel sayısı 560 olmuş!
(http://www.stargazete.com/politika/siskin-kadroyu-azaltti-ideolojik-tercihi-bitirdi-haber-251960.htm)
Star gazetesi TRT’de 1980’li yıllardan bugüne genel müdürlerin dönemlerinde kuruma aldıkları personel sayılarını şöyle açıklıyor;
• Doğan Kasaroğlu ( 1979-1981): 600
• Tunca Toskay (1984-1988) : 2 bin 702
• Kerim Aydın Erdem (1989-1993) : 887
• Tayfun Akgüner (1993-1996) : 363
• Yücel Yener (1997-2003) : 2 bin 362
• Şenol Demiröz (2004-2005): 17
• İbrahim Şahin (23.11.2007-…) : 560
Yandaş medya İbrahim Şahin’i aklamak için her yola başvuruyor, gerçekleri çarpıtıyor.

İşte TRT’nin resmi internet sitesinde yer alan bilgilere göre genel müdürlerin görev süreleri;
Doğan Kasaroğlu ( 1979-1981), Tunca Toskay (1984-1988), Kerim Aydın Erdem (1989-1993) Tayfun Akgüner (1993-1996), Yücel Yener (1997-2003), Şenol Demiröz (2004-2005), İbrahim Şahin (23.11.2007-…)
Yandaş medya ne diyor; “, 3 yıllık uzun görev süresiyle TRT tarihinde en uzun görev yapan genel müdürler arasında yer alan İbrahim Şahin’in kuruma aldığı toplam personel sayısı 560 olmuş!”
Bu rakam yanlış…

2 yıl 4 aylık yani toplam 28 aylık sürede İbrahim Şahin TRT’ye 1260 kişiyi aldı.
Bu rakama en yakın personeli alan Tunca Toskay 4 yıl, Yücel Yener 6 yıl görev yaptı.

Okumaya devam edin ‘Kadrolaşma öyle olmaz böyle olur’

05
Nis
10

Ermeni yalanından ilk dönen

ERMENİ YALANINDAN İLK DÖNEN

Ukrayna’nın Harkov bölgesindeki bir yerel belediye meclisi, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarıyla ilgili daha önce kabul ettiği kararını iptal etti.
Kırım Haber Ajansı’nın haberine göre, İzyum Şehir Belediye Meclisi, Aralık 2009′da kabul ettiği Ermeni iddialarıyla ilgili kararı, 26 Mart’ta yapılan toplantıda iptal etti.

Haberde, Ukrayna’da alınan bu iptal kararının, dünyada 1915 olaylarıyla ilgili ilk iptal örneği olduğu belirtildi.

Karara ilişkin açıklama yapan ve iptal kararının alınması için çok çalıştıklarını belirten Kırım Azerbaycanlılar Derneği Başkanı Rehim Hümbetov, “Artık Ermeni iddialarına ilişkin kabul edilen kararların iptali için uluslararası düzeyde mücadele etme vaktinin geldiğini” söyledi.

Hümbetov, belediye meclisinin daha önce aldığı kararın, Ukrayna kanunlarına aykırı olduğunu belirterek, incelenmesi ve iptali için İzyum savcılığına da başvurduklarını ve yoğun çabalar sonucunda kararın iptal edilmesini sağladıklarını belirtti.

Yaklaşık 60 bin nüfuslu şehir, Harkov’un merkezinden 120 kilometre uzaklıkta bulunuyor.




İstatistikler

  • 2.405.764 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Nisan 2010
P S Ç P C C P
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
2627282930  

En fazla oylananlar