Emperyalistlerin anma günleri başka — bizim başka…!!!
Pentagon ve ikiz kulelere yapılan uçak saldırısının üzerinden tam onbeş yıl geçti.
Egemenler 11 Eylül’ü anıyor ve “antiterör-mücadelesi” kisvesi altında emperyalist kapitalizmin dizginsiz sömürüsü için dünya halklarına saldırılarının yeni planlarını yapıyorlar !
Eylül ayı işçi sınıfı ve dünyanın ezilen halkları açısından önemli
yıldönüm günleriyle dolu :
1 Eylül – emperyalist savaşa karşı mücadele günü !
11 Eylül 1973 – Şili Devrimine faşist Pinochet önderliğindeki saldırı,
12 Eylül 1980 – askerî faşist cuntanın Türk Devrimci Hareketine saldırısı…
Bütün bunlar bugün emperyalistlerin çıkardıkları
gürültüyle geri plana itilmeye unutturulmaya çalışılıyor
.
Ama yok öyleee..!!!
.
Ne 11 Eylül “terör kurbanları”nın ardından dökülen sahte gözyaşları, ne de “insanlık ve insan hakları” yalanları dünya halklarının gırtlağına yapışan teröristlerin kimler olduğunu unutturamayacak..!!!
Dünya çapında “terörist avı”na çıkan ABD emperyalizmi önce Şili ve dünya halklarına karşı uyguladığı terörizmin hesabını vermek zorundadır.
Şili’deki faşist darbeyi unutmadık, unutturmayacağız…!!!

Bundan tam kırküç yıl önce Şili’de Allende Hükümeti askeri bir darbe ile devrildi ve yerine Latin Amerika’nın en kanlı, cani, terörist-faşist rejimlerinden biri kuruldu.
Zindana ve kitlesel işkence merkezine dönüştürülen Santiago stadyumu ve binlerce “kaybedilen” eli
kanlı cuntanın simgesi oldu…
Seçimle işbaşına gelmiş Devlet Başkanı Salvador Allende dahil, otuzbinin üzerinde devrimci, yurtsever ve sosyalist katledildi. 150 bin kişi toplama kamplarına gönderildi.
İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütlülükleri şiddet ve terörle dağıtıldı…
Şili devrimi ağır bir yara aldı.
11 Eylül Şili darbesinde başrolü CIA oynamıştı; Latin Amerika’daki karşıdevrimin baş destekçisi ABD emperyalizmi elinden geleni ardına koymayacağını tüm arsızlığıyla sergilemekten çekinmiyordu.
Kendi çıkarları öyle gerektirdiği için, Şili halkının iradesini ayaklar altına almış, Şili halkının çoğunluğunun seçtiği ve desteklediği Allende hükümetini devirip yerine faşist Pinochet rejimini yerleştirmişti.
Şili deneyiminin gelişimi…
Şili, 1970 öncesinde, ABD’nin arka bahçesi olarak bilinen Latin Amerika’nın en yoksul ülkelerinden biriydi.
Bir yanda işsizlik, açlık, evsiz-barksız sokaklarda yatan yığınla insan, cehalet ve çocuk ölümleri…
Diğer yanda ülkenin tüm zenginliklerini elinde bulunduran bir avuç emperyalizme bağımlı kapitalist ve toprak ağaları…
Emperyalistlerin iliğine kadar sömürdüğü Şili’nin 1970′deki dış borcu 4 milyar ABD doları olarak hesaplanıyordu.
Yoksulun her geçen gün biraz daha yoksullaştığı ve zenginin de katmerle zenginleştiği Şili’ye dünyayı saran devrimci dalganın etkide bulunmaması olanaksızdı.
1960′lı yıllardan itibaren devrimci hareket hızla kitleselleşmeye başladı.
Ancak kitleler üzerinde esasta reformistler etkiliydi.
1969′da bütün solun seçim koalisyonu oluşturmak amacıyla birleştiği Unidad Popular (UP) (Halk Birliği) kuruldu.
4 Eylül 1970′de de UP’nin adayı reformist Salvador Allende oyların %36,8′ini alarak devlet başkanlığına seçildi.
Allende başkanlığında oluşturulan Halk Birliği’nin reform programını uygulamaya koyuldu.
UP’nin baş hedefi Şili’nin ABD başta olmak üzere emperyalistler tarafından yağmalanmasına son vermekti.
Birçok fabrika devletleştirildi.
Büyük toprak ağalarını -satın alma yoluyla- “mülksüzleştirme” ve toprakları yoksul köylülere dağıtmayı kapsayan toprak reformuna girişildi.
Ülkede çıkarılan -ABD tekellerinin elindeki- bütün bakır ve demir madenleri ulusallaştırıldı, ücretler arttırıldı, hastanelerde ücretsiz bakım uygulamaya kondu, konut sorununu çözmek amacıyla 100 bin konutun inşasına girişildi vs.
Uygulamaya konulan ve bir dizi antiemperyalist ve demokratik tedbirler içeren program ilk yılında çeşitli başarılar kazandı.
Ekonomide büyüme gözleniyordu.
Bu gidişat çeşitli emperyalist tekelleri ( ITT, Pepsi Cola, Chase Manhattan Bank vb.) rahatsız ediyordu.
“Arka bahçe” ABD’nin denetiminden tümüyle çıkma yoluna giriyordu.
Bunun üzerine ABD Şili’ye ekonomik ambargo uygulamaya başladı.
Diğer taraftan da emperyalist güçler ajanları aracılığıyla siyasi kışkırtıcılık yapıyor ve ülkede karışıklık yaratmaya çalışıyorlardı.
Ülkede karşıdevrimin sivil ve yarı-sivil güçleri çeşitli provokasyonlar yaratıyor, “sağ-sol çatışması”nı körüklüyordu.
Bütün yerli ve yabancı güçler birleşmiş, Allende hükümetini devirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Burjuva devlet mekanizmasına dokunmamayı, “barış içinde sosyalizme” geçişi kendine “ilke” edinen Allende hükümeti karşıdevrimin saldırılarına rağmen gerekli tedbirleri almıyor, karşıdevrimci şiddetin karşısına, emekçi kitlelerin devrimci şiddetini çıkarma zorunluluğunu gözardı ediyordu.
Bunun yerine burjuvaziyi ikna etmeye kafa yoruluyor, “demokratik seçimlerle” işbaşına gelmiş olmanın, “meşru olma”nın hükümetin varlığını korumada yeterli olacağı na vb. inanılıyordu.
Dahası, Allende hükümeti açık faşist çeteleri dağıtmakta aciz kalırken, bu çetelerin saldırılarına karşı kendilerini korumak için örgütlenen ve silahlanan işçi ve emekçileri pasifize etmeye yarayan kanunlar da çıkarıyordu.
Ekim 1972′de çıkartılan “Silah Kontrol Kanunu” ile sivillerin silah taşıması yasaklanıyor, işçi sınıfının silahlanmış kesimlerinin silahları zorla toplatılıyordu.
Allende hükümetinin sonunu hazırlayan sonuçta bu kaypak, reformist tutum olmuştur.
Allende hükümeti işçi sınıfı ve emekçi halka dayanacak, devrimci güçleri toplayıp silahlandıracak yerde tam tersini yapmıştır.
Darbe söylentilerinin çıkmasına ve karşı devrimin hazırlık yaptığı apaçık ortada olmasına karşın, Allende hükümeti hala “meşru”luğuna güveniyor ve askerlerden bazı kişileri hükümete dahil etme yoluyla durumu kurtarmaya çalışıyordu.
Sonuçta, tüm hazırlıklarını yapan karşı devrim 11 Eylül’de Augusto Pinochet Ugarte önderliğinde topyekün saldırıya geçti.
Teslim olmayan Allende ve Unidad Popular hükümetinin bulunduğu başkanlık sarayını havadan ve karadan kuşattı ve bombalayarak yerle bir etti.
Salvador Allende ile birlikte bir dizi hükümet üyesi öldürüldü.
11 Eylül 1973, Pinochet başkanlığındaki cuntanın başta ABD olmak üzere emperyalistlerin çıkarı doğrultusunda ve doğrudan desteğiyle ülkede “mezar sessizliği” yaratma operasyonuna girişti.
Ülkenin çeşitli yerlerinde cuntaya karşı direniş hareketleri, madencilerin grevi, öğrenci hareketleri vs. kan ve barutla bastırıldı.
Binlerce insan öldürüldü, yüzbinler işkenceye maruz kaldı ve zindanlara atıldı, kimi devrimci-solcu cuntanın takibatından kurtulmak için yurtdışına kaçtı.
Faşist cunta bir yandan ülke içindeki muhalefeti kanla bastırırken, diğer taraftan da derhal Allende hükümetinin yapmış olduğu reformları ve demokratik hakları rafa kaldırma harekatına girişti.
“Ulusal birlik”in sağlanması adına İndigen halklar üzerindeki -başta da Mapuçe’ler üzerindeki- baskı ve asimilasyon politikası katmerleştirildi.
İşçi sınıfı ve emekçilerin temel demokratik hakları rafa kaldırıldı.
Ücretler derhal donduruldu, vergiler arttırıldı, temel gıda maddeleri dahil olmak üzere herşeye zam politikasına geçildi, toprak reformuyla köylülere dağıtılan topraklar yeniden toprak ağalarının eline verildi, Şili’nin “borçlarını” kapatmak için emperyalistlerle yeniden pazarlıklara oturuldu.
Şili yeniden sınırsız emperyalist sömürüye açılmıştı.
Şili devriminin yenilgisinin öğrettikleri…
Şili’deki yenilgi sosyalizmin, proletarya diktatörlüğünün yenilgisi değildir. Şili’de yenilen esasta revizyonist-oportünist devrim teorileri ve onların uygulaması olmuştur.
SBKP 20. Parti Kongresi’nde egemen olan modern revizyonistler sosyalizme barış içinde, parlamenter yoldan geçiş anti-marksist-leninist teorilerinin propagandasını yapıyorlardı.
Onlar, Şili’de Unidad Popular hükümetinin uygulamasını kendi teorilerinin ispatı olarak görüyor ve bunu sevinçle selamlıyorlardı.
Modern revizyonistlere göre, Şili, “marksist partiler”in ve burjuva partilerin ortaklaşa koalisyon hükümeti ile sosyalizmin inşasının başarılacağının “klasik” örneğiydi.
Onlara göre, seçimle başa gelen Allende önderliğindeki Unidad Popular deneyi, parlamentoda ilerici güçlerin sağlam çoğunluğunu sağlayarak parlamentoyu halk egemenliğinin gerçek aracı haline dönüştürebileceğini, şiddete dayalı devrim olmadan sosyalizme ulaşılabileceğini, sosyalizmin, eski devlet mekanizmasına dokunmadan ve bizzat burjuvazinin “yardımıyla” kurulabileceğini gösteriyordu…
11 Eylül 1973 darbesi Şili devrimi ve Şili’li işçi ve emekçi halk açısından şüphesiz ağır bir darbe, geçici bir yenilgiydi…
Fakat o “burjuvaziyle barış içinde sosyalizme geçiş”i savunan modern revizyonist, sınıf uzlaşmacı oportünist teorilerin kesin yenilgisiydi.
1973 Şili faşist darbesinin 30. yıldönümünde tam da bu gerçekleri bir kere daha bilince çıkarmak, dünya ezilenlerinin ve sömürülenlerinin kurtuluşu için emperyalizmin ve dünya gericiliğinin yeryüzünden silinmesinin ivedi gereklilik olduğunu kavramak önemlidir.
Şili deneyiminden öğrenmek, her türden revizyonizm ve oportunizme karşı amansız mücadelenin gerekliliğini öğrenmektir.
Dün olduğu gibi bugün de emperyalizmle birlikte ve onun “hayırhah” tutumu “umularak” baskı ve sömürü düzeninden, barbarlıktan kurtuluş yoktur.
Emperyalistlerin dünya halklarına “kurtuluş” diye sattıkları şeyin ne olduğu Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de ve Kongo, Nijerya, Liberya’da bütün çıplaklığıyla görülmektedir.
Emperyalistlerin kendi çıkarlarından başka gözettikleri hiçbir şey yoktur ve onlar bu çıkarlar için dünya halklarını felakete, açlığa-yoksulluğa ve savaşlara sürüklemekten biran olsun çekinmemektedirler.
İşçi sınıfı ve dünyanın ezilen halklarının kendi gücünden başka güvenecek kapısı yoktur.
Örgütlenmek ve emperyalizme ve dünya gericiliğine karşı ortak mücadeleyi yükseltmek – dün olduğu gibi bugün de görev budur !
El pueblo armado, jamas sera aplastado !
Silâhlı halk yenilmez !
11 Eylül 1973 Şili — 12 Eylül 1980 Türkiye…
Düşman aynıdır — mücadele ortaktır..!!!
12 eylül 1980…
Türkiye devrimci hareketinin, çeşitli ulus ve milliyetlerden işçilerin ve emekçilerin örgütlülüğünün ve mücadelesinin üzerinden buldozer gibi geçen, etkisi bugüne dek süren askeri faşist darbenin arkasında da – Şili’de olduğu gibi – ABD vardı !
Bir kere daha kendi emperyalist çıkarları için işbirlikçileriyle birlikte Türkiye halklarının üzerine tankları, topları, zindanları ve işkencecileriyle saldırdılar. Kan ve terörle “mezar sessizliği”, kendilerine göre “dikensiz gül bahçesi” yaratmaya giriştiler.
İdam sehpaları kuruldu, yüzbinler işkenceden geçti ve zindanlara atıldı…
Aynı Şili’de olduğu gibi !
İşçi ve emekçilerin örgütlülükleri dağıtıldı, mücadeleyle kazanılmış en temel hakları ellerinden alındı…
Aynı Şili’de olduğu gibi !
Grevler yasaklandı, ücretler donduruldu, herşeye zam üstüne zam bindirildi.
Türk hakim sınıfları bu azgın terör rejimiyle siyasi – ekonomik buhranı aşma ve emperyalist efendilerinden yeniden borç dilenebilecek duruma gelmeyi amaçlıyorlardı.
Bu amaçlarına eriştiler, “netekim” !
Türkiye’deki 12 Eylül darbesi, 11 Eylül Şili darbesinde olduğu gibi yerli hakim sınıflar kadar, başta Amerikan emperyalistleri olmak üzere, emperyalist güçlerin çıkarlarını korumak için girişilmiş – bizzat CIA ajanlarının başaktörlük yaptıkları – operasyonlardır.
Boyutları farklı olmasına karşın her iki darbe de Şili ve Türkiye devriminin ağır yenilgi almasıyla sonuçlanmıştır.
Şili ve Türkiye askeri darbelerinin yıldönümünde saptanabilecek bir başka ortaklık, her ülkede de benzer süreçler yaşanarak cuntadan sözümona “demokrasiye”, gerçekte parlamenter maskeli faşizme geçilmiş olmasıdır.
Her iki ülkede de işçi sınıfı ve ezilen halklar, başta ABD olmak üzere emperyalizm destekli bu azgın terör rejiminin yarattığı tahribatın etkisini hala yaşıyor.
Şili’de ve Türkiye’de düşman bir – mücadele bir !
Kahrolsun emperyalizm ve dünya gericiliği !
Okumaya devam edin ’12 eylül Türkiye ile 11 eylül 1973 Şili faşist darbeleri arasında yok aslında bir farkları, ama “biz OSMANLI ‘BOP’larıyız” diye ortaya çıkan “NEOsman”cıklar netiiice itibaaarıylaaaa 12 eylül 1980 darbesinin en kazan(dırıl)anları oldu…)’
Son Yorumlar