Haziran 2008 için arşiv

30
Haz
08

DENGİR MİR MEHMET FIRAT’IN PORTAKAL TIRINDAN EROİN ÇIKTI

“Atatürk devrimleri travma yarattı” diyen AKP’nin iki numaralı ismi Dengir Mir Mehmet Fırat’ın portakal tırından eroin çıktı. Bu hafta bayilerde olan Aydınlık dergisi Dengir Fırat’ın “portakallarının sırrını” yazdı.

Şubat ayı, Kapıkule sınır kapısı. Hollanda’ya narenciye taşıyan bir TIR’da arama yapan Kaçakçılık İstihbarat ve Narkotik ekipleri 89 kg. eroin buldular. Eroin TIR’ın soğutucu fanına saklanmıştı. TIR’ın taşıdığı narenciye Menas adlı şirkete aitti ve Mersin’de yüklenmişti. Olayı “Portakalların sırrı” başlığıyla ekrana taşıyan Star TV’nin haberinden sonra, Menas şirketine “çok tanınmış bir AKP milletvekilinin ortak olduğu” bilgisi konuşulmaya başlandı.

Bu AKP’li milletvekili, aynı zamanda Parti’nin iki numaralı ismi olan Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’tı. “Atatürk travmalı” Dengir Fırat, 10 Mayıs tarihli Vatan gazetesinde bu ilişkiyi inkâr etti ve şöyle dedi: “1999 yılında milletvekili seçildikten sonra Menas A.Ş. ile ilişkimi bitirdim. Hisselerimi ortağıma devrettim”. Olayla ilgili bombayı 18 Mayıs’ta yine Vatan gazetesindeki köşesinde Necati Doğru patlattı, şöyle yazdı: “Kılı kırk yaran muhabir arkadaşlar, milletvekili Dengir Mir Mehmet’i bulup konuştular. ‘Bu şirkete ortaktım. Milletvekili seçildim. Siyasi ahlak gereği olmaz dedim. Ortaklıktan 1999 yılında ayrıldım’ diyordu. “Bana ulaşan bir belgeye (6 Kasım 2002 tarihli, 5671 sayılı Ticaret Sicil Gazetesi) göre ise, Dengir Mir Mehmet Fırat şirket yönetiminden 1999 yılında ayrılmış fakat söylediği gibi Dengir Mir Mehmet Fırat, Münevver Fırat, Neval Fırat adına olan hisselerini diğer ortağına devretmemiş.

Tersine, 6 Kasım 2002 tarihinde şirket, sermaye artırımına gittiğinde ortaklık payını korumuş. “Ortaklık devam etmiş. “Ticaret sicili gazetelerine göre Dengir Mir Mehmet Fırat 2007 yılında ihracatı yapan şirket Menas’la değil, ihraç edilen portakalları yıkayan ve paketleyen Menas’ın yan şirketiyle ortaklığını bitirmiş fakat Menas’taki Fırat ailesinin yüzde 40 hissesi devam etmiş”. Necati Doğru bu bilgileri yazdıktan sonra yazısını şu sözlerle bitiriyor: “Yani sözün özü şu: “Portakalı soyarım dilim dilim… “Şirkete ortaktır… “Milletvekili Mir’im…” Menas şirketinin portakal ticareti, 2008 Şubat’ında eroin işinde yakayı ele veriyor.

Peki bu şirket 2008 Şubat’ı öncesinde hangi işi yapıyordu, portakal mı eroin mi, yoksa ikisi birden mi? Bu soru tam yerinde. Çünkü Dengir Mir Fırat şirketin 1999 yılı sonrası sorumluluğundan kurtulmak için yalana başvuruyor. Hisselerini devretmediği halde “devrettim” diyor. Yöneticiliği bırakmış ama kendisi ve ailesi şirketin sahibi olmaya devam etmiş. Dengir Fırat bu sahipliği niçin gizliyor? Suçtan kaçmak için mi?

30
Haz
08

HÜSEYİN GÜLERCE: GÜLEN UYGUN KONJONKTÜRÜ BEKLEYECEK

Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, Fethullah Gülen’in Amerika’da kalmaya devam edeceğini söyledi. Amerika’nın Fethullah Gülen’i göndermek gibi bir niyetinin bulunmadığını belirten Gülerce, Yargıtay Ceza Genel KUrulu’nun verdiği beraat kararının devlet içinde Fethullah Gülen’e bakış konusunda bir netleşme ortaya çıkardığını savundu.

Fethullah Gülen’in 30 yıllık arkadaşı Hüseyin Gülerce, Milliyet gazetesine verdiği demeçte Fethullah Gülen’in Amerika’da yaşamaya devam edeceğini belirtti. Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce şöyle dedi: “Gülen dokuz senedir Amerika’da nasıl kalıyorsa öyle kalmaya devam eder. ABD’nin direkt meclise bağlı insan hakları komisyonu var. Son iki yıldır o komisyonun hazırladığı raporlarda Gülen’in adı Türkiye’de mağdur olmuş bir insan olarak geçiyor.”

Amerika’nın Fethullah Gülen’i Türkiye’ye dönmek zorunda bırakmayacağını belirten Gülerce, Gülen’in kendisi açısından uygun konjonktürde Türkiye’ye geleceğini kaydetti. Gülerce’nin anlattığı uygun konjonktür ise şimdi değilmiş. Türkiye’de Fethullah Gülen’in yapmaya çalıştıkları açısından şimdi gelmesini uygun görmüyormuş. Fethullah tarikatındaki en önemli kişilerden Hüseyin Gülerce, Fethullah Gülen’e referansv eren CIA’cıları ise izah edemedi.

Taraf gazetesinin sızdırma haberlerini savunan Gülerce, Emniyet’te kadrolaşma konusunda belge bulunmadığını iddia etti. Gülerce, Tayyip Erdoğan’ın 22 Temmuz seçiminin akşamında yaptığı konuşmada söylediklerini yerine getiremediğini, türban değişikilğini aceleye getirdiğini ve İspanya’daki türban konuşmasının yanlış olduğunu savunması dikkat çekti.

30
Haz
08

ADD MYK’SI BELLİ OLDU

Atatürkçü Düşünce Derneği Merkez Yürütme Kurulu belirlendi. Dernek’in Genel Sekreterliği’ne TÜMÖD Genel Sekreteri Suay Karaman getirilirken Prof. Dr. Sina Akşin de Genel Başkan Yardımcısı oldu.

21-22 Haziran’da 10’uncu Genel Kurulu’nu yapan Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Merkez Yürütme Kurulu yenilendi. Yeni Merkez Yürütme Kurulu’nda Suay Karaman Genel Sekreter oldu. Prof. Dr. Sina Akşin de Genel Başkan Yardımcılığı’na getirildi. Şener Eruygur’un genel başkanlığındaki Merkez Yürütme Kurulu, Prof. Dr. Sina Akşin ve Suay Karam’ın yanısıra Celal Akpınarlı, Elif Çuhadar, Kazım Arslan, Abdurrahman Kurtaslan ve Turgut Ünlü’den oluştu.

25 kişilik ADD Genel Yönetim Kurulu’nda ise Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, Prof. Dr. Şahin Filiz, Prof. Dr. Alpaslan Işıklı ve yazar Turgut Özakman gibi kamuoyunun yakından tanıdığı aydınlar bulunuyor.

 

30
Haz
08

DEVİR-TESLİM POLİSE DEVREDİLİYOR 10 BİN NOTER ÇALIŞANI İŞSİZ KALACAK

Araç devir ve tescil işlemleri noterlerden alınıyor, polise devrediliyor. Noterlerin hizmet gelirinin yüzde 30’unu oluşturan trafik tescil işlemlerinin polise devri, en çok noter çalışanlarını vuracak. Düzenleme yürürlüğe girdiğinde 10 bine yakın noter çalışanı işsiz kalacak.

Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun tasarısına son anda eklenen bir maddeyle, araç devir tesliminde noterler devre dışı bırakıldı. 1 Ağustos 2008’de yürürlüğe girmesi öngörülen düzenlemeyle nakil ve devir işlemlerini Emniyetin Trafik Tescil Bürolarında yaptıracak.

Emniyet yetkilileri, kuruma büyük mali kaynak yaratacak bu düzenlemenin hayata geçirilmesini dört gözle bekliyor. Ancak, polisin iş yükünü ikiye katlayacağından, bu düzenlemenin olumsuz sonuçlar doğuracağını düşünenler de var. Ancak, en büyük sorunu noter çalışanları yaşayacak. Noterlerin toplam iş yükünün yüzde 30’unu oluşturan “araç satışları”nın noterden alınması halinde, 10 bine yakın kişi işsiz kalacak.

PARA ZATEN DEVLETİN KASASINA GİRİYORDU

Noterler, yaptıkları devri teslim işlemlerinde tahsil edilen paranın büyük kısmını zaten Hazine’ye aktarıyordu. Devir işleminde tahsil edilen noter harcı, damga vergisi, kıymetli kağıt bedeli ve KDV bedeli Hazine adına alınıyordu. Bu paradan noterlere sadece, yazı ücreti ve noter ücreti bırakılıyordu. Noterler devlet adına geçen yıl; 220 milyon YTL tutarında devri işlemi gerçekleştirdi ve bu parayı hazineye aktardı.

30
Haz
08

Tayyip Erdoğan, Ordu’ya karşı yıkıcı propagandaya malzeme sağlıyor

Başbakanlık koltuğunu işgal eden Tayyip Erdoğan ile Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ arasında, 24 Haziran 2008 akşamı yapılan görüşmeden sonra, Başbakanlık’tan yapılan açıklama, Türk Devleti’nin ve Türk Ordusu’nun anayasal kurumlaşmasına ve geleneklerine karşı yürütülen yıkıcı faaliyetin boyutlarını sergilemiştir. 
GENELKURMAY BAŞKANI VARKEN
Başbakan, “Teröre karşı mücadeleyi ve son günlerde gündeme gelen olayları” Genelkurmay Başkanı varken, Kara Kuvvetleri Komutanı ile görüşmez.
Böyle bir görüşmeye ihtiyaç varsa, diğer komutanlar da çağırılabilir; ancak muhatap Türk Ordusu’nun en yüksek komutanıdır.
HESAPLI VE SİNSİCE OYUNLAR
Genelkurmay Başkanı’nın atlanarak, bu konuların başka bir komutan ile görüşüldüğü yolundaki açıklama, Türk Ordusu’na karşı psikolojik savaşın ne kadar hesaplı ve sinsice yürütüldüğünü göstermektedir.
Tayyip Erdoğan, Ordu’nun hiyerarşisini kamuoyu önünde maksatlı olarak çiğnemiştir.
İsterse Genelkurmay Başkanı’nın bilgisi dahilinde olsun, bu görüşmenin Genelkurmay Başkanı’nın yokluğunda yapılmasıyla, Tayyip Erdoğan’ın yıkılıp giderken yeni oyunlar tertiplemesine olanak verilmiştir.
NEOLİBERAL – FETHULLAHÇI MEDYAYA MALZEME
Daha şimdiden “başbaşa” ve “ikili” görüşme gibi başlıklarla yansıtılan bu özel görüşme, Neoliberal – Fethullahçı yayın organlarının Ordu’ya karşı yürüttüğü psikolojik savaştan daha derin yaralar açar.
Böyle hiyerarşi dışı, yasadışı özellikte görüşmeler, kamuoyuna “pazarlık” ve “şantaj” gibi kavramlarla yansıtılmakta, fitne ve fesat kampanyalarına malzeme sağlamaktadır. Kaldı ki, Fethullah sicilli istihbarat merkezlerinin Türk Ordusu’nu dinlediği ve izlediği, çeşitli örneklerle kamuoyuna ifşa edilmiştir.
HELE 30 AĞUSTOS ÖNCESİ
Hele bu görüşmenin 30 Ağustos terfilerinden önce yapılması, iktidar sahiplerinin bozguncu dedikoduları için elverişli bir zemin oluşturuyor. Zaten Tayyip Erdoğan’ların amaçladığı da budur.
GENELKURMAY MİLLETİ AYDINLATMALI
Şemdinli tertibinden sonra o zaman Kara Kuvvetleri Komutanı olan Org. Yaşar Büyükanıt’la yapılan görüşme ve 2007 yılı baharında gerçekleşen “Dolmabahçe Buluşması”ndan beri, Türk Devlet ve Ordu geleneğinde eşine pek rastlanmayan yanlış uygulamalar görülüyor.
Bu yanlışlardan bir ders çıkarılmamış olması, ayrıca kaygı vericidir.
Genelkurmay Başkanlığı, son hiyerarşi dışı görüşme konusunda Türk milletini aydınlatan bir açıklama yapmalıdır.

Doğu Perinçek-Aydınlık Dergisi

30
Haz
08

Tuncay Özkan Kanaltürk’ü Neden Sattı?

Kanaltürk satılmak zorunda mıydı?
Tuncay Özkan kanalla birlikte “Biz kaç kişiyiz “hareketini de sattı…
Biz kaç lirayız, hatta biz kaç dolarız…
Kanaltürk’ü satan Tuncay Özkan vatanı da satar…
Tuncay Özkan kendisini de mi sattı?
Tuncay Özkan gizli Fetullahçı mı?
Tuncay Özkan Amerikan ajanıymış…
Tuncay Özkan Fetullahçılardan aldığı parayla bölünmeye yol açacak parti kuracak…
Tuncay Özkan bölücüdür…
Aslında Tuncay Özkan ….?

Gözlerim fal taşı gibi açılıyor duyduklarım karşısında… Bir mücadeleye adanmış kocaman bir hayat. Kimilerine kocaman gelmeyebilir. Kimilerine süresi, kimilerine içeriği dar gelebilir. Ama bana kocaman geliyor. Hele son 6 yılı… Hele bir de daha yapacaklarımı bilseler…

Kanaltürk’ü kurmak için çıktığımız yolculukta 2003, bizi nelerin beklediğini biliyorduk. Kanal bizim için bir araçtı. Amacımız Türkiye’nin nefesini kesen faşizme karşı durmak emperyalizmin Türkiye’yi bölüp parçalamasına engel olmaktı. Çok çalıştık. Kazandığımız ne varsa ve dahi canımızı ortaya koyarak. Hiç kimseden bir kuruş hibe ve yardım almadan, tamamen kendi paralarımızla, çıktık yola ve çok çalıştık …

Türkiye’de çoğulcu sistemin devamı, parlamentoda tek sesliliğin engellenmesi ve özellikle CHP ile MHP’ nin parlamentoda yer alabilmesi için çok çabaladık.
Peki bunları neden yaptık?

Türkiye’de zaman ve hafıza arasında inanılmaz bir sorun var. AKP iktidara gelmiş. Faşizm kol geziyor. Tuncay Özkan yani ben, Tayyip Erdoğan’ın Çankırı meydan konuşmasında dediği gibi rejimin cazgırı gazeteci olarak, kendisi yani AKP Genel Başkanı ve Başbakan olarak bastırınca, görevimden yuvarlanmışım. Çünkü Irak savaşına karşı çıkmışım. Wolfowitz ile Pearle Amerika’nın iki savaş bakan yardımcısı başında bulunduğum görevden ayrılmam için baskı yapıyor. Recep Tayyip Erdoğan bastırıyor. Tuncay görevinden yuvarlanıyor. Türkiye’de kimsenin gıkı çıkmıyor. Herkes sus pus… Hatta mutlular. Hele beni Amerikalılara gammazlayan gazeteci müsvetteleri çok mutlular..

Biz bir karar alıyoruz, dostlarımız, birlikte yolculuk yapa geldiklerimiz, geleceğe de birlikte yürüyecek olanlar: Televizyon kuracağız. Para kendi paramız. Kuruyoruz. Herkes kurma diyor. Kur diyene rastlamadım. Yayına geçerken faşistlerin yaptıklarını anlatamam. Hele bir tanesi yaptıklarını çok sonra “İdarenin takdiri kim karışır” diye açıkladı.

Sonra yol arkadaşlarımız çıkıyor ortaya. Örneğin CHP… Gidip reklam istiyoruz. Veriyor. Gerekli garantilerini alarak ama. Alacak. Her şey yasal… Her şey ortada. Her yıl CHP den aynı anlaşmalarla para alanlar sonra aslan kesilip vuruyorlar bize. Vursunlar :

“Örsle çekiç arasında ne kadar iyi ve çok dövülürsek o kadar çelik olacağız ya…”

Kanaltürk’de yayınlar yayınlar… Yetmiyor, 2003 yılının Mart ayında başlıyorum koşmaya. Türkiye’yi dolaşmaya karar verdim. Çıktım yola. İlk toplantı için bin kişilik salon istedim kırk kişi geldi.:

“Yürü git işine, AKP daha 20 yıl iktidarda gitmez” dediler. İkinci toplantı, salonda Fetullahçılar pusu kurmuş. 50 kişi aynı sorularla bastırıyorlar. Birine yanıt veriyorum diğeri…

Sonra Ankara Tandoğan’da 50 bin kişinin katıldığı ilk meydan mitingi.
Kanaltürk yayınlıyor hepsini. Sayılar artıyor durmadan. Fetullahçılar her yerde bastırıyorlar. Kanal ilk yıl 17 milyon dolar reklam geliri elde etti. Sonra AKP işadamlarını tehdit etti. Sonra kanal için ekonomik kriz başladı.
22 Temmuz öncesinde almak isteyenlerin ardı arkası kesilmiyor. Ben il il geziyorum, ilçe ilçe bastırıyorum: Türkiye’nin kurtuluşu için oyunuzu AKP ye vermeyin. Sağcıysanız CHP ye oy vermem diyorsanız MHP ye, solcuysanız CHP ye diyorum. Dile kolay 22 temmuz öncesi tam 468 konferans vermişim. Mitinglerin sayısı 22 olmuş. En büyüğü Çağlayan 4 milyon insan, en küçüğü Isparta bin 500 kişi. Ama ille de Antalya… Gökten yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyor, bir tarlayı vermişler meydan diye, yerden de çamur akıyor, bileklere kadar gömülüyüz toprağa. İnaçla imanla bastırıyor Antalya, “Konuş durma konuşsana…”
Konuştum göz yaşlarımı sile sile…

Dile kolay tam dört yıl hiç susmadan Kanaltürk’de, sokaklarda meydanlarda toplantı salonlarında, mahkeme salonlarında, savcı karşısında hep konuştum.
Sus dediler. Bak susmazsan kanal gider dediler. Sat kurtul dediler.. Satmazsan…. dediler.

Adam geldi 22 temmuz öncesi al sana 125 milyon dolar, sat dedi. Ama şartım 6 ay miting yapma ve televizyona çıkma… Git dedik. Satmayız çünkü seçim öncesi bunu yapamayız. Ama çalışanların büyük kısmı maaş alamamaktan dertli. Reklam gelirleri düşüşte artık para gelmiyor.

Sokaklarda herkes önceleri korkarak sonraları sırtımızı sıvazlayarak mücadelemizi destekliyor. AKP canımıza okuyor. Baskı bitmiyor. Reklamlar tükendi. Çalışanların bir kısmı 22 Temmuz öncesi istifa etti.
22 Temmuz gecesi yayında, köşelerinde de yazdılar kavruldum sonuçlar açıklandıkça, yandım Türkiye’m için. Ertesi gün sokakta insanlar acıyan gözlerle baktılar gene bana.

Bir kısmı açıkça bitti işin artık canını kurtar dediler.
RTÜK birbiri ardına cezalar yağdırmaya başladı. 9+9+9+6+yayın durdurma karı. 3 gün de reklam yayınlamama yasağı. Gerekçe yanlı yayın. CHP lehine yayın yapmak.

Reklam geliri bitti.
Çalışanlar için artık namus ve onur işiydi Kanaltürk’ü yayında tutmak.
Direniş başladı.

Ben de kapı kapı gezip yardım istedim. Bütün kapılar kapalı idi. Herkes korkuyordu ve korkunun kralı Kanaltürk’e yardım edenleri affetmiyordu.
Mali incelemeler öyle bir hale geldi ki, şirketin bütün bilgilerini iktidar gazetelerinde yayınlamaya ve açıkça saldırmaya başladılar. Bir gün tam 38 müfettiş binada incelemeye geldi. Cezalar kestiler. Polisler güvenlik kameralarının açıları bozuk diye, itfaiyeciler baca temizliği yetersiz diye…
Düşündüm kendimce, bu faşistler karşısında ne yapmalı?
Tuncay Özkan ne yapmalı?

Borç gırtlakta. Kapılar kapalı… Çalışanlar huzursuz… Ama karar verdim, teslim olmak yok bu karanlığa. Partiler olsa da biz olmalıyız. Ordular yenilebilir ama millet yenilmezdi asla…

12 Eylül 2007 de Tuncay Özkan çok önemli açıklamalar yapacak ana haber bültenin de, diye alt yazı döndü Kanaltürk.

12 Eylül günü karar verdi RTÜK: Kanaltürk ün ana haber bülteni kapatılacak.
13 Eylül günü çıktım ve açıkladım ekranda. Herkesi çağırıyorum dedim, meydan meydan dolananları, Türkiye sevdalılarını, gelincikleri çağırıyorum. Gelin Türkiye’ye sahip çıkmalıyız. Biz Kaç Kişiyiz hareketini başlatıyorum.
Stüdyoda konuştum, yukarıya çıktım bende varım diye yazacağım internete, bir baktım ki üye numaram 30 binlerde.

Sonra Kanaltürk de her gece anlattım niye faşizme teslim olmayacağımızı.
1 milyon yürekli vatansever istedim, 1 milyon 300 bin kişi geldi.
Bende onlarla yeni bir kavga başlattım. Bugün geldiğimiz yerde onların Türkiye sevdası var. Onlar olmasaydı Türkiye faşizme teslim olurdu.
Vay sen misin bunu yapan. Artık maliyenin eli gırtlağımızda. Herkes peşimizde. Ergenekon nidalarıyla, Tuncay’ı tutuklayın naralarıyla dolaşıyorlar. Tam 6 aydır çalışanlar maaş alamıyor. İçerde isyan çıkıyor. Konuşuyorum anlatıyorum, ikna oluyor işe dönüyorlar. Çalışanlar ya sat ya sat diye baskı yapıyorlar. Konuşunca rahatlıyor, işe dönüşüyorlar. Ama artık zor çalışıyorlar.
Alın diye yalvarıyorum, kimse almıyor. Almak isteyenlere de “Ankara izin vermiyor”.

Belli ki artık binayı üstümüze yıktırmaya çalışıyorlar. Bina kiralık. Dört aydır ödenmemiş para… Avukatlar bastırıyorlar. Haklılar…
Çalışanlar bastırıyorlar , haklılar…
Vergi dairesi hacze geliyor, haklılar…
Kimse dönüp bakmıyor, haklılar…

Maliyeciler çay ve şeker satan dükkanın defterlerini incelemeye almışlar, dükkan sahibi çay ve şeker satmak istemiyor bize, haklı ve haklılar…
Film satan şirketleri arıyor maliyeciler inceleme yapacağız diye bastırıyorlar, haklılar…

Reklam verenlerin defterleri incelemeye alınıyor, haklılar…
Bedava film veren bir dost, arıyor maliyeciler, film verme diye, azarlıyor onları, maliyeciler haklılar…

Bütün kredi kartlarımız iptal edildi, eden bankalar haklılar…
Programlar için kanalda çekim yapacak kameraman kalmadı, dekorcu arkadaşları kameraman yaptık, çekimler kötü ama onlar haklılar…
Gidip konuşuyorum ama nafile kimse de para yok, haklılar…
Çekimlere çalışanlar gelemiyor artık, haklılar…
Biz kaç kişiyiz de para toplamak istiyorlar onlar haklılar ama ben karşı çıkıyorum bu yönteme, çünkü onların yöntemi bu Fetullahçıların ve diğer yobazların, ben haksızım, onlar haklılar…
İnternet sitesinin giderleri için yapın dedim reklam topladılar, 3 aylık para 150 milyar, haklılar…

Kavga devam ediyor bu sırada, ergenekon diye İlhan ağabeyi almışlar ,geldim, bir araya geldik Cumhuriyet demokrasi mabedi dedim, dedik , seni de alacaklar almalılar diye bağırıyor karşı koro ,haklılar…

Kanalın borçları vergi ve SSK çıkmış 12 milyon dolara, icra başladı, haklılar…
Programlarda başımıza geleni anlatıyoruz, anlamamışlar haklılar…
Türkiye’de demokrasi ve özgürlüğü savunan bir kanalı, zorla kapatıyor iktidar, sus pus olmuş ülke haklılar…

Danıştay’a başvurmuş RTÜK, 13. Daire Kanaltürk’ün yayınlarının durdurulmasına karar vermiş, savunmamız alınmadan, haklılar…
Maliye iki gün sonra yerinde satışla makine ekipmanı başkalarına devredecek, haklılar…

RÜTÜK yazmış fermanı, kapat vericilerin anahtarını diye, haklılar…
Maliye satışa geliyor, haklılar…
Çalışanlar para olmazsa artık bittik diyor, haklılar…
Can yoldaşlarımda artık ne diş kaldı, ne de tırnak, dayanamıyorlar haklılar…
Satın almak istiyorlar kanalı, ama alıcılar Fetullahçı, ne yapmalı?
Başka kimse almıyor, yalvarıyorum, rica ediyorum, alın diyorum bizden kimse almıyor…
Haklılar…
Bir Tuncay Özkan haksız…
Tuncay Özkan ne yapmalı?
Yanıt veriyor : “Ölmeliydi… Kanal onun başına yıkılmalıydı… Hapse girmeliydi…”
Kanal zaten başıma yıkılmıştı. Ölmek? Borçtan intihar yoluyla ölmem mi gerekiyordu? Ben genç ve yakışıklı olsa dahi hiç bir ölüyle yolculuk yapana rastlamadım. Oysa daha yapacaklarım ve karanlığa karşı söyleyeceklerim var. Faşistlerle bunu yapanlarla Türkiye’yi parçalamak isteyenlerle görülecek hesabım var. Ölmeyeceğim. İnadına yaşayıp inadına karşılarına çıkıp, savaşacağım. Ne dirim ne de ölüm bırakmayacak onların yakasını. Atatürk’ün sancağını onlara teslim etmeyeceğim. Yeni bir kanal kuracağım. Yeni bir çağın hesabını onlardan soracağım. Yeni bir siyaset, yeni bir Türkiye. Her şeye yeniden başlamayacağım. Yeniden. Ölmeyeceğim. Mali suçtan ben değil beş çalışan, yönetim kurulu üyesi arkadaşım girecekti hapse. Onlar girince para ödenmiş sayılmıyor ki. Borçlularla ne yapacaktık? İlla hapis diyorsanız, sevinebilirsiniz, bir kez daha mahkum olursam Tayyip Erdoğan’ın açtığı 500 davanın herhangi birinden, gireceğim hapse sevinebilirsiniz o zaman.

Kanaltürk satılmak zorunda mıydı?
-Zorundaydı. Ne yazık ki. Ama yenisi onları daha da sıkıntıya sokacak. Şöyle düşünün Kurtuluş Savaşında ateşler içindeki çocuğunun üzerinden örtüsünü alıp top mermisi ıslanmasın diye mermiye saran anne bu hareketi yaparken hangi duygular içinde olabilir. Bundan sonrası için yapacaklarımız ancak kanaltürk satılarak yapılabilirdi. tıpkı o anne gibi davrandık vatan sağolsun dedik.

Tuncay Özkan kanalla birlikte “Biz kaç kişiyiz “hareketini de sattı…
-Zırva tevil götürmez. Kanal ayrı, Biz Kaç Kişiyiz ayrı. Kanal Biz, Biz Kaç Kişiyiz in yeni kanalı olacak. Hem de ne kanal. Görenler parmak ısıracak.

Biz kaç lirayız, hatta biz kaç dolarız…
-Bunu diyen erdemsizlerin amacı kendi siyasal yolculuklarına adam toplamak. Tuncay Özkan ile Biz Kaç Kişiyiz arasına girmek ve adam çalmak. Onlar hakkında en ağır hakaretleri ediyorum. Ama onlar alınmaz. Onlar Kanaltürk’e de, Tuncay Özkan’a da Biz Kaç Kişiyiz’e de karşı çıktılar, çıkacaklar, yarın başka şeyler yapacaklar. Onlar mı verdi Kanaltürk’ün parasını, onlar mı kurdu Biz Kaç Kişiyiz’i? Onlar kim oluyor ki? Hala faşizme yağ yakanlar onlar değil mi?
Biz Kaç Kişiyiz karşısında yenilecekler. Bunu göreceğiz.

Kanaltürk’ü satan Tuncay Özkan vatanı da satar…
-Bunu söyleyen dostlar, evet asıl o dostlar sattılar bizi. Arkamızdan vurdular. Bizim “Vatan, Namus , Ahde Vefa” kavgamız büyüdükçe onlar da kendilerine gelecekler…

Tuncay Özkan kendisini de mi sattı?
-Tuncay Özkan‘ın ölüsü bırakırsa Mustafa Kemal’in sancağını, gelip tükürün mezarıma. Kanaltürk araçtı, amaç Türkiye’nin kurtuluşu. Bizi yolumuzdan kimse ve hiç bir oyun döndüremez. Ölmek var yılmak dönmek yok. Özgür ve tam bağımsız Türkiye için varız varolacağız.

Tuncay Özkan gizli Fetullahçı mı?
-Bu numara da bazı korkak solcu siyasetçilerle Fetullahçıların oyunu. Bunu söylüyorlar. Ama onlarla hesaplaştığımda, görecekler. Gizli , açık onlara gerçekleri göstereceğim… Gün gelecek…

Tuncay Özkan Amerikan ajanıymış…
-Bunu söyleyenler daha 22 temmuz öncesinde beni kahraman ilan ediyorlardı, kendileri için oy isterken. Utansınlar, aynaya nasıl bakacaklar.

Tuncay Özkan Fetullahçılardan aldığı parayla bölünmeye yol açacak parti kuracak…
-Bunlar öylesine bir kitle ki tam 26 yıldır aynı şeyi söyleyip bölünmeden aynı şeyi yapmaya devam ediyorlar. Onlara başarılar diliyorum. Çünkü ben artık iktidar istiyorum.

Tuncay Özkan bölücüdür…
-Hadi oradan diyorum…
Aslında Tuncay Özkan ….?
Bir halk çocuğu, devrimci, milliyetçi, devletçi, cumhuriyetçi, laik,halkçı ve anti emperyalist olarak ,bugün hüküm süren katiller demokrasisi, hırsızlar düzeninin bitmesini istiyor. Bunun için haksızdır. Evet Tuncay Özkan bunun için haksızdır.

Tuncay Özkan’ın halkla buluşmasına engel olunması zorunluluktur. Çünkü halkla buluşur iktidara gelirse…
Bunun için Tuncay Özkan’ a ve Biz Kaç Kişiyiz hareketine vurulmalıdır. Acımasızca vurulmalıdır. Yağmalanmak istenmelidir.
Umutlar dağıtılmalıdır.
Doğan güneş karartılmalıdır.
Vatan…
Namus…
Ahde vefa…
Ayaklar altına alınmalıdır…
Buradan söylüyorum, kavga bu düzenin hırsız ve katilleriyle, Atatürk aydınlığını hakım kılmak isteyenler arasındadır.
Bu kavgada bizim kaybetmemiz söz konusu dahi olamaz.
Biz bu kavgayı kazanacağız.
Mustafa Kemal, Sakarya’nın doğusuna çekildi diye savaş mı kaybetti?
Biz onun neferleri, yurttaşları savaş kaybetmeyiz.
Bu ilim, irfan ve vatan davasını da kaybetmeyeceğiz.
Bir süre sonra Tuncay Özkan’ın yaptığının nasıl bir stratejik anlamı olduğunu herkes görecektir.

Türkiye’nin, yeni çağının; bu en başlangıcında, yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır.Kimsenin kuşkusu olmasın.Türkiye ve Dünya, Türkiye’nin kurtuluşunun tanıklığını ederken, yeni başlangıcın gücünü de göreceklerdir.Korkunun krallığı yıkılacak ve korkak krallar devri bitecektir.Bu katiller demokrasisi hırsızlar düzeni mutlaka sona erecektir.
Yaşasın özgür ve bağımsız Türkiye…

Tuncay ÖZKAN

30
Haz
08

Korkun Bizden

Biz bu vatana milyonlarını vermiş
Toprağa düşen milyonlarından
Güneşiyle,suyuyla,sevgisiyle ve damla damla kanıyla
Milyonları yaratmış olan
Mustafa Kemal’in çifçileriyiz.
Boşuna dememiş
Mavi gözlü sarı saçlı dev adam
–KÖYLÜ YURDUN EFENDİSİDİR– diye
Çünkü üreten biziz,
Yönetende biz olacağız diye.
Çünkü biz ekmeğini taştan çıkaranlarız
Çünkü biz taşın üzerine buğday ekenleriz

Bizleri yok etmeye çalışan
Tüm düşmanlarımıza inat
Bu vatanın onuru olan çifçilerimizin
Toprağın altındaki buğday tanelerini
Milyonlarca kan damlasıyla yeşerttikleri
Mustafa Kemal’in Cumhuriyet askerleriyiz

Sizlerrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr
Zannetmeyinki bugün susuyoruz
Zannetmeyinki bugün konuşmuyoruz
Zannetmeyinki bugün korkuyoruz
Zannetmeyinki bugün yokuz

Mustafa Kemal herşeyin zamanında yapılmasını öğretti bize
Bunun için bizden korkun……..

Siz belki bilmezsiniz ama
durun biz size kim olduğumuzu söyleyelim…

BİZ KİMİZ BİLİYORMUSUNUZ?
Bizler..!
Mustafa Kemal’in analarıyız
Bizler..!
Mustafa Kemal’in babalarıyız
Bizler..!
Mustafa Kemal’in onurlu ana ve babalarından doğan bebekleriyiz.
Bizler..!
Mustafa Kemal’in,
Çocuklarıyız
Öğrencileriyiz
İşçileriyiz
Çifçileriyiz
Köylüleriyiz
Tezgahtarlarıyız
Satıcılarıyız
Patronlarıyız
Sanatçılarıyız
Emeklileriyiz

Bizler kimiz biliyormusunuz?
Bizler..!
Mustafa Kemal’in
Onurlu yolunda bize emanet ettiği
çocuklarını eğiten ÖĞRETMENLERİYİZ…
Bizler kimiz biliyormusunuz?
Bizler..!
Bu ülkenin
Onuruyuz
Namusuyuz
Şerefiyiz
Bizler..!
Mustafa Kemal’in askerleriyiz.
Bizler bu vatanın bekçileriyiz
Bizler MEMLEKET SEVDALILARIYIZ…

Hani sizler utanmadan soruyorsunuz ya
Bunlar kaç kişi diye…
Sizler yormayın kendinizi
Çünkü bizler sizlerin kaç kişi olduğunu biliyoruz
ama siz bizim kaç kişi olduğumuzu tahmin edemezsiniz
Kurtuluş Savaşında bütün dünya Emperyalistleri birlik oldu
Mustafa Kemal’in,
Askerlerini saymak için
Ama sayana kadar savaşı kaybettiler
Çünkü bizler..!
Şehit olan yiğitlerinin kanından
milyonlarca asker yaratan
Mustafa Kemal’in çifçileriyiz
Bizler..!
MEMLEKET SEVDALILARIYIZ…..

30
Haz
08

Kapatma AB üyeliğini etkiler mi?

Sözlü savunmaların hemen öncesi İngiliz gazeteleri, kapatma davasına ilişkin kaygılarını dile getirdi.

The Times gazetesi, AKP’yi kapatma kararının Türkiye’nin AB üyeliğini durdurabileceğini öne sürerken Financial Times, “Dava AB’yi kaygılandırıyor” diye yazdı.

The Times gazetesi “Türkiye’de iktidardaki parti hakkındaki mahkeme kararı, AB üyeliğini durdurabilir” başlıklı haberinde, AKP üyelerinin mahkeme kararı konusunda “karamsar” olduğunu ve “en kötüsü” için hazırladıklarını söylediğini yazdı. Gazete, “Duruşma, Türkiye’nin kendi kendini laiklik koruyucusu ilan edenler ile dindar Erdoğan ve birçok eski siyasi İslamcının yer aldığı Avrupa ve iş dünyası yanlısı AK Parti arasındaki kavganın son turu” yorumunu yaptı.

AB’nin de, AKP’nin kapatılması olasılığından duyduğu tepkilerini dile getirdiğini kaydeden gazete, ilk başta pek kimsenin iddianamenin hükümete yönelik bir uyarının ötesine gideceğine inanmadığını, ancak artık parti üyelerinin “beklenen yasağın ardından ayakta kalabilme yollarını aradıklarını” yazdı.

FİNANCİAL TİMES: AB KAYGILI

Aynı konuyu da değerlendiren Financial Times de, “Türkiye’deki dava AB’yi kaygılandırıyor” başlığını taşıyan haberinde, “partinin kapatılmasının AB hedefi üzerindeki etkisi konusundaki kaygıların arttığı”nı belirtti.
İngiliz gazetesi, kapatma davasının laik kurumlar ile hükümetin “sosyal olarak muhafazakar” taraftarları arasındaki acı bölünmeleri yeniden açtığını belirtirken de şu görüşlerini de dile getirdi:

“AKP’nin yasaklanması ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasetinden uzaklaştırılması tehditleri finansal piyasalara zarar verdi. Türkiye’nin kredi değeri ve giderek büyüyen cari açığını finanse etme kabiliyetine ilişkin kaygıları yarattı.”
Kapatma davasının şimdi de AB süreci üzerinde de ağırlık oluşturmaya başladığını kaydeden gazete, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nin geçen hafta davaya ilişkin eleştirisel kararına dikkat çekti.

İNGİLİZ MİLLETVEKİLERİNDEN AB’YE ÇAĞRISI

Buna karşı Financial Times, bir grup İngiliz milletvekilinin kapatma halinde aşırı bir tepki gösterilmemesi konusunda AB’yi uyarmaya hazırlandığını bildirdi. Gazeteye göre, Avam Kamarası’nın İş ve Şirketler Komitesi’nin raporunda “Katılım müzakerelerinin askıya alınması veya engellenmesi, ılımlı, demokratik ve laik bir devletin hiçbir zaman Avrupa’nın bir parçası olamayacağı sinyali verir” dediğine de dikkat çekti.

30
Haz
08

İşte AKP’nin 6 yıllık faturası!

Borç yükü 3.4 milyar YTL’den 110 milyar YTL’ye çıktı

Ekonomideki kriz, pembe tablolar çizen Başbakan Tayyip Erdoğan’ı birkez daha yalanladı.

İktidara geldiği günden bu yana uyguladığı politikalar ile Türkiye ekonomisini duvara toslatan AKP hükümeti, hane halkı borç yükünün, tam 33 kat arttırmasına neden oldu. Merkez Bankası’nın verilerine göre, yurttaşların bankalar, katılım bankaları ve finansman şirketlerinden aldıkları konut, taşıt ve diğer tüketici kredileri ile bireysel kredi kartı borçlarının toplam hacmi, 2002 yılında 3.4 milyar YTL iken şuan ise bu rakam 110.8 milyar YTL’ye ulaştı.

Hane halkı borcunun en ağırlıklı bölümünü oluşturan mevduat bankalarından kullanılmış konut kredilerinin bakiyesi yılbaşından bu yana 4 milyar 908 milyon YTL daha büyüyerek 35 milyar 812 milyon YTL’ye ulaştı. Aynı dönemde ihtiyaç kredileri ise, 5 milyar 322 milyon ytl artarak 34 milyar 445 milyon YTL’ye yükseldi. Bütün bu olumsuz kriz tablosu karşısında, maskeleyici ana unsurun ise yüksek faiz politikası olduğu ifade edildi.

Yetkililer, yüksek faiz sayesinde, büyümenin ana rüzgarı olan dış kaynak girişinin sağlanmaya ya da çıkışın azaltılmaya çalışıldığını bildirdi.

30
Haz
08

PKK’yı MİT kurdu

PKK’yı MİT kurdu!

Uğur Mumcu, kitabı tamamlayamadı. Ağabeyi Ceyhan Mumcu, Uğur Mumcu’nun PKK’nın ilişkilerini ve para kaynaklarını saptadığını, bu yüzden öldürüldüğünü anlattı… Gazeteci Avni Özgürel de, Abdullah Öcalan’la ilgili sırrı, 35 yıl sonra açıkladı… Apo’nun MİT’le bağlantısını ilk ortaya koyan ise, Aydınlık gazetesi. 27 Haziran 1979 tarihli sayısında “Apocular”ı gündeme getirdi. MİT bağlantısı ortaya çıkınca, Apo, eski karısını suçladı.
Aydınlık’a ulaşan çok önemli bir bilgi, PKK’nın kuruluşuyla ilgili soruyu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yanıtlıyor. Söz konusu bilgi, 3 Haziran 2000 tarihinden hemen önce yapılan bir görüşmenin bant çözümü.
Görüşme Abdullah Öcalan’ın avukatlarından D. E. ile Genelkurmay’a bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevli bir üsteğmen arasında geçiyor. Üsteğmen görüşmenin bir yerinde Avukat D. E.’ye MİT’le PKK arasındaki bazı ilişkilerden söz ediyor ve şu çarpıcı sözleri söylüyor: “Başından beri girdiği ilişkileri biliyoruz. Örgütü kursun diye Öcalan’a 10 milyon lira verildi”!

UĞUR MUMCU ANLATIYOR

“Yıl 1972. Günlerden 31 Mart Cuma. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yapılan boykotta gözaltına alınanlar arasında Urfalı bir öğrenci vardı. Adı Abdullah, soyadı Öcalan’dı. Türkiye İhtilalci Komünist Partisi’nin “Şafak Bildirisi”ni SBF’de dağıtmak suçuyla 7 Nisan günü gözaltına alınmış ve 27 Nisan günü tutuklanmıştı.
“Askeri Savcı, 22 öğrenci hakkında dava açtı. En ağır ceza, Abdullah Öcalan ve Metin N.Yalçın’a istenmişti.
“Öcalan poliste ve savcılıkta olaylara karışmadığını söylemişti. Ancak görgü tanıkları Öcalan’ı suçlamışlardı. İddianamede Öcalan’a Şafak Bildirisi’ni dağıtmak suçundan Ceza Yasası’nın 142, 153, 159, 311 ve 312. maddelerinin uygulanmasını isteyen Askeri Savcı Baki Tuğ, duruşma sırasında görüş değiştirdi. Savcı Tuğ, Öcalan’ın “Şafak bildirisi dağıtmak suçundan aklanmasını, boykota katılmak suçundan cezalandırılmasını” istedi… Abdullah Öcalan sadece boykota katılma suçundan üç ay hapis cezası aldı.”
AÇIKLAYACAKTI, SUSTURULDU!

Yukarıdaki satırlar, Uğur Mumcu’nun, “Kürt Dosyası” başlıklı kitabının ilk bölümünden bir özet. Uğur Mumcu, kitabı tamamlayamadı. Ağabeyi Ceyhan Mumcu, Uğur Mumcu’nun PKK’nın ilişkilerini ve para kaynaklarını saptadığını, bu yüzden öldürüldüğünü anlattı.

Kitap da, ölümünden sonra, ailesinin bulabildiği notlar biçiminde yayımlandı. Ceyhan Mumcu, bu kitabın yarım bir kitap olduğunu vurguladı. Zira, Uğur Mumcu, “birçok bilgiyi kafasında taşıyan bir insandı”.
“ABDULLAH ÖCALAN BAŞINDAN BERİ KULLANILAN BİR KİŞİDİR”

“Abdullah Öcalan başından beri kullanılan bir kişidir” diyor Ceyhan Mumcu ve o günleri şöyle anlatıyor: Böyle bir kitabın yayımlanacağı ve bu kitapta PKK’nın nasıl korunduğunun anlatıldığı öğrenilmişti.
Uğur, Tekin yayıneviyle görüşüyor, kitabı tamamlamak için 1 hafta zaman istiyor. “Kanıtları topladım” diyor. Öldürüldüğü gün de bir hasta ziyaretine gidiyor, dönüp kitabını yazmaya devam edecek…
Ölmeden önce, Yaşar Kaya’ya, “Kimlerle işbirliği yaptığınızı açıklayacağım” diyor. Yine TRT’de birlikte programa çıkacağı Erdal İnönü ve Ahmet Türk’e bir dosya getireceğini söylüyor. Program Salı günü yapılacaktı, Pazar günü Uğur öldürüldü. Bu dosyayı verecek ve Ahmet Türk’ü “PKK istihbarat güçlerinin güdümünde” diye uyaracaktı, “Barış marış sağlayamazsın bunlarla” diye..
MİT MÜSTEŞARI EMRE TANER “KULLANDIK” DEMİŞTİ
Hizbullah’ı büyüten de MÎT 2006 yılında Kasım’ın son haftası, Avrupa Karma Parlamento toplantısına katılacak milletvekillerine MÎT karargâhında brifing verilmişti. MÎT Müsteşarı Emre Taner, brifingte, Hizbullah terör örgütünün bir dönem devlet tarafından kullanıldığını söyledi. Taner ayrıca, “Hizbullah uzun süredir sessizliğe bürünmüştü. Yeniden harekete geçirme faaliyetleri var. Takip ediyoruz. Yakında yeniden seslerini yükseltmek isteyebilirler” diyordu.
MÎT Müsteşarı, “Büyük Kürdistan”ın kurulması için bazı ABD ve israil kaynaklarının Türkiye’yi hizaya getirme çabalarının yoğunlaştığını söylüyor, bu hedef için önümüzdeki yedi yılın çok önemli olduğunu savunuyordu.
AVNİ ÖZGÜREL ANLATIYOR

Abdullah Öcalan’ın MlT bağlantısını ortaya koyan bilgiler “Şafak Bildirisi” olayıyla sınırlı değil.
Gazeteci Avni Özgürel de Abdullah Öcalan’ın MİT’le bağlantısını saptayıp yazılarında ve söyleşilerinde bu konuya dikkat çekmişti.

Özgürel, 1965′te üniversite öğrencisiyken önce Türk Ocakları’nda çalıştığını, sonra ordan ayrılıp ikinci Kuvayı Milliye diye bir dernek kurduklarını anlatıyor. Devletin de kendilerine destek olduğunu belirten Özgürel, “Komünizme karşı” kullanacakları materyellerin MlT tarafından kendilerine ulaştırıldığını anlatıyor: Bu yayınları veren kuruluşlardan biri de Refik Korkut’un Fikir Ajansı’ydı. Ankara’da izmir Caddesi’nde bir binanın bodrum katındaki Ajansa sık sık gittiklerini anlatan Özgürel, “Bizim yaşlarda bir genç vardı” diyor, “Ajansa gittiğimde onu hep orada görüyordum. 1966, 1967 yıllarında ajansta gördüğüm o genç, hayal meyal hafızamda kalmış. Yıllar içinde Abdullah Öcalan’ın resimlerini medyada gördüm ama insanlar yaşla birlikte değişiyor tabii. Ancak 1993′te Öcalan’la yüz yüze geldiğimizde bende birtakım çağrışımlar oldu.
ÖCALAN DOĞRULUYOR

Avni Özgürel, 1993′te Bekaa’ya Panorama’nın genel yayın yönetmeni olarak Abdullah Öcalan’la görüşmeye gidiyor. Özgürel Öcalan’a soruyor: “Ankara’da İzmir Caddesi’nde Fikir Ajansı diye bir yer vardı. Yanlış hatırlıyor olabilirim ama birden bir şey çağrıştırdı. Bende seni orada gördüm gibi bir his uyandı” diyor. Öcalan, “Doğru hatırlıyorsun” diyor. “Ama ben bunları bir müddet sonra açıklayacağım”.
ARKASINDAKİ TORPİL BÜYÜK!

27 Mayıs’ta, dönemin Başbakanlık Müsteşarı Salih Korur’un kasasından çıkarılan Örtülü Ödenek hesabının kayıtlarında, Fikir Ajansı Sahibi Refik Korkud’a 1959 yılının Ağustos ayında 28 bin lira ödendiği saptanıyor…
Abdullah Öcalan’ın Fikir Ajansı’da “ofis boy” olarak çalıştığı yıllar, Ankara Tapu-Kadastro Lisesi’nde okuduğu dönem. 1969 yılının 30 Temmuz’unda diplomasını alıyor ve bir ay içinde Diyarbakır Tapulama müdürlüğüne atanıyor, iki yılını doldurmadan, 1970 Ekiminde torpille İstanbul’a tayin oluyor. Bakırköy Tapulama Müdürlüğü’nde çalışırken İstanbul Hukuk Fakültesine giriyor. Bir yıl sonra da Ankara SBF’ye yatay geçiş yapıyor… 71 Kasım’ında Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’ndeki görevinden istifa ediyor… 21 yaş sınırına rağmen, 22 yaşında kendisine burs bağlanıyor…

Uğur Mumcu’nun “Kürt Dosyası” kitabında ayrıntısıyla anlatılan, “askerliğin ertelenmesi” hikâyesi de ilginç Öcalan’ın.
“Şafak Bildirisi” nedeniyle cezaevindeyken SBF dekanlığının gönderdiği yazılarla askerliği erteleniyor. Halfeti Askerlik Şubesi, bir yıl sonra yeniden soruyor Öcalan’ın askerlik durumunu.

Dekanlık’tan 30 Ocak 1973 günü “1. sınıfta bütünlemeye kaldı” yanıtı veriliyor. 10 Ağustos 1973 günü SBF Dekanlığı’ndan Askerlik Şubesi’ne gönderilen yazıda ise Öcalan’ın 2. sınıftan 3.sınıfa geçtiği bildiriliyor… Abdullah Öcalan’ın askerliği böyle böyle 1978′e kadar erteleniyor. Öcalan’ın okuldaki kaydı da 1984′e kadar silinmiyor.

Abdülmelik Fırat: MİT Öcalan’ı kullandı

Şeyh Said’in torunu olan eski milletvekili Abdülmelik Fırat’ın hatıraları, gazeteci Ferzende Kaya tarafından “Mezopotamya Sürgünü” adıyla kitaplaştırıldı. Anka Yayınları tarafından yayımlanan kitapta, Abdullah Öcalan’ın MlT’le bağlantısına dair iddialar da yer alıyor. Fırat, bu konuda şunları yazıyor:
ABDULLAH ÖCALAN İSMİNDE BİR GENÇ

Fırat’ın tek kaygısı vardı; saf, dürüst, deneyimsiz ve heyecanlı olan bu gençler kullanılacak ve harcanacaktı.Ankara’daki evlerine gelip giden tanıdık gençlerin yanında bir gün Abdullah Öcalan isimli bir öğrenci de vardı.

Tapu ve Kadastro Okulu öğrencisiydi Öcalan; Abdülmelik Fırat’ın amcazadesi Behram Bilgin ile aynı sınıftaydılar. Bilgin ve Öcalan beraber gitmişlerdi Fırat’ın evine. Gençlerin çoğu Kürt sorununun çözüle-meyeceğini savunuyor, silahlı bir mücadeleden söz ediyorlardı. Abdülmelik Fırat’ın kaygısı gittikçe artıyordu: “Bütün karşı çıkışlarımıza ve nasihatlerimize rağmen durmuyorlardı. MİT zaten kullanacağı gençler arıyordu. Çok büyük bir kaos yaratmışlardı. Öğrenci çatışmaları vardı. Gençler arasındaki bu heyecan hayra değildi.
En sonunda korktuğumuz oldu; Kürt örgütleri çatışmaya başladı. Apocular ile diğer gruplar çatıştı; daha sonra ismi PKK olan Öcalan taraftarları saldırdı. O safhada gençlere, “Bu yaptığınız yanlıştır; kandırılıyorsunuz; sizi kullanmak istiyorlar; kendi kendinizi yemeyin” gibi yaptığımız karşı çıkışlar işe yaramadı.”
ÖCALAN DARBEYİ HABER Mİ ALDI?

12 Eylül Darbesine beraber bütün örgütler de sahneden silinmişlerdi. Ama darbeden bir şekilde etkilenmeyen, hatta dar-beden dolayı dağılan diğer Örgütlerin sempatizan kitlelerini de arkasına alarak, güçlü bir şekilde çıkan bir Örgüt vardı sadece: PKK. Çünkü Örgüt yöneticileri 1979 yılı Mayıs ayında Türkiye’den çıkma kararı alarak, Suriye ve Lübnan’a geçmişlerdi.

(Bu konuda çok sayıda spekülasyon yapılıyor. Özellikle PKK dışındaki Kürt çevreleri tarafından dile getirilen iddialara göre, Öcalan darbeyi önceden haber aldı. Buradan yola çıkılarak, Öcalan’ın işin başından beri devletle irtibatlı olduğu tezi savunuluyor.)

Gazeteci İsmet G. Imset’in, TDN Yayınları tarafından yayınlanan, PKK-Ayrılıkçı Şiddetin 20 Yılı kitabında konu detaylı bir şekilde açılıyor.

Öcalan ve Cemil Bayık, bu konudaki iddiaların “uydurma” olduğunu savunuyor. Darbe öncesi Türkiye sınırlan dışına çıkmalarını ise, “Geleceği iyi okuma” olarak açıklıyor Öcalan.

“KENDİSİ DE SÖYLEMEYE BAŞLADI”

Abdülmelik Fırat da, Öcalan’ın ilişkilerinin olduğunu savunanlardan. Fırat şunları söylüyor: “Öcalan’ın Kesire isimli karısının babası istihbaratçıydı

Dersim Harekâtı’nda epeyce ihbar yapmış. Pilot Necati isimli istihbaratçıyla ilişkisini de kendisi söylemişti. Bütün bunlar gösteriyor ki istihbarat bu hareketi kullanmak istiyordu. Bunu daha sonra Abdullah Öcalan’ın kendisi de anlattı. MİT bizi kullanmak istedi, biz de onla-rı, dedi. Derin devleti çok iyi bilen bir gazeteci olan Avni Özgürel, bir iki sefer benimle röportaj yaptı. Bir gün bana şu anekdotunu aktardi: ‘Öcalan’ın Bekaa’da yaptığı ve dünyanın bir-çok yerinden gazetecilerin katıldığı basın toplantısına ben de gittim. Karşımdaki adamı başka bir yerden tanıyordum; ama çıkaramadım. O da anladı; yanıma gelerek dedi ki: Ben açıklama yapmayıncaya kadar, sen yapma. O zaman anladım ki, ben onu MİT’ten hatırlıyorum. Biz öğrenciyken, oraya yardım almaya gidiyorduk, o da oradaydı.’ Ondan sonra Öcalan, istihbarat ajanı çıkan eşi Kesire’den, Pilot Necati’den söz etmeye başladı.”

PKK KURULUYOR

“Kürt Dosyası”nın 30. Sayfasında şu satırlar yer alıyor: Abdullah Öcalan, 1973 yılında bir bahar günü birkaç arkadaşıyla birlikte Ankara’da Çubuk Barajı’na gidiyor ve parti kurup gerilla yöntemleriyle ayaklanma hazırlamak gerektiğini anlatıyor ve PKK’nın temelini atıyordu.

Öcalan, bazı toplantıları Dikmen’de Kamer Özkan’ın evinde yaptı. Kamer Özkan, sonradan bu çevreden koptu. Türkiye’den ayrılarak Almanya’ya yerleşti. PKK’lılar Özkan’ın “MlT ajanı” olduğunu ileri sürdüler.
Abdullah Öcalan’ın 24 Mayıs 1978 yılında evlendiği karısı Kesire Yıldırım’ın MİT’le bağlantılı olduğu biliniyor. Bu durumu sonradan Abdullah Öcalan da dile getiriyor. Uğur Mumcu, Kesire Yıldırım’ın babası Ali Yıldırım’ın yaşam öyküsünü ve şeceresini çıkardığı kitabında, Yıldırım’ın Korgeneral Abdullah Alpdoğan’la Dersim ayaklanması sırasında ve sonrasında sık sık görüştüğünü anlatıyor.

İBRAHİM GÜÇLÜ: “1980′DE BEKAA’DA KARARLARI KESİRE VERİYORDU”

Eski Rızgari grubunun lideri İbrahim Güçlü, 1980′de Bekaa’ye gittiğinde edindiği izlenimi Aydınlık’a şöyle anlattı: “Orada karar süreçlerinde Öcalan’dan çok hanımı Kesire ağırlıktaydı. Kararların alınması, çoğu zaman kararların değişmesi Kesire’nin etkisiyle oluyordu.” Abdullah ve Kesire Öcalan, evlendikten üç ay sonra Diyarbakır’a yerleşirler. Onları Ankara’dan Diyarbakır’a götüren “Pilot Necati” ordudan ayrılmış ve Diyarbakır’da kum ticareti yapmaktadır. Diyarbakır’da Abdullah Öcalan’ın iki yakın dostu daha vardır. Biri Enver Polat adlı Huruçlu adlı bir eski astsubay. Diğeri, yedeksubaylığını Eskişehir’de yaptıktan sonra Diyarbakır’a yerleşen Ferhat Tomutay.

MÜSTEŞARIN BARZANİ VE APO GÖRÜŞMELERİ

MlT, şimdi de Pentagon’un Kürt senaryolarında rol MlT Müsteşarı Emre Taner, 20 Ekim 2005 tarihinde Kuzey Irak’ın Selahattin kentinde KDP lideri Mesut Barzani ile gizlice buluştu. Müsteşar Taner’in gizli ziyareti Mesut Barzani’nin ABD ve Avrupa’ya gerçekleştirdiği gezi öncesine denk geldi. Büyük bir gizlilik içinde Kuzey Irak’ın Selahattin kentine giden Emre Taner başkanlığındaki MİT heyeti, burada, Barzani ile bir araya geldi.
Müsteşar Emre Taner başkanlığındaki üç kişilik heyetin, Kuzey Irak’tan ayrılırken son sözleri, “Amerikan Başkanı George Bush’a da görüşmemizin içeriğini iletin” oldu.

Bu görüşmeden dört gün sonra Barzani, Amerika’ya gitti. Bush kendisini ‘Sayın Başkan’ hitabıyla karşıladı. Barzani’nin ABD’de “Kürdistan Bölgesel Hükümeti Başkanı” olarak karşılanacağını AKP Hükümeti biliyordu.
Müsteşar, Barzani’nin dört maddede toplanan isteklerini kaydetti.

1. Türkiye Cumhuriyeti , Kuzey Irak’taki kukla devleti tanıyacak.
2. Çifte vatandaşlık: Özellikle sınırdaki Türkiye ve Irak Kürtleri arasındaki yakın akrabalık ve geliş-gidiş sıklığı da dikkate alınarak, her iki ülke vatandaşına da çifte vatandaşlık imkânı sağlanacak.
3. iki taraf eğitim, sağlık ve ekonomi alanlarında sıkı işbirliği yapacak.
4.Bütün bunlara karşılık Barzani yönetimi PKK’yı yok etmek üzere harekete geçecek.
Emre Taner, Şenkal Atasagun’un yardımcısı olduğu dönemde de Abdullah Öcalan’la görüşmüştü. Görüşmeyi 6 Aralık 2005 günkü Hürriyet’teki köşesinden duyuran Ertuğrul Özkök, MİT’in talebini şöyle dile getirdi: “Apo’yla TSK değil biz muhatap olalım.”
ABD’YLE HAREKET ETMEZSEK, YIKILIRMIŞIZ

MlT Müsteşarı Emre Taner, 5 Ocak 2007 günü bir çakış daha yaptı. Teşkilat’ın 80. kuruluş yıldönümü nedeniyle açıklama yapan Taner, “Türkiye’nin uluslar arası sistemin bir parçası olarak, başroldeki devletlerle birlikte davranması gerektiğini, aksi taktirde ulus devletin yıkılacağını” savundu.

Ardından MlT eski Müsteşarı Sönmez Koksal, 9 Ocak günü NTV’de Can Dündar’ın programına çıkıp Irak’la ilgili olarak şöyle konuştu: “Artık kırmızı çizgi falan yok. Ortada bir gerçek var. Bu gerçeğe nasıl yaklaşılacak, şimdi onun hesabının iyi yapılması lazım.” 1992- 1998 yılları arasında MİT Müsteşarlığı yapan Koksal, Türkiye’nin ilk “sivil” müsteşarı. Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde başlattığı “MİT’i sivilleştirme” operasyonu, MİT’in, Pentagon’un Kürt senaryolarında rol almasıyla atbaşı yürütüldü.
Sönmez Köksal’ın başlıca hedefi, “Teşkilat’ı askerlerin etkisinden kurtarmak “tı. Üst düzey yöneticiler seviyesinde teşkilatta önemli değişiklikler yaptı.

Koksal döneminde Ankara Bölge Başkanı olan Şenkal Atasagun, tayin ve terfilerde en etkili kişi haline geldi, Köksal’ın yanında “gölge müsteşar” kimliği kazandı. Mesut Yılmaz döneminde MlT Müsteşarı olan Atasagun, 27 Kasım 2000 günü, dört büyük gazetenin Ankara temsilcilerine önemli açıklamalar yaptı. Kürtçe TV’yi savunan Atasagun, “Apo’yu getiren de biziz, aşılmaması için büyük mücadeleyi veren de biziz” diyordu, “Apo’yu nasıl kullandıysak, Kürtçe’yi de kullanırız.”

PİLOT NECATİ’NİN ESRARENGİZ ÖLÜMÜ

3 Ocak 2007 tarihli Hürriyet’te “PKK’nın gizemli ismi Pilot Necati’nin mezarı Ankara’da bulundu” başlıklı bir haber yayımlandı

Öcalan’a İmralı’daki yargılamaları sırasında da sorulan Pilot Necati, PKK’nın kuruluş döneminde içerdeki istihbaratçı olarak biliniyordu. Öcalan’ın duruşmada “1982 yılında kullandığı zirai ilaçlama uçağının düştüğünü ve öldüğünü duydum” dediği Ağrılı Pilot Necati Kaya’nın gerçekten o tarihte, esrarengiz bir uçak kazası sonucu öldüğü anlaşıldı.

Hürriyet’teki haberde şu satırlara yer verildi: PKK içinde kuruluş aşamasında Apo ve Kesire Yıldırım’dan sonra en güçlü isim olarak dile getirilen daha sonra sır olan Pilot Necati’nin sadece Ağrılı olduğu biliniyordu.
Bir dönem güvenlik kuvvetlerince öldürülen THKP-C lideri Mahir Çayan’ın yakın arkadaşı olarak anılan Yüzbaşı İlyas Aydın’ın da aslında Pilot Necati olduğu iddia edilmişti.
Mezarlıkta bulunan 6 Necati Kaya’dan biri olan Pilot Necati’nin 1956 doğumlu Ferzende oğlu olduğu ve 9 Eylül 1982 tarihinde öldüğü anlaşılıyor. Bir dönem devletin, terör örgütü içindeki en kilit ismi olduğu iddia edilen Ağrılı Pilot Necati Kaya’nın mezarının ise oğlu İlker Kaya tarafından yaptırıldığı mezar taşında not olarak bulunuyor.

İLK KEZ AYDINLIK ORTAYA ÇIKARDI

973 baharında Ankara’da Çubuk Barajı’nda PKK’nın temeli atıldı demiştik. O tarihten sonra Doğu ve Güneydoğu illerine adam yollayarak “örgütlenme” faaliyetlerine başlıyor. PKK’nın ortaya çıkışıyla birlikte söz konusu illerde halk üzerinde “Apo terörü” esmeye başlıyor. 27 Haziran 1979 tarihli Aydınlık gazetesi, “Belgelerle ve Olaylarla Doğudaki 15 Grup” başlıklı yazı dizisinde “Apocular” ı gündeme getiriyor. Abdullah Öcalan’ın MİT bağlantısı, işte o dizide ilk kez aydınlanıyor.Aydınlık, Abdullah Öcalan’ın şeceresini gözler önüne seriyor:

CİNAYET ŞEBEKESİ

1974′ten sonra kurulan Ankara Yüksek Öğrenim Derneği’nin (AYÖD) yönetim kurulunda yer alan Abdullah Öcalan, dernek içindeki doğulu gençleri kendi çevresine toplamaya çalıştı. Bu yüzden AYÖD’den atıldı.
İlk çıkışlarında Apocular grubu kimse tarafından ciddiye alınmıyordu. Gerçekten de bu üç beş kişinin savunduğu görüşler ipe sapa gelmez şeylerdi.

Apo, AYÖD’den ayrıldıktan sonra Doğu Anadolu illerini dolaştı ve burada tek tek bazı kişileri saflarına kazandı. Kendilerine “Ulusal Kurtuluş Ordusu” da diyen Apocular, onlarca cinayet işleyerek, soygunlar yaparak, kahve kurşunlayarak, kendilerinden ayrılanları idam ederek Doğu’daki kargaşalığı körüklediler. 1977′ye kadar önemli bir faaliyette bulunmadılar. Ancak bu tarihten sonra bir saldırı çetesi olarak ortaya çıktılar. Art arda soygun ve cinayetlere başladılar. Öteki gruplarla sürekli silahlı çatışmalar çıkardılar, bazı ağalara ve aşiretlere fedailik yapmaya başladılar.

Apocuların faaliyetlerindeki bu değişiklik, grubun bu dönemde MİT ve Kontrgerilla içindeki bazı unsurlarla ilişkiler kurmasına bağlanıyor. Doğuda kargaşalık çıkarmak isteyen güçlerin Apo’dan daha uygun bir alet bulamayacakları belirtiliyor. Apoculardan ayrılanlar da, bu grup içinde MlT ve kontrgerillayla ilişkisi olan kişilerin bulunduğunu ve grubu bunların yönettiğini belirtiyorlar.

Apo’nun 1977′de evlendiği Karakoçanlı Kesire adlı kızın babasının MlT mensubu ya da muhbir olduğu söyleniyor.
Apocuların elinde çok miktarda silah var. Bu silahların çoğu kalaşinkof ve tomson. Apocular saldırılarını 5-6 kişilik vurucu timler aracılığıyla yürütüyorlar. Bu timler belirli bir yerde durmuyor, kasaba kasaba geziyor. Apocuların faaliyetleri daha çok Urfa, Gaziantep, Elazığ, Tunceli ve Maraş yörelerinde toplanıyor.

VARAN 2- APO’NUN ÖNDE GELEN İKİ ADAMI NEDEN YAKALANAMADI?

Aydınlık’ın-28 Haziran 1979 tarihli sayısında “Apocular” dizisinin ikinci bölümü yayımlandı. “Apo’nun önde gelen iki adamı neden yakalanamadı?” başlıklı bu bölümde, Apocuların iki senedir Elazığ ve Tunceli’de neredeyse serbestçe saldırılar düzenledikleri, cinayetler işledikleri, soygun yaptıkları belirtiliyor. Yazının spotunda şu satırlar yer alıyor: Sıkıyönetim ilanından sonra Elazığ’da 22 Apocu yakalandı.
12 cinayet ortaya çıktı. Ancak bu olaylarda başı çeken asıl elebaşılar ortada yoktu… Abdullah Öcalan, örgüt içinde kendisine ters düşeni öldürtme geleneğini daha o yıllarda başlatmış. Aydınlık’taki dizide örneklerle ve ayrıntılarıyla anlatılıyor.

“DAVADAN DÖNEN” İNFAZ EDİLİYOR!

Örgütün Malatya sorumlusu Celal Aydın 5-6 kişiden fazla bir kuvvet toplayamayınca örgütten ayrılır. Bu sırada, devrimci olduğunu zannederek bu gruba katılanlar, yaygın bir şekilde örgütten kopmaktadırlar. Apo, kopmaları önlemek için, ayrılanlar hakkında idam kararları alıp uygulamaya başlar. İlk idam kararı Antep’te uygulanır. Apo’ya muhalefet eden Bozan Aslan ve Ali Yaylacık pusuya düşürülüp öldürülür.

İkinci idam kararı Celal Aydın hakkındadır. Apo, Celal Dönmez, Ali Gündüz ve Aytekin Tuğluk adlı kişileri bu işle görevlendirir. Aytekin Tuğluk, Malatya’ya gönderilerek “toplantı var” bahanesiyle önce Elazığ’a, oradan da Karakoçan’a getirilir… Celal Aydın’ın yalvarmaları sonucu değiştirmez! Daha sonra sıkıyönetim ilan edildiğinde diğer Apocular yakalanırken, Celal Aydın’ı öldürtenlerden Elazığ sorumlusu Metin Gürgöze ortadan kaybolur…

MARAŞ OLAYLARINDAN SONRA MHP’Yİ KURTARMA GİRİŞİMİ

“Apocular” dizisinin dördüncüsünde, Hilvan anlatılır.

Apocuların ağalar ve aşiretler arasındaki sürtüşmeleri kışkırtarak, bölgeyi nasıl kana buladığı gözler önüne serilir. Halkın parasını, silahını vb. gaspetmenin ötesinde bir yılda 8 cinayeti vardır Apocuların…
Dizinin “Apocular” bölümü 8 gün sürdü. 4 Temmuz 1979 tarihli Aydınlık’taki başlık şöyleydi: Apocuların MHP’yi kurtarma operasyonu: K. Maraş olayından sonra üç günde 2 kişiyi öldürdüler… MHP’nin saldırıya uğramış pozlara girmesine zemin hazırladılar…

TİKP VE AYDINLIK HEDEF HALİNE GELDİ

PKK’nın terör eylemlerine karşı kararlı tutum sergileyen Türkiye işçi Köylü Partisi (TİKP) ve Aydınlık gazetesi, hedef haline geldi. 1979-1980 yıllarında, Perinçek’in il yöneticileri de dahil 5 arkadaşı, “Apocular”ın saldırıları sonucu şehit oldular. O sırada daha PKK terörüne asker ve polis şehit vermemiştik.
Gaziantep II Başkanı Zeki Ön öldürülünce, 4 Temmuz 1979 tarihinde bir basın toplantısı düzenleyen Genel Başkanı Doğu Perinçek, “Apocuların partiye karşı 30 Haziran’dan itibaren cinayetler işleyeceklerini önceden ilan ettiklerini” belirtti.

Perinçek, partisinin, terörün üzerine kararlı bir biçimde yürüdüğü için hedef seçildiğini söyledi. Apocular (PKK), tertiplerini ve cinayetlerini, terörü destekleyen güçleri açığa çıkardığı için Aydınlık gazetesini de hedef alıyorlardı.
Doğu Bölgesinde Perinçek’in yönetici arkadaşları tehdit ediliyor, Aydınlık satışları engellenmeye çalışılıyordu. Diyarbakır’da, Suruç’ta, Bingöl’de Aydınlık sorumluları ve okurları saldırılara uğramış, haklarında ölüm kararları açıklanmıştı. Dağıtım kamyonları terör Örgütü mensuplarınca durduruluyor, gazetelere el konuluyordu…
Zeki Ön öldürülmeden iki gün önce, partinin Ankara Tuzluçayır Lokali ile Denizli II Merkezi bombalanarak ağır hasar verilmişti.
“TERÖRE KUCAK AÇAN İKTİDARLAR, TERÖRÜ YENEMEZLER” Doğu Perinçek, haydut sürüsünün, sırtını devlete dayayan bazı güçler tarafından korunduğuna dikkat çekiyordu. Apocular, bu sayede yüzlerce cinayet işleyip, ellerini kollarını sallayarak dolaşabiliyorlardı.

Anarşiye ve terör örgütlerine kucak açan iktidarlar, terörü yenemezlerdi! Perinçek, “Eşkıyaya yataklık eden iktidarlar dönemi artık sona ermelidir” diyor, teröre karşı “milli birlik hükümeti” öneriyordu. Perinçek, “Apocular devletin ırkçı ve şoven kesiminin içinde yuvalanmıştır. Bu çete, MÎT tarafından kullanılmaktadır. MÎT, Doğuda en şoven ırkçı kılığına girebilmektedir” diyordu.
Perinçek, son olarak da, partisinin teröre karşı mücadeleyi kararlı bir biçimde sürdüreceğini vurguladı ve şöyle konuştu: “Partimizi Türkiye halkının birliği için mücadeleden hiçbir güç vazgeçiremeyecektir!” Gerçekten de, Aydınlık gazetesi, Apocuların üzerine gitmeye devam etti. Aydınlık, cinayetleri işleyenler, devlet içindeki ve yurtdışı destekleri vb. üzerine çok önemli yayınlar yaptı. Bu arada, Aydınlık’ı engelleme çabaları ayyuka çıktığı halde, siyasi iktidarın, tüm başvurulara rağmen önlem almaması dikkat çekiciydi…
Siyasi iktidar acizdi. Apocu terör artarak devam etti.

ÖRGÜTLERİ BESLEYEN ZEMİN

TÎKP Genel Başkanı Doğu Perinçek, Adil Turan’ın ardından yaptığı basın toplantısında şöyle konuşuyordu: “Bu örgütleri besleyen zemin, toprak ağalığı ve aşiret reisliğidir, yani Ortaçağ kalıntılarıdır. Artık müzeye kalkması gereken toprak ağalığını savunan bütün güçler, Doğu bölgemizdeki bu anarşi ve zorbalıktan sorumludurlar. Köklü toprak reformu yapılarak toprak ağalığına son verilmesi, Apocular gibi çetelerin sosyal temelini ortadan kaldıracaktır. Köklü çözüm buradadır.” Cinayetler devam etti.
TÎKP Genel Başkanı Doğu Perinçek, 26 Aralık 1979 tarihinde AP, CHP ve MSP’yi teröre karşı güçbirliğine çağırdı. Perinçek, terörün milli bir sorun olduğunu, milli seferberlikle alt edilebileceğini söylüyordu.
12 EYLÜL DARBESİNDEN ÖNCE BEKAA’YA KAÇTI

Abdullah Öcalan’ın 12 Eylül darbesinden önceden haberdar olarak Suriye’ye kaçması da, bağlantılarını ortaya koyması açısından dikkat çekici. Öcalan, 1980′den itibaren Suriye’nin istihbarat örgütü Muhaberat’ın kontrolü altına girdi. Suriye Muhaberatı Öcalan’a Bekaa’da yer gösterdi…

Eski Rızgari grubunun lideri İbrahim Güçlü, 1980′de 200 kişiyle geçtiği Suriye’de Abdullah Öcalan’ın Muhaberat’a teslim oluşuna tanıklık eder. Güçlü, “Ortadoğu’da ilişkiler karşılıklı çıkar temelinde gelişiyordu” dedi Aydınlık’a. “Tarafların kişilikleri, kimlikleri önemli. Bazıları istenmeden verir. Bazıları prensiplidir. Öcalan, pragmatik kişiliğe sahip.” MİT’in kurduğu örgüt, 1980′den sonra Suriye Muhaberatının kontroluna girdi. 1990-1998 yılları Suriye’de muhaberat, Kuzey Irak’ta ABD kontrolü biçiminde çift başlı kontrol dönemi. Başyazarımız Doğu Perinçek, PKK’nın 4 dönemini ayrıntılarıyla yazdı…

ADİL TURAN, ZEKİ ÖN, HASAN ERKILIÇ, MEHMET ONGAN VE İNAN ÖZDEMİR PKK’ya ilk şehitleri Perinçek’in partisi verdi Yıl 1979, 3 Temmuz akşamı Perinçek’in yol arkadaşı, partisinin Gaziantep îl Başkanı Zeki Ön, “Apocu” denen teröristler tarafından, silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

Akşam saat 20.30 sıralarında evine giderken saldırıya uğrayarak ağır yaralanan Ön, hastaneye kaldırıldı ama kurtarılamadı. Saldırgan, iki el ateş ettikten sonra, motosikletli başka bir şahıs tarafından kaçırılmıştı.Urfa’nın Suruç ilçesinde doğan Ön, öğretmenlik yaptığı Gaziantep’te tanınan ve sevilen bir devrimciydi.
1946 Urfa’nın Suruç ilçesinde doğan Ön, öğretmenlik yaptığı Gaziantep’te, halkın gönlünde yer tutmuş, onların “Zeki Hoca” sı olmuştu. Gaziantep Eğitim Enstitüsü için yönetici gerektiğinde, şehrin ileri gelenleri ona koşmuştu. Ön, TİKP îl Başkan olmadan önce, Gaziantep Eğitim Enstitüsü Müdür Yardımcılığı görevinde bulunuyordu.
33 yaşında katledilen Zeki Ön, bir süre Gaziantep TÖB-DER Başkanlığı da yaptı. Zeki Ön’den iki ay sonra, 8 Eylül günü, Tunceli II yöneticisi Adil Turan katledildi. Adil Turan ile arkadaşları îmam ve Vahide Canpolat, îl merkezi’nden çıktıktan sonra, saat 18.30 sıralarında silahlı saldırıya uğradılar. Turan, hastaneye kaldırılırken, yolda öldü. İmam Canpolat ağır yaralandı. 1979-1980 yıllarında, Perinçek’in il yöneticileri de dahil 5 arkadaşı, Apocuların cinayetleriyle şehit oldular.

YÜZLERCE İNSAN ARDINDA AĞLADI

Tunceli Nazimiye ilçe başkanı Hasan Erkılıç, 19 Aralık 1979 günü, arkadaşlarıyla birlikte Tellik köyüne giderken, yolları otomatik silahlı 8 kişi tarafından kesildi. Hasan Erkılıç, Apocu oldukları belirlenen teröristlerce rehin alınırken, diğerleri serbest bırakıldı. Arkadaşlarının girişimleri sonuç vermedi, ertesi gün Erkılıç’ın cesedi bulundu…

1946 doğumlu Erkılıç, 1963′te, Arslan Tuğla Fabrikasında hak mücadelesine önderlik ettiği için işten atılmıştı. İki parmağını da burada, iş kazası sonucu kaybetmişti. 1969′da Demirdöküm, 1970′te Sungurlar işçilerinin sendikal mücadelelerinde, Gislaved direnişinde, 15-16 Haziran büyük işçi yürüyüşlerinde ön saflardaydı… 12 Mart’ta yargılandı ve hapis yattı…

1975′lerdeki Berec, Gamak, Pancar Motor, Gislaved, Sungurlar grev ve direniş eylemlerinde de, Erkılıç, işçi arkadaşlarının yanındaydı… Haliç Halk Birliği’nin kurulmasına önderlik etti ve başkanı oldu. 1975 Aralık ayında, bu derneğin bir bildirisinden dolayı, 142′den ceza aldı ve yeniden hapse girdi… Arkadaşları, Hasan Erkılıç öldürüldükten sonra evine gittiler. Bütün komşuları sokağa dökülmüşlerdi. Yüzlerce insan Erkılıç’ın ardından ağlıyordu…

ONGAN… ÖZDEMİR

Apocular, 12 Mayıs 1980 tarihinde, TÎKP Kahramanmaraş yöneticisi Mehmet Ongan’ı öldürdüler.
Ongan, Pazarcık yöneticisi Hasan Ortaç’ın Pulyanlı köyündeki evinde, Ortaç’ın eşi, annesi ve bir arkadaşıyla birlikte oturuyorlardı. 21.30 sıralarında kapıyı tekmeleyerek giren, maskeli üç Apocu katilin silahlı saldırısına uğradılar. 6 yerinden yaralanan Ongan, olay yerinde öldü.

Ongan’ı öteden beri ölümle tehdit eden Apocular, daha önce de köye gelip Ongan’ın nerede bulunduğunu soruşturmuşlar, köylülerin tepkileri üzerine kaçmışlardı.

Ve devrimci öğretmen İnan Özdemir, 18 Temmuz 1980 günü Apocular tarafından Kahramanmaraş’ın Narlı nahiyesinde katledildi. Pazarcık’ın Dehliz köylülerinin toprak mücadelesinde yanlarında yer alan Özdemir, bu yüzden toprak ağası Papazların hedefi haline gelmişti. Papazların bölgedeki fedailiğini üstlenen Apocular, Özdemir’i katlettiler… İnan Özdemir, Akveren köyünde toprağa verildi.

 

Aydınlık Dergisi

30
Haz
08

PERİNÇEK’TEN ERDOĞAN’A MEKTUP: “VAHDETTİN’LERİN, DAMAT FERİT’LERİN MİRASINA SARILDIĞINIZ SABİTTİR”

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Ergenekon tertibiyle tutulduğu Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nden, Tayyip Erdoğan’a bir mektup yazdı. Perinçek mektubunda, BOP eşbaşkanlığı suçunu ve Türkiye’yi sırtından hançerleyen tüm icraatlarını Erdoğan’ın yüzüne çarptı; “Türkiye’yi BOP eşbaşkanlarına bırakmayız” dedi. Mektup, Erdoğan için “sade, dürüst ve şerefli bir gelecek” dileğiyle son buldu. Tamamı Aydınlık dergisinin son sayısında yayımlanan mektuptan bir özet sunuyoruz.

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın CHP Milletvekili Onur Öymen’in soru önergesine verdiği yanıt üzerine Tayyip Erdoğan’a mektup yazdı. İçişleri Bakan Atalay, Doğu Perinçek, Ferit İlsever ve Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu’nu kastederek “Şüphelilerden bazılarının yurtdışına çıkma hazırlığında olduklarının tespit edilmesi üzerine Ergenekon operasyonu sabahın erken saatlerinde başlatıldı” demişti.

Perinçek 22-23 Mart tarihlerinde Almanya’da düzenlenen “Irkçılığa karşı Dostluk ve Dayanışma” etkinliklerine katılacaklarının aylar öncesinden basın yoluyla duyurulduğunu, toplantıların yer ve zamanından hem Emniyet Teşkilatı’nın, hem de Dışişleri Bakanlığı’nın haberdar olduğunu hatırlattı.

Erdoğan’a yazdığı mektupta Meclis kürsüsünden yalan söylendiğine dikkat çeken Doğu Perinçek, olgular karşısında ortaya çıkan gerçekleri 13 maddede özetledi. Bu gerçeklerden bazıları şunlar:

“Bizleri gece yarısı gözaltına aldığınızı mertçe savunacak cesaretiniz ve gücünüz kalmamıştır. Çünkü suçlusunuz.”

“Türkiye’den kaçmak, emperyalist devletlerle işbirliği yapan ‘gaflet ve dalalet içindeki iktidar sahipleri’nin yıkıldıkları zaman başvurdukları çarelerdir. En utanç verici örnekler, Sultan Vahdettin ve Damat Ferit’lerdir.” (4. MADDE) “Türkiyemizi, ABD’nin BOP Eşbaşkanlarına ve ABD ile ‘2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşma’ yapanlara bırakıp gitmeyeceğimizi, emperyalistler de bilmektedir, işbirlikçileri de! Ergenekon korkuları da bu nedenledir.”

“Türkiye’de Birinci Dünya Savaşı sonundaki İngiliz ve Fransız işgalinden bu yana, ilk kez bir yönetim, emperyalist devletlerin açık talimatlarıyla millî güçlere ve Türk Ordusu’na karşı operasyonlar düzenlemiş ve yurtseverleri hapislere atmıştır. Vahdettin’lerin ve Damat Ferit’lerin tarihi mirasına sarılmış olduğunuz sabittir.”

“Emniyet Genel Müdürlüğü Raporu’yla ulusalcılığı ‘terör kapsamı içine’ alarak, Türk milletine ve millî devlete karşı stratejik düşmanlık içine girdiğinizi ilan ettiniz. Türk milletinin bağımsızlığı için mücadele eden yurtseverlere ve Türk Ordusu mensuplarına ‘Ergenekon Terör Örgütü’ adını verdiniz. Böylece bu büyük milletin ‘tarih mirasını yıkma’ hedeflerini ilan eden Karen Fogg’ların Türk tarihine karşı psikolojik savaşında da görev üstlendiniz.”

Perinçek, Tayyip Erdoğan’a yazdığı mektupta BOP Eşbaşkanlığı yönetiminin yıkıldığını vurgulayarak, haramzadelerine aldıkları gemileriyle battıklarını söyledi.

Perinçek, mektubunu şu sözlerle noktaladı:

(…) kendileri şatafat ve ihtişam içinde “yaşam biçimlerini” sürdürürken, milleti sadakaya muhtaç hale düşüren ve ülkeyi borç batağına saplayanların saltanatlarının yıkılmakta olduğu bu umutlu ortamda, size bütün insanî duygularımla sade, dürüst ve şerefli bir gelecek ve iyilikler dilerim. Selam ve saygılarımla.

Doğu Perinçek

İşçi Partisi Genel Başkanı

 

30
Haz
08

Raul Ne Yapıyor

Ücretlerde “teşvik” sistemini yaygınlaştırma kararının piyasa ekonomisine geçiş anlamına gelip gelmediği tartışılıyor.

 Raul Castro’nun Devlet Başkanlığı’na seçilmesi ile birlikte atılan bazı adımlar Küba’nın “piyasa ekonomisi”ne geçip geçmediği tartışmalarını da beraberinde getirdi. Batı basını “beş yıldızlı otellere de girebilecekler”, “elektronik eşya alabilecekler” gibi başlıklara odaklanırken, asıl önemli gelişme ülkedeki ücret politikalarıyla ilgili olarak yaşandı. Birçok sektörde maaşlar yeniden ayarlanırken, “verimlilik ve çalışkanlık” ücretlerin belirlenmesinde önemli bir faktör haline getirildi.

Bu uygulamanın eşitsizlikleri artıracağı iddialarına karşı Küba Komünist Partisi “bu adımı eşitsizlikleri azaltmak için attık” görüşünde ısrarlı.   

Eğitilmiş işgücü
11 milyon nüfusa sahip Küba’da 2007 verilerine göre işsizlik oranı sadece yüzde 1.9 düzeyinde.  Çalışabilir nüfus ise yaklaşık 5 milyon olarak belirlenmiş. Sadece eğitim alanında, 1 milyon 145 bin kişi, yani çalışabilir nüfusun beşte biri istihdam ediliyor. Bilim ve teknoloji, sosyal hizmetler ve sağlık alanındaki istihdam verileri de buna eklendiğinde nüfusun yarısının bu alanlarda istihdam edildiği görülüyor. Yaklaşık 2 milyon kişi tarım alanında ve geriye kalan nüfus hizmetler alanında istihdam ediliyor. Ortalama yaşam süresinin giderek arttığı adada 2 milyon 16 bin kişi emekli maaşı alıyor.   

Küba’nın, “insanlık ihraç ediyor” tanımlamasına yol açan eğitim ve sağlık alanındaki donanımı bugün Küba’ya aşılması gereken yeni sorunlar eklemiş durumda. Küba’da sosyal hizmetler önemli bir yer tutuyor, devriminin ilerlemesinde eğitim ve sağlık alanında yaşanan ilerlemenin özel bir yeri var. Bugün eğitim ve sağlık alanındaki veriler Küba’yı dünya sıralamasında en iyiler listesine eklerken, Küba devriminin kazanımları olarak tarihe geçti.

Ancak Latin Amerika ülkeleri arasında en iyi eğitim ve sağlık verilerine sahip olan Küba’nın bu alandaki başarısı ülke ekonomisi için itici güç olma özelliğini yitirmiş durumda.

50 yıldır abluka koşullarına direnen Küba eğitim ve kültür olmadan, sağlıklı bir toplum olmadan ilerlemenin de olmayacağı ilkesini temel alan bir politika izledi.

Kendine kendine yeterlilik ilkesinin yaşama geçirilmesinde bu politika özel bir öneme sahip oldu, Küba toplumunun yaşam kalitesini artırdı. Buna ek olarak bugün Kübalı doktorlar (170 bin sağlık görevlisi) 110 ülkeye ve on binlerce Kübalı eğitimci 120 ülkeye eğitim ve sağlık hizmeti götürüyorlar. 

Ücretler eşitsiz!
Küba’da ortalama ücretler bugün 408 peso (17 ABD dolarına eşit) tutarında. 2006 verilerine göre ise ortalama ücret 387 peso iken Havana’da ortalama ücret 409 peso olarak belirlenmiş. Ülke genelinde ortalama ücretler arasındaki fark makul bir düzeyde gerçekleşirken, özellikle turizm vb. hizmetler alanında alınan ücret ile sosyal hizmetler alanında alınan ücretler arasında çok büyük farklar var. Bunun temel nedeni ise “Özel Dönem” (Sovyetler’in dağılmasından sonra çok büyük ekonomik sorunlarla baş başa kalan Küba’da olağanüstü önlemlerin alındığı uzun döneme verilen ad) ile birlikte ortaya çıkan ikili ekonomik yapı. 

Doğu Bloku’nun ortadan kalkması ile dış ticaretinin yarısından fazlası ile dış kredilerinin yüzde 85’ini kaybeden Küba için ekonomik çıkış noktalarından biri turizm alanına yapılan yatırımlar oldu. Zaman içinde gündeme gelen ikili para birimi ise beraberinde yeni sorunlar getirdi. 

Şu anda 1 konvertebl peso 1 ABD dolarına eşit olurken, 1 konvertebl peso 25 pesoya eşitlenmiş durumda. Turizm alanında kullanılan konvertebl peso ile ulusal ekonomide kullanılan peso arasındaki fark eşitsizliklerin temel nedenlerinden birini oluşturuyor. Küba’da turizm sektöründe, yabancı şirketlerde çalışanlar ya da kendisine döviz gönderilen aileler ve karaborsada para kazananlar, emekçi kitlelerden çok daha fazla kazanıyorlar. İkili yapının beraberinde karaborsayı da yarattığı görülüyor.  

Turizm alanında istihdam edilen vasıfsız bir eleman konvertebl peso ile ücret alırken örneğin bir öğretmen ya da hekim Küba pesosu ile yaşamını sürdürüyor. Elde edilen bahşişlerin belli bir bölümü sendikaya aktarılmasına rağmen toplamda elde edilen bahşişler bir kamu çalışanının maaşından çok daha yüksek. Nitekim turizme yatırım yapılan ilk yıllarda öğretmen ve doktorların belli bir bölümü bu alana kaymıştı.
 

Küba pesosu ile maaş alanların diğer para biriminin kullanıldığı mağaza ve hizmetlerde yeterli bir alım gücüne sahip olması mümkün değil. Örneğin bir garsonun bir günlük bahşişinin bir öğretmenin aylık maaşına eşit olması, toplumsal anlamda eşitsizlik olgusu ile çok şiddetli bir şekilde karşılaşılması anlamına geliyor. Ancak Küba’da toplumsal hizmetlerin gelişkinliği sayesinde bu farklılık daha aşağıya çekilmiş durumda. Sosyal güvenlik harcamaları, ücretsiz kamu hizmetleri, düşük ücret düzeyine karşın yaşamı kolaylaştıran etkenler. Ancak Kübalılar için bu koşullar yeterli değil.

Bunun bir sonucu olarak da, Kübalıların son yıllardaki başlıca talebini ücretlerin artırımı oluşturuyor.

Küba devleti 2005 yılından bu yana gelir eşitsizliklerinin giderilmesine yönelik belli önlemleri tartışmaya açmış durumda. Öncelikle emekli maaşlarının artırımı yürürlüğe girerken, emeklilik ve sosyal güvenlik fonlarında da artış kararlaştırıldı. Doktorlara ayda 5 dolar, uzmanlara ise 4 dolarlık zam yapılması gündeme geldi. Yine son olarak ortalama ücretler artırıldı. 

Küba’da en düşük ücret düzeyine sahip olan kesimler tarım işçisi, su tesisatçısı, keresteci gibi meslek gruplarından oluşuyor. Ortalama olarak ücretleri 312 peso, (14.20 dolar) civarında seyrediyor). Şu anda Küba’da ortalama ücret 408 peso (17 dolar) olarak belirlenmiş.  

Ücretlerden başladı
Raul devlet başkanlığı görevini üstlenir üstlenmez ilk yaptığı düzenlemelerden biri ücretlerle ilgili oldu. Emeklilik maaşlarına yüzde 20 oranında zam yapıldı. 2,16 milyon emekli için ayrılan bütçe Mayıs ayından itibaren geçerli olmak üzere yıllık 837 milyon pesoya yükseltildi. Yüksek Halk Mahkemeleri ve Başsavcılık bürolarının toplam 10 bin çalışanına, işçiler için ortalama 211 peso ve yargıç ve hakimler için ortalama 425 peso, maaş artışı yapılacağı duyuruldu. Başka birçok sektörde maaşlar yükseldi.

Küba Hükümeti maaş zamlarının ardından, işçilerin maaş düzeylerini onların üretkenliğine bağlayarak daha yüksek gelir elde etme olanağı da sağlamış oldu. Performansa dayalı etkin ücret politikası olarak da adlandırdıkları bu sistem ile özellikle düşük ücret düzeyine sahip olan sektörlerde istihdamın teşvik edilmesi de söz konusu olacak.  
 
Küba Devlet Başkanı Raul, “ücretler yeterli düzeyde yükselene ve her bireyin yaşam standardı onların yasal gelirleriyle uyumlu ve onların topluma katkılarının önemi ve niceliğiyle örtüşür hale gelene kadar ilerlemek bizim stratejik hedefimizdir”, açıklamasında bulundu. Fidel de bu yaklaşımı 16 Ocak tarihli yazısında vurgulamıştı: “Üretebilecek durumda olduğu halde üretmeyen veya çok az üretenlere hiçbir şey veremeyiz. Elleri ve zihinleriyle çalışanların yeteneklerini ödüllendirmeliyiz.” 
 
Eşit işe eşit ücret ilkesinin yaşama geçirilmeye çalışıp çalışılmadığı ya da bu sistemin Küba’da kapitalizme dönüşün bir göstergesi olup olmadığı tartışmalarından bağımsız olarak atılan adım ile Küba’da ikili yapının yarattığı eşitsizliklere yönelik bir müdahalenin gerçekleştirildiği görülüyor. Ücretlerin eşitsizliğin nedeni olmadığı ise ortada. Konvertebl peso kullanımı, ikili yapı, eşitsizlikleri üreten bir unsur olamaya devam ederken, ücret zammı ile aradaki farklılıkların iyileştirilmesi hedefleniyor.  Esas olarak ise ikili yapının, para biriminin ortadan kaldırılıp kaldırılmayacağı sorusu eşitsizliklerin giderilmesi açısından önem taşırken, bunun yanıtı henüz verilmiş değil.

29
Haz
08

Şener de sahneye çıkacak

Aylardır ısrarla siyasete atılmayacağını vurgulayan eski Devlet Bakanı Şener, bu kez yeni bir siyasi parti için zamanı geldiğinde gerekli açıklamayı yapacağını söyledi.

Evrensel Düşünce Platformu tarafından düzenlenen “Siyasi Etik” başlıklı panele katılan eski Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, son günlerdeki güncel gelişmelere dair açıklamalarda bulundu. Şener aynı zamanda son aylarda katıldığı tüm toplantılarda olduğu gibi kendisine yöneltilen; yeni parti kuracak mısınız?, sorusunu yanıtladı.

Şener bu kez bu soruya mesafeli yaklaşmazken, “Bu sorunun cevabı basın mensupları için birinci sayfadan manşet olur, onun zamanın bana bırakınız” diyerek yanıtladı. Şener’in bu sözleri yeniden siyasete atılacağı şeklinde yorumlandı.
AKP ve yargıya eleştiri
Birçok konuda reform gerektiğini vurgulayan Şener, ülkeyi yöneten kurumlar arasında sürekli çekişme olmasını da buna bağladı. Şener, “Eğitim reformuna ihtiyaç var, ancak siyasi kurumlarla üniversiteler arasında sorun var. Yargı reformuna ihtiyaç var, ancak buradaki kurumlar arasında sorunlar var” diye konuştu.

Şener, siyasi partilerin sağlam bir yapıya sahip olması gerektiğini belirterek, “Siyasi bir parti, bir kurum kendi sorunlarıyla ülkeyi meşgul etmemeli. Siyasi kurumun böyle bir rolü olamaz, siyasi etikle de bağdaşmaz. Günümüzde küreselleşme herkesi sarsıyor, Türkiye küresel rekabette var olma mücadelesi veriyor. Siyaset kurumları bunlarla uğraşmayıp kendi dertleriyle ülkeyi yoruyorsa sorun var demektir” şeklinde konuştu. Şener’in bu sözleri AKP eleştirisi olarak da yorumlandı.

Şener, izleyicilerden gelen sorulara cevap verirken de, yargı konusunda önemli sorunlar olduğunu ve yargı reformu yapılması gerektiğini yineledi. Şener, “Siyasette ne kadar eksiklik varsa yargıda da var. Yargının da, bürokrasinin bazı noktalarının da dokunulmazlığı var” diyerek yargıya yönelik de eleştirisini ortaya koydu.

Son genel seçimlere katılmayarak siyasi yaşamına ara veren Şener’in yeniden siyasete atılacağı ve AKP’den farklı bir siyasi parti içinde olacağına dair haberlere sık sık rastlanıyor. Her ne kadar Şener, bu iddiaları zaman zaman yalanlasa da, AKP’nin kapatılma davasının gündeme gelmesi ile birlikte siyasi bir özne olarak kendine önemli roller biçildiği biliniyor. Yine Şener’in AKP içindeki bir bölünme durumunda belli kişileri etrafında toplayabileceği iddia ediliyor.

29
Haz
08

TÜRKİYE

Attila İlhan’ın CHP ‘nin düzenlemiş olduğu bir şiir yarışmasında birinci olan şiiri:

TÜRKİYE

türkiye türkiye dağlarını duman almış
üzümler memleketi, tütünler memleketi
türkiye türkiye çok gülmüş çok ağlamış
sabırlı bağrı yanık insanlar memleketi
bulut gibi köpürmüş topraktan bereketi
pehlivan dağlarında şafaklar büyümüş
ve o nehirler delirip gür gür gelirler
bir şarkı gibi dağlardan denize yürümüş

sen türkiye’sin sağdıcım kirvem türkiye
insanların insanların ah senin insanların
morca gözlerinden öpsem namuslu gözlerinden
asiye’m işveli hatice fistanı dal işlemeli
sen kırk köyün içinde şanlı zeyneb’im
şahanı vurdular yirmi yaşında, köprü başında
gel yılmaz mahmud’um gel bilal oğlan
arabamın atları, deh deh deh aman da
ha burası karadeniz gemiler yatar limanda
deryalar aslanı şems-i bahrî kamil reis
bu insanlar senden gelir sana gider
tarlaya savrulmuş buğday gibi türkiye

sen türkiye’sin ekmeğim tuzum türkiye
omzumda mavzer koynumda çevresin
ve kıl heybemde taze lor peyniri
gök rengi süt karanfil rengi şarap
batan güneş gibi bakır taşkömürü
ve rüzgara vermiş saçlarını nefti ormanlar
ve köylere karşı sarışın harmanlar
ferik elması kavun karpuz dut ve kayısı
fındık da sende ceviz de sende badem de sende
alnımın teri gözlerimin nuru türkiye

sen türkiye’sin evim barkım köyüm obam türkiye
o senin çifte çarşılı harp görmüş şehirlerin
sahilde mersin yayla türküsü konya.
adana’nın yolları taştan yola çıkıp maraş’tan
ezanla birlikte vardık bir akşam urfa’ya
bursa’nın ya bursa’nın ufak tefek taşları
uçan yıldızı dondurur ardahan’ın kışları
erzincan’da bir kuş var kanadı gümüş pul pul
ve göğe kılıç gibi çekmiş minarelerini
şehirler padişahı canım istanbul

türkiye türkiye ay’lı yıldız’lı türkiye
sen mehmet’sin omuzların anadolu yaylası
aladağlar toroslar dev gibi gövden
sen şehid oğlu şehid babası
sana selam olsun dünya’dan hürriyet’ten

Not; şiirin küçük harfla yazılışı ve noktalama kullanılmaması Attila İlhan’ın özgün tutumudur.

29
Haz
08

Baykal Atina’ya gitmiyor

Sosyalist Enternasyonal’de İsveçli sosyal demokratlar tarafından başlatılan ve Türkiye’den şikayet mektuplarıyla tırmanan CHP gerilimi çözülemeyince, Deniz Baykal Atina’daki Sosyalist Enternasyonal toplantısına gitmekten vazgeçti.

Deniz Baykal Atina’ya gitmiyor. Sosyalist Enternasyonal’de CHP’nin sosyal demokrat ilkelerle bağdaşmayan tutum ve politikaları nedeniyle kınanma olasılığı güç kazanınca CHP Genel Başkanı çareyi Atina’ya gitmemekte buldu. Yarın başlayacak toplantı öncesinde başta evsahibi PASOK olmak üzere, çeşitli partiler nezdinde girişimde bulunan CHP yönetimi sonuçtan emin olamayınca toplantıya katılmama kararı aldı.

Bilindiği gibi uzun bir süredir Sosyalist Enternasyonal’de başını İsveçlilerin çektiği bir grup CHP’nin örgütten atılması gerektiğini dile getiriyordu. Bu grubun eleştirilerinin yaygınlık kazanması ve Türkiye’den de AKP ve AKP destekçilerinin ardı ardına şikayet mektupları yazması üzerine CHP yönetimi çeşitli girişimlerde bulunmuştu.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen Sosyalist Enternasyonal ilkelerine sahip çıktıklarını ama örgütteki bazı partilerle görüş ayrılıklarının olduğunu açıkladı.

29
Haz
08

İstifanın Yolları

Çok eskiden, mücadeleden ayrılmış arkadaşlarımız için “İstifa etti.” derdik. Hiçbirimiz daha herhangi bir yerde çalışıp da kendi isteğimizle ayrılma gibi bir yaşantının içinde bulunmamış olmamıza rağmen, niye pek de yaşımıza başımıza yakışmayan öyle bir deyişi kullanırdık, bilmiyorum. Aklımızca, biraz alay etmeye, biraz da küçümsemeye çalışırdık ama, daha çok, o arkadaşlarımıza yönelik bir bağışlayıp kollama eğilimi ağır basardı galiba.

Zaten o zamanlar ayrılma değil katılma eğilimi baskındı. İnsanlar, özellikle de genç insanlar akın akın sola, sosyalizm mücadelesine geliyorlardı. Buradaki “akın akın” deyiminin çok abartılı olduğu düşünülmemelidir. İstifaların çoğalması daha sonradır. İstifa sözcüğünü seçişimizde onun bir teslimiyet anlamı taşımasının da payı vardı; bir işi sonuna kadar götürememenin, bir direnişi sürdürmeye güç yetiremeyişin, hiç değilse yorulmuş olmanın çaresizce kabullenilişi… Bu bakımdan, o zamanki ayrılmaların, genellikle, aşağıda değineceğim yollardan üçüncüsüne denk düştüğü söylenebilir.

Soldan, solculuktan, sosyalizm mücadelesinden ayrılmanın yollarını üç kümede sınıflandırmanın mümkün olabileceğini sanıyorum. Yolları yerine biçimleri ya da biçemleri mi demeliydim yoksa?

Bunlardan biri ve, benim gözlemlerime göre, en yaygın olanı, küfrederek ayrılmadır. Küfür ayrılma ile birlikte, belki biraz önce başlar; ayrılmadan sonra dozu ve zenginliği artarak devam eder. Küfürbazların bir bölümü parçası oldukları ama aktif politik hayatından uzak durmaya çalıştıkları düzenin keyfini sürerken, bir başka bölümü ise bu keyif sürme ayrıcalığının bedeli olarak ortaya koyabilecekleri başka hünerleri olmadığı için küfrederler. Dolayısıyla, birinciler küfrü boşa geçirdikleri zamanın hıncına küçük bir katkı olsun diye ve azaltarak sürdürürken, ikinciler tıksırıncaya, çatlayıncaya, patlayıncaya kadar yiyebilmenin karşılığı olarak küfrettikleri için küfürleri hiç bitmez ve yaratıcılıkta ellerine su dökülmez. Şöyle de söylenebilir: Birinciler için küfür artık bütün izlerinin silinmesi gereken karabasanlı bir geçmişi hatırlatttığı için git gide can sıkıcı duruma gelir. İkinciler içinse yolunu bulmanın vazgeçilmesi imkânsız yoludur.

İstifanın benim gözleyebildiğim bir başka yolu ya da biçimi, solculuğu aşmaktır. Burada söz konusu olanın, içererek ya da özümleyerek aşma diye ileri sürüldüğünü, hatta Hegel ve Marx göndermeleriyle dillendirildiğini de eklemeliyiz ki, anlatımımızda önemli bir eksiklik kalmasın. Entelektüel rengi baskın bu istifa biçeminin de politikanın büsbütün dışında olmamayı gerektirdiği, ülke ve dünya sorunları ile ilgilenmek çağdaşlığın bir gereği sayıldığından, sınırlarını bu gereğin belirleyeceği bir ölçüde politikanın içinde olmayı öngördüğü belirtilmelidir. İlkindeki kadar apaçık ve kaba saba olmasa bile bu ikinci yolun da belli bir küfür dozu olmaksızın hayata geçirilemeyeceği besbellidir. Bu ortaklaşmaya bakarak, soldan ayrılmanın, çoğu kez,  bir en az küfür düzeyini tutturmadan mümkün olmadığını söylemekte sakınca yoktur.

Bir üçüncü yol ya da biçim ise sessiz sedasız sıvışmaktır. Bu yolu tercih edenlerin yaptıkları ötekilere göre o kadar naif ve dürüstçe kalır ki genellikle, Marx’ın en sevdiği sözü tekrarlayıp “İnsani olan hiçbir şey bana yabancı değildir.” demekten ve burada kullandığımız “sıvışma” sözcüğünü pek ağır ve aşağılayıcı bulup “sessizce çekilmek” ya da “uzaklaşmak” türünden sözcüklerle değiştirmekten başka çare bulamayız; böylesi bize hem daha gerçekçi hem de hakkaniyete daha uygun görünür.

Şunu da eklemek zorundayım elbette: Bunlar benim yapabildiğim gözlemler ve onların sonucunda ulaşabildiğim soyutlamalar. Gözlem gücü ve soyutlama yeteneği daha gelişkin olanların, daha zengin sonuçlara ulaşabilmeleri doğaldır. Ancak, onların da burada kısaca yazmaya çalıştıklarımı geçersizleştirecek sonuçlar ortaya koyacaklarını sanmıyorum.

Son bir ek şöyle olabilir belki: Bunların, epey eski zamanlardan taşınmış saptamalar olmakla birlikte, özetlenerek yazılmasının bugünlere rastlamasında soldan ayrılmaların, başka bir sola geçmelerin, bu yöndeki eylem ve söylemlerin biraz artış eğilimi göstermesinin bir etkisi olmuştur herhalde. Bu yazımdaki en ivedilikle giderilmesi gereken eksikliğe gelince, bana kalırsa, o da müstafi olanların, daha doğru bir anlatımla dökülenlerin ve/veya bizim öyle kabul ettiklerimizin gerekçeleri ya da saikleridir.

Bu gerekçeler üzerinde de kafa yorduktan sonra, onlara, özellikle küfürbaz olanlarına  indireceğimiz darbelerin altından kalkacak gücü nereden bulacaklar?

29
Haz
08

Barzani Erdoğan’ı sıcak karşılayacakmış

Neçirvan Barzani, önümüzdeki günlerde Irak’a gidecek Başbakan Erdoğan için “sıcak karşılarız” dedi.

 Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetiminin başbakanı Neçirvan Barzani, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Irak’ta çok sıcak karşılarız” dedi.

Irak merkezi hükümet yetkilileriyle yaptığı görüşmelerin ardından Erbil’e dönen Barzani, burada Bağdat gezisiyle ilgili bir basın toplantısı düzenledi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Irak’ın başkenti Bağdat’ı ziyaret edecek olmasının kendilerini çok sevindirdiğini kaydeden Barzani, şöyle dedi:
“Bizim Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan ile şimdiye kadar görüşme gibi bir programımız yok. Ama olursa tabii ki biz çok seviniriz. Erdoğan’ı Irak’ta çok sıcak karşılarız. Ama şu ana kadar böyle bir program yok. Erdoğan’ın gelişinin her iki ülke için ilişkilerde yeni dönem ve iyi başlangıçlara neden olmasını diliyorum. Irak ile Türkiye arasında iyi komşuluk ilişkileri olmasını istiyoruz.”

Kürtçe yayın olumlu
Neçirvan Barzani, bir gazetecinin, Irak Kürdistan Demokratik Partisi (IKDP) lideri Mesut Barzani’nin “PKK’nin terörist örgüt olmadığı” yönündeki açıklamasıyla ilgili sorusu üzerine, IKDP liderinin kendilerine her zaman Türkiye ile iyi ilişkiler kurma talimatı verdiğini ifade etti ve sözlerini şöyle sürdürdü:

“Biz de bu sözlerden yola çıkıyoruz. Sorunlara Kürt bölgesi pozitif çözüm bulmak istiyor. Biz Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak istiyoruz. Bizim topraklarımızdan hiçbir şekilde komşularımıza saldırı olmasını istemiyoruz, buna karşıyız.”

Neçirvan Barzani, TRT’nin yapacağı Kürtçe yayınını çok olumlu bulduklarını da belirterek, “İşte sorunlar bu şekilde de çözülür” dedi.

29
Haz
08

CHP’li üyelerden TRT’yi şikayet

RTÜK’ün CHP kontenjanından gelen üç üyesi bir mektupla TRT’yi şikayet ettiler.

 RTÜK’ün CHP’li üyeleri Şaban Sevinç, Hülya Alp ve Mehmet Dadak, TRT’den sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın’a gönderdikleri mektupta TRT’yi şikayet etti.

TRT’nin son dönemde devletin temel kurumlarına karşı yürütülmekte olan karalayıcı kampanyaya katkı yapmaya başladığını anlatan üyeler, mektubu bilgi için Başbakanlık, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve RTÜK Başkanlığı’na da gönderdiler. 26 Haziran’da gönderilen mektupta TRT 1’den yapılan yayınlarla başta TSK ve Anayasa Mahkemesi olmak üzere ana muhalefet partisi ile diğer muhalefet partilerinin “demokrasi karşıtı -darbeci- hukuk dışı ve çetecilik” yapmakla suçlanır hale geldiği belirtildi.

Mektupta 18 Mart’ta Yeni Şafak yazarı Tamer Korkmaz tarafından yapılan Ezberbozan adlı programda ekranda yer alan “Yargı çeteleşiyor mu?” şeklinde bir yazıyla Türkiye Cumhuriyetinin yargı organlarına karşı akıllara durgunluk verecek şekilde saldırgan bir ifade kullanıldığına işaret edildi

Teftiş yapılsın

Bu suçlamaların, özel televizyon kanalına yöneltilmesi halinde sözkonusu kanalın “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkilaplarına aykırı yayın yapılamaz” hükmüne aykırı yayın yapmak suçundan, en ağır müeyyide olan “uyarı yapılmaksızın bir ay süreyle yayın durdurma” cezasına çarptırılacağını savunan RTÜK üyeleri, TRT konusunda RTÜK’ün yapabileceği bir yaptırımın söz konusu olamadığını vurguladılar.

RTÜK üyeleri, Devlet Bakanı Mehmet Aydın’dan söz konusu programlar hakkında “TRT içinde gerekli soruşturma ve teftiş mekanizmalarını çalıştırmayan” ve “devletin temel kurumlarına yönelik saldırgan, suçlayıcı ve bölücü yayınlara izin veren” TRT Genel Müdürü hakkında gerekli işlemlerin yapılabilmesi için Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun görevlendirilmesini istediler.

29
Haz
08

Sivil Darbeciler

Artık Türkiye’de darbe yapabilecek bir değil iki güç var!

 

 TSK’nın yeri ve “darbe” tehlikesi üzerine yoğunlaşan tartışmalar, siyasette “vesayet” konusunu da yenden gündeme getirdi. Bilindiği gibi, belli kesimler AKP’ye karşı siyaset yapan bütün özneleri “darbe yandaşı” ya da “ordu vesayetinde” olmakla suçluyor. Ancak bu suçlamaları yapan kesimlerin ortak özelliği Avrupa Birliği, ABD ya da Soros’un vesayeti altında olmaları. Ülkede yaşananlar, sanal düşman üretip kendi niyetlerini gizlemeye dayanan emperyalist toplum mühendisliği taktiğinin bir kez daha sahneye konduğunu gösteriyor.

TSK’nın siyasetteki yerine dönük tartışmalar son üç yılda yoğunlaştı. Bu dönem aynı zamanda Avrupa Birliği ve ABD’nin toplumsal ölçekte daha çok sorgulanır olduğu yıllara denk düşüyor. Son yıllarda üst üste yapılan kamuoyu araştırmaları Türkiye halkının ABD ve AB’ye güven duymadığını gösteriyor. Bu iki emperyalist odağın Irak işgali, “çuval hadisesi”, AB’nin Türkiye’ye karşı uyguladığı düşünülen çifte standart gibi gündemlerle itibarının sarsılmasının hemen ardından uygulamaya konulan “toplum mühendisliği”, ders kitaplarına geçecek bir incelik taşıyor.

Emperyalist odaklarla yakın bir ilişki içerisinde olan aktörler tarafından yürütülen kampanya Türkiye’de, Sırbistan-Ukrayna-Gürcistan-Kırgızistan örneklerinde olduğu gibi, neo-liberal politikaların ihtiyaç duyduğu devlet yapısının kurulmasını kolaylaştıracak bir toplumsal zemin oluşturmak ve “bağımsızlık” düşüncesini bütünüyle çağdışı ilan etmek gibi amaçlar taşıyor. Bir yandan AKP karşıtı olmak “darbecilikle” özdeşleştirilirken, AB, ABD ve Soros vesayetçiliği meşru hale getirilmeye çalışılıyor.

Kim bu mühendisler?
ABD’li spekülatör George Soros’un Türkiye temsilcilerini listenin en başına yazmak mümkün. Bilindiği gibi George Soros’un ismi Gürcistan’da, Ukrayna’da ve Kırgızistan’da hayata geçirilen turuncu ve kadife devrimlerde sıkça duyulmuştu. Soros tarafından kurulan ve uluslararası bir örgütlenme olan Açık Toplum Enstitüsü Türkiye’de de çalışma yürütüyor. Enstitü’nün Türkiye direktörü Hakan Altınay yine Soros tarafından finanse edilen “Bağımsız” İletişim Ağı’nda (bianet.org)  ve Taraf Gazetesi’de yayımlanan yazısında Soros’tan “zengin, ancak servetini çok lüks bir yaşam sürdürmek yerine, ‘açık toplum’ ideali için harcayan sıradışı biri” olarak bahsediyor. Bu enstitü TESEV, Açık Toplum Enstitüsü, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türk Demokrasi Vakfı, Tarih Vakfı, ARI Derneği, Liberal Düşünce Topluluğu, TOSAV, BiaNET, AÇEV, Umut Vakfı ve Bilgi Üniversitesi’ni doğrudan destekliyor.

Soros’tan yıllık 2 milyon dolar
Danışma Kurulu üyelerini her sene değiştiren Enstitü’de şu ana kadar Neşe Düzel, Murat Belge, Eser Karakaş, Baskın Oran gibi isimler görev almış. Enstitü’nün Danışma Kurulu Başkanlığı’nı ise eski TÜSİAD yöneticisi patron Nazif Can Paker yapıyor. Paker aynı zamanda TESEV’in başkanlığını yürütüyor. Paker, Soros’un yıllık yaklaşık 2 milyon dolarlık bir bütçeyi Türkiye’deki projeler için ayırdığını söylemişti. Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan gibi ülkelere yapılan desteklerin yüz bin dolarlarla ifade edildiği düşünüldüğünde bu rakamın önemi anlaşılıyor. Can Paker bir röportajında şöyle söylüyor: “AB hedefine kim adım atabiliyorsa kesin ona destek veririm. Adım atmayana destek vermemeye çalışırım. Artı karşısında olmaya çalışırım. AB yolundan ayrılanların da yine karşısına çıkarım. Benim için Türkiye’nin siyasi çatısı Avrupa Birliği’dir.” Açık Toplum Enstitüsü ve vesayeti altındaki kurumlar ve kişiler, yayınları ve yürüttükleri faaliyetlerle “toplum mühendisliği”nin en önemli örneklerini sunuyorlar.

Fethullahçılar
Toplum mühendisliği söz konusu olduğunda Açık Toplumcularla yarışan bir diğer ekip ise  Fethullah’çılar. Medya ayağını Zaman, Samanyolu TV, Aksiyon Dergisi, Ebru TV, Mehtap TV, Cihan Haber Ajansı ve Burç Fm’in de içinde olduğu bir dizi yayın organının yaptığı bu örgütlenme ayrıca 1998 yılında bu yana Abant Toplantılarını düzenliyor. Yüzlerce akademisyen, yazar ve siyasetçiyi bir araya getiren Abant Toplantıları, (şimdilik) ABD’deki Fethullah Gülen’in Türkiye siyasetinin eksenini belirlemekteki en önemli platformu olarak görülüyor.

Sene başında AKP’ye karşı üniversitelerde düzenlenen eylemleri provokatörlük ve darbe yandaşlığı olarak niteleyen bu grubun yayınları, AKP yayını gibi çalışan Yeni Şafak, Bugün, Star türü gazetelerle birlikte güncel olarak devam eden “Darbeye Karşı 70 Milyon Adım” gibi inisiyatiflerin de baş destekçisi durumunda.

Son dönemde AKP’ye yakın sivil toplum örgütlerinin bir araya gelişiyle oluşturulan ve 350’ye yakın katılımcıya sahip Ortak Akıl Hareketi ise “darbe karşıtı” bir toplumsal hareketlilik yaratma amacını taşıyor. İlk mitingini dün Malatya’da gerçekleştiren Ortak Akıl Hareketi’nin “Kayıt yok, şart yok, Egemenlik Milletin” yazılı afişleri bu günlerde panoları süslüyor.

Geçen hafta İstiklal Caddesi’nde “Darbeye karşı 70 milyon adım” inisiyatifi tarafından düzenlenen “Darbeye Durde” yürüyüşünde bütün bu aktörlerin buluşmasına tanık olundu. Kendisini “solcu” olarak tanımlayan isimlerin de dahil olduğu bu yürüyüş AKP’ye ve emperyalizme karşı verilecek mücadelenin önünü kesmek üzere yürütülen faaliyetin nicel olmasa da nitel anlamda önemli bir yol aldığını gösterdi.

29
Haz
08

Edebi provokatör!

AKP’nin politikalarını eleştiren yazar Latife Tekin’i susturmaya kalkan Karabük Belediye Başkanı Erer, ‘provokasyon sezdikleri’ni iddia etti.

Karabük’te düzenlenen Sanayi, Kültür, Sanat Festivali kapsamında yapılan “Kentleşme, Sanayi ve Edebiyat” panelinde, yazar Latife Tekin’in konuşmasına tepki gösteren AKP’li Belediye Başkanı Hüseyin Erer, Latife Tekin ve Onur Caymaz’ın paneli terk etmesinin ardından, basın kuruluşlarına yaptığı açıklamada Tekin’i suçladı. Tekin’in konuşmasının hakaret içerdiğini öne süren Erer, yazarların siyaset yapmasına da karşı olduğu için, engellemek isteğinin başından beri var olduğunu söyledi.

“Sanat siyasete karışmamalı”
Erer, “ben geldiğimde Latife Hanım konuşuyordu. Bir süre dinledim; ancak konuyla ilgili olmayan siyasi konuşmalar yapıyordu. Ben de öne geçtim, belki esas konuya gelir, konuşmasını dengeler diye” sözleriyle Tekin’e karşı ölçülü bir uyarıda bulunduğunu ifade etti. Erer, “ben her türlü fikrin söylenmesinden yanayım. Ancak kültür sanat etkinliğinde siyaset yapılmamalı; bu tür etkinlikler siyasi platforma çevrilmemeli. Orada, hem yapılmaması gereken siyaset, hem de yapılmaması gereken hakaret yapılmıştır” sözleriyle de, tepkisinin neye yönelik olduğunu sergiledi. Erer, hükümete, Başbakan’a, Cumhurbaşkanı’na eleştiri yöneltmesi üzerine müdahale ettikleri yazarın, “beni susturamazsınız” tepkisinde, “bir provokasyon sezdik” dedi.

Emekçi kentini saran gericilik
Latife Tekin, konuya ilişkin soL’a yaptığı açıklamada, “festival davetini kabul ettiğinde, bir emekçi kenti olduğunu düşündüğü Karabük’te, gericiliğin hissedilir şekilde arttığını gözlemlediğini ve panel konusu olan sanayi ve kent üzerine konuşurken, bu konuya da değindiği”ni söyledi. Enerji konusunda AKP’nin politikalarının emek karşıtı olduğunu da söylediğini belirten Tekin, Belediye Başkanı’nın sanatçının siyaset yapmasından ve güncele dair eleştiride bulunmasından rahatsız olduğu, bunun da AKP’nin eleştiri kaldırmayan tavrıyla örtüştüğü saptamasında bulundu. Gösterilen tepkinin aşırılığı karşısında, olayın Madımak’taki gibi bir boyuta gelmesinden bile korktuğunu söyleyen Tekin, “orada bulunan diğer arkadaşlarımıza karşı da bir tepki oluşmaması için kalkıp çıktım” dedi.

Olayla ilgili olarak görüştüğümüz, aynı panelde konuşmacı olarak yer alan yazar Onur Caymaz ise, Belediye Başkanı’nın gösterdiği tepkinin ardından, kendisinin ertesi gün yapacağı açıklanan şiir dinletisini de iptal ederek Karabük’ten ayrıldıklarını söyledi. Caymaz, Karabük Kültür Derneği’nin olaya belirgin bir tepki koymadığını ve Belediye Başkanı’nın ise televizyonlarda özür dilemek dışında kendileriyle bağlantıya geçmediğini belirtti. Karabük Kültür Derneği, olayın ertesi günü AKP’li Belediye Başkanı Erer ile basın toplantısına katılarak, yaşananlardan üzüntü duyduklarını ifade etmişti.




İstatistikler

  • 2.406.134 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Haziran 2008
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30  

En fazla oylananlar