Kübalılar ABD’ye “El İmperio” yani imparatorluk derler.
ABD’nin eğer bir ülkeye “insan hakları, demokrasi, sivil toplum, hukuk devleti, özgürlükler, piyasa ekonomisi” gibi konularda baskısı olursa, gerçekte o ülkenin içişlerine müdahale etmek istediğini bilirler.
Çünkü ekonomi politikten (siyasal iktisattan) anlarlar.
Emperyalizm gerçeğini çözmüşlerdir.
Şili’de solcu Salvador Allende’yi devirip, darbeci Pinochet’i getiren gücün ABD olduğunu görmüşlerdir.
11 Eylül 1973’te Şili’de onbinlerce insanın ölümünden sorumlu olan ABD’nin ünlü Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in, “Bir ülkenin kendi halkının sorumsuzluğu yüzünden komünist olmasına neden göz yummamız ve tahammül etmemiz gerekir anlamıyorum” (Tevfik Taş, Görünüş ve Gerçek, Elma Yay,. İstanbul, 2003, s: 11) dediğini unutmamışlardır.
Emperyalizmin, söylemleri, yöntemleri değişse de, özü değişmez.
Örneğin ABD, Afganistan’ı hem “terörden arındırmak ve özgürleştirmek”, hem de 11 Eylül 2001 saldırılarının faili olarak gördüğü El Kaide lideri Bin Ladin’i yakalamak için işgal ettiğini açıklamıştır.
Ama ne ülkeyi özgürleştirmiş ne de Bin Ladin’i yakalamıştır.
Ama çok zengin bakır yatakları bulmuştur orada.
ABD’nin söyleminde terörle savaş bahanedir.
Bir zamanlar SSCB’ye karşı desteklediği İslamcılar, artık ABD için sorun yaratıyor gibi gösterilmişler, işgalin gerekçesi, sebebi, bahanesi olarak sunulmuşlardır.
Gerçekte ABD, ekonomik olarak yeni yatırımların altyapısını hazırlamış, doğal kaynakların denetimi yönünde önemli bir coğrafyaya yerleşmiş, kendi şirketleri için uygun ortam yaratmıştır.
ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında yaşananlar emperyalizm gerçeğini tüm çıplaklığıyla, acımasızlığıyla ortaya koymuştur.
İşgal sonrasında yaklaşık 2 milyon sivil ölmüştür.
Ülkenin dünyaca ünlü müzelerinden tutun da tapu kayıtlarına kadar ne varsa yağmalanmıştır.
Bilim insanları ya katledilmiş ya da kaçmıştır.
Irak Sünniler, Şiiler ve Kürtler arasında fiilen üçe bölünmüş, istikrarsızlığa teslim olmuştur.
2011 sonuna dek çekilme işlemini tamamlayacağını açıklayan ABD, bu ülkeden tamamen çekilmeyecektir elbette.
Ama Irak’ta işgalden geriye çökmüş bir devlet yapısı, umutsuz bir halk, petrol başta olmak üzere tüm ekonomik kaynakları öncelikle ABD’li şirketler tarafından değerlendirilen bir ülke kalmıştır.
Kısacası ABD, geçmişte Pearl Harbour baskınının sonuçlarından yararlandığı gibi bu kez de 11 Eylül’ün sonuçlarından, Bin Ladin’in varlığından, Saddam’ın tek adam yönetiminden, bir türlü bulunamayan kimyasal silahlardan yararlanmıştır yeni işgal ve talanları için.
Geçmişte ABD’yi yönetenler, önceden haberdar oldukları Pearl Harbour baskını sonrasında, Japonya’ya atom bombası atma gerekçesini nasıl üretmişler ise bu kez de geniş kitlelerin savaş konusunda inşası ve iknası için, kitle imha silahları bahane edilmiştir.
Emperyalizm, ikna etmek, korku salmak için bir kez daha bilinen yollara başvurmuştur.
Emperyalist merkezlerin psikolojik harp yöntemlerini iyi kullanan kurmayları, sık tekrarlanan bir yalana herkesin inanacağını bildiklerinden, Yugoslavya’dan sonra Afganistan ve Irak’ı da bölmeyi başarmışlardır.
Unutmamak gerekir ki emperyalizm işgal için her zaman silahlı güce başvurmaz.
Ekonomiyle, medyayla, kültür kurumlarıyla, aydınlar eliyle, üniversiteleri kullanarak, kısacası yumuşak gücü sayesinde de ülkeleri içten çökertir.
Ve emperyalizmin çevre (periferi) bir ülkeye girmesinin en kolay yolu siyaseti ele geçirmekten geçer. Çünkü silahlı işgalle yapılamayanlar, siyasetle yapılır.
Hem de daha kansız, daha ucuza, daha kalıcı, daha etkili biçimde.
Üstelik bu yöntem dünyanın tepkisini de çekmez.
Okumaya devam edin ‘“YENİ”lenen ve YENİLEN Türkiye’
Son Yorumlar