Yanılgı, geriye dönüp baktığınızda pişmanlık duyduğunuz şey değildir; bazen devamlılığı olan, bazen de inanmak istemediğiniz halde.. olmaya devam edendir! Kendi şahsî hayatınızla ilgili olduğunda ne kadar zaman kaybetmiş olursanız olun ders çıkarıp tekrar kaldığınız yerden devam edebilirsiniz…
Ancak, geneli ilgilendiren konularda işin içinden böyle kolayca sıyrılamazsınız.
Hiçbir şey olmasa bile üzerinize değen.. üzerinize sinen bir vebal vardır; işte ondan kurtulmak zordur.
İşte ben bu vebali almamak için, ta en başından beri.. ‘tu kaka’ ilan edilmek pahasına söylenmesi ve yazılması gereken her şeyi yazdım, söyledim! Ne mi oldu? Elime ne mi geçti!..
Sevilmedim tabi! dışlandım! yüzüme gülenler, arkamdan kuyu işine girdiler!
Ben yazılması gerekenleri yazdıkça, itelendim! kakıldım!.. dün, benim yazdıklarıma gereksiz ‘ayrıntı’ diyenler, ‘mücadeleyi böler’ diyenler.. bugün aynı şeyleri söyler oldular! ‘dün’ de bunları söylüyorduk, gibisinden söz söylediler.. Madem dün bunları söylüyordunuz; ‘biz’ linç edilirken neredeydiniz!
Şimdi siz linç ediliyorsunuz. Ama daha ‘benim’, doğrusu ‘bizim’ söylediklerimizin onda birini söylemediniz! Onda birini yazmadınız!..
Halen daha işin ‘tabela’ kısmındasınız!.. ‘arka sokaklarda neler oluyor’ kısmına geçmediniz bile..
Şu an memleketin içinde bulunduğu durum herkesçe malûm! İlâna gerek yok.. iyi de hiç kimsede eleştirilen, daha doğrusu; öncelikle bizim eleştirdiğimiz ve sonrasında yeni seslerin ilave olduğu ‘oluşuma’ ya da ‘oluşumlara’ karşılık, alternatif ve sadece ‘vatan paydası’nın esas alındığı bir ‘oluşum’ kurma çabası yok! Kurmaya yönelik girişimler de yine ‘bizden birilerince’ kesilmekte! Bu nasıl bir trajedi! Bu nasıl bir güvensizliktir, anlamadım!
Her yazıda, her söylemde ‘uyanın artık’, ‘memleket elden gidiyor’ gibi sözler söyleyeceksiniz; sonrasında da, ufak-ufak.. belki küçük-küçük ve belki sınıf-sınıf birleşmeler, bir araya gelmeler olacak.. bunları da elinizin tersiyle iteceksiniz!..
Herkesin uyanmasını mı bekliyorsunuz!.. çok beklersiniz; hangi davayı incelerseniz inceleyin, teorisi –yani az aydınlık’ın temellendirdiği- fikir olmadan, pratiğin –yani halk çoğunluğu oluşması- yoktur!.. Bu, ‘Kurtuluş Savaşı’mız için de geçerlidir. Öncü birlikler –yani düşünsel ve eylemsel manada fikir birliği sağlayan aydınlar- olmadan halkın mücadeleye dâhil olması zordur! İmkansızdır hatta..
Bugün İşçi Partisi ve uzantılarının ‘DAVA’ya verdiği zarar ortada iken, partizanlığın ‘vatan ve millet’ paydasından önde tutulduğu aşikârken; önce bu ihaneti dillendirmek ve akabinde alternatif ‘oluşum’u halkın önüne koymak, şu an için bir ‘aydın’ zorunluluğudur. Ama bakar kör olmayanlar için; ulus ve millete hizmet ediyoruz iddiasında olanların şahsî endişeleriyle bir araya gelmiyor ya da gelemiyor olmaları, aslında; kişisel hesap ve matematiksel denklemlerin işin içine sızdığının bir kanıtı olsa gerek..!
Şüphe iyidir; hatta kendi adıma konuşacak olursam, beslendiğim yegâne kaynaktır; ancak şüphenin esiri olursanız toplu yolculuklara çıkamazsınız. Yani, şüphe etmek iyidir, lakin şüpheden ölmek.. gerçekten ölümdür!.. Bugün ülkenin içinde bulunduğu bu vahamet karşısında birleşemiyor isek; bunun yegâne sebebi herkesin birbirinden şüphe duymasıdır. Bu tespite, yaptığım pek çok görüşmeler neticesinde vardım ve kanî oldum ki, bizim birleşmemizin önündeki en büyük engel, içimizde büyüttüğümüz şüphedir.
‘’Bugün birlikte hareket ederken.. ya yarın ters bir şey söylerse ne olur!’’
İşte bu şüphe ,‘DAVA’nın önde gelenlerini hareketsiz kılan engelin ta kendisidir! Tabi ki en öncelikli olan, ‘Kemalizm’in içine sızan ihanetin deşifresidir! Ancak bu temellendirme yapıldıktan sonra ortaya çıkan ‘şüphe’nin giderilmesi metot olarak ikinci aşamadır.
Henüz birinci aşama tam manâsıyla aşılmış değilken, ikinci aşamanın tartışılması ne derece doğrudur bilemem; ancak sıralama budur ve acilen çözüm bulunmalıdır. Şüphe hissi her sağlıklı insan için itici bir güçtür, fikirsel alanda ise üretimin anahtarıdır; ancak başta da dediğimiz gibi, esiri olmadan..
Doğu Perinçek, yaklaşık on gün önce ülkeye mâl olmuş aydınları, kaynamakta olan kazanın içindeki ‘kurbağa’ya benzeterek bugüne değin izlediği siyaseti keskin hatlara büründürmüş ve kendisinden yana olmayan aydınlara gözdağı vermişti. ‘Ya benimlesin, ya da hiçsin!’ misali..! Yani partizanlığın ‘biat’ bayrağını dosta düşmana karşı açtı! Hem de toplumun değer verdiği aydınları aşağılayarak ve de suçlayarak…
Suç: Örgütsüzlük! Verilen adres neresi? İP!.. İşte bu aydınların en büyük günahı bu ‘örgüt’e katılmamaktı!
Evet, ‘aydın’ları örgütsüzlükten dolayı eleştirebilirsin; ki kendi adıma ben de bu eleştiriyi yapıyorum.. ileri gidiyorum, suçluyorum da!.. Lâkin Mustafa Yıldırım’ın yazdığı ve bence gerçek bir aydın naifliği ve aynı zamanda netliği ve de mertliği taşıyan cevabında da dediği gibi;
‘’ Araştırmadan, incelemeden, çözümlemeden ve yazmadan önce bir merkezden onay mı almalıydık?
Yazarak, anlatarak, bilgi ileterek ulusu uyandırmaya çalışanları kim izliyor ve izletiyor da yazanların örgütsüzlüğüne karar veriyor?
Hangi örgüt, örgütten sayılıyor ve örgüt seçerken kimden izin almalıyız?!’’…
Ta en başından düne değin ‘Kemalizm’le kavgalı olanların kurduğu ‘örgüt’ -parti-, bugün ‘noter’ olmuş, önüne gelenin ‘Atatürkçülüğünü’ daha doğrusu ‘Kemalistliğini’ sorguluyor.. onay alamayanlar; bırakın Atatürkçülük yapmayı, ‘Atatürk’te birleştik’ bile diyemiyor! Bu ne menem bir döngüdür ki; koca-koca prof amcalar, teyzeler, bilmem kaç kitaba imza atıp fersah-fersah yazı yazanlar; bir gün olsun ellerine kalemi alıp ya da mikrofonu; ‘’hocam sen kim oluyorsun da milleti zapt u rapt altına alıyorsun’’ demiyor, diyemiyor!
Bana diyorlar ama! Hakaret ve tehdit mesajlarının haricinde ‘sen de kimsin’ diyorlar!.. Gülüyorum; çünkü ben kıyıda köşede kalmış bir yazarım, üç-kişi, beş kişi okur beni, sıradan bir adamım; beni bırakın da, ağababalarınıza sorun ‘sen de kimsin’ diye..! Kişilik sahibi olmak, adam olmak için ön-şarttır, kazanmaya bakın…
Bu nasıl bir güçtür ki; yıllardır binde bir bile oy alama ve ancak hiç kimseyi sallama..! İlla ki başka bir açıklaması olmalı.. onu da yaparız; lakin sırayı takip ediyorum, şimdi sırası değil; kim bilir belki ‘büyük yazar’(!)lar yazar da, biz de faydalanırız ucundan kıyısından.. Hani her türlü kirli bağlantıyı açığa çıkaran araştırmacı-gazeteci-yazarlarımız var ya.. onlar! Bir gün mutlaka yazacaklar; yazdıkları ‘gün’, o gün’e değin neden yazmadıklarını-yazamadıklarını da yazacaklar; işte gün o gündür!..
Konuyu bağlayacak olursak; herkes herkesi eleştirebilir, ancak insanlar senin partine teveccüh etmiyor diye eleştirirsen ve ortada birleşecek ‘vatan paydası’, ‘Atatürk’, ‘Milli Mücadele’ gibi kavramlar dururken kendi ‘örgüt’ünü mücadelenin merkezine koyarsan, burada samimiyet aranmaz.. aransa da bulunmaz! İlla da bulacağız derdinde olanlar varsa, azıcık izân.. derim!..
Oldum olası kurabiyeyi çok severim; hatta evlilik şartlarımdan biri de mutfakta bir kavanoz içinde devamlı kurabiye olması yönündeydi, az önce fındıklı bir tane attım ağzıma.. hımmm, eşimin ellerine sağlık, gerçi tarif anneme ait ama olsun.. Ha bu arada eşim de okuyucumdur, haftalık çıkan bir yayında yazılarıma yorum yapardı… Edebiyatçıdır, yazılarımda imlâ hatalarının asgari olması onun eseridir; bazı kuralları tanımayışım ise her zamanki gibi benim seçimim..
Diyeceğim o ki; sıradanız. Herkes sıradandır, hepimizin hayatı sıradandır. Zaten bugünün dünyasında sıradan olmak, sıra dışı olmaktan daha ‘sıra dışıdır’; çünkü herkes kendisini diğerlerinden daha değerli, daha bulunmaz, daha bir halt sanıyor ve birileri de buna inanıyor. Yazık!
Bir gün şu Ertuğrul Özkök hakkında yazmak istiyorum; aykırı adam(!), romantizmin ve de metroseksüelliğin duâyeni hakkında.
Ahmet Hakan hakkında yazmayacağım; zira onun şu an takıldığı mekanların çoğunu eskittiğim için…
Bir de oturmamış üzerine.. ‘heves’le karışık bir merak seziyorum, özlem duyulan bir hayatın içine aniden dalıp kaybolmak gibi; her ne kadar entelektüelliğe bağlasa da kendisini, üzülüyorum aslında; o yerler yer değil, Sıraselviler’de kimleri sıralamadılar ki, şimdi saysam medya çöker, sanayici kalmaz!
Hep o Taksim’deki Borsa Lokantasında başlar-dı hikayeler; Twenty, ora-bura derken Hayallerin Kahvesi en masumudur; iş oradan çıktı mı; ya Tarlabaşı’nda hacamat olursun ya da Sıraselviler’de dönme dolap.. Nevîzâde’den şaşmamakta fayda görüyorum birileri için; zira belli bir yaştan sonra ıslık da çalsalar dönülmez akşamın ufkundan..
Özkök’e hastayım !
Bir programda şöyle demiş: “Ben her gece karımın soyunmasını izliyorum. İtiraf ediyorum; hayatım boyunca her gece yatarken onun soyunmasını izledim. Bana hep müthiş bir estetik ve kadınlık defilesi yaptı soyunurken”..
Nasıl müthiş adam değil mi; izlemiş!.. başka bir şey derdim ama sırası değil. Bu açıklamayı hangi programda yapıyor o önemli, Seda Sayan’ın sabah programında.
Güneri Cıvaoğlu’nun sunduğu ‘Şeffaf Oda’ programında yapsa hadi bir derece, o program genel-geçer halk kitlesine hitap etmediği için belki başına vurmuş der geçerdik ama sabah yayınlanan ve alt ve orta -bu tabirleri sevmem ama- gelir grubuna hitap eden bir programda bir insan neden böyle bir açıklama yapar!
Cevabı çok basit..
Söyleyecek başka bir şeyi yoktur; ki bu kişiler kadın konusunda kendilerini otorite sanırlar, zaten sorun da buradadır!
Yani sorunlarını dillendirerek, mevzuyla çok alakalıymışlar imajı verirler.
Ahmet Altan’ın bir çift memeye vatan satması gibi..
Yani anlayacağınız, sorunlarını dile getiriyorlar, sorun olmayan kısımdan bahsetmiyorlar..
Daha sonra açacağım..
Ahmet Hakan da, Ertuğrul Özkök de Umre ziyaretlerini yapmışlardır bilginiz ola, yarı ‘hacı’dırlar, ona göre..!
Nereden nereye değil mi..
Öyle değil işte, en başta ne dediysek hiç sapmadan devam ediyoruz, hepsi birbirine zincirin halkaları gibi bağlı.
Siz başımıza gelen tüm bu olayların medya bağlantısını bizden-benden iyi bilirsiniz ve aynı medyanın sistemin işlerliğine yaptığı katkıyı zaten sular-seller gibi ezberlediniz.. işte o medya, bu ve benzeri adamların kontrolünde ilerlerken, memleket uçurumun kenarından, her an aşağıya itilme korkusuyla terbiye edilirken..
Sadece izleyenler ve izleyicilerin marifetlerini satın alanlar var!
Okuyorlar ve aydınlanıyorlar(!), lâkin şarj tutmuyor; çünkü priz başkasının elinde, habire fişi çeki-çekiveriyor!
Ankara’da dün öpüşme eylemi yaptıranlar da bunlar, metroda ‘elleşmeyin’ anonsu yapan zihniyetin hâmisi de bunlar!dır!..
Bildiğiniz…
‘Ortada sıçan var’ oynanıyor !
Seyrediyoruz !..
Hadi birleşelim ; bu şer ortaklığına, bu kirlenmiş, tersi dönmüş düzene karşı bir cephe kuralım dediğimizde bize hain diyorlar!
Kim diyor ?..
Okumaya devam edin ‘Ortada sıçan Var..!!!’
Son Yorumlar