Mayıs 2013 için arşiv

31
May
13

İSTANBUL TAKSİM’DEKİ HALKIMIZIN HAKLI İSYANINI SADİST BİR ZEVKLE İZLEYEN VE KESİNLİKLE YÖNLENDİRMEK İSTEYECEK OLAN “YENİ DÜNYA DÜZENİ ELİTLERİ” ADLI KANCIK ÇAKALLARIN PLANLARINI BOZARAK, TERTEMİZ KENDİ “YENİ TÜRK DÜZENİ”MİZİ KURALIM..!!!

GAZLAMA

Ammaaaaaaaaa…

AKePe’yi   sadece  ve   sadece   Yüce   Türk  Milleti,  hiçbir   güdüme   girmeden   ve    

sadece   kendi   istediği   için  deliğe   süpürmelidir…

Yoksa   “ARAB’ın   harap   olduğu   BAHAR”daki   gibi   haklı   tepkimiz   kullanılıp  

sikindrik   gerizekâlı   gibi   arap   saçı   durumuna   düşeceksek,   toptan   imha   olalım  

amına   koyayım…

Bu   millet   esir   yaşamaktansa   yokolsun   gitsin   daha   iyidir…

Yeni  Dünya  Düzeni”   ELİT   çakallarının   küresel   tezgâhını   ancak   biz   bozabiliriz…

Sakın   ola   ki   son   on   yıllık   tiranlık   ve   despotizme   karşı   milletimizin   birikmiş  

nefretini   boşa   harcatıp   sonra   daha   uzun   yıllar   sürecek   zulmün    kapılarını  

açmayalım..!!!

Biz   Türkler ;   tarihin   hiç  bir   devrinde,   hiç   bir   yerde   önce   kaos   yaratıp   sonra  

sözümona   “düzen”   getirmek   adına   işgal   etmedik..!!!

Türkler   her   zaman   başkalarının   çıkardığı   kaosa   son   verip   herkese   ve  

her   canlıya   huzur   ve   düzen   getirmiştir…

Anlayan,  ne   demek   istediğimi   mutlaka   anlamıştır…

Bunu   sakın   unutmayın…

*     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *

Ben   ezelden  beridir  hür  yaşadım,  hür  isyan   ederim.

Hangi   PKK’lı   bana   “ÖNDER”lik   edecekmiş ?   Şaşarım !

Kükremiş   sel   gibiyim,   Tayyip’i   çiğner,   aşarım.

Yırtarım   barikatları,   TAKSİM’e   sığmam,   taşarım.

*     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *     *

TAKSİM  GAZLAMA

31
May
13

SAHİPLER ve KANAAT ÖNDERLERİ…

 TAKSİM  GEZİ  PARKI

‘Yenileceğimizi biliyordum ama halk savaşmak istiyordu’

Paris’te  Marks  bir  halk  ayaklanmasında  bunları  söylemişti  evet.
Ve  yenildiler.
Örgütsüz  bir  mücadele  yenilmeye  mahkûmdur.
Peki  neler  oluyor ?
Silivri’de
Hasdal’da,
Buca’da,
[Reyhanlı’da,
Üçüncü Boğaz Köprüsü civarındaki büyük çaplı doğa katliamlarında?]
Taksim Gezi Parkı korunduğu zaman, yeşil alanlarımızı ve dolayısıyla vatanımızı kurtarmış mı olacağız? Elbette hayır. Siyanürle maden aranmasından tutun da, köprüydü AVM’ydi aklınıza ne kadar rant kapısı geliyorsa her biri için öylesine büyük bir iştah ve zorbalıkla yapılagelindi ki bu katliamlar, Taksim Gezi Parkı belki de devede kulak. Ama nedir? Orası kentin en panoromik, en gözönünde, en can alıcı ve hatta en “popüleritesi yüksek” uzvudur. Asla önemsizdir demeyeceğim. Çünkü Kapitalizme karşı yapılan bu eylemin alt metninde kalın puntolarla yaşama biçimime ve özgürlüklerime karışma vurgusu yatmaktadır. Taksim bir yaşam biçimidir. Ve her bir ağaç biliyorum ki benim canımdan kıymetli.
İş bu kıymetli – ve popüler vaziyet-, biliniyordu ki kullanılabilirlik değeri azami seviyelerde bir durumu da beraberinde getirecekti. Ha keza böyle de oldu.
Sokak konusunda kendimi tıpkı o Paris’teki kitleye benzetiyorum son dönemde katılmanın benim için bir zorunluluk olduğunu bildiğim eylemlerde.
Kim olarak katılıyorum?
Vatandaş.
Peki bu eylemler kimler tarafından organize ediliyorlar?
Örgütlülük boyutu nedir?
Uzantıları belli siyasi yapılardı her birinin.
O onu desteklemiş, bu bunu.
Peki bu siyasi görüşler benim siyasi görüşlerimi bire bir yansıtıyor mu?
Hayır.
Hiç biri bire bir yansıtmıyor.
Ancak ne var ki insan doğası devreye giriyor böylesi durumlarda.
İçgüdüsel bir çıkış, bir hamle.
Ayağa kalkış, kendi kendini yalnızca “kendine” doğrulamak adına bir direnme içgüdüsü.

Reyhanlı’da   177   canımız   katledildi.

Onlar için  binlerce insan toplanıp  şiirler   söylemediler  

ne   yazık   ki.

Bugün Taksim’de onların unutulmadığına dair sloganlar da atılır umarım…
Üçüncü Boğaz Köprüsü’nün yolları “şuradan” geçecekmiş denildi.
Ve hektarlarca arazi  o nadide örtüsünden mahrum bırakıldı.
O canım ağaçlar, içinde yaşayan börtüsü böceğiyle, kuşlarıyla birlikte yok edildi.
Sonra denildi ki “Yok yok yol oradan değil, şuradan geçecek. Yanlışlık yaptık…”
Oysa biliyoruz böyle bir yanlışlık yapılmaz.
O bölge orman vasfından arındırıldı. Yani yeni 2B yasasına göre imara açılmış oldu…
Peki Gezi Parkı için toplanan binlerce insan neden oraya gidip şiirler, şarkılar söylemediler? (Söylemedik?)
Uzak diye mi?
Yeterince panoromik olmadığı için mi?
Şimdilik popüler olmadığı için mi?
Ya da en önemlisi   önlerinde Sırrı Süreyya Önder gibi bir kanaat önderi olmadığı için mi?
Kimseyi eleştirmek haddim değil.
Bu gece şartlarım uygun olsaydı normal bir zamanda yüz metre mesafesine bile asla yaklaşmayacağım Apo’nun posta güvercini Sırrı Süreyya ile aynı safta yer almak pahasına Taksim Gezi Parkı’na ben de gidecektim.
Ancak bu durum beni naçizane kendimce bazı tespitler yapmaktan da asla alı koymuyor…
Zira mücadelemizin henüz gerçek anlamda örgütlü bir mücadele olduğunu sanmıyorum.
Örgütlülük adına olagelen, gücünü sosyal paylaşım sitelerinden  alan karambol bir çıkıştır şimdilik.
Belki de her şeyin bir sırası vardır.
Söz konusu olan yer İstanbul’un gözbebeği Taksim Gezi Parkı’dır.
Popüleritesi çok yüksek bir alan.
Bunu daha önce söylemiş miydim?
Memleketteki yüksek katılımlı son dönem eylemlerine baktığımızda, benim aklıma, 8 Nisan Silivri duruşması, 1 Mayıs(Taksim), 19 Mayıs (Sıhhiye) geliyor.
Neler oldu bu eylemlerde peki? Onca insanın katılımıyla gerçekleşen bu protestolar medya ve TV.’de hiç bir yer bulamadı…
Halk organik(!) Amerikan yapımı gaz bombalarıyla tanıştı, hatta kaynaştı.
Öyle ki önlem olarak eczanelerden solüsyonlar bile temin edebiliyoruz artık…
O derece de bilgilendik.
Polis öylesine güçlendirildi ve F tipi bir hale sokuldu ki ve yetkileri öylesine genişletildi ki.
Allah yarattı falan demeyip yer misin yemez misin, tıpkı bir panter edasıyla saldırıyor halka…
Büyük kitleler ve bir ayağa kalkıştan bahsediyordum.
Konu şimdilik dağılmasın.
Halk üzerine yapılagelen her bir baskı, her bir yengi, o halkın gücünü ve direncini kırar.
Bu bilinen bir gerçektir.
O yüzden ben çoğu zaman bu organizasyonların bu amaca hizmet ettiğini düşünüyorum bu bir…
İkincisi Taksim Gezi Parkı’yla alakalı.
Medya ve TV.’da geniş yankı buldu bu konu acaba neden diğerleri bir satırlık yer bulamazken bu protesto ayyuka çıktı?
Burada öncelikli olarak zaman aralığına dikkat çekmek istiyorum.
Dün ve bugüne yani.
Geçtiğimiz gün yüce meclisimiz geceyarısı saat 01.30’a kadar çalıştı(!)…
Bir konu yasalaştı:  Yeni yasada “Devlet adına arama ve işletme ruhsatı alma hakkı TPAO’ya aittir” hükmü çıkarıldı.
Böylece süresi dolan petrol üretim sahalarının devlet adına üretime devam etmesi için TPAO’ya verilmesini öngören yasa maddesi kaldırılarak, bu sahaların özel sektör şirketlerine sunulmasının yolu açıldı…
Aynı zaman aralığında Gezi Parkı’nda protestolar olurken *“Başbakan bütün devlet erkanıyla İstanbul’un tüm su rezervlerini içeren bölgeyi talan etmek ve binlerce ağacı kesmek üzere canlı yayında trilyonları harcıyordu hepimizin ve gezidekilerin gözü önünde…” (*Rana Pamir – 31 Mayıs,) 
Taksim’deki “BÜYÜK KANAAT ÖNDERİ”(!)  Sırrı Süreyya Önder.
Kimdir  Sırrı  Süreyya  Önder ?
BDP  milletvekili.
Dış güçlerin bu memlekette yaratmaya çalıştığı düzen solcusudur.
Zaman gazetesinde yazıları yayınlanırdı arada. Hâlâ yayınlanır mı bilmem.
Zaman gibi gazeteler düzen solcularının reklâmını yapmayı pek bir severler.
Neyse.
Herkes biliyor kim kimdir nedir neye ve kimlere hizmet eder…

Bana  göre  Taksim’de  olan  bitenin  iki  türlü  sonucu  vardır :

Birincisi,  dava  büyük  bir  ihtimalle  kazanılacaktır.
Taksim Gezi Parkı büyük kanaat önderi sayesinde kurtulacak ağaçlarımız kesilmeyecek falan olacak filan olacaktır…
Kulağa gerçekten çok romantik gelmiyor mu ?
 İkincisi  kaybedilecektir.
Ama  düzen  ve  sistem  partileri  her  daim  böyle  zeminlerden  bir  yoklama  çıkarır.
Acaba  kim  için ?
Ki  kendilerince  bir  kazanımdır.
Peki  bu  ata (!)  kim  oynar ?
E  onu  da  ben  söylemeyeyim.
Siz  zaten  anladınız…
Silivri’yle ilgili yazımda 2007 – 2008 duruşmalarından bahsetmiştim. Üzerinden neredeyse 6 koca yıl geçti.
İnsanlar bence şu iki şeyi öğrenecek. İlki bir davada fikir birliği yapabilmek.
İkincisi senin kanaat önderin benim kanaat önderim demekten vazgeçip olayı partizanlıktan çıkaracak.
Ve bununla beraber yukarıda bahsettiğim gibi bir yandan cambaza bakmayı bir kenara koyup, neler olup bittiğini tahlil edecek.
Şu kara günlerde başımıza örülmeye çalışılan her türlü çorap leş gibi kokuyor ve çıkartıp atmak cebelleşmek olabildiğince zor.
Gezi Parkı o bölgenin yegâne yeşil alanı.
Duygusal yaklaşmamak elde değil.
Oradaki her bir ağaç bir can.
Ama elbette yukarıda sorduğumuz sorunun yanıtını da olumlamıyor.
Benim yanıtım kafadan Hayır!.. Bu konunun müsebbiblerine bakıldığında aynen bir PR’dır bu.
Sıkı çalışma doğrusu…
Taksim eyleminden tepedekilerin bazı beklentileri vardır bana göre.
1.  Cambaza  baktırmak  ki  söylemiştim
2.  Sırrı  Süreyya’ya  pirim  yaptırmak. 
3.  Oraya  gelen  gruplar  arasında  ciddi  bir  kutuplaşmanın  olmasını  sağlamak.   Çünkü  BDP’li  grupların  yanı  sıra  ulusalcı  cenahtan  da  katılımın  çok  yüksek  olacağını  düşünmekteyim. 
4.  İki grup  arasındaki  olası(!)  – olması  isteniyorsa  elbette  olacaktır –   bir  provokasyonun  polis  tarafından  engellenmesi  sağlanarak  polise  pirim  yaptırmak.  İşin  içinde  bu  kez  medya  varsa,  benim  bir  parçam  da  o  denli  yok  zira…
5.  Bir  de  işin  Gürsel  Tekin  boyutu  var  tabii.   O  konu  zaten  Allahlık.   AKP’nin  başı  sıkıştığında  imdada  yetişen  Y-CHP  ve  ona  eklenen  BDP…   Derdim  büyük   resmin  kendisiyledir.   Oraya  giden  birbirinden  değerli  insanların  bu  olan  bitenin  öznesi  durumuna  sokulmasıdır !
Ama,  her  şeye  karşın  bu  gece  orada  olmayı  istemez  miydim ?
Elbette  ki  isterdim.
Çünkü  deresinden  tepesine,  Silivri’sinden  Reyhanlı’sına,  canlı  cansız,  vatanımın  her  yeri  için  şerhim  var !
Söz  söylemek  hakkının  asıl  sahiplerinden  sadece  biriyim…
31
May
13

Yayılmacı Zamparanın Akil İşleri..!!!

YAYILMACI

Kızı  sinemaya  götüren  zamparanın  ilk  yayılma  hamlesi,  kolunu  omzuna  atmaktır.

Salona girerken aldığı patlamış mısırlarla kızı eliyle beslemektedir.

Kız da eşek değil ya, o da “karşılıklılık ilkesi” gereği erkeği eliyle besler.

Ve mısırlar hızla tükenir.

İkinci atak kızın elinin tutulmasıdır.  Artık filme, el ele bakılmaktadır.

Sıra yayılmacı hamlenin üçüncüsüne gelmiştir. Deneyimli zampara, kızın bacaklarını okşayarak hedefine doğru ilerlemektedir.

Neler  olacak  şimdi ?

Film için de filmin en heyecanlı yerindeyiz sayın seyirciler…

Kız, bacaklarını okşayan eli öteleyerek yayılmacı hamleyi durduracaktır. Zampara ise kızın elini yeniden tutarak kararlılığını gösterecektir.

Kız da ya elini verecektir ve bu kez yeni bir hamleye yol açacaktır ya da elini çekerek kesin kararını ifade edecektir.

Kızın yayılmacı hamlelere izin vermesi halinde film çıkışı, bazen de filmin sonu beklenmeden zampara erecektir muradına, kız çıkacaktır kerevete…

Film içinde film sahnesi de nereden çıktı diyeceksiniz?

BDP/PKK’nın Sinop ve Samsun’da yaptıkları yayılmacı hamlenin mikro ölçekte bir çağrışımıdır bu…

Sevr’in yeni uyarlaması BOP olarak dayatılmaktadır. Tanıtım filmlerinde bol miktarda “demokrasi, insan hakları, çok kültürlülük” vb ifadelerin kullanılması şehir devletlerine bölünecek Türkiye’nin durumunu Türk milletinden saklamaktır, oluşacak tepkileri sıfırlamaktır. Atı alan, ya da aldığını sananların koşusudur bu.

Ne demişti Eş-Başkan, “Alıştıra, alıştıra…” 

Kızı sinemaya götüren zampara gibi…

Prof. Dr.  Emin  Gürses   “Karadeniz  neden  hedefte ?”   başlıklı  yazısında  (23  Şubat  2013,  Aydınlık)  yakın  tarihte  yaşananları  hatırlatmaktadır.

Emin Gürses, yakın geçmişte Karadeniz’de çevre kirliliğine dikkat çekmek için yola çıkan gemide bulunan işadamı Rahmi Koç, fener patriği Bartholomeos ve misafirlerinin Trabzon’da karaya çıkma çabalarının halk arasında nasıl bir tepkiye sebep olduğunu hatırlatmaktadır.

Limanda toplanan bir grup eylem yapmış, teknedekiler kente giremeden uzaklaşmak zorunda kalmışlardır.

Emperyalizm ve işbirlikçilerinin nasıl ayrıkotu gibi olduklarını hiç unutmamak lazım… Kapıdan kovsanız bacadan girerler, bacayı tıkasanız anahtar deliğinden sızmaya çalışırlar.

Toplumsal  belleğimizi  diri  tutmaya  devam  edelim  mi ?

Trabzon’da Santa Maria Katolik Kilisesi’nin rahibi Andrea Santora öldürülmüş, AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesi için Trabzon üzerinden bir zemin çalışması yapılmıştır.

Toplumun  psikolojik  olarak  teslim  alınması,  direncinin  kırılması…

Gelelim yayılmacı hamle Bartholomeos’un Trabzon’da müze olan Sumela Manastırı’nda ayin düzenlemesinin yolu açılmış, olası tepkiler sindirilmiştir. Ne ilginçtir ki ayin Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethettiği 15 Ağustos 1461’in yıldönümüne denk getirilmiştir.

2009 Aralık ayında Trabzon limanında Oruç Reis Fırkateyni’nde basın toplantısı yaparak “TSK’ya karşı psikolojik savaş yürütüldüğünü” söyleyen dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bugün Silivri zindanında terörist olarak tutulmaktadır.

Türk milletinin milli tepkisini sindirmek, susturmak için yeni yayılmacı hamleler dizisi ayrıkotları gibi yayılmak istenmektedir.

17 Mart 2013’de bölücü Anayasaya karşı Türk milletinin mili refleks göstermesi için bir dizi eylem tasarlanmış ancak istenen katılım sağlanamamıştır.

İşte ABD ve AB merkezli bölücü hamlelere karşı milli refleks gösterilmesi gereken şehirler şu şekilde belirlenmiştir. 

Adana, Ankara, Antalya, Aydın, Bursa, Bingöl, Denizli,  Erzurum, Erzincan, Eskişehir,  Gaziantep,  İstanbul,  İzmir, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Manisa, Mersin, Osmaniye, Sakarya,  Tekirdağ, Yalova,  İskenderun…

Sonuç  bildiğiniz  gibi…

Bu  eylemlerin  hiç  mi  etkisi  olmamıştır ? 

Olmuştur.

AKP’ye oy veren seçmende bir silkiniş başlamış ve bu durum anketlere de yansımıştır.

Karşı hamle ise gecikmemiştir. Yayılmacı zampara iş üstündedir.

İngiliz emperyalizmin hizmetkârı Damat Ferit Paşa’dan aldıkları ilhamla “Heyeti-Nasiha”nın 21. yüzyıl uyarlaması sahneye çıkartılmıştır.

“Akil   İnsanlar   Heyeti”…

Bu hamleden bekledikleri amaç AKP’ye oy veren seçmeni ve toplumun diğer kesimlerini bölünme anayasasına ikna etmektir.

Emperyalizmin psikolojik savaş ve toplum mühendisliği tertiplerindeki en önemli silahı olan medya var gücüyle Türk milletinin direncini kırmaya çalışmaktadır.

Beş ve yedi yıldızlı otellerde toplantıya çağırılan seçme dernek, sendika temsilcilerine “analar ağlamasın, barış gelecek” drajesiyle “Akil” tarafından bölünmeye teslimiyet önerilmektedir.

Bu toplantılara katılanlar çoğunlukla yandaş, bölünmeye çoktan rıza göstermiş kurum ve kuruluşlardan seçilirken nasıl olduysa olmuş Antalya toplantısına Figen Özen de davet edilmiştir.

Bu daveti bana haber verirken “Her halde kafalarına saksı düştü!…” diyerek şaşkınlığını ifade etmiştir.

Yedi yıldızlı bir otelde, “Milletin kesesinden yiyin için, saltanatımız var bizim…” edasıyla yapılan toplantıda neler olduğunu ise Figen Özen Türk milletiyle paylaşarak malum medyanın topluma gösterdiği tiyatronun ötesinde neler olduğunu tarihe kayıt düşmüştür.

Yayılmacı zampara kandırmak istediği kıza patlamış mısır ikram ederek emellerine ulaşmaya çalışırken lüks otellerde kuş sütü eksik ikramlarla gelenler ağırlanarak toplum iğfal edilmeye çalışılmaktadır.

Figen Özen’in  “İçimizdeki Hainler”  adlı  yazı  dizisi, Hainler”   geleceğin tarihçilerine Türk milletinin duygu ve düşüncelerini özenle kayıt düşmektedir.

Türk milletini iğfal ederek, “İstiklal-i tam” azim ve kararını yıkmak isteyenleri bir yenilgi daha beklemektedir.  Vah  ki  onlara…

Gazanfer  ERYÜKSEL

edebiyatgazetesi

http://www.edebiyatgazetesi.com/2013/05/30/yayilmaci-zamparanin-akil-isleri-gazanfer-eryuksel/

31
May
13

O İKİ AYYAŞ..!!!

İKİ  AYYAŞ

Yüce  ALLAH’ım  Kuran-ı  Kerim’de   “Ey  inananlar;  zinadan  ve  fuhuştan  uzak  durunuz.  Zina  suçtur”  buyurmuştur.

Türk  Ceza  Kanunu’na  göre  zina  eskiden  suçtu  ve  bu  suçu  işleyenler  cezalandırılmıştır.

Ama   AKePe  iktidarı,  zinayı  suç  olmaktan  çıkarmıştır.

O  iki  ayyaş  değil..

“Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ne de Hristiyanlar asla senden razı olmazlar.Eğer sen onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, ALLAH’tan sana bir dost, ne bir yardımcı vardır.” Bakara-120

“Ey inananlar! Yahudi ve Hristiyanlardan dost edinmeyin.Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır.” Maide-51

“Dini alet ederek yabancılarla işbirliği yapan yobazlara MÜRTECİ denir.” 1924-Adana Türk Ocağı Mustafa Kemal Paşa…

Atatürk çok büyük bir öngörü ile seksen yıl öncesinden bugünün işbirlikçilerini bu söylemiyle tanımlamıştır.

Ne birinci ne de ikinci ayyaş Dinler Arası Diyalog Eşbaşkanı olmamıştır. Bu şeref (!) zamanın ABD Başkanı BUSH’un can dostu, Obama’nın kankası Tayyip Erdoğan’a aittir.

Tarih 23 Şubat 2003… 1 Mart Tezkeresi’ni TBMM’ye o iki ayyaş getirmemiştir. Üstelik o iki ayyaştan hiç biri 80.000 Amerikan askerinin havaalanları ve limanları kullanması için genelge çıkarmamıştır.

Bunun yanı sıra her iki ayyaş da Müslüman Irak’ta insanları acımasızca öldüren, kadına kıza tecavüz eden, Müslümanlara işkence eden Haçlı ordularının günümüz versiyonu Amerikan ordusu için ellerini açıp “Bay ve bayan Amerikan askerlerinin sağ, salim evlerine dönmesi için dua ediyorum” da dememiştir.

Tarih 29/Ekim/2oo4…

“İmza işlemi, Papa X. Innocenzo’nun heykeli altına yerleştirilen bir masada gerçekleştirildi. İmzalar, Berlusconi, Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi, AB Dönem Başkanı Hollanda’nın Başbakanı Jan Peter Balkenende ve bir önceki dönem başkanı sıfatıyla İrlanda Başbakanı Bertie Ahern’in huzurunda atıldı. AB üyesi 25 ülkenin devlet veya hükümet başkanları ile dışişleri bakanlarının Avrupa Anayasası anlaşmasını sırayla imzalamalarının ardından, Türkiye, Romanya ve Bulgaristan’dan oluşan üç aday ülke sadece nihai senedi imzaladı.”

O tarihte Başbakan R.T.Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’dür. Kur’an’ın emrini sadece içki ile sınırlandıran ve Mukaddes Kitab’ımızdaki diğer emirleri görmezden gelen iki siyasetçi, Hristiyan dünyasının sembolleri ile dolu bir salonda Haçlı Seferleri’ni başlatan Türk ve Müslüman düşmanı Papa X.Innocenzo’nun heykeli önünde AB Anayasası’nı da imzalamamıştır.

AB Anayasası’nın giriş bölümünde aynen şöyle denmektedir.

DRAWING INSPIRATION from the cultural, religious and humanist inheritance of Europe, from which have developed the universal values of the inviolable rights of the human person, freedom, democracy, equality and the rule of law…”

Türkçesi:

“Dokunulmaz ve vazgeçilmez insan hakları olan özgürlük, demokrasi, eşitlik ve yasaların üstünlüğü gibi evrensel değerlerin gelişmesine kaynak olan Avrupa’nın kültüründen, dininden ve insanlık mirasından İLHAM ALARAK hazırlanmıştır…”

Avrupa’nın  dini  nedir ?

Hristiyanlık !

Ne o iki ayyaş ne de şimdiye kadar var olan tüm iktidarlar Hristiyanlığa Erdoğan ve Gül kadar hizmet etmemiştir.

O iki ayyaşın zamanında (!) millet ,  “Ananı  da  al  git”  diye meydanlardan kovulmamıştır. İnsanlar açlık sınırında yaşamamış, Türkiye namerde el açmamıştır. Devlet komşularının iç işlerine burnunu sokmamış, hiç bir başbakan BOP Eşbakanı atanmamış ve Büyük Ortadoğu yalanıyla kandırılıp, Siyonizme böylesine hizmet etmemiştir.

Ana  hedef   “YURTTA  SULH,  CİHANDA  SULH”tur.

Hiç bir danışman ABD Başkanı’na onlar için  “Deliğe süpürülmesin.”  diye de yalvarmamıştır.

Veya gene bir ABD Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı ile telefonla görüşürken yayımladığı fotoğrafta “BEYZBOL SOPASI” göstermemiştir.

Çünkü 1920-1938 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türkler tarafından, Türk budunu için yönetilen tam bağımsız bir ülkedir.

Ve O İKİ AYYAŞIN zamanında yüce Türk Devleti asla acz içinde olmamış, terör ve teröristin karşısında diz çökmemiş ve Cumhuriyet rejimini yıkmak isteyenlere layık olduğu cezayı vermiştir.

Aslında Erdoğan, bu ayyaş muhabbetinden derhal vaz geçip, işaret ettiği ayyaşlar kimse onlardan özür dilemelidir.

Ve şunu  çok  iyi   bilmelidir  ki,  günah  ve  haram  sadece  içki  ile  sınırlı  değildir.

Zenginliğinin  sınırı  bilinmeyenler  ALLAH’ın  bile  af  edemediği  kul  hakkından  korkmalıdır.

Okumaya devam edin ‘O İKİ AYYAŞ..!!!’

30
May
13

“MEMLEKETE HAKİKATEN HİZMET ETMEK İSTEYENLERİN KALBİ AÇIK OLMALIDIR ; AÇIK SÖYLEMELİDİRLER”..!!!

DÜRÜSTLÜK

Bugün   tarihi   başa   sarmış   bulunuyoruz..!!!

Memleketin tüm kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, at izi it izine karışmış; Türk halkı kaderine terk edilmiştir!

Ölümü bekleyen bir idam mahkumu gibi, sessizce infazını beklemektedir !

Tıpkı geçmişte, Kurtuluş Mücadelesi ve öncesinde olduğu gibi…

Halkın ‘gözü-kulağı-nabzı’, kendisini halkın önderi olarak niteleyen ‘aydın geçinen kesimler’ ise ‘ASLİ VAZİFELERİ’ni unutmuş gözükmektedirler… Çünkü bu devir, halkı aydınlatmanın, halka doğruları anlatmanın değil, zamana oynayıp, koltuk kapma devridir!

Belki klasik olacak ama, ‘tarih bir kez daha tekerrür ediyor’!

Evet… bugün gelinen noktada hiç kuşkusuz geçen yüzyıldan daha kötü durumdayız. Bugünü dünden farklı kılan ise; geçmişten bugüne süregelen ‘ihanet’ kavramının evrim geçirip, ‘bağışıklık’ kazanarak eskisinden çok daha tehlikeli bir şekilde tezahür ediyor ve (görünen o ki) edecek olmasıdır. Bu ülkede hainler dün de vardı bugün de, Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti varolmaya devam ettiği sürece de eksik olmayacaktır! Taktikleri dünden bugüne hiç değişmedi, değişen sadece, bugün çok daha dikkatliler ve bilinçliler. Hani bir zamanlar, bu ülkenin başbakanı olduğunu zanneden soytarının biri; ‘ben gelişerek değiştim’ gibilerinden bir laf etmişti… İşte bu gibi, başta Türk ve insanlık düşmanı hainler sayesinde, millet sistemli ve planlı bir şekilde cahil bırakıldı, çevrilen dolapların, dönen tezgahların farkına varması türlü entrikalarla engellendi…

Bugün açıktan hıyanet edenleri tanıyoruz, ardındakileri de… peki ya ‘İhanetin Ortakları’ diye bahsettiklerimizi!

Gerçekleri bildiği halde, halktan ‘bile bile’ gizleyenleri!.. suya sabuna dokunmayanları…

Atatürk’ün dediği gibi; ‘Asli vazifesi, halkın ‘gözü-kulağı-nabzı’ olmak, halka bütün gerçekleri tüm çıplaklığıyla anlatmak olan aydınlarımız (!) neden ‘dut yemiş bülbül’ misali susuyor, göz göre göre koca bir milletin uçuruma sürüklenişini adeta seyrediyor!..

Yazılarına, söylemlerine dikkat edin, varsa yoksa Erdoğan, Suriye, Abd, İsrail, Pkk, akiller,terör örgütleri… Bunları herkes biliyor artık kardeşim, görünen düşman bunlar! Sen biraz da içimizdekilerden haber ver, asıl düşmandan bahset, bu millete yıllardır en büyük kötülüğü yapan sahte vatanseverlerden, kaleyi içten fetheden sosyalist, marksist, leninist, komünist, vatan haini bölücülerden bahset! Üstü kapalı da olsa bir kez bahsettiniz mi, adlarını andınız mı yazılarınızda? Bir tek biz mi acdbiliyoruz bunları? Bu bir sır mı? Yok sa mahallenin delisi biz miyiz?..

Mesele bunlara açıktan ya da üstü örtülü destek verip vermemeniz değil, mesele hakikatleri bildiğiniz halde halktan neden sakladığınız?

Açıkça  çıkıp  neden  anlatmadığınız ?

Öyle uzaktan uzağa, zülfü yare dokunarak, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’  mantığıyla  değil  ama !

Neymiş  efendim,

‘ TGB  neye  hizmet  ediyor’muş.  Bu  kadar !

Ne demek bu şimdi, sen – siz neye hizmet ettiğini bilmiyor musunuz TGB’nin ve İP’in, neden çıkıp açıklamıyorsun?

Sen  nasıl  aydınsın,  nasıl  halk  önderisin ?

Hem Atatürk’ün sırtına basarak bir yerlere geleceksin, ‘denize düşen yılana sarılır’ misali kime neye inanıp güveneceğini bilemeyen, naçar kalan Türk halkının gözünde kahraman olacaksın, hem de o inandığını söylediğin değerlere ihanet edeceksin!

‘Sessiz  kalmak  da  ihanete  ortak  olmaktır’  demedik  mi ?

Atatürkçü olmak, Kemalist olmak, en başta ‘O’nun düşüncelerinin uygulayıcısı olmaktır demedik mi?

Alemin doğrucusu biziz ya! Takip edenler bilir, kaç yıldır yazıp söylüyoruz, kendimizi hedef gösteriyor, göğsümüzü siper ediyoruz bu, güya aydın geçinen yazar çizer takımına! Hiç birinden ses seda yok, Nasrettin hoca fıkrası gibi… Arkanızı dönüp bir bakıyorsunuz ki kimse kalmamış, ama iş söze geldi mi mangalda kül bırakmazlar, yani lafta biriz-beraberiz!..

Hiçbir çıkar gözetmeden, elimizden geldiği-dilimizin döndüğünce doğruları yazıp söylemeye, mümkün olduğunca geniş kitlelere ulaştırmaya çalışan biz (bu kişiler bir elin parmaklarını geçmez)!

Her türlü hakaret, tenkit, tehdit, yaptırımla karşılaşan, lanetlenen yine biz!

Neden ?

Çünkü birilerinin tekerine taş koyuyoruz, hesaplarını alt üst ediyoruz.

Çünkü birilerini deşifre ediyor, maskelerini düşürüyoruz.

Belki sesimiz bugün çok geniş kitleler tarafından duyulmuyor fakat bu şimdilik böyledir…

Tarih bizi her zaman olduğu gibi haklı çıkaracaktır…

Kim ki millet düşmanı, kim ki buna zemin hazırlıyor, zalimin zulmüne rıza gösteriyor-sessiz kalıyorsa, bunları her şartta ve ortamda en yüksek telden dile getireceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın!

Er ya da geç, hiçbir yalanın ya da gerçeğin sonsuza dek saklı kalamayacağını öğreneceksiniz!

Söylediklerimi üzerine kimler alınır bilemem ama zerre kadar insanlık onurunuz kaldıysa belki silkelenir de kendinize gelirsiniz! Sizlere en güzel cevabı ATA’dan vereyim:

”HAKİKATEN MEMLEKETE HİZMET ETMEK İSTEYENLERİN KALBİ AÇIK OLMALIDIR; AÇIK SÖYLEMELİDİRLER. OLAN ŞEYLER VE YAPILACAK ŞEYLER OLDUĞU GİBİ İFADE OLUNMALIDIR. YOKSA SAFSATALARLA MİLLETİ ALDATMAK, ONU BİRBİRİNE DÜŞÜRMEK DEMEKTİR. KURALIMIZ, DAİMA MİLLETE KARŞI HAKİKATLERİ İFADE OLMALIDIR. MİLLETİ AYDINLATMA BU DEMEKTİR. MİLLETE HAKİKATİ İZAH EDENLER, KENDİLERİNİN DE ALDANMADIĞINA EMİN OLMALIDIR… ARKADAŞLAR… BENİM BÜTÜN HAYATIMDA TAKİP ETTİĞİM MESLEK BUDUR!”

1923  (Gazi ve İnkilap,  Mahmut Soydan,  Milliyet Gazetesi,  8.12.1929)

Anlatılmak istenileni anlıyorsanız, o halde bugün aydın geçinip halktan gerçekleri gizleyenleri, ‘ihanete ortak olanları’ artık sizler de biliyorsunuz demektir ! Bu kişiler, hepinizin bildiği, inandığı, güvendiği, Atatürk’ün yolunda olduğunu söyleyen kişiler de olabilir…

Aslında  onlar  kendilerini  çoktan  deşifre  ettiler  bile…

Bir  dipnot :   Piyasaya  yeni  sürülen  ‘Redhack’ in  yıldızını  parlatanlara  dikkat  edin,  bir  başka  yazıda  bu  konuyla  ilgili  görüşmek  üzere…

Ahmet  AKIN / t2174a

Edebiyat  Gazetesi Webmastersitesi – aklın  ve  bilimin  ışığında

http://www.edebiyatgazetesi.com/2013/05/29/hakikaten-memlekete-hizmet-etmek-isteyenlerin-kalbi-acik-olmalidir-acik-soylemelidirler-ahmet-akin/

29
May
13

29 MAYIS İSTANBUL’un FETHİ DEĞİL İSTİRDADI’DIR.

“İstirdat”,   Arapça   “geri   alma”   demektir.

•İstanbul’un  tarihi,  100.000  yıl  önce  Yarımburgaz  mağarasında  başlar.   Burada mastodont (ilk filler) kemikleri bulunmuştur (Prof.Ş.A.Kansu, Prof.Kökten-1964/9182 Sec.Prehis.İst.Üni.- Ercüment Özbay)

•Prof. A. Batur  bu  tarihi  300.000’e  indirir; bulgular arasında üzerinde “Tanrıyla Özdeşleşme” anlamına gelen OZ ve OQ damgaları işlenmiş iki toprak kap bulunur.

İkinci   yerleşim   bölgesi:

•Bugün metrobüs durağının bulunduğu FİKİRTEPE HÖYÜĞÜ’dür; üzerinde, “günahsız olma”, “yeryüzü kişisi” demek olan OQ damgaları bulunur. OQ damgalarının diziliş şekli dört cihanda Tanrı’ya ermiş yani, GÜNAHSIZ olma anlamını veren şekil oluşmuştur.

•İstanbul Arkeoloji Müzesinde 3442 ve 7750 numaralar ile kayıtlı bu iki kabın tarihi, Müze Müdürü Prof. Alpay Pasinli tarafından, M.Ö. 6.000 olarak tespit edilmiştir. (İstanbul Arkeoloji Museum A.Turizm y.1995 İst.)
Ön-Atalarımız bu tarihlerde İstanbul yöresine yerleşmiş bulunmaktadırlar.

Üçüncü   yerleşim   bölgesi :

•Silâhtarağa.  Bakır  Çağı’ndan  sonra  çıkar.

Kalemi  Kâzım  Mirşan’a  bırakalım:

•M.Ö.1980 yıllarına

•Anadolu ve Rumeli arasında Orta Asya’dan at üstünde gelen

•kişiler

•AT ÖZE, AQ URUQ SÖK(erek)İstanbul Boğazı’nı geçerek

•Erenköy’de ak mermer sütunlu ve süslü mermer kornişli bir saray yapmışlar ve binanın giriş kapısının üstüne güzel bir Ön-Türkçe ile

•UW-ON: AT-ATA, UÇ ËTİLİS ËSİS cümlesini yazmışlardır

anlamı:

•Uw=Kutsal…ON=Hun…At-Ata=Ata ad’lı…Uç=Lider…Ëtilis=Ediliş…Ësis=Anısına Cümle hâlinde:

•Kutsal Hunlar: ATA’nın Lider Ediliş Anısına
Orta Asya’dan gelip yerleştikleri Erenköy’den genişleyerek İstanbul’da ilk Ön-Türk devletini kurmuşlardır:

•OY-URUM ATIN…Ve Başkent’in adı: OY-OĞ, İstanbul’un ilk adı (Orta Asya’dan itibaren bu tarih, Moğolistan’da bulunmuş olan Şİne-Usu ve Taryat Bitig taşlarında okunur, Yazıları taşa vuran Öñre- Biñabaşı – Anadolu Proto Türkleri K. Mirşan…

İstanbul   sonradan

•ASTAN-BOLIQ adını almış bu, Selânikli gramerci Nikeferos tarafından

•EİS-Tin POLİN şekline sokularak Grek olduğu tüm dünya ve tarihçilerine yutturulmuştur

Ön-Türkleri bilmeyen ya da bilmek istemeyen tarihçiler Oy-Urum Atın’ı atlayarak
Dördüncü yerleşim bölgesi diye Sarayburnu’nu vermişlerdir:

•Delf tapınağındaki kâhinlerin önerisiyle yola çıkıp Sarayburnu’na yerleşen ve İstanbul’un tarihini M.Ö. 900’lerde başlatan VYAZ’ın yerleştiği LİGOS adlı balıkçı köyü .

Tarihçilerin kabul ettikleri bu 9’uncu yüzyıldan sonra tarih birden M.S. 330’a sıçrar

•Putperestliğini korumuş olan Roma İmparatoru Konstantin İstanbul’u Başkent yaparak

•DOĞU  ROMA   İMPARATORLUĞU’nu  kurar

Bu İmparatorlukla, kudretini kaybetmiş, gevşemiş ve yozlaşmış olan Ön-Türk siyasal kuruluşunun yerini bir Hıristiyan devleti olan Doğu Roma’ya bırakması üzerine İstanbul’a yerleşmiş olan Hıristiyanlık

•Esas olan halk Ön-Türk halkı ve esas dil Ön-Türkçe olduğu için hıristiyan âyinleri Ön-Türkçe olarak yapılmıştır. Bu âdet yaklaşık M.S. 800’lere kadar sürmüştür

İstanbul’daki Aya İrini ve Aya Sofya ve Trabzon’daki Aya Sofya kiliselerinde Ön-Grekçe denildiği halde bir türlü okunamayan yazılar Kâzım Mirşan tarafından Ön-Türkçe okunmuşlardır ( Anadolu’nun Esas Sahipleri Ön-Türkler, H.Tarcan 2013 İst.)

Yukarıda gördüğümüz balıkçı köyünün adı LİGOS, burada akan suyun bu köye verdiği addır; fakat Ligos ad değil, Ön-Türkçe bir cümledir.

•ËL-İG OS…El= Halk…İG= Su…Os= Yüce …Halkın yüce (şifâlı) suyu

Bizans adına gelelim: Dünyayı Grek yapmak becerisini gösteren Yunanlılar Doğu Roma İmparatorluğunun adını

•Doğu Roma Grek İmparatorluğu şeklinde tarihçileri alıştırmışlardır.

Ön-Türkçe olan BİZAS’ı

Doğu Roma’nın bir öteki adı sanıp bundan Bizans, Byzantium şekilleri icat edilmiştir.

•Burada (A) şeklinin Ön-Türkçe

AT, ruhun Tanrıya atılması demek olduğunu bilmemektedirler.

Bu damganın varlığı BİZAS diye okunan kelimenin aslında ÖN-Türkçe bir cümle olması gerektiğini de düşünememektedirler.
Bu nedenle Avusturyalı Dilci Paul Kretschermer, Bizans kelimesinin kökenini

•BİEZAS; BUEZAS; BEUSANTİS kelimeleri arasında aramış ve bir türlü bir köken bulamamıştır.  (Prof.A.Erzen,  İstanbul’un Kuruluşu)

Bu cümlenin Kâzım Mirşan tarafından okunmasını bekliyoruz. Ortaya çıkacak cümle Ön-Türklerin buradaki varlığı hakkında büyük ipuçları verecektir.

İstanbul’u Bizans sanıp onu Konstantinopolis diye ısrarla söylerken Türklere diş gıcırtmaları artık sona erecektir.

BİR   KERE   DAHA :

• 1453   İstanbul’un   esas  Sahibi   Türkler’e   dönüş  

tarihidir ;   şenliklerimizi   buna göre   değerlendirelim.  

Okumaya devam edin ’29 MAYIS İSTANBUL’un FETHİ DEĞİL İSTİRDADI’DIR.’

29
May
13

Hanımefendi…

Ahmet  TAKAN9’uncu  Cumhurbaşkanı  Süleyman  Demirel’in  eşi  Nazmiye  Demirel’in  vefat  haberini  duyduğum  gece  bir  kez  daha  hatırladım;
“Siyasetçinin  parası  pul,  eşi  duldur”  derler.

Yüce  yaradan  rahmet  etsin,  mekanını  cennet  etsin;  merhume  Nazmiye  Demirel,  Süleyman  Demirel  kadar  fani  dünyanın  çilesini  çok  çekti.

Süleyman  Demirel  ile  65  yıllık  hayat  arkadaşlığında  siyasetin  çileli  yollarında  hep  dik  durdu.

Nazmiye  Hanım,  Demirel’in  en  şaşalı  günlerinde  ve  hatta  “first  lady”  unvanını  aldığında  ise  hep  geri  planda  kalmayı  tercih  etti.

Gazetecilerin  de  “Hanımefendi”siydi   Nazmiye  Demirel.

Ankara haber merkezlerinin muhabirleri genelde baktıkları alanlara göre anılırlar. AKP muhabiri, CHP muhabiri, parlamento muhabiri gibi.. Süleyman Demirel’in aktif siyaset alanında kendisini takip eden gazetecilere hep Güniz Sokak muhabirleri derdik. Demirel’in Cumhurbaşkanlığı süresi de dahil. Haber merkezi yöneticiliğinin zor bir tarafı da işe gönderdiğiniz arkadaşlarınızı görev mahallinde unutmamak onların her türlü ihtiyaçları ile ilgilenmektir. Siyasetin en hararetli günlerinde meşhur Güniz Sokak’ta Demirel’in evinin kapısı önünde gelişmeleri izleyebilmek adına saatlerce nöbet tutan arkadaşlarımız için hiç gözümüz arkada kalmazdı. Ne zaman telefon etsek   “bir şeye ihtiyacınız var mı?”  diye aynı cevabı alırdık;  “Hanımefendi bize kendi elleri ile ikramlarda bulundu.  Çayımızı kahvemizi de içtik.  Bizi merak etmeyin.  Rahatız…”

Güniz Sokak muhabiri gazeteci arkadaşlarımız  “Hanımefendi”  ile yaptıkları neşeli muhabbetleri görev dönüşü anlatırlardı. İlgi ile dinlerdik ama içinden haber yapacak tek bir cümle bulamazdık.

Günümüzün liderlerinin eşlerine baktıkça Nazmiye Demirel’in, Rahşan Ecevit’in değerini daha iyi anlıyorum. Merhum Bülent Ecevit, Başbakanlığı döneminde Kıbrıs siyasetinin yine sıcaklaştığı günlerde rahmetli Rauf Denktaş’a kritik bir ziyarette bulunmuştu. NTV’de yöneticiydim. Başbakanlık uçağı ile gazeteci olarak bir tek beni götürdü. Kritik görüşme sonrasında KKTC’den canlı yayın yapacaktık. Fakat hafta sonu olduğu için sponsorlu yayınlardan dolayı zamana çok sıkışmıştık. Görüşme uzadıkça beni de sıkıntı basmıştı. İstanbul’daki yayın yönetim de devamlı sıkıştırıyordu. Canlı yayın yapabileceğim son zaman aralığına dayandığımızda içeriye not yolladım  “biraz daha beklemem”  için haber gönderildi. Artık bekleyecek halim kalmamıştı, gözümü kararttım doğru görüşmenin yapıldığı odaya daldım özürlerimi beyan ederek Bülent Ecevit’i kaldırdım. Elinden tutarak hızla yayın yerine getirdim. Operasyon sırasında en büyük desteği dışarıda bekleyen Rahşan Hanım’dan aldım. Canlı yayın bitti rahata erdim ama gün boyu tepemden çıkan heyecanı yatıştırmak için Rahşan Hanım’ın elleri ile soyduğu ve ikram ettiği meyveleri unutamam.

Liderlerin eşlerinin Ankara gazetecilerinin meslek hayatında ayrı bir yeri vardır. Bugün alandaki meslektaşlarımızın bizim kadar anıya sahip olacaklarını hiç zannetmiyorum.

Ne  yazık ki  onların  yasakları  çok !

Günümüzün “Hanımefendileri” o kadar çok kavga ediyorlar ki eşlerine de yasak koymaktan başka çare bırakmıyorlar.

Kevgire  çevrilen  Türkiye

Suriye meselesinde aktif ve müdahale yanlısı olan ABD’li senatör John McCain, sınırımızda çaktırılmadan (!)ÖSO ileri genleri ile buluşturuldu. Ama şükürler olsun ki(!) ABD basını ve ona bağlı Türkiye’de yazıp çizenleri var. Kısacık da olsa günübirlik gizli(!) görüşmeden bizi haberdar ettiler. Habercilik gereği, Dışişleri Bakanlığı’ndan ülke topraklarımız üzerinden gerçekleşen bu ziyaretin sebebini sorduk. Ne kadar tatmin olursunuz bilemem ama Bakanlık kaynaklarının verdiği cevaplar:

–  Bu  ziyaret  neden  duyurulmadı ?

– Sonuçta biz Dışişleri Bakanlığı olarak Türkiye’ye gelen her yabancıyı açıklamak zorunda değiliz. Bu Amerikan Büyükelçiliği’nin görevidir. Anladığım kadarıyla senatörün de Türkiye ile resmi bir teması olmadı. Yani biz Dışişleri Bakanlığı olarak bakanımızla veya hükümet yetkilileriyle, bakanlık yetkililerimizle bir teması olur da o çerçevede bir açıklama yaparız. Yoksa Türkiye’ye turistik amaçlıdan tutun da başka amaçlarla düşünce kuruluşlarının toplantılarına bir sürü insanlar geliyor.

– Ama  sonuç  olarak  turistik  amaçla  gelmedi ?

– Biz toplantıya katılmak için gelen herkesi duyuruyor muyuz? Senatör McCain’in Türkiye’ye gelişi hükümetimiz veya Dışişleri Bakanlığı’mızla bir temasta bulunmak için değil o bakımdan bizim duyuruda bulunmamız tabii ki söz konusu değil.

Okumaya devam edin ‘Hanımefendi…’

28
May
13

EEYYY HÜKÜMET “EDEN”LER, ESAD’IN OLMAYAN SARİN GAZINI BIRAK, TÜRKİYE SEMALARINDAKİ DECCAL UŞŞAKLARININ ÖRDÜĞÜ ÖRÜMCEK (CHEMTRAİLS) AĞINA BAK..!!!

CHEMİTRAİL  VARLIĞINA  İNANMAYANLARIN  KARISINI  COLUK  ÇOCUĞUNU  SİKEYİM  DEMEME  GEREK  YOK,  ÇÜNKÜ  ONLAR  BU  VURDUMDUYMAZLIKLARIYLA  ZATEN  KENDİ  KIZINI  VE  BACISINI  SİKMİŞ  OLUYOR...

Bugün   Türkiye   semalarında   tekrardan   (kimbilir   kaçıncı   kez)   halkımıza   resmen  

bir   kimyasal   saldırı   daha   yapıldı…

Artık   kör   gözüme   sokarcasına,   TV   ana   haberlerin   şehir   görüntülerinde   bile  

sırıtırcasına   bariz   belli   oluyordu   bu…

Aslında   konuya   vâkıf   olanlar,   bütün   dünya   kamuoyunun   uzun   zamandır   bundan  

haberdar   olup   çare   arayışları   içinde   çalkalandığını   biliyor   ama   yalnız   ve  

güzel   ülkemde   “her   şey   200  yıl   geçikmeli   gel(ebil)en   matbaa   misali” ;  

bilmeyenler   de   olabileceğinden,   altta   verilen   linklerden   bi   zahmet   artık  

bilgileniversinler…

Ülkemize   hükümet   ettiklerini   sananların   bu   konuda    Yüce   Türk   Milletine   bir  

açıklama   yapmak   gibi   zorunlukları   vardır…

Yoksa   onların   küllerini ;   gidecekleri   kesin   olan   cehennemden   önce,   biz   bu   

dünyada   uçaklarımızla   NATO   üslerinin   üzerine   boşaltacağız…

Bu   zehirleri   ülkemiz   üzerine   döken   NATO   uçaklarına   “hööytt”   diyebilecek :

bu   ülkenin   milletini   koruyan   hükümeti   vardır,

bu   ülkeyi   savunan   hava   kuvvetleri   vardır,

bu   ülke   insanını   bu   tehlikeden   haberdar   edecek   meteorologları   vardır,

bu   ülkenin   büyük   şehirlerinde   insan    sağlığına   zararlı   hava   partiküllerini   tespit  

eden   ve   gerektiğinde   alârm   veren   hava   ölçüm   ve   kontrol   istasyonları   vardır,

Demiyor — diyemiyoruz…

BÜTÜN   BUNLARIN   SEBEPLERİNİ   ÖĞRENMEK   İÇİN   ŞU   LİNKLERE   BAKABİLİRSİNİZ :

http://www.edebiyatgazetesi.com/2012/06/10/chemtrails-nedir-insanligin-dusmanlari-is-basinda/

https://www.facebook.com/TurkiyeChemtrailsTakipcileri

http://www.infethiye.net/turkish/notlar/chemtrails-nedir.htm

http://www.whyintheworldaretheyspraying.com/

VE   DAHA   BİRÇOK   KAYNAK   MEVCUTTUR…

CHEMİTRAİL -1 -

CHEMİTRAİL -2 -

KABUL  ETMESENİZ  DE  HERİFLER  HERKESİ  SİKECEK...

27
May
13

Ortada sıçan Var..!!!

ortada-sıçan

Yanılgı, geriye dönüp baktığınızda pişmanlık duyduğunuz şey değildir; bazen devamlılığı olan, bazen de inanmak istemediğiniz halde.. olmaya devam edendir! Kendi şahsî hayatınızla ilgili olduğunda ne kadar zaman kaybetmiş olursanız olun ders çıkarıp tekrar kaldığınız yerden devam edebilirsiniz…

Ancak, geneli ilgilendiren konularda işin içinden böyle kolayca sıyrılamazsınız.

Hiçbir şey olmasa bile üzerinize değen.. üzerinize sinen bir vebal vardır; işte ondan kurtulmak zordur.

İşte ben bu vebali almamak için, ta en başından beri.. ‘tu kaka’ ilan edilmek pahasına söylenmesi ve yazılması gereken her şeyi yazdım, söyledim! Ne mi oldu? Elime ne mi geçti!..

Sevilmedim tabi! dışlandım! yüzüme gülenler, arkamdan kuyu işine girdiler!

Ben yazılması gerekenleri yazdıkça, itelendim! kakıldım!.. dün, benim yazdıklarıma gereksiz ‘ayrıntı’ diyenler, ‘mücadeleyi böler’ diyenler.. bugün aynı şeyleri söyler oldular! ‘dün’ de bunları söylüyorduk, gibisinden söz söylediler.. Madem dün bunları söylüyordunuz; ‘biz’ linç edilirken neredeydiniz!

Şimdi siz linç ediliyorsunuz. Ama daha ‘benim’, doğrusu ‘bizim’ söylediklerimizin onda birini söylemediniz! Onda birini yazmadınız!..

Halen daha işin ‘tabela’ kısmındasınız!.. ‘arka sokaklarda neler oluyor’ kısmına geçmediniz bile..

Şu an memleketin içinde bulunduğu durum herkesçe malûm! İlâna gerek yok.. iyi de hiç kimsede eleştirilen, daha doğrusu; öncelikle bizim eleştirdiğimiz ve sonrasında yeni seslerin ilave olduğu ‘oluşuma’ ya da ‘oluşumlara’ karşılık, alternatif ve sadece ‘vatan paydası’nın esas alındığı bir ‘oluşum’ kurma çabası yok! Kurmaya yönelik girişimler de yine ‘bizden birilerince’ kesilmekte! Bu nasıl bir trajedi! Bu nasıl bir güvensizliktir, anlamadım!

Her yazıda, her söylemde ‘uyanın artık’, ‘memleket elden gidiyor’ gibi sözler söyleyeceksiniz; sonrasında da, ufak-ufak.. belki küçük-küçük ve belki sınıf-sınıf birleşmeler, bir araya gelmeler olacak.. bunları da elinizin tersiyle iteceksiniz!..

Herkesin uyanmasını mı bekliyorsunuz!.. çok beklersiniz; hangi davayı incelerseniz inceleyin, teorisi –yani az aydınlık’ın temellendirdiği- fikir olmadan, pratiğin –yani halk çoğunluğu oluşması- yoktur!.. Bu, ‘Kurtuluş Savaşı’mız için de geçerlidir. Öncü birlikler –yani düşünsel ve eylemsel manada fikir birliği sağlayan aydınlar- olmadan halkın mücadeleye dâhil olması zordur! İmkansızdır hatta..

Bugün İşçi Partisi ve uzantılarının ‘DAVA’ya verdiği zarar ortada iken, partizanlığın ‘vatan ve millet’ paydasından önde tutulduğu aşikârken; önce bu ihaneti dillendirmek ve akabinde alternatif ‘oluşum’u halkın önüne koymak, şu an için bir ‘aydın’ zorunluluğudur. Ama bakar kör olmayanlar için; ulus ve millete hizmet ediyoruz iddiasında olanların şahsî endişeleriyle bir araya gelmiyor ya da gelemiyor olmaları, aslında; kişisel hesap ve matematiksel denklemlerin işin içine sızdığının bir kanıtı olsa gerek..!

Şüphe iyidir; hatta kendi adıma konuşacak olursam, beslendiğim yegâne kaynaktır; ancak şüphenin esiri olursanız toplu yolculuklara çıkamazsınız. Yani, şüphe etmek iyidir, lakin şüpheden ölmek.. gerçekten ölümdür!.. Bugün ülkenin içinde bulunduğu bu vahamet karşısında birleşemiyor isek; bunun yegâne sebebi herkesin birbirinden şüphe duymasıdır. Bu tespite, yaptığım pek çok görüşmeler neticesinde vardım ve kanî oldum ki, bizim birleşmemizin önündeki en büyük engel, içimizde büyüttüğümüz şüphedir.

‘’Bugün birlikte hareket ederken.. ya yarın ters bir şey söylerse ne olur!’’

İşte bu şüphe ,‘DAVA’nın önde gelenlerini hareketsiz kılan engelin ta kendisidir! Tabi ki en öncelikli olan, ‘Kemalizm’in içine sızan ihanetin deşifresidir! Ancak bu temellendirme yapıldıktan sonra ortaya çıkan ‘şüphe’nin giderilmesi metot olarak ikinci aşamadır.

Henüz birinci aşama tam manâsıyla aşılmış değilken, ikinci aşamanın tartışılması ne derece doğrudur bilemem; ancak sıralama budur ve acilen çözüm bulunmalıdır. Şüphe hissi her sağlıklı insan için itici bir güçtür, fikirsel alanda ise üretimin anahtarıdır; ancak başta da dediğimiz gibi, esiri olmadan..

Doğu Perinçek, yaklaşık on gün önce ülkeye mâl olmuş aydınları, kaynamakta olan kazanın içindeki ‘kurbağa’ya benzeterek bugüne değin izlediği siyaseti keskin hatlara büründürmüş ve kendisinden yana olmayan aydınlara  gözdağı vermişti.Ya benimlesin, ya da hiçsin!’ misali..! Yani partizanlığın ‘biat’ bayrağını dosta düşmana karşı açtı! Hem de toplumun değer verdiği aydınları aşağılayarak ve de suçlayarak…

Suç: Örgütsüzlük! Verilen adres neresi? İP!.. İşte bu aydınların en büyük günahı bu ‘örgüt’e katılmamaktı!

Evet, ‘aydın’ları örgütsüzlükten dolayı eleştirebilirsin; ki kendi adıma ben de bu eleştiriyi yapıyorum.. ileri gidiyorum, suçluyorum da!.. Lâkin Mustafa Yıldırım’ın yazdığı ve bence gerçek bir aydın naifliği ve aynı zamanda netliği ve de mertliği taşıyan cevabında da dediği gibi;

‘’ Araştırmadan, incelemeden, çözümlemeden ve yazmadan önce bir merkezden onay mı almalıydık?

Yazarak, anlatarak, bilgi ileterek ulusu uyandırmaya çalışanları kim izliyor ve izletiyor da yazanların örgütsüzlüğüne karar veriyor?

Hangi örgüt, örgütten sayılıyor ve örgüt seçerken kimden izin almalıyız?!’’…

Ta en başından düne değin ‘Kemalizm’le kavgalı olanların kurduğu ‘örgüt’ -parti-, bugün ‘noter’ olmuş, önüne gelenin ‘Atatürkçülüğünü’ daha doğrusu ‘Kemalistliğini’ sorguluyor.. onay alamayanlar; bırakın Atatürkçülük yapmayı, ‘Atatürk’te birleştik’ bile diyemiyor! Bu ne menem bir döngüdür ki; koca-koca prof amcalar, teyzeler, bilmem kaç kitaba imza atıp fersah-fersah yazı yazanlar; bir gün olsun ellerine kalemi alıp ya da mikrofonu; ‘’hocam sen kim oluyorsun da milleti zapt u rapt altına alıyorsun’’ demiyor, diyemiyor!

Bana diyorlar ama! Hakaret ve tehdit mesajlarının haricinde ‘sen de kimsin’ diyorlar!.. Gülüyorum; çünkü ben kıyıda köşede kalmış bir yazarım, üç-kişi, beş kişi okur beni, sıradan bir adamım; beni bırakın da, ağababalarınıza sorun ‘sen de kimsin’ diye..! Kişilik sahibi olmak, adam olmak için ön-şarttır, kazanmaya bakın…

Bu nasıl bir güçtür ki; yıllardır binde bir bile oy alama ve ancak hiç kimseyi sallama..! İlla ki başka bir açıklaması olmalı.. onu da yaparız; lakin sırayı takip ediyorum, şimdi sırası değil; kim bilir belki ‘büyük yazar’(!)lar yazar da, biz de faydalanırız ucundan kıyısından.. Hani her türlü kirli bağlantıyı açığa çıkaran araştırmacı-gazeteci-yazarlarımız var ya.. onlar! Bir gün mutlaka yazacaklar; yazdıkları ‘gün’, o gün’e değin neden yazmadıklarını-yazamadıklarını da yazacaklar; işte gün o gündür!..

Konuyu bağlayacak olursak; herkes herkesi eleştirebilir, ancak insanlar senin partine teveccüh etmiyor diye eleştirirsen ve ortada birleşecek ‘vatan paydası’, ‘Atatürk’, ‘Milli Mücadele’ gibi kavramlar dururken kendi ‘örgüt’ünü mücadelenin merkezine koyarsan, burada samimiyet aranmaz.. aransa da bulunmaz! İlla da bulacağız derdinde olanlar varsa, azıcık izân.. derim!..

Oldum olası kurabiyeyi çok severim; hatta evlilik şartlarımdan biri de mutfakta bir kavanoz içinde devamlı kurabiye olması yönündeydi, az önce fındıklı bir tane attım ağzıma.. hımmm, eşimin ellerine sağlık, gerçi tarif anneme ait ama olsun.. Ha bu arada eşim de okuyucumdur, haftalık çıkan bir yayında yazılarıma yorum yapardı… Edebiyatçıdır, yazılarımda imlâ hatalarının asgari olması onun eseridir; bazı kuralları tanımayışım ise her zamanki gibi benim seçimim..

Diyeceğim o ki; sıradanız. Herkes sıradandır, hepimizin hayatı sıradandır. Zaten bugünün dünyasında sıradan olmak, sıra dışı olmaktan daha ‘sıra dışıdır’; çünkü herkes kendisini diğerlerinden daha değerli, daha bulunmaz, daha bir halt sanıyor ve birileri de buna inanıyor. Yazık!

Bir gün şu Ertuğrul Özkök hakkında yazmak istiyorum; aykırı adam(!), romantizmin ve de metroseksüelliğin duâyeni hakkında.

Ahmet Hakan hakkında yazmayacağım; zira onun şu an takıldığı mekanların çoğunu eskittiğim için…

Bir de oturmamış üzerine.. ‘heves’le karışık bir merak seziyorum, özlem duyulan bir hayatın içine aniden dalıp kaybolmak gibi; her ne kadar entelektüelliğe bağlasa da kendisini, üzülüyorum aslında; o yerler yer değil, Sıraselviler’de kimleri sıralamadılar ki, şimdi saysam medya çöker, sanayici kalmaz!

Hep o Taksim’deki Borsa Lokantasında başlar-dı hikayeler; Twenty, ora-bura derken Hayallerin Kahvesi en masumudur; iş oradan çıktı mı; ya Tarlabaşı’nda hacamat olursun ya da Sıraselviler’de dönme dolap.. Nevîzâde’den şaşmamakta fayda görüyorum birileri için; zira belli bir yaştan sonra ıslık da çalsalar dönülmez akşamın ufkundan..

Özkök’e  hastayım !

Bir  programda  şöyle  demiş:  “Ben  her  gece  karımın  soyunmasını  izliyorum.   İtiraf  ediyorum;   hayatım  boyunca  her  gece  yatarken  onun  soyunmasını  izledim.   Bana  hep  müthiş  bir  estetik  ve  kadınlık  defilesi  yaptı  soyunurken”..

Nasıl  müthiş  adam  değil  mi;  izlemiş!.. başka bir şey derdim ama sırası değil. Bu açıklamayı hangi programda yapıyor o önemli, Seda Sayan’ın sabah programında.

Güneri Cıvaoğlu’nun sunduğu ‘Şeffaf Oda’ programında yapsa hadi bir derece, o program genel-geçer halk kitlesine hitap etmediği için belki başına vurmuş der geçerdik ama sabah yayınlanan ve alt ve orta -bu tabirleri sevmem ama- gelir grubuna hitap eden bir programda bir insan neden böyle bir açıklama yapar!

Cevabı çok basit..

Söyleyecek başka bir şeyi yoktur; ki bu kişiler kadın konusunda kendilerini otorite sanırlar, zaten sorun da buradadır!

Yani sorunlarını dillendirerek, mevzuyla çok alakalıymışlar imajı verirler.

Ahmet Altan’ın bir çift memeye vatan satması gibi..

Yani anlayacağınız, sorunlarını dile getiriyorlar, sorun olmayan kısımdan bahsetmiyorlar..

Daha sonra açacağım..

Ahmet Hakan da, Ertuğrul Özkök de Umre ziyaretlerini yapmışlardır bilginiz ola, yarı ‘hacı’dırlar, ona göre..!

Nereden nereye değil mi..

Öyle değil işte, en başta ne dediysek hiç sapmadan devam ediyoruz, hepsi birbirine zincirin halkaları gibi bağlı.

Siz başımıza gelen tüm bu olayların medya bağlantısını bizden-benden iyi bilirsiniz ve aynı medyanın sistemin işlerliğine yaptığı katkıyı zaten sular-seller gibi ezberlediniz.. işte o medya, bu ve benzeri adamların kontrolünde ilerlerken, memleket uçurumun kenarından, her an aşağıya itilme korkusuyla terbiye edilirken..

Sadece izleyenler ve izleyicilerin marifetlerini satın alanlar var!

Okuyorlar ve aydınlanıyorlar(!), lâkin şarj tutmuyor; çünkü priz başkasının elinde, habire fişi çeki-çekiveriyor!

Ankara’da dün öpüşme eylemi yaptıranlar da bunlar, metroda ‘elleşmeyin’ anonsu yapan zihniyetin hâmisi de bunlar!dır!..  

Bildiğiniz…

‘Ortada  sıçan  var’  oynanıyor !

Seyrediyoruz !..

Hadi  birleşelim ;  bu  şer  ortaklığına,  bu  kirlenmiş,  tersi  dönmüş  düzene  karşı  bir  cephe  kuralım  dediğimizde  bize  hain  diyorlar!

Kim  diyor ?..

Okumaya devam edin ‘Ortada sıçan Var..!!!’

25
May
13

İşporta Tezgahı : Halime’yi Samanlıkta Bastılar

OOFF  ULAN  OOOFFF...

Zat – ı   felâket,   zat – ı   karabasan   suçüstü   oldu   ya ?

Acilen   gündem   değiştirdi.

İşporta   tezgahını   açtı.

Sata  sata  bitiremediği  din  tezgahı  üzerinden  bir  satış  daha  yaptı :

–  Gelin,  gelin… Burada din satılır, gemicik alınır. Din satılır, İsviçre bankalarında hesap açılır. Din satılır, keriz feneri kurulur. Allı verelim, morlu verelim, SARILI-verelim(!)..

-İçkiyi   yasakladık  a  dostlar.   Artık   sarhoş   gezemeyecekler.

Unutun  Reyhanlı’yı,  Esed’i(!)…

Eminem’e  Georgetown  Üniversitesi’nde  “Diktatörlüğün  Psikolojisi”  diye  bir  kitap  hediye  etmişler.

Güya  bana  lâf  sokacaklar.

Ben   bunları ;   “mışıl   mışıl   uyuttuğum,   emir  eri   olan   basınımla   avuttuğum”  

millete   duyurur   muyum   hiç ?

Hemen  tükenmez  kaynak  din  işporta  tezgahını  açalım.

Allı verelim, pullu verelim, e gelin biraz da sarılı-verelim.

(Aman  tezgaha  yaklaşmadan  ceplerinize  dikkat  edin.)

Dümeni   uyuşturucu,   fuhuş,   insan   kaçakçılığı   dahil   her   türlü   kirli   parayla  

döndür.

Sonra   din   tezgâhından   satış   yap ;

— İçkisiz   günler   verelim.

Hoş   geldin   Muaviye   Efendi…

Reyhanlı’da yaşanan korkunç katliamdan anlaşıldı ki;

Asker, Polis, MİT arasında yaşanan çekişme güvenlik zaafı oluşturmuş.

Reyhanlı patlamasının sorumlusu ER-Boğan’dır.

Çünkü;

F-Polisi kullanarak orduyu bertaraf etti. Polisi orduya, orduyu polise düşman etti. Asker polise güvenmiyor. F-Polis askerin açığını arıyor. MİT polis ile karşı karşıya geldi. Polis MİT’e, MİT Polise güvenmiyor. MİT içinde de milli kanatla diğer kanat arasında güven sorunu var. Böyle durumda birbirlerinden bilgi saklamaları kaçınılmazdır.

ER-BOĞAN’nın fitne üreten, kurumları birbirine düşürerek koltuğunu sağlama alma politikası izlemesi, ülkenin güvenliğinden sorumlu kurumları birbirine boğazlatması “BÜYÜK SUÇTUR”.

Meclis kararı olmadan ülke sınırlarını açan, güvenliğinden sorumlu vatandaşları sapık katillerin inisiyatifine bırakan bir zat; o ülkenin başında hala oturabiliyorsa, o ülkede sorun var demektir.

Seçimle gelen hiçbir şahıs bu kadar pisliğin üzerinde oturamaz. Demek ki seçimle gelmemiş. İşgal güçlerinin öncü gücü, BOP’nin “levazım birliği komutanı” olarak görev almıştır.

1-İşgal Güçleri için gerekli araç ve gereçleri temin etti.

Maddi varlıklarımızı egemen güçlere pazarladı.

Manevi varlıklarımız “dinler arası diyalog” safsatası ile Evangelizme evrildi. Anadolu kiliselerle donatıldı. Ahlaksızlık pirim yaparken, AHLAK mahkum edildi.

2- İşgal Güçlerine lojistik hizmette kullanacağı malzemeleri temin etti.

Türk Ordusu’nun kozmik odası, yani Türk Milletinin namusunu, mahremiyeti talan edilirken, CİA Çankaya/Yıldız’da kozmik odasını kurdu. Amerikalı Susanne Hayden’e özel yetkili savcılara seminer verdi. (Arslan Bulut)

Polisler Amerikan Konsolosluğuna giderek düzmece (Ergenekon, Balyoz vb. gibi) davalar hakkında bilgi verdi.

CİA elemanları sayesinde gizlimiz-saklımız kalmadı. Türk vatandaşlarına ait bilgiler ortalığa saçıldı.

Şimdi de doktorlar adeta yangın var diye bağırıyor. Türk vatandaşlarının en gizli sırlarını “sağlık kumpası ile” ele geçirmek istiyorlar.

Egemenlerin levazımcısının 1800 korumayla gezdiği, parmak çocuklarına dokunulmazlık üzerine dokunulmazlık kılıfı diktiği bir ortamda, en mahrem bilgilerimizi isteğimiz dışında pazarlama yasası geliyor.

Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyinin uyarı niteliğinde bir açıklaması var.

Dikkatle okuyalım:

Devletin sırları çoğalırken bizim mahremimiz satılığa çıkıyor.

Kendinize bile söylemek istemediğiniz sırlarınızın satılığa çıkarılmasını ister misiniz?

Eşinizden gizlediklerinizin ortalığa saçılmasını ister misiniz?

Son adet tarihinizin, kaç düşük yaptığınızın, hamile olup olmadığınızın, girdiğiniz depresyonun, aldığınız ilaçların başkaları tarafından bilinmesini ister misiniz?

Verilerimiz verilir mi verilmez mi?

SGK-Sağlık Bakanlığı veri satış mağazası mı kuracak! Veriyi alan, kişiye özel reklam mı yapacak!

Yoksa fişlenecek miyiz/fişleniyor muyuz?

Mebusun, Bakanın, onun yakınlarının mahremini koru, benimkine saldır olur mu?

En mahrem bilgilerinizin hekiminiz dışındakilerle paylaşılmasına evet deyip demediğinize yalnız başınıza karar veriniz!

Güvenip gittiğiniz sır saklayan hekimin ihbarcı yapılmasına razı mısınız?

a-İnsanların hekime, sağlık kuruluşuna gittiklerinde verdikleri kişisel bilgilerin, aldıkları sağlık hizmetine ilişkin bilgilerin, kendilerine sorulup rızaları alınmaksızın Sağlık Bakanlığı tarafından toplanması, işlenmesi ve paylaşılmasını, Hekimlere, her türlü özel ve kamu sağlık kuruluşuna, hastalarının kişisel bilgilerini Sağlık Bakanlığı’na verme mecburiyeti getirilmesine

b-Sağlık Bakanlığına, hekimleri, diş hekimlerini, sağlık personelini, mesleklerinden geçici veya sürekli men etme, diplomalarını iptal etme yetkisi verilmesine ilişkin

8.  Maddesinin (h) bendinin (1) ve (3) nolu alt bentlerini geri çekin, yasalaştırmayın!

Türk   Tabipleri   Birliği  Merkez   Konseyi

Bu  durumda  doktorlar  istihbarat  elemanı  gibi  kullanılacaktır.

Şantaj demokrasisi olan Er-Boğan diktatörlüğünde bilgileriniz şantaj amaçlı kullanılabilir. Uluslar arası organ mafyasına kurban olabilirsiniz.

Her şeyin ortaya saçıldığı, CİA(MİT+Polis) işbirliğinde ülkenin temellerinin dinamitlendiği bir ülkede, Levazımcı başı tarafından canlarımız, mahremiyetimiz kimlere veri tabanı oluşturacak?

Hariri’ye  satılan  Türk  Telekom  içinde  üç  ( biz yedi  diye duymuştuk)  İngiliz  ajanı  yakalandı.  (2005 – 2007)

Amerikan   Kapıkulu   Partisi   meclise   bir   yasa   teklifi   getirdi,   haberiniz   var   mı ? :

“Türk  Devleti’nin   PKK’ya   savaş  tazminatı   ödemesi”  

teklifi   yapıldı.

Bu alçak, aşağılık yasa teklifini bile bu millete hakkınca duyuramayan muhale(FİT)’e hala güvenen varsa YUH olsun.

Bu bilgiyi MHP Konya Milletvekili Faruk Bal Bengi Türk televizyonunda söyledi.

Muhalefet muhale(FİT) olmasa kıyamet kopar. Böyle bir yasa teklifi yapana o meclisi dar ederdi.

Muhalefet; levazım başının açtığı işporta tezgahının en sadık müşterisidir. Hadi sine-i millete dönecek yüreğiniz yok. Hesaplarınız derin. Sizler de Er-Boğan’ın kara parasına esir oldunuz. Hiç olmazsa içki kavgası yapıp “din alır, din satarım” diyenlerin tezgahına müşteri olup meşrulaştıracağınıza, o yasa teklifini yapanın meclisi kafasına geçirin.

Yoksa Türk Milleti; meşruluğunu yitirmiş “Terörü Besleme Milleti Mahvetme” konutu haline gelen o çatıyı başınıza geçirecek !!.

Allı  verelim,  kırmızıl ı verelim,  sarılı – verelim.

Sapık  bebek  katiliyle  barıştırıverelim…

Koş  vatandaş,  koooş…

Gündem  değiştirme  tezgahı  bu…

Din  bohçasını  açıverelim…

Okumaya devam edin ‘İşporta Tezgahı : Halime’yi Samanlıkta Bastılar’

24
May
13

İÇİMİZDEKİ HAİNLER..!!! — 1

AAAKİL  "HOMO"SAPİENSLER
21  Mayıs…
Saat  14.30  suları…
Telefonum  0532 …nolu  bir  telefondan  arandı. 
Meşgul  olduğum  için  kızıma  açmasını  söyledim.
Şaşırmıştı.
Karşıdaki  kişiye Yanlış yeri aradınız. Annem bu ” Barış Süreci”ne şiddetle karşı çıkıyor. Annemi veriyorum.”  diyerek  telefonu  bana  uzattı..
-Nereden  arıyorsunuz ?
Ankara’dan… Borsalar ve Odalar Birliği Akiller Başkanlığı’ndan… Sizi yarın sabah Mardan Otel’de yapılacak “Kadın ve Gençlik” kahvaltısına davet ediyoruz.
-Beni neden davet ediyorsunuz?
Akiller sizi dinlemek istiyorlar..
Beni neden dinlemek istesinler ki…
 Sizi de çağırmamı istediler. Katılacak mısınız?
-Telefonumu nereden buldunuz?
-????…
Katılmak?.. Biran durakladım. Hangisi benim için doğru olurdu? Onlarla aynı masaya oturmak…Midemi bulandırıyordu. Ancak oraya gidip nefretimi yüzlerine haykırmak istedim ve çağrıyı kabul ettim.
*****
Gece gözümü kırpmadım. İstediğim gibi konuşabilecek miydim?  21 Mayıs akşamı iki kez daha arayıp, katılıp, katılmayacağımı teyit ettiler. 22 Mayıs’ta bir genç dostumun aracıyla hayli uzak olan Mardan Otel’ine ulaştık. Onların temin ettiği servis aracına binmeyi de ret etmiştim. 
Sadece otelin giriş kapısında isim onayı alınarak içeri girdik. Güvenlik, üst arama hiç biri yok… Toplantı Beylerbeyi Salonu’ndaymış. Tarif ettiler. Bulduk, bulmasına da toplantının yapıldığı yedi yıldızlı otelin (artık beş yıldızlı oteller  Akiller Heyeti’ndeki hanımları, beyleri kesmiyor demek) insanı bunaltan ve hatta boğan ihtişamı dikkat çekecek düzeydeydi. Salonun önünde bir masa vardı. Kişinin adına yaka kartları yazılmıştı..Kendiminkini aldım. Görünen katılımcı sayısı oldukça azdı. Katılımcılar ise bol, bol fotoğraf çekmekle meşguldüler.
Neden fotoğraf çektiklerini anlamam mümkün değildi. Milletin çok büyük bölümü açlık sınırında yaşarken bu  sahte ihtişamı görüntülemek neyin nesiydi?
Toplantı bir türlü başlamıyordu. “AKİL”sizler de ortada yoktu. Görevliye sordum bu gecikmenin sebebini.. Aldığım cevap oldukça ilginçti. Katılımcı sayısı on beş olunca zat-ı muhteremler yukarıdan aşağıya ineceklermiş. Tepkimi göstermek için fırsat arıyorum ya, hemen bu saydırmaya başladım. Maksadım ne olursa olsun; asalında o otelde olmaktan da utanç duyuyordum. Ve derken AKİLLER gözüktü. En önde Lale Mansur… Hemen arkasında Kadir İnanır ve diğerleri… İnanır oldukça yüksek ve etraftan duyulacak bir ses tonu ile, şu cümleyi söylüyor. “Bu otelde ben kalamayacaksam, hangi ORS ( Ben şifreledim, o açıkça söylüyor)  çocuğu kalacak?”
Vay, beyim vay.. Vatan millet ne umurunda?..Bu milletin sırtına basarak para, mal sahibi olan zibidinin tek derdi, yedi yıldızlı bu otelde sefa sürmek…
Görevli beni de içeriye çağırıyor. Çok büyük bir salon… U  şeklinde bir kahvaltı sofrası hazırlanmış, masada kuş sütü eksik… Hanımlar büyük bir iştahla kahvaltı ediyorlar. Hanımlardan iki sandalye uzakta u şeklindeki masanın  bir köşesine oturuyorum.  Kadir İnanır, yerinden kalkıyor ve tüm hanımların ve gençlerin ellerini sıkarak, güler yüzle “ Hoş geldiniz” diyor.  Benim önüme gelince, bir iki saniye duraklıyor, elini uzatmadan, kaşlarını çatarak, bir lütuf ihsan edercesine “Siz de hoş geldiniz” diyor… Tavrına şaşırmakla birlikte sadece başımı eğmekle yetiniyorum.  
Garson “Çay mı, taze meyve suyu mu?” diye soruyor. Cevaplıyorum. ”Hiç biri…” Yüksek sesle, etrafımdakilerin de duyabileceği bir şekilde; “Önümdeki servisi kaldırın. Çünkü bu masanın üzerinde var olan her şeyde şehit ailelerinin, yetimin dulun ve en önemlisi Türk milletinin hakkı var. Benim boğazımdan bu haram lokmalar geçmez” diyorum.
Garson kıpkırmızı kesiliyor, iki iskemle ötemde oturan bir türbanlı kadının çatalı tutan eli bir kaç saniye duraklıyor, sonra büyük hınçla çataldaki koca jambonu ağzına atıyor ve çiğniyor.
 ”Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin.
Aksırıncaya, tıksırıncaya (GEBERİNCEYE) kadar yiyin.”
24
May
13

Erdoğan Ve Çetesi

tak  fişi  bitir  işi05  Kasım  2002  günü,   yani  AKP’nin  kazandığı  ilk  seçimden  iki  gün  sonra  “Le Monde”  gazetesinde  “Erdoğan  Ortadoğu’ya  getirilecek  demokratikleşme  PROJESİDİR.  Generaller Erdoğan’a  sahip  çıkmalıdır” diye  bir  yazı çıkar.  (Ümit  Özdağ ) 

Yalçın   Akdoğan   Erdoğan   için ;

“200   Senedir   ilk   defa   iç   ve   dış   dinamikler   Erdoğan  

üzerinde   birleşti”   diye   açıklama   yapıyor.

Yani,   durum   aslında   başından   beri   bellidir.

Erdoğan   sadece   Türkiye   için   değil,   BOP   içerisinde   yer   alan   bütün   mazlum  

ülkeler   için   tehlikedir.

Egemen güçlerin Müslüman dünyanın zenginliklerini talan etmesi için “kasa hırsızı” gibi ülkelerin kilitlerini kırmış, kalanların da kilidini kırmak için çalışmaktadır.

Erdoğan sayesinde Türkiye dahil diğer Müslüman ülkelerden “kan-gözyaşı-sefalet” eksik olmuyor.

Irak’a girmeleri için Erdoğan Amerikalıları teşvik etti.

Ramazan ayında Irak’a girmelerinde bizim için bir sakınca yok dediler.

Libya ramazan ayında yerle bir edildi.

Erdoğan ve çetesi haçlı güruhtan önce yola çıktı.

Libya’yı kana bulayan, Kaddafi’yi linç ettikten sonra sopayla tecavüz eden kiralık katillere Devitoğlu bavulla para dağıttı.

O kiralık katillerin paralı asker olanları şimdi Özgür Suriye katillerinin içinde vahşetini sürdürüyor.

Katlediyor, soyuyor, tecavüz ediyor, parçaladığı Suriyeli askerin kalbini çıkarıp yiyor, Alevi diye insanları testere ile kıtır kıtır kesiyor. Bir de bu korku filminden fırlamış sahneleri çekip dünyaya ilan ediyor.

Erdoğan ve çetesinin beslediği, para ve silah yardımı yaptığı, eğitim verdirdiği, Suriye sınırımızı teslim ettiği katil sürüsü işte bu sapıklardır.

Allahü  Ekber  diye  kafa  kesiyorlar, bombalıyorlar, parçalıyorlar. Müslüman kimliği bu katil sapık sürüsünün verdiği resimle bütün dünya insanlarının kafasında acımasız canavarlar olarak yer ediyor. Perçinleniyor.

Erdoğan   ve   çetesi   bütün   dünya   insanlarının   Müslümanlardan   nefret   etmesini   sağlıyor.

Müslümanlara,   dine   bu   kadar   kötülük   eden   bir   başka   isim   tanıyor   musunuz ?

Erdoğan   Müslüman   düşmanlığının   alasını   yapıyor.

Erdoğan Türkiye’de İslam’ı “kadavraya” çevirdi.

İçini boşalttı.

Hırsızlık, gasp, devlet malını talan etmek, seri halde yalan söylemek, fuhuş ve uyuşturucu paralarını aklamak, Müslümanların onur ve namusunu Haçlıya pazarlamak din ile birlikte anılır oldu.

İnsanlık gitti, onur gitti, şeref gitti…

Geriye ne kaldı?

İçi boş camiler, başörtüsü ve sakal…

İşte Erdoğan ve çetesinin Müslüman Türkiye tablosu…

Le Monde çok doğru yazmış.

Erdoğan bir projedir.

Sadece ülkeleri parçalayıp, egemen güçlerin, petrol ve maden baronlarının kullanımına vermek için tetikçilik yapmıyor.

Müslümanların sapık, cani, yok edilmesi gereken canavarlar olarak dünyaya sunulmasında da “çantacılık” yapıyor.

Küresel çetenin çantacıları…

Bir insan nasıl bu hale gelir, ben artık hakikaten anlayamıyorum.

Böyle bir figüre tarihte bile rastlayamıyorsunuz.

Suudiler Osmanlı’yı sattı diyoruz ama Araplar sonuçta farklı bir millettir.

Çöken Osmanlı’dan bir Arap devleti çıkarma hayalleri var. Yani gene kendi halkı için.

Hitler insanlık suçu işledi ama sapkın da olsa Alman halkı için.

Saddam acımasızdı ama kendi halkı için çalıştı.

Erdoğan gibi küresel çete adına çalışan, kendi ülkesini hedef alan, kendi ülke insanının bir kısmını düşman olarak görüp savaş açan…

Başbakanı olduğu ülkeyi bölmek için uğraşan…

Kendi yönettiği ülkede etnik ve mezhep kışkırtması yapan…

Kin ve nefret üreten, “kininize sahip çıkın” diyerek kendi gibi düşünmeyen kesimi hedef gösteren bir başbakanı dünya tarihi ilk defa görüyor.

Bu zatın hiç seveni de yok ki, kimse uyarmıyor.

Uçuruma gidiyorsun demiyor.

Züccaciye dükkanına girmiş fil gibi Müslüman coğrafyayı kırıp döküyor.

Sülük çetesi ise alkış tutuyor.

Reyhanlı’da onca can gitti.  Başbakan Amerika’ya gidiyor.   Hiçbir şey olmamış gibi hayat devam ediyor.  Bizans basını çalıp oynuyor.

Erdoğan aslında kaçıyor.

Suçlu olduğunu bildiği için ağababalarına sığınıp medet dileniyor ama nafile. Obama Suriye’ye sıcak savaşa izin vermiyor.

Reyhanlı Patlamasına aslında göz yumuluyor.

Patlamadan bir gün önce belediyenin önünde bir araba duruyor. Kadınlar şüpheleniyor. Üst kattaki mülk sahibi Fikret Koyuncu aşağı iniyor. Polise telefon açıyorlar ve polisler arabanın yanına geliyor. Polis bir şey demeden o arabayı orada bırakarak gidiyor ve ikinci gün o bomba orada patlıyor.

Her gün yeni bir rezillikleri ortaya çıkıyor. Reyhanlı’da gerçekleşen patlamadan sonra bir dizi yalan sarılan AKP hükümetinin foyası, Redhack’in yayınladığı belgelerle ortaya dökülüyor. Redhack’in ulaştığı Jandarma yazışmalarına göre, 25 Nisan’dan itibaren El Kaidecilerin bombalı araç saldırısı yapacakları biliniyor ama hiçbir önlem alınmıyor.

İnsanlar parçalanıyor. Suriye’deki savaş görüntüleri gibi bir görüntü Reyhanlı’da ortaya çıkıyor. Ne gam? Ahlaksız medyanın ahlaksız sünepeleri çalıp oynuyor. Devitoğlu sırıtarak konuşuyor. Erdoğan soluğu Obama’nın yanında alıyor.

Kan ve ölüm normalleştiriliyor.

Olayları küçültmek, ölümleri sıradanlaştırmak, bundan sonra olacaklara bir savaş psikolojisi ile halkı alıştırmak istiyorlar…

Çünkü çekiliyor dedikleri PKK yıllardır metropollere yerleşiyordu.

AKP Türk mafyasını içeri tıkarak Kürt mafyasının önünü açtı.

PKK bu sayede uyuşturucu ticaretini daha rahat sürdürdü.

Mehmet Ağar’ın dağdakileri düz ovaya davet ettiğini bir hatırlayın.

Kendisine boşuna özel hapishane aranmadı.

Boşuna af çıkmadı.

O katiller şimdi mecliste, metropollerde…

Yani düz ovada rahtça geziyor.

Planlarını yapıyor.

MİT Müsteşar Yardımcısı bayanın Oslo ihanet sürecinde itiraf ettiği gibi;

“PKK  Metropolleri  patlayıcılarla  doldurdu.”

2 Binin üzerinde El Kaide militanının ülke içinde olduğunu bizzat MİT söyledi.

Sınırlarımızı, bir ülkenin namusu olan sınırlarımızı silen AKP çetesi, ülkeye ne kadar ajan, eli kanlı sapık teröristin girmesini sağladı dersiniz?

Türk   Halkı   gene   hazırlıksız   avlanacak   olabilir   mi ?

Ermeni   çetelerinin   Osmanlının   son   döneminde   yaptığı   kıyımları   bu   sefer  

“ASALA + PKK”   işbirliğiyle   yapılabilir   mi ?

YAPILABİLİR…

AKP  çetesi  Türk  kanına  doymadı.

DİSK Genel Başkanı Beko, AKP’nin ilk icraatlarından olan ve taşeronlaşmanın önünü açan 4857 sayılı İş Kanunu’nun çıktığı günden bu yana “11 bin işçinin ölümüne neden olduğunu” vurguluyor.

1500 korumasını 1800 korumaya çıkaran Erdoğan ve çetesinin yaptığı yıkımı, büyük bir çoğunluk tahmin bile edemiyor.

Erdoğan ve çetesi sadece Müslüman ülkeleri egemen güçlere pazarlamadı. Türk vatandaşlarını egemen güçlere KÖLE İŞÇİ yatı.

Erdoğan bin yıl öncesinin kölelik sistemini yeniden hortlattı. Kırk harami düzenine meşruiyet kazandırdı.

Uyguladığı çete politikaları ile Milletin elinde ne var, ne yok aldı. Küresel egemenlere teslim etti.

Bankaların, küresel şirketlerin milletin kanını emmesine seyirci kaldı.

Zulümlerinden,  cinayetlerinden,  dağ – taş – su – börtü – böcek  bile  kurtulamadı.

Hiç  kimse,  hiçbir  çete,  hiçbir  zalim  bu  kadar  kan  ve  gözyaşı,  bu  kadar  ihanet  üzerinde  oturamaz !!.

Tarih  bunun  örnekleri  ile  doludur.

Bu  zulmü  alkışlayanlar, geride kalan yıkımı  gördüğünde

kaçacak   delik   arayacaktır.

Bu   da  böyle   biline.

Okumaya devam edin ‘Erdoğan Ve Çetesi’

20
May
13

İngiliz gazeteci Clark : “Türkiye topraklarında daha çok bomba patlayacak” demiş…

İngiliz   gazeteci   Neil  Clark,   Başbakan  Tayyip Erdoğan’ın   Suriye’de   yönetime   karşı   savaşan   muhaliflere   dönük   desteği   sürdüğü   sürece,   Türkiye   topraklarında   daha   çok   bomba   patlayacağını   ileri   sürdü.

Rus Russia Today’e (RT) verdiği mülakatta, Erdoğan’ın Suriye politikasını yeniden düşünmesi ve Reyhanlı’da yaşanan saldırılardan dolayı Suriye yönetimini suçlamayı bırakması gerektiğini belirten Clark, Şam yönetiminin böyle bir saldırıda bulunmasının oldukça “saçma” olacağını ifade etti.

Türk   olsaydım   ben   de   Erdoğan’ı   protesto   ederdim

Türkiye-Suriye sınırında yaşanan gerginiliğe ve bunun olası sonuçlarına dair bir soruya yanıt veren Clark, Erdoğan’ın 2011 Ağustosunda Suriye yönetimini devirmek konusunda harekete geçtiğini, muhaliflere üs, silah ve teçhizat sağladığını belirterek “Bir Türk olsaydım ben de Erdoğan’ın protesto ederdim” dedi.

Clark, Ankara’nın Suriye politikasını değiştirmediği sürece, Reyhanlı’da yaşanan korkunç saldırıların Türkiye topraklarında yaşanmaya devam edeceğini kaydetti.

Türkiye’nin Reyhanlı’da yaşanan saldırıdan dolayı Şam yönetimine yönelttiği suçlamalarla ilgili konuşan İngiliz gazeteci, “Batılı ülkelerin Suriye’yi bombalamak, askeri müdahalede bulunmak için fırsat kolladığını bilen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Türkiye’ye dönük bir saldırı emri vermesinin kesinlikle intihar olacağını” söyledi.

Türk   halkı   tepkili

Dolayısıyla Suriye  için  Türkiye’ye  saldırmanın  “tamamen  saçma”  olacağını kaydeden Clark, Erdoğan’ın şu ana kadar izlediği Suriye politikasının Türkiye’yi bir savaşa soktuğunu ve sadece Suriye sınırındaki Türkiye vatandaşlarının değil tüm ülkenin Erdoğan’ın politikalarına giderek daha çok tepki gösterdiğini ve Suriye politikasının değişmesini talep ettiğini ifade etti.

Erdoğan’ın, 2011 Ağustosunda bir kumar oynayarak Suriye yönetiminin kısa sürede yıkılacağına ve Suriye’de kendisine dost ılımlı İslamcı bir yönetimin iktidara geçeceğine inandığını söyleyen Clark, ancak bunun ters teptiğini belirtti.

Clark,   savaşın   Türkiye’ye   sıçradığını   ve   Türkiye’nin   içinde   bulunduğu   durumun  

gittikçe   daha   da   kötüleşeceği   değerlendirmesinde   bulundu.

(soL  –  Dış  Haberler)

http://www.ilk-kursun.com/haber/146343

20
May
13

İsrail ile Türkiye arasındaki ihracatta rekor artış

Ulan   A.Q. ;   böyle   haberleri   yayımlamakla   bunların   ekmeğine   yağ   mı   sürüyoruz

acaba..!!!

Herifler   zaten   tescilli   siyonist   uşşağı,   apaçık   alenî   böyle   durumlarda   ise  

sahiplerinin   gözlerine   daha   çok   girerler…

Bunları   destekleyenler   için   ise    ( böylesi   hâlâ   varsa,   ki   yüzde   kaçtır   bilinmez )  

ne   denileceğini   herkesin   kendi   fantazisine   kalmıştır…

Ne   müslüman   memleketmişiz   vesselâm — % 99,99’u   dilsiz   şeytan…


İsrail’in   Türkiye’ye   ihracatının   bu   yılın   ilk   çeyreğinde   % 44   artarak   560  milyon  

dolara   ulaştığına   dikkat   çekilirken   bu   verilerin   İsrail’in   Mavi  Marmara   baskını  

nedeniyle   Türkiye’den   henüz   özür   dilemediği   bir   döneme   ait   olduğu  

vurgulanıyor.

İkili  ilişkilerde  hâlâ  “bol gerilim”in  olmasına  rağmen  İsrail’in  Türkiye’ye  ihracatının  bu  yılın  ilk  çeyreğinde  “rekor”  kırdığına  dikkat  çekiliyor.   İsrail’in  söz  konusu  dönemde  Türkiye’ye  560 milyon  dolarlık  ihracat  yaptığı,  bunun  önceki  yılın eş  dönemine  göre  yüzde 44’lik bir  artış  oluşturduğu  kaydediliyor.

Anka’da yer alan habere göre, İsrail İhracat Enstitüsü’nün verilerine göre, İsrail’in Türkiye’ye ihracatının yüzde 75’i de, söz konusu çeyrekte yüzde 67 artan kimyasal ve işlenmiş petrol ürünlerinden oluşuyor.

Elektronik ürünler  ihracatı  da  yüzde 158  oranında  büyüyerek  19 milyon  dolara  ulaştığına  dikkat  çekiliyor.

Dış ticaretteki bu gelişmeleri yansıtan İsrailli Arutz Sheva sitesine göre, İsrail İhracat Enstitüsü Başkanı Ramsy Gabai, Calcalist ekonomi gazetesine verdiği demeçte Türkiye’ye ihracattaki artışın, ikili siyasi ilişkilerdeki bir iyileşmeden çok  kaynaklan“Türkiye’nin İsrail’de imal edilen yüksek kalite ürüne olan ihtiyacı”ndan  kaynaklandığını  söyledi.

Buna karşın Gabai, iki ülke arasındaki “diplomatik iklim” in  iyileşmesi ile İsrail’in önümüzdeki aylarda Türkiye ile daha çok iş yapacağı inancını da dile getirdi.

Arutz Sheva ise, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin Mavi Marmara baskınının ardından  “dibe vurduğu”nu belirttiği haberinde ancak İsrail’in Nisan sonunda Türkiye’nin talebinin doğrultusunda özür dilemeyi ve kurban ailelerine tazminat ödemeyi kabul ettiğini anımsatarak İhracat Enstitüsü’nun yayımladığı  verilerin  ise,  İsrail’in  henüz  özür  dilemediği  bir  döneme  ait  olduğunun  altını  çizdi.

http://www.ilk-kursun.com/haber/146337

19
May
13

Erdoğan’ın Kutlu İntikam Meleği : İsrail

O  kadar  azdılar  ki,  düştükleri  sefil  durumu  bile  idrak  edemiyorlar.

Erdoğan,  Suriye  Devlet  Başkanı  Beşar  Esad’a ;

“Çocukların feryadı arşı inletirken, susan dilsiz şeytanlardan olmayacağız. Ey Esad, vallahi bunun hesabını vereceksin. Başkalarına gösteremediğin cesareti, ağzında emzik olan kundaktaki bebeğe göstermenin bedelini çok ama çok ağır ödeyeceksin. O çocukların arşı inleten figanı, inşallah, Rabbimin Müntakim sıfatı mucibince, Kahhar sıfatı mucibince, senin üzerine kutlu bir intikam olarak inecek”  diye sesleniyor.

Ve   İsrail   Suriye’yi   bombalıyor.

Erdoğan’ın   kutlu   intikam   meleği   “İsrail”   oluyor.

Ülkesini  savunan  bir  devlet  başkanını  katil  ilân  ediyor.

Uyuşturucu  baronu,  tecavüzcü  sapık  bebek  katili  Öcalan’ı  Türk  Milletine  kabul  ettirmeye  çalışıyor.

Bebek  katili  sapık  ile  masaya  oturuyor.

Protokoller imzalıyor.

Deccal ;

“Yanlışları  doğru,  doğruları  yanlış  gösterir”  diye  tarif  edilir.

Günümüzde   bütün   doğrular   ters – yüz   edildi.

Sultan  şimdi  savaş  naraları  atıyor.

“ABD  Suriye’ye  karadan  girerse  destekleriz”  diyor.

Müslüman  kanına  doymadı.

Iraklı Müslümanların kanı-namusu-bedduası üzerindeyken… Kaddafi’nin vebali omuzlarında, kanı ellerine bulaşmışken…

Suriye halkının kanına da talip oluyor.

Erdoğan’ın Türkiye’de barındırıp silahlandırdığı katiller (Yurt Gazetesi / Ömer Ödemiş’in) haberine göre;
“İlk saldırıda Banyas’ta yaşayan vatanseverleri çoluk çocuk demeden katleden cihatçı güçler, Bayada beldesi cami imamı Şeyh Ömer Bayati’yi hanımı ve çocuklarıyla birlikte öldürerek, ezanı da değiştirip, Selefilere özgü biçimde okumaya başladılar. Küresel Cihatçı güçler bir yandan katliam yaparken bir yandan da Afganistan, Irak ve Libya’da ABD ve NATO güçlerinin yaptığı katliamların resimlerini ‘Banyas Katliamı’ diye basına dağıtarak, propaganda yapmaya çalıştıkları iddia ediliyor.”

Irak’ı kimyasal silah yalanıyla parçalayanlar, aynı yalanı Suriye için söylüyor.

BM yetkilisi Ponte “sarin gazını isyancıların kullandığını” rapor ederek yalanı ortaya çıkarıyor.

Vicdan  yok,  utanma  yok,  ahlak  yok.

Kolayca  iftira  ediliyor.

Yetmiyor ;

Dünya medyasında, Suriyeli sığınmacılar ve çatışmalardan yaralanarak Türkiye’ye tedavi için getirilen yaralıların böbrek, karaciğer, göz, kalp gibi organlarının tedavi sırasında alındığı yönünde haberler yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün bu nedenle inceleme başlattığı iddia ediliyor. (Lübnan El- Diyar Gazetesi)

Yetmiyor ;

Lübnan’da yayımlanan Al Akhbar Gazetesi, Türkiye’nin Suriyeli teröristleri barındırmakla kalmadığını, Suriye rejimine karşı silahlandırmanın yanı sıra, hayat kadınları da sunduğunu öne sürüyor.

“MİT’ten Cihatçılara Hayat Kadını” başlıklı haberde ÖSO canilerinin;

“Bu savaşta bize sunulan silah ve para desteği her şey demek değildir. Savaş daha çok uzun sürecek gibi görünüyor. Cihatçıların cinsel ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik verilen fetvalara rağmen cihat evlilikleri yetersizdir. Türkiye’nin bu konuda sunduğu hizmet yetersizdir. Biz sizden bizimle savaşmanızı istemiyoruz ama kadınlarınıza ‘cihat evliliği’ çağrısı yapmanızı bekliyoruz” dediğini yazıyor.

MİT elemanları hayat kadınlarını ya da fahişeleri kabul edip etmeyeceklerini soruyor. Militanların cevabı; kadınların nereden geldiğini umursamadıkları, cihatçılarına kadınlarla birlikte olma izninin fetvayla verildiği yönünde oluyor. (Ömer Ödemiş/Yurt Gazetesi)

Bu utanç verici iddialar Türkiye’nin getirildiği korkunç durumu açıkça gösteriyor.

Yetmiyor;
Cumhuriyet Gazetesinden Alican Uludağ; “MİT ve Emniyet İstihbarat Dairesi’nin yaptığı çalışma sonucu Türkiye’de 2 binin üzerine El Kaide üyesinin bulunduğu belirlendi.” Diye haber yapıyor.

İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres 25 Mart 2013’te CNN Türk’te yayınlanan özel röportajında “Türkiye’nin Gazze’nin silahtan arındırılması konusunda garanti verdiğini” itiraf ediyor.

Artık mızrak çuvala sığmıyor.

Erdoğan ABD ve İsrail’in çıkarlarını korumak için Türk Devletini ve vatan çocuklarını ateşe atmaktan çekinmiyor.

Battığı sıcak para çukurundan kurtulmaya bahane yaratmak, devleti dönüştürüp federasyona razı etmek için savaş naraları atıyor.

Katil sürüsü PKK çekiliyor safsatasıyla millete “barış” yalanı pazarlanıyor. PKK’ya bir söz vermedik diyenler, Güneydoğu’dan devleti çekiyor. Oslo ihanet sürecinde verilen sözler unutturuluyor. ABD’nin PKK’yı terör listesinden çıkartıp, BOP’nin silahlı gücü haline getireceği ise saklanıyor. Bebek katili Öcalan “bin gider, Elli bin kişiyle geliriz” diyerek bu gerçeği açık ediyor.

Ayrıca  PKK  bir  şey  almadan  çekiliyorsa  halkı  neye  ikna  ediyorsunuz ?

“PKK  gitmesin”  diyen  mi  var ?

YALANCI   CENNET

Hasan  Sabbah :

İran’da Haşşaşin denilen mezhebin kurucusu. 1090-1091′de Kahire’den İran’a dönerek Alamut Kalesi’ni ele geçiren Hasan Sabbah’ın hizmetine girenler önce içkinin içine atılmış haşhaşinle uyuşturuluyor, adam gözlerini açtığında kendini bir yalancı cennette buluyordu. Bu cennet gibi yerde, huri gibi kızlarla her türlü zevki yaşayan fedailer, bu cennetten ayrılmak istemiyordu. Ancak cennete girmenin yolu vardı. Hasan Sabbah’ın her istediğini gözünü kırpmadan yapmak. Bu yalancı cennet sayesinde Hasan Sabbah’ın etrafında oluşan fedailer ordusu, kısa zamanda adlarını duyuracak suikastlar düzenlediler ve çoğunda başarılı oldular. Hasan Sabbah’ın yok edilmesini istediği hedef kim olursa olsun suikasta uğruyor, çoğu ölüyor, kurtulanlar ise yeniden suikastlara maruz kalıyorlardı.

Türkiye’nin maddi kaynaklarını pervasızca paylaşanlar, çevrelerine ve galata tefecilerine haşhaşin yerine “para” sunuyor. Ve sunulan bu para, beyinleri dumura uğratıyor. Paranın her türlüsü piyasayı kuşatırken, namuslu insanların namusuyla para kazanması zorlaşıyor. Kara paranın hüküm sürdüğü bir ülkede namuslu insanlar ticaret yapamaz. Çünkü rekabet koşulları ortadan kalkar.

AB’ni gösterip Ortadoğu bataklığına saplananlar, cami gösterip kilise onarıyor. Fuhuşun, kara paranın tavan yaptığı, ahlakın dibe çöktüğü, en sapkın yaşamların din diye pazarlandığı ülkemde Ayasofya Müzesini cami yapacaklarmış(!)…

Benim  için  bir  sakıncası  yok  da(!)..

Korkum;

Ayasofya’yı gösterip bir gece yarısı operasyonu ile Bartolemeus’u Ekümenik yapmalarıdır. Kendine oy verenler Ayasofya ile oyalanırken, Barto Ekümenik olup İstanbul’da ikinci Vatikan’ı kurabilir.

10 yıldır oynadıkları Ali Cengiz oyunları, bundan sonra oynayacakları Ali Cengiz oyunlarının da garantisidir.

“Ne sihirdir, ne keramet, Erdoğan’ın gece yarısı geçirdiği ‘korsan’ yasalardadır maharet(!)…”

“Yasin   suresi”   bu   günün   AKePe   aktörlerini   ne  

güzel   tarif   ediyor :

“Biz   onların   boyunlarına   halkalar   geçirdik. 

Çenelere   kadar   dayanan   o   halkalar   yüzünden   kafaları   kalkıktır.”

“Önlerine   ve   arkalarına   set   çektik.

Gözlerini   perdelediğimizden   artık   göremezler.”

Bu  kadar  kirlenirseniz, feraset  gözünüz  kapanır.

Firavun’a  yoldaşlık  edersiniz.

Okumaya devam edin ‘Erdoğan’ın Kutlu İntikam Meleği : İsrail’

18
May
13

Ayıptır ayıp..!!!

Bir  Millet,  Bir  Devlet,  Bir  Siyaset  ve  Bir  Ordu  aynı 

tuzaklara  on  kere  düşmez,  Tanrı’nın  insanoğluna 

“bahşettiği”  akla  ziyandır  bu.

Yıl  1991,   Birinci  Körfez  Savaşı  olarak  bilinen  ABD – Irak  Savaşı.

Müttefik  ABD,  Siyaset  Özal,  Türk  Milleti  var,  Türk  Ordusu var.

Bu  savaşta  Türkiye  ABD’yi  destekledi.

Saddam  diktatör  oldu,  zalim  “oldu”,  Patriot  füzeleri  getirildi,  Çekiç  Güç  getirildi.

Sonuç  bizim  için :  100  milyar  dolar  ekonomik  kayıp,  Barzani’nin  Özerk  Kürdistanı  ve  Türkiye’nin  20 bin  kişilik  silahlı  PKK’sı.

Kaybeden — Türkiye..!!!

Yıl  2003,   İkinci  Körfez  Savaşı  olarak  bilinen  ABD – Irak  Savaşı.

Müttefik  ABD,  Siyaset A KP,  Türk  Milleti  var,  Türk  Ordusu  var.

Bu  savaşta  da  Türkiye  ABD’yi  “destek”ledi.

Saddam çok zalım oldu, diktatörün en alası oldu, Patriot füzeleri getirildi, ABD’li karma güç getirildi.
Sonuç bizim için: Birkaç milyar dolar ekonomik kayıp, Barzani’nin Federe Kürdistan’ı, Türkiye’nin birkaç yüzbin siyasi PKK’sı.

Kaybeden — Türkiye..!!!

Yıl 2013, Üçüncü Körfez savaşı ama bu kez içeriden yani ABD askeri ölmesin için Suriye’de iç savaş, yani görünürde Suriye-Türkiye savaşı ama aslında İsrail-Arap savaşı yani Yahudi-Müslüman savaşı.

Müttefik  hem  ABD  hem  İsrail,  siyaset  Erdoğan,  Türk  Milleti  var  Türk  Ordusu  var.

Türkiye bu savaşta hem ABD-AB-İsrail’i destekledi hem de Suriye’de iç savaş çıkartmak için muhalifleri.

Esad  önce  “Eset”  oldu,  sonra  “diktatör”  sonra  “zalim”.

Patriot füzeleri getirildi, Alman, İngiliz, Hollandalı ve ABD askerleri getirildi, üs verildi.

Bu yetmedi, muhalifler silahlandırıldı, bu da yetmedi tıpkı 1988′de Barzani peşmergesine kucak açtığımız gibi Esad rejim aleyhtarlarına kucak açtık.

Sonuç bizim için: Miktarı söylenmeyen ağır bir ekonomik kayıp, Barzani’nin Kürdistan’ı, Suriye’nin özerk PKK’sı ve Türkiye’nin

Özerk  yerel  yönetim  PKK’sı.

Kaybeden — Türkiye..!!!

Müslüman”  Özal’ın  Irak  politikası  1.5 milyon  Müslüman’ın  öldürülmesine  ve  3 milyon  Müslüman’ın  felakete  düşmesine  yol açtı,  bugün  Irak’ta  iç  savaş var.

“Müslüman”  Erdoğan’ın  Suriye  politikası  şu  an  için  yüz  bine  yakın  Müslüman’ın  öldürülmesine  ve  bir  milyon  Müslüman’ın  felâketine  yol  açtı,  bugün  Suriye’de  iç  savaş  var.

İsrail   biz   “Müslüman”   Türk   Milleti’ne   kıs   kıs   gülüyor,   öyle   ya   bizim   sayemizde   Yahudi — Müslüman   savaşı   önlendi   yerine   Müslüman — Müslüman   savaşı   başlatıldı.

ABD  kıs  kıs  gülüyor  halimize,  öyle  ya  ABD  askeri  ya  da  Barzani  peşmergesi  öleceği  yerde  Türk  Askeri  ölüyor,  8.600  şehidimiz  var.

AB  kıs  kıs  gülüyor  halimize  öyle  ya  1071  Malazgirt’te  ataları  Bizans’ın  yenemediği  Türk  Milleti’ni  masada  yeniyor,  rövanş  alıyor.

ABD-AB-İsrail’i destekleyen ve besleyen Türkiye ve Türk Milleti her gün can veriyor, yoksullaşıyor, kaynaklarını kaybediyor, devletini, milli birliğini dahi koruyamaz bir halde, üstelik onlar adına, onlar için, yazık!

İnanınız dünya Türk Milleti’ne, bize gülüyor, tarihi yapmış ve yazmış ve Haçlı Ordularını yenmiş Türk Milleti, Roma’yı dize getirmiş Türk Milleti, dünyanın tarihini değiştirmiş, koskoca Çin’i bile Çin Seddi yapmak zorunda bırakmış Türk Milleti, koskoca ABD’den bile vergi almış haraç almış Türk Milleti şimdi sanki kocamış sanki maskara olmuş gibi sürüklenip gidiyor…

AYIPTIR   AYIP..!!!

Hükümete  ayıp,  orduya  ayıp,  yargıya  ayıp  ve  bu  duruma  seyirci  kalıp  sürüklenip  gidenlere  ayıp !

Okumaya devam edin ‘Ayıptır ayıp..!!!’

18
May
13

YENİDEN KUVVA-i MİLLİYE DESTANI’NI YAZMAK..!!!

Samsun’a  19  Mayıs  1919′da  çıktığım  zaman  yurdun  genel  durumu  şöyleydi:

Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu toplulukla birlikte Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmıştı.
Devlet her yerde zedelenmiş, koşulları çok ağır bir “Ateşkes Anlaşması” imzalamıştı.  Ulus yorgun ve yoksuldu.

KURTULUŞ  ÇABALARI..

…İçine düştüğümüz bu durumdan kurtulmak için, yurtseverler bir takım kurtuluş yolları arıyorlardı. Bu amaçla bazı kurtuluş örgütleri kurulmuştu.

ULUSAL VARLIĞA DÜŞMAN KURULUŞLAR..

…Bu kurtuluş örgütlerinden başka, bir de düşman koruyuculuğunu temel alan bazı girişimler vardı.

… Yurdun bir çok yerinde bulunan “İtilaf ve Hürriyet” ( Uzlaşma ve Özgürlük), “Sulh ve Selamet” (Barış ve Selamet)

Dernekleri de aldatıcı adlar altında, düşmanla işbirliği içindeydiler.

…Ulusal kurtuluşa düşman kuruluşlardan biri de “İngiliz Muhipleri Derneği” adı altında çalışıyordu. Bu derneğe başta padişah ve başbakan olmak üzere, Osmanlı yöneticilerin çoğu üye olmuştu.

Derneğin iki amacı vardı. Dış görünüşü İngilizlerin desteğini sağlamak, yıkılışı önlemek, gizli yönü ise yurtta karışıklık çıkarmak, ULUSAL BİLİNCİ YOK ETMEKTİ.

Bunlardan başka, İstanbul’da bazı ileri gelen kişiler, kurtuluşu Amerika’nın güdümünde görüyorlardı.

ORDUMUZUN  DURUMU…

…Bu çöküntü ve yıkıntı içinde ordumuz da üzereydi. Bir çok yerlerde silahları ellerinden alınmış, askerler terhis edilmişti.

Görev başında bulunan askeri birlikler de silah ve inanç gücünden yoksundu. Subaylar kararsızlık içindeydi.

…Anadolu’ya  bir  yetkiyle  gidiyordum.

… Şunu söyleyeyim, bana bu görevi verenler bilerek vermediler….Anadolu’ya gidip, şaşkınlık içinde bulunan halka durumu anlatacaktım.Onları ULUSAL BİR AMAÇ çevresinde toplayacaktım.”

Tarihi yapan ve tarihi yazan kişinin , Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın, Türk yurdunun işgal edilip parçalandığı günlerden başlayıp, utku ile sonuçlanan Bağımsızlık İhtilâli’ni ve Cumhuriyet’in kuruluşunu anlattığı dev bir eserdir NUTUK.

Zamanın küresel güçleri tarafından varlığı sona erdirilmek istenen bir milletin dirilişini ve çöken bir imparatorluğun yıkıntıları arasından bir milli devletin doğuşunu anlatan belgelerin ışığı altında bir ihtilali anlatan dev bir eserdir NUTUK…

Bu nedenle 19/Mayıs/1919 sadece Bağımsızlık İhtilâli’nin işaret fişeği değildir. Mustafa Kemal tarafından yol haritası çizilen, ancak en yakınlarından bile sır gibi saklanan Cumhuriyet’in kuruluşunun ilk adımıdır.

Mustafa Kemal Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 2. Kurultayı’nda altı günde okuduğu Nutuk’un giriş bölümünde işgal altındaki ülkenin “ahval ve şerait”ini anlatmaktadır.

Örneğin Gazi Mustafa Kemal Paşa, özellikle “MİLLİ VARLIĞA DÜŞMAN KURULUŞLAR”a değinmektedir. Günümüzde bu tip kuruluşların varlığı ise yadsınamaz bir gerçektir. Sivil toplum örgütleri ve hatta siyasi partiler, tarihin akışını değiştiren, emperyalizmin intikam planlarının ertelenmesine neden olan bir önderin, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, Türk milleti ile birlikte kanla, irfanla ve devrimle kurduğu Türkiye cumhuriyeti’nin varlığına, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne kast etmektedirler.

Görev başında olduğu iddia edilen TSK her ne kadar silah ve teknolojiden yoksun değilse de, inanç gücünden, kararlılıktan yoksun duruma getirilmiştir.

NATO’cu subayların elinde olan komuta kademesi suskunluğunu korumaktadır. Bunun yanı sıra PKK açılımıyla birlikte iddialara göre orduda Sünni-Alevi ayrışımının yapılması ve Alevi kökenli subayların tasfiye edileceği söylentisi, Türk milletinin özü ve hatta ruhu olan orduda nifak tohumlarının ekilmesine neden olacak, TSK’da çöküntü hızlanacaktır. Küresel efendiler böyle istemektedir.

O  zaman ?

Amasya Bildirgesi benzeri, bir ihtilal bildirisi niteliğinde bir kutsal ve milli birlikteliği oluşturacak bir bildiriye ve cepheye ihtiyaç vardır. Ulusal egemenlik ve milletin azim ve kararı, Cumhuriyet rejimine ve milli devlete kast eden, görünen ve görünmeyen tüm düşmanları yok saymak zorundadır.

Çünkü 19-Mayıs-2013 Türkiye’sinde şartlar, 21-22 Haziran-1919′la örtüşmektedir. Gene;

1-Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir.

2-İstanbul (Ankara)l hükumeti aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gösteriyor.

3-Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

4-Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için, her türlü baskı ve kontrolden uzak milli bir heyetin varlığı zaruridir.

Yasaklanan ve Reyhanlı katliamı ile de iptal edilen 19-Mayıs törenleri, milletin azim ve kararı ile bir direnişe dönüşerek tüm Türkiye’de kutlanacaktır.

Bu direniş karşısında , yukarıdan verilen emir ve talimatlarla polis kendi halkına şiddet gösterecek, PKK’lı ve Suriyeli teröristlere reva görülmeyen aşağılayıcı tavrı Türk milletine uygulayacak mıdır?

Çünkü yurdun dört bir tarafında Samsun’dan başlayan şahlanışın yansımaları bir bayram kutlamasından çok ötedir. Türkiye’nin dört bir tarafında alanlarda Sivas Kongresi örneği kongreler toplanacaktır. Ve bu kongrelerden çıkacak tek bir karar vardır. Türk milleti her türlü himaye ve mandayı ret edecektir.

Tüm yasaklamaların ve engellemelerin tek amacı Türk milletinin milli değer ve benliğini yok etmektir.

19 Mayıs’ta alanlarda sadece bir bayramın kutlaması yapılmayacaktır.

Kuvvacı çeteler bir araya gelerek, yeniden 19 mayıs kararlığını ilan edeceklerdir.

Nedir  bu  kararlılık ?

Şüphesiz  tam  bağımsız  Türkiye’ dir.

onlar

onlar  ki  toprakta  karınca,
suda  balık,
havada  kuş  kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve  çocukturlar
ve  kahreden
yaratan  ki  onlardır,
destânımızda  yalnız  onların  mâceraları  vardır.

onlar  ki  uyup  hainin  iğvâsına
sancaklarını  elden  yere  düşürürler
ve  düşmanı  meydanda  koyup
kaçarlar  evlerine
ve  onlar  ki  bir  nice murtada hançer  üşürürler
ve  yeşil  bir  ağaç  gibi  gülen
ve  merasimsiz  ağlayan
ve  ana  avrat  küfreden  ki  onlardır,
destânımızda  yalnız  onların  mâceraları  vardır.”

Asya’dan,   Avrupa’ya   bir   at  başı   gibi   uzanan   yurdumda   bu   19  Mayıs’ta  

yeni   bir   Kuvva-i   milliye   destanı   yazılmalıdır.

Meydanlarda  bir  araya  gelen  yürekler,  hainin  aldatmasına  uyup  sancaklarını  ellerinden  düşürmeyeceklerdir.

Düşmanı  meydanda  bırakıp  evlerine  de  kaçmayacaklardır.

Dövüşe,  dövüşe  yürüyeceklerdir  bu  yolda  ana  avrat  küfrederek…

Çünkü  şiarları  “YA  İSTİKLÂL – YA  ÖLÜM !”dür.

Okumaya devam edin ‘YENİDEN KUVVA-i MİLLİYE DESTANI’NI YAZMAK..!!!’

18
May
13

İtham Ediyorum…

Siyasî  ve  askerî  “Kurmay”  akıl  ve  düşünce  sistemini

itham   ediyorum,   çünkü :

“…Türk  Ordusu  güçlüdür,  eğer  ki  hâlâ  terör  varsa  demek  ki  bu  güç  iyi  yönetilememiştir.

Peki  bu muhteşem  gücü  kim  iyi  yönetememiştir,  siyasi  iktidar mı  yoksa  Kurmay  Karargah  Aklı’mı ?

Hep anlatılır Suriye sınırında Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş’in uyarı mesajı verdiği, ama ondan önce neden verilmemiş olduğu hiç konuşulmaz.

Oysaki bu PKK’nın başı 1979’da geçmiştir Suriye’ye ve o günden yakalanmış olduğu 1999’a kadar bu Suriye’ye nota vermiş olan tek bir siyaset dahi yoktur, kimse söylemez.

Çekiç Güç aleyhinde konuşanlara bir bakınız, 1991’de gelmiş 2003’e kadar kalmıştır.

Arada geçen her siyaset de bu kalış için onay vermiştir, aleyhte tek kelime bulamazsınız.

Şu an pek siyasete değindiğimiz yok, işimiz ordumuz, en büyük silahlı gücümüz, biz konuya şimdilik askeri açıdan bakıyoruz ve kusur nerededir, onu bulabilmeye çalışıyoruz, şahıslar da mı yoksa karargâhı çalıştıran düşünce yapısında mı ama sıra siyasete de gelecektir.

İşte Kod adı Ergenekon hikayesi, terör örgütü denilerek günümüzde yüzlerce subayımız tutuklandı.

‘AKP’yi bitirme planı’ denilerek bizzat dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un bu konudaki soruşturma adresinin Genelkurmay olduğunu bildirmesine karşın yine de subaylarımız tutuklandı hatta Kozmik Oda’mıza dahi girildi, arandı hatta İlker Paşa terörist diye tutuklanarak hapse atıldı, bu ne iştir, nasıl bir iştir, bu duruma neden ve nasıl düşülmüştür?

İşte internet andıcı meselesi, düşününüz Genelkurmay Başkanlığı yapmış bir emekli orgeneral bu andıç hikâyesinden dolayı şu an hapistedir.

PKK, irtica ve terör üzerine kamuoyunun dikkatini çekebilmek için bu siteler kullanılabilir, psikolojik harekât kapsamında yapılacak faaliyetlerde yayım yapılabilir, bunlar yasaldır ancak bu durum nasıl olur da iddia edildiği üzere hükümet aleyhine yayım şekline dönüştürülmüştür?

Hangi akıl sisteminde genelkurmay başkanlığı düzeyinde bir karargâhta internet siteleri iddia edildiği gibi böyle gelişi güzel açılabilir?

Karar mekanizmasında yer almış olan kurmaylar bu sitelerden ortaya çıkabilecek sorunları zamanında doğru analiz edememiş midir?

Yüksek komuta karargâhındaki kurmay düşünce sistemi nasıl olmuştur da bu sitelerden doğabilecek riskleri görememiş ve AKP hukukunun sahte belgelerle de olsa bu siteler üzerinden Türk Ordusu aleyhine soruşturma açabilmesine olanak verilmiştir?

Peki ya Balyoz? 2003 yılında yapılmış bir seminer üzerinden Kod adı Balyoz denilerek 250’den fazla subayımız tutuklandı. Nasıl olmuştur da sorumlusunun İçişleri Bakanı olduğu bir konuda bu sorumluluk askere yüklenebilmiştir?

Bu gri tablo karşısında haklı olarak sormaktayız Genelkurmay Başkanlığı’nın bu olası durumlara karşı bir ‘B Planı’ yok muydu, diyerek…


Türk Ordusu tehdit düzeyi ne olursa olsun karargâhı ile her duruma karşı atak planlarını yapmıştır, yapmış olmalıdır ki karşımıza çıkacak her tehdide karşı her hâl ve koşulda reaksiyon gösterebilsin.

Türk tarihine baktığımız zaman bu planların en uç noktası Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Gençliği’ne hitabesinde yer alan; “Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir” şeklinde tarif edilmiş olan duruma dayanır, dayanmış olmalıdır.

En uçtaki olası durum belli olduğuna göre Genelkurmay’ın da bu duruma uygun hâl tarzları geliştirmiş olacağını düşünmek en doğal hakkımızdır çünkü ordu bizimdir, milletimizin ordusudur elbet her hâl ve şartta koruyacaktır.

Ama Türk Ordusu’nun içine düşürülmüş olduğu bugünkü durum, Genelkurmay Aklı’nın sanki Atatürk’ün bu öngörülerini dikkate almamış olduğunu bize düşündürmektedir.

Bu durumda kusur şahıslar da ise sorun yoktur kimi için gaflet kimi için ihanet der geçeriz, varsa gücümüz hesabını da sorarız.

Ama mesele şahıslarda değil de kurmay düşünce sistemindeyse yani ordumuz sahip olduğu gücümüzü yanlış düşünce sisteminden dolayı iyi yönetemiyorsa bu bir tehlikedir, incelenmeli ve bu düşünce yapısı değiştirilmelidir.

Bizi bugünlere düşüren bu kurmay aklı ve düşünce sistemi tez elden masaya yatılmalı, doğru kararların alınabilmesi için karara ilgili herkesin katılabileceği yeni bir düşünce mekanizması işletilmelidir.

Bu  mekanizmanın  ana  çarkı  da  yöneticilerin  gaflet,  dalâlet  hatta  ihanetinden  ortaya  çıkması  muhtemel  tehdit  ve  tehlikeler”  ekseninde  döndürülmelidir…”

Çünkü   tehlike,   sanılandan   yakın   ve   ağırdır…”

Kaynak :  Yüzleşme,  Pozitif  Yayınları,  2013,  Sayfa  311 – 333.

Erdal  SARIZEYBEK

http://www.ilk-kursun.com/haber/146104

18
May
13

‘FELAKET TELLALLIĞI’NA DEVAM..!!!

Son  yıllarda  yaşanan  gelişmeler  dikkatle  incelendiğinde  görülecektir  ki,  bitti  zannedilen  ASALA  ve  HİZBULLAH  yeniden  hortla-tıl-mıştır.

Sadece  isimleri  kalmıştır  fakat  asla  bitmiş  değildir.

Böyle  bir  düşünceye  kapılmak  ise  büyük  gaflettir.

Her  ne  kadar  Asala,  Pkk’nın  devamıdır  desek  de,  ayrı  kulvarlarda  faaliyetlerini  sürdürmektedirler.

Bunların  ‘yerli  sponsorları’  AKePe  ve  diğer  işbirlikçi  malûm  partilerden  bahsetmeye  gerek  bile  duymuyorum !

Ermeni soykırım yasasını ABD başta olmak üzere Avrupa ve dünyada canhıraş bir şekilde savunan ve tüm dünyaya kabul ettirenlerin, ASALA’nın devamı olmadığı düşünülebilir mi?

Ya da Hrant Dink denilen Türk düşmanının ölüm emrini verenlerle,  ‘HEPİMİZ  HRANT,  HEPİMİZ  ERMENİYİZ’  pankartlarıyla sokağa dökülenleri örgütleyenlerin, yani asıl bu işi tezgahlayanların aynı şer odakları olmadığı söylenebilir mi?

Yine 2011′in başlarında, Menderes döneminde palazlandırılan ve devamı olan Akp tarafından desteklenen, sonrasında akıllara zarar bir şekilde serbest kalmalarına müsaade edilen  Hizbul  Terör  Örgütü  elebaşlarını (beyin takımı)  hatırlayın!

En ketum ve en az diğerleri kadar tehlikeli olan, yüzlerce insanın ölümünü, ‘ilk elden’ en vahşi yöntemlerle gerçekleştiren bu acımasız örgüt, halkın dini duygularını istismar ederek emellerine ulaşmayı hedeflerken, sahipsiz bırakılan çoğunluğu doğu ve güneydoğu’da bulunan halkımız iki terör örgütü arasında sıkışıp kalmıştır senelerdir.

Bir tarafta cehalet, açlık sefaletle pençeleşirken , bir taraftan da PKK ve Hizbullah’ın köşe kapma yarışına meze olmuşlardır.

Konu  ile  ilgili  ayrıntılara  burada  pek  girmeyeceğim,  dileyen  ‘webmaster  sitesi’nden  okuyabilir (https://www.facebook.com/t2174ha).

Artık uyku dönemi bitmiştir ve şimdi cinayetlerine kaldıkları yerden devam etmek için diş bilemekte ve işaret beklemektedirler!

Bugün ne kadar Türk, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı varsa dört koldan seferber edilmiş, pusuda beklemektedirler.

Bir taraftan PKK, diğer taraftan ASALA, Türkiye üzerinde oynadıkları kirli ve kanlı oyunların semeresini ‘kısmen’ almış görünmekle beraber, bütün bu gerçekleştirdikleri eylemlerin(katliamların) uluslararası arenada meşruluk kazanması, bir ‘özgürlük mücadelesi’ gibi kabul görmesi durumunda ki, kabul görmüştür ve ‘resmen’ görecektir de, neler olabileceğini bir düşünün!.. 

‘Kısmen’  diyorum  çünkü  bundan  sonrası  tam  bir  kaos  ve  kabus !.. 

Türklerin,  ‘Ermenilere  ve  PKK’ya  savaş  tazminatı  ödeme  zorunluluğu’  getirilmesi  eli  kulağındadır  ve  bu  gerçekleşecektir !  (Siz  izin  verdiğiniz  sürece!..)

Her   zaman,   her   fırsatta   belirttiğim ;   “her   Türk  

insanının   memleket   meseleleri   ile   ilgili   olması  

gerektiği,   bunun   en   birinci   ve   öncelikli   görev  

olduğu”   şimdi   daha   net   anlaşılıyor   sanırım.

Kendini   bu   topraklara   ait   hisseden   hiç   kimse   kendini   bu   durumdan  

soyutlayamaz,   ayrı   tutamaz ;   ‘ben   siyasetle   ya   da   bu   tarz   şeylerle  

ilgilenmiyorum’   gibi   sözler   sarfetme   gafletinde   bulunamaz,   bu   lüksü   kendinde  

göremez..!!!!!!!!!!!!!!!!!

Çünkü  bu  bir  hayat-memat  (ölüm – kalım)  meselesidir!

Bugün bizim, terör- terörist diye bahsettiğimiz eylemler- gruplar yine bir başka ülke-devlet tarafından aynı gözle görülmemekmektedir.

Uluslararası  platformlarda  ‘terör’  göreceli  bir  kavramdır.

Kimine göre terör, kimine göre bir ‘özgürlük mücadelesi’ olabilmektedir, çünkü ortada çıkarlar söz konusudur.

Bunun içindir ki ülkeler- devletler arasında kişisel dostluklar değil, ‘ulusal çıkarlar’ ön plandadır.

(RTE ve kurmayları, önlerine gelen CIA ajanı ve yabancı yetkilinin gıyabında ‘dostum- ahbabım’ diye bahsederken haklıdırlar!

Çünkü onlar açısından söz konusu olan ‘milli çıkarlar’ değil, kişisel menfaatleridir!)

Hiç kuşkusuz bu terör örgütleri ile AKP’nin organik bağları vardır ve Türk milleti’ne bitmez tükenmez bir düşmanlık beslemektedirler.

Daha önce de bahsetmiştik,  ’bir gün terörist başı Öcalan (Artin Aramyan) ADD’nin başına geçirilirse şaşırmayın’ diye…

Bu sene serbest bırakılacağı da malumunuzdur !..

Bugün ülkenin başında bulunan idarecilerin (tezgahtarların) aslında Türklükle  ilgileri yoktur, bilakis Türk düşmanıdırlar!

Kendini bu toplumun bir ferdi, bir Türk, ‘İnsan’ olarak gören bir kimse, kendi kanından olan bir topluluğa- halka bu kadar kötülüğü reva göremez, yapılanlara müsaade etmez.

Belki maddi çıkarlar gözeterek bir dönem göz yumabilir adaletsizliklere fakat bir yerden sonra içinden bir ses durması gerektiğini fısıldar kulağına…

En azından durmasını bilir, telafi edemese de yaptıklarını…  

Eğer buna rağmen durmuyor, bir kan davası güder gibi devam ediyorsa vatan hainliğine, o kişinin taşıdığı kandan şüphe etmek gerekir!

Şehide  ‘kelle’  demez  mesela !

Kendi halkının sefaletini bir kenara bırakıp Afrika’nın diğer ucunda hayırseverlik pozlarına yatmaz!

Kendi vatandaşlarını- şehitlerini görmezden gelerek, gidip ortadoğu’larda timsah gözyaşları dökmez!

Ülke kan gölüne dönmüş bir haldeyken, biri Amerika’da bir diğeri Almanya’larda cirit atmaz, milletin karşısına geçip sırıtarak demeç vermez mesela!..

Hemen atlar ülkesine döner, ‘milli yas‘ ilan eder!

Kendi halkına uygulanan mezalimi dünya ve kamuoyundan gizlemek için haber yayın yasağı getirmez!

Bu örnekleri sıralayabiliriz fakat gereği yok!

Biz yine biliyoruz ki, Başbakan’ın her Amerika seyahatinde ülkede olayların çıkması tesadüf değil!

Reyhanlı’da ki katliamların ve olası çıkacak olayların failleri-tetikçileri yine bu ‘ihanet şebekesi’dir!

AKePe   kürtçü   ve   ermeni   asıllı   bir   partidir.

İktidara  atandığından  bu  yana  müthiş  bir  kadrolaşma  yoluna  gidilmiştir.

Yine bugün TBMM’den tutun da vekillerin şoförüne korumasına kadar her alanda kürtleşme vardır, kürt ve ermeni asıllı çalışanlara yer verilmiştir.

Bu durum ülkede tepeden tırnağa böyledir, işadamından, devlet dairelerine, odacısına, kapıcısına varana dek…

Bunları sokaktaki vatandaş bilmez belki fakat inanılmaz bir tasfiye yapılmıştır. AKP’nin kadrosunda bir Türk’e rastlamak imkansız gibi birşeydir, hem de çaycısına kadar!

Siz inanmayın perdenin önünde sahnelenen tiyatroya, perdenin arkasına geçince anlıyorsunuz ne kadar yabancılaştığınızı kendi memleketinizde !..

Anayasa’da sadece adı kalmış, kendisine ise mecliste rastlanmayan ‘Türk’ kelimesinden neden bu kadar rahatsız olduklarını ve anayasayı değiştirmek istemelerini anlamak güç!

Fiili olarak zaten istedikleri kıvama gelmiş durumda ülke…

Türk’e bırakın iş ve aş vermeyi, yaşam hakkının bile elinden alınacağı günler belki yarın, belki yarından da yakındır!

Atatürk’ün kurduğu ve emanet ettiği bu ülkede biz Türkler ırkçılığa- etnisite’ye her zaman karşıyız, fakat; nüfusun yüzde 90-95’inin TÜRK olduğu bir ülkede, bizi mecliste temsil eden vekillerin yine en az yüzde 90-95’inin Türk olması gerekir, geri kalan azınlıklar nüfus oranına, kendi etnik kimliğine göre vekillerini tayin etme hakkına sahiptirler.

Olması gereken budur.

Benim hakkımda ve geleceğimle ilgili kararları en iyi kendi kanımdan biri verebilir, bunun aksini düşünmek aymazlıktan başka bir şey değildir!

Tabi ‘saldım çayıra mevlam kayıra’ mantığı ile değil, seçmiş olduğunuz idarecilerin ve icraatlarının takipçisi olarak…

Atatürk’ün  şu  sözleri  duruma  açıklık  getiriyor  olsa  gerek :

’Beni   Türk   hekimlerine   emanet   edin.’’

‘’Başınıza   geçireceğiniz   yöneticilerin   kanındaki   ve    vicdanındaki   cevheri-i  

asliyeyi   tahlil   etmekten   bir   an   olsun   geri   durmayınız !’’

Ülkede baş gösterecek olası kalkışmalara hazırlıklı olun, burada dikkat edilmesi gereken, bitti zannedilen oluşumların aslında yeniden uyandırılmış olmasıdır.

Asala- Hizbullah gibi örgütler önümüzdeki dönemlerde yeni eylemlere imza atabilir ki Hizbullah hepsinden daha tehlikeli bir oluşumdur.

Atatürk’ün de bahsettiği, asıl mücadelesini bunlara karşı verdiği ve bugün hala değişmeyen bir ‘düşman’ vardır ki; ‘dinci ideoloji’ bu ülkenin başındaki en büyük beladır.

Dine karşı olduğum anlamı çıkarılmasın bu sözlerden, sadece manevi duyguların sömürülerek insanların birer canavara dönüştürülmesinden söz ediyorum.

Yoksa herkes vicdanını istediği şekilde rahatlatmakta özgürdür…

Bugün   PKK   ve   ASALA   hiç   de   öyle   büyütüldüğü   kadar   halledilemeyecek   bir  

mesele   değildir.

Asıl   mesele   ‘cemaat   örgütlenmeleri’dir.

Okumaya devam edin ‘‘FELAKET TELLALLIĞI’NA DEVAM..!!!’

17
May
13

‘Allah yıkdağıhbarak Tayyip..!!!” = “ARTIK SENİN ESAMEN OKUNMASIN TAYYİP..!!!”

lkay…   Son derece çalışkan bir arkadaşımızdır.   CHP Kadın Kolları MYK üyesidir. İnandığı yolda savaşmak onun vaz geçilmezidir.   Geçtiğimiz Pazartesi günü bir grupla birlikte Reyhanlı’ya gittiğini biliyordum. Dün “19 Mayıs’ta Antalya El Ele Platformu”nun basın toplantısında karşılaştık ve ayak üstü sohbet ettik. Elbet de konumuz Reyhanlı’ydı. Ancak yüzündeki ifadeden çok üzgün ve hatta öfkeli olduğu sezinleniyordu.

Hoş  geldin  İlkaycım;  nasılsın ?
Hiç de hoş gelmedim abla…Üstelik iyi de değilim.
Neden İlkay?  Anlatsana oraları.  Sen  gözünle gördün ,  o  havayı  soludun.   Reyhanlı  ne  durumda ?
– Abla, Reyhanlı’da olanlar  bizim canımızı çok yaktı. Tamam, biz CHP’liyiz ama ondan önce insan, kadın ve anneyiz. Bizim oraya gidişteki amacımız siyasi şov yapmak değildi. Ne yapabilir ve insanların yaralarına nasıl merhem olabilirdik? Bizim önceliğimiz yüreği yaralı, yakınlarını kaybetmiş insanların  yanında önce insan daha sonra CHP’li olarak destek vermekti.CHP Kadın Kolları Merkez Yürütme Kurulu Üyeleri, Akdeniz Bölge Sorumluları Nurlu Erkan , ben (İlkay Budak)  beraberinde Adana il kadın kolları başkanı Rukiye Çinkılıç, yönetim kurulu üyeleri , Mersin il kadın kolları başkanı Nevin Zaimoğlu ve yönetim kurulu üyeleri Hatay Reyhanlı’da meydana gelen acı olayla ilgili ziyaretlerde bulunmak üzere, 20’ye yakın CHP’li kadın yöneticiyle bölgeye gittik. Reyhanlı’da bizi karşılayan Hatay il kadın kolları başkanı Şevleda Uzun’la ilçede halkla konuşup yaşananlarla ilgili bilgiler aldık.
-Neler  gördünüz  İlkaycım  orada ? 
-Savaştan çıkmış gibiydi Reyhanlı…İnsanlar acılı ,öfkeli ve hatta şaşkındı. Durum öylesine vahimdi ki…Duaların yanı sıra lanet ve isyan haykırışları da havada uçuşuyordu. Reyhanlı cehennemin sanki yer yüzündeki şubesiydi.

Rüzgar Eken Fırtına Biçer. Sn. başbakan Suriye yönetimi ile ilgili olarak esip gürledikçe çıkan fırtına, vatandaşlarımızı vurdu. Bizler Reyhanlı’da  vatandaşlarımızın acılarını paylaşıp bir nebzede olsun azaltmak istedik. Bu acının tarifi yok.

Halkın öfkesi çok büyüktü, kendilerini terk edilmiş hissediyorlardı.

73 mobese kamerasının bir gün önce devre dışı bırakıldığı konuşuluyordu.

Resmi rakam 51 , resmi olmayan yüzün üzerinde olduğu konusunda halk hemfikirdi.

Hatay Reyhanlıdaki Acının, ihmalin temelinde yatanlar ve 61300 resmi nüfuslu Reyhanlı halkından çarpıcı söylemler ;

– Bu kadar terör olayı oldu ,niye sadece Reyhanlıda yayın yasağı kondu?

 11 Eylül İkiz Kuleler Amerika 2 patlama –   11 Mayıs Reyhanlı 2 patlama.

– Dün CHP den 13 milletvekili vardı. Bugün CHP Genel Başkanı ve kalabalık bir heyet buradasınız. AKP den gelen hiç yok, Hatay merkezden dışarı çıkamıyorlar, gelemiyorlar .

– Sınır kapısını 10 jandarma bekliyordu. Bu yaşanılanlar göz göre göre geldi.

– Kaymakam bir kaç gün önce Suriyeli mültecileri uyardı, dışarı çıkmayın dedi. Bu nedenle ölenlerin içinde sadece 3 mülteci var. Ya bizi niye uyaran olmadı?

-Arap kökenli vatandaşlarımızdan ölülerinin mezarlarına toprak atarken attığı çığlıklar ‘’Allah yıkdağıhbarak Tayyip ‘’di. ’artık senin esamen okunmasın Tayyip’ olarak çevirdiler.

– Kayıp insanlarımız var.  Dershanede 3 öğrenci öldü.

-Hemen hemen herkes ; ölü sayısının  100’ün üstünde olduğunu , yüzlerce yaralı hastanelerde yoğun bakım üniteleri ve servislerde yatıyor. Söylemlerinde bulundular.

Gelinlik dükkanı olan anne 2 yavrusu ile hala sokaklarda. Çocuklar şokta, yan kuafördeki kan izlerini gösteriyorlar.Dükkanlarını boşaltmamışlar.

Bunları anlatırken İlkay’ın yüreğindeki acı gözlerine yansıyor, sesi öfkeden titriyordu. Biraz soluklanıp devam etti.
– Aslında orada olanları anlatmaya sözcükler yetmez. Evlatlarını kaybeden analar, öksüz ve yetim kalan çocuklar. Hasta haneler tıklım, tıklım. Ambulansların siren sesleri, enkaz altında kayıplarını arayan insanların çaresiz seslenişlerine karışıyordu. Kanlı sargılarla dolaşanlar, sağa sola ne yapacağını bilmeden koşanlar vardı. İnsanlar bir hırs uğruna hedef gösterildiklerinin farkındaydılar. O acı anlatılmaz be abla.. Anlatılamaz. Kısacası Reyhanlı halkı ölmeden cehennemle tanışmışlardı. Ancak bu cehennem ALLAH’ın değil, hırslarına kurban olan politikacıların neden olduğu bir cehennemdi.
Sonra İlkay, hızla arkasını dönüp uzaklaştı. Belki ağladığını bize göstermek istemiyordu.
******
Erdoğan; Reyhanlı yerine önce ABD’ye gitmeyi tercih etmiştir. Ama Obama, kendisine istediklerini vermeyecektir. ABD ile Rusya “Suriye Konferansı”na hazırlanırken, Reyhanlı olayının patlak vermesi ve yabancı basının yazdığına göre yüzden fazla insanımızın bu menfur terör olayında canını yitirmesi bir rastlantı olabilir mi? Üstelik Suriye, bu konferansa Türkiye’nin katılmasını da asla istememektedir. Dolayısıyla Erdoğan, birilerinin elinin tersiyle itilmiş ve masadan uzaklaştırılmıştır.
“Bu katliamı yapanlar, vatandaşlarımızın canına kast edenler misliyle karşılık görecektir.”  Bülent Arınç
Misliyle karşılık görmek?  Nasıl olacaktı?  Mesela bu katliamı yapanlar, 40.000 insanımızın canına kıyan PKK’lı teröristler gibi silahlarıyla ellerini kollarını sallaya, sallaya sınırdan geçecekler mi? Malum iktidarın teröriste “Misliyle karşılık vermek” anlayışı bu çerçevede.. Örneğin bu konu içinde yeni “AKİL İNSANLAR”  yollara düşebilir…
Gün gelip de ALLAH’ın emri vuku bulduğunda musalla taşındaki cenaze, bütün mansıp ve makamları artık geride bırakmıştır. İmam cenaze namazını kıldırmaya başlarken, ” er kişi” veya “hatun kişi” niyetine diyecektir. Müslümanlığı hiç kimseye bırakmayan Sn. Erdoğan’ın bunu çok iyi bilmesi gerekmektedir.
Yarın, gene de ALLAH gecinden versin diyelim; yarın emri hak vuku bulduğunda Erdoğan’a “Ey Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan” diye hesap sorulmayacaktır.
Ama bu hesap yakın zamanda Türk milleti tarafından mutlaka sorulacaktır.
Milyonlarca insanın kul hakkını omuzuna yükleyen Erdoğan’ın ahirette işi son derece zordur.
Şehit anneleri haklarını helal etmeyeceklerdir Erdoğan’a…
Ya Davut’un oğlunun “sıfır sorun politikası” yüzünden, Barzani hariç komşularıyla kavga eden Başbakan’ın bir esip, bir gürlediği Suriye siyasetinin kurbanı olan yüzlerce kişinin yakınları..
Onlar da haklarını helal etmezler.
Meselâ ben …
Yüce Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bir avuç PKK’lı teröriste kurban ettiği için ben de kendisine, bu ülkenin bir vatandaşı olarak hakkımı asla helal etmeyeceğim.
ALLAH Rahman ve Rahim’dir.
Ne merhameti ne sonsuzluğu içine alan merhameti sorgulanamaz.
Ancak  yüce RABB’mim bile kul hakkını af edemez.

“Er   kişi   niyetine” 

İmam   soracaktır :

“Ey   Türk  milleti,   hakkınızı   helâl   ediyor   musunuz ?”

Okumaya devam edin ‘‘Allah yıkdağıhbarak Tayyip..!!!” = “ARTIK SENİN ESAMEN OKUNMASIN TAYYİP..!!!”’




İstatistikler

  • 2.406.135 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Mayıs 2013
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

En fazla oylananlar