Baykal CHP’si ulusalcı olduğu için tasfiye edildi
Peki, bu kadar “popülist Kürtçü vaade” karşılık
seçimlerde Güneydoğu’da ne tür bir kazanım elde edildi? Koskoca bir “hiç!…” O bölgede CHP alenen yerlerde süründü.
|
|
Kılıçdaroğlu’ndan önceki Baykal döneminde CHP’nin izlediği, karınca kararınca da olsa, ulusalcı bir “ideolojik” çizgi vardı. Bütün siyaset bu ideolojik çizgi üzerinden yapılıyordu. Bir sol partinin ilgilenmesi gereken diğer konular ve alanlar ondan sonra geliyor ya da o ideolojik çerçevenin eşliğinde dile getiriliyor ve doğal olarak da onun gölgesinde kalıyordu.
Baykal CHP’sine bazı “çok bilen” ve “şâibeli” çevrelerin eleştirisi de, bu her konuda “belirleyici” olan ulusalcı ideolojik bakış açısının terk edilerek son dönemlerde solculukla “özdeşleştirilen” ve “bindirilmiş yanaşma entelektüel kıtaların” besin kaynağı olan “liboş özgürlük piskopatlığı” bağlamında siyaset yapılması yönündeydi.
Esasında onların bütün dertleri, “nefret” ettikleri “ulusal çizginin” bertaraf edilmesiydi. Zaten yıllar içerisinde bunun için hazırlanmışlar ve halkın “zihinsel programlanması” amacıyla medya ve üniversiteler gibi “kilit noktalara” bu nedenle getirilmişlerdi. Yoksa bu “sahte entel-dantel lejyonerlerin” geniş halk kesimleriyle sınıfların demokratik ve ekonomik sorunları anlamındaki “sol ideolojiyle” uzaktan yakından ilgileri yoktu.
Bunların bu “göstermelik özgürlüklere” bu derece düşkün olmalarının nedeni ise kesinlikle “demokratik özgürlükleri” gerçek anlamdaki demokrasinin vazgeçilmez unsurları olarak görmelerinden kaynaklanmamaktaydı. Bütün mücadeleleri, sömürgecilerin kendilerine yükledikleri “misyon” ve BOP çerçevesinde bu özgürlüklerin “Kürtçü özgürlüklere” zemin oluşturmasına fırsat hazırlamaktı. Yani, bunlar gerçek “özgürlük savaşçıları” değillerdi. Sadece ve sadece sömürgecilerin emirlerindeki “taşeronlardı!…”
CHP ulusalcı olmak zorundaydı
Evet doğruydu! Türkiye’deki tüm sınıf ve tabakaları “kucaklaması” gereken halkın partisi olan bir partinin halkın sosyo-ekonomik sıkıntılarıyla daha yakından ilgilenmesi ve yeni özgün politikalar üretmesi gerekiyordu. Bu, Baykal CHP’sinin en büyük eksiklerinden biriydi.
Ancak Türkiye, BOP’un hayata geçirilmesi operasyonunun düğmesine basılması ve AKP’nin iktidara getirilmesiyle birlikte öylesine “kritik” bir sürece girmişti ki, bu dönemde “dik durabilmesi” ve bunun için de Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine sıkı sıkıya sarılması gerekiyordu. Türkiye’nin “ulusal bütünlüğü” ve “ulusal devlet” tehlike altındaydı. Vahşi sömürgeci güçler, AKP aracılığıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin Güneydoğusunu önce özerkleştirerek sonrasında ise Kuzey Irak Kürt bölgesiyle entegre ederek “Büyük Kürdistan’ı” hayata geçirme doğrultusunda kimseyi takmadan “emin adımlarla” yürüyorlardı.
O yüzden, Türkiye’nin “ulusal bütünlüğünün ve devletinin” değerler sistemi olan “ulusal ideoloji” öne çıkarılmalı, bu doğrultuda siyaset yapılmalı, diğer alanlar “sol öncelikler” olsa da bundan türetilerek gerektiğinde ikinci planda bırakılmalıydı. Baykal CHP’sinin bakış açısı bu çerçevede şekillenmişti ve çok sayıdaki eksiklerine karşın doğru bir stratejiye işaret ediyordu.
Sömürgeciler hiçbir zaman ideolojik yaklaşımlardan hoşlanmazlar. Çünkü bu yaklaşımlar belli ilkeler çerçevesindeki bir “kararlılığı ve dik duruşu” da beraberlerinde getirir. Oysa bu tür kararlılıklar ve dik duruşlar; hele tam da BOP ile ilgili “yeni haritaların” çizilmesi aşamasında “ulusalcı” dirençler olarak şekillenmişlerse, sömürgecilerin hiç mi hiç işine gelmezler. Nitekim, Özal’ın “artık ideolojiler devri kapanmıştır” tarihî söylemi de sömürgecilerin ideolojik ve özellikle de ulusalcı olanlarına karşı açtıkları savaşın başlama düdüğünü simgelemektedir. Kendisinin kurmuş olduğu parti de zaten liberallerle birlikte muhafazakarları ve milliyetçileri sol unsurlarla “soslayarak” Türkiye’nin kapitalist sisteme kayıtsız şartsız ve “sömürge” statüsünde eklemlenmesine çanak tutan ideolojisiz, dolayısıyla da “sahte kimlikli” bir partiydi.
Baykal döneminde CHP’ye yapılan eleştiriler neydi ?
Bu bağlamda “işbirlikçi” çevreler başta olmak üzere Baykal ve yönetimindeki CHP’ye yöneltilen ve kamuoyunda da yaygınlık kazanmış eleştirileri ana hatlarıyla şöyle özetleyebiliriz;
a) Baykal CHP’si, kendi çapında “ulusal ideolojiye” “baskın” bir ağırlık vermeye çalışmakta ve başta “özgürlükler” olmak üzere diğer “sol öncelikleri” ikinci plana atmaktadır. Örneğin; “Kürtçü özgürlüklere” beklenildiği kadar hoşgörü göstermeyerek “statükocu” yapısını bir türlü kıramamaktadır.
b) CHP kendine göre izlediği “ödünsüz” ideolojik çizgiden dolayı yalnızca bu “köşeli” sınırlara dâhil olabilecek kitlelere hitap etmekte ve bu sınırların dışında kalan ama CHP içerisine “çekilebilecek” geniş halk kesimlerini bu “tutucu ideolojik” çerçeve yüzünden ihmâl etmektedir. O yüzden kriterlerinin farklı siyasî çizgilere seslenecek şekilde “esnetilmesi” gerekmektedir.
c) Yine eski CHP’nin, (b) maddesi içerisinde değerlendirilebilecek “katı” bir laiklik prensibi bulunmaktadır ve bu prensip konusundaki “aşırı” hassasiyet, geleneksel kesimlerin CHP’yi yanlış tanımasına ve ondan uzaklaşmasına neden olmaktadır.
d) CHP “seçkinci” bir anlayışa sahip olduğundan halka “tepeden bakan” bir görüntü sergilemekte ve bu nedenle halkı anlayamamakta, dolayısıyla da onunla bütünleşememektedir.
e) Baykalcı CHP tembeldir. Köşe başlarını tutmuş “siyaset ağaları” yüzünden örgütü çalıştırmak, halka yayılmak, onun ayağına gitmek, ideolojisini ona anlatmak ve halkla birlikte büyümek gibi bir gâyeleri yoktur. Var olanla yetinip yan gelip yatmayı tercih ederler.
f) CHP “seçkinci” ve “ideolojik” bir parti olduğu için Baykal’da bir türlü halkın düzeyine inememekte ve halkın anlayacağı basitlikte bir dil kullanamamaktadır.
Genelde Baykal CHP’sine yöneltilen eleştiriler bu yönlerdedir.
İyi niyetli ve objektif yapılmaları şartıyla bu tür eleştirilerin çok sayıda doğru yanı vardır. Ama “işbirlikçi beslemelerin” bu eleştiriler içerisinde odaklandıkları ana konular ağırlıklı olarak şunlar olmaktadır;
a) Cumhuriyetçi içerikli ideolojik ilkelerden ve dik duruştan vazgeçilmelidir.
b) Yıkıcı ve bölücü özgürlükler de dâhil olmak üzere, parti siyaseti, her türlü “liboş özgürlükler” üzerine inşa edilmelidir
c) Parti, tarikatçı ve Kürtçü çizgileri de içerecek şekilde geniş bir siyasî yelpazeyi kucaklamalıdır.
Peki neden ısrarla bu noktalar üzerinde durulmaktadır? Çünkü sömürgeciler ancak bu şekildeki ideolojik ilkelilikten uzak ve kozmopolit partilerden istediklerini elde edebilecekler ve ABD’nin çıkarlarını ilgilendiren coğrafyalarda “yeni haritaları” devreye sokabileceklerdir.
ANAP’tan AKP’ye ulusalcı ideolojinin tasfiyesi
Geçmişe bakıldığında bu özelliklerin hepsini bir bütün halinde Özal’ın “ideolojisiz” ve “sahte kimlikli” ANAP’ında görmek mümkündür.
Yine ANAP gibi AKP’de de görünüşte “ideolojik” olmaktan uzak ve farklı siyasî eğilimlerin bir araya getirildiği bir yapı gözlenmektedir. Bu yapı içerisinde Millî Görüş “temel” olmasına karşın Ülkücülükten “dönme” milliyetçilerin yanında solculuktan “dönme” ilkesizler de yer almaktadır.
Ama tabii ki, ANAP ile AKP arasında “misyonları” anlamında “işlevsel” farklar da bulunmaktadır. Özal’ın ANAP’ı Cumhuriyetçi ideolojinin ortadan kaldırılması sürecinde bir geçiş dönemini simgelerken; AKP, Cumhuriyet’in ulusalcı ideolojisinin “sindirilip” yerine “Amerikancı İslâm’ın” ve “Kürtçülüğün” ikâme edildiği, Osmanlı’nın “örnek model” olarak alındığı “operasyonel” evrenin aktörü olarak ortaya çıkmaktadır.
Yani, AKP dönemi gerçekte bir taraftan Cumhuriyet’in “ulusalcı ideolojisini” yok etmeye çalışırken; diğer taraftan oluşmuş olan “ideolojik boşluğu” “Yeni Osmanlıcılık” ideolojisiyle doldurmayı hedeflemektedir. Başka bir ifade ile AKP de “ideolojik” bir partidir. Ama bu “ümmet anlayışlı” “Yeni Osmanlıcılık” BOP çerçevesindeki ABD çıkarları ile örtüştüğü için ABD açısından bir sorun yoktur ve o yüzden ABD AKP’nin bu ideolojisinin hayata geçirilmesine yeşil ışık yakmaktadır. Ama öte yandan da BOP için tehlike gördüğü “Cumhuriyetçi ulusal ideolojiyi” yok etmeye uğraşmaktadır. Tam “ideolojik” bir “çifte standart!…”
AKP’nin alternatifi olarak “Yeni CHP”nin yaratılması süreci
Şimdi, böyle bir durumda sömürgeciler hâliyle Tayyip Erdoğan’ın kendileri için ileride tehlike olma riskine karşılık alternatif bir parti hazırlarlarken, bunu kendi çapında da olsa “ulusalcı ideolojiyi” ve Cumhuriyet değerlerini savunmaya çalışan Baykallı CHP ile gerçekleştiremezlerdi. Baykal’ın tasfiye edilip CHP’nin de İkinci Cumhuriyetçiler ve AKP çizgisi örnek alınarak yeniden dizayn edilmesi gerekiyordu. Sonunda bu stratejiler doğrultusunda Kılıçdaroğlu parti başkanlığına getirildi ve “değişim” safsatası adı altında “Yeni CHP” yapılandırılmaya başlandı.
Bu noktada söz konusu sürecin kronolojik bir sıralamasını yaptığımızda şunları görüyoruz;
1) Önce Kılıçdaroğlu “seçilmiş kişi” bağlamında tespit edildi. Tıpkı Özal’ın, Tayyip Erdoğan’ın belirlenmesi gibi
Öz geçmişi, etnik ve mezhepsel kökeni, sâkin karakteri, aşireti ile çıktığı coğrafya, aynı zamanda da bu coğrafyadaki isyanlar ve çekilen sıkıntılar nedeniyle oluşan tepkilerin somutlaştığı bir profil oluşturması nedenleriyle “seçilmişliğe” uygun bir kişilikti.
2) Genel Başkanlığa hazırlandı. Çünkü, kaset operasyonu zamanı geldiğinde koltuğun tek adayı olmalı ve onu doldurmalıydı. Bu anlamda kamuoyuna tanıtıldı. Belki de Dengir ile girdiği o polemik bile “düzmeceydi”. Bakıldığında, her ikisi de orijin olarak aynı bölgenin insanıydı ve her ikisi de “isyan” nedeniyle çekilen sıkıntılardan dolayı bir tepki potansiyeline sahipti. Bir ihtimal bu polemik, Kılıçdaroğlu’nu öne çıkarmak için bayrak devir teslimi anlamında kurgulanmış bir mizansen de olabilirdi. Zira, bunun sayesinde Dengir piyasadan çekilirken, Kılıçdaroğlu CHP’de tüm dikkatleri üzerine çekerek sivrilen isim oldu. Arkasından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı ile tanıtımını perçinledi ve deneyimini arttırdı.
3) Gündem yaratan çıkışlarla hem tanıtımına katkıda bulunmaya devam etti hem de sömürgecilere “rüştünü” ispat etmeye soyundu. Batman’da CHP’nin görüşleri aksine “Genel affı” dile getirmesi ve Dersim isyanının “bastırılışını” eleştirmesi bu konudaki örneklerdir. Verilen mesaj; “ben statükocu ve ideolojik saplantılı kişilerden değilim ve Kürtçü ödünleri vermeye hazırım” demek anlamındaydı. Mesajın adresi de dış güçlerdi. Etnik kimliği sorulunca “Türkiyeliyim” ve “etnik kimlik üzerinden siyaset yapmam” diyerek CHP’nin göreceli “ulusalcı” politikalarına mesafeli olduğu konusunda birilerine göndermelerde bulundu.
4) Durup dururken Yaşar Büyükanıt ile ilgili “Dolmabahçe görüşmelerini” gündeme getirerek AKP’nin “asker üzerinden” siyaset yapma yarışına dâhil oldu. Çünkü, “sömürgeci demokratlığının” ölçütü asker karşıtlığıydı. Aynı zamanda, “uzaktan kumandalı liboş” yazar-çizer takımına sempatik görünme konusunda sınır tanımayacağının işaretlerini de veriyordu.
5) Sonunda, kongreye 15 gün kala “istihbarî” bir kaset operasyonuyla başkanlığa getirildi. Baykal’la ilgili kaset 7-8 yıllık bir olaydı ama her nedense üzerinde “kes-yapıştır” oynamaları yapılarak kongreye on beş gün kala devreye sokulmuştu. Neden belliydi; o an için en hazırlıklı aday Kılıçdaroğlu’ydu. Önce “seçilmiş” sonra da hazırlanarak o güne getirilmişti.
Kılıçdaroğlu ve ruh ikiz i Gürsel Tekin CHP’yi dizayn etti
6) Genel Başkan olduktan sonra parti organlarına kendi adamlarını monte etmeye başladı. Ruh ikizi sayılabilecek Gürsel Tekin’i tüm “dışlamalara” karşın “zoraki” bir şekilde Genel Başkan Yardımcılığına taşıdı. Ondan, örgütün yapısını kendi “mantalitelerine” uygun bir şekilde dizayn etmede yararlanmak istiyordu. Yapılan hazırlık, örgütün geleneksel CHP kisvesinden uzaklaştırılmasına yönelikti.
Beraberinde, CHP’nin kapısını her önüne gelene açtı. O kapıdan liberal Prof. Binnaz Toprak da, Kürtçü Habur Avukatı Sezgin Tanrıkulu da, Fethullahçı ve Fethullah şakşakçısı Muhammet Çakmak denilen kişi de girdi. Amaç, partiyi sömürgecilerin istediği şekilde “ideolojik” olmaktan çıkarılıp her tür görüşün yer aldığı “kimliği muğlak” bir parti noktasına getirmekti. Tıpkı Özal’ın ANAP’ı gibi
7) Daha sonra Avrupa’da “görücüye” çıktı. Almanya’da, sanki tanımıyorlarmış gibi AKP’yi onlara anlattı. Çok şaşırdılar ve “iyi ki anlattın, sayende AKP’yi tanımış olduk” dediler. Sosyalist Enternasyonal için Fransa’ya gitti. Yılmaz Güney’in ve Ahmet Kaya’nın mezarlarını ziyaret etti.
Daha önce Baykal’ın görüşmeyi reddettiği Kürtçü liderlerden Talabani’yle görüştü ve Talabani’nin kendisini Irak’a davet etmesini sevinçle karşıladı.
Son durak İngiltere’ydi. Londra’da CHP’nin internet yayını ile ilgili bir gazetecinin “Kürtçe internet yayını olabilir mi” sorusuna, “neden olmasın” diye cevap verdi. Dostlar alışverişte görsün diye AB’ye çatmayı da ihmal etmedi. Uçak yolculuklarından birinde Kemal Derviş’le karşılaştı “aynı yolun yolcusu” olarak el sıkıştı, hasret giderdi. ABD’ye icâzet almak için heyet gönderdi.
Ulusalcılar tasfiye edildi, liberal ve Kürtçüler parti yönetimine girdi
Yeni CHP’de Canan Arıtman ve Onur Öymen gibi ulusalcı isimler tasfiye edilirken (en üstte), Sezgin Tanrıkulu gibi PKK avukatları ve Binnaz Toprak gibi AKP’yi öven endişeli modernler (üstte) milletvekili yapıldı. |
|
8) Seçim gelip çattığında göstermelik bir-iki tanesinin dışında CHP okulunda yılların süzgecinden mücadele ederek geçmiş, biçimlenmiş ve deneyim kazanmış hiçbir eski politikacıyı milletvekili adayı olarak göstermedi. Kemâl Anadol’lar, Ahmet Ersin’ler, Canan Arıtman’lar, Şahin Mengü’ler, Hakkı Süha Okay’lar, Mustafa Özyürek’ler, Onur Öymen’ler, Tacidar Seyhan’lar, Cevdet Selvi’ler vs. hepsi çizik yedi.
Neredeyse Cihaner’i de es geçiyordu. O da son anda direkten döndü. Oysa partinin yeni parlamento döneminde özellikle “Kürtçü BDP” ile yapılacak kıyasıya mücadelelerde bu isimlere çok ihtiyacı vardı. DSP’den geçen Tayfun İçli CHP’ye uygun bir isim olduğu halde onu da ıskartaya çıkardı. Onun yerine Rahşan’ın kuyrukçusu ve hiçbir iş yapmadan her defasında bir şekilde milletvekili seçilen Emrehan Halıcı’yı aday yaptı.
CHP’nin iş yapacak emektarları devre dışı bırakılırken Aytun Çıray, Mehmet Haberal, Turhan Tayan, Sena Kaleli, Sinan Aygün, Umut Oran gibi merkez sağ veya liberal görüşlü adayların kendilerine listelerde yer bulmasına imkân sağladı.
Bu arada tepeden inme gelen liberal aydın Binnaz Toprak ile Kürtçü Habur Avukatı Sezgin Tanrıkulu’nu da unutmamak gerekir. Üstüne üstlük bu Kürtçüyü Diyarbakır’dan da aday yaptırmadı. Kazansın diye İstanbul’dan ve kazanabileceği bir sıradan listeye koydurdu.
DSP kökenli ve işadamı özellikli Alevi Erdoğan Toprak öne çıkardığı isimlerdendi. Eski tüfek Adnan Keskin’i unutmamış, Kemal Derviş’in grubundan Fikret Ünlü’yü ise Karaman’dan aday göstermişti. Cumhuriyet mitinglerinin protestocusu işbirlikçi sendika DİSK’in lideri Süleyman Çelebi de Kılıçdaroğlu’nun torpillilerdendi. Bu “abuk subuk çorba kadro”, “kimliksizleştirilmek” istenen CHP’de, ne yazık ki, toplumun istediği sözde “değişimin” simgesi olarak lanse edilmişti
Kılıçdaroğlu’nun oy getirmeyen Kürtçülüğü
9) Seçim mitinglerinde “halkın anlayacağı dilden konuşmak” adına kullandığı “lümpen dil” ile bir “popülist vaat” bombardımanı başlattı. Askerliğin dokuz aya indirilip, üniversite mezunlarının yazın yapmasından girdi, aile sigortasından çıktı. Milletin yoksulluğunu istismar etti. Yolsuzluk dedi, kimsenin içinden çıkamadığı dosyaları örnek gösterdi. Zaten, daha öncesinden türbanı “kırmızı çizgi” olmaktan çıkarmıştı.
Öylesine ucuz “popülist uçuşlar” yaptı ki, seçmenin nezdinde bunların hiçbir inandırıcılığı kalmadı. Bu resmen milleti enayi yerine koymaktan başka bir şey değildi. Aklınca halka indiğini zannetti. Bir de kılık kıyafetiyle “Ecevit taklitçiliğine” soyundu. Tabii ki, resim yerine oturmadı. Tıpkı AKP taklitçiliğinin bir işe yaramaması gibi
.
Okumaya devam edin ‘İkinci Cumhuriyetçi “Yeni CHP”..!!!’
Son Yorumlar