“İstiyoruz ki, bütün milletler gibi biz de tam
bağımsız olalım.
İstiyoruz ki, kendi evimizin sahibi, kendi cebimizin
hâkimi, kendi hayat ve namusumuzun sorumlusu
biz olalım.
İstiyoruz ki, yeryüzünde zalim kalmasın.
Milletler arasında düşmanlıklar ortadan kalksın.
Dünyaya hâkim olan kapitalizm illeti bir daha
uyanmamak üzere uyusun…
İşte, bugün içinde bulunduğumuz mücadelenin
bizce yegâne manası budur!..”
Yukarıda okuduğunuz satırlar, Hakimiyet-i Milliye gazetesinde, 1920 yılında, Mustafa Kemal’in imzasız yayımlanan ilk yazısından aktarılmıştır.
“Biz bu gaye ile harekete geçtik… Geleceğimiz ve varlığımız için, emperyalizme karşı dünya ve hayat inkılabı (devrimi) uğrunda zulümden kurtulmuş yeni bir çağa doğru yürüyoruz.”
“Giriştiğimiz iş büyük, ağır ve o nispette şerefli ve şanlıdır.”
Mustafa Kemal, başlattığı mücadelenin engebelerle dolu ve çok zor olduğunu bilmektedir.
Bu yolda savaşırken “hain” ve hatta İngiliz işbirlikçileri vatan hainleri tarafından da idama mahkum edilecektir.
Ancak takip edilmesi gereken bu yol, “son derece şerefli ve şanlı”dır.
Yalnız Türklerin değil, tüm milletlerin düşmanı “kapitalizm”i işaret eden Mustafa Kemal, içinde bulunduğu ve Türk milleti ile birlikte yürüttüğü bu mücadelenin, emperyalizme karşı bir savaş olduğunu söylemekte ve Türk milletinin, ezilen tüm ulusların varlığı için bir devrimle birlikte zulümün sona ererek, yeni bir çağa doğru yürünmesi gereğini de söylemektedir.
Yeni bir çağ.
İşte bu üç sözcükte, Türk milletinin geleceği şekillenmiştir.
“Görüyoruz ki, kendimizi kurtarmak için mücadele etmek demek, bütün dünya ve milletlerin kurtuluşunun milyonlarca cephesi arasında yer almak demektir. Yapılacak iş, henüz başlanmış olan iş, o kadar büyüktür ki, bu manzara karşısında insan ruhunun yüksek bir heyecanla titrememesi mümkün değildir… Çünkü bizim kurtuluşumuz, aynı zamanda dünyanın da kurtuluşu demektir. Ve bütün dünya şu uğursuz emperyalizm zulmünden kurtulmadıkça bizim için hayat ve rahat ihtimali düşünülemez. ”
Ayrıca Mustafa Kemal, Türk milletinin kendisini kurtarmanın yanı sıra, tüm dünya milletlerine örnek olacak, bir cephe oluşturacağını da işaret etmektedir. Anadolu’nun kurtuluşunu, dünyanın kurtuluşu olarak gören Mustafa Kemal, tüm milletlerin de emperyalizmin zulmünden kurtarılması gereğini savunmaktadır.
“Bu kadar büyük bir işi nasıl başaracağız ?”
Aslında Mustafa Kemal sorduğu bu sorunun cevabını da çok iyi bilmektedir. O’nun derdi sadece vatanının kurtuluşu değildir. Düşmanın “aleyhimizdeki ve dünya aleyhindeki suikast tertiplerine” karşı koyacak kuvvet, anti-emperyalist güçler ve Türk milletidir. Büyük Önder, milletine güvenmekte ve onların hasletini de bilmektedir. İşgal kuvvetlerine karşı kullanılacak en güçlü silah, inançtır ve başarma azmidir. Bunun yanı sıra bu savaşta Mustafa Kemal, en güçlü müttefiklerimizin emperyalizmin zulmü altında inleyen, tüm dünyadaki sosyal sınıfların olduğunu vurgulamıştır.
Bu savaş haklı bir savaştır. Çünkü bu savaş vatan savunması, yurt topraklarının işgalden kurtulması ve bağımsız yeni Türk Devleti’nin kuruluşu için yapılmaktadır.
“Düşmanların, aleyhimizdeki ve dünya aleyhindeki suikast tertiplerine karşı neyle, hangi kuvvetle karşı koyacağız ?
İşte bu büyük mücadele içinde zihinleri en fazla meşgul etmesi ihtimali olan sualler bunlardır.
Yıllardan beri devam eden kanlı mücadelelerden sonra henüz düne ait yorgunluklar omuzlarımızın üstünde bizi çökertmeye çalışırken, eğer sadece kendi kendimize kalmış olsaydık, biz, bu şerefli olduğu kadar ağır vazifenin altından kalkamazdık.
Hâlbuki biz bu yolda hiç yalnız değiliz. Pek büyük ve pek kuvvetli müttefiklerimiz var. Öyle müttefikler ki, dünyayı emperyalizm zulmünden kurtarmak için ahdetmişler, durmadan ve sürekli olarak çalışıyorlar ve her gün yeni bir zafer kazanıyorlar.
Altı yıl önce dünyanın en büyük mücadelesine atıldığımız zaman da aynı gaye için dövüşüyorduk. O zaman da müttefiklerimiz vardı. Büyük Almanya’nın muntazam orduları, dahi kumandanları, Avusturya’nın, Macaristan’ın mükemmel askeri teşkilatı, Bulgaristan’ın tam zamanında gelen yardımı, bütün bunlar pek büyük kuvvetlerdi. Fakat bu kuvvetlerin büyük bir maksatları da vardı ki, o da, maddi bir kuvvet olmaları idi. Hâlbuki bu defa, belki de müttefik olarak bizimle beraber hareket eden böyle muntazam asker ve teşkilat kuvvetleri yoktur. Buna mukabil, dünyanın her tarafında hüküm ve kuvveti şaşılacak bir hızla yayılan fikir, ilke ve iman kuvvetleri vardır… İşte bu kuvvetlerdir ki, bizim müttefiklerimizdir.
Bütün dünya istiyor ki, insanlar ve milletler için yeni bir devir, bir adalet ve dinlenme devri açılsın. Biz de böyle istiyoruz ve işte onun için uğraşıyoruz. Asya’nın üç yüz milyonluk zulüm altında inleyen milletleri, emperyalist ülkelerin içinde zulüm altında inleyen sosyal sınıflar, hep bizimledir.
Dünyanın her tarafında, her köşesinde bizim müttefiklerimiz ve dostlarımız var. Bundan evvelki muharebede yalnız Avrupa’nın ortasında birkaç milyonluk ordulara sahiptik. Bu defa ise, bizimle müttefik (birlik) olan düşünce, ilke ve iman orduları şaşılacak bir hızla bütün dünyayı istila ediyor!”
İki yıl önce dünya mücadelesinin şekli, bir asker istilasından ibaret olduğu halde, bugünkü istila kuvvetleri düşünce ve imandır. Öyle bir kuvvet ki, kalplerden kalplere dolaşıyor, en metin kalelere giriyor, en gizli köşelere nüfuz ediyor, cepheleri aşıyor, dağlardan dağlara, denizlerden denizlere sürekli olarak yürüyor… Yürüyor, eziyor ve kazanıyor!
İşte bu defa ki müttefiklerimiz bu nitelikteki muazzam kuvvetlerdir. Günden güne büyüyen bu müthiş istila kuvvetini karşısına Avrupa emperyalizmi, çıkara çıkara Leh ordusuyla bir Yunan çıkardı. Leh ordusu son günlerde büyük bir hezimete uğradı. Emperyalizmin son başarısı, son kurşunu işte şu karşımızda, bir sel halinde ocaklarımızı tehdit eden, namus ve dinimize susayan Yunan tehlikesidir.
Bir hamle ve bir kalkışma!… Zalimlere karşı son bir savaş, bizi ve tüm dünyayı bir anda selamete, rahata ve hayata çıkaracaktır. Bunun zamanı gelmiştir. Zulüm dünyası son günlerini ve son saatlerini yaşıyor. Yunan’a bozgun vermek, sadece sultan Osman’ın mübarek namını ve mukaddes türbesini kurtarmak ve onunla beraber yüz binlerce kardeşimizi cellat bıçaklarından almak demek değil, belki de bütün dünya kurtuluşuna tarihin en büyük, en şerefli, en şanlı hizmetini yapmak demektir!
Türkler! Ayaklanınız!”
*****
Mustafa Kemal, makalesinin sonunda bir çağrı yapmaktadır. “Türkler Ayaklanınız!” Ancak bu çağrı sadece vatanı işgal altında olan, kadınlarına tecavüz edilen, zalimlerin zulmü ile karşı, karşıya kalan Türkler için değildir. Tüm dünya devletlerine, ezilen uluslara önderlik edecek çağrıdır bu çağrı…
Türkler 1. Paylaşım Savaşı’nda yenilgiyle çıkmış, onlarca senedir o cepheden bu cepheye koşan ordusu terhis edilmiş, vatanları işgal edilmiştir.
İşbirlikçiler İstanbul’da İngilizlere temenna çekmekte, Padişah ise geleceğini ve tahtının selametini babası Sultan Abdülmecit’ten miras kalan İngiliz hayranlığı ile sağlamlaştırmaya çalışmaktadır. Balolar düzenlenmekte, şeref ve haysiyetini yitiren nice insanlar parlak üniformalı işgalcilerin dostluğunu kazanmak uğruna vatanı satmaktadırlar.
Diğer taraftan savaş yaralarını saramamış Anadolu, aç, yorgun ve ümitsizdir. Anadolu’yu ayağa kaldıracak bir güç, bir ses gerekmektedir. Ve savaşmak için haklı bir sebep…
Savaşmak için haklı sebep, elbette vatan savunmasıdır. Anadolu’nun dört bir yanında dernekler kurulmuş, şuralar tertiplenmiş ve hatta 29 Kasım 1918’te işgale karşı İstanbul’da ilk “Milli Kongre” toplanmış, bu süreci de Kars ve Trabzon Şuraları takip etmiştir. Erzurum Kongresi, Kars ve Trabzon Şuraları’nın ortak kararıdır.
Kongrelerde, Gazi Meclis’te Bağımsızlık Savaşı’nın şiarı açıklanmış, “Ya İstiklâl-Ya Ölüm” denmiş, 29 Ekim 1923’de,10 pare top atışıyla Büyük Zafer’in utkusu Cumhuriyet’in ilanıyla gerçekleşmiştir. Çünkü “halas-ı hakiki isteyenlerin parolası” elbette “Ya İstiklâl Ya Ölüm” olacaktır.
Cumhuriyet… Can pahasına, kan pahasına kurulan bağımsız Türk Devleti… Kanla, irfanla ve devrimle…Türk milleti ile birlikte…
****
Bugün Türkiye’nin geldiği nokta son derece vahimdir. Kuvva-i Milliye ruhunun ayaklanıp, kurduğu Cumhuriyet’in bir milli bayram olarak kutlanması engellenmiş ve hatta yasaklanmıştır.
Sadece 30 DKÖ çağrı yapmış ve Türk milletini 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı ilk Büyük Millet Meclisi önünde yapılacak basın açıklamasına davet etmiştir. Bu çağrı bir mitingi ve/veya bir yürüyüşü ne yazık ki kapsamamaktadır. ADD Genel Bşk.nı Sn.Çölaşan bu konuyu, yaptığı açıklamada belirtmiştir. Yapılacak kutlama bir “Basın Açıklaması” ile sınırlıdır.
Seferberlik Yürüyüşü… Cumhuriyet’i hak etmeyen ve benimsemeyen küçük bir azınlık dışında Türk milletinin yürüyüşü olmalıdır. CHP’nin 29 Ekim’de Meclis’in önünde olacağı bilinmektedir. Yakışan da budur.
Peki, MHP nerededir? Her fırsatta, (tabanını kast etmiyorum) AKP’nin stepneliğini görev kabul eden MHP de bu kötü alışkanlığından vaz geçip Cumhuriyet’i savunmak için tüm grubu ile orada olmalıdır. Ülkücü Gençlik, yasaklanan Cumhuriyet’ine sahip çıkmak zorundadır..
HEPAR’ından, DSP’sine ve hatta ayağı yere basan solun en ucu TKP’sine kadar, aklımıza gelen gelmeyen “Cumhuriyet’i savunuyorum” diyen tüm siyasi partiler, meslek odaları ve benzeri kuruluşlar, sendikalar bu çağrının sahibi olmak zorundadır. “Büyük Yürüyüş” “Seferberlik Yürüyüşü” ne 30 DKÖ’yle ne de bir “Basın Açıklaması” ile sınırlandırılmamalıdır. Çünkü bu bir araya geliş, belki de “Birleşik Cephe”nin ilk adımı olacaktır.
Cumhuriyet’in bayramı ve halkla kucaklaşması yasaklanamaz. Yasaklanmamalıdır da… Yüz binler yetmez. Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir. cumhuriyet, atalarımızın mirası değil, çocuklarımızın, torunlarımızın bize emanetidir.
Vatan ve Cumhuriyet birlikteliği, milletle birlikte olmalıdır. Bu nedenle, 29 Ekim’de Birinci Meclis’in önünde çağrı metninde adı olmayan tüm Cumhuriyetçi güçler, sendikalar, üniversiteler, demokratik kitle örgütleri, köylüsünden kentlisine, çiftçisinden işçisine, duvarcı ustasından, öğretmenine, barolar, esnaf odaları, kadını erkeği toplanmalıdır. Yüz binler yetmez, Türk milleti orada olmalıdır.
Türk bayraklarından oluşan bir orduyu ne bir barikat ne de bir güç durduramayacaktır. Hedef Anıt Kabir’dir. Hedef Atatürk’ün huzurudur. Türk milleti Cumhuriyet’ine cılız bir sesle değil, gök yüzünü titreten, yer yüzünü sarsan bir haykırışla sahip çıkmalıdır.
Ve tüm yürekler dile gelmeli, “Ya İstiklâl- Ya Ölüm” “Tam Bağımsız Türkiye”de birleşmelidir.
MUSTAFA KEMAL DİYOR Kİ: “Türkler Ayaklanınız..!!!”
Figen ÖZEN
http://www.edebiyatgazetesi.com/2012/10/25/mustafa-kemal-diyor-ki-turkler-ayaklanini%E2%80%8Bz-figen-ozen/
Son Yorumlar