Ağustos 2012 için arşiv

30
Ağu
12

Terörist Sever AKP Gölgesinde 30 Ağustos Zafer Bayramı..!!!

Din – iman  diye  geldiler,  kan  emici  vampirlere  döndüler.

Terörle  mücadele  kanununda  yaptıkları  değişiklikle  askerin  elini-kolunu  bağlayıp  terörle  mücadele  edemez  hale  getirenler  terörist  faaliyetleri  rahatlattı.

Mafya devlet Amerika’nın tetikçiliğine soyunup Irak’lı Müslümanların önce canı, sonra namuslarının elinden alınmasına ortaklık ettiler.

Irak’ın  zenginliklerinin  soyulmasına  yataklık  ettiler.

Onlar için El Kadı dost, El Beşir(eli kanlı katil) arkadaştı. İngiltere rehber, Pentagon sırtlarını dayadıkları güç merkezi,yani ağalarıydı.

“Bana dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” ata sözüne kulak verirsek;

Terörist dostu, arka plandaki terörist partiydi.

Onlar karanlık odalarda yetişmiş, merdiven altı üretimi bir üründü. Bu karanlık yapı; okyanus ötesinden ambalajlanıp Türkiye’nin piyasasına sürüldü. 10 yıldır GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizma)’lu bir ürün olarak Türk Milleti’ni, Türk vatanını zehirlemeye devam ediyorlar.

Amerika Mafya bir devlet olduğu için, kullandığı siyasilerin de “TETİKÇİ” olması kaçınılmazdır.

AKP ırak’ta, Libya’da mafya’nın tetikçiliğini yaptı. Suriye’de tetikçiliğe devam ediyor.

Vampirleştikleri için de Müslüman kanı içmeye doymuyor.
“Muhalif Suriye Ordusu” yalanı ile, çeşitli ülkelerden kiralanan paralı katilleri Türkiye’de eğitiyor.

Ve gelecekte Türkiye’nin “Terörist Devlet” statüsüne sokularak yargılanmasının temellerini atıyor.

Bu bağlamda AKP bizzat kendisi “terörist bir parti” kimliği kazanıyor.

Ve sadece Irak, Libya, Suriye değil, Türk Devleti de AKP teröründen nasibini alıyor.

Kaddafi’yi katlettikten sonra sopalar ile tecavüz eden sapıkları beş yıldızlı otellerde ağırlayıp, hastanelerde tedavi ettirdiler. O sapıklar halkımızı ve hastane personelini taciz etti.

Katilleri “Suriye Muhalif Ordusu” etiketi yapıştırıp aklayanlar, boğaz manzaralı evlerde eğitiyorlarmış.

PKK teröründen yeterince tatmin olmamış olmalılar ki; Hatay, Kilis, Antep gibi illerimizi de terörize edecek açılımlar yapıyor. Küresel elitin “aç, aç” çığlıkları altında striptizciye dönenler, ABD talimatı ile Arabistan ve Katar gibi ülkeler tarafından yapıştırılan paraların sarhoşluğuyla açıldıkça açılıyor.

Kiralık katiller Hatay’da mezhep kışkırtması yapabilecek kadar kendini güvende hissediyor. Alevi doktor istemem diyor.”Hatay’a gitmek için gelmedik, burası zaten bizimdi” deme cesareti bulan teröristler, terör sever AKP korumasında “işgal öncü gücü” gibi rahatça eylemlerini devam ettiriyor.

Abdestini kanla alan Evangelist Müslümanlar, Müslüman kanı döküldükçe zenginleşiyor.

İzmir işgal edildiğinde Türk kanı içme fetfası verip; “bir bardak Türk kanı da bana getirin içeyim” diyen Papazın memleketi Yunanistan; 2004’ten bu yana Ege’deki Türk adalarını sesizce işgal ediyor.

AKP’nin Türk Devleti’ni bitirme misyonu olduğunu göremeyenler, meşruiyetini kaybetmiş bir mecliste, Muhalefetçilik ve vekilcilik oyunu oynayarak AKP’nin “normal siyasi parti” sanılmasını sağlıyor.

Yani, atanmış bir diktatör ve iki baston; bu millete bir İLLİZYON GÖSTERİSİNİ gerçekmiş gibi yutturma oyunu oynuyor.

Bir mafya devletin emrindeki tetikçiler, Türk Devleti’ni terörist devlet konumuna sokuyor.

“Yurtta sulh, cihanda sulh” diyen Türkmen bir liderin vatanı, aşağılık bir oyunla cinayetlere ortak ediliyor.

Mafya tetikçileri boşuna el-etek öpmez. Mafya tetikçilerini seçerken üç zaafı olan kişilerden seçim yapar:

Kumar, kadın ve uyuşturucu.

50 Kilo uyuşturucu ile yakalanan yeğen Erdoğan; “içiciyim” dediği için serbest kaldı. “Suyunu sıkıp meşrubat gibi mi içiyorsun?(!)” diye soramadık.

Evangelist Müslümanlık gereği(!) bütün kara paralar aklanarak ülkeye sokuldu. Uyuşturucu baronları iş adamı veya iş kadını statüsü kazandı.

Baskı ortadan kalkarsa “kadın zaafı olanlar, İbiza mağdurları da” ortaya çıkacaktır. Şu an sadece şantaj amaçlı elde tutuluyor. Dönme sevgilisi olanları da tabii unutmayalım. “Sisi’nin kulağı niye çekilmişti? Sahi Sisi şimdi niye kayıp?”

Kumar mı?

Kumar “Türk Devleti” üzerinde oynanıyor. Terörist siyaset uşaklık yaptıkları güçler için yeşil çuha kaplı masalarda “İŞARETLİ” kağıtlar dağıtıyor.

Boğazına kadar teröre batmış bir meclisin yönetimindeki ülkemde 30 Ağustos Zafer Bayramı KUTLANIYOR(!)..

Milletin çığlıklarını duymamak için kulağının üzerine yatan Ana Kraliçe’nin evlatlığı, fazla kulak üzerine yatmaktan kulak sancısı çekiyor.

Yeniden Kurtuluş Savaşı yapılmasına gebe kalan ülkemde, terörist sever “Meclis-i Mebusan” gölgesinde “30 Ağustos Zafer Bayramı” kutlanırmış gibi yapılıyor.

Hayır – lı   OLSUN..!!!

Yeni   30  Ağustoslara   hazır   olunması   dileği   ile…

10   Kasım   1938’den   başlamaya   ne   dersiniz ?

Hiçbir   siyasinin   günahına   ortak   olmadan…

Bir   millet   olarak   başlamaya ;

NE   DERSİNİZ..?!!!

Zahide  UÇAR

http://www.zahideucar.com/index.php?option=com_content&view=article&id=160%3Ateroerist-sever-akp-goelgesinde-30-austos-zafer-bayram-&catid=1%3Ayeni-makaleler&Itemid=5

19
Ağu
12

“HAYALİ KÜRDİSTAN OLANıN, MEKÂNı KABRİSTAN OLUR..!!!”

PKK’nın bir yanında ABD, bir yanında AB, arkasında AKP, önünde Barzani var…

“Yürü” diyorlar ona.

“Vur. Patlat. Öldür. Yol kes. Kimlik sor. Adam kaçır… “

O da yürüyor, vuruyor, kırıyor, öldürüyor…

“Korkma. Arkanda biz varız…” diyorlar. Sonra devam ediyorlar:

“Komutanları da mapusaneye attık…”

Koskoca Genel Kurmay Başkanını bile çetecilikle, teröristlikle suçladık. Orduyu KAFESLEDİK. Tehlike kalmadı…

İleri.

Büyük Kürdistan ve 2. İsrail kuruluncaya dek, Diyarbakır Kürdistan’ın başkenti oluncaya dek ileri…

Anayasayı da değiştireceğiz, babayasayı da… Sağ olsun muhalefet de bize yardımcı oluyor… Türk’ü sileceğiz Tarihten…

Sen Yürü. Mehmetçik’i şehit etmeye, vatanı bölmeye devam et…

Yolun açık olsun…”

AKP, ABD, AB, Barzani böyle söylüyor PKK’ya…

Zaten 10 yıldır yolu açık PKK’nın. Ne engel kaldı önünde, ne set… “Yürü Aslanım” dediler ona.

O da yürümeye başladı…

2002’den bu yana yürüyor… Daha doğrusu, koşuyor…

Meydanı da boş buldu ya… Bu arada bir de emirler savunuyor…

İsteklerde bulunuyor.

Dayatıyor.

“Mahkeme salonlarında Türk bayrağı ve Atatürk posteri istemiyorum, mahkeme ayağıma gelecek…”

“Başüstüne” diyorlar.

“Liderimiz Apo’yu muhatap kabul edeceksiniz… Müzakerelere başlayacaksınız. Biz Anayasa değişikliği istiyoruz. Özerklik istiyoruz…”

“Başüstüne…”

Hemen kapalı kapılar arkasında “Oslo Görüşmeleri” yapılıyor… Bu arada Devletin yetkilisi teröristlere soruyor: “Beğenmediğiniz vali, kaymakam, emniyetçi falan varsa hemen söyleyin, hakkından gelelim. Sonra ekliyor, “Biliyoruz, bilmediğimizi sanmayın haa, metropolleri patlayıcılarla doldurdunuz…”

En yetkili kişi böyle konuşuyor. Gerçeği biliyormuş, ama önlem almıyormuş…

Suç değil mi bu?

Göz göre göre, bile bile, taammüden, halkının ölümüne neden olmak suç değil mi?

Hem de yüce divanlık suç…

Peki, o zaman, Cumhuriyetin savcıları, yargıçları nerede? Hepsinden önemlisi muhalefet nerede?

Şanlı Türk komutanlarını yalancı tanıklarla, tertiplerle bir gecede zindanlara atan zevat, insanlarımızı katleden ve Türkiye Cumhuriyetine, Türkiye’nin geçmişine–geleceğine, bayrağa, Atatürk’e, sövüp sayanlar karşısında dut yemiş bülbüle dönüyor…

Başbakan Yardımcısı Hüseyin Çelik:

“PKK bomba patlattı diye, bir yeri bastı diye, birkaç Mehmet’i şehit etti diye Meclis toplanmaz;

Başbakan ise, “Milletvekili kaçırılması” karşısında, “Bunlar beklediğimiz şeylerdi…” diyor.

Bomba patlatmalar, baskın düzenlemeler, adam kaçırmalar, Mehmetçikleri şehit etmeler AKP için artık günlük olaylardan sayılıyor… Önemsenmiyor bile…

“Bekliyorduk…” diyor pişkin pişkin…

Ama aynı kişiler, adam katleden, ırza geçen tecavüzcü Coni’lerin “sağ salim memleketlerine dönmesi için dua etmesini” biliyorlar.

Zaten onlar hiçbir zaman Coni’yi sevdikleri kadar Mehmet’i sevmediler. Sevselerdi, ne terör, ne terörist ne de terör örgütü kalırdı bugün.

Böylece iki paralık PKK ve BDP de aldığı yüzde 5 küsur oyla, yüzde 94’ü oluşturan Türk halkına hükmetmeye kalkmazdı.

Şimdi emrediyor.

Direktif veriyor…

Çünkü arkasında ABD, AB, AKP, İsrail ve Barzani var… Hepsinden önemlisi AKP var… İktidar onun her istediğini emir olarak algılamakta, hemen yerine getirmektedir…

2002’de “Terbiyeli maymunlara” dönmüşlerdi oysa.

Ama şu da bir gerçektir ki bir avuç PKK’lının, parlamenterin, ağanın dışında, günümüzde, Kürtlerin büyük bir çoğunluğu Türkiye’nin birliğinden, bütünlüğünden yanadır. Bu durum anketlerde ve PKK’nın son 14 günlük “alan kalkışması”nda da görülmüştür.

PKK, halkın da kendisi ile birlikte silahlanıp, Türk ordusuna karşı savaşacağını, “kurtarılmış bölgeler” oluşacağını sanıyordu. Oysa halk onları evlerine bile, korku belasıyla kabul etti…

PKK, bu alan çarpışmasının ardından yanıldığını büyük bir şaşkınlık ve karamsarlık içerisinde gördü.

Aslında AKP ve ABD olmasa PKK ve yandaşları, bir “hiç”tir.

Hem de kocaman bir “hiç…”

Onların bitini kanlandıran, canlandıran Amerika’dır.

Ama zaman daralıyor. Hem ABD hem de onun emir eri AKP Çin’i, Rusya’yı, İran’ı, Latin Amerika’yı, tüm dünyayı karşısına aldı. Ne sınırda ne dünyada, birkaç aşiret topluluğundan başka dostu kalmadı.

Saldırganlar  zor  durumdadırlar.

Yıkılacaklardır.

İşte  o  zaman ne  PKK’nın ne  de  BDP’nin  esamisi  (adı)  okunur…

Hem  de  kaçacak  delik  ararlar…

Ne  diyor  halkımız ?

“HAYALİ   KÜRDİSTAN   OLANıN,  

MEKÂNı   KABRİSTAN   OLUR..!!!”

Ona   göre…

Ali  ERALP

http://www.ilk-kursun.com/

 

16
Ağu
12

BU KADAR PİSLİĞİ ANCAK BİR DEVRİM TEMİZLER…

Ticaret,  siyaset,  tarikat…

Kenetlendi  birbirine.

İç  içe  geçti.

Karabasan  gibi…

Kara.

Kapkara  bulutlar  gibi.

Çöktü  sevgili  yurdumuzun  üstüne…

Üç   kuruş   para   için,   dünyalık   için   din   alıp,  

din   satıyorlar…

Din  sömürüsü  yapıyorlar.

Binlerce öğretmen, milyonlarca çocuk okulsuzluktan okula gidemezken, iktidar durmadan cami yapıyor… Ve en büyük bütçe Diyanet İşlerinin… Şu anda Türkiye’de 67 bin okul, 1220 hastane, 85 bin cami var. Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye bir cami düşüyor. Göç nedeniyle, Köylerde sadece 2 – 3 kişiyle namaz kılınıyor.

Bu kadar aç, işsiz insan bulunurken Suriye teröristlerine harcanan para ise 350 milyon, yani 350 trilyon…

Bozulmadık, kirlenmedik kurum kalmadı…

Ne bilimden anlıyorlar, ne eğitimi biliyorlar… Ne TBMM’ni tanıyorlar, ne adaleti…

Binlerce molla, imam okullara öğretmen olarak atanırken, işin uzmanı, diplomasını alnının teriyle, emeği ile hak etmiş yüz binlerce öğretmen sokaklarda iş bekliyor… Görev istiyor. Eğitim ve öğretimde harcadığı yılların karşılığını istiyor…

Gençliğini istiyor.

Ve soruyor:

“Ne işi var YÖK Genel Sekreterliğinde imamın?”

“TÜBİTAK’TA ne işi var; ne anlar o bilimden, ilimden?”

Elbette işi yok. İşi yok ama onlar imam, molla… Atanmak, devlet memuru olmak için bundan daha geçerli bir neden olabilir mi?

Çünkü hak, hukuk, adalet yok onların kitabında. Adam olmak yok…

Yandaş var. Eş, dost, akraba var…

Paylaşma, bölüşme, hoşgörü yazmaz onların kitabında…

Onlar, milyonlarca insanı katleden, kadınların, kızların ırzına geçen sömürge askerinin sağ salim yurduna dönmesi için dua ederler… Ama kendi yurdunda, öz vatanında, vatan savunmasında şehit düşen fidanlara dönüp bakmazlar bile. PKK, “Birkaç Mehmet’i şehit etti diye Meclis toplanmaz…” derler.

Çözüm üretmezler.

ABD istemediği için, Kandil’i asla söndürmezler. Kandil yanar. Yanmaya, yakmaya devam eder…

Olan yoksullara, yoksul çocuklarına olur, her gün ateş düşer ocaklara…

Peki, sadece toplumsal yapımızı, ekonomik yaşantımızı mı bozuyor bu adamlar? Sadece onlar mı bitiriliyor? Ya doğa? Ya ormanlar, akarsular, kurtlar, kuşlar, böcekler…

Onlar rahat yüzü görüyor mu?

İkiz Dere vadisi, zümrüt yeşili Kaz Dağları, bünyesinde 1518 bitki barındıran Munzur, Munzur’un bağrında görkemli boynuzları ile özgürce dolaşan dağ keçileri, geyikler, yüz yıllık kaplumbağalar, bülbüller, keklikler… Onların gelecekleri güven altında mı?

Ne yazık ki bu sorulara da olumlu yanıt veremiyoruz.

İnsanlarımız gibi, onların gelecekleri de güven altında değil.

Çünkü vurguncular doymak bilmiyorlar.

Bu kez de doğada başlattılar talanı. Bu kez de doğaya diktiler gözlerini.

Güzellikleri, canlıları, bin bir renk zümrüt ormanları, tarihsel kalıntıları yıkmaya, yok etmeye yemin etmişler. Çekilen sular nedeniyle dereler şimdiden kurumaya başladı bile.

Kurtlar, kuşlar böcekler, akarsular, akarsularda oynaşan balıklar, ışıltılı damlacıklar onları hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Onlar sadece keselerini doldurmaya bakıyorlar. “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” diyorlar.

Binde 4 elektrik elde etmek için Fırtına Vadisi’ne saldırıyorlar.

Çamlıhemşin’e saldırıyorlar.

Ormanlara, gürül gürül akan sulara, kuşlara saldırıyorlar. “Fırtına Vadisi”nin fırtınasına son verip, rüzgârını, şimşeğini, yağmurunu bitirmeye çalışıyorlar…

Bu gidişe dur demek gerek.

BU  GİDİŞ,  MUTLAKA,  AMA  MUTLAKA  DURDURULMALI.

Bu gidişe dur demezsek, Türkiye Cumhuriyeti diye bir devletin adı da kalmayacak, kendisi de…

Vurgun, talan, yağma almış başını gidiyor. Özelleştirmeleri engelleyen yargı kararları bile uygulanmıyor.

Hak, hukuk hak getire…

Tüm kurumlar pislik içinde.

Bataklığa dönmüş… Her taraf çamur içinde…

Kir içinde.

Lağım akıyor dört bir yanımızdan, lağım…

Peki  çözüm ?

Çözüm  ne ?

Çözüm :  DEVRİM.

Yineliyorum :

Çözüm :  DEVRİM.

Okumaya devam edin ‘BU KADAR PİSLİĞİ ANCAK BİR DEVRİM TEMİZLER…’

15
Ağu
12

Metin Feyzioğlu’ndan Hüseyin Aygün’e sert tepki

Ankara  Barosu  Başkanı  Profesör  Doktor  Metin  Feyzioğlu  kişisel  facebook  hesabından 

‘SON  GELİŞMELER  IŞIĞINDA  ZORUNLU  AÇIKLAMA’  başlığıyla  yayınladığı  bildiri  ile,  

isim  vermeden  PKK  tarafından  kaçırılıp  bırakılan  Hüseyin  Aygün’ü  eleştirdi.

Feyzioğlu bildiride, Aygün’ün serbest kaldıktan sonra düzenlediği basın toplantısında PKK’lı teröristler için kullandığı sempatik uslubu gerekçeleri ile eleştirdi.

Aynı zamanda CHP Parti Meclisi Üyesi olan Feyzioğlu CHP’nin son kurultayında en yüksek oyu alarak seçilmişti.

CHP tabanında son derece sevilen Feyzioğlu’nun bu çıkışı, parti içinde birçok kişinin ortak düşüncesi olması nedeni ile parti tabanında önemli destek alacak gibi görünüyor.

İşte  o  bildiri :

SON  GELİŞMELER  IŞIĞINDA  ZORUNLU  AÇIKLAMA

1.  Yasama, yürütme veya yargıdan birini temsil eden hiç kimse, şiddetin en acımasızına, baskının en koyusuna başvurmayı olağan yöntem haline getirmiş bölücü terör örgütünü “hak savaşçısı kardeşlerimiz”den oluşan, iyiniyetli bir örgüt olarak tanıtamaz. Terör örgütünün çeşitli yöntemlerle kandırdığı kişilerin topluma kazandırılması için uğraş vermek, onların
insan haklarını korumak ayrı, terör örgütüne sempatiyle yaklaşmak ayrı şeylerdir.

2.  Öte yandan “demokratik özerklik”in, terör örgütünün nihai hedefi olan bağımsız devlet yolunda yalnızca kısa süreliğine mola verilecek bir duraktan ibaret olduğu unutulmamalıdır.

3.  Demokratik bir hukuk devletinde terörle mücadele, insan hakları ihlal edilmeksizin yürütülür. Böyle bir devlette yöneticiler, devletin birey için var olduğunu hiçbir zaman akıllarından çıkarmazlar; terör örgütünün destek kazanmasına neden olabilecek hak ihlallerine sebebiyet vermezler.

4.  Esasen etnik bölücü terörle etkin mücadele için, ülkemizin her köşesinde insan haklarının evrensel standartlara ulaşması bir zorunluluktur. Başka bir anlatımla çözüm, koşulsuz şekilde insan hakları ve demokrasidir. Ancak terör örgütü ile ordumuz ve polisimiz eş tutularak, “karşılıklı silah bırakılsın” denilerek demokrat olunmaz. Böyle bir söylem, terör örgütünün propagandasından başka bir yarar sağlamaz.

5.  Bu bağlamda terörle mücadele edilebilmesi ve Kürt sorununun demokrasi ve insan hakları temelinde ortak akıl yoluyla çözülebilmesi için; tasfiye halindeki özel görevli mahkemelerde çeşitli adlarla yürümekte olan ve kamuoyunda artık yargısal birer süreç olarak değil, egemen gücün baskıcı dayatmaları olarak görülen davalardaki gerekçesiz tutukluluklara son verilmesi, özgür düşünce ortamının ve basın özgürlüğünün sağlanması, terörle mücadele yürüten güvenlik gücü mensuplarının teröristlerin gizli tanıklıklarıyla tutuklandıkları algısının kırılması, Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörü destekleyen devletler nezdindeki caydırıcılığını ortadan kaldıracak boyuta ulaşmış “tutuklu subay” sorununa adil yargılanma hakkı ilkeleri çerçevesinde biran önce son verilmesi zorunludur.

Kaygıyla  izlediğim  son  gelişmeler  ışığında,  kamuoyuyla  paylaşırım.

En  derin  saygılarımla.

Metin  FEYZİOĞLU

15
Ağu
12

Müşfik Kenter’i kaybettik…

8  Eylül  1932  yılında  İstanbul’da  doğdu.

Tiyatrocu  Yıldız  Kenter’in  kardeşidir.   Ablası  ile  birlikte  Kent  Oyuncuları’nı  kurmuştur.

Diplomat Ahmet Naci Kenter ve Olga Cynthia’nın oğlu olarak 1932 yılında İstanbul’da dünyaya geldi.

1947`de Ankara Devlet Tiyatrosu Çocuk bölümünde tiyatroya başladı. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde eğitim gördü. Okulu 1955 yılında yüksek derece ile bitirdi ve devlet tiyatrosuna girdi. Sanat yaşamı, devlet tiyatrosunda oynadığı Oğuz Ata oyunu ile başladı.

Müşfik Kenter, 1959 yılında Devlet Tiyatrosu’ndan ayrıldı, İstanbul’a giderek kardeşi Yıldız Kenter ile beraber Muhsin Ertuğrul ile çalıştı. Küçük Sahne’de oyunlar sergilediler. Şükran Güngör ve Kamuran Yüce ile bu dönemde biraraya geldiler ve dörtlü olarak birlikte uzun yıllar tiyatro yaptılar.

1960-1961 yılları arasında Site Tiyatrosu`nu kurdular. 1962’de adını Kent Oyuncuları olarak değiştirdiler. İki kardeş ve Şükran Güngör, 1968’de İstanbul’da Kenter Tiyatrosunun binasının inşaatını tamamladılar.

Müşfik Kenter, İngiliz Kültür Heyeti ve Rockefeller`den burslar alarak Amerika ve İngiltere`de tiyatro araştırmaları yapmış ve incelemelerde bulunmuştur.

İngiltere, Amerika, Fransa, Almanya, Yugoslavya, Kıbrıs gibi bir çok ülkede oyunlar sergiledi.

Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı`ndan emekli olduktan sonra, Haliç Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü Başkanlığını ve Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliği görevlerinde bulundu.

Tiyatro oyunculuğunun yanı sıra sinema oyunculuğu da yaptı. 1966 Antalya Film Festivali’nde, Bozuk Düzen filmiyle “en iyi yardımcı erkek oyuncu” ödülünü kazandı. Yerli ve yabancı TV filmlerinde seslendirme yaptı. Mehlika Kenter ve Gülsüm Kamu ile evlenip ayrıldı. Kadriye Kenter’le evliydi.

14
Ağu
12

Pamukoğlu Paşa Ne Yapmaya Çalışıyor..?!!!

Paşa  ne  demiş ;  ‘’Hakkari  elden  gitti’’ demiş !
Hazret ne cevap vermiş;  ”Bu nasıl bir zihniyet? Üstelik ordunun içinden gelen bir kişi olarak bunu söyleyeceksin. Utanmadan, sıkılmadan başbakanı televizyona davet ediyor, kimsin sen gramın ne çapın ne? General olmuş. General olsan ne yazar. Mesele; çapın olacak bir yere yar olacaksın. Böyle bir durumun da yok. Bizim bu ülkede işimiz var”
Hazretin kurduğu bu cümlelerden ders alması gereken o kadar çok kimse var ki(!)..‘’Bu nasıl bir zihniyet’’ten başlayalım önce. Paşanın zihniyetini bilmeyenimiz yoktur; kendi adıma söyleyeyim, içerideki bazıları dâhil, oldum olası ‘general’ takımına ısınamadım ve bugün ülkenin bu duruma gelmesinde en büyük vebal de –emekli olduklarında Atatürkçülüğü hatırlayan- paşalara aittir!.. Pamukoğlu Paşa bunların dışında elbet..Şimdi gelelim Pamukoğlu Paşa’nın zihniyetine; hani hazret sormuştu ya, ‘’bu nasıl bir zihniyet’’ diye. Paşanın partisini beğenirsin-beğenmezsin, siyasetini seversin-sevmezsin; lâkin Pamukoğlu Paşa’nın temsil ettiği zihniyet; Amerikan uşağı olmayan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’dir, ki hazretin zihniyetinde böyle bir tanım olmadığı için de; ‘’bu nasıl bir zihniyet’’ diye sorması gayet doğaldır!

Yani hazretin sorusu kendi içinde bir mantık barındırmaktadır, eleştirilmesi zinhar abesle iştigaldir!

Gelelim; ‘’Utanmadan, sıkılmadan başbakanı televizyona davet ediyor, kimsin sen; gramın ne, çapın ne? ‘’ cümlesine…

Hazret  haklıdır !

Paşa burada oyun içinde oyun yapmıştır.

Herkes bilir ki Paşanın kendisine ait bir televizyonu yoktur!

O halde koskoca Başbakanı aldatmaya yönelik bir çağrıdır bu; hazret her zamanki kurnazlığıyla tuzağa düşmemiş; ‘’kimsin sen?’’ tarzında -çok düşünülmüş- bir soru-cevap karışımıyla Paşayı etkisiz hale getirmiştir. O kadarla da kalmamış;

‘’…kimsin sen, gramın ne, çapın ne?’’ şeklinde vurucu etkiyi daha da arttırarak ‘’yaşa-varol’’ nidâlarıyla inleyen salon karşısında hakikaten çok önemli bir şeyler söylediği zannıyla –burada hazretin suçu yoktur- ‘’General olmuş. General olsan ne yazar. Mesele çapın olacak bir yere yar olacaksın.’’ artık Allah ne verdiyse yürümüş gitmiş. İşte insan duygusal olunca böyle oluyor!

Hazret bu kadar duygusal(!) olmasa hiç şöyle bir ‘dua’ edebilir mi:

“Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.”

İşte burada bir tespit yapmanın zamanı geldi; hazret ve Paşa arasındaki manevi uçurum bellidir,mesela ben Paşanın şimdiye dek hiçbir Amerikan askeri için böyle insani(!) bir ‘dua’ ettiğini duymadım; bu da Paşanın ayıbı olsa gerek!.. Çok ayıp…

Bu daha bir şey değil; hazret tüm gerçekleri olabildiğince yalın ve tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermeye devam ediyor, e bu bir sanat elbette; yavuz hırsız misali!.. devamında ne diyor hazret; ‘’… General olmuş. General olsan ne yazar. Mesele çapın…’’ İşte asıl mevzu, bu ‘’çapın ne?’’ sorusunda yatmaktadır. Ben şimdiye kadar Pamukoğlu Paşanın çapı ile ilgili bir açıklama yaptığını duymadım! Siz duydunuz mu? Duyamazsınız; Paşa ısrarla çapını açıklamamaktadır!

Paşanın boyunu herkes biliyor, ancak çapı bilinmediğinden bir anlam ifade etmiyor! Ben de buradan sesleniyorum; ‘’Paşa, çapını açıkla! Artık yeter bu giz, bu bilinmezlikle ne yapmaya çalışıyorsun?’’

İşte hazret, bu gizeme son vermek için çırpınıyor, birileri de onu yanlış anlıyor…

Gerçekler bu denli acıtır mı? Evet acıtır; çünkü hazret gerçeklerin peşinde bir büyük Müslüman(!)dır ve Irak’ta, Afganistan’da ölen, öldürülen, tecavüz edilenler sahte Müslümanlardır(!) hazret tüm bunları bildiğinden acı da olsa gerçekleri bir tokat gibi yüzümüze vurmaya devam ediyor, edecek de! Hatta oralarda ölenlerin insan olmadığına dair rivayetler de yok değil hani… Hatta kimse ölmemiş, herkes ölmüş numarası yapıyor da olabilir, hazret her şeyin farkında…

Mesela…

Pamukoğlu Paşa! ne yapmıştır bugüne değin? hiç!.. Birkaç yıl kelle koltukta pkk’lılarla savaşmanın dışında ne yapmıştır Allah aşkına, bilen varsa söylesin! ( -1990-1992′de Edirne-Uzunköprü’de 42′nci Piyade Alay Komutanlığı, 1993-1995′de Hakkari’de Dağ ve Komando Tugayı ve Güvenlik Komutanlığı, 1998-2000′de Kıbrıs’ta 28′nci Mekanize Piyade Tümen Komutanlığı, 2000-2001′de İstanbul’da Piyade Okul Komutanlığı vazifelerini yapmıştır. Osman Pamukoğlu, 1. Dereceden Altın Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası, 2 kez Üstün Cesaret ve Feragat Nişanı ve 5 kez Üstün Birlik Yetiştirme Nişanı almıştır. Evli ve iki çocuk babasıdır.-)

Bir baba olarak çocuklarına transatlantik aldığını duymadım! Hanımının bir kez olsun Somali’ye gitmişliği yok!

Şimdi hazret burada haklı değil midir; ‘’gramın ne? çapın ne?’’ diye sormakta. Myanmar’a gitmeyeceksin, eşini ve çocuklarını yollamayacaksın; Somali’de de gören yok zaten, hadi hepsini geçtim; Barzani’yle bir sıra gecesi de mi yapamadın be Paşam!

Demek ki neymiş; haklı olan konuşuyor. ‘Konuşur hoca’; adam haklı; sen kelle koltukta savaşmışsın, o da ‘kelle’ demiş! demiş mi? demiş!.. Buraya kadar anladım da, geçen gece hazret, şehit ve gazi yakınlarına iftar yemeği verdi, orasını anlayamadım!.. Yani o yemeğe katılanların gerçekten yakın olup olmadıklarını anlayamadım; o da benim anlayışsızlığım olsa gerek! Zaten anladıklarım sayılıdır…

Ben de buradan Paşaya seslenmek istiyorum; ‘’ey Pamukoğlu Paşa; çapını ve gramını açıkla artık, daha nereye kadar saklayacaksın gerçekleri, kilo aldığın ortada, koyu renk takım elbise giyerek daha ne kadar saklayacaksın fazlalıklarını!’’

Bir insan çapını ve gramını niye saklı tutar? İşte hazretin parmak bastığı asıl gerçek burada yatmaktadır. Hazret bunu açık-açık dile getirmiyor belki; belki kızım sana söylüyorum gelinim sen anla, noktasından hareket ediyor ve tüm cabbarlığına rağmen Paşanın doktordan korktuğunu açıklamıyor! İşte gerçek budur! İnsanlık budur! Tefekkür budur!..

Hazret Paşanın kilo aldığının farkında ve onun doktor korkusunu bildiğinden ahalinin önünde uyarıyor; ancak öyle naif bir insan ki, salonda gülüşmeler olacağını hesaplayarak ‘ver coskuyu’ şeklinde bir hitabetle –sanatı bu- Paşayı uyarıyor!..

İşte hazretin farkı da burada ortaya çıkıyor; herkes onu ABD’ye hizmet ediyor sanırken o aslında ‘kutsal topraklara’ hizmet ediyor. Hz. Musa yaşasaydı gurur duyardı!

Hazret bunun bilinmesini de istemiyor, öyle mütevazı yani; Ergün Poyraz bu gerçeği açıklayınca, kıyamadı ve bundan sonra çalışmasın, geçim derdi olmasın diye Silivri’ye yerleştirdi ve yaklaşık beş yıldır da dişinden tırnağından arttırdıklarıyla bakıyor Poyrazına, asaleti soyundandır!..

Pamukoğlu Paşa da, ülkeyi kurtaracağım diye dolanıp duruyor; neymiş efendim, ‘’Hakkari elden gitmiş’’; yalanın küçüğü bu! Yalanın büyüğü ‘memleket elden gitti’ olacaktı! İşte hazret buraya dikkat çekmeye çalışıyor; ancak anlayan kim! Adam onca uğraşmış, didinmiş bir tek Hakkari olur mu?

Hazret, Pamukoğlu Paşa’nın yalanını böyle ortaya çıkardı!

Hazretin de hesap verdiği çok değerli büyükleri var; ‘şimdilik sadece Hakkari’ dese gülerler adama,memleket sözü var; Hakkari kesmez onları!

Pamukoğlu Paşa’nın kime ve neye hizmet ettiğini azıcık aklı olanlar bilir, hazretinkini ise bilmeye akıl gerekmez!

Şimdi ben buradan soruyorum; ‘’ey Pamukoğlu Paşa, Hakkari elden çıktı, diyerek memleketin işgal altında olduğu fikrini saklaman ayıp değil mi! İşte hazret açığını yakaladı, bakalım şimdi ne yapacaksın!’’

Ancak Pamukoğlu Paşanın asıl niyeti, yanlış bilgi vererek hazreti ABD’nin gözünde küçük düşürmektir; ama hazret bu tuzağa düşmemiş ve ani bir refleksle, hem sadece Hakkari’nin değil ülkenin komple yittiğini açıklamıştır; yaptığı konuşmanın deşifresi ancak bu şekilde okunabilir! Aklı olanlar için…

‘’Bizim bu ülkede işimiz var’’ diyor hazret konuşmasının sonunda. Yalan mı! Belki onların bu ülkede bir işleri yok; ancak ülke ile işleri olduğu açık, Hakkari kesmez onları!..

Paşa, ‘tam bağımsız Türkiye’ derken, hazret; tam tersini iddia ediyor, bu da birilerine dert oluyor, anlamadım gitti(!)

İşte  çap,  işte  çapanoğlu!..

Ve  bağırıyorum;  ”Paşa,  Hakkari  elden  çıktı,  diyerek;  hazretin  memleketi  elden  çıkardığı  gerçeğini  mi saklamaya  çalışıyorsun!  açıkla!..”

Cem  YAĞCIOĞLU

06
Ağu
12

MUTLU MUSUNUZ BUGÜN..?!!! — ( Vatan Satıcı Pezevenklere ithafen..!!! )

“Hesap”  Gününü   Beşiktaş   Yargısı,   Cenneti  ise  

Babalarının  Tapulu  Malı  Sanan   Orrrospu   Dölü  

pezevenkleredir  sözüm :

 

BUGÜN   HESABIM   VAR   SİZİNLE..!!! 


8 Şehidimiz var bugün. Yüreğim dayanmıyor artık. Nefes alamıyorum. Bu güne gelişimize sebep olanların, sebep olanları destekleyenlerin yakasından tutup hesap sormak istiyorum.

10 yıldır başımızda din diye diye boza pişirdiniz. Siz Müslüman’dınız, size göre bizler dinsiz. Sanki cennet babanızdan miras kalmıştı, cehenneme istediğinizi atın diye sizi memur kılmışlardı. Kendinizi Allah yerine koyduğunuz, kendi şirkinizi de bize din diye dayatmaya kalktınız.

90 Yıldır Atatürk’ü dinsiz, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kafir devlet ilan etmiştiniz. Zannedersiniz ki Allah elinize İMAN metre vermiş, ölçüp-biçip laboratuvar sonuçlarını okuyorsunuz.

 

Peygamberler bile böyle EMİNLİK içinde hareket etmediler ama sizler muhalif olan herkesi cehenneme atarken kendi cennetinizden çok emindiniz(!).

Dedim ya;

CENNETİ BABANIZDAN KALMA TAPULU MALINIZ sanmakla kalmadınız, çünkü küfrün sınırı yoktur. Sizlerin de cahil cesareti, küfrünüzü sınırsız kıldı.

Ahiret hesabını da “BEŞİKTAŞ YARGISI” sandığınız için; sehvenler, sahte günah yüklemeleri ile istemediklerinizi cehenneme atıp; kendi suç delillerinizi karartmanıza göz yuman YARGIÇLARINIZ olacak sanıyordunuz herhalde?..

Küresel elit, kan emici vampirler, TİRANLARIN, yani şeytanların ortakçısı olan sizler…

Evet, sizlere söylüyorum:

Irak’ta ramazan günü bombalanan, bedenleri parçalanan Müslümanların, mazlum bebelerin KANI BULAŞTI ELİNİZE.

Çünkü destek verdiğiniz hükümet o şeytanların ortağıdır. Ve Ramazan ayında Irak’a girmenizde bir sakınca yok demişlerdi. Tıpkı Libya’nın “Meclis Tiyatrocularının desteği ile” Ramazan ayında bombalandığı gibi… Şimdi de Suriye’ye Hatay’dan gönderilen seyyar katiller Müslüman katliamı yapıyor? Neden? Küresel şirketler daha çok kazansın diye. Sizler oruç tuttuğunuzu zannederken; Afganistan, Pakistan, Irak, Libya, Yemen, Suriye Müslümanlarının oluk oluk kanı akıtılıyor. Bu kanda eliniz var, günahınız var.

Irak’ta tecavüz edilen binlerce Müslüman kadının ahı sizleri çoktan mahkum etti.

Çünkü Masum Müslüman bir kadına tecavüz etmenin vebali Kabe’yi yıkmaktan çok daha büyüktür.

Sizler kaç Kabe’nin yıkılışına el verdiniz, yol verdiniz biliyor musunuz?

Ebu Gureyb zindanından; “Bedenlerimize her gün hayvanlar gibi saldırıyorlar, hepimiz karnımızda ABD piçlerini taşıyoruz. Öldürün bizi.” Diye yalvaran Nur’un çığlığı sizleri mezarda bile takip edecektir.  Ve söylediği şu sözler bir hançer gibi saplanacak dumura uğramış vicdanlarınıza:

Siz ey bizim dinî liderlerimiz olarak ortalarda tozup gezenler! Amerikalıların bize reva gördüğü bu cinsel ve hayvanî eziyetler karşısında hâlâ nasıl oluyor da açık alınla ortalarda görünebiliyorsunuz?! (Cenneti babasının tapulu malı sananlar da bu Liderleri destekliyor Nur Bacım. Onlar utanma duygusunu kaybetti. Çünkü vicdanları yok.)
Peygamber Efendimiz’in ‘en değerli hazineniz’ buyurduğu haysiyet ve şerefinizi çiğnetmekten pek sıkılmış gibi görünmüyorsunuz. (Nasıl sıkılsınlar? İncirlik’ten kalkan uçaklarla bombalattılar size. Yetmedi, size tecavüz edenler sağ-salim evlerine dönsünler diye dua bile ettiler. Hatta adında Gül olanı; ‘ABD kadar hiçbir ülke bu dünya için evlatlarını feda etmedi’ bile dedi.)
Bizi ve kendinizi birkaç dolar kırıntısı karşılığında pazarlardaki köleler gibi Amerikalılara ve Siyonistlere mi sattınız? Haysiyet ve şerefinizi ne çabuk kaybettiniz?.. (O dediklerin nedir bacım? Gemi, mücevher falan alır mı? Bazıları o dediklerinizi kaybettik, hükümsüzdür ilanı vereli çok oldu.)”

 

Daha o kadar da fuhuşa sürüklenen Iraklı kadınlar var. Evladımın karnını doyurabilmek için çocuğumun yüzünü duvara çevirip kendimi satıyorum diyen Iraklı kadın… Müslüman diye yere göğe sığdıramayıp, desteklediğiniz, Gül ve Erdoğan ikilisinin otele ayağına gittiği Suudi Kralı… O Kralın vatandaşları Iraklı Müslüman kadınlara yardım etmek yerine fuhuşa sürüklenmelerinden faydalanmak için uçaklarla Suriye’ye gittiler…

Yıllardır dinsiz diye küfrettiğiniz, istediğinizi atma yetkisine sahipmiş gibi EDEPSİZCE cehenneme attığınız Atatürk bu kepazeliklerin hangisini yaptı? Söyleyin, hangi Müslüman ülkeye düşman oldu, hangi Haçlının kucağına yattı?

 

Amerikan iti, Türk düşmanı Suudi Kralını bile başınıza taç ettiniz de, Atatürk ve kurduğu ülkeye olan kininiz yıllardır bitmedi.

 

90 Yıldır karanlık inlerinizde “Cumhuriyet ahlaksızlık getirdi” diye anlattınız. Suudi Arabistan’da ve diğer Şeriatla yönetildiğini sandığınız Arap ülkelerinde yayılan Oğlancılığı hangi yönetim getirdi bre nankörler? İngiliz lokantalarında, orta yerde,  ceplerine doldurdukları petrol paraları ile masa altlarından yaptıkları Oral seksi hangi yönetim öğretti onlara söyler misiniz?

Afganistan’da 8-9 Yaşında ki erkek çocuklarına zenne kıyafeti giydirerek kullananlar kim, söyler misiniz?

Kadınları burkaya sokunca Müslüman oldular değil mi? Allah(c.c.) sizlerin Müslümanlığınızdan bütün Müslümanları korusun!..

Kurtuluş savaşını, Atatürk ve silah arkadaşlarını değersiz kılmak için hep şöyle dediniz:

“Savaşı aslında Allah’ın yolladığı yeşil sarıklıların yardımıyla kazandık.”

Bu iddianızda bile açığa düşecek kadar cahil, Allah’a iftira edecek kadar şirk ehlisiniz. Neden mi, bakın anlatıvereyim o karanlık beyinlerinize de, belki biraz ufkunuz açılır:

 

Allah(c.c.), sizin kafir ilan ettiğiniz Atatürk’ün kumanda ettiği bir savaşın kazanılması için niye yardım etti?

Sizin inandığınız Allah KAFİR SEVİCİ bir Allah’mı?

Şimdi diyeceksiniz ki;

O zaman Atatürk’ün nasıl bir devlet kuracağı belli değildi.

Tabii, ben de hemen soracağım;

Sizin inandığınız Allah(c.c.) yarattığı kulunu ve yarattığı zamanı bilmekten aciz mi?

“Aslında Allah Atatürk’ün yanında yer aldı” diye kendiniz bile bilmeden itiraf ediyorsunuz.

 

Sizlere sakladığınız başka gerçekleri anlatayım mı?

 

Osmanlı’nın son 100 yılı. Anadolu halkı fakir, aç, çaresiz. Yemen’den Kafkasya’ya savaşlara sürülen erkek nüfus kırılmış.

 

Devlet Anadolu’da otoriteyi kaybetmiş. Askerden kaçanlar ve devlete isyan edenler “eşkıya” olarak dağlara çıkmış. Kimi çaresiz köylülerin güzel karılarını-kızlarını kaçırmış. Köyleri, beldeleri haraca kesmiş. Kaçırılan kadınlar hem kullanılmış, hem çengi olarak oynatılmış.

Benim memleketimde anlatırlardı. Delikli bir kuruş için bir köylünün gözü çıkarılmış.

İlk eşi şehit olan nenem şöyle derdi:

“Yavrum, açıklık falan diyorlar ama, şimdiki zaman çok daha iyi. Eskiden ak çemberli(beyaz büyük baş örtüsü) bir kadın şuradan (yolu gösterirdi) yürüse, adamlar hemen önüne iniverirdi.

 

İşte, devam ettirilmediği için kan kustuğunuz Padişahlığınız…

Anadolu’da okuma-yazma oranı %3’ tü. Bunların da bir kısmı okuyor ama yazamıyordu.

Hani, insanlar bir gecede cahil bırakıldı diye yıllarca kara propaganda yaptınız ya… Açıkçası YALAN söylediniz ya..

Hiç düşünmez misiniz; ahlakı olmayanın vicdanı olur mu? Vicdanı olmayanın dini olur mu?

Siz bize din satacağınıza; gidin de tövbenizi yapın. Bu gidişle altınıza bir tuğla koysanız, o tuğla eriyene kadar yıkansanız, gene de aklanamayacaksınız.

Adınıza AK koymakla adam ak olmuyor.

 

Şu Ramazan ayında Suriye’de kan döktürenler, Nihat Genç’in güzel benzetmesi ile “kanla abdest alanlar”, bir başka deyişle çağımızın Firavunları, Türk Milleti’ni Müslüman katline ortak ettiniz ya… Elbet bu hesap sorulur!!.

 

Gönlünü  yıkayıp  arıtmamışsan,  habire  abdest  alıp  durmaktan  fayda  bekleme ! ”
(Hz. Mevlana)

 

Biz  de  diyoruz  ki:

 Girme   şu   alçakların  hizmetine;

Konma  sinek   gibi   pislik   üstüne.

İki   günde   bir   somun   ye,   ne   olur !

Yüreğinin   kanını   iç   de,   boyun   eğme..!!!

Ömer  HAYYAM

 

GELELİM  GÜNÜMÜZE

8 Eve daha ateş düştü.   Gençliklerinin baharında 8 evladımızı şehit verdik.

Türk-Müslüman kanına doymayanlar, cinayetlerine devam ediyor.

Bu günlere nasıl geldik biz?

Bu  soruya  en iyi cevabı  “Kürtlerin  Erdoğan’a  heykeller  dikmeleri  lazım.. “  başlıklı

yazısıyla Irak Türkmenlerinden Türkmenşanı Medya ve Araştırma Merkezi Genel Müdürü

Ümit Köprülü vermiş. Yazısına;

“ O Türkiyeli olmasına rağmen bebek katili Abdullah Öcalan ve çapulcular Mesut Barzani ve Celal Talabani’den daha Kürtçü ve daha çok Kürt geleceğini düşünen bir lideridir.”

Diye başlıyor ve;

“Değişimden, açılımdan ve bahardan çok söz edildi ve hale edilmektedir, ancak hepsi Türkiye ve Türk dünyası düşmanlarının lehine olmuştur.”

Diye yorumluyor.

http://www.turkmensani.net/tr-tr/index.php?option=com_content&view=article&id=599:-kuertlerin-erdoana-heykeller-dikmeleri-lazm&catid=46:tuerkye&Itemid=125

Çok doğru.

Sizlere  Ottawa  Sözleşmesini  hatırlatayım :

Anti-Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşmedir.

Türkiye Sözleşme’ye 2003 yılında taraf oldu. Sözleşme Türkiye açısından 1 Mart 2004’de yürürlüğe girdi.

Sözleşmeye imza konduktan sonra Ordunun elindeki kara mayınları toplandı, imha edildi. Kırıkkale silah fabrikasındaki mayın imal bölümü kapatıldı.

Başında böyle bir terör belası varken; hangi aklı başında iktidar iyi niyetle böyle bir anlaşmaya imza atar?

2004 Yılından bu yana PKK mayın döşüyor. Mehmetçiğimiz şehit oluyor. Ordu Irak sınırı ve geçiş alanlarına mayın döşeyemediği, PKK’ya saldırmadıkça operasyon yapamadığı, hatta saldırıya uğradığı zaman bile izinsiz karşılık veremediği için sürekli kan kaybediyor.

Irak sınırı mayınsız, tehlikesiz, adeta PKK’ya “buyur” diyen bir konuma getirildi.

Biz bu hale nasıl düştük?

Biz aslında Gazi Albay Abdülkerim Kırcı silahını şakağına dayayıp intihar ettiği gün vurulduk.

Abdülkerim Kırcı tekerlekli sandalyeye mahkum Gazi bir Albayımız idi.

“Hesap Gününü Beşiktaş Yargısı, Cenneti Babalarının Tapulu Malı  Sanan”  güruhun basın kanadı, Rahmetli Kırcı’yı darbeci diye günlerce linç etti.

Bu ülke uğruna, o linç ekibinin de üzerinde yaşadığı bu topraklar üzerinde rahat yaşayalım diye iki dizinden aşağısını kaybetmiş, “kahramanlık madalyası olan” gazimiz; o aşağılık, onursuz saldırıya dayanamadı. Çünkü bu saldırı hükümet kanadınca da destek görüyordu.

“Teröristler bizden kıymetli oldu” dedi. Abdestini aldı. Şakağına tabancasını dayayıp ateşledi. Aslında o silah bu milletin şakağında patladı.

Kurşunu o gün şakağından yiyenlerden biri de Ordudur. Anlamadılar!.. Türk Milleti yedi, anlamadı. Sanki vicdanlar kör, insanlık sağırdı.

O kurşun o günden beri yüreğimde ince ince kanıyor.

Milli kahramanına sahip olamayan bizler, o günden beri Albay Abdülkerim Kırcı’nın tabancasından çıkan o “merminin tutuklusuyuz.” aslında!

Bu sözümü UNUTMAYIN!!.

 

Cenneti babasının tapulu malı sanan, Müslüman kanıyla abdest alanlar ise KATİLİDİR!!.

O günü asla unutmuyorum. Başbakanın kadrolu gazetecisi(!) Mustafa KARA-ALİOĞLU bu intihar için aynen şu yorumu yaptı:

“Tutuklanacağını anladığı için intihar etmiştir.”

Vicdanı olmayanın dini olur mu?

Bu adamlar yıllarca zenci geçindi. Mazlumu oynadı. 28 Şubat süreci üzerinden ağlaya ağlaya bir hal oldular. Biz de hallerine bakınca “güç ellerine geçerse adil olurlar” sandık. Oysa şimdi onlar Obama, Rice kadar, hatta daha fazla beyaz ve zalimler.                                                        

 Biz o cinayetleri ve vicdanı olmayanların saldırılarını seyrederek bu günlere geldik.

 

HİLMİ   ÖZKÖK   “MESELE”Sİ

Hilmi Özkök nihayet teşrif etti. Darbe iddiaları için tanık olarak dinlendi.

AKP iktidara geldiğinde; kendisi dahil, komutanlar rahatsız olmuş(!)..

E, olmuşta ne olmuş?

Kasaptaki ete soğan doğramamış(!)..

Değerli okur, bugün sizlere bambaşka bir yorum getireceğim. Belki bazılarının ezberi bozulur.

Osmanlı döneminde “Millet-i Sadıka”, sadık millet denilen Ermeniler isyan ettirildi. Erkeksiz ve silahsız Müslümanları kesmeye başlayan Ermenilerin ihaneti sonunda kendilerine döndü. Yerlerinden, yurtlarından oldular. Şimdi sözde soykırım safsatası ile taciz ediliyoruz.

Günümüzde ise bir kısım Kürtler, gizli Ermeniler ile birliktelik kurarak Türk Devleti’ne karşı kanlı eylemlerini sürdürüyor.

Her iki kalkışma da ülkemiz üzerinde emelleri olan devletler tarafından kurgulanıyor. Türkler basiretsiz yöneticiler nedeniyle bu kurguların sadece karşı OYUNCUSU olabiliyor.

Siz oyun kuran, en azından oyunbozan stratejiler geliştiremiyorsanız, oyun kuranların sizi katil, katilleri mazlum göstermesi kaçınılmazdır.

Özkök’ün tanıklığından anladığımız şudur:

Türk Devletini geliştirmek, büyütmek, tehlikelerden korumak, yaşatmakla görevli kurumlar, oyun kurmaktan acizdir. Kurulan oyunların karşı oyuncusu olmaktan başka bir kabiliyetleri yoktur.

AKP iktidar olunca “rahatsız” olmuşlar(!)..

Sonra?

Sonra Amerika Irak’a saldırdı ve Türkiye’den cephe ülkesi olması istendi. 1 Mart Teskere pazarlıkları ve dayatması yapıldı.

O günleri hatırlıyorum. AKP acemi ve kıvranıyor. Ordu’dan çekiniyor. Ordu ne yaptı? AKP Hükümetinin kıvranmasını zevkle seyretti. Ve 1 Mart teskeresi milli hücrelerini henüz Soroslara tam anlamı ile teslim etmemiş meclis tarafından reddedildi.

İşte Ordu iradeyi o gün AKP’ye teslim etti.

AKP Hükümeti Ordu ve iç dinamiklerden korkarak kendini dış güçlere teslim etti.

Bakınız; bir büyük dalga geliyorsa, o dalgaya karşı durmak ölüm demektir. Oysa o dalga yönünde bir proje geliştirirseniz, dalganın enerjisini siz kullanabilirsiniz.

Ordu 28 Şubat sürecinde iktidar olanlara karşı yanlış bir yol izleyerek AKP siyasetinin büyük bir dalga ile gelmesine yol açtı. Oysa halka rağmen yapılacak hiçbir proje başarı getirmez. Tam tersine zıddını güçlendirir. Öyle de oldu. Halk 28 Şubat Post Modern Darbesinin kendisine karşı yapıldığını düşündü. 28 Şubat sürecinden sonra gelen iktidar döneminde yapılan büyük banka ve diğer soygunlar ise, bu müdahaleyi toplum vicdanında mahkum etti.

Biz yazarlar, gazeteciler, aydınlar eleştiririz. Geldikleri kök ve söylemleri nedeniyle ötekileştirebiliriz. Çünkü biz olanı yorumlarız. Okuyan karar verir.

Bu ülkeyi korumakla görevli kurumlar bizlerin yaptığı, söylediği eleştirilerden daha fazla bir şey yapamıyor ise “ki öyle olduğu görülüyor”, bu ülkeyi elimizde tutamayız.

Ülkeyi korumakla görevli kurumlar; yaşadıkları ülkenin toplum yapısını, zayıf noktalarını tespit ederek neden ve sonuç ilişkisine göre bir proje geliştirmek zorundadır. Hem de A ve B planı olacak şekilde.

(ABD+İngiliz+İsrail) ve diğer istihbarat örgütleri ülkemizin bütün zaaflarını, zayıf noktalarını tespit edebiliyor, elindeki verilere göre ülkemiz insanı üzerinde çalışabiliyor da, siz kendi ülkeniz insanının zayıf noktalarını değerlendirmek yerine Genelkurmay’da oturup “bazen toplanır, düşündüklerinizi söylersiniz” öyle mi?

Biz de söylüyoruz düşündüklerimizi. Düşündüklerimizi söylemek için Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları olmamız gerekmiyor.

İşte bu öngörüsüzlükleriniz toplattı bu orduyu.

AKP bu ülkenin içindeki halk tarafından büyük bir dalga ile geldi. Kurumlar bu dalgaya karşı durup ülkeyi bu günkü noktaya sürükleyeceklerine, “dalgakıran” vazifesi görecek karşı projeler üretmeli; zıtlaşmadan, dışarıda hazır bekleyen küresel şirketlerin kucağına itelemeden kendiniz yönetmeliydiniz.

İnatlaşmanın bize getirisi ne oldu?

Baba baskısından kaçan kızlar gibi iç dinamiklerden korkarak yabancı devletlerin şefkatli(!) kollarına sığınan bir siyaset.

Yapılarının buna çok müsait olduğunu, zaten mandacı bir kültürden geldiklerini göremediniz mi?

Sonuç:

“İç ve dış baskı kıskacında, hırs ve öfkesi, korkuları arasında kalarak Deli İbrahim tadında bir sultan…”

Bir de;

Baskı  korkusuyla baba evinden kaçarak Rothschild Hanedanlığı kucağına düşenlerin, Ortadoğu’nun ortasına bıraktığı bir PİÇ silueti!!.

Yahudi-Kürt devleti..

Yani; Büyük İsrail…

Ülkemiz yararına hiçbir strateji geliştiremeyenlerin, Ortadoğu cehenneminden çıkabilecek projesi de yoktur!!.

Tarih sizi günlük kaygılarınızla, havanda su döven yorumlarınızla yazmayacak. Tarih sizin kumanda ettiğiniz gemiyi Limana sağ salim getirip getiremediğinizle ilgili yargılayacak.

 

Bu millet kendi oyununu kendi yazmadıkça, yazılan oyunlarda figüran olmaktan kurtulmadıkça, küresel şirketlerin kullanımında olan NATO’dan çıkmadıkça, vatan evlatları şehit olmaya devam edecektir.

 

DİN konusunda komplekslerden kurtulup, ARAP-EMEVİ geleneksel din algısını yıkıp, KURAN dinini öğretmedikçe; Fetullahlar, AKP siyaseti, Şeyh Sait ihaneti yaşanmaya devam edecektir.

Cehalet din sanıldığı sürece;

 Erdoğan+Fetullah+Gül: VATAN

Diyebilen gafiller, “cenneti babasından kalan miras, Allah’ın adaletini Beşiktaş Yargısı sanan zalim ve şirk ehli” daima olacaktır.

Bütün yazdıklarımdan ve yazıyı uzatmamak adına yazamadıklarımdan vardığımız sonuç:

Bu meclisin ülkemiz yararına 1919 yılındaki Meclis-i Mebusan’dan farklı bir işlevi kalmamıştır. Ülkemizi düşünenler önce bu durumu idrak etmelidir.

 

Diğer bütün kurumlar da 1919 şartlarındaki durumlarına evrilmiştir.

Sadece MİT daha kötü durumdadır. O yıllarda kurulan istihbarat örgütleri milli idi. Oysa Oslo görüşmeleri MİT’in düştüğü durumu açıkça gösteriyor.

Bu günden sonra, vatanını seven her birey “Ben bir Mustafa Kemal’im” diye düşünecek, kimseden önderlik beklemeden bulunduğu beldede vatanını savunacak şartları oluşturmak için elinden geleni yapacaktır.

Türk   Milleti’nin   vatanını,   onurunu,   dinini,   namusunu   savunma   hakkı  

doğmuştur..!!!

Ve   bu   hak   MEŞRU   bir   haktır..!!!

BU   KADAR   BASİT…

Ve   biz   KESİNLİKLE  başaracağız..!!!

Okumaya devam edin ‘MUTLU MUSUNUZ BUGÜN..?!!! — ( Vatan Satıcı Pezevenklere ithafen..!!! )’

06
Ağu
12

Nâzım Hikmet ve 7 yaşındaki kız çocuğu

Nâzım  Hikmet  ve  7  yaşındaki  kız  çocuğu

Tarihin ilk atom bombası Japonya’nın Hiroşima kentine atıldığında tarihler 6 Ağustos 1945’i gösteriyordu.

Hemen ardından üç gün sonra ikinci atom bombası bu defa Nagazaki kentine atıldı.

Nükleer bombanın etkisi inanılmazdı.

Aynı anda binlerce, onbinlerce insan ölüyordu birkaç saniye içinde.

Üstelik radyasyonun etkisi ile ölümler devamlı oluyor, yeni doğan nesiller de ölüyordu.

Atom bombası, sadece öldürdüklerini öldürmüş olmuyordu, o doğacakları da öldürecek müthiş bir silahtı.

Ölümler korkunçtu; insanlar yanarak, kavrularak ölüyordu.

Ölümün bu korkunçluğu, kalıcılığı insanları dehşete düşürdü ama bir müddet sonra insanların yanan derilerinin altından yanan yürekler ortaya çıktı.

İnsanlık bu zulme, bu katliama, yürekten karşı çıktı.

Atom bombasının hiçbir haklı gerekçesi olamazdı.

Japonlar yaralarını sardı diye bilinir ama gerçekte atomun yarattığı yangın onların yüreklerinden hiç silinmedi.

Bizler Türkiye’de atom dehşetini Nâzım’ın şiirleri ile yürekten hissettik.

Nâzım, Türk insanının vicdanı olarak atoma isyan etti.

Ve belki de atomun dehşetini dünyada onun kadar iyi şiirleştiren olmadı.

O  şiirlerden  biri,  “Kız  Çocuğu”  adını  taşıyordu :

Kapıları   çalan   benim

kapıları   birer   birer.

Gözünüze   görünemem

göze   görünmez   ölüler.

Hiroşima’da   öleli

oluyor   bir   on   yıl   kadar.

Yedi   yaşında   bir   kızım,

büyümez   ölü   çocuklar.

Saçlarım   tutuştu   önce,

gözlerim   yandı   kavruldu.

Bir   avuç   kül   oluverdim,

külüm   havaya   savruldu.


Benim   sizden   kendim   için

hiçbir   şey   istediğim   yok.

Şeker   bile   yiyemez   ki

kâat   gibi   yanan   çocuk.

Çalıyorum  kapınızı,

teyze,   amca,   bir   imza   ver.

Çocuklar   öldürülmesin

şeker   de   yiyebilsinler.

Nâzım’ın bu şiiri yazdığında Hiroşima’nın üzerinden on bir yıl geçmişti.

Nâzım 7 yaşında bir kız çocuğunun ağzından atoma karşı mücadeleye çağırıyordu insanlığı.

Peki kimdi bu 7 yaşındaki kız çocuğu?

O elbette herhangi bir simgeydi ama her simge gibi gerçekti.

Japon kadın ressam Toshi Maruki, eşi İri’nin ailesini bulmak için atomun atılışından hemen sonra Hiroşima’ya geldi.

Hiroşima dehşetini orada gördü ve ondan sonra hayatını bu acıyı insanlara anlatmaya adadı.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında savaş karşıtı hareketin aktif militanlarından biriydi.

Hiroşima da bu savaşa neden karşı çıkılması gerektiğinin gecikmiş bir kanıtıydı.

1945’ten sonra Hiroşima’yı anlatan resimler yapmaya başladı ve bunları sergiledi.

Japon Komünist Partisi’ne katıldı.

Resimleri tüm dünyada sergilenmeye başlandı.

Yanan, kavrulan insanların resimlerini çizmek zordu ama çizdi.

Çünkü insanlar bunları görmeliydi.

İnsanlık atomun ne olduğunu bilmeliydi.

Toshi Maruki hem yürekli bir kadındı hem de akıllı.

Amerikalılar Hiroşima’ya attıkları atom bombasına bir isim vermişlerdi: Little Boy.

Bu küçük erkek çocuk demekti.

Toshi resimlerinde insanlığı uyandıracak büyük bir incelikle ve ironiyle cevap verdi bu isme.

Hiroşima No Pika‘nın kahramanı 7 yaşında küçük bir kız çocuğuydu: Miy-chan.

Yani Amerika’nın Little Boy‘u, aslında kendi kız kardeşini öldürmüştü!

Ve Toshi resimleriyle bu savaşın anlamsızlığını, bu kardeş katliamını anlayan yüreklere duyurmaya çalışıyordu.

Bu çabasında büyük başarı da kazandı.

Resimleri ve kitapları ülkelerin sınırlarını aştı, insanlığa maloldu.

İnsanlar ondan insanlığı öğrendi.

Bu resimlerden öğrenen ve bu resimleri şiirleştiren insan ise Nâzım Hikmet’ti.

Nâzım, Toshi’nin 7 yaşındaki kız çocuğu Miy-chan’ı sadece resimlerde gördü.

Ve o her zamanki duyarlığı ile şiirleştirdi.

Nâzım bir his adamıydı.

En güzel şiirlerinden biri olan partizan kızı Tanya’yı yazdığında, o kızı hiç görmemişti. Sadece cezaevinde bir gazetede resmini görmüştü.

Miy-chan’ı da sadece resimde gördü ve onu şiiriyle ölümsüzleştirdi.

Toshi Maruki ile aynı imgeyi kullandı, Amerikan bombası Küçük Oğlan Çocuğu’na karşı, ezilen, yanan, ölen insanlığın Küçük Kız Çocuğu’nu konuşturdu.

Bu, asla büyümeyen, hep 7 yaşındaki kız çocuğu Miy-chan’dı.

7 yaşındaki Miy-chan atom bombası ne demektir bilmiyordu.

Onu sadece ismiyle tanıdı ve ona PİKA dedi.

“Hiroşima No Pika”, Toshi’nin, Nâzım’ın ve Miy-chan’ın ortak seslenişidir…

Resimler bizi irkiltse de bu hayatın gerçeğidir.

Gözünüzü kapayabilirsiniz.

Görmezden gelebilirsiniz.

Ama ne kadar kaçsanız da bir gün kapınız çalınır.

Kapınızı  çalan  Miy-Chan’dır…


Hiroşima’nın   çocuklarından   Nâzım  Hikmet’e   bin   turna


Nâzım Hikmet’in atom bombasına karşı gösterdiği dayanışma için yazdığı şiirleri Japonlar tarafından da iyi bilinmektedir. O kadar ki kız çocuğu şiirinden esinlenilerek bir heykel bile dikilmiştir.

Nâzım Hikmet 3 Haziran 1963 yılında yaşamını yitirir. Bu ölüm Japonya’da da büyük bir hüzünle karşılanır.

Japon çocukları ölümden sonra toplanırlar ve atom bombası kurbanları için hazırladıkları turna kuşlarından yapmaya başlarlar. Bunlar kağıttan turna kuşlarıdır. Rengarenktir. Tam bin turna kuşu yaparlar ve 23 Haziran 1963 tarihinde Nâzım’ın evine bu bin turna kuşu ile birlikte mektuplarını gönderirler:

“Nâzım Hikmet

Artık sürekli bir rüyaya girdiniz ve artık bir daha kalemi elinize alamayacaksınız. Ve insanlara başka çağrılar gönderemeyeceksiniz. Daldığınız bu sonsuz rüya içindeyken de, biz Hiroşimalı genç kızların sizin şiirlerinizden ne büyük bir coşku duyduğumuzu öğrenmek isteyeceğinizi sanıyoruz.

Barış Parkı’nda “Ölen Kadının Çocuğu” heykeli dikiliyor. Bu heykelin adı “Patlayan Atom Bombası Çocukları.” İşte bu heykelin yapılması, hazırlanması sırasında patlayan atom bombasının, yani Hiroşima’nın çocukları sizin şiirlerinizden esinlendiler.

Atom bombasından hiçbir zarar görmediğiniz halde insanların yüreklerini parçalayan o şiirleri nasıl yazabildiniz!

Evet, sizin yüreğinizde de, bizim yüreklerimizi parçalayan aynı duygular vardı. Çünkü siz de bizim gibi, atom ve hidrojen silahlarına karşı duyduğumuz kini duyuyordunuz. O kin ki, Hiroşima ve Nagazaki insanlarını hâlâ uyutmuyor. Ve çünkü siz barış istiyordunuz.

Bugün, o patlamanın onsekizinci yılında radyoaktivite etkisiyle, suçsuz insanların ölümü hâlâ sürüyor, “Ölmek istemiyoruz!” diye haykıran insanlar hâlâ ölüyorlar. Bunlar bir daha olmasın diye biz barış savaşını sürdürüyoruz.

Sesimiz çıktıkça bağıracağız. Nâzım Hikmet’in düşünceleri ve çabaları boşa gitmesin diye, çağrımızı ve eylemimizi sürdüreceğiz. Hiroşima’nın, Nagazaki’nin, Yansu’nun kurbanlarının acıları unutulmasın diye çağırıyoruz, bağırıyoruz ve her türlü eylem ve davranışta bulunuyoruz.

Hiroşimalı çocuklar size saygıyla, sevgiyle ve teşekkürle bin turna gönderiyorlar.

Bu bin turna, sizin büyük coşkuyla istediğiniz barışın simgesidir.

Nâzım Hikmet, bu armağanımızı lütfen kabul edin.

Bu armağanı size, akrabalarınıza ve arkadaşlarınıza yolluyoruz.”

Japon ressam Toshi Maruki ve kitabı Hiroshima No Pika

06
Ağu
12

Bugün 6 Ağustos — Hiroşima Hâlâ Yanıyor..!!!

http://turksolu.org/




İstatistikler

  • 2.406.122 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ağustos 2012
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

En fazla oylananlar