“…kalbî şükranlarımı sunuyorum.”
Türkiye, 21 Temuz 2003 tarihinde adaylığını koyduğu B.M. Güvenlik Konseyi’ne, geçici üye olarak seçildi. 2009-2010 döneminde görev yapacak. BM üyesi olan Türkiye, 47 yıldır konseyde temsil edilmiyordu.
1951-1952, 1954-1955 arasında bir tam, 1961’de Polonya ile de yarı yıllık bir üyelik paylaşan Türkiye, bu sefer de Batı Avrupa Grubu’nda 151 oy alarak, üçte iki çoğunlukla geçici üyeliğe seçilmiş oldu. Bu tabiki alınan oy oranı açısından büyük bir başarı. Üstelik yönlendirici basına göre hükümetin, dışişlerinin, neredeyse son beş yılda göstermiş olduğu, dünya çapında müthiş ve kalıcı bir başarı sanki bu. Üstelik, geçici üyeliğe onay veren ülkelerin yanı sıra, memleketin diğer partileri tarafından gelen sevinç yüklü tebrik mesajları da bu başarıyı katmerliyor. Ama kazın ayağına bakarsak durum tam bir felaket.
Abdullah Gül bu olağanüstü başarıdan dolayı bir basın açıklaması yaptı. Söyledikleri inanılır gibi değil. Aklı başında insanı komaya sokacak cinsten. Bir Cumhurbaşkanı’nın ve hükümetin bu denli gaflet ve dalalet içinde olması insanı dehşete düşürmeyecek gibi değil.
“Büyük memnuniyet duyduğunu” belirterek şöyle diyor: “Türkiye’ yi destekleyen BM üyesi dost ve kardeş ülkelere kalbi şükranlarımı sunuyorum. BMGK üyeliğini sağlayan Hükümetimize, Dışişleri Bakanlığımızın tüm mensuplarına, diğer ilgili kurum ve kuruluşlarımızın yetkililerine, adaylık sürecimize destek veren sivil toplum örgütlerimize ve vatandaşlarımıza takdir ve teşekkürlerimi ifade ediyorum.”
Türkiye’nin jeopolitik konumu, tarihi geçmişi ve geleceği ile kurtuluş ve kuruluş neden ve koşullarına bakıldığında, uluslararası toplumun, devletimize ve Türk Milleti’ne resmen düşman olduğunu, yeniden bölmek ve yıkmak için dişlerini tırnaklarına takmış bir şekilde seksen yıldır uğraştıklarını ve şu anda amaçlarına ulaşmalarına kılpayı kaldığını, taşın, toprağın dili olsa söyler. Hiç bir güç, vatansever bir insana düşmanları için dost ve kardeş dedirtemez!
Üstelik “kalbî şükranlarını sunmak” falan ancak Araplara has sözlerdir. Hangi ülkenin vatandaşı olduğunu şaşıran bir cumhurbaşkanıyla mı karşı karşıyayız diye düşünmemek elde değil.
“Bu vesile ile Türkiye, hiç temas kurmadığı ülkelerle temas kurdu. Hiç ilişkiye geçmediği ülkelerle ilişkiye geçti. Bunun ekonomide, ticarette, ihracatta, diğer yatırımlarda her yerde katkısı olacaktır.”
Amerika’nın BOP’ne göre Afrika’ya açılan kapısı ve geçiş yolu olarak görevimizi iyi yapıyoruz, daha iyi yapacağız, hatta diğer emperyalistler yetmiyoruş gibi, bir de Afrika’ya elimizi verip kolumuzu kaptıracağız demek oluyor bu. Çünkü açlıkla, sefaletle sürünen Afrika ülkelerinin yanında, ekonomisi bizimkini katlayanlardan ve ahtapot misali kapitalizmin, Afrika’ya uzanan kolu olduğumuzdan bahsediyor Gül.
Dünyayı yönetmek mi?
“Dünyayı yöneten icra kurulunun içine girmiş oluyorsunuz. Türkiye’ye burada tabi ki büyük sorumluluklar düşüyor. Bu büyük sorumluluk nedir? Dünya barışına hizmet etmektir. Dünyanın önemli problemleri sözkonusu olduğunda burada yapıcı olarak katkı sağlamaktır. Ayrıca Türkiye’ye kendisini ilgilendiren konularda da şüphesiz ki tezlerini, meselelerini en iyi şekilde, en etkili yerde anlatma fırsatını verecektir.”
Bu kadar mı saptırılır yapılan ihanet? İnsanın yüreği dayanmıyor artık susmaya. Toprağımız, merkez bankamız, sermayemiz, yargımız, ordumuz, insanımız ABD ve AB’nin emrine girmişken, tüm kararlarımız ABD ve AB’den icazet alınarak veriliyorken, hangi dünya yönetiminden bahsediyoruz? Dünya icra kurulu; Dünya Bankası, IMF, WHO v.b. değil mi? Yüzde yüz onlar tarafından icralık değil miyiz? Küresel krizden çıkış yolu diye düşünerek, yeni borç alımı için anlaşmalar yapmıyor musunuz IMF ile? Üstelik akıllanan ülkeler bunları reddederek, devletçilik ilkesini hayata geçirerek, kendi kaynaklarını yaratma, kullanma ve kamulaştırma yoluna gidecek, sen kuyruklu yıldızın kuyruğundaki bir toz zerresi olarak, başı çekmekten bahsedeceksin. İşte AKP hükümeti, işte içinden çıkardığı cumhurbaşkanı ve dünya icra kuruluşuna girişe bakış açıları.
Sen tut vatanına, vatandaşına, sınırlarına karşı sorumluluğunu bir kenara koy, dünya icra ve iflas kuruluna gövdeni kaptırıp, bir de “dünyayı yöneten icra kurulunun” içine girmiş olmakla övünme sorumsuzluğunu göster. Böyle laf kalabalıkları ile devrimcilerin kafaları asla karışmaz.
Aynada kendini göremeyenin dik alâları!
“Dünyanın bir çok problemleri vardır, savaşlar vardır, terörle mücadele vardır, açlıkla mücadele vardır. Burası sadece siyasi işlerle ilgilenmez. Geri kalmışlık vardır, susuzluk vardır, iklim değişikliği vardır, narkotik vardır, insan kaçakçılığı vardır. Bütün bu konular aslında bu kurulun ilgilendiği meselelerdir.”
Son zamanlarda yandaş medyada sık sık yer alan, Narkotik ekiplerinin ani ve başarılı uyuşturucu baskınları haberlerinin nedenini bu sözler anlaşılmaz kılıyor. Demek ki bu sorunumuzu da bundan sonra Türk polisi değil, BMGK çözecek.
“Şundan büyük bir mutluluk duyuyorum, son yıllarda Türkiye’nin dünya barışına, bölgedeki barışa yaptığı hizmetler herkes tarafından dikkatle takip edilmeye başlanmıştır.
“Türkiye olarak biz artık yardım yapan ülkeyiz. Donörler Kulübü denen o kulübün içine girmiş olan bir ülkeyiz. Hiç bir karşılık beklemeden aç insanlara, dünyanın en zor şartlarında yaşayan insanlara da yardım yapan bir ülkeyiz. Ancak büyük ülkeler bunu yapabilir.”
İşte biz bu yönümüzü bilmiyorduk. O kadar büyümüşüz ki! Acaba Deniz Feneri boşuna mı yargılanıyor Alamanyalarda? Acaba sadece bizim garibanlara değil, Afrika’daki garibanlara da mı makarna ve kömür yardımı yapıyoruz? Ne yapıyoruz? Afrika’nın bizi desteklemesinin nedeni de şimdi anlaşıldı.
“Türkiye, bölgemizde ve dünyada barış, istikrar ve huzur için sorunların çözümünde rol oynayan bir güç olmaya; medeniyetler, kültürler ve dinler arasında diyalog ve uyum sağlama çabalarına katkıda bulunmaya devam edecektir. İnsanlığın, demokrasi, insan hakları, saydamlık, kadın-erkek eşitliği gibi ortak değerlerinin güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması; açlık, yoksulluk, salgın hastalıklar, iklim değişikliği gibi ortak sorunlarının çözüme kavuşturulması için uluslararası toplumla elbirliği içinde çaba harcamaya kararlı olan Türkiye, terörizm ve şiddet, kitle imha silahlarının yayılması, ırkçılık, hoşgörüsüzlük, yabancı düşmanlığı ile her türlü etnikdini ayrımcılık ve aşırılıkla mücadele alanlarında da titizlikle gayretlerini sürdürecektir.”
Emperyalizmin tanımını Cumhurbaşkanımızdan alıyoruz; Dünyada ve Türkiye’de problemlere, savaşlara, teröre, açlık, kıtlık, sefalete, iklim değişikliklerini hızlandıracak faktörleri üretmeye, geri kalmışlığa, kitle imha silahları üreterek bunları satıp, yayıp dünyaya korku salmaya ve insanlığı, güvenlikleri tehdit edip birbirini yemeye, ırkçılığa, hoşgörüsüzlüğe, etnik ve dini ayrımcılığa, bölücülüğe, medeniyetleri, kültürleri yok etmeye, ülkemizde ve dünyada barış, huzur ve istikrarı, demokrasiyi yok etmeye, (saydamlık) açık ve seçik bir şekilde neden olan… Yani özellikle ABD, AB ve de Rusya. Biz ne diyoruz? Ne ABD, ne Rusya, Tam bağımsız Türkiye!
Kyoto anlaşmasına, kriterlere uymamak için imza atmayan, en büyük emperyalist ABD. BMGK’nın esas karar mercii o. Sularımız, yabancı maden şirketlerinin altın arama sevdasına kurban olarak arseniklendi. Ülkemiz yapılan anlaşmalarla nükleer atık çöplüğü haline geliyor. Küresel çevre güvenliği anlayışı da bu! Kıbrıs elden gitti. AB’ye Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni bütün bütün yutturdunuz.
BOP Eşbaşkanlığı hayalleriyle ülkeyi bölüyorsunuz. Kürtlerin, ülkenin en önemli sanayi, ticaret, turizm, tarım bölgelerinde mevzilendirildikleri yetmiyormuş gibi, doğuda ve güneydoğuda Büyük Kürdistan hayaliyle ayaklanmalarına izin verdiniz. Bölücülük tavana vurmuş durumda. PKK’yı, teröristi meclise sokarak, Türk Halkı’nın insanca yaşama hak ve özgürlüklerini ve varlığını tehlikeye attığınız yetmiyormuş gibi, halâ Türkler Kürtlerin haklarını yiyor pozlarına devam ediyor, üstüne Türk-Kürt kardeşliğinden bahsediyorsunuz. Doğuda, güneydoğuda Kürtlerin uyguladıkları şiddet yüzünden her gün onlarca Türk evladı canını veriyor. Siz buna hala terör diyor, mücadele ettiğinizi söylüyorsunuz. Tukaka yaptığınız Atatürk’ün dünyaya mal olmuş sözlerini ve davranışlarını kendinize uyarlıyorsunuz. Bu mu sizin “yurtta sulh, cihanda sulh anlayışınız?” Barışı AKP yok etti. Üstünüze giydiğiniz elbise neredeyse yüz beden bol geliyor.
Halk aç, halk susuz. Sattınız toprağı; madeni, suyu sattınız. Türk Milletinin haysiyetini, şerefini sattınız. Türk kültürünü yok ederek, yerine yapay Kürt kültürü yaratmaya soyundunuz. Şerefli Türk Ordusu bitti, BM’ nin Güvenlik Konseyi’den mi medet umuyorsunuz?
Kendi ülkenizde herşey güllük, gülistanlıkmış gibi, şimdi dünyanın sorunlarına mı el attınız? Ve bütün dünya size boşuna mı alkış tutuyor? Ve BM sizi boşuna mı şimdi kabul etti geçici üyeliğe? Ve BM, yani onu oluşturan ülkeler bugüne kadar dünyanın hangi bölgesinde barışı, huzuru, refahı, kardeşliği, birliği, bütünlüğü sağladılar da, siz de buna katkıda bulunacaksınız? Sizin ülkenizdeki sorunların kaynağı da onlardır.
Gül aslında emperyalizmin ne olduğunu, ne işe yaradığını bizler kadar iyi biliyor. Ama Donörler (Dünürler) Kulübüne girmiş olmaktan falan bahsediyor. Ancak nereye varacağını bilemediği bir zaferin sarhoşluğunu yaşıyor denebilir bu duruma. Yine de bizim Cumhurbaşkanımız için affedilecek bir durum değil. Buna bile bile lades değil, bile bile ihanet denir.
İnönü, Yalta Konferansı ve götürdükleri
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin girmediği 2. Dünya Savaşı’nın galip devletleri arasında, 4-11 Şubat 1945’te yapılan Yalta Konferansı’nda, BM’nin kurulması kabul edildi. BM üyelik şartlarından biri de üye olacak ülkelerin demokrasi ile yönetiliyor olması idi. İsmet İnönü’nün Başbakanlık yaptığı CHP, demokrasiye geçiş adına çok partili sisteme geçti. Bu sistem de Demokrat Parti ve Adnan Menderes’i başımıza musallat etti.
Hatırlamak gerekir ki, Türkiye 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya ile savaşa da BM üyeliğine kabul edilmek için girmişti.
AKP’nin son derece verici bir tutum takınarak ABD Donanma gemilerini geçirdiği boğazlarımızın denetimi ile ilgili Montreux Sözleşmesi de, SSCB’nin lehine olarak o zaman ele alınmış ve Türkiye’nin durumdan haberdar edilmesi kararlaştırılmıştı.
Menderes Hükümeti, 1951’de TBMM’ye haber vermeden, Türk Tugayı’nın, Birleşmiş Milletler Kuvvetleri içinde Kore Savaşı’a katılmasına neden oluyor. O zaman Rusya Komünizmle yönetiliyordu ve başında Stalin vardı. Aldığı oylar ile CHP’yi ikinci parti durumuna düşüren Demokrat Parti ve Adnan Menderes de İnönü gibi ABD’nin yanında yer alarak, 1952’de, komünizme karşı kurulan NATO’ya tam üye olmamızı sağladı.
NATO’nun isteği ile aynı yıl Türkiye’de de Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla, komünizme karşı gayrinizami harp yapacak Özel Harp Dairesi kuruldu.
6 Haziran 1951’de de üst komuta kademesi de dahil, 15 general ve 150 albay emekli edildi.
Atatürk zamanında kurulan ve ulusal servetlerimizden olan basma ve traktör fabrikalarımız özelleştirilmiş, satılmıştır.
Devletleştirilmiş olan uçak, uçak motoru ile Eskişehir’deki tank ve Kırıkkale silah fabrikalarımız, NATO standartlarına uymadığı bahanesiyle kapatılmııştır.
Menderes, 1957 seçimlerinden önce Saidi Nursi’nin elini öpmeye gitmiştir. Yani Kurtuluş Savaşı sırasında Kürtlerin çıkardıkları, güçlüklerle bastırılan ayaklanmalar ve Türk düşmanlığı yok sayılmıştır.
Yine son Menderes Hükümeti zamanı olan 1959 yılında, Ortaklık Anlaşması ile “Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulmuştur.
Şimdi neler olacak?
Buraya kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasi, askeri ve ekonomik geçmişi kısaca ve tekrar ele alınmıştır.
Cumhuriyetin ve devrimlerin bekçisi Türk Ordusu ve mirasçısı CHP’nin içinin nasıl boşaltıldığı bir kez daha görülmüştür. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve kurmaylarından 2. cumhuriyetçi Onur Öymen bu durumu “memnuniyetle karşıladıklarını” ifade etmişlerdir. Onur Öymen, “sürecin neler getirip, neler götüreceğini zamana bırakıp, izleyerek göreceğiz” şeklinde bir ifade kullanmıştır.
Artık izleyecek, bekleyecek ne kalmıştır? Olan biten, açık-seçik ortadadır. Ülkemiz Kurtuluş Savaşı ile Çanakkale Şavaşı ile kazandıklarının tamamını kaybetmiştir. Artık zaman aklımızı başımıza toplama, süreci yeniden tersine çevirme, Atatürk’ün torunları, bu devletin vasileri ve mirasçıları olarak, devrimciler olarak, yeniden yapılandırma zamanıdır.
BMGK’nın asıl üyesi ve başı ABD’nin Karadeniz’de, Kafkaslar’da, Irak’ta, Afganistan’da, Afrika’da neler yaptığını; Rusya, İran v.b. ile ilgili planlarının neler olduğuna biraz bakarsak, Türkiye’nin kendi çabalarıyla mı, kullanılmak amacıyla mı bu kuruluşun içine alındığını daha iyi anlarız.
Türk solunun neden birleşemediğinin sık sık tartışıldığı şu günlerde, bu tartışmalar hiç bir anlam ifade etmemektedir.
Emperyalizm gücünü sağdan almakta ve yüzyıllardır solu yok etmek için kullanmaktadır. Kürtler, daima emperyalistlerin maşası olmaya hazır, işbirlikçi unsurlar olarak, kardeşlik ve insanlık his ve vasıflarından uzak yaşamaktadırlar. İstisnalar kaideyi bozmaz lafını, kural haline getirtmişlerdir.
Ne BMGK geçici üyeliği, ne barış nutukları. Hepsi Kürt-İslam Faşizmine ve bölücülüğe geçirilen maskelerdir
Son Yorumlar