Dünya önemli bir değişim sürecinden geçmektedir. Henüz keskin ve kesinleşmiş yönelimler olmasa da, Türkiye’nin yaşadığı bölge büyük bunalımlara gebedir.
ABD’nin kurmaya çalıştığı hegemonyanın, AB’nin bütünleşmesinin boyutunun, Çin’in yükselişinin, Rusya’nın hızla toparlanışının ve küreselleşmenin geleceği bölgedeki gelişmelerle yakından ilgilidir. Yaşadığımız coğrafya, çatıştırılmak istenen uygarlıkların coğrafyasıdır. Büyük enerji kaynaklarına sahiptir. Üç semavi dinin doğum yeridir. Su kıtlığı, hızlı nüfus artışı gibi ciddi sorunları vardır. Manevi değerlerin, kimliklerin kaynaştığı, karıştığı, ayrıştığı, birbirini etkileyip, birbirinden etkilendiği bölgedir. Etnik, dinsel, mezhepsel kavgaların, alt kimlikler üzerinden yapılan savaşların coğrafyasıdır. Terör örgütlerinin, baskıcı rejimlerin, nükleer güç sahibi ülkelerin, Hamas’ın, Hizbullah’ın, Müslüman Kardeşlerin, sandıktan çıkan köktendinci akımların bölgesidir. Kısacası kargaşa ve belirsizlikler coğrafyasıdır.
Siyasi, iktisadi, askeri, sosyokültürel güç unsurlarını kullanarak bölgenin egemeni olmak isteyen ABD, hedefine varmak için elinden geleni yapmaktadır. Sonradan yalan olduğunu belirtse de, Irak işgali öncesinde olduğu gibi, gerektiğinde “kitle imha silahlarını”, gerektiğinde “diktatörlerin varlığını” bahane edip, bölgeye yerleşmektedir. Ancak Afganistan ve Irak örneğinde olduğu gibi, her istediğini de alamamaktadır. Örneğin, ekonomik olarak kazanç sağlarken, hızla itibar kaybetmiş, dünyanın en sevilmeyen ülkesi olmuştur. 2002’de Türkiye’deki ABD büyükelçisinin dediği “Hiçbir müttefik ABD için zaruri değildir” şeklindeki sözler geride kalmıştır. Irak mezheplerin de ötesinde aşiretler düzeyinde bölünürken, İran’ın ve ABD’nin kara listesindeki terör örgütlerinin ağırlığı artmıştır. İslamcı akımlar, alt kimliklere dayanan örgütler güçlenmiştir. Batıda İslam karşıtlığı ve bunun tamamlayanı olan Hristiyan muhafazakârlığı güç kazanmıştır. ABD müttefiki Sünni Arap ülkelerde iktidarlar yıpranırken, halklar arasında İran’a yönelik sempati artmıştır.
Dünyaya küreselleşmenin nimetlerini anlatırken, kendileri için öncelikle bölgesel gelişmelere odaklanan ABD ve AB’nin söylemlerine şüpheyle yaklaşmak gerekir. ABD liderliğindeki NATO’nun dilinden “Akdeniz Diyaloğu” ve “Barcelona Süreci” düşmemektedir. Almanya Doğu Avrupa’da etkili olmak için, AB üyeliğini bazı ülkelerin önüne havuç olarak koymaktadır. Fransa, “Akdeniz Birliği” gibi projeleri öne çıkarmakta, Afrika’daki eski sömürgeleriyle ilişkilerini güçlendirmektedir. Siyasi, iktisadi, askeri, bilimsel olarak zayıf olan, dini açıdan bütünlük elde edemeyen 1.4 milyar nüfuslu İslam dünyası ise gelişmeleri sadece izlemektedir. “Dinler arası diyalog”, “ılımlı İslam”, “Medeniyetler İttifakı” gibi Hristiyan Batı kaynaklı, siyasi projeler, öncelikle İslam ülkelerini bölmeyi, yeraltı kaynaklarını ele geçirmeyi amaçlamaktadır. Ortadoğu’dakilerden başka, Asya’daki yaklaşık 850 milyon Müslüman ile bünyelerinde çok sayıda Müslüman’ın yaşadığı Rusya ve Çin de ABD’nin yakın ilgi alanı içindedir.
TEMEL ÇELİŞKİYİ GÖRMEK
Türkiye’nin merkezinde olduğu bölgeyi, büyük güçler yakından izlemekte ve yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Dünya ticaretinin yaklaşık beşte birini tek başına yapan ABD bunların başında gelmektedir. Küresel bir güç olmak isteyen ama bunun maliyetine katlanmak istemeyen AB, genellikle ABD’yle birlikte davranmaktadır. Küresel güç olma yolunda hızla ilerleyen Çin bölgede ağırlığını artırmaktadır. Eski günlerine dönmekte olan Rusya, bölgesel gelişmelerde son yıllarda iyice aktif tavır almaktadır. Sessiz ve derinden ilerleyen Hindistan giderek daha çok hesaba katılmaktadır. Bölgesel güç olma yönünde Türkiye’yi geride bırakan İran, Rusya, Çin ve Hindistan gibi bölge güçleriyle ittifak ağını güçlendirmekte ve daha çok öne çıkmaya çalışmaktadır.
Türkiye ise yön duygusunu yitirmiştir. Hedef yoksunudur. Hedefsiz olduğundan stratejisi de yoktur. Çekiç Güç’ten bu yana Irak’ın kuzeyine yönelik izlediği politika yanlıştır. Çünkü temel çelişkiyi ABD ile yaşamaktadır. Bu yalın gerçeği kabul etmediğinden, bölgeye ilişkin kırmızı çizgileri kırmızı halıya dönmüştür. ABD’nin desteğini arkalayan Kuzey Irak’taki Kürt oluşum, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu bölgesinde etkisini artırmaktadır. Muharip güçlerini Irak’tan çeken, siyasi ağırlığıyla ülkede ve kuzeydeki Kürt bölgesinde kalmayı sürdüren ABD, Irak’ın toprak bütünlüğü, Türkmenlerin konumu, Musul ve Kerkük gibi konularda Türkiye’yle hemfikir değildir. Irak’taki federal yapı uzun sürmeyecek, bölünme mutlaka gündeme gelecektir. Şiilerin, Türkmenlerin ve Arapların muhalefetine rağmen Kürtler er ya da geç bağımsızlık isteyecek, bunu da ABD ve İsrail’e güvenerek yapacaklardır. ABD de Türkiye’yi bu konuda ikna edecektir. Irak’ın bölünmesiyle kurulan Kürdistan, bir süre sonra Türkiye, İran ve Suriye’den de toprak isteyecektir.
Türkiye, zaman yitirmeden hedeflerini saptamalı, buna uygun ulusal politika ve stratejileri geliştirmelidir. 1923 Devrimi’yle kazandığı demokratik deneyim, laik kültür önemlidir. Tüm kırılganlığına, dışa bağımlılığına rağmen dünyanın 16. ve Avrupa’nın 6. büyük ekonomisine sahip olan Türkiye, sanayi, teknoloji ve beyin gücü açısından ciddi birikim sahibidir. Diplomasi ajandasının yoğunluğu yönünden daima dünyanın ilk 10 ülkesi arasındadır. Türkiye, bölgesel politikalara ağırlık vererek özgüvenini yeniden kazanabilir. Milli ve yerli bir duruşla öne çıkarsa, elini güçlendirebilir. Türkiye’nin tarihi, jeopolitik konumu, tarihsel ve kültürel coğrafyasının genişliği, Cumhuriyetçi birikimi ve devlet geleneği buna uygundur. Çünkü Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanların tarihsel, kültürel, duygusal etkileşiminin, geçişkenliğinin, sentezinin merkezindedir, adeta simgesidir. Türkiye’yi farklı, özgün ve zengin kılan da budur. Türkiye’nin bu sentezi kendi isteğiyle, kendi ürettiği politikalarla, kimsenin peşine takılmadan, kimse adına koçbaşı- Truva atı olmadan, kimseye model ihraç etmeden ve en önemlisi kendisine dayatılan modellere karşı çıkarak güçlendirmesi gerekir.
Türkiye ekonomisini, eğitimini ve savunmasını gerçekten milli ve güçlü kılmadan, bağımsız, ulusal ve etkili bir dış politika izleyemez. Bölgede, petrol dışında ciddi bir ihraç ürünü olmayan ülkelerle ticarette ihracat şansı en yüksek olan ülke ve buna öncülük etmesi gereken ülke Türkiye’dir. Bu yapılırsa, diğer zararlarından başka, sadece iktisadi maliyeti 300 milyar dolar olan emperyalizm destekli bölücü teröre karşı bölgesel müttefik bulmak kolaylaşır. Dahası Türkiye borsa, döviz, rant, repo, faiz sarmalından kurtulur. Buna koşut olarak yeniden istihdamı, vergiyi, ihracatı, üretimi, sanayiyi, yatırımı, ekonomide dışsallığı, adil bölüşümü, sermayeyi tabana yaymayı, kalkınmayı gündemine alır. Sonuçta ekonomisi güçlü bir Türkiye’nin, dış politikada da eli güçlenir.
Dr. Barış DOSTER
http://www.ilk-kursun.com/2010/10/turkiye-ve-bolge-merkezli-dis-politika/
Son Yorumlar