Ekim 2010 için arşiv

24
Eki
10

CHP’li İnce:YANDAŞ MEDYA CHP’Yİ AKP’LEŞTİRMEYE ÇALIŞIYOR…

CHP’li  İnce :  “HSYK  Hükümete  Sadık  Savcılar  Yüksek  Kurulu  Olmuştur”

CHP Grup Başkanvekili ve Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Türkiye’de tüm kurumların “kuşatıldığını” ifade ederek, “Son kale HSYK da gitti. HSYK, artık hükümete sadık savcılar yüksek kurulu olmuştur. AKP’nin amacı üniversite öğrencilerine türban giydirmek değil, Türkiye’ye Türban giydirmektir” dedi.

CHP Yalova İl Danışma Kurulu toplantısı, Yalova Uygulama Oteli’nde gerçekleşti. Burada partililere seslenen CHP Grup Başkanvekili ve Yalova Milletvekili Muharrem İnce, 29 Ekim resepsiyona ilişkin açıklamalarda bulundu. Söylediği sözlerinin halen arkasında olduğunu vurgulayan İnce, “Ben CHP’nin Grup Başkanvekiliyim. Yaptığım açıklama Genel başkanımın bilgisi dahilinde yapılmıştır. Hiçbir grup başkanvekili genel başkanın onayını almadan TBMM’nde basın toplantısı düzenleyemez. Bu konu hakkında kamuya açık ve basının önünde daha fazla konuşmak istemiyorum” dedi.

Türkiye’de Futbol Federasyonu’ndan, üniversitelere kadar tüm kurumların “kuşatıldığını” ileri süren İnce, “Son kale HSYK da gitti. HSYK, artık hükümete sadık savcılar yüksek kurulu olmuştur” dedi.

AKP’nin “yandaş medya ve yalaka kalemlerini” alarak gündemi saptırdığını dile getiren İnce, “AKP’nin amacı sadece türbanı üniversitede serbest bırakmak değil, Türkiye’ye türbanı giydirmektir. Yaptıkları da budur. YÖK’ü de kendilerine bağlı emir eri yaptılar” diye konuştu.

Üniversitelerin en önemli sorununun “türban” olmadığını, bilimsel ve nitelikli eğitim olduğunu vurgulayan İnce, “2006 yılında Üniversitelerimiz dünyada 56. sıradaydı. 2010 yılında ise 71. sıraya düşmüş. 256 bin Üniversite öğrencimiz yurt başvurusu yapmış, 186 bini açıkta kalmış. Önce öğrencilerimizin yurt sorununa el atalım” şekline konuştu.

“CHP’yi AKP’leştirmek” için çalışmalarda bulunulduğu iddia eden İnce, AKP’nin “yandaş medyasının” da bu konuları devamlı televizyon ekranlarından dile getirdiğini söyledi. CHP’nin dönüşmesini istediklerini anlatan İnce, “Bu da yeni projeleri, amaçları CHP’yi dönüşüm ve değişim altında AKP’leştirmek. Bizler buna izin vermeyeceğiz. Atatürk ilke ve devrimleri bizlerin varlık nedenidir” dedi.
ANKA

http://www.ilk-kursun.com/2010/10/chpli-inceyandas-medya-chpyi-akplestirmeye-calisiyor/

24
Eki
10

Ülkemize “Faşizm” hakim ve savcılar eliyle geldi

Her şey Anayasa Mahkememizin bire karşı on oyla, ”AKP’nin laikliğe karşı eylemlerin odağı haline geldiğini” belirlemesine rağmen; gereğini yapıp bu partiye kapatmamasıyla başladı.

Ardından Fehmi Koru’nun 2 Şubat 2008 tarihli Yeni Şafak Gazetesi’nde yazdığı gibi: ”5 Kasım 2007′de Ergenekon soruşturmalarına başlanması Bush-Erdoğan görüşmesinde kararlaştırıldı.’

Ve düğmeye basılarak, ‘‘(F) Tipi Örgüt”ün Emniyet ve Yargı’daki militanları maşa gibi kullarılarak ülkemiz bir ”Korku İmparatorluğu’‘ haline getirildi.

‘Korku İmparatorluğu”nun devamını sağlamak; ancak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, Adalet Bakanlığı’nın güdümünde çalışacak bir organ haline getirilmesiyle mümkündü.

17 Ekim Pazar günü yapılan seçimlerle bu da sağlandı. Bakanlığın hazırladığı bilinen listede bulunanlar, bir tek fire ile ‘Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Üyesi’ oldular.

***

Bu seçimde en çok oyu alan (6401 oy) kişi olan İbrahim Okur, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürü iken, Zekeriya Öz dahil, özel yetki verilen ve yaptıkları yasa dışı uygulamalarla, içlerinde en ufak ‘Adalet’ duygusu olan herkesin dehşet içinde kalmasına sebep olan Hakim ve Savcılara ilişkin taslağı hazırlayıp, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun onayına sunan kişi olarak tanınıyor. 19 Ekim 2010 tarihli Milliyet Gazetesi’nde İbrahim Okur hakkında şu bilgi notu var: ”Ergenekon soruşturması kapsamında emekli Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un ofisinden çıktığı iddia edilen, cemaate yakın hakim ve savcılar listesinde, ismi ‘Ergenekon operasyon emrini veren’ kişi olarak geçti.”

***
Bu seçime ilişkin olarak yapılan bazı değerlendirmeleri de bilginize sunmak istiyorum:

1- ”Yargı artık yürütmenin uzantısı haline geldi” diyorlar.

Doğru öyle oldu.

Okumaya devam edin ‘Ülkemize “Faşizm” hakim ve savcılar eliyle geldi’

24
Eki
10

Kadınlarımız

FANTEZİ bu ya, Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Kurtuluş Savaşı yapılmasaydı, Cumhuriyet kurulmasaydı, Cumhuriyet Devrimleri gerçekleştirilmeseydi, Türkiye’nin ve kadınlarımızın hali nice olurdu ?

Türkiye ülkesi Afganistan, Yemen, Sudan ve benzerlerinden farksız olurdu.

Rahatsız edici bu durum türbancılarımızı belki mutlu ederdi.

Ancak şunu unutmasınlar ki altlarına çektikleri 4×4’ler, yaptıkları 5 yıldızlı düğünler Cumhuriyet sayesindedir.

TAM  BİR  ZİLLET  HALİ

Kadınlara gelince: Kadınların hiçbir örtünme sorunu olmayacaktı: Türban, çarşaf, burka, çador, maske.

Gel keyfim gel!

Dilediği gibi örtünecekti.

Ama Cumhuriyet’in Medeni Kanunu’nun korucu kanatları altında olamayacağı için erkek kardeşlerle eşit miras payından yararlanamayacaktı; yanında bir başka kadınla birlikte tanık olma hakkı olacaktı; kocasının tek eşi olamayacaktı; işyeri açamayacaktı; tek başına yolculuk edemeyecekti; oy hakkı babası, erkek kardeşi ya da kocası tarafından kontrol edilecekti; kocasından boşanma hakkı olmayacaktı, kırbaçlanacaktı, recm edilecekti.

Tam bir zillet hali !

Ama yalana-dolana, hurafelere, erkek baskısına boyun eğerek yaşarken zillet kefenine girecekti.

“Girecekti!” dememe bakmayın, giriyor zaten ve ne utanç vericidir ki bu yaptığının özgürleşme olduğunu, bireysel inanç özgürlüğü olduğunu ileri sürüyor !

Nankör !
2010 yılında, Dünya Ekonomik Forumu’nun kadın-erkek eşitliği konusunda yayınladığı yıllık rapora göre 134 ülke arasında 126. olmaktan hiç de rahatsız değil.

Türk kadını, Katar, Mısır, Mali, İran, Suudi Arabistan, Benin, Pakistan, Çad ve Yemen kadınlarıyla aynı sınıfta bulunuyor.

Cumhuriyet gidip şeriat geldiği zaman cennette bile sefaletten kurtulamayacak !

MISIR’I  İZLİYORLAR

Türbancı militanlar bugünkü hallerinin özgür iradelerinin seçimlerinden kaynaklandığını sanıyorlar.

Kesinlikle aldanıyorlar.

1970’lerin başından itibaren, Müslüman Kardeşler’in etkisiyle Mısır’da ne oldu ise bizimkiler onu izlediler.

İzliyorlar !
“Mısır’da yirmi yıl önce örtü istisna durumundaydı, bugün kural haline geldi.

Aynı dönüşüm, Türkiye’ye varıncaya kadar Müslüman toplumların tamamında gözlenmekte.” (Dictionnaire du Coran, Ed. Robert Laffont, s. 926)

60’lı, 70’li yıllarda Mısır’da üniversite öğrencileri arasında kız-erkek ilişkilerinde günümüzün yasakları söz konusu bile değildi.

Müslüman dünyasında saatler tersine çalışıyor artık.

Okumaya devam edin ‘Kadınlarımız’

24
Eki
10

Daniel

Daniel…

Hani şu, trafik kazasında ölen karı-koca turistin talihsiz oğlu…

Hemşire tarafından emzirilen ve İzlanda Fahri Konsolosu tarafından akrabalarına teslim edilen bebecik.
¡
Hiç merak ettiniz mi, niye fahri konsolos ?

Haritadaki yerini bilmediğimiz Afrika ülkelerinin bile Türkiye’de elçiliği falan varken, İzlanda’nınki niye elçi değil de, fahri ?
¡
Sene taaa 1627…
¡
Korsanları kovalıyorum ayaklarıyla Danimarka kıyılarını talan eden Murat Reis, bakalım yukarda başka ne var diye, kutuplara yelken açmıştı ki, şak, karşısında yemyeşil bi ada… Altından girdi, üstünden çıktı, 26 gün boyunca hal hatır(!) sordu, ayrılırken de 400 civarında esir aldı, erkekleri köle olarak sattı, sarışın kızları ganimet aldı, hareme mareme hediye etti.
¡
İzlanda bizimle tanışmıştı!
¡
O kadar sevdiler ki bizi, orada sadece 26 gün kalmamıza ve aradan 383 sene geçmesine rağmen “Tyrkjaranid” diye bi kavram var hâlâ İzlanda’da… “İnsan çalan Türk” diye tercüme edebiliriz kabaca… Ve, bu travmatik hadiseden hemen sonra, kalbimizi kıran özel bi kanun çıkardılar… İzlanda topraklarında Türk öldürmek suç olmaktan çıkarıldı!
¡
Neyse ki, üç asır boyunca Türk kıstıramadılar, bu kanundan faydalanan İzlandalı olmadı. Baktılar ki, öldürmek için Türk denk getiremiyorlar, 1970’lerde filan kaldırdılar kanunu.
¡
Vay sen misin kaldıran, pasaportu kapan soluğu İzlanda’da aldı kardeşim…

Selamünaleyküm.
Okumaya devam edin ‘Daniel’

24
Eki
10

İSLAM’A KARŞIDIR TÜRBAN, İŞTE KANITI…

İslam’da örtünmeyi, “Türban” denilen bez parçasına bağlamak dinin özüne ve de sözüne de aykırıdır. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), iktidara gelinceye kadar, türban konusu bu denli sorun yaratan konuma girmemişti. Türban denilen baş bağlama biçimi, AKP’nin siyasal simgesi olarak kullanılmaktadır, bunun böyle olduğunu da Başbakan R.T.Erdoğan, bir süre önce açıklamıştı. İslam’da yeri olmayan bu tür baş bağlamanın AKP iktidarında belli bir işlevi var: Benden yanamısın sorusuna böylesi ilkel baş bağlama biçimiyle “evet” yanıtı verilmiş oluyor. Üniversitelere bu kılıkla girmenin, özgürlük içinde yorumlanması aldatmacadır, aldatmacanın ötesinde sahteciliktir. İslam’ı siyasal çıkar uğruna kullanmaktır, bölücülüktür, topluma nifak sokmaktır.

İslam dünyasının hiçbir ülkesinde, devlet ve siyaset adamlarının eşleri, bizimkiler gibi umacı kılığında giyinmiyorlar. İslam dünyasının o hatun kişileri, bizim umacılardan daha az mı Müslüman? Ülkemiz’in “laiklik” ilkesine bir başkaldırıdır bu. Özgürlük safsatasıyla hiçbir ilgisi olmadığı gibi İslam’ın özüne de aykırıdır. İslam’ı çağın gerisinde, gelişmeye kapalı, çirkinliği öngören bir din gibi yorumlamaya neden olduklarını ne zaman anlayacaklar ve YÖK Başkanı ,bir öğretim üyesi olarak, üniversiteleri medreseleştirmekte olduğunu ne zaman fark edecek?

İslam’ın Kutsal Kitabında Türban Yoktur.

Ne acıdır ki, İslam’ın kutsal kitabının Türkçe “Meali” adıyla yayımlanan tüm baskılarında, tesettür konusu, Nur Suresinin 31′inci ayeti tahrif edilerek, yanlış yorumlanmıştır. Bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığında bulunmuş Prof.Süleyman Ateş dahil, Nur Suresi’nin bu ayetini Türkçeye yanlış biçimde aktarmışlardır Önce Nur Suresinin 31.ayetinin Arapça aslını görelim:

Ve kul lilmü’minati yagdudne min ebsarihinne ve yahfezna fürucehünn.

1.Prof.Süleyman Ateş’e göre: Mümin kadılara da söyle:Gözlerini (haramdan) sakınsınlar. Irzlarını korusunlar.

“Irzlarını korusunlar” biçimindeki çeviri yanlıştır, ayeti tahrif etmektir. Örtünerek te ırz korunmayabilir. Başı açık gezenler örtünenlerden daha namuslu da olabilirler.

2.Elmalılı M.Hamdi Yazır’a göre: Mümin kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhafaza etsinler.Aynı yanlışlık bu çeviride de söz konusu.

3.Prof.Sadrettin Gümüş ve arkadaşlarına göre: Mümin kadılara da söyle gözlerini harama bakmaktan çevirsinler, iffetlerini korusunlar.

Bu çeviride, kadınların ırzlarını değil, iffetlerini korumaları biçiminde bir çeviri ile karşılaşıyoruz!

4.Yaşar Nuri Öztürk’e göre: Mümin kadınlara söyle, gözlerine sahip olsunlar,ırzlarını ve eteklerini korusunlar.

5.Tibyan Tefsiri’ne göre: Mümin kadınlara da deki, gözlerini indirsinler ve utanacak yerlerni korusunlar.

Bir birinden farklı bu beş çeviriden hangisi Nur Suresinin 31.ayetinin aslına uygun, hiç biri. Bir kutsal kitabının böylesi bir birinden farklı ve de yanlış çevirisi hangi din için söz konusu olmuştur? Eğer bir din siyasallaşır yani, siyasetin aracına dönüşürse, böylesi farklı ve de geçersiz yorumlara kaynak oluşturacaktır elbet.

Nur Suresinin 31.ayetinin doğru ve gerçek yanını dile getireceğiz:. Ayet, mümin kadınların “ırzlarını” ya da “iffetlerini” korumalarını önermiyor. Ayet, “ırz” ve “iffet” kavramları bir yana, “ebsarihinne ve yahfezna fürucehünn” diyor. Ne demek “füruc”? “ferc”in çoğulu. Ferc, yarık, yani kadınlardaki doğurganlık organının iki bacak arasındaki görünen kısmı. “Mümin kadınlar oranızı örtün, görünmesin diyor. Çünkü “ebsar” Arapça’da “basar” sözcüğünden geliyor, görme anla-mındadır. Cahiliye döneminde kadınlar için anadan doğma yürümek utanılacak bir durum değildi. Nitek,am’ın kutsal kitabı, ilk kez Arap yarımadasında “aile hukukunu” yarattığı için, doğurganlık organlim Ahzap suresinde “Cahiliye dönemindeki gibi açık saçık dolaşmayın” hükmü yer almakta.. Bu, kafanızdaki saçları göstermeyin demek değildir. Anadolumuzda, gericilik akımı yaygınlaşmadan önce, kadınlar çocuklarını erkeklerin yanında çekinmeden emzirir ve kimse bunu yadırgamazdı.

Kuranda açık ve seçik “kıç” “yarık” sözcüğü geçerken, bizdeki din bilgini geçinen dar kafalılar, o sözcüğü “ayıp” sayıp farklı anlamda kullanmaya nasıl girişebildiler, anlamak olanaksız. Nur Sure-sinin bir önceki 30.ayeti, erkekler için de “yahfezü fürucehüm”ü öngörülüyor. Eğer 31′inci ayet, kadınların saçlarını örtmelerini koşul görseydi, erkeklerin de bir önceki ayete göre saçlarını türbanla örtmeleri gerekirdi. Her iki ayet te fürucehünn”ü temel almakta. Ferclerinizi göstermeyin, diyor.

Okumaya devam edin ‘İSLAM’A KARŞIDIR TÜRBAN, İŞTE KANITI…’

24
Eki
10

‘Seçim şeffaf değildir, konu AİHM’e taşınacak’

YARSAV Kurucu Başkanı ve Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu, “HSYK seçimleri, denetiminin olanaksız kılındığı bir ortamda, şeffaflık ve mesleki kurallar ile demokratik toplum gereklerine aykırı bir biçimde, gizlilik içerisinde gerçekleşmiştir” dedi.

ANKA

Ankara- YARSAV Kurucu Başkanı ve Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu “HSYK seçimlerinin gerçekleştirildiği tarihten günlerce önce, kamuoyuna yansıyan ve Adalet Bakanlığı listesi olarak adlandırılan, Adalet Bakanlığınca da varlığı yalanlanan listede yer alan kişiler, bu listenin varlığı konusunda herhangi bir yorum yapmamıştır. Listenin, sandıktan, aynı bütünsellik içinde olduğu gibi çıktığı, herhangi bir ispat aracına gerek bırakmayacak derecede somut gerçeklik olarak, herkesin bilgisi dahilindedir” dedi.

YSK’nin, aldığı kararlarla “seçim faaliyetini, adayların, propaganda faaliyeti kapsamına sokarak yasakladığını” ifade eden Eminağaoğlu, “Bu çerçevede, seçim öncesi tüm faaliyetler, Anayasa’ya eklenen yeni kuralla ve YSK kararlarıyla oluşturulan yasak alan nedeniyle, hukuksal, mesleki ve kamuoyu yönünden denetiminin olanaksız kılındığı bir ortamda, şeffaflık ve mesleki kurallar ile demokratik toplum gereklerine aykırı bir biçimde, gizlilik içerisinde gerçekleşmiştir” diye konuştu.

Açıklamasında, HSYK seçimlerinde Adalet Bakanlığı’na ait olduğu iddia edilen listedeki adayların seçildiğini anımsatan Eminağaoğlu, şöyle devam etti:
Oysa eşit yarışma koşulları çerçevesinde, demokratik toplum kurallarına uygun bir biçimde gerçekleşmesi gereken seçimlerde, varlığı yalanlanan liste, bütünsellik içinde, 199 adayın katıldığı seçimden, başarı ile çıkmışsa, YSK’nın, 199 aday için eşit yarışma koşullarının nasıl gerçekleştiğini hukuksal olarak ortaya koyması olanaksızdır.
Tüm adaylar, hangi iletişim, etkileşim ve faaliyetleri, eşit çerçevede hukuksal zeminde kullanabilmişlerse de, sonuçta varlığı bile inkar edilen bir liste, bu ortam içinden sıyrılarak başarı ile seçimden çıkmıştır. Bu tablo seçimlerin eşit yarışma koşullarında gerçekleşmediğinin açık ispatıdır. Bu nedenle konu, Türkiye’de iç hukuk yolları tüketildiğinden, daha öncede açıklandığı üzere tüm boyutlarıyla AİHM’e taşınacaktır
.”

http://www.ilk-kursun.com/2010/10/secim-seffaf-degildir-konu-aihme-tasinacak/

24
Eki
10

CEZAEVİ’NDE CUMHURİYETİN AYDINLIĞI…

Onlar suçlu…

Kimi hırsızlıktan, kimi adam yaralamaktan, kimi de darptan hükümlü veya tutuklu…

Üstelik bu gençlerin çoğu, cezaevine gelmeden önce uyuşturucu kullanmışlar.

12-18 yaş arası yaklaşık elli genç insan.

Suçlu da olsa onlar bizim çocuklarımız, bizim gençlerimiz.

Bazıları yoksulluğun dar boğazında, bazıları da duyarsız anne, babanın ceplerine doldurduğu bol paranın etkisiyle suç işlemişler..

Suç işlemelerinin dışında bir ortak noktaları var.

Sevgisizlik.

Tümünün sevgi yoksulu olduğu, simsiyah bakan gözlerinden okunuyor.

Antalya L Tipi Cezaevi’nin kütüphane salonundayım.

Karşımdaki elli genç insan beni merakla izliyorlar.

Gözlerinin içine sevgi ile bakan, onları neden buradasınız, neden suç işlediniz diye sorgulamadan, omuzlarına dokunabilen hatta yanaklarını okşayan bu kadının ne anlatacağını merak ettikleri bakışlarından okunuyor.

İkinci sırada oturan ve muzipçe gülümseyen sarışın çocuğu tanıyorum.

Daha önceden göz aşinalığım var.

Yanağını okşadığım zaman, sıkıca sarılıyor bana ve elimi öpüyor.

Arka sıralardan eller uzanıyor bana doğru..

Aralarında dolaşıyorum.

Elimi tutan ellerinden yüreğime doğru bir sevgi köprüsünün oluştuğunu hissediyorum.

İçimden suçlu olsalar da, onlar bizim çocuklarımız diye konuşuyorum kendi kendime..

Benim Antalya L Tipi Cezaevi’ndeki serüvenim 2010 Ocak ayının başlarında cep telefonuma gelen bir çağrı ile başladı. Cezaevi Sosyal Hizmetler Birimi beni Cezaevi’ne 12-18 yaş arası çocuklara Atatürk’ü anlatmam için davet ediyorlardı. Yanlış okumadınız, beni Cezaevi’nden Mustafa Kemal’i anlatmam için çağırıyorlardı.

O sırada rahmetli eşim kemoterapi tedavisi görüyordu.

Oldukça zor günler geçiriyorduk.

Bir ikilem içindeydim.

Ya eşimi yanlız bırakacaktım ya da bu daveti kabul etmeyecektim.

Karar vermek inanın çok zordu.

Bana ihtiyacı olduğu bir dönemde, sevdiğim adamı, canımdan can kopararak dünyaya getirdiğim kızlarımın babasını, kırk altı yıllık can yoldaşımı yanlız bırakmak, son derece zor geliyordu.

Diğer taraftan da yüreğim, bu onurlu davete katılmam için beni uyarıyordu.

İşte tam o sırada sevdiğim adamın sesini duydum.

Çoktan canlılığını kaybetmiş

Akdeniz mavisi gözleri, güçlü bir ışık kaynağı örneği parlıyordu.

Git, Figen git…Unutma Cezaevi de bizim vatanımız, suçlu olsalar da onlar bizim çocuklarımızdır. Vatan savunmasının yeri, zamanı, yaşı ve mazereti olamaz. Git onlara bizim Mustafa Kemal’imizi anlat.”

Gittim, gidiyorum ve gideceğim.

Her seferinde kızımın “Anne gidip de, dönmemek var. Valizini hazırladım.” esprisine rağmen, x-raydan geçerek, üzerim tepeden tırnağa aranarak, retina tanımlaması yapılarak içeri alındığım Cezaevi nedense beni hiç ürkütmüyor.

Belki de etrafı görünmez demir parmaklıklarla çevrili bir ülkede yaşamaya zorlandığımız içindir benim ürküntü duymayışım.

ADD Antalya Şubesi olarak başladığımız bu projeye Cumhuriyet Kadınları Derneği Antalya Şubesi olarak devam ediyoruz.

O gün eşimi yalnız bıraktığım için pişmanlık duymadım.

Çünkü oradaki çocuklardan bir tanesi bana- sanırım Mardinli Ufuk’tu– Mustafa Kemal’i şöyle tanımlamıştı.

Ülkemiz bölünmez bir bütündür. Dilimiz Türkçe’dir. Ben Mustafa Kemal’i böyle anladım, doğru mu Hocam ?”

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” söylemi Mardin’li Ufuk’un yüreğinde, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü ile özdeşleşmişti.

22 Ekim’de ise Cumhuriyet’in aydınlığını taşımaya çalıştım Cezaevi’ne..

Bir Cumhuriyet Öyküsü” adlı belgeseli göstererek başladım söyleşime…

Bu belgeselde 1. Paylaşım Savaşı ve tarihe not düşen bir utku, Çanakkale Savaşı’nın Cumhuriyet’e giden yolun başlangıcı olduğu anlatılıyordu.

Büyük ve lezzetli pasta” Osmanlı topraklarının emperyalist güçler tarafından nasıl paylaşıldığına işaret ediliyor ve 19 Mayıs 1919 da başlayan Bağımsızlık İhtilali’nin adı açıklanıyordu.

Cumhuriyet…

Okumaya devam edin ‘CEZAEVİ’NDE CUMHURİYETİN AYDINLIĞI…’

23
Eki
10

Türkiye ve Bölge Merkezli Dış Politika

Dünya önemli bir değişim sürecinden geçmektedir. Henüz keskin ve kesinleşmiş yönelimler olmasa da, Türkiye’nin yaşadığı bölge büyük bunalımlara gebedir.

ABD’nin kurmaya çalıştığı hegemonyanın, AB’nin bütünleşmesinin boyutunun, Çin’in yükselişinin, Rusya’nın hızla toparlanışının ve küreselleşmenin geleceği bölgedeki gelişmelerle yakından ilgilidir. Yaşadığımız coğrafya, çatıştırılmak istenen uygarlıkların coğrafyasıdır. Büyük enerji kaynaklarına sahiptir. Üç semavi dinin doğum yeridir. Su kıtlığı, hızlı nüfus artışı gibi ciddi sorunları vardır. Manevi değerlerin, kimliklerin kaynaştığı, karıştığı, ayrıştığı, birbirini etkileyip, birbirinden etkilendiği bölgedir. Etnik, dinsel, mezhepsel kavgaların, alt kimlikler üzerinden yapılan savaşların coğrafyasıdır. Terör örgütlerinin, baskıcı rejimlerin, nükleer güç sahibi ülkelerin, Hamas’ın, Hizbullah’ın, Müslüman Kardeşlerin, sandıktan çıkan köktendinci akımların bölgesidir. Kısacası kargaşa ve belirsizlikler coğrafyasıdır.

Siyasi, iktisadi, askeri, sosyokültürel güç unsurlarını kullanarak bölgenin egemeni olmak isteyen ABD, hedefine varmak için elinden geleni yapmaktadır. Sonradan yalan olduğunu belirtse de, Irak işgali öncesinde olduğu gibi, gerektiğinde “kitle imha silahlarını”, gerektiğinde “diktatörlerin varlığını” bahane edip, bölgeye yerleşmektedir. Ancak Afganistan ve Irak örneğinde olduğu gibi, her istediğini de alamamaktadır. Örneğin, ekonomik olarak kazanç sağlarken, hızla itibar kaybetmiş, dünyanın en sevilmeyen ülkesi olmuştur. 2002’de Türkiye’deki ABD büyükelçisinin dediği “Hiçbir müttefik ABD için zaruri değildir” şeklindeki sözler geride kalmıştır. Irak mezheplerin de ötesinde aşiretler düzeyinde bölünürken, İran’ın ve ABD’nin kara listesindeki terör örgütlerinin ağırlığı artmıştır. İslamcı akımlar, alt kimliklere dayanan örgütler güçlenmiştir. Batıda İslam karşıtlığı ve bunun tamamlayanı olan Hristiyan muhafazakârlığı güç kazanmıştır. ABD müttefiki Sünni Arap ülkelerde iktidarlar yıpranırken, halklar arasında İran’a yönelik sempati artmıştır.

Dünyaya küreselleşmenin nimetlerini anlatırken, kendileri için öncelikle bölgesel gelişmelere odaklanan ABD ve AB’nin söylemlerine şüpheyle yaklaşmak gerekir. ABD liderliğindeki NATO’nun dilinden “Akdeniz Diyaloğu” ve “Barcelona Süreci” düşmemektedir. Almanya Doğu Avrupa’da etkili olmak için, AB üyeliğini bazı ülkelerin önüne havuç olarak koymaktadır. Fransa, “Akdeniz Birliği” gibi projeleri öne çıkarmakta, Afrika’daki eski sömürgeleriyle ilişkilerini güçlendirmektedir. Siyasi, iktisadi, askeri, bilimsel olarak zayıf olan, dini açıdan bütünlük elde edemeyen 1.4 milyar nüfuslu İslam dünyası ise gelişmeleri sadece izlemektedir. “Dinler arası diyalog”, “ılımlı İslam”, “Medeniyetler İttifakı” gibi Hristiyan Batı kaynaklı, siyasi projeler, öncelikle İslam ülkelerini bölmeyi, yeraltı kaynaklarını ele geçirmeyi amaçlamaktadır. Ortadoğu’dakilerden başka, Asya’daki yaklaşık 850 milyon Müslüman ile bünyelerinde çok sayıda Müslüman’ın yaşadığı Rusya ve Çin de ABD’nin yakın ilgi alanı içindedir.

TEMEL  ÇELİŞKİYİ  GÖRMEK

Türkiye’nin merkezinde olduğu bölgeyi, büyük güçler yakından izlemekte ve yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Dünya ticaretinin yaklaşık beşte birini tek başına yapan ABD bunların başında gelmektedir. Küresel bir güç olmak isteyen ama bunun maliyetine katlanmak istemeyen AB, genellikle ABD’yle birlikte davranmaktadır. Küresel güç olma yolunda hızla ilerleyen Çin bölgede ağırlığını artırmaktadır. Eski günlerine dönmekte olan Rusya, bölgesel gelişmelerde son yıllarda iyice aktif tavır almaktadır. Sessiz ve derinden ilerleyen Hindistan giderek daha çok hesaba katılmaktadır. Bölgesel güç olma yönünde Türkiye’yi geride bırakan İran, Rusya, Çin ve Hindistan gibi bölge güçleriyle ittifak ağını güçlendirmekte ve daha çok öne çıkmaya çalışmaktadır.

Türkiye ise yön duygusunu yitirmiştir. Hedef yoksunudur. Hedefsiz olduğundan stratejisi de yoktur. Çekiç Güç’ten bu yana Irak’ın kuzeyine yönelik izlediği politika yanlıştır. Çünkü temel çelişkiyi ABD ile yaşamaktadır. Bu yalın gerçeği kabul etmediğinden, bölgeye ilişkin kırmızı çizgileri kırmızı halıya dönmüştür. ABD’nin desteğini arkalayan Kuzey Irak’taki Kürt oluşum, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu bölgesinde etkisini artırmaktadır. Muharip güçlerini Irak’tan çeken, siyasi ağırlığıyla ülkede ve kuzeydeki Kürt bölgesinde kalmayı sürdüren ABD, Irak’ın toprak bütünlüğü, Türkmenlerin konumu, Musul ve Kerkük gibi konularda Türkiye’yle hemfikir değildir. Irak’taki federal yapı uzun sürmeyecek, bölünme mutlaka gündeme gelecektir. Şiilerin, Türkmenlerin ve Arapların muhalefetine rağmen Kürtler er ya da geç bağımsızlık isteyecek, bunu da ABD ve İsrail’e güvenerek yapacaklardır. ABD de Türkiye’yi bu konuda ikna edecektir. Irak’ın bölünmesiyle kurulan Kürdistan, bir süre sonra Türkiye, İran ve Suriye’den de toprak isteyecektir.

Türkiye, zaman yitirmeden hedeflerini saptamalı, buna uygun ulusal politika ve stratejileri geliştirmelidir. 1923 Devrimi’yle kazandığı demokratik deneyim, laik kültür önemlidir. Tüm kırılganlığına, dışa bağımlılığına rağmen dünyanın 16. ve Avrupa’nın 6. büyük ekonomisine sahip olan Türkiye, sanayi, teknoloji ve beyin gücü açısından ciddi birikim sahibidir. Diplomasi ajandasının yoğunluğu yönünden daima dünyanın ilk 10 ülkesi arasındadır. Türkiye, bölgesel politikalara ağırlık vererek özgüvenini yeniden kazanabilir. Milli ve yerli bir duruşla öne çıkarsa, elini güçlendirebilir. Türkiye’nin tarihi, jeopolitik konumu, tarihsel ve kültürel coğrafyasının genişliği, Cumhuriyetçi birikimi ve devlet geleneği buna uygundur. Çünkü Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanların tarihsel, kültürel, duygusal etkileşiminin, geçişkenliğinin, sentezinin merkezindedir, adeta simgesidir. Türkiye’yi farklı, özgün ve zengin kılan da budur. Türkiye’nin bu sentezi kendi isteğiyle, kendi ürettiği politikalarla, kimsenin peşine takılmadan, kimse adına koçbaşı- Truva atı olmadan, kimseye model ihraç etmeden ve en önemlisi kendisine dayatılan modellere karşı çıkarak güçlendirmesi gerekir.

Türkiye ekonomisini, eğitimini ve savunmasını gerçekten milli ve güçlü kılmadan, bağımsız, ulusal ve etkili bir dış politika izleyemez. Bölgede, petrol dışında ciddi bir ihraç ürünü olmayan ülkelerle ticarette ihracat şansı en yüksek olan ülke ve buna öncülük etmesi gereken ülke Türkiye’dir. Bu yapılırsa, diğer zararlarından başka, sadece iktisadi maliyeti 300 milyar dolar olan emperyalizm destekli bölücü teröre karşı bölgesel müttefik bulmak kolaylaşır. Dahası Türkiye borsa, döviz, rant, repo, faiz sarmalından kurtulur. Buna koşut olarak yeniden istihdamı, vergiyi, ihracatı, üretimi, sanayiyi, yatırımı, ekonomide dışsallığı, adil bölüşümü, sermayeyi tabana yaymayı, kalkınmayı gündemine alır. Sonuçta ekonomisi güçlü bir Türkiye’nin, dış politikada da eli güçlenir.

Dr. Barış DOSTER

http://www.ilk-kursun.com/2010/10/turkiye-ve-bolge-merkezli-dis-politika/

23
Eki
10

TÜRBAN HEM CHP’Yİ VURDU, HEM TÜRKİYE’Yİ…

İlhan Selçuk Ağabey, çoğu yazılarında şu sözü yinelerdi: “Keşke ben haklı çıkmasaydım, onlar haklı çıksaydı da bunlar başımıza gelmeseydi…

Şimdi ben de diyorum ki, “Keşke ben haklı çıkmasaydım…” Bir makalemde CHP’ye şu uyarıyı yapmıştım: “Türbanla, mürbanla bir yere varılmaz, herkes aklını başına toplasın…”

Türbanla mürbanla bir yere varılmayacağını”, varılamayacağını çocuklar bile anladı. Bu girişimler ne CHP’nin oy oranını yükseltti ne yurdumuza özgürlük ve demokrasi getirdi. Oy oranını yükseltmek bir yana yapılan son anketlerde daha çok oy yitirdi. CHP’li vatandaşlar kendilerini aldatılmış gibi hissettiler. Sağdan ve soldan CHP’nin eleştiri yağmuruna tutulması ise işin cabası. Yani sonuçta türban Partinin ayaklarına dolandı. Sadece CHP’nin ayaklarına dolansa neyse, tüm Türkiye’nin ayaklarına dolandı. Bir kara örtü gibi sardı ülkenin ufuklarını.

Bu girişimle kimse bir yere varamadı. Varamazdı da… Bu girişimle CHP daha çok uyuyan devi uyandırdı. Türkiye bir aydır türbanla yatıyor, türbanla kalkıyor. 3-4 yıl öncesine değin Türbanın ne adı vardı ne sanı. Unutulmuştu. Daha doğrusu yargı organlarının birbiri peşi sıra aldığı çağdaş kararlar nedeniyle unutmak zorunda kalmışlardı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 1989 ve 1991 yıllarında Anayasa Mahkemesi ve Danıştay tam 22 kez “türbanın dini inancı temsil ettiğini, demokratik rejime, laikliğe aykırı olduğunu vurgulayarak onu resmi kurumlarda yasaklamıştı.

Bütün bu kararlara karşın YÖK Başkanı çıkıp “Hukuku arkadan dolanırız” diyebiliyor ve hakkı, hukuku, yetkisi olmadığı halde türbanı tüm üniversitelerde serbest bırakıp, sınavlardaki türban yasağını kaldırabiliyordu?

Bu olaylar karşısında Anayasal görevini yerine getirerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Anayasa Mahkemesinin ve Danıştay’ın kararlarını uygulamaya çalışan, demokratik rejimi, laikliği savunan Yargıtay Başsavcısına bugün hem AKP, hem MHP ateş püskürmektedir. Meclis Başkanı, “Yargıtay’ın bildiriyi acilen geri çekerek, Meclisten özür dilemesi gerektiğini” söylemektedir.

Kim kimden özür dilemelidir? AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın aldığı kararları savunan bir cumhuriyet görevlisi mi, yoksa onun bu görevini yapmasına engel olanlar mı?

Oysa Anayasa’nın 138. Maddesi şöyle der:

Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz…

…Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez...” der.

SÖZÜN ÖZÜ:

Türban, Cumhuriyet Kanunlarına aykırıdır. Çağdaşlığa aykırıdır. Uygarlığa aykırıdır. Türban Ortaçağın, esaretin simgesidir. Kim ki türbanı savunuyor o Cumhuriyet devrimlerine karşı geliyor demektir. Bu, “iki kere iki dört eder” kadar kesindir. Şu ya da bu şekilde bunun başka, hiçbir açıklaması yoktur, olamaz da…

Türban günümüzde artık krize dönüşmüştür. Savaşa dönüşmüştür. Üniversitelerde türbana karşı çıkan gençler, taşlı sopalı, baltalı bıçaklı saldırıya uğruyorlar. Hem de polis desteğinde… Gözlerine biber gazları sıkılıyor. Ama saldırganlara karışan yok. Saldırganlar özgür. Onlar ellerini kolların sallayarak uzaklaşıyorlar.

Ortaöğretim öğrencileri de ayağa kalktı şimdi. “Bana da, bana da…” demeye başladılar. Artık onlar da üniversiteli ablaları, ağabeyleri gibi derslere türbanla girmek istiyorlar. Adana’da, Mersin’de, Konya’da, Diyarbakır’da küçücük çocuklar sınıflarda, örtüler altında öğretmenlerini dinliyorlar. Böylece ortaöğretimin kalesinde de gedikler açılmaya başlandı. Yakında o gediklerden sızan türbanlılar ordusu, tüm okulları istila edecek ve türbansızlar kaçacak delik arayacaklar.

Bütün bu girişimler CHP’nin “türban çıkartması”ndan sonra oldu.
Cumhurbaşkanı eşinin kırmızı halılarda yürümesi olayı bile “türban açılımı”ndan sonra ortaya çıktı. Yüksek yargı organlarına, cumhuriyet başsavcılarına yapılan saldırılar bu eylemden cesaret aldı.

Okumaya devam edin ‘TÜRBAN HEM CHP’Yİ VURDU, HEM TÜRKİYE’Yİ…’

23
Eki
10

TRT ‘Ikoncan’ televizyonu

Ekrana çıkaracakları kişilerde popülerlik koşulu aradıklarını söyleyen İbrahim Şahin, Fehmi Koru’yu “pop ikonu” mu sanıyor dersiniz !

Eğer öyleyse Çankaya’yı da hakikaten George Clooney’nin malikanesi zannediyor

“TRT’nin AKP iktidarının vuvuzelası” olup olmadığını anlamaya ve tabii vekili olduğu millete anlatmaya çalışan CHP Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk, bundan aylaaarrr aylar önce, TBMM’ye verdiği soru önergesi aracılığıyla “işin aslı”nı bizzat Başbakan Erdoğan’dan öğrenmek istemişti.

Köktürk, geçtiğimiz Temmuz ayında yönelttiği 9 sorunun cevabını dün çok saygıdeğer TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’den aldı.
Teyid için aradım: Aldınız mı cevabınızı?
Almış! 9 soruya karşılık 2 paragraf!
Kargalar bile güler
Asıl olan boyu değil deyip içeriğine bakalım isterseniz Şahin’in cevabının. Diyor ki:
“TRT kanallarında yayınlanan programlara katılan konuk ve yazarlar belirlenirken, çalıştığı gazete ve televizyon kuruluşunun yayın politikası değil, gündemdeki konuyla ilgisi, tecrübe ve birikimi, kamuoyundaki popülerliği gibi hususlar dikkate alınmakta olup, Anayasa paketinin aleyhindeki görüşlere ilişkin olarak da çok sayıda haber yapılmış ve fırsat eşitliğini sağlamaya özen gösterilmiştir.”
“Bu cevap karşısında kargalar bile güler desem ayıp olacak” oluyor ilk tepkisi Köktürk’ün… Sonra “içeriksiz ve samimiyetsiz” olduğunu söylüyor hiçbir sorusuna yanıt alamadığı “yanıt metni”nin. Ha bir de “ciddiyetsiz”… Zaten ciddiye de almamış Şahin’in cevabını; “sözün bittiği yere geldik” diyor TRT ve Genel Müdürü’ne dair. Şahin’in, AKP baskısı altındaki kamu kurumlarının, liyakat değil tam tersi anlayışla yönetilmesinden cesaret aldığını söylüyor ve “böyle gitmez” uyarısı yapıyor: “Şahin bu iktidarın kalıcı olduğunu düşünüyorsa yanılıyor. Halkın vergileriyle ayakta kalan TRT’nin gerçek çizgisi ve işlevine döndürüleceğinden hiç şüphesi olmasın.”
Köktürk ayıp etmemeye özen gösteriyor ama; kulağınıza gelen o “gak”lamalar var ya; kargaların kıkırdaşmasından başka birşey değildir bilesiniz… Hem gülünmeyecek gibi mi; Yüksek Seçim Kurulu dahi “tarafsız olun” uyarısı yapmışken “fırsat eşitliği” sağladıklarından söz ediyor Şahin… Rahatlığına bakılırsa, CHP’nin Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na yaptığı suç duyurusunu da “takdir beratı” gibi algılamış olabilir pekala!
Ve bu yanılsamalar “popülarite” algısında da nüksediyor olabilir Şahin’in…
Mesela Fehmi Koru’yu, genç kızların üstlerini başlarını parçalayarak sevgi gösterisinde bulunduğu “pop ikonu” sanıyordur belki! Yahut Mümtaz’er Türköne’nin hayran kuyruğunun, Tepebaşı’ndan çık; New York’a yol olduğuna inanıyordur! Sokakta kimi durdursan Tamer Korkmaz’ı, İbrahim Kalın’ı tanır diye düşünüyordur! Eee Cumhurbaşkanı zaten malum George Clooney! Başbakan da çıkıp “Ayıptır söylemesi bir Bruce Willis karizmam var” dese kim “hayır” diyebilir !
Okumaya devam edin ‘TRT ‘Ikoncan’ televizyonu’

23
Eki
10

Başyazar

Yıllar önce İzmir’de, 20’li yaşlarda, Yeni Asır’ın yazı işleri müdürüyüm… Bayramlarda gazeteler çıkmıyordu o zamanlar, gazeteciler cemiyetinin bayram gazetesi çıkıyordu. Adı gazete ama, tırışkadan; konserve haberlerle yapılır, hatta, arife gününden üç günlük basılırdı. Şeker bayramında işe yaramazdı, kurban bayramında fena değildi, et filan sarıyordu ahali!

*
Vatandaşa faydası olmayan bayram gazetelerinin, gazetecilere faydası çoktu. Çünkü, cemiyetlerin kasasında eşşek yüküyle istiflenmiş para vardı. İki tane dandik haber attırıyordun, karşılığında, neredeyse bir aylık maaş alıyordun… Üstüne, matah iş yapmışsın gibi, avanta hediye sepeti veriyorlardı, içinde çikolata, viski falan.
*
Hangi seneydi unuttum, Asil Nadir batmıştı, sahibi olduğu Günaydın gazetesinin çalışanları aylardır maaş alamıyordu. Cemiyetteki bayram hazırlığı toplantısına Yeni Asır’ı temsilen gönderilmiştim. “Bu sene kimse çalışmasın, sadece maaş alamayan gazeteciler çalışsın, toplam ödenecek parayı onlar paylaşsın” dedim. Sanırsın, küfür ettim. Öyle bi hava oldu masada… Gerçi haksız değillerdi… Cemiyetin arazi kapatıp, kendilerine yazlık evler inşa ettiğini Yeni Asır’da manşet yaptığım için, pek severlerdi beni! Bayram önerim bardağı taşıran damla oldu, önerim reddedildi, cemiyet üyeliğinden atılmam oy birliğiyle kabul edildi.
*
🙂
*
“Cumhurbaşkanı Gül başyazar oluyor” haberini okuduğumda aklıma geliverdi o günler…
*
Türkiye Gazeteciler Federasyonu, “Kurban Bayramı’nda çıkaracağımız gazeteye başyazar olur musunuz?” önerisinde bulunmuş… Meğer, beş ay önce de sarı basın kartı vermişler Cumhurbaşkanı’na iyi mi… “E şimdi gazeteci mi oldum ben?” demiş. “E tabii” demişler.
“E yazı yazmıyorum” demiş.
“E bayram gazetesinde başyazar olun” demişler. “E peki” demiş.
*
Cumhurun başı…
Oldu sana köşe başı.
*
Aynı dakikalarda, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün basın özgürlüğü listesi açıklandı. Türkiye, 178 ülke arasında 138’inci sırada… Lübnan, Ermenistan, Bhutan, Nikaragua bizden iyi durumda, Irak çok daha iyi durumda… Küçümser ifadeler kullandığımız Afrika ülkeleri, Namibya, Gana, Tanzanya, Kongo, Uganda, Burkina Faso üstümüzde… Fasa fisoyuz bi nevi.
*
Geçen ay da, merkezi Washington’da bulunan Freedom House açıklamıştı listeyi… Kiribati, Nauru, Tayvan, Benin, Samoa, Moğolistan, Surinam, Vanuatu’nun gazetecileri bizden özgür.
*
Elâlemin bize ağıt yaktığı dakikalarda ise İstanbul’da Babıâli Şenlikleri vardı… Bülent Arınç’ın açılışıyla başladı, kokteyle geçildi, Boğaz’da “Selamet” gemisiyle atılan turdan sonra, sabrın sonu selamet tabii, Ahırkapı Roman Orkestrası’yla göbek atılarak tamamlandı.
*
Allah’tan yolun başında cemiyetten kovmuşlar da, gazeteci olmaktan
kıl payı kurtulmuşum yani…
Üzülürdü yoksa insan.

Yılmaz ÖZDİL

http://www.ilk-kursun.com/2010/10/basyazar/

23
Eki
10

‘Silivri Toplama Kampı, Zulümhane’

6 Mart 2009’dan beri cezaevinde bulunan Ergenekon Davası sanıklarından gazeteci Mustafa Balbay’ın ‘Silivri Toplama Kampı, Zulümhane’ kitabı bugün piyasaya çıktı. Balbay kitabında Ergenekon iddianamesindeki tezatlara ve yanlışlıklara değiniyor. Balbay, hakkındaki iddiaları da yanıtladığı kitabında Atatürk’ün bile şüpheli gösterildiğini iddia ediyor. Balbay’ın kitabında Silivri Cezaevi’ndeki yaşantısını ve karşılaştığı trajikomik durumları ve ‘yalnızlığı’ da ilginç örneklerle anlatıyor.

İşte Balbay’ın kaleminden Silivri Cezaevi’nde yaşam:

‘PKK olsa mesele yok’
“Nevruz’du. Yine koğuşta yalnızdım. Yan koğuştan olağanüstü coşkulu sesle geliyordu. Bir ara duman da yükseldi. Nöbetçi gardiyana, ‘Bu ne?’ diye sordum. ‘ PKK tutukluları’ dedi, ‘Hep birlikte Nevruz’u kutluyorlar.’ ‘Bizi burada yalnız tutuyorsunuz. Onlar hep birlikte Nevruz kutluyorÖ’ Manidar bir yanıt verdi: ‘Abi sen PKK olsan mesele yok zaten. Ergenekon’sun…”

“Bir gün iyi selamlaştığım gardiyanlardan biri mazgalı açtı, beni yanına çağırdı. Mektup ya da bir haber verecekmiş havasındaydı. Yaklaştım ‘selam’ dedim. ‘Yaklaş’ dedi. Biraz daha yaklaştım. Mazgal bel hizasında. Eğildim, ‘Hayrola’ dedim. ‘Biraz daha yaklaş’ dedi. Burun buruna geldik. Fısıldamaya başladı: ‘Bir şey söyleyeceğim. Ben Atatürkçüyüm. Aramızda kalsın…”

http://www.ilk-kursun.com/2010/10/%E2%80%98silivri-toplama-kampi-zulumhane%E2%80%99/

23
Eki
10

BRAVO KILIÇDAROĞLU TARİHE GEÇECEKSİN…

Tüpten çıkan diş macunu, tekrar tüpe sokulabilir mi? “Sokarım!” diyen marifetli varsa, yapsın görelim.
“Türban” ya da “başörtüsü” tüpten çıkan macun gibidir, bir çıktı mı, bir daha girmez.
Sorun yalnız üniversitelerde sanılıyor, oysa yıllar önce yazmıştık:
“Diyelim üniversitede türban serbest oldu, genç kız okudu mezun oldu, sonra?”

Türbanıyla öğretmenlik yapabilecek mi, hâkimlik yapabilecek mi, eczacılık yapabilecek mi, Devlet memuru olabilecek mi?
Hayır, olamaz!
Olur mu böyle şey, bu haksızlık değil mi?
O zamanlar, bunu tartışmayı bile abes sayanlar, şimdi şartlardan en önemlisi sayıyorlar.
* * *
Hele CHP’nin ne dediği pek anlaşılmayan, daha doğrusu yarın ne diyeceği bilinmeyen Genel Başkanı Kılıçdaroğlu türban koşullarını sıralıyor:
“Üniversite dışına taşmamalı, kamuya girmemeli, hukuki güvence verilmeli?”
Sondan başlayalım, nasıl bir hukuki güvence?
AKP sözcüsü açık açık söylüyor:
“On yıl sonrası için güvence veremeyiz!”
Haklı, değil on yıl, on gün sonrası için dahi güvence veremezler, üstelik vermeye de niyeti yok, fırsat bu fırsat…
Yargıtay Başsavcısı da esiyor gürlüyor:
“Yüksek öğrenimde türbana, dinsel inanç nedeniyle geçerlilik tanımak, kamu hukuku düzenindeki dinsel esaslara dayandırmak laikliğe aykırıdır.”

Başsavcı böyle diyor, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını hatırlatıyor.
Elbette hukuk devletinde Yargıtay Başsavcılığı’nın görüşü önemlidir, dikkate alınmalıdır.
Yakın Türkiye’de Başsavcı’nın değil, YÖK Başkanı’nın emirleri geçerlidir, son emrinde, her fırsatta türban serbest, dedi kestirip attı. Kim sesini çıkarabildi?
Onun için bize göre türban işi bitmiştir. Hep söyledik, bir memleketin Cumhurbaşkanı’nın eşi türbanlıysa, Başbakan’ın eşi türbanlıysa, bakanların eşleri türbanlıysa, öğrencisi, memuru, ilkokul çocuğu türbanlı olursa kıyamet mi kopar!
* * *
Bundan sonrası başı örtülülerin, başı kapalıların, türbanlıların sorunu değil, onlar işlerini bitirdiler, şimdi sıra başı açıkların örtünmesinde, siz onlara bakın.
Onlara başınızı açın diyenler, şimdi kendi başlarının örtünmesini bakalım nasıl önleyecekler.

* * *
İş ilanı düşünün, işçi alınacaktır, ufak bir şart:
“Başı kapalı, örtülü olanlar tercih edilir.”
Açık açık yazılacak değil, kulaklara fısıldanma yeter?

Evet, bir dönem geri kaldı.
Aydın Boysan, İstanbul’un sosyal hayatını “lahmacundan önce, lahmacundan sonra” diye ikiye ayırır, lahmacun milattır.
“Türban” da bir başka milat…
Her geçip giden dönemin acı tatlı “gülünç ve hazin” hikâyeleri varmış; onlardan birini de yarın anlatırız.

Hasan PULUR

http://www.ilk-kursun.com/2010/10/bravo-kilicdaroglu-tarihe-gececeksin/

23
Eki
10

Bir din âlimi ki ?

BİR din âlimi ki “Adama bakar mısınız, ‘Başörtülerinizle yaka ve göğüslerinizi de örtün’ mealindeki ayeti başınızdan alın da onunla göğsünüzü örtün şeklinde anlamaya ve yorumlamaya çalışıyor” diye yazıyor.

Adının önünde “Prof. Dr.” rütbesi de var. Ama düpedüz yalan yazıyor.

“Adam” dediği adam benim.

Ancak onun iddia ettiği saptırmalardan hiçbirini yapmadım.

Saptıran kendisi !

Koskoca allâme-i cihan !

O adımı vermemiş, bu nedenle adını anmama gerek yok. 12 ve 13 Ekim tarihli yazılarımda bakın ne yazmışım:

SÖYLE  İNANAN  KADINLARA

“Kuran’a göre göğüslerini ne ile örtecek dikkatsiz mümine (inanan)? Hımar (çoğulu: Humur) ile örtecek. Hımarın İslam’la herhangi bir ilişkisi var mı? Yok! İslam öncesi dönemde Arapların ve Yahudilerin güneşten sakınmak için başlarını örttükleri bir giysi parçası.
Buyursunlar, imamlar, hacılar, hocalar, imam hatipliler, ilahiyatçılar yazdıklarımın tersini kanıtlasınlar.” (12 Ekim 2010)
“İslam öncesinden kalan geleneksel örtünün memelerin üzerine indirilmesi buyurulmaktadır. ‘Wal yadhribna bi khoumourihinna âla jouyoubihinna’. Bunun Türkçe anlamı şöyle: ‘(Söyle inanan kadınlara:) örtülerini göğüsleri üzerine indirsinler’.” (13 Ekim 2010)

İSLAM’LA  ALAKASI  YOK

Ayette sözü geçen örtünün (hımar) geçmişi putperest Arap toplumlarının binlerce yıllık tarihi kadar eskidir. Yani o örtünün İslam ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Sadece Araplar değil yarımadanın bütün kavimleri güneşe ve rüzgârın getirdiği kumlara karşı o örtüyü kullanmışlardır. Uzun bir örtü olmalı ki Kuran kadınlara “Göğüslerinizi onunla örtün” diyor. Çünkü İslam öncesi kadınları göğüslerini gizlemiyordu. Müslüman cariyeler sadece göbekle diz arasını örtüyorlardı. Kocamış, cinsel gücü kalmamış erkek hizmetçiler karşısında evli kadınların kendilerini sakınma zorunluluğu yoktu (Nur Suresi, 31. ayet). Peki bunlara ne demeli? Bunlar Kitap’ta yazmıyor mu? Yazıyor! Özgür Müslüman kadın göğüslerini örtüyor, cinsel gücü kalmamış erkek hizmetçiler karşısında kendini sakınmıyor; köle Müslüman kadınlar göğüslerini örtmüyor. Bu ne biçim iş ?

SAÇ  İÇİN  ZORUNLULUK  YOK

921 yılında Abbasi Halifesi Muktedir’in Volga Bulgarlarına gönderdiği heyette yer alan İbn Fadlan Risale adlı kitabında dönemin henüz Müslüman olmamış Türkleriyle ilgili olarak şunları yazar: “Kadınları erkeklerinin ya da başka erkeklerin önünde örtünmez. Ayrıca kadın vücudunun hiçbir kısmını hiç kimseden gizlemez. Bir gün, içlerinden birinin çadırına girdik ve oturduk. Bu adamın karısı bizim yanımızdaydı. Biz konuştuğumuz sırada, edep yerini (cinsel organını) açtı ve kaşıdı. Yüzümüzü ellerimizle örttük.” (İbn Fadlan, “Bin Yıl Önce Türkler ve Ötekiler” İstiklal Kitabevi, s. 19)
Demek ki 921 yılında Türk kadınları don giymiyormuş.

Müslüman olunca mutlaka don giymişlerdir.

İslam öncesinde Arap kadınları da üryan geziyormuş ama kuma ve güneşe karşı başlarını örtüyormuş.

Bu nedenle, hımarların artan bölümüyle memelerini örtmeleri istenmiş.

Başlarını güneş ve kuma karşı bir doğal zorunluluk olarak örtüyorlar; aynı örtüyle memelerini örtmeleri de yeni edep anlayışı dolayısıyla isteniyor.

Saç  için  bir  zorunluluk  yok.

Bu  kadar  basit.

Özdemir İNCE

http://www.ilk-kursun.com/2010/10/bir-din-alimi-ki/

23
Eki
10

YOLUN ÇIKIŞI

“Madem ki Kilisenin esiri bir toplumla yan yana bulunuyoruz, inanmalıyız ki önlerine çıkacak en ufak bir fırsatı kullanarak ikinci bir 1963 kanlı olaylarını tekrar yaratacaklardır”.

“Madem ki Kilisenin esiri bir toplumla yan yana bulunuyoruz, inanmalıyız ki önlerine çıkacak en ufak bir fırsatı kullanarak ikinci bir 1963 kanlı olaylarını tekrar yaratacaklardır”.

Dr. Fazıl KÜÇÜK

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adına çözüm görüşmelerine katılanlar tarafından sunulan mülkiyet konusundaki öneriler, Rum Ulusal Konseyi ve yönetimince oluşturulan bir komisyonda görüşülüyor. Konuya ilişkin olarak yapılan değerlendirmelere göre komisyon kararını açıklamadan görüşmelerin askıya alınması bile konuşuluyor. Rum basınında konuya ilişkin t-onlarca habere rastlamak olasıdır. Bu tutumun Bay Dovner tarafından da onaylandığı belirtiliyor.

Türkiye’deki TOKİ örneğinden esinlenerek açıklanan önerilerin ne veya neleri içerdiğinin kamuoyunca bilinmediğini de kaydetmek istiyoruz. Karşı tarafın konuya ilişkin olarak gösterdiği duyarlılık ve komisyon kurması üzüntümüzün temel kaynağıdır. O zaman sormak durumundayız. Bizler ne yapıyoruz. Konuya ilişkin olarak hangi noktadayız… Bilmek hakkımızı saklı tutmak istiyoruz.

Yıllardır uygulanan ticari ambargolar sonrasında adada yaşanan sıkıntılar dayanılamaz boyutlara ulaşmıştır. Görüştüğümüz bazı işadamları sıkıntılarını dillendirdiler. 150 kişiyi çalıştıran kuruluşun yöneticisi şu anda 20 kişi ile işlerini yürütmeye çalıştığını belirtiyordu. “İşçi sayısının 5’e düştüğü anda dana kurban edeceğini” yaşlı gözlerle anlatıyordu.

Değişik iş kollarında hizmet veren şu anda 300 kişiyi çalıştıran bir başka işveren ise benzer sıkıntıları dillendiriyordu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti işverenlerinin en büyük sıkıntıyı Mersin Gümrüğü’nde yaşadıklarını örnekleri ile anlattılar. Mersin Gümrüğü’nün geçilmez olduğu gerçeği, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği tarafından da açıklanıyor.

Bu sıkıntıların ortalık yerden kaldırılabilmesi için siyasetçilerin zaman yitirmeden bir araya gelerek soruna çözüm bulmaları gerekmektedir. Hamaseti bir yana bırakarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durabilmesi mutlaka sağlanmalıdır. Dış ambargolardan duyulan sıkıntılara bir de Mersin Gümrüğü ambargosunun eklenmemesi gerekiyor.

Kıbrıs Türkleri, ekonomik olarak kalkınması sonrasında Rumların karşısına daha güçlü oturacaklardır. Adayı risklerle dolu olarak tanımlayan bazı işadamlarına karşın, vatan toprağı olarak tanımladıkları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yatırım yapmaları gerektiğini de kaydetmek istiyoruz. Adada yapılacak olan özelleştirmelerle sıkıntıların aşılmayacağının da bilinmesi gerekiyor.

Okumaya devam edin ‘YOLUN ÇIKIŞI’

22
Eki
10

Yarınki tarihte bugünün yeri

Tarihin en renkli ve ilginç anlatım biçimi, anılardır. Anılarını yazan kişi, olayları o kadar basite indirerek anlatır ki!
Sanki İngilizler, Almanlar, Ruslar, Amerikalılar, Türkler bir insandır.
“İngilizler, Ortadoğu’da kukla devletler kurdururken, Almanlar onlara karşı tedbir alıyor, Rusya Stalin’le atak yapıyor, Türkiye bu hengâmede korunmaya çalışıyordu.’’
Üslup budur!
İyi anlaşılıp, iyi yazılırsa, kuru tarih bilgileri yerine bu renkli anlatım çok daha yararlı olur.
*  *  *
Geçen gece emekli büyükelçi, kıdemli diplomat, CHP Milletvekili Şükrü Elekdağ, adeta geçmiş günleri anlatan, anılarını yazan biri gibiydi.
Bugün yaşadıklarımızı o kadar basit, anlaşılır bir üslupla anlatıyordu ki:
“Barzani ve PKK, Amerika’nın piyonlarıdır!’’ diyordu.
“Amerika desteğini çeksin perişan olurlar.’’ diyordu.
Elekdağ’a göre, Amerika’nın PKK’ya karşı gösterdiği davranış, iki yüzlü bir politikaydı.
Amerika, bir taraftan PKK’yı kolluyor, bir taraftan da “terör” diye tanımlıyordu.
*  *  *
“Arena” programında bunları anlatan Elekdağ’a Uğur Dündar dayanamayıp sordu, Elekdağ ayrıntılara girdi.
Türkiye’nin Kuzey Irak’ta kara harekâtına girmesine Amerika izin vermiyordu, verse bile gösteriş olsun diye veriyordu. Ya hava harekâtları, bombardımanlar.
Türk uçaklarının nereleri bombalayacağını Amerika belirliyordu, “İşte terörist gruplar burada”  diyor, Türkiye dağı taşı, kayaları bombalıyordu.
Elekdağ’ın bir de benzetmesi vardı:
“Ağacın gövdesi değil, ince dalları, yaprakları hedef alınıyordu!”
*  *  *
Elekdağ sonra Türkiye’nin terör politikasına geliyor, Başbakan’ın “Biz teröristlerle görüşmeyiz!” dediği halde bugün İmralı’da görüşmeler yapıldığını söylüyordu.
Uğur Dündar araya giriyor, Başbakan’ın değil, hükümetin değil, bazı devlet görevlilerinin İmralı’da görüşme yaptıklarını söylüyordu.
Elekdağ bunu da kabul etmiyordu:
“Bir MİT müsteşarı, bir Dışişleri Bakanlığı müsteşarının haddine mi düşmüş ki Başbakan’dan, Bakan’dan izin almadan böyle işlere girişsin. Türkiye Cumhuriyeti bir devlettir, devlet geleneğinde ve yönetiminde böyle şey olmaz. Ben 40 yıl bu devlete hizmet ettim, devlet geleneği budur, devlet yönetimi böyledir, çok şükür ki böyledir.”
*  *  *
Yarının tarihini bugünden söylemek…
Bu da devlete 40 yıl hizmet etmiş Elekdağ gibi devlet adamlarının işi…
Acaba Sayın Elekdağ, bugünün hiç dilden düşmeyen sloganlarının yarın nasıl değerlendirileceğini de söyleyebilir mi?
“Terörle bir yere varılamaz” gibi “Akan kan yerde kalmaz” gibi, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” gibi…
Geleceğin tarihinde bunlar nasıl yorumlanacak?..

Hasan PULUR

http://www.ilk-kursun.com/2010/10/yarinki-tarihte-bugunun-yeri/

21
Eki
10

Kışlalı İçin..

Bundan dokuz yıl önce, bombalı bir suikast sonucunda yitirdiğimiz Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, ülkemizin yetiştirdiği önemli siyaset, bilim, kültür ve sanat insanlarından biri idi.

Zarafeti, kibarlığı ve örnek davranışları ile kendisinden sonraki kuşaklar için simgeleşmişti. Bizler onu, inançlarından ödün vermeyen, gerçek bir Kemalist ve örnek bir siyasetçi olarak tanıdık.

Kültür Bakanı Sevgili Ahmet Taner Kışlalı’yı tanıdığımda, on dokuz yaşında üniversite öğrencisiydim. Daha sonraki yıllarda çeşitli fırsatlarla Sevgili Kışlalı ile daha yakından tanışıp, söyleşilerde bulunma olanağına sahip oldum. İlerleyen yıllarda görüşmelerimiz sıklaştı, dostluğuna eriştim. Nikah tanığım olarak bana büyük onur verdi. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Ahmet  Taner  Kışlalı  niçin  öldürüldü ?

Bu sorunun yanıtı bellidir.

Tıpkı öldürülen diğer aydınlar gibi, Kemalist Devrimleri ve ilkeleri benimsediği için.

Cumhuriyete sahip çıktığı için. Türkiye’nin bütünlüğünü savunduğu için.

Emperyalizme karşı dik durduğu için..

Ülkemizin  aydınlık  insanları ;  Kemalist  Devrimlere  ve  ilkelerine  sahip  çıkmak

için  güçlerini  birleştirip  tek  yumruk , tek  ses  olmak  zorundadırlar.

Güçlerini  birleştirmek  zorundadırlar.

Çünkü örgütsüz toplumların yapabileceği hiçbir şey yok…

Bu yüzden dağınık ulusal güçlerin, tüm demokratik kitle örgütlerinin toparlanarak, birlikte hareket etmesi, ülkemizin aydınlık günlere ulaşmasına katkı sağlayacaktır.

Yıllardır ülkemizde aydınlık karşıtı eylemler yaşanmaktadır.

Günümüzde de bu aydınlık karşıtı eylemler çok daha büyük boyutlara ulaşmıştır.

Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla laiklik karşıtı söylem ve eylemlerin odağı olduğu belgelenen siyasi iktidar, sivil darbe girişiminde bulunmaktadır.

Ancak bugünkü durum ne kadar kötü olursa olsun, Atatürk’ün kurduğu laik ve demokratik cumhuriyetimizi, sonsuza dek yaşatmak için güçlerimizi birleştirmek zorunluluğundayız.

Örgütlü olmak, bilinçli hareket etmek, ülkemizde yaşanan sivil darbe girişimini sona erdirecek ve aydınlığa ulaşmamızı sağlayacaktır.

Kışlalı’nın deyişiyle; “Atatürk’e evet, Kemalizm’e evet” diyen aydınlık insanlar, bu eşsiz ülke hepimizin. Bu güzel ülkeyi bilimin ışığında çağdaş bir Türkiye yapmak için, yarım bırakılan Kemalist Devrimlere merhaba demek için güçbirliği oluşturmak gerekmektedir.

Artık  susma  zamanı   bitmiştir.

Alıştıra alıştıra, göstere göstere ve dayata dayata İslam devletine doğru gidiş gündemdedir.

Karanlık günler, yolsuzluk ve yoksulluk gündemdedir.

Hukuksuzluk gündemdedir.

Emperyalist saldırılar gündemdedir.

Okumaya devam edin ‘Kışlalı İçin..’

21
Eki
10

Yeniden doğmalıyız Atatürk’ün saçtığı tohumlardan..

Türkiye’nin kalp ölümü gerçekleşti.

Ortada bağımsız yargı diye bir erk kalmadı..

Tekleyen demokrasimizin kalbi atmıyor, seğiriyor; yeni boğazlanmış bir koyun gibi..

Yargıyı hallettiler..

Vicdanı kalplerinden kazıyıp attılar, çekirdeğindeki laiklik de gitti;

o bir et yığını şimdi..

Demokrasi kılığında dolaşmasına bakmayın, onun hukuku yok..

Her türlü zorbalığa, acımazlığa, hukuksuzluğa hazır olun..

Her yer Silivri..

Bundan böyle kendi çalıp kendi oynayacak hükümet; kısır düğünü gibi:

Düğün var gelin yok, demokrasi var hukuk yok..

Yasama, yargı ve yürütme..

İnsan bedeni üzerinde yerlerini işaretlersek: Yasama beynimize denk düşer,

yargı kalbimize, yürütme neyimize?..

İnsanın yürüme organı ayağıdır; hükümet ayağımıza denk düşüyor yani..

Yürütme bir erk olamaz..

Yasama erkinin emrinde ve yargı erkinin denetiminde yürüyen bir ayaktır o..

Hangi yöne gideceğimize ayak değil beyin karar verir ve kalp (vicdan) denetler..

Hangi akıl yürütmenin bağımsız bir erk olduğunu söyleyebilir?..

Beyinden emir almadan bağımsız yürüyen ayak ya sarhoştur ya deli..

Akıl işi mi kaz adımı yürüyüşü?..

Akıl tutulması değil mi zaten dinci faşizm!..

Nasıl ki insanın öldüğünü ya da canlı olduğunu kalbine ve beynine bakarak anlıyorsak (ayaklarına değil) demokrasinin de öyle..

Okumaya devam edin ‘Yeniden doğmalıyız Atatürk’ün saçtığı tohumlardan..’

20
Eki
10

Demokrasi neden uzak?

BUGÜN, dostum Adonis’in “Orpheus’un Bakışı” (“Le regard d’Orphée”, Ed.Fayard) adlı söyleşi kitabından ilham alacağım (s. 188-189). Söyleşiyi yapan Houria Abdelouahed, Paris-VII Denis Diderot Üniversitesi’nden öğretim üyesi ve psikanalist.

* * *
Houria: Hz. Peygamber ölümünden önce yerine kimseyi halef seçmemişti. İnsanları özgür bırakmıştı.
Adonis: Evet. “Amrukum shûrâ baynakum” (Karar vermeden önce görüşme yapacaksınız). Ama bunun nasıl olacağını söylemedi.
Houria: Doğru, insanları özgür bıraktı.
Adonis: Tabari’nin anlattığına göre, dostları Hz. Peygamber’i ölüm döşeğinde bırakıp Sakife denen yere gittiler. Kabilecilik sistemine geri dönüş Sakife’de oldu. Hz. Muhammed’e inanmış, onu desteklemiş ve Kureyş’e karşı korumuş olan Ensâr (koruyucular) uzaklaştırıldı.
Houria: Ensâr’ın uzaklaştırılması (ekarte edilmesi) gerçekten siyasal bir felakettir. Sadece halifeliğin Hz. Muhammed’in kabilesi içinde kalmasıyla değil, bunun bir ilkeye dönüşmesi ile.
Hz. Ömer’in kılıcını çekip Hz. Ebubekir’in seçilmesine karşı çıkanları tehdit etmesi hepimizin belleğinde.
Adonis: Doğrudur, Kureyş’e geri dönüş, herhangi bir seçimin ya da ümmetin tercihi değildi, kılıç tehdidi altında olmuştu.
(Mürted (dönek) olduğu iddia edilenlerin nasıl kılıçtan geçirildiğini anlattıktan sonra Adonis devam eder. Aslında dönekler dönek değildir. Temizlemek için bahanedir).
Kısacası, ilk Arap-Müslüman toplum kabilecilik ve şiddet üzerine kurulmuştur ve günümüz Arap rejimleri aynı temelleri ve Tarih’in aynı karanlık yüzünü korumaktadır: Şiddet, cinayet, zorbalık.

Okumaya devam edin ‘Demokrasi neden uzak?’

20
Eki
10

Christian ile Bettina

Almanya Cumhurbaşkanı geldi.

*
Dindar bi ailenin çocuğuydu.
“Hıristiyan” adını koydular ona.
Babası zampara çıktı.
Henüz bebekken, anasını boşadı.
Annesi başkasıyla evlendi.
Üvey baba şerefsiz evladıydı.
16 yaşındayken, annesi öldü.
Üvey babası sokağa attı.
Öz babası da yanına almadı.
*
Büyüdü, hukuk okudu.
Okul arkadaşıyla evlendi.
Kızları oldu.
Örnek babaydı.
Siyasete atıldı.
Aşağı Saksonya Başbakanı oldu.
*
Başbakanken, Afrika’ya resmi ziyarete gitti, oradayken, kendisinden 15 yaş küçük Bettina’yla tanıştı. Üniversitede gazetecilik okumuştu ama, gazetecilik yapmıyor, bir lastik şirketinin basın danışmanlığını yapıyordu Bettina… O vesileyle katılmıştı Afrika gezisine.
*
Bi safari…
Bettina hamile kaldı!

Okumaya devam edin ‘Christian ile Bettina’




İstatistikler

  • 2.406.123 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ekim 2010
P S Ç P C C P
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
25262728293031

En fazla oylananlar