Türk köyünün kürtleşmesi, Türk köyünde küçük çiftçiliğin serbest toprak mülkiyetinin tasfiyesile başlar. Eski hükûmetlerin her türlü himayeleriyle etraflarındaki Türk nüfusu aleyhine her gün biraz daha silâhlanan ve azan bir kürt aşiretinin, tesallûtu karşısında birgün, ya canından, ya toprağından geçmek ıztırabında kalan Türk köylüsü toprağını bu kürt beyine terk edince, derhal, bu beyin arazisinde çalışan bir canlı “meta” bir “toprak kölesi” haline düşer. Artık onun hem malı, hem canı, hem namusu Kürt beyinin malıdır. Artık onun kendini Kürt sayması, Kürtçe konuşması ve beyin adamlarının ardından derhal köye gelip yerleşen izbandut gibi bir tarikat şeyhinin, her gösterdiğine tapması, her dediğine inanması lazımdır. Kürt beyi her zaman asidir. Yeni tebaanın da beyinin isyanına iştirak etmesi, onun cinayetlerine şerik olması lâzımdır. O zaman talanlar ve baskınlar başlar. Kürt beyine teslim olan Türk köylüsü, başında bir keçe külah, elinde beyinin ariyet silahı ve sabıkalı bir haydutun kumandası altında, yakındaki Türk köylerini basmaya çıkar. Talanın bütün ganimeti beye aittir. Fakat arada bir kaç günahsızın kanı dökülünce, bu köylünün de mukadderatı artık beyinin mukadderatiyle birleşmiş demektir. Dininden, milliyetinden ve mülkiyetinden tecrit olunan bu zavallı mahluk, artık bir vergi kaçağı, bir asker kaçağı, bir sabıkalı, bir vahşi unsurdur. Kürt beyi, tehakkümünü Kürtleştirilmiş Türkün, toprağı, kanı, milliyeti, dini ve namusu pahasına yaşatır
|
|
( Kadro dergisi, sayı 6, Haziran 1932 )
1925’te, Şeyh Said’in isyanına sahne olan yerlerden, o zaman İstanbul matbuatına akseden en dikkate şayan müşahedeler, Naşit Hakkı Bey’in “Şark Mektupları” olmuştu.1
Naşit Hakkı Bey bu mektuplarını, ayni sahada yaptığı son seyahatinin intibalerile tamamlıyarak şimdi bir kitap halinde çıkardı. Kitabın ismi şudur: Derebeyi ve Dersim.2
Derebeyi ve Dersim, Dersim’in içtimaî nescinin, göründüğü gibi ve olduğu gibi tasviridir. Bu kitapta müşahedenin ve eşyanın hakikati, bir takım subjektif mütalaalara ve hükümlere feda edilmemiştir. Hiç tahrif olunmadan tasvir edilen hayat parçaları ve verilen tipler, hayalimizde hatlarını, her istediğimiz anda, hakikatte olduğu gibi çizebileceğimiz kadar canlı, taze ve orijinaldir. Bununla beraber “Derebeyi ve Dersim”de biz, sadece, iyi tanınmayan bir vatan parçasında iyi yapılmış bir seyahatin âfâki intibalarını değil, ayni zamada keskinliği uzaktan idrakimize çarpmıyan mühim bir vatan meselesinin de müşahede ve tehahhusunu buluyoruz: Bu kitapta biz genç inkılâp Türkiyesi’ne eski Osmanlı İmparatorluğu’nun en tehlikeli mirası olan “Derebeyi” kurdunun, bütün sinsi kastlerini ve kımıldanışlarını -tıpkı berrak bir adese altında imiş gibi- görüyor ve tâkip edebiliyoruz.
“Derebeyi ve Dersim” inkılâp münevverinin, hem hücra vatan bucaklarını hem bu bucaklarda gizli kalan geniş inkılâp davalarını görme ve tanıma cehtinin, kitap şekline inkılâp etmiş ilk eseridir.
Naşit Hakkı Bey’in hacim itibarile küçük kitabı, ihtiva ettiği müşahedelerin ve vesikaların zenginliği itibarile muhtelif cephelerden tetkik mevzuu olabilir. Fakat biz, burada bilhassa şu nokta üzerinde duracağız: Derebeylik.
***
Derebeyi kimdir..? Ve Derebeylik nedir..?
Eğer Derebeylik meselesi sadece bir Dersim meselesi olsaydı, bu mesele derhal, üstünde fazla durulmaya mahal olmayan küçük bir idari dava haline istihale eder giderdi.
Halbuki derebeylik deyince biz, Türk inkılâbının getirdiği bütün siyaset, iktisat ve hukuk usulleri haricinde bu usullere karşı cebren tegallüp etmek isteyen geri bir cemiyet tarzının maddi müesseselerini (yarı feodal toprak mülkiyetini) ve bu müesseselerin meşruiyetini müdafaa eden ruhani kuvvetleri (yani şeyh ve tekke nüfuzunu) anlıyoruz.
Toprak köleliği ve insanın toprakla beraber alınır, satılır bir “meta” haline getirilişi; toprakta müstahsilinin ya bir duygusuz öküz, ya cansız bir kara sapan gibi sessiz ve hissesiz kılınışı ve nihayet vatandaş ruhunun bu menfur esarete baş eğmekten başka birşey bilmeyen bir kara çamur haline kalbi derebeylik nizamının maddi ve manevi işaretleridir.
Bu işaretleri biz, Türk vatanının neresinde sezersek orada derebeyliğinin sıkılacak boğazını aramak hem hakkımız, hem vazifemizdir.
***
Eski Osmanlı vesikalarına göre Van ve Diyarbekir vilâyetlerinide 24 “Osmanlı sancağı” 12 “Ekrat beyliği” ve 9 “mefruzulkalem hükûmet” vardır. Sancak, devlet idaresine bağlı olan yerlerdir. Ekrat beyliklerine devletin surı bir müdahalesi vardır. Fakat mefruzulkalem hükûmet ne varidatına ne de idaresine devletin müdahalesi olmıyan bir müstakil, fakat iptidaî derebeyi hükûmetidir. Bu vesikalara göre, meselâ Palu bir hükûmettir. Bitlis bir hükûmettir. Bu hükûmet reislerinin istiklâl alâmeti olan “tabl ve alem”i vardır. Kendilerine divandan zaman zaman, name ve ferman yazılır.
Bu manzaranın manası “Van ve Diyarıbekir eyaletleri, eski Osmanlı İmparatorluğu’nca hiçbir zaman tam teshir olunmamıştır” demektir. Tanzimat’tan ve bilhassa Meşrutiyet’ten sonra bu mıntıkalarda yapılmak istenen ıslahat, hiç bir zaman tam inkiyat altına alınamayan ve içtimaî temeli esasından tasfiye olunamıyan derebeyinin daima mukavemetine maruz kaldı.
Yeni Türkiye’nin bu yerlerde eski Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras aldığı şey, teshir olunmamış bir toprak parçası üstünde tecanüsünü bulmamış bir iptidaî cemiyettir. Bu cemiyetin dahilî ve iktisadî münasebetlerine hakim olan usuller ve şekiller, geri ve menfur bir derebeyliğin vahşi usulleri ve şekilleri idi.
***
Osmanlı İmparatorluğu devrinde Van ve Diyarbekir eyaletlerinin küçük tarihi, bu yerlerde Türk nüfusunun, Türk dilinin ve Türk harsının ezilmesi, temsil olunması ve yabancılaşması tarihi oldu. Osmanlı tarihinin bütün devirleri, Van ve Diyarbekir eyaletlerinde, iktisaden ve hukuken serbest Türk köylü ve şehirlisiyle, ferdin iktisadî ve hukukî esaretine ve sıkı bir toprakbentliğe istinat eden Kürt feodalizmi arasındaki cidal ile geçer. Bu mücadelede Osmanlı sarayını biz, daima Türk’ün aleyhine cephe almış görürüz. O zaman Şark hudutlarında daima bir büyük tehlike gibi sayılan Acem istilalarına karşı, bu hudutlara Kürt beyliklerinin Saraya ekseriya sadık kalan toplu kuvvetlerini bulundurmak endişesi, Cezireiulya yaylalarına daha Osmanlı saltanatı kurulmadan evvel yerleşen Oğuz Türklerinin, bu hergün biraz daha kuvvetlendirilen Kürt feodalizmine kurban edilmesini her nedense icab ettirmişti. Bu suretle, Şark çitelerinden Ege denizine ve Tuna’ya kadar, yayıldığı her yerde serbest mübadeleyi, küçük çiftçiliği ve yüksek medeni harsi temsil eden Türk nüfusu, Van ve Diyarbekir eyaletlerinde Osmanlı sarayının hiyanetine uğramış, küçük çiftçilik yerine toprak köleliğini, serbest mübadele yerine mübadelesiz tabiî iktisat rejimini, medeni seviye yerine yazı ve hars yokluğunu temsil eden geri bir derebeyliğin lokması kılınmıştır.
Okumaya devam edin ‘Derebeyi ve Dersim’
Son Yorumlar