Eylül 2010 için arşiv

30
Eyl
10

Trafik ve süreç hızlandı

Anayasa referandumunun hemen arkasından “Başkanlık Sistemi” gündeme geldi.
Anti parantez; Başkanlık sistemi bir tek ABD’de var günümüzde, Fransa’da da “Yarı Başkanlık” ve ciddi ciddi tartışılıyor.
Başkanlık Sistemi’ne ilişkin gündem tartışılmadan ABD seyahatleri gerçekleşti. Hemen sonra Irak’ın kuzeyine gidilerek, Barzani ile görüşmeler yapıldı.
Barzani, PKK’ya fırça atar gibi göründü ilk defa ve “Silah bırak” dedi, Türkiye’ye de “açılımlarınızı sürdürün” önerisinde bulundu, adeta talimat verir gibi.
PKK, hemen cevap verdi ve aynen daha önce dediklerini tekrarlayarak, önşartlarını yine koştu; “Kürt kimliği anayasal güvenceye alınır, anadilde eğitim sağlanır, demokratik özerklik talebimiz karşılanırsa silah bırakırız”. “Ama size değil” diye devam etti, Birleşmiş Milletler’e.
Aysel Tuğluk, İmralı’ya giderek Öcalan ile görüştü. Basınımız, özellikle şu, NTV’den Can’ım dün darken bugün oldukça genişleyen, çakma, uydurma ve saptırma “Mustafa”nın yapımcısı, bu görüşme olayını ekranda sürekli olarak canlı tuttu, “az sonra, az sonra” diye diye reklam verdi. Öyle ya, hem Apo’nun mümtaz şahsı(!) ve hem de görüşülen konunun içeriği açısından bu görüşme, özellikle bu aşamada çok önemliydi. Apo’nun ağzına bakılıyordu ya!
Aysel Tuğluk, kısaca; “barışa yakınız” diyerek çıktı görüşmeden umutla ve Apo’nun görüşlerini sundu, koca Türkiye ve malum dış kamuoyuna; “Eylemsizlik uzatılabilir. Operasyonlar durdurulmalıdır. Sorun Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde çözülmelidir. Silah bırakma uzun bir sürece yayılabilir. Bunlar için Hükümet’in tavrı önemlidir”.
Apo’nun son cümlesi, her defasında olduğu gibi yine kendisiyle ilgiliydi. Apo, “İyi, siz barışacaksınız. Peki, ben ne olacağım?” anlamında önkoşulunu, öncekiler gibi yine özellikle belirtmeden edemedi; “Tabii ki öncelikle benim önüm açılırsa” dedi.
Bu arada, kibarca (!) Türkiye’ye önerilerde bulunan, yol gösteren Barzani’nin bir cümlesi oldukça ilginçti. Barzani, çözüm konusunda Türkiye’yi kendince uyardı. Barzani’nin; “Kürt sorunu, sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda İran ve Suriye’yi de ilgilendirir, olaya bu boyutuyla bakılmalıdır. Aksi taktirde çözüm olmaz” mealindeki sözü, uzaktan pek anlaşılamadı. Ancak, olaya yakın ve olayın tam da içindeki konuyu bilen kaynaklar, bu cümleyi; “Kürt sorunu Irak’ta çözüldü. Uzlaşı ile Türkiye’de çözülmeli ve sıra İran ve Suriye’ye gelmeli” şeklinde tercüme ettiler, ediyorlar.
Yani!!!
Yanisi belli; dört parçada Kürdistan…
Ha, yine bu arada, Başkanlık Sistemi gündeme gelir gelmez ilk değişiklik, ilgili ve yetkili şahsiyetler tarafından, mesela denilerek; “Belediyeler güçlendirilecek, yetkileri arttırılacak” örneği verildi. Apo da ne tesadüftür ki, “Demokratik özerklik” istemi ile ilgili olarak daha önce tam da bu isteğini belirtmişti. Buradan demek oluyor ki; Başkanlık Sistemi bir ölçüde ve ilk olarak Apo’nun isteğini karşılayacak.
Haydi hayırlısı, bekleyip göreceğiz hep birlikte, bu artan trafiğin ve yaşanan son derece çetrefilli sürecin ileriye dönük yansımalarını, yanılsamalarını…

Sabahattin TALU

sabahattintalu@gmail.com

30
Eyl
10

“Burada Mustafa Kemal Atatürk suçlanmıyor”

EMEKLİ orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur’un sanıkları arasında yer aldığı İkinci Ergenekon Davası’nın 84. duruşması görülmeye başlandı.

Aralarında gazeteciler Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın da bulunduğu 36’sı tutuklu toplam 108 sanığın yargılandığı davanın bugünkü duruşmasına tutuklu sanıklar İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, Başkent Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, Mustafa Dönmez, İbrahim Özcan, Oğuz Bulut ve Taylan Özgür Kırmızı katılmadı.

Bunun üzerine Teğmen Çelebi “İddianamede Nutuk’un altı çizilmiş onun için mi?” demesi üzerine Savcı Taşkın elindeki belgeleri göstererek, “Bunların hepsinin üzerinde Atatürk resmi var” dedi. Bu sözler üzerine Çelebi, “Bunların bizimle ne alakası var?” diye sordu. Ardından Savcı Taşkın, “Bu belgelerde devleti kurtarmaktan söz ediliyor. Ancak TSK içinde faaliyet gösteren Ergenekon ifadesi yer alıyor” dedi.

Bu konuşmalar üzerine Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin avukatı Celal Ülgen söz alarak, “Sayın savcının soru sorarken yorum yapmadan direk sormasını ve iddianamelerde kimin yazdığı belli olmayan belgelerle ilgili soru sormamasını talep ediyoruz” dedi.


Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, tutuklu sanık Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi’yi yarım kalan çapraz sorgusunun yapılması için sanık kürsüsüne çağırdı. Teğmen Çelebi, Savcı Nihat Taşkın’ın sorularını yanıtladı. Savcı Nihat Taşkın, tutuklu sanık Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin savunmasında ‘Davada Atatürk’ün suçlandığı’ iddiasına cevap verdi. Savcı Taşkın, “Burada Mustafa Kemal Atatürk suçlanmıyor. Önce onu belirtmek istiyorum” diye konuştu.


Ergenekon Davası sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin Son Savunması’ndan

Savunmamın bu son kısmına başlarken bu ülkenin aydınlık geleceğini karartmak ve Türkiye Cumhuriyetini buhranlara sokmak adına şehit edilmiş komutanlarımızı, askerlerimizi, vatandaşlarımızı ve aydınlarımızı saygı ve hürmetle anmak istiyorum.

Bu ülke daha nice komutanlar, askerler, daha nice aydınlar,vatanına ve milletine bağlı daha nice nesiller yetiştirecektir. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ve hiç kimse gelecek adına umutsuzluğa kapılmasın.

“Özgürlük Konuşması” adını verdiğim bu son bölümü bitirdiğimde Türk adaletinin değerli, adil ve haktan yana olduğuna inandığım, buna bütün kalbimle inanmak istediğim hâkimleri karşısında görevimi bütünüyle ifa etmiş olacağım. Geç de olsa yapabildiğim savunma görevimin eksiksiz olarak yerine getirildiğinin çok iyi algılanmasını, adaletin geç de olsa tecelli etmesi için benim üzerime düşen her şeyi yaptığımın çok iyi anlaşılmasını istiyorum.

Savunmamda bütün noktaları açıklıkla dile getirerek, iddiaların ne kadar kof ve ne kadar gerçeklerden uzakta olduğunu tüm ayrıntılarıyla anlattım. Yine de bu bağlamda, bir kez daha iddia makamına ve yüce heyetinize çağrıda bulunuyorum: Bana aklınıza, yüreğinize ve sezginize gelebilecek bütün soruları sorun. Hakikat ve doğruluktan sapmaksızın sorularınızın benim öncelikli sorumluluğum olduğunu ilan etmek her şeyden önce benim insanlık görevim, namus borcumdur.

Sorularınız sorumluluğumdur!

İnsan olmanın büyük anlamına ve yüceliğine kara çalmak, insan olmanın sorumluluğuna, insan olmanın değerine gölge düşürmek benim için en büyük talihsizlik, en büyük yara ve en büyük gurursuzluk olacaktır. Adalet için, gelecek için, sorumluluk için insan olana, insan olan bana sorun:

İnsanlık ve adalet adına, bütün şüphelerden arınana dek sorgulayın beni!

Benim gördüğüm saf hakikati, suçsuz olduğum hakikatini siz de görene dek sorgulayın beni!

Ve mahkemenizden talebimdir: Mahkeme bu iddianamenin yarattığı toplumsal cinnet ve korku karşısında sessizliğini bozmalı ve hakikatin bütün ağırlığını yüklenerek adaleti daha fazla vakit kaybetmeksizin ortaya çıkarmalıdır.

Mahkeme için en talihsiz olan size hiç yaklaşamasın diye, tarihin bu toplumsal cinneti yazacağı zamanlar kötü yorumlar Türk Milleti adına karar veren heyetinizden fersah fersah uzak olsun diye bunları söylemeyi size karşı bir borç ve gönüldaşlık sayıyorum.

Hepimiz insan olarak adalete ve doğruluğa borçlu olarak doğduk ve bu dünyadan bu borçları ödeyerek ayrılmak bir insan için en büyük teselli olacaktır. Ben bu anlayışın naçizane bir yolcusu olmaktan onur duyuyorum.

Okumaya devam edin ‘“Burada Mustafa Kemal Atatürk suçlanmıyor”’

30
Eyl
10

Müfettişlere savcı yetkisi

HSYK’nin yeniden şekillendirilmesine ilişkin taslakla müfettişler hâkim ve savcıları dinleyebilecek

Yapısında değişiklik öngörülen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na ilişkin yeni düzenlemeleri içeren yasa tasarısı taslağı tamamlandı. Adalet Bakanı Ergin, tarafların 10 gün içinde görüşlerini, katkılarını ve eleştirilerini kendilerine iletmesini istedi.

ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) – Hâkimler ve Savcılak Yüksek Kurulu’nun yeniden şekillendirilmesine ilişkin taslakla, adalet müfettişlerine, hâkim ve savcılar hakkında telefon dinleme kararları alabilmelerine olanak sağlandı. Daha önce Danıştay, yönetmelikle müfettişlerin hâkim ve savcılar hakkında dinleme kararı almalarına ilişkin düzenlemeyi iptal etmişti. Hâkim ve savcılar hakkında, örneğin uzun süreli tutukluluk nedeniyle yapılacak şikâyetler nedeniyle yargısal denetim gerekçesiyle soruşturma yapılamayacak. Hâkim ve savcılar hakkında soruşturma açılıp açılmayacağı konusunda son sözü adalet bakanı söyleyecek.

Anayasa değişiklik paketiyle yapısında değişiklik öngörülen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na ilişkin yeni düzenlemeleri içeren yasa tasarısı taslağı tamamlandı. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, taslakla ilgili olarak tarafların 10 gün içinde görüşlerini, katkılarını ve eleştirilerini kendilerine iletmesini istedi. 49 maddelik taslakta şu düzenlemeler öngörüldü:

• HSYK, 22 asıl, 12 yedek üyeden oluşan, idari ve mali özerkliğe sahip bir kamu tüzelkişiliği bulunacak ve Adalet Bakanlığı ile ilişkili olacak. 3 daire halinde çalışacak kurula Adalet Bakanı başkanlık edecek. Adalet Bakanlığı Müsteşarı kurulun tabii üyesi olacak, müsteşar bulunmadığı zaman kendisine vekâlet eden kişi kurul toplantılarına katılacak.

• HSYK, Adalet Bakanlığı’nın, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlama, hakim ve savcıları mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, her türlü yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma konularında görevli olacak.

Bakan  oy  kullanacak

• HSYK’ye başkanlık edecek Adalet Bakanı, kurulu yönetecek ve temsil edecek; kanunlardaki istisnalar saklı kalmak üzere, genel kurul çalışmalarına başkanlık edecek ve oy kullanacak.

• Teftiş Kurulu Başkanı, birinci sınıf hâkim savcılar arasından HSYK Genel Kurulu’nca seçilecek, ancak kurul başmüfettişleri, halen Adalet Bakanlığı’na bağlı bulunan Teftiş Kurulu’nda çalışmakta olan müfettişler arasında seçilmek zorunda olacak. Kurul müfettişleri, hâkim-savcılar hakkındaki soruşturmalar sırasında bir savcının herhangi bir soruşturmadaki tüm yetkilerine sahip olacak. Müfettişler Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre işlem yapacaklar.

• Kurul, kendi üyeleri hakkındaki disiplin ve ceza soruşturmasını kendisi yapacak. Bunun için üç kişilik kurul oluşturulacak. Bu kurul da savcıların sahip oldukları yetkilere sahip olabilecek, kurulun kendi üyesi hakkında gözaltı hatta tutuklama kararı bile çıkarılabilecek. Hâkim ve savcılar hakkında soruşturma açılıp açılmayacağı konusunda son sözü adalet bakanı söyleyecek.

Cumhuriyet

http://www.ilk-kursun.com/2010/09/mufettislere-savci-yetkisi/

30
Eyl
10

BAYKAL : MHP’NİN GÜCÜ AZALDIKÇA, AKP’NİN GÜCÜ ARTAR..

Kılıçdaroğlu,  Baykal  görüşmesinde ;

Deniz  Baykal,  Kılıçdaroğlu’na  “laiklik”

çıkışlarının  CHP  tabanında  ve  örgütünde

rahatsızlıklar  yarattığını  belirterek,  uyarıda

bulundu.

Baykal’ın  diğer  önemli  uyarısı  ise  MHP  ile

ilgiliydi.

Baykal  MHP’nin  önemine  dikkat  çekerek

MHP’nin  gücünün   azalmasının  AKP’nin  seçimlerden  çıkaracağı  sandalye  sayısının

artmasına  neden  olabileceğine  dikkat  çekti…

http://www.ilk-kursun.com/2010/09/baykal-mhpnin-gucu-azaldikca-akpnin-gucu-artar/

30
Eyl
10

“CHP Deniz Baykal liderliği döneminde çok katı bir biçimde ABD karşıtıydı”

Washington’daki Amerikan-Türk Konseyi (ATC) Başkanı eski büyükelçi James H. Holmes, anayasa değişikliklerine yönelik referandumun sonucunun ABD’de, Başbakan Tayyip Erdoğan için bir güvenoyu şeklinde görüldüğünü söyledi. ATC’nin 17-20 Ekim tarihleri arasında yapılacak 29. yıllık konferansı öncesinde Cumhuriyet’e Türk-Amerikan ilişkilerini değerlendiren Holmes, ayrıca CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Washington’ı ziyaret etmesinin çok olumlu olacağını söyledi.

CHP’nin Deniz Baykal liderliği döneminde çok katı bir biçimde ABD karşıtı tutum içinde olduğunu ifade eden Holmes, Kılıçdaroğlu’nun ABD’ye gelerek iki ülke arasında geçmişte yaşanan kışkırtıcı konuları ele almasının “çok olumlu” olacağını söyledi. Holmes ABD’nin Türkiye’ye insansız uçak ya da silah sistemleri satışının yanı sıra Ankara büyükelçiliğine aday gösterilen Francis Ricciardone’nin onay sürecinin Kongre’nin kasım ayındaki ara seçimleri öncesi gündeme gelmesinin düşük bir olasılık olduğu görüşünü iletti.

Elçin POYRAZLAR

Cumhuriyet

http://www.ilk-kursun.com/2010/09/chp-deniz-baykal-liderligi-doneminde-cok-kati-bir-bicimde-abd-karsitiydi/#more-58739

30
Eyl
10

‘Yat’ işlet devret

Çaça, Rus.

Orospular, Ukraynalı.
Müşteri, Kazak.
Alışveriş, ABD dolarıyla.
Kiracı, Irak’ta.
Bandıra, Türk.

E bandırır tabii adam.

Ve, hâlâ deniyor ki:
“Savarona’da fuhuş yapılmış!”
Ya ne yapılacaktı birader…
Balıkçılık mı?

Araplar da kiralıyor ha bire…
Mevlit mi okuyorlar dersiniz?

İşin külfet boyutunu defalarca yazdık, alt tarafı 900 bin dolar civarında yıllık masrafı var; devlet için çok cüzi bi rakamdır, ayıptır… Mesela, çıkarıp şak diye 12 Dev Adam’a ödenen ikramiyeyi ver, 25 senelik bakımını kurtarıyorsun… Valilerin garajında duran ikinci üçüncü makam arabalarından vazgeç, 100 senesi bedavaya gelir. Benzini kıssan bile, yeter.

İşin vizyon boyutu vardır.
Sadece “hatıra” değildir Savarona.
Üzerinde pek durulmayan detaydır.

Bakın, bi tane özel şirket kurdu Mustafa Kemal… Taaa 1924’te, Türkiye İş Bankası’nı… Forbes’un son dünya sıralamasına göre, bugün bile hâlâ, Türkiye’nin en değerli varlığıdır.

Yani?
Siyasi-askeri dehası üzerine binlerce kitap yazılmıştır ama, aynı zamanda, “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en vizyoner patronu”dur Mustafa Kemal.

Savarona’ya dönersek…
Yavuz jilet oldu. Nusrat maket… Bandırma vapuru hurdacıya satıldı. Kurtuluş Savaşı’nda silah taşıdığı için Gazi unvanı alan Alemdar’ı duba yaptılar. Savarona’dan önceki makam yatı Ertuğrul, artık tencere, tava… Çanakkale’de Goliath’ı batıran Muavenet-i Milliye, dökümcüye gitti. Hamidiye zırhlısı kiloyla verildi. İlk ve son transatlantiğimiz Gülcemal’den trafik levhası yaptılar.

Elbette emanete hıyanet vardı ama,
aynı zamanda, yanlış yatırımlardı…
Ömürleri kısaydı.

Okumaya devam edin ‘‘Yat’ işlet devret’

30
Eyl
10

Hanefi Avcı’nın Tutuklanması : Şakalar Gerçek Olurken…

Sevgili okurlarım, 29 Ağustos günü “Hanefi Avcı Silivri’ye mi geliyor?” başlığıyla yayımlanan pazar yazımda fantezi bir şaka yapmış ve şöyle demiştim:

“…Silivri’deki davalarda görevli olan cumhuriyet savcılarından Mehmet Ali Pekgüzel, kitaptaki Danıştay saldırısıyla ilgili iddialar nedeniyle Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın, medyanın ‘Birinci (kaç dava var artık ben de karıştırıyorum) Ergenekon Davası’ adını taktığı davada tanık olarak dinlenilmesini talep etmiş…

…İster misiniz Hanefi Avcı, tanık olarak çağrıldığı Silivri’deki davada, sanık durumuna düşsün…

Türkiye’de yaşanmamış bir olay değil, tanıklıktan sanıklığa terfi etmek!

Ayrıca sanık olduğu andan itibaren gözaltına da alınabilir…

İster misiniz (Allah göstermesin) kendisini bir anda Silivri’deki hücrelerden birinde buluversin!
Ne demişler:

Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz!’

Tabii bu yazdıklarım işin şaka tarafı.

Ama Türkiye’de işler öylesine çığırından çıktı ki, şaka gibi gerçekler pek çok kişinin hayatını karartıyor.

Prof. Mehmet Haberal da tutukluluk süresinde 500 günü doldurdu…”

***

Değerli okurlarım, benim bir ay önce fantezi olarak yaptığım şaka salı gecesi gerçeğe dönüştü:

Hanefi Avcı Ergenekon denilen davanın sanığı olarak değil, ama Devrimci Karargâh denilen bir sol örgüt soruşturması bağlamında gözaltına alındı ve tutuklandı.

NTVMSNBC’nin “ ‘Haklı’ ve Tutuklu” anonsu ile verdiği haber şöyle:

“Yaklaşık 40 yıllık meslek hayatı ağırlıklı olarak sol örgütlerle mücadeleyle geçen Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, sol örgüt davasından tutuklandı.

Devrimci Karargâh soruşturması kapsamında gözaltına alınan Avcı yaklaşık 6 saat kaldığı Beşiktaş’taki adliye binasında savcıya ifade vermeyi reddetti.Avukat istemeyen Avcı’nın yaklaşık 2.5 saat de hâkim karşısında kalması, hâkime ifade verdiği şeklinde yorumlanırken, saat 21.00 sularında tutuklama kararı geldi.

Okumaya devam edin ‘Hanefi Avcı’nın Tutuklanması : Şakalar Gerçek Olurken…’

30
Eyl
10

Rüyasında görse inanmazdı

1999 yılında, İmralı’daki mahkemede süngüsü düşmüş, korkak ve ürkek bir kedi yavrusu gibi poz veren terör örgütü başı, AKP’nin “bükemediğimiz eli öpüyoruz” tavrına bakıp “mucize olmalı” diyordur…

Şimdi şu yaşadıklarımıza bir bakın da ibret alın! Bu ibret belgesi, gelecekte ortaya çıkacak tüm teröristler ve onların liderleri içindir.
Sen bu ülkede 40 bin kişinin ölümünden sorumlu olacaksın…
Sen bu ülkeye yüz milyarlarca dolar maddi zarar vermiş olacaksın…
Sen bu ülkenin pırıl pırıl ana-baba kuzusu 5.800 asker ve polisinin toprağa verilmesine neden olan biri olacaksın…
Senin yüzünden on binden fazla
gencecik insanımız ellerini, kollarını, ayaklarını, bacaklarını ve gözlerini
yitirmiş olacak…

* * *
Ve günün birinde AKP iktidarının yetkilileri İmralı’da senin ayağına gelmeye başladılar.
Sana dert yandılar, ricalarda
bulundular:

“Sayın Öcalan, biz senin karşına bükemediğimiz eli öpmek için geldik. Sen bizden daha güçlü çıktın. Şimdi birlikte oturalım, şu PKK işini bir çözelim. Ne istiyorsan bize söyle. Pazarlığa açığız. Yeter ki sen olumlu yanıt ver, bizi kırma. Biz sana her türlü özgürlüğü bu İmralı’da verdik. Değil sadece Türkiye’de, dünyada bile başka bir davası kalmamış hiçbir hükümlüye tanınmayan hakları sana sağladık. Her hafta avukatlarınla seni konuşturduk. Örgütünü onlar aracılığı ile verdiğin direktiflerle yönetmene göz yumduk. Ocağına düştük, şimdi sen bize anlayış göster.”
Hükümetimizin bu şahsa gösterdiği yakınlık ve ilginin boyutlarına bakınız ki, Kürtçü DTP’nin eski milletvekili Aysel Tuğluk’u “Aracılık yapsın, ricacı olsun” diye önceki gün İmralı’ya gönderdiler. Peki hangi gemiye bindiler?
Adalet Bakanlığı tarafından kiralanan, parası devlet tarafından ödenen gemiye!..
Vay canına! Türkiye’nin tüm cezaevleri hükümlü yurttaşlarımızla dolu. Hangisi için böylesine özel harcamalar yapılıyor? Hangisine böyle insan yerine konup değer veriliyor, hangisine?
Peki niçin yapılıyor bütün bunlar?..
“Aman Abdullah Bey’e kıyak yapalım, pazarlık masasında onu kızdıracak bir davranışta bulunmayalım”  anlayışı ile yapılıyor.
Ayıptır be, devlet bu durumlara mı düştü?
* * *
Bakınız, Barzani’nin ayağına gidip “Türkiye’ye yardımcı olmasını istirham eden” İçişleri Bakanı, aşiret reisine neler diyor:
“Biz sorunun çözümü için zaten İmralı ile görüşüyoruz. Bu aşamada İmralı bize yakın. Ama biz Kandil’in tavrını tam olarak bilemiyoruz. Öcalan bazen topu taca atıyor. Bölgede saygınlığınız var. Lütfen PKK üzerinde etkinizi hissettirin.”
Aşiret reisi bizim İçişleri Bakanına ders veriyor:
“Yaptığınız açılımı insanlar seçim öncesinde AKP’nin siyasi adımı olarak görüyor. Siz şimdi Kürt açılımı ile demokratik açılımı sürekli bir devlet politikası olarak sunarsanız, daha fazla güven uyandırırsınız.”
Adam ders veriyor!
Siz İmralı’da Abdullah’ın ayağına gidip pazarlık ederseniz, Kuzey Irak’taki aşiret reisine yalvarıp yakarırsanız, Türkiye Cumhuriyeti’nin onurunu iki paralık edersiniz.
Ettiniz bile.

Okumaya devam edin ‘Rüyasında görse inanmazdı’

30
Eyl
10

Aslanlar ve Çakallar !..

Demokrasimiz  baş  döndürücü  bir  hızla  ilerlemeyi

sürdürüyor  sayın  seyirciler…

Evet,  seyirciler  diyorum ;  çünkü  taa  en  başından  beri  demokrasi  ilerliyor,

halkımız  seyrediyor !.

Kısaca  söylemek  gerekirse  şöyle  olmuş  oluyor :

–  Seyircili   demokrasi !..

Amaa, referandum sonrası ulaştığımız aşama karşısındaysa ister istemez gözlerim yaşarıyor; çünkü artık demokrasimiz ilerlemiyor, zaten başlı başına “ileri demokrasi” haline dönüşmüş bulunuyor!..

Geçen hafta, “Aslanlar ve Sırtlanlar” başlıklı yazımda “ileri demokrasimizin” uygulamaya geçirdiği ilk örnekleri anlatmıştım. Ama şu son bir haftada yaşananlar gösteriyor ki, gazetecilerin işinden kovulması, köşe yazılarının sansürlenmesi, sanat galerilerinin “muhafazakâr halkımız” tarafından(yanaşmalar utanmadan böyle diyor!) basılıp, insanların eşek sudan gelene dek dövülmesi yalnızca ufak bir girizgâhmış!..

– O yapılanlar, yapılacak olanların yalnızca önsözüymüş!..
***

Önce büyük bir hızla “Kürt sorunu” ele alındı…

Sanki her şey daha önceden hazırlanmış, kimin kiminle görüşeceği, kimin nereye gideceği, hangi açıklamaların sırasıyla yapılacağı planlanmış, senaryonun sahneye konması için referandumdan “evet” çıkması bekleniyordu!.. Öyle de oldu ve düğmeye basıldı. Dikkat edin, daha düne kadar “Öcalan’la görüştüğümüzü söyleyenler şerefsizdir” deniyordu. Bugün İmralı mahkûmu artık görüşmelerin baş aktörü!.. Barışa ne kadar yakın ya da uzak olduğumuzu ondan öğreniyoruz!.. Bizim İçişleri Bakanı, Barzani’ye koşuyor, MİT Müsteşarı apar topar ABD’ye uçuyor, AKP ile BDP buluşuyor, Amerikalı komutanlar Ankara’ya geliyor.. Bir hareketlilik ki, sormayın gitsin!..

Ama, dikkatlerin bu denli yoğun şekilde bu konunun üzerinde olması hiç tercih edilmediği için, CHP’nin “yeni anayasa” teklifi türbanla soslanarak gündeme sürülüverdi!.. CHP lideri ve kurmayları “Bunlar aynı şey değil, gelin uzlaşarak anayasaya yoğunlaşalım” diye yırtınsa da nafile, çünkü maksat anayasa filan değil, gündemin istendiği ölçüde kontrol edilmesiydi!..

Ancak, yapay olarak üretilen ve sürdürülmeye çalışılan “anayasa-türban” tartışmaları da kabak tadı verince son bomba patlatılıverdi:

– Hanefi  Avcı  tutuklandı !..

Haliç’teki Simonlar harekete geçti” mi demeliydim acaba !.

Avcı, daha kitap piyasaya çıktığında, “Biliyorum, bana cehennemi yaşatacaklar” diyordu.

Tam da dediği gibi oldu, sol örgütleri çökertmekle ünlü polis şefi sol örgüt elemanı suçlamasıyla enterne ediliverdi !..

Böylece ne olmuş oldu ?..

Okumaya devam edin ‘Aslanlar ve Çakallar !..’

30
Eyl
10

İnternet Başında “Ulusalcılık” Oynamak…

Daha  gün  o  gün  değil,  derlenip  dürülmesin  bayraklar.

Dinleyin,  duyduğunuz  çakalların  ulumasıdır.

Safları  sıklaştırın  çocuklar,

Bu  kavga  faşizme  karşı,  bu  kavga  hürriyet  kavgasıdır.

Son yıllarda yaşamakta olduğumuz ve direnmeye çalıştığımız bilgi kirliliği internet aracılığıyla hızla artmakta, ayrıca bu ülkenin bekası için, Cumhuriyet ve Devrimleri korumayı yürekten arzulayan bizlerin de işini hem bir nebze kolaylaştırmakta hem de amacımıza ulaşmamızı bir o kadar imkansızlaştırmaktadır.

Bunun nedenlerini kelimelerimin yettiğince açıklamaya çalışacağım.

Ancak öncelikle şunu bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum: Hemen hepimizin bildiği üzere bu gidiş iyi değildir ve ülke her geçen gün daha karanlık günlere doğru yol almaktadır. Bir taraftan memlektimiz dahilindeki iktidar sahipleri; utanmadan,bıkmadan,usanmadan vatanımızı ve tüm değerlerimizi karış karış satmakta; diğer taraftan, bu gidişe dur demesini umduğumuz muhaliflerin liderleri ise tıpkı 2002 genel seçimleri öncesinde kimilerinin yaptığını andıran bir tutum içerisine girerek CFR(Council on Foreign Relations/Dış İlişkiler Komisyonu) ile,Bilderberglerle,küresel sermayenin yöneticileri ile görüşmekte ve hatta bu tutumu daha da ileri götürerek her geçen gün halktan ve halkın değerlerinden uzaklaşmakta;fildişi kulesinde olan biteni seyre dalmış tatlı su aydınlarına dönüşmektedirler.

Üstelik bu tutumlarını ”Eğer iktidar olmak istiyorsak şu şu şu adamların ve sermaye gruplarının gözüne hoş görünmeliyiz, köprüyü geçene kadar ayıya dayı demeliyiz” gibi komik ve üzüntü verici cümlelerle açıklama çabasına girmekte ve kendilerini aklamaya çalışmaktadırlar.

Bu tutumları; İstiklal Savaşı döneminde milli mücadeleyi imkansız gibi gösterip mandacılık zihniyetini halka aşılamaya çalışanların o günlerdeki davranışlarını akla getirmektedir.

Bunlara  söylenecek  tek  sözümüz  vardır :

Mustafa Kemal’e  hitaben “Paşam  Amerikan mandasını  savunan sen

bile olsan karşı çıkarım !” diyen  Tıbbiyeli  Hikmet’i  unutmayınız…

Bu  memlekette  daha  nice  Tıbbiyeli  Hikmetler  mevcuttur !!!

Fakat ne acıdır ki bu Hikmetlerin büyük bir çoğunluğu daha fazla insana sesini duyurmak amacıyla internet üzerinden başlattığı mücadelede araç olarak kullanmaları gereken internetin esiri olmuş,artık yalnızca internet üzerinden fikir kavgası yapmakla yetinmeye başlamışlardır.

İşte başlıkta kastedilmek istenen de bu durumun ta kendisidir

. Şu an birçoğunuzun bu satırları okurken ”Ne yapalım yani internetten faydalanmayalım mı?” dediğinizi duyar gibiyim.

Hemen celallenmeyin arkadaşlar.

Elbette ki internet ve diğer yazılı ve görsel medya araçlarının mücadelemize katkıları yadsınamaz; ancak yalnızca bu tip platformlarda mücadele etmekle üzerimize düşen görevi tam manasıyla yerine getirmiş sayılamayız, sayılmamalıyız…

Okumaya devam edin ‘İnternet Başında “Ulusalcılık” Oynamak…’

30
Eyl
10

MUHALEFETE DUYURULUR…

Muhalefet  önümüzdeki  seçimlerde  kazanmak  istiyorsa,  KEMAL  DERVİŞ’lerin

gözlüğüyle  değil,  Türk  milletinin  gözüyle  duruma  bakmalıdır.

Pensilvanya’ya  göz  kırpmayı  bırakmalıdır.


CFR’ye* Bilderberg’e*, Davos’a, Avrupa’ya koşacağına Tunceli’ye, Erzurum’a Samsun’a, Hatay’a koşmalıdır.

Küresel ‘aydınlar’ yerine, Milli aydınlarla fikir teatisi yapmalıdır

Zaman gazetesi yazarı, Hüseyin Gülerce CNNTÜRK’te diyorki, ‘Biz yıllar önce AB’ya karşı onlar Ortak biz Pazar’ diye ne yazılar yazdık. Ama şimdi öyle düşünmüyoruz, değiştik!

Doğru herkes başladığı yerde değil. Abdullah Gül 1995’de, AB’ye karşı en sert sözleri ediyordu. Bugün Türkiye’yi AB’ye sokmak için çırpınıyor.

Taç giyen baş, mecburen o tacı oraya oturtanların söylemine katılıyor.

Doğruyla başlayanlar yanlışa geçebiliyor. SİSTEM bunun üzerine kurulu değil mi zaten.

SİSTEM yani emperyalizm,hedef ülkelerde, kendine yarayacak ‘siyasiler’, ‘bürokratlar’, ‘gazeteciler’ ‘sivil toplumcular’ ‘sanatçılar’ seçer. Ve dört koldan hedefe ilerler.

Hedef, halkı uyandırmadan (kurbağayı sudan sıçratmadan) ülkenin her yanına sızmaktır (suyu kaynama noktasına getirmektir).

Ne zaman, ülkenin herhangi bir mevkiinde, ‘uyanış’ ‘gerçekleri tespit’ ‘oyunu sezme’ ‘geniş kitlelerin farkındalığı’ sözkonusu olursa, yani kurbağa altında ateş yanan tencereden fırlayarak kurtulacağını düşünme noktasına gelirse, SİSTEM’in dışına çıkmak, halkın aklında belirginleşmeye başlarsa, OPERASYONLAR da başlar.

Türkiye’nin Sistem dışına çıkması, sömürüden kurtulması sanayileşmesiyle mümkün. İşte o yüzden küresel efendiler önce Türkiye’nin sanayine göz diktiler.

Şimdi sırtlanlar gibi, küresel finans sempozyumlarında bu toprakları paylaşıyorlar…

Sistem  içi  ve  dışı

1946 itibariyle Türkiye’de siyaset sistem içine alınmıştır. Sistem içi olan siyasiler olur da sistem dışı davranışlar sergilerlerse, önce uyarılır sonra icaplarına bakılır.

Adnan Menderes sistem içi kontrol altındaydı. 1958’de ekonomik durumun yerle bir edildiğini, döviz yedeklerinin sıfırlandığını gördü. Moratoryum ilanı ve Sovyetler Birliği’nden yardım istedi. 2 yıl sonra idam edilecekti.

‘1965’de İnönü, moratoryum ilan etmeyi düşündüğünü belirttikten 3 hafta sonra koltuktan indirildi. 67’de Süleyman Demirel başbakanlığa sistem tarafından getirildi. ‘Büyük Türkiye’ hayaline kapıldı ve 1971 de indirildi.

1977’de Amerikan iş çevrelerine özel raporlar hazırlayan Executive Intelligence review, ‘Türkiye’nin dolu dizgin ağır sanayi yatırımları yaptığını, bu gidişle dünyanın birkaç çelik üreticisinden biri haline geleceğini, petro kimya, gübre ve kimyasal maddeler konusunda hızla ilerlediğini, Demirel’in İMF tavsiyelerini dinlemediğini, bu durumun ANCAK ORDUNUN YÖNETİMİ ELE ALMASIYLA önlenebileceğini’ yazmıştır. (Hangi Atatürk s. 195)

3 yıl sonra 1980 darbesi gelişmiş, İMF ve Dünya bankası isteklerinin hepsi yerine getirilmiştir.

Kısacası :

Okumaya devam edin ‘MUHALEFETE DUYURULUR…’

29
Eyl
10

En Kritik Soru ?

YAZDIĞI KİTAPLA CEMAATİN KİRLİ ÇAMAŞIRLARINI ORTAYA DÖKEN  “MUHAFAZAKAR” HANEFİ AVCI’NIN  “DEVRİMCİ KARARGAH ÖRGÜTÜYLE” İLİŞKİLENDİRİLEREK TUTUKLANMASI VE BUNUN BU ÜLKEDE (BAZI İSTİSNAİ ÇIKIŞLAR HARİÇ) NORMAL BİR OLAY GİBİ KARŞILANMASI, BU OLAYA TOPLUMSAL CİDDİ BİR TEPKİNİN GÖSTERİLMEMESİ, TÜRKİYE’DE “NAMUSUN”, “VİCDANIN” VE “AKLIN” TERK EDİLMEK ÜZERE OLDUĞUNUN SON KANITIDIR….

TÜRKİYE KOYU BİR KARANLIĞA DOĞRU SÜRÜKLENMEKTEDİR….

ÇOCUKLARIMIZA NASIL BİR TÜRKİYE BIRAKACAĞIMIZA BİZ Mİ, YOKSA ABD UYDUSU CEMAAT Mİ KARAR VERECEK ?

HERKESİN CEVAP VERMESİ GEREKEN KRİTİK SORU BUDUR…

Sinan MEYDAN

http://www.ilk-kursun.com/2010/09/en-kritik-soru/

29
Eyl
10

YİĞİT BULUT’TAN UTANÇ DUYUYORUZ !

Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut’a tepkiler sürüyor.

Birçok köşe yazarının da sert bir dille eleştirdiği “Medya Üst Kurulu” önerisi bu defa İnternet Medyası Derneği tarafından kınandı.

Derneğin toplantısından çıkan duyuruda “Yiğit Bulut’tan utanç duyuyoruz” denildi.

Yiğit Bulut’un bu önerisinin “talihsizlik” olarak ntelendirildiği açıklamada şu ifadeler yer aldı :

KAMUOYUNA  DUYURU

Son günlerde internet gazeteciliğine yönelik ağır ve haksız ithamlarla karşı karşıyayız.

Biz haberciler, internetin ve kişisel özgürlüklerin genişletilmesi için çalışırken, özgürlükleri kısıtlayacak bir sansür kurulunun Başbakan’a önerilmesi büyük bir talihsizliktir.

Başbakan’ın “bu öneriyi ciddiye almadığını belirtmesi” demokrasi ve kamuoyunun bilgilendirilmesi hakkı açısından ümit vericidir. Yüzlerce gazeteciyi istihdam eden, vergi ödeyen, milyonlarca insanın ziyaret ettiği siteleri yok sayan bu yasakçı görüşün, internette doğan Habertürk’ün bir yöneticisi tarafından dile getirilmesinden ayrıca utanç duyuyoruz…

İLK KURŞUN

http://www.ilk-kursun.com/2010/09/yigit-buluttan-utanc-duyuyoruz/


29
Eyl
10

Kılıçdaroğlu’na şok üstüne şok

Kılıçdaroğlu’nun  CHP  üyesi  olmadığı  ortaya  çıktı.

Size önemsiz bir haberim var…

Ama önce Türkiye gündeminden çok mühim bazı ‘heberler’i vereyim:

Kılıçdaroğlu’na  şok  üstüne  şok

Seçmen listelerinde adının olmadığını öğrenerek referandumda hayır oyu kullanamayan ve siyaset tarihinde eşi görülmedik bir skandala konu olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun peşini şok dalgası ne yazık ki bırakmıyor.
Oy kullanamamanın şoku henüz geçmemişken Kemal Kılıçdaroğlu’na ikinci büyük darbe de CHP’den geldi. Kılıçdaroğlu’nun CHP üyesi olmadığı ortaya çıktı. Ardından Tuncelili olmadığını, Rizeli olduğunu öğrenen Kılıçdaroğlu’nun zamanında nikah defterini yanlış imzaladığı için evli de olmadığı anlaşıldı. Çok geçmeden aslında okuma yazma bilmediği, bir böbreğinin olmadığı ve patlıcan sevmediği ortaya çıkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun gerçekte yaşayıp yaşamadığı, heberimiz yayına hazırlanırken araştırılmaya devam ediyordu.

Halk  sanata  indi !

Geçtiğimiz salı günü İstanbul Tophane’de 5 sanat galerisinin aynı gün gerçekleştirdikleri sergi açılışları büyük bir coşkuya sahne oldu. Taşların, demir sopaların, gaz bombalarının, bibergazı spreylerinin kullanıldığı galeri basma etkinliklerine pek çok sanatsavar semt sakini katıldı. Galeri camlarının kırıldığı, sanat eserlerinin yerlere atılarak parçalandığı, korku ve öfkenin kol gezdiği sanatsal etkinlikler, aralarında yabancıların da olduğu pek çok sanatseverin yaralanmasıyla sonuçlandı. Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ‘Halkın nihayet sanatla buluşmuş olmasını‘ memnuniyetle karşıladıklarını, yıl sonuna kadar halkın sanata ilgisinin katlanarak büyümesini bekledikleri açıkladı.

Türkiye’nin  yüzde  42′si  askere  alınıyor !

Hükümet, Başbakan Erdoğan’ın referandum öncesi ‘Hayır diyen darbeci’ olur açıklamasından sonra Hayır diyen %42′lik seçmen kitlesinin içinde askerlik çağına gelenlerin, ne olur ne olmaz askerden muaf olmasını istedi
Referandumda ‘Hayır’ deyip, darbeci ilan edilen %42′lik seçmen kitlesi darbecilik görevini yerine getirmek amacıyla askerlik yapmaya hazırlanıyor.

Okumaya devam edin ‘Kılıçdaroğlu’na şok üstüne şok’

29
Eyl
10

BÜYÜK ABİ EMRETTİ – ( 2 )

Yazının birinci bölümünün sonunda bu demokratik özerklik ilanının arkasında “Büyük Abi”nin kışkırtmaları olabilir mi sorusunu sormuştuk, öyle değil mi ?…

O zaman devam edelim, bakalım var mı yok mu?…

Ortadoğu ve Kürt uzmanı Henri Barkey, ABD Başkanı Obama’ya ” Kürdistan’da Çatışmayı Önlemek” konulu tam 67 sayfalık bir rapor vermiştir.

Raporda geçen ” Kürdistan” sözcüğü olmayan, fakat ABD’nin Ortadoğu’daki bir başka taşeron devleti olmaya aday, sadece Amerikan askeri haritalarında ve AB raporlarında sınırları çizilen kurulması, emperyal güçler tarafından öngörülen sanal bir devlet..

H. Barkey bu sanal devletteki çatışmayı önlemek için neler öneriyor, bir bakalım..

Ancak bu raporun satırları arasında biraz dolaştığımız zaman, bu raporun David Phillips’in 2007 “PKK’nın Silahsızlandırılması” çalışması ile ve Öcalan’ın PKK’yı kurarken açıkladığı programla birebir örtüştüğünü görmek bizi şaşırtmayacaktır.

Bu raporun 1. ve 2.ci maddeleri son derece dikkat çekicidir ve bize bir ABD düşünce kuruluşu olan CFR‘yi anımsatmaktadır.

CFR mi ?

Hani şu başında Yahudi kökenli Amerikalıların bulunduğu Abraham Abi’mizin bizim Başbakan’ı elinden tutup görücüye çıkardığı şu meşhur Amerika’nın dış ülkelerdeki çıkarlarını korumak için kurulmuş olan kurum..

Yani Concil Of Foreign  Relations…

Şimdi tam sırası gelmişken, sizinle “Milli gömleği” çıkarmadan önce, Yahudileri insanlığın düşmanı ilan eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ABD seyahati esnasında,

Evangelist Protestan Yahudilerin yönettiği CFR ile gene görüştüğünü, paylaşmak gereğini duyuyorum.

Gene diyorum çünkü, bu görüşme Sn. Gül’ün ilk görüşmesi değildir.

Ve son görüşmesi olmayacağı da bir gerçektir.

Belli ki Sn. Gül, kendisini Cumhurbaşkanlığı makamına taşıyan, kurucusu olduğu partiyi iktidar yapan ABD’li Yahudi dostlarına, ülkesinin çıkarlarını göz ardı edecek kadar medyunu şükrandır.

Henri  Barkey’in  raporunun  1.  ve  2.  Maddeleri…

Madde 1: Kürt sorunu ABD açısından yaşamsal bir çok konuyla bağlıdır.
Madde 2: Türkiye ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin işbirliği yapmalarına
yardımcı olmak, ABD’nin başarısı için çok önemlidir.
ABD’nin hangi konuda başarısı için önemlidir bu birliktelik?..
Madde 14: ABD bu sürece Avrupa’nın katılımını sağlamalıdır. Avrupa ülkeleri silah bırakma sürecinde, PKK’nın dernek ve işletmeler olarak iyi örgütlenmiş altyapısına daha katı düzenlemeler getirmelidir. Ayrıca AİHM’nin hukuk dışı bulduğu yöntemlerle hapsedilmiş PKK üyelerinin durumunu gözden geçirmeye ikna etmek için AB’ye üyelik bağlamında Türkiye üzerinden nüfuz kullanabilir.
Madde 21:Türkiyeli Kürtlerin bağımsızlık eğiliminde olmadığı söyleniyor. ama 15 veya 20 yıl sonra bu düşüncelerinin değişmeyeceğini kim söyleyebilir ?

Öcalan ise PKK kuruluş ve bölücülük manifestosunun bir bölümünde aynen şöyle demektedir :

” Kürdistan sömürgeci dört devlet ( Türkiye, İran, Irak ve Suriye) tarafından dörde bölünmüştür. En büyük parça Türkiye Kürdistan’ıdır. Burada yarı feodal ilişkiler geçerlidir. Devrimde Türkiye Kürdistan’ı önderlik yapacaktır. Devrimin niteliği ulusun demokratik devrimidir. Asgari hedef sömürgeciliği yıkarak bağımsız, demokratik ve birleşik bir Kürdistan Devleti kurmaktır.”
Öcalan’ın asgari hedefi ve Henri Barkey’in raporunun 21,Maddesi’nde işaret edilen nihai hedef ve BDP’li 99 belediyenin ” Demokratik Özerklik” talebi… Bunun üçünü üst üste koyduğunuz zaman tek bir hedefe yöneldiklerini görürüz. Büyük Kürdistan Devleti…

Bizim  Türkçe’mizde  çok  güzel  bir  deyim  vardır :

Eceli  gelen  köpek  cami  duvarına  şey  eder  derler.

Bizimkiler  ise,  her  halde  ”Büyük  Abi”lerine  güvenerek  vatan  topraklarına  şey

etmeye  çalışıyorlar..

Çalışmasına çalışıyorlar da, biz Türklerin söz konusu vatan olunca neler yapabileceğimizi hem onlar hem de tüm ” büyük abi”leri unutmuşlar sanırım.

Örneği ortada Bağımsızlık Savaşı…

Okumaya devam edin ‘BÜYÜK ABİ EMRETTİ – ( 2 )’

29
Eyl
10

AKP’den Önce de İHANET Vardı !

Bugün  kendilerini  çaresizlik  içinde  hissedenlere

sesleniyorum ; “yılgınlığa  düşmeyiniz ;

lâkin  amaçlanan  odur”

Kötülük   kalıcı   değildir !

Televizyon ekranlarından süslü cümlelerle seslenenlere itibar etmeyiniz; onlar, devrin papazlarıdırlar, cüppeleri yok diye aldanmayın; onlar, kara büyünün üstadıdırlar…

Bugün AKP karşıtıymış gibi görünenlerin çoğu Atatürkçü olarak lanse ediliyor, bu tuzağa da düşmeyiniz.

Çok şey bilmenize gerek yok; eğer biri çıkıp size AB’yi savunabiliyorsa veya CHP ve MHP çıkıp açık-açık ‘’biz AB’ye karşıyız’’ demiyor ya da diyemiyorsa, bilin ki onlar; Atatürkçü değildirler ! Tırı vırı Atatürkçülük olmaz !

Bundan tam bir buçuk sene önce yazdığım ‘’ CHP !   Kılıçdaroğlu’na Dikkat ’’ adlı yazımda tam da bunları dile getirmiştim.

CHP, Kılıçdaroğlu vesilesiyle AKP’nin stepnesi haline getirilmiştir ve en büyük tehlike budur.

Uğur Dündar’ın imaj çalışmalarıyla halkın gözünde kahraman haline getirildi !

Hatırlarsanız son seçimlerden önce Tayyip’le yapılan o çanak  sohbeti de Uğur Dündar yapmıştı ve sonuç ortada…

Star TV’ deki; Akdamar Kilisesi’nin ayine açılış haberinin nasıl bir aşk hikâyesine çevrilerek verildiği de ortada: İnanmayanlar çevirip çevirip izlesinler.

Hala inanmıyorlarsa istavroz çıkarabilirler !

Çünkü bazılarının Atatürkçülüğü patronlarının iktidarla anlaşmasına kadar sürer. Gariban fırıncıların korkulu rüyası olmak başka, güce karşı devamlı dik durmak başka!

Kılıçdaroğlu’nun, gariban edebiyatı dışında, günümüze ait gerçek sorunlarla ilgili bir şeyler söylediğini duyan var mı? Mesela, eğitimle ilgili ya da sağlıkla ilgili, terörü hiç söylemiyorum; büyük ihtimalle empati yoluyla çözecektir onu! Nezaketi dağlara taşlara…

Bu adam, ‘’dershaneleri kapatacağım, devletin okullarında herkes eşit eğitim alacak’’ dedi de ben mi duymadım!

Bu adam, ‘’ özel okul da ne! Biz sömürge miyiz? İngilizce eğitimi sonlandıracağız’’ dedi de onu da mı duymadım!

Ya da bu adam, ‘’AB’ ye girmeyeceğim, ABD’nin İncirlik Üssünü kapatacağım, NATO denen insanlık düşmanı örgütten ayrılacağım’’ dedi de, yine duymadım mı!

Duymadım, çünkü bunları veya benzerlerini söylemedi, söyleyemez.

Ne dedi peki !?

‘’Başörtüsü sorununu çözeceğim’’ dedi!

‘’PKK’ya dolaylı yoldan af’’ dedi!

‘’Laiklik tehlikede değil’’ dedi!

Memlekette satılmadık kale, tersane, liman kalmamış; Gandi Kemal ‘’AF’’ diye saçmalıyor.

Memlekette tarikatlar, cemaatler cirit atıyor; Gandi Kemal ‘’Laiklik tehlikede değil’’ diye saçmalamaya devam ediyor.

Peki, Gandi Kemal bunları düşünerek mi söylüyor? Yani kendisine has fikirler mi? Bir kere bu söylemlere yakın biri. Ama Önder Sav Efendi kulağına ‘’Ne Mutlu Türküm Diyene’’ cümlesini fısıldasa onu da söyler; sonra pişman olduğunu ilan eder. Pişman olduktan sonra bakar tepki var, tekrar pişman olur. Bu böyle devam eder gider. İsterseniz iddiaya girelim; Kılıçdaroğlu hayatta olduğu süre içinde bir kere dahi olsun, ‘’Ne Mutlu Türküm Diyene’’ demeyecektir…

CHP aklını başına topla ve kendine gel! Buradan araştırmacı yazarlara sesleniyorum; bu Önder Sav denen şahsın ilişkilerini araştırın ve bağlantılarını ortaya koyun! Kimdir bu Önder Sav!? Ben araştırmacı değilim ancak gerekirse ben de yaparım…

Eğer  ABD,  iktidarın  yanında  bir  de  muhalefeti  ele  geçirmiş(se);

vay  bize,  vaylar  bize !

Hani şu ‘Kurtlar Vadisi’ adlı bir dizi var ya, onun parçasında bir söz duydum; ‘’vatanını en çok sevene, en pis işleri yaptırırsın’’ diye.

Akıllarınca psikolojik baskı yaratıp, vatanseverliği ayağa düşürecekler.

Bir de bunu gerçek vatanseverlerin kendileri olduğu yalanıyla süsleyip milleti kandıracaklar.

Ben de burada bas-bas bağırıyorum:

İsrail’e  en çok  bağıranlar,  İsrail’le  en  çok  iş  yapanlardır…

Neyse konumuza dönecek olursak, Kılıçdaroğlu’ndan bahsediyorduk, ne diyorduk; tırı vırı Atatürkçülük olmaz!

Diyorduk…

Öyle herkese gülücükler dağıtarak, AB’ye AKP’yi şikayet ederek solculuk olmaz.

Kendi hesabını kendin göreceksin, emperyalist batıdan medet uman dinozorlarla solculuk yapılmaz.

Kim ki; konu ne olursa olsun, mağduriyeti ne olursa olsun; AB’den ve AB İnsan Hakları(!) Mahkemesi’nden medet umuyorsa o solcu değildir !

O Atatürkçü (Kemalist) hiç değildir !

Baykal; demokrasi maskesi altında, bilerek veya bilmeyerek Tayyip’i başbakanlığa taşıdı. Büyük demokrat oldu belki; ama devlet adamı olamadı, hesap verecek!

Bahçeli; MHP’yi ‘’önce Türk sonra İslam’’ anlayışından uzaklaştırıp, şeriatçılar gibi, ‘’ya Allah, ya Bismillah’’ anlayışına götürmüştür.

Ki bu anlayış BOP’un en son icadıdır.

Dinde birleştir, haritada ayır!

Din kardeşiyiz teraneleriyle koskoca bir ülke bölünüyor, büyük ülkücü(!) Bahçeli seyrediyor !

Hesap verecek !

Kılıçdaroğlu; iyi, dürüst, namuslu diye cilalanıyor, Zaman gazetesi yazarı Mümtazer Türköne bile koyacak yer bulamıyor.

Gerisine siz karar verin artık! Gazeteci soruyor, ‘’sayın Kılıçdaroğlu, emekli olduğunuzda ne yapacaksınız’’ ve Kılıçdaroğlu cevaplıyor, ‘’Dersim’in tarihini yazacağım’’…

Tunceli’nin tarihini yazmak sana mı kaldı!

Şimdi açıkla o tarihle ilgili düşüncelerini!

Beyninin arkasında yatan asıl şeyi şimdi açıkla adamsan !

Çok yeni…

Tüm ulusalcılara ve vatanseverlere sesleniyorum, Gandi Kemal’le bir yere varılmaz.

Önder Sav’ın kuklalarından bu memlekete hayır gelmez !

Yumuşak Atatürkçülük olmaz !

Bursa Nutku’nu okumaya cesareti olmayanlarla mücadeleye girilmez !

Tayyip hayatında bir kere doğru söyledi; ‘’taraf olmayan, bertaraf olur’’ diye.

Onun niyeti belli !

Ama biliniz ki taraf olmayan, karşı tarafta olandan tehlikelidir !

Çünkü o her taraftır !

Yani, sendenmiş gibi görünüp, aslında kendi hariç hiç kimsedendir.

Düşman için bile tehlikelidir !

Değerli okuyucu; şimdi biz kime güveneceğiz, kime oy vereceğiz, diyorsunuzdur muhtemelen.

Orasını bilemem, ama bildiğim tek bir şey var; bazıları seçilerek gelip, bir daha gitmezler !

Demokrasi denen komedi onlar için sadece bir araçtır.

Yani eksiksiz oy kullansanız da pek bir şey değişmez.

Sandıkları alıp kucaklasanız da, sandıkla sabahlasanız da sonuç değişmez!

Büyük ağabey sonuçları yıllar önceden belirlemiştir, senin yaptığın işin fotoğraf kısmıdır, deklanşöre başkaları basarken…

Demokrasiyle  geldiler  ama  demokrasiyle  gitmeyecekler.

Giderlerse, gelen; emin olun onları aratacaktır.

Kökten çözüm devrimdir !

Bizi alsalar da, bizi assalar da, aklınızın bir yerinde bulunsun!

Sistem  AKP’den  önce  de  Amerikancıydı.

Mustafa  Kemal’in  öldüğü  günün  ertesinde  ihanet  başlamıştır.

İkinci adam, üçüncü adam olmamıştır !

Tek adam vardı, o da; Mustafa Kemal’den başkası değildi!

AKP’den önce araba yapıldı da biz mi binmedik!

AKP’den önce uçak yapıldı da biz mi uçmadık!

AKP’den önce de ihanet vardı!

Sorun bir şeyi kimin sattığı değil, satışa kimin hazırladığıdır !

Okuyun, Cumhuriyet Tarihimizi okuyun !

Mareşal Fevzi Çakmak öldüğünde radyoda çalınan çiftetellinin kimin zamanında çalındığını okuyun !

Kazım Karabekir’in, Atatürk hayattayken neden milletvekili olamadığını ya da O’nun vefatından altı ay sonra neden milletvekili seçildiğini okuyun !

Okuyun  kardeşim,  bir  paket  az  sigara  için,  azıcık

tarih  okuyun !

Zor zamanlardan geçiyoruz, Kemalist Devrim’in tarihini okuyun okutturun !

Nutuk’u okuyun okutturun !

Zaman her zaman vardır.

Okumaya devam edin ‘AKP’den Önce de İHANET Vardı !’

29
Eyl
10

Ordu’dan da Bir Avcı Çıkar mı ?

Nikolay Stepanoviç Gumilyov diye Ukraynalı meşhur bir tarihçi var.

Etnisiteler üzerine uzmanlaşmış.

Çin ve Türklerin tarihini iyi biliyor.

Gumiyov’un bir tarih tezi var.

Bu teze göre, her etnisitenin kendisine ait bir “iç enerjisi” mevcut.

Bu enerji tükendiğinde, etnisite ya yok olur.

Ya da başka bir büyük etnisitenin bakiyesine dönüşür.

Etnisitenin iç enerjisini o etnisitenin içindeki “fedailer” temsil eder.

Bu fedailer birimi etnisitenin başka etnisitelere karşı savunmasından ve bekasından sorumludur.

Bu tarih tezini bir örnek ile anlatmak gerekirse; Osmanlının dağılma sürecinde, yani Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal ve arkadaşları etnisitenin yok olmaması için ne gerektiyse onu yaptılar.

O fedailer gurubu, Türk etnisitesinin başka bir etnisitenin tasallutuna girmemesi için gerekli iç enerjiyi sağladılar.

İç enerjiyi temsil eden bu fedailerin temel özelliği şudur: Mülkiyet merkezli değildirler. Gözünü kırpmadan bağlı olduğu etnisite için canlarını verirler.

Batı emperyalizmini bir süper etnisite olarak tanımlarsak, bu süper etnisite Türk ulusu üzerine amansız saldırılar gerçekleştirmektedir.

Şu günlerde, sözünü ettiğim iç enerjiye şiddetle ihtiyacımız var.

Hainlerin çoğaldığı dönemlerde, fedailerde çoğalır.

Bu fedailer barış dönemlerinde sessizce bir kenarda dururlar.

Onların isimlerini cisimlerini, pek fazla kimse bilmez.

Ne zaman etnisite tehlikeye düştü, işte bu isimsiz kahramanlar ortaya çıkmaya başlar.

Ülkenin her kurumundan bir Hanefi Avcı çıkacaktır.

Avcı kadar ülkesinin bekası için üzülen, işlerin iyi gitmediğini, etnisitenin bir parçalanma sürecine girdiğini gören her kesimden ve kurumdan fedailer çıkacaktır.

Beklentim odur ki, Ordumuzun içinden de, bir Avcı çıkacaktır.

Ordumuzun içinde, Avcı kadar bilgi, belge ve haber sahibi olan paşamız yok mu?

Kurtuluş Savaşı sürecinde fedailer hep ordudan çıkardı.

Onlar bu ülkenin bekasından sorumlu değiller mi ?

Ya da bu ülkede yaşamıyorlar mı ?

Cemaatin devletin içine bağdaş kurup oturduğunu sadece Hanefi Avcı’mı görüyor ?

NATO’dan dış görevler beklerken, gözleriniz mi görmez oldu ?

Biz her şeye karşın umutluyuz, Ordudan da avcılar çıkacaktır.

İLK KURŞUN

http://www.ilk-kursun.com/2010/09/ordu%E2%80%99dan-da-bir-avci-cikar-mi/

29
Eyl
10

Hanefi Avcı terörist çıktı

Yirmibeş sene önceki mevzuyu  Sabri Yirmibeşoğlu’na yıktılar…

Özal’ı öldürmüş.

Otuz küsur sene önce olsaydı, emekli korgeneral Mehmet Otuzbiroğlu diyebilirlerdi…

Veya, maazallah 2004 senesinde filan yaşansaydı, Ogün Altıparmak’ın parmağı aranabilirdi.

*

Bu arada…

Elektriği AKP icat etti.
Ateşi AKP buldu.
Tarımı ilk AKP’liler yaptı.
*
Kennedy suikastını İsmet İnönü’nün işlemiş olduğu konusunda şüphelerim var.

Ancak, Hiroşima’nın CHP işi olduğu kesin…

Savarona’nın fuhuş yaparken yakalanan aşçısı Tom Amca’nın kulübesindeki el bombalarıyla, Nagazaki’dekinin seri numaraları aynı.
Yuri Gagarin ülkücüydü.
Anca uzaya çıkabildi.
Aya takunya dikenler AKP’li.
Jüpiter evet’çi.
Satürn, yetmez ama evet dedi.
New York’taki “ikiz” kuleleri vuranlarla, Sabancı’nın “ikiz” kulelerinde cinayet işleyen zihniyet, bizim muhalefetteki tek yumurta ikizi…

Roma’yı yakan Neron değil aslında, Perihan kod adlı bi kadın…

Brütüs’ü azmettiren ise büyük ihtimalle Profesör Mehmet Haberal…

Robinson Crusoe’nun telekulağı Cuma ortaya çıkarmıştı bu bilgiyi, ordan biliyorum.
Apo’çiler BDP’li.
Tom Miks Jitemci.
Puik gazeteci.

Ne o ?

Niye ağız burun kıvırıyorsunuz ?

Garfield’ın, Cinderella’nın, Bugs Bunny’nin, Temel Reis’in darbe iddianamesine girmesine inanıyorsunuz da, Puik’lere niye inanmıyorsunuz ?

Colomb Molomb hikâye mesela…

“Okyanus Ötesi”ni en önce Başbakanımız keşfetti…

12 Eylül 1492’den taaa 518 sene sonra teşekkür edene kadar, hiç kimsenin bilmemesi ondan !
Mustafa Balbay, “küresel ısınmanın ne zaman Ergenekon’a yükleneceğini merak ediyorum” dedi; mahkeme başkanı “mümkündür” dedi. (Kutup ayılarına Kafes planında rastlamıştık.)
KPSS sorularını Süleyman Demirel’in ÖSYM’ye atadığı Arsen Lüpen’in arakladığı ortaya çıktı…

Devletin en kilit noktalarında yıllarca görev yapan ve kitap yazarak, cemaat örgütünün emniyeti-yargıyı ele geçirdiğini açıklayan Hanefi Avcı, teröriste yataklıktan içeri alındı.

Tekerleği AKP’lilerin icat ettiğini söyleyenler ise, müfteridir, alçaktır.

Yılmaz ÖZDİL

http://www.ilk-kursun.com/2010/09/hanefi-avci-terorist-cikti/

29
Eyl
10

Dersim fiyaskosu ve Tunceli gerçeği

12  EYLÜL  2010  Halkoylaması’nın  Tunceli  sonuçları  ancak  “ Dersim  Fiyaskosu  ve

Tunceli  Gerçeği ”  başlığı  ile  ifade  edilebilir.

Yüzde 19.2 “Evet” oyu ile “Dersim Fiyaskosu” ortaya çıkmış, yüzde 80.8 “Hayır” oyuna “Tunceli Gerçeği” yansımıştır.

1950’den bu yana bu yüzde 80.8 oyu Tunceli gerçeği ve gerçekliği için verilen en yüksek oy oranıdır.

Bu  oran  Tunceli’nin  Cumhuriyetçi,  devrimci  ve  laik

niteliğini  bir  kez  daha  dünyaya  ilan  etmiştir.

GERÇEKTEN  FAŞİST  Mİ

Kuru deriden bal çıkarmak isteyenler bir süredir 1938 Dersim olaylarını gündeme getirmek, olayları bir tür soykırım olarak kabul ettirmek peşindeydiler.
Ataları soykırıma uğramış bir halkın halkoylamasında, doğal olarak, evet oyu kullanması gerekiyordu.
Evdeki pazarlık çarşıya uymadı.

Nasıl  uymadığına  bakalım  :

Toplam seçmen sayısı: 56 bin 393
Toplam kullanılan oy sayısı: 37 bin 621
Toplam kullanılmayan oy sayısı: 18 bin 772
Katılım oranı: Yüzde 66.7
Evet oranı: Yüzde 19.2
Hayır onarı: Yüzde 80.8

Halkoylamasına katılmayanların bir bölümü DTP’nin boykot talimatına uyanlar olmalı.

Ama tamamı değil.

Katılsalardı “Evet” oyu mu vereceklerdi ?

Seçimlerde, halkoylamalarında böyle hesaplar yapıl(a)maz.
Daha sonra “Faşist Anayasa” olarak tanımlanan 1982 Anayasası, katılanların yüzde 91.37 oyu ile kabul edilmişti.

“Faşist Anayasa” tanımlamasına sarılanların büyük bir çoğunluğu 1982 yılında “Evet” oyu vermemiş miydi ?

“Evet” oyu veren yüzde 91.37 gerçekten faşist miydi ?

ÖZÜR  DİLENMELİ

Başbakan Erdoğan, halkoylaması öncesinde, Eskişehir Odunpazarı Meydanı’nda düzenlenen mitingde “Dersim’i uçaklar bombalarken CHP neredeydi?” diye sormaktaydı.
Başbakan Erdoğan 1938’de hükümetin Dersim ayaklanmasını silah kullanarak bastırmasını suçlayarak tarihsel gerçekleri saptırıyordu. Böyle bir saptırma resmi tarihe(!) karşı olan özel tarihçilere yakışırdı ama 2010 yılının Başbakan’ına yakışır mıydı?

Teori Dergisi Ocak 2009 ve Şubat 2010 sayılarında iki kez Dersim dosyası yayınladı.

Okunması gerekir: 1938 Dersim harekâtından sonra Tunceli seçmen halkının yüzde 80.8’i olan 37 bin 621 vatandaş “Hayır” oyu kullanıyorsa bunun ne anlama geldiğini iyi görmek gerekir.

Halk  Tunceli’de  derebeylik  ve  haydutluk  düzeninin  sona  erdirilmesinden,

bu  sayede  özgürlüğüne  kavuşmaktan  son  derece  memnundur.

Halk  derebeylik  düzenini  değil,  Cumhuriyet’i seçmiştir.

Bu  kadar  basit…

Günümüz Tunceli halkına, yüksek bilincinden dolayı, Cumhuriyet’in ve tarihin teşekkür etmesi gerekir.

Başbakan’a gelince: Sadece 1938 CHP hükümetini suçlamakla olmaz.

Hükümet Dersim mağdurlarından özür dilemeli ve idam edilenlerin itibarlarını resmen iade etmeli!

Özdemir İNCE

http://www.ilk-kursun.com/2010/09/dersim-fiyaskosu-ve-tunceli-gercegi/

29
Eyl
10

Hitler Dönemi Almanyası

Ben, aşağıdaki kitap özeti yazımı 1990 yılında Cumhuriyet Gazetesi’ne göndermiştim.

Sanıyorum o günün koşullarında anlamsız bulunmuş olacak ki Cumhuriyet’in yazarlarından hiç biri bu konuya değinmemişti.

“Hitler dönemi Almanyası”  başlıklı bu yazıyı yanılmıyorsam 2006 yılında Eski Mersin Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı, Emekli Hakim Binbaşı Yücel Ak’a da vermiştim.

Çeşitli yerlerdeki konuşma ve konferanslarında benim verdiğim bu yazıdan alıntılar kullandığını Sayın Yücel Ak bana söylemişti.

Kendisi ile temas kurularak gerekli bilgi bizzat Yücel Ak’tan alınabilir.

Yaklaşık 600 sayfayı bulan bir kitaptan çıkardığım özetin uzun olduğunu düşünebilirsiniz.

Bu yazıyı okuyan sizler de özetin özetini çıkarabilir ve arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.

Sabır gösterin ve bu yazıyı özümseyerek, üstelik Tayyip Erdoğan Türkiyesi ile karşılaştırarak okuyun lütfen.

Bir hukuk profesörü Andreas Schwartz’ın gözetiminde, Elke Mond ve ekibince hazırlanıp 1948 yılında basılmış, 1989 yılında Berlin’de okuduğum “Hitler dönemi Almanyası” adlı kitaptan aldığım notları aşağıda okuyacaksınız.

Yaklaşık 20 yıldan beri arşivimde duran bu notların, Erdoğan dönemi Türkiyesi’nde, özellikle son zamanlarda ortaya çıkan olaylar nedeniyle yeniden güncellik kazandığını düşünüyorum.

Faşizmi kısaca, kendisi gibi düşünmeyene hayat hakkı tanımayan rejim olarak tanımlayabiliriz.

Faşist rejimlerin iktidara gelmesini ve iktidarını sürdürmelerini sağlayan en önemli faktör, terör ve baskı politikalarını ustalıkla uygulayan faşist örgütlenmelerdir.

Her ikisi de ırkçı ve saldırgan ideolojiler olan Siyonizm ile faşizm arasındaki ilişki, çeşitli terör örgütlerinin yapılanmasında da görülmektedir..

Faşizmin bir ülkeye tümüyle hakim olmasının en açık örnekleri olan Nazi Almanyası ve Mussolini İtalyası bu faşist örgütlenmelerin “altın devirlerini” oluşturur.

Her iki rejimde de, faşist felsefeyi tam olarak kabul eden ve uygulayan, çoğu hasta ruhlu insanlardan oluşan resmi terör örgütleri kuruldu.

İlk karakteristik özelliklerini bu dönemde ortaya koyan bu örgütler, II. Dünya Savaşı’ndan sonra da dünyanın pek çok ülkesinde gerek yer altı örgütü gerekse siyasi parti olarak faşist ideolojiyi ayakta tuttular.

Yine pek çok ülkede de CIA ve Mossad’ın uzantısı olan “Kontrgerilla” sistemleri ile yakın ilişki içindedirler.

Önce William Carr’ın “Hitler” adlı kitabında Hitler hakkında ne söylediğine bakalım. :

“Almanya’nın  felaketi  tek  başına  Hitler  değildir.

Alman  felaketinin  sorumlusu,  bir  Hitler  yaratan  ve  kendi  kaderini  onun  ellerine

kendi  isteğiyle  teslim  eden  Alman  halkıdır.”

Şimdi dönüyorum “Hitler dönemi Almanyası” adlı kitaptan aldığım notlara :

Okumaya devam edin ‘Hitler Dönemi Almanyası’




İstatistikler

  • 2.406.122 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Eylül 2010
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
27282930  

En fazla oylananlar