Haziran 2007 için arşiv

27
Haz
07

Hocalı Katliamı

Terör ve Vahşetin Kronolojisi :HOCALI KATLİAMI


Ermeni Daşnaklarının ve aynı zamanda Rusya’nın desteğiyle Azerbaycan Türk’lerine karşı yapılan cinayetlere bakınız:

-1915 Güney Azerbaycan’da Urmu, Salmas ve Makü şehirlerinde 100,000 Türk katledildi.
-1917-1918 arası İrevan  bölgesinde 197 köy imha edildi, 135,000 yerli Türk İrevan’da öldürüldü ve bir çoğu da sürgün edildi.
-1918 Güney Azerbaycan’ın Urmu şehrinde 10,000 Türk öldürüldü.
1918 Zengezor’un 115 köyü yakılıp ve viran edildi.100,000 Azerbaycanlı katledildi.
1920 yeniden Zengezor’un 48 köyünü yaktılar ve 400 çocuk,150 yaşlı insanı öldürdüler.100 hastanı yakıp ve 816 kaçkını Aras nehrinde boğarak öldürdüler ve 160,000 kişi aynı zamanda çaresizlikten Güney Azerbaycan’a yerleşti.
Ordu basar şehrinde 118 köy yakıldı ve 900 Türk bu ateşlerde can verdi ve 6 kadın esir düştü, 300’den fazla yaşlı ve çocuk katledildi.
74 köy Dererleyiz, 76 köy Şerur ve Şah tahtı bölgelerinde yakılıp ve viran edildi. Şerur’da 810 hasta katledildi ve 144 kadın esir düştü.Şah tahtı’nda 3 kadın esir düştü ve 35 çocuk, 22 yaşlı ve 9 hasta öldürüldü.
-1918 (Mart-Nisan) Baku’de 12-15 bin Azerbaycanlı Ermeni ve Bolşevikler tarafından katledildi.
-1918 7000 Azerbaycan Türk’ü Şamahı’da öldürülüyor, 122 köy Guba’da viran edilir, 60 Azerbaycanlı ölür ve 53 kişi yaralanır.
-1980 Azerbaycan’ın Kuzey batısından(Ermenistan) Ermeni’ler Türk’leri sürgün ettikleri zaman 3 Türk’ü boğup ve 11 Azerbaycanlıyı canlı olarak ateşe atıyorlar, 41 kişiyi işkence yaparak öldürüyorlar ve 49 kişi soğuktan donarak ölüyor ve 2 kişinin de kafasını işkenceden sonra kesiyorlar.Toplam 216 Azerbaycan Türk’ü katledildi ve 800 km2 Türk topraklarından Ermeni teröristlerinin eline düştü.
-1992 26 Şubat Azerbaycan’ın Hocalı eyaleti 7,000 nüfusuyla beraber viran ediliyor, Hocalı’nın ahalisi sürgün edilip ve 600’den fazla Azerbaycanlı Hocalı da katlediliyor.

Karabağ Savaşının Takvimi:

1) Ekim 1987 Ermeni’ler İrevan’da protesto yaparak Türk yurdu Karabağ’ın Ermenistan’a verilmesini istiyorlar.
2) 18 Mart 1988 Sovyetler Birliğinde başta olan iktidar Karabağ’ın Ermenistan’a verilmesine karar veriyor.
3) Eylül 1988 Ermeni’ler Karabağ’da Azerbaycan Türk’lerine karşı silahlı saldırıda bulunuyorlar.
4) 24 Kasım 1988 Kuzey Azerbaycan’ın Baku, Nahçivan ve Gence şehirlerinde olağanüstü hazırlık ilan ediliyor.
5) Aralık 1988 105,000 Azerbaycan Türk’ü İrevan ve etraf bölgeden dışlanıyor.
6) 29 Haziran 1989 Ermeni’ler Baku-Nahçivan tren yolunu kesiyorlar.
7) 28 Kasım 1989 Moskova Karabağ’ın kontrolünü eline  geçirmeye karar veriyor.
8) 01 Aralık 1989 İrevan, Karabağ’ın Ermenistan’a verilmesi için ısrar ediyor.
9) Ocak 1990 Moskova 100 tankı İrevan’a göndererek (askeri) donatım yardımı yapıyor.
10) 19 Ocak 1990 Ermeni teröristleri Azerbaycan’ın Sederek köyünü işgal ediyorlar.
11) 20 Ocak 1990.Azerbaycan’ın başkenti Baku’de yüz veren kara Yanvar(Ocak) faciası Rusya’nın kızıl ordusu 11,000 askerle Baku’de ve 6,000 askerle Karabağ’da Azerbaycan Türk’lerine saldırıyor.
12) 13 Şubat 1990 Ermenistan 05.Haziran.1921.anlaşmasını reddederek Karabağ’ı  Azerbaycan’dan resmen ayırmak istiyor.
13) Ocak-Mayıs 1991.Ermeni teröristleri Azerbaycan Türk’lerine karşı silahlı saldırılarını arrtırıyorlar.
14) 09 Mayıs 1991 Sovyet Birliği İçişleri Bakanlığı, Ermeni teröristlerin Azerbaycan’a karşı saldırılarını durdurmaya çalışıyor.
15) 29 Haziran1991 Baku resmi olarak Sovyet Birliğinden Karabağ savaşına müdahale etmesini istiyor.
16) 02 Eylül 1991 Nagurno-Karabağ (Artisah) resmen Ermeni Cumhuriyeti ilan ediliyor.Asala (Ermenistan azatlık ordusu) ve A.N.M (Ermenistan milli hareketi) 15,000 ordusuyla Kuzey Azerbaycan’ın Goranboy bölgesindeki köylerine saldırmaya başlıyor.
17) 23 Eylül 1991 Azerbaycan ve Ermenistan Cumhurbaşkanları Rusya’da Kazakistan ve Rusya Cumhurbaşkanlarının iştirakiyle Karabağ hakkında görüştüler.
18) 26 Aralık 1991 Sovyetler Birliğinin ömrü sona  eriyor
19) 01 Ocak 1992 Ermenistan Artisah(Karabağ)Cumhuriyetini onaylayarak resmi devlet ilan ediyor.
20) 06 Ocak 1992 Ermeni teröristleri Karabağ’ın merkezi şehri Hankendi’ni işgal ediyorlar.
21) 12-18 Şubat 1992  CSCE araştırma komitesi Karabağ’a geliyor.
22) 26 Şubat 1992 Rusya’nın 366 sayı ordusu Karabağ’â girerek Ermenistan’a yardım etmesi sonucunda Hocalı işgal ediliyor ve yüzlerce Azerbaycan Türk’ü soykırıma maruz kalıyor.Hocalı viran ediliyor ve Karabağ savaşı devam ediyor.
23) 30 Şubat 1992 Rusya tekrar Ermenistan’a silah gönderiyor.
24) 24 Mart 1992 CSCE Helsinki’de Karabağ savaşı hakta toplantı yapıyor.
25) Nisan 1992 Rusya Karabağ savaşının durdurması için müdahale etmesini öneriyor.
26) 07 Mayıs 1992 İran Karabağ savaşına müdahale ediyor ve Tahran’da sulh toplantısı yapılıyor.İran savaşın durdurulmasını ve Ermenistan’ın Karabağ’dan geri çekilmesinde ısrarlıdır.
27) 08 Mayıs 1992 Tahran’da sulh ve barış toplantısı sürerken Ermenistan ordusu Şuşa’nı işgal ediyor ve 23156 Azerbaycanlı kendi topraklarından sürgün ediliyorlar.Tahran’daki sulh toplantısından hiç bir sonuç elde edilmiyor.
28) 18-19 Mayıs 1992 Ermenistan Laçin’e saldırıp,Laçin’i işgal ederek,Karabağ’ı Ermenistan’a yapıştırmak (ilhak) istiyorlar , Nahçivan-Türkiye yolunu ve irtibatını kesmek amacıyla sınır bölgesinde Sederek köyüne saldırıyorlar ama bu durumda Türkiye Genelkurmayı tarafından Ermenistan’a şiddetli uyarı veriliyor.Aynı zamanda CSCE olağanüstü komisyon hazırlıyor.
29) 19 Eylül 1992  Azerbaycan, Rusya ve Ermenistan Savunma Bakanları Karabağ savaşına son vermek için toplantı kuruyorlar.
30) 26 Kasım 1992 CSCE toplantı kuruyor.
31) 09-07 Aralık 1992 Azerbaycan, Rusya, Ermenistan ve Türkiye Jenev’ de(İsviçre) toplantı yapıyorlar.
32) 09-12 1992 Azerbaycan ve Ermenistan Savunma Bakanları görüştükleri halde, Ermenistan ordusu Zengilan’ın 8 köyünü işgal ediyor.
33) 05 Şubat 1993 Ermenistan, Karabağ savaşına daha çok şiddet vermeye başlıyor.
34) 17-21 Mart 1993 Minsk gurubu Türkiye iştirakiyle toplantı yapıyor.
35) 27 Mart-03 Nisan 1993 Ermeni’ler Azerbaycan’ın Kelbecer şehrini işgal edip ve 60698 Azerbaycanlı sürgüne düşüyor.
36) 31 Mart.193 Amerika Cumhurbaşkanı’nın özel vekili Kelbecer’in işgaline itiraz ederek Jenev’de sulh ve barış toplantısını terk ediyor.
37) 30.Nisan.1993 BMT’nın verdiği 822 karara göre Ermenistan Karabağ savaşında mahkum düşüyor.
38) 17.Haziran 1993 Ermenistan Azerbaycan’ın Ağdam ve Merdakret şehirlerine saldırıyor.Bu saldırıdan önce Ermenistan Cumhurbaşkanı Lion ter Petrosiyan 14 Haziran’da Hankendi’ni görmeye geliyor.
39) 12.Temmuz 1993 Minsk’in özel vekili Rafaelo Azerbaycan’ın işgal edilen bölgelerine geliyor.
40) 18-20 Temmuz1993 Barış gurubu Baku’ye geliyor.
41) 23-24 Temmuz 1993 Ağdam resmen işgal ediliyor ve 158,000 Azerbaycanlı sürgün ediliyor.
42) 29 Temmuz 1993 BMT’nin verdiği 853 sayılı karara göre Ermenistan mahkum oluyor.
43) 18 Ağustos 1993 BMT 822 ve 853 kararların icra olmasına ısrar ediyor.
44) 23 Ağustos 1993  Fuzuli işgal edilip ve 152.860 Azerbaycanlı Karabağ’dan sürgün ediliyor.
45) 25-26 Ağustos 1993 Cebrayıl şehri işgale maruz kalıp ve 57.125 Azerbaycanlı Karabağ’dan sürgün oluyor.
46) 31 Ağustos 1993 Gubadlı işgal edilip ve 31.364 Azerbaycanlı Karabağ’dan sürgün ediliyor.
47) 21-28 Eylül 1993 Minsk gurubu Paris’te toplantı yapıyor.
48) 14 Ekim 1993 BMT’nin verdiği 874 sayılı karara göre Ermenistan Karabağ savaşında mahkum oluyor.
49) 23 Ekim 1993 Ermenistan ordusu Guradiz’i işgal edip ve Gubadlı-Cebrayıl ve Zengilan şehirlerinin irtibatı kesiliyor.
50) 28 Ekim 1993 Ermenistan ordusu Azerbaycan’ın Mincuvan stratejik noktasını işgal ediyor.
51) 29 Ekim – 01 Kasım 1993 Zengilan işgal edilip ve 34924 Azerbaycanlı sürgün oluyor.
52) 11 Kasım 1993 BMT 884 sayılı kararına göre Ermenistan’ı mahkum ilan ediyor.
53) 20 Kasım 1993 Ermeni’ler Rusya sulh gurubunun uçağını yere düşürüyorlar.Rusya Dışişleri Bakanı Andrew Kuzirov Ermeni’leri bu terörlerini mahkum ediyor.
54) 10 Aralık 1993.Ermenistan ordusunun Bilgan’a saldırısı başlıyor.
55) Ocak 1994 CSCE’nin müdahalesiyle Karabağ savaşı durduruldu.
56) 03 Mart 1994.Ermenistan bu ateşkesi bozuyor.
57) 31 Mart – 04 Nisan 1994 barış heyeti Kırgızistan başçılığıyla Azerbaycan’ın işgal edilmiş bölgelerine ve İrevan’a gidiyorlar.
58) 09 Nisan 1994 Ermenistan Ter Ter cephesinde bir aylık operasyona başlıyor.
59) 04-05 Mayıs 1994 Azerbaycan ve Ermenistan millet vekilleri Kırgızistan’da buluşarak Bişkek protokolünü imzalıyorlar.
60) 27 Haziran 1994 Karabağ ateşkesinin sulh maddeleri Minsk gurubu ve Rusya’nın vekili ile araştırılıyor.
61) 27 Haziran 1994 Azerbaycan ve Ermenistan Cumhurbaşkanları Karabağ savaşına resmi ateşkes imzalıyorlar.
62) Kasım 1994 Karabağ’ın bütün cephelerinde ateşkes ilan ediliyor.
63) 05-06 Aralık 1994  CSCE toplantısı Macaristan’da toplanıyor.Minsk gurubu Karabağ konusunda sulh yolu öneriyor: Ermenistan,Azerbaycan’ın işgal edilmiş topraklarında geri çekilip ve Karabağ’da yerli Ermeni ve Azerbaycanlılar arasında seçki icra olsun.
64) 29 Aralık 1994 Robert.Koçariyan kendini Karabağ Ermeni Cumhurbaşkanı ilan ediyor.

Azerbaycan ve Ermenistan arasında ateşkes ilan edilse de Ermeni teröristleri defalarca ateşkesi ret ederek Azerbaycan’ın işgal olan topraklarına tecavüz etmişler.

Ermeni’lerin Azerbaycan’a her bir saldırısında yüzlerce Azerbaycan Türk’ü katlediliyordu.Rusya, Ermenistan’ın en büyük destekçisi idi.Aynı zamanda İran İslam Cumhuriyeti Rusya’nın kenarında bulunarak her türlü yardımı Ermenistan’a yapıyordu.

Fars şovenizmi bu desteğiyle Azerbaycan Türk’ünü yok etmeğe çalışıyordu.Ermenistan’ı bir devlet olarak resmiyete tanıyan ilk devlet İran molla rejimiydi.Azerbaycanlılar tarih boyu Karabağ’da akan masum kanlarımızı yerde koymayacak ve binlerce şehitlerimiz öçlerini almayana kadar
susmayacaktır.
Hocalı soykırımı bir gerçektir.Ermeni teröristleri 366 Motorize alayı eşliğinde anılan gece Hocalı Türklerini evlerinden çıkartarak topluca katletmiş ve şehit cenazelerini ateşe verip acımasızca yakmışlardır.
26.Şubat.1992 Hocalı soykırımına göre ABD tarafından 1992 yılı Hocalı yılı ilan edilmiştir.

Büyük Milletimizin Başı Sağ olsun!
Not: Bazı düzeltmeler tarafımızdan yapılmış olup aslına sadık kalınmıştır.(KM-Denizli)

27
Haz
07

PKK – ERMENİ İŞBİRLİĞİ

Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980’li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine gitmişlerdir. 1984 yılında cereyan eden Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Ermeniler ile PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bazı somut örnekler şunlardır:

  • Terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini “Kızıl Hafta” olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak ve toplantılar yapmaya başlamıştır.
  • 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan’ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Toplantı akabinde 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Başkonsolosluğumuza, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları büromuza yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.
  • Bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından “Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı” onur üyeliğine seçilmiştir.
  • Ermeni Halk Hareketi’nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.
  • 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut’ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır.

 

 

Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut’taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir:

  • Şimdilik Türkiye’ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.
  • Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir.
  • Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.
  • Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının intikamını mutlaka alacaklardır.
  • Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ’da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir; ve Karabağ’da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır.
  • Türkiye’de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek- iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.
  • Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.
  • Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.
  • Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.

PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ERMENİSTAN’DAKİ YAYIN ORGANLARI

Ermenistan’da Reya Taze ve Bota Redaksiyon adlı gazetelerin PKK terör örgütü kontrolünde Kiril Alfabesiyle yazıldığı ve PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı bilinmektedir. Bu gazeteler Türkiye ve Avrupa’dan gelen PKK terör örgütü mensuplarınca yayımlanmaktadır.


PKK – ASALA İLİŞKİLERİ

Uluslararası nitelikteki Ermeni terörizmi, 1973 yılında ortaya çıkarak 1974 Kıbrıs barış harekatını müteakip yurtdışında bulunan vatandaşlarımız ve temsilciliklerimize yönelik sabotaj, suikast ve saldırı türü terör hareketleri ile kendini göstermeye başlamıştır.

Başta Ermeni terör örgütü ASALA olmak üzere 1984 yılına kadar eylemler sürdürmüş ve l970’li yıllarda çeşitli legal siyasi oluşumlar içinde kendisini göstermeye başlayan Kürtçülük hareketini, terör örgütü PKK ile ivme kazanması üzerine, yerini Abdullah ÖCALAN liderliğinde Kürt-Türk ayırmadan öldürebilen, katliamlarla ismini duyurmaya çalışan PKK terör örgütüne bırakmıştır.

Fakat bu tarihten önce de PKK-ASALA terör örgütleri arasındaki işbirliğinin, ortaklaşa yapılan eylemler, yayınlanan deklarasyonlar, ASALA ve diğer Ermeni terör örgütü mensuplarının PKK terör örgütü kamplarındaki eğitimi, ASALA terör örgütünün üst düzey yetkililerinin eğitim yaptırdıkları, bunların dışında PKK terör örgütünün Ermeni Taşnaksutyun Partisi ile ilişki içerisinde olduğu bilinmektedir.

PKK-ASALA terör örgütü işbirliğinde ortak amaç olarak, Marksist-Leninist ideoloji doğrultusunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde devlet kurmaktır. İki örgütün de hedef aldığı bölgeler göz önünde bulundurulduğunda hedeflerin çakıştığını görüyoruz. Bu durumda iki örgütten birinin diğerine taşeronluk yaptığı fikri güçlenmektedir.

Ele geçirilen belgeler neticesinde Bekaa ve Zeli kamplarında Ermeni terör örgütü ASALA ile terör örgütü PKK militanları ile birlikte eğitim gördükleri ortaya çıkmıştır.

PKK İLE ERMENİLER ARASINDA 1987 YILINDA YAPILAN ANLAŞMA

1987 yılında bölücü terör örgütü PKK ile Ermeniler arasında bir anlaşma yapılmıştır. Söz konusu anlaşmanın hükümleri şunlardır:

  1. Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar
  2. PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD Doları ödenecek
  3. Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklar

Yapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Samurouyan adlı şahısla birlikte 18 Nisan 1990 tarihinde yapılan toplantıda şu kararlar alınmıştır:

  1. PKK ve ASALA terör örgütlerinin artık ortak yönetilecektir
  2. Türkiye’de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermeniler yapacak
  3. Muhtemel devrimden sonra elde edilen topraklar eşit olarak bölüşülecek
  4. Kamp masraflarının % 75’ini Ermeniler karşılayacak
  5. Türkiye’deki metropol şehirlerde eylemler yapılacak

1992 Ekim ayından itibaren Kuzey Irak’ta üslenen terör örgütü PKK’ya karşı gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonlarda örgütün büyük darbeler alması ve barınma imkanlarını kaybetmesi üzerine bir kısım örgüt mensuplarının İran ve Ermenistan’a geçmeleri ile PKK terör örgütünün Ermenistan’daki aktif faaliyetleri başlamıştır.

PKK terör örgütünün Avrupa temsilcilerinden bir grubun Ermenistan’a giderek, PKK terör örgütü mensuplarının Kars bölgesinden Ermenistan’a rahatça girip çıkmaları için anlaşma yaptığı, Sovyet Rusya’nın dağılması ile Ermenistan’ın bağımsızlığına kavuşması sonucu PKK terör örgütünün Ermenistan’da Kürt yerleşim birimlerinde barınma imkanı bularak burada örgüte maddi-manevi destek sağlayıp, faaliyetlerini sürdürdüğü ayrıca, 19-20 Mayıs 1992 tarihlerinde bir grup PKK terör örgütü mensubunun Ermenilerle beraber Azeri Türklerine karşı savaşmak için 3 araçla Urumiye’den Ermenistan’a hareket ettiği bilinmektedir.

27
Haz
07

ASALA (ERMENİSTAN’IN KURTULUŞU İÇİN ERMENİ GİZLİ ORDUSU)

1973-1985 döneminde kendisinden en çok söz ettiren Ermeni terör örgütü ASALA’dır. Kuruluşu, örgüt yapısı ve çalışmaları hakkında kesin bilgiler henüz yayınlanmamıştır. Çeşitli Ermeni kaynakları ve yayınlar ASALA hakkında, bazı şahıslarla ilgili bilgiler vermekte, çoğu kez bu örgütün veya terör grubunun yayınlarından elde edilen sonuçları açıklamaktadırlar. Bunlar ise bu terör grubunun yaymak istediği veya açıklanmasında sakınca görmediği bilgilerdir.

ASALA’nın kuruluşunu, Lübnan olaylarına bağlayan, Lübnan’daki Filistin Kurtuluşu örgütlerinin faaliyetleri içerisinde gören, onlardan esinlenerek ortaya çıktığını savunan görüşler olduğu gibi birkaç Ermeni’nin bir araya gelerek kurdukları yeni bir terör örgütü kurduklarını ve bu örgütün kısa zamanda dönemin en çarpıcı, en etkin terör olaylarını meydana getirdiğini yazan yayınlar da vardır. Bütün bunlar, ASALA’nın kuruluşunu tam olarak açıklamaktan uzaktırlar. ASALA’nın bir örgüt olarak ortaya çıkması şartları bilinmeden ve doldurmuş olduğu boşluk yeterince açıklığa kavuşturulmadan mevcut tereddütler daha uzun zaman devam edecektir.

Her şeyden önce Ermeni terörünün yeni döneminde ilk hareketlerin Taşnak Ermeni terör örgütünün politikaları ve hedefleri gereği olduğu bilinmelidir. Taşnakların tarihi süreç içerisinde ve açıklanan dönemde tamamen batı yanlısı, Türk hedeflerini esas alan, terörü kısıtlı uygulayan bir politika izlediği ve Batı devletlerinden destek ve yardım gördüğü, hatta bunlarla işbirliğinde bulunduğu da çeşitli kanıtlarla açıklığa kavuşmuştur. Esasta bundan başka bir tutum ve davranışta bulunmalarına da yapıları, tarihi gelişimleri uygun değildir.

Bu ortamda boş bulunan bir alan vardır. Marksist – İhtilâlci-Yeni nesilleri yakından ilgilendiren ve özellikle Fransa’daki tabiriyle “Yeni Ermeni direniş örgütleri” gibi cazibeli gelecek, Sovyetler ve Doğu ülkeleriyle ilgili adan boş sanılmaktadır. Gerçekte, bu alan Hınçaklar tarafından çok eski tarihlerden beri doldurulmuş bulunmaktadır. Ve 1960 tan itibaren Hınçak’larda çeşitli görüşlerle yeni terör dönemini hazırlamakta-dırlar. Ancak, ortadan Hınçaklar görülmemekte ve ASALA şeklinde, her şeyi ile yeni sayılmayı isteyen bir terör örgütü çıkmaktadır.

Yeni Ermeni terörünün hazırlayıcı etkenleri dikkate alındığında ve özellikle Hınçakların terör örgütü olarak, amaçları, politikaları, hedefleri incelendiğinde ASALA’nın Hınçakların bir terör grubu olduğu kanısına varılabilir. Ancak, Lübnan şartları, yeni gelişmeler, bu grubu dünya kamuoyu önüne yeni bir Ermeni terör örgütü gibi çıkarmış, bu örgüt üstlendiği terör olaylarıyla tanınmıştır. Gerçekte ise değişen önemli bir durum yoktur. Tarihi süreci içerisinde iki Ermeni terör örgütü gene sahnededir. Birisi, daha belirgindir, kurduğu terör grupları ve timleriyle hareketlidir. Diğeri ise görünmemekte bütün manevi, psikolojik desteğin yanında, her türlü insan gücünü, deneyimini de tahsis ettiği bir Ermeni terör grubu örtüsü altında kalmakta, bu grup daha alt gruplar ve timlerle terörü gerçekleştirmektedir.

 

KURULUŞU VE ÖRGÜT YAPISI

ASALA, 1975 yılında kurulmuştur. 6 – 7 üyeden oluşan kurucuları içerisinde, terör örgütünün en hareketli iki üyesinden biri olan Agop Agopyan, örgütün bilinen lideridir. İkincisi ise cinayet eylemlerini bizzat gerçekleştiren, terör olaylarının faili bulunan ve Agop Agopyan’ın yokluğunda örgütün ayakta kalmasını sağlayan Agop Tarakçıyan’dır, 1981’de ölmüştür. Agopyan ise çeşitli yaralanma, tedavi gibi sürelerin dışında örgütün lideri olarak kalmıştır. Filistin Kurtuluş Örgütlerinin elemanı olarak tanınmış ve “Mücahit” ismini taşımıştır.

 Örgütün yapısı, geleneksel Ermeni terör örgütleri modeline uygundur. Lûbnan Merkez Komitesi, örgütün üst yönetimini üstlenmiştir. Özellikle, 1980 yılında bu komite, Lübnan’da önemli bir şekil almış ve “Büro” niteliğine bürünmüştür. Merkez Komitesine bağlı olarak; Siyasi Komite, Mali Komite, Propaganda ve Yayın Komitesi, İstihbarat Komitesi ve Askeri Komite gibi alt kuruluş ve organları vardır. Askeri komite, eylem timlerinin de bağlı olduğu bir organ niteliğindedir.

 

AMAÇ VE HEDEFLERİ

ASALA, 1981 yılı sonunda açıkladığı “siyasi programıyla” amaçlarını ve hedeflerini dünya kamuoyuna yayınlamıştır. Buna göre ASALA’nın amacı: “Demokratik, sosyalist ve devrimci bir hükümetin önderliğinde birleşmiş bir Ermenistan’ın kurulmasıdır.” Burada tanımlanan hükümetin neresi olduğu da açıkça anlaşılmaktadır. Sovyetler Birliği ve sosyalist devletlerden her türlü yardım istenmekte ve “Sovyet Ermenistan’ı halkın uzun savaşı için bir üs olarak” kabul edilmektedir.

Siyasi programda düşmanlar, iki grupta toplanmaktadır. Bunlardan birincisine “yerel gericiler” denilmektedir ki, bunlar, ASALA karşısında yer alan veya yanında bulunmayan Ermenilerdir. Taşnak da bu grupta yer almaktadır. İkincisi düşman grup ise, “Uluslararası emperyalizmin desteklediği Türk emperyalizmi” olarak gösterilmektedir.

ASALA, “Ermeni topraklarının”(!) kurtarılması için temel yolun, devrimci şiddet eylemlerinden geçtiğinin kabul ve ilan etmektedir. Programına göre; ASALA, üstün sınıfların hegemonyasını reddedenleri destekleyecek ve uluslararası devrimci hareket içinde koalisyonlar kurulup güçlenmesine çalışılacaktır. Bunun için şiddet ve terör vazgeçilmez yöntemdir.

ASALA’da amaçların gerçekleştirilmesi için terör eylemlerinin özellikle Türklere veya Türk dostlarına uygulanması, resmi veya özel şahısların seçilmesi önemli değildir; “terör bir olaydır ve önemli olan olayın boyutu”dur. Hedefler ikinci planda kalabilir. Bu nedenle katliamlar, büyük yankı uyandıracak öldürmeler, bombalamalar ön plana geçmekte; öldürülenlerin çocuk, kadın, Türk veya başka bir milletten olmaları önemli sayılmamaktadır. Ancak, her defasında öncelik Türklere ve Türkiye’ye uygulanacak terör eylemlerine verilmiştir. Ankara – Paris Havaalanlarının, İstanbul, Kapalıçarşı’da girişilen saldırı ve katliamların Orly saldırısının sebepleri, tamamen “olayın” çapı doğuracağı etki ve yankıdır.

 

STRATEJİLERİ, TUTUM VE DAVRANIŞLARI

ASALA’nın temel stratejisi, dünyadaki ilerici Ermeni hareketlerini bir noktada (Lübnan’da) toplamak ve bir merkezden yönlendirmektir. Kısaca, ilerici Ermeniler ASALA çatısı altında birleşecek ve “ASALA Halk Hareketi”ni başlatacaktır. Bu suretle, Ermenilerin ilerici güçleri, birbirleriyle resmi işbirliğine girebilecekler ve güçlerini birleştireceklerdir.

ASALA stratejisinin bu bölümünü 1981 yazında, dünyadaki tüm ilerici Ermenileri Lübnan’da toplantıya çağırmakla uygulamaya çalışmıştır. “İlerici” deyimi “Sosyalist – Marksist” anlamında kullanılmaktadır.

Stratejinin ikinci bir aşaması da, bu güç birliğinin sosyalist hükümetlerinde yardımıyla terörü yayarak, savaş dönemini başlatmasıdır. Ermeni terörü, Ortadoğu’daki kurtuluş mücadelelerinin bir parçasıdır ve Türkiye’nin bütünlüğüne yönelmiş her hareketle bütünleşebilir. Bu stratejinin sonucu olarak ASALA-PKK işbirliği meydana gelmiştir.

POLİTİK GELİŞMELER

 

1975 yılında kurulduğu kabul edilen ASALA’nın politik gelişmeleri iki safhada değerlendirilmelidir. ASALA, 1979 yılında Paris Ermeni Konferansı sırasında sağladığı yeni güçlerle kuvvetlenmiştir. Bu süreç 1981’de zirveye çıkmış, ancak örgüt 1983 yılında ikiye bölünmüştür.

ASALA’nın ilk eylemi, kurucularından Agop Tarakçıyan’ın 16.2.1976 tarihinde Beyrut Türk Büyükelçiliği Başkâtibi Oktay Cerit’i öldürmesidir. ASALA, 1979 yılına kadar, Filistinlilerin kendi aralarındaki çatışmalara karışmış ve lider Agopyan yaralanmıştır. 1979 yılında Paris’te toplanan Ermeni Konferansı sırasında, Fransa’daki Ermeni teröristlerle irtibat kurulmuş; böylece örgüte yeni elemanlar katılmıştır. Bunların içerisinde en ünlüleri Alex Yenikomşiyan ve Monte Melkiyan’dır.

1981 yılında birçok terör olayı gerçekleştiren ASALA, bir taraftan İsviçre’yi, diğer taraftan Fransa’yı tehdit etmeye, başlamıştır. Fransa’daki “Yeni Ermeni Direniş Örgütü”, Kanada’daki “Azad Hay” ve İngiltere’deki “Gaitzer” grupları ASALA’ya katıldıklarını ilan etmişlerdir. Terörün büyük bir etkinlik ve yaygınlıkla devam ettiği bu yıllar içinde merkez kadrosunda ihtilâflâr başlamıştır. ASALA’nın masum insanlara da yönelmiş olan terör eylemleri, örgütün dünya kamuoyundaki konumunu derinden sarsmıştır.

İsrail’in Lübnan’ı işgaliyle ASALA yöneticileri, Filistinlilerle birlikte Lübnan’ı terk etmek zorunda kalmışlardır. Örgüt, Temmuz 1983 tarihinde ikiye bölünmüştür. Bunlardan Agop Agopyan Grubu, Yunanistan ve Ortadoğu’ya yerleşmiş; kadın-çocuk ayırımı yapmadan terör eylemlerine devam etmiştir. Bu dönemdeki en çarpıcı eylemi, Orly katliamıdır.

Örgütün Batı Avrupa’daki grubu ise, “ASALA devrimci hareketi” ismini almıştır. Daha ılımlı bir yol izleyen bu grup, terör eylemlerinde yalnızca Türk hedeflerine yönelmiştir. Bu hareketin önde gelen liderlerinden biri Monte Melkoyan, diğeri ise Ara Toranyan’dır. Toranyan, Merkezi Paris’te bulunan “Ermeni Ulusal Hareketi” adlı grubun liderliğini yapmıştır. Bu grup, Orly saldırısını “tamamen faşist bir saldırı” olarak nitelemiştir.

Melkonyan ise Ermeni mücadelesinin siyasi zeminini oluşturmayı amaçladığını açıklamıştır. Buna göre harekâtın iki yönü vardır: 1) Ermenileri harekete geçirmek, 2) Türkiye’ye karşı harekete geçmiş diğer güçlerle işbirliğinde bulunmak. İran doğumlu Melkoyan, ikinci aşamada “ittifaklar” kurma stratejisini ileri sürmüştür.

Bu arada Agopyan da faaliyetlerini devam ettirmiştir.

 

DESTEK VE İLİŞKİLERİ

ASALA, amaçları ve izlediği politikalar gereği üç yönlü destek bulmuştur. Bunlar şöyle sıralanabilir:

  1. Sovyetler – Doğu Bloku ve Sosyalist ülkeler,

  2. Türkiye’yi dış ve iç tehdit ve terörle yıpratmayı jeopolitik beklentileri bakımından politikalarının esası sayan Yunanistan, Suriye gibi ülkeler,

  3. Komünist partiler, dolaylı olarak Hınçak Ermeni terör örgütü ve sempatizanları, karşı görüşlere sahip bulunsalar da Ermeni kiliseleri.

 

ASALA’nın ilişkileri, uyguladıkları stratejiye paralel olarak, Türkiye için tehdit oluşturan kesimlerle yoğunlaşmıştır. Bunlar 1975 -1980 evresi içinde Filistin Kurtuluş Örgütü, Komünist partileri eylem grupları ve bazı devletlerin gizli örgütleridir. 1980 yılında Nisan ayında Sidon/Lübnan’da yapılan PKK ile ortak eylem anlaşmasıyla ASALA ilişkilerini genişletmiştir. Bu yolla ASALA-PRK arasında görüş ve eylem birliği kurulmuştur.

1983 yılından sonra başlayan evrede ise ASALA ilişkileri Monte Melkoyan’ın stratejine uygun şekilde gelişmiş, Türkiye içinde terörün uygulanmasına ağırlık verilerek, bu stratejiyi doğrudan veya dolaylı şekilde eylemleştirecek imkân ve kabiliyette bulunan her örgütle ilişkiler kurulması esas alınmıştır. Bunların başında gene PKK ve benzeri kuruluşlar ile TKP ve diğer komünist örgütler gelmektedir.

YAYINLARI VE HABERLEŞME ARAÇLARI

ASALA’nın en önemli ve resmi yayın organı “HAYASTAN”dır. Ayrıca, “Hay-Baykar”, “Armenia” ve Londra’da yayınlanan “Kaytzer” adlı dergiler de yayın organlarının başlıcaları arasındadır.

ASALA ilk radyo yayınlarını 1981 de Beyrut’ta başlatmış, “Lübnanlı Ermenilerin Sesi” adı altında günde bir saatlik yayınlar yapmıştır. Bunların dışında, ilişkili olduğu ülkelerin haberleşme araçları da ASALA’ya yayın yönünden destek sağlamaktadırlar.

 

YOĞUN FAALİYET ALANLARI

ASALA Ermeni Terör Örgütü, şimdiye kadar Türk Temsilciliklerine yönelik silahlı eylemlerini en çok Fransa’da gerçekleştirmişlerdir. Lübnan’dan sonra en büyük hareket üssü olarak bu ülkeyi kullandıkları gözlenmektedir. Bu ülkede hareket serbestliği bulunan Ermeni militanlar, Fransız yönetiminden ve çeşitli Ermeni kuruluşlarından almış oldukları büyük destekle rahatlıkla eylem yapabilmektedirler. Ayrıca ABD, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Suriye, İran ve Kanada gibi devletlerde de faaliyetlerini sürdürmektedirler.

 

ÖRGÜTÜN SON DURUMU VE KOPMALAR

ASALA’nın, İsrail işgali nedeniyle Lübnan’daki 3 eğitim kampını kaybettiği, İtalyan makamları arasındaki görüşmeleri aracılık eden bazı Filistinli yöneticilerin ASALA’yı arkadan vurmaya çalıştıkları, gerici Ermenileri kiralayarak ASALA’ya karşı kullanmak istedikleri, ASALA liderlerinden Agop AGOPYAN tarafından Beyrut’un Batı kesiminde yaptığı röportajın radyoda yayınlanan metninde ifade edilmiştir.

ASALA’nın merkezlerinin; Lefkoşe’nin Rum Kesimi, Atina ve Şam olarak üç ayrı mihraka bölündüğü haberinin alındığı, ayrıca, Tahran’da Ermeni cemaati içinde teşkilatlanmış oldukları, İsviçre Dışişleri Bakanlığı’nca bildirilmiştir.

Filistin Saika Örgütü Siyasi Daire Başkanı, ASALA militanlarının Cezayir, Tunus, Sudan ve Kuzey Yemen’e gittiklerine dair bazı haberleri duyduğunu ifade etmiştir. Bu arada, l980 yılında İngiltere’de kurulmuş bulunan ve çeşitli ülkelerden bağışlar yapılan ASALA’nın yan kuruluşu olan Siyasi Mahkumları Destekleme Komitesi ise dört prensipte çalışmaktadır.

Bunlar; mahkumlara maddi ve manevi yardım, cemaat içinde propaganda, cemaat dışında propaganda, Ulusal Kurtuluş Harekatı’na yardım şeklindedir.

ASALA Örgütü Lideri Agop Agopyan tarafından Türkiye’de eylem yapmakla görevlendirilen Monte Melkonian l983 tarihinde İstanbul Kapalı Çarşı olayını gerçekleştirerek, kız arkadaşı Suzy Mashararjıan ile birlikte kaçmayı başarmıştır.

l5 Temmuz l983 tarihinde Orly Havaalanı THY Bürosu Eşya Kontrol Bölümü’ne bir bavul içerisine yerleştirilen bombanın patlaması sonucu Türk vatandaşı Halit Yılmaz ile birlikte 8 yabancı ölmesi ve 20’si ağır olmak üzere 56 kişinin de yaralanması olayını telkin eden Monte Melkonian, ASALA’nın bu hareketini kör terörizm olarak değerlendirerek, Ağustos l983 tarihinde ASALA’dan ayrıldığını ve ASALA/DEVRİMCİ HAREKETİ adlı örgütü kurduğunu açıklamıştır. Orly Havaalanı olayını Ulusal Ermeni Hareketi Lideri Ara Toranyan da telkin ederek, bundan böyle ASALA’dan desteğini çektiğini açıklamıştır.

ASALA Lideri Agop (Hagop) Agopyan’ın 28 Aralık l988 tarihinde Atina’da öldürülmesinden sonra örgüt ASALA-MR (DEVRİMCİ HAREKET), ASALA-PMLA (HALK HAREKETİ) ve SASSOON diye üç gruba bölünmüş, l9 Aralık l99l tarihinde Türkiye’nin Budapeşte Büyükelçisine karşı girişilen saldırıyı SASSOON adlı grup üstlenmiştir.

ASALA-PMLA’nın, Yunanistan’ın Egina adasında bir gizli askeri üssü bulunduğu, burada PKK örgütü mensuplarına da askeri eğitim verildiği ve eğitimi Yunanlı General Matafias’ın bizzat verdiği öğrenilmiştir.

Lübnan’da ise ANJAR Kasabasında “Ermeni İzciler Derneği” olarak tanıtılan askeri bir karargahları olduğu; yine, BAR ELLIAS’da (Bekaa Alanı) ASALA ve JRA militanlarının silahlı eğitim yaptıkları, Kıbrıs Rum Kesimi’nde ASALA mensubu yaklaşık 60 kişinin bulunduğu, bunların Rum Ordusu denetimi altında EYANAPA bölgesinde bir kamplarının bulunduğu ve sorumlu Harout Ağbachyan’ın PKK ve DEV-SOL ile iyi ilişkiler içerisinde olduğu bilinmektedir.

ASALA-MR

 

ASALA’dan koparak 1983 Eylül ayında Fransa’ya geçen Monta Melkonian (Meykonyan) ASALA-Halk Hareketinin Askeri Aparatı ASALA-İhtilalci Hareketi (ASALA-MR) örgütünü kurduğunu açıklamıştır. Fransa hükümeti ile bozulan ilişkileri düzeltmek en önemli amaçları olmuştur. Eylemleri Türkiye’de yapacağı düşünülürken ASALA-MR Kuzey Amerika ve Batı Avrupa kanadını tamamen kontrolü altına almış, bu bölgedeki militanları kendi safına çekmiştir. Melkonian, 1993’te Dağlık Karabağ’da Azeriler’le çarpışırken öldürülmüştür.

JCAG

 

ASALA ve Hınçak Partisi’ne rakip olarak Taşnak Partisi ve bunun ABD uzantısı Ermeni Devrimci Federasyonu tarafından 1975 yılında Beyrut’ta kurulmuştur. Örgüt Taşnak Partisinin Askeri Aparatı olarak faaliyet göstermekte olup, ilk defa 22 Ekim 1975 tarihinde Viyana Büyükelçimiz Daniş Tunalıgil’in öldürülmesi olayı ile adını dünya kamuoyuna duyurmuştur. Örgütün amacı, bağımsız Büyük Ermenistan Devleti’ni kurmak olarak açıklanmıştır.

ARA

 

Fransa’da kurulmuş olup ilk defa 14 Temmuz tarihinde Brüksel Büyükelçiliğimiz İdari Ataşesi Dursun Aksoy’un öldürülmesi olayını ASALA ve JCAG ile birlikte üstlenerek adını duyurmuştur. ARA’nın ırkçılığı savunduğu, ASALA’nın metodlarına ve fikirlerine tamamen karşı olduğu, Taşnak Partisi-Ermeni Soykırım Adalet Komandoları (JCAG) ve ASALA haricindeki Ermeni Terör Örgüt ve kuruluşları tarafından da desteklendiği, teorik ve pratik olarak JCAG’nin paralelinde hareket ettiği bilinmektedir.

27
Haz
07

ERMENİ İSYAN VE KATLİAMLARI

Berlin Antlaşması’nın imzalanmasını izleyen dönemde Ermeni sorunu iki yönde gelişmiştir. Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı devleti üzerindeki baskı ve müdahaleleri; ikincisi ise, Anadolu, Suriye ve Rumeli’de yaşayan Ermenilerin Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Kilikya’da yeraltında örgütlenmeleri ve silahlanmalarıdır.

 

 

İlk kışkırtmalar Rusya’dan gelmeye başlamış, Rusların bu tutumu İngiliz ve Fransızları Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevk etmiştir. Doğu Anadolu’daki İngiliz Konsolosluklarının sayısı hızla artmış, ayrıca bölgeye çok sayıda Protestan misyonerler gönderilmiştir.

 

 

Bu kışkırtmalar sonucunda Doğu Anadolu’da 1880’den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır. Ancak, yerel düzeyde kalan bu komiteler, Osmanlı yönetiminden şikâyeti olmayan, barış ve refah içinde yaşayan Ermeni halkının ilgisini çekmediğinden başarılı olamamıştır.

 

 

Osmanlı Ermenilerini, içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887’de Cenevre’de sosyalist eğilimli, ılımlı militan Hınçak; 1890’da ise Tiflis’te aşırı, terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere, “Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin kurtarılması” hedef olarak gösterilmiştir.

 

 

İstanbul’da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek Osmanlı Ermenilerini kışkırtmayı hedefleyen Hınçakların başlattığı ayaklanma girişimlerini, aralarında siyasi mücadele başlayan Taşnaklarınki izlemiştir. Bu ayaklanma girişimlerinin ortak özellikleri; Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve yönlendirilmiş olmaları ile örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu’ya yayılan misyonerlerin büyük katkısının bulunmasıdır.

 

 

İlk isyan 1890’daki Erzurum’da gerçekleşti. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93’te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894’te Sasun isyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896’da Van isyanı ve Osmanlı Bankası’nın işgali, 1903’te ikinci Sasun isyanı, 1905’te Sultan Abdülhamid’e suikast girişimi ve nihayet 1909’da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir.

 

 

1906-1922 yılları arasında Anadolu’da ve Kafkaslar’da, 517.955 bin Türk, Ermeniler tarafından katledilmiştir. Sayısı tespit edilemeyenlerle birlikte bu rakam 2 milyonu bulmaktadır(1).

 

 

Ermeniler, Türk halkına en büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında giriştikleri katliamlarla vermişlerdir. Bu dönemde Ermeniler; Ruslar hesabına casusluk yapmış, seferberlik gereği yapılan askere alma çağrısına uymaksızın askerden kaçmış, askere gelip silah altına alınanlar ise silahları ile birlikte Rus ordusu saflarına geçerek, “vatana ihanet” suçunu topluca işlemişlerdir.

 

 

Daha seferberliğin başlangıcında, Türk birliklerine karşı saldırıya geçen Ermeni çeteleri, büyük katliamlara girişmiş, Türk köylerine baskınlar düzenlemek suretiyle sivil halka büyük zararlar vermişlerdir. Örneğin Van’ın Zeve Köyü’nün bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.

 

 

İsyanların Osmanlı kuvvetlerince bastırılması, dünya kamuoyuna propaganda maksatlı olarak “Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor” mesajıyla yansıtılmış ve Ermeni sorunu giderek daha geniş çapta bir uluslar arası sorun niteliğine büründürülmüştür. Nitekim, döneme ait İngiliz ve Rus diplomatik temsilciliklerinin raporları, “Ermeni ihtilalcilerin hedefinin karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahalesini sağlamak” olduğunu kaydetmektedir.

 

 

Öte yandan büyük devletlerin diplomatik ve konsolosluk temsilcilikleri Anadolu’nun her köşesine dağılmış Hıristiyan misyonerler ile birlikte, Ermeni propagandasının Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır.

27
Haz
07

ERMENİ TERÖRÜ

Türkiye açısından Ermeni sorununun önemli bir boyutu da, Ermenilerin Türklere karşı silahlı terör metodolojisini kullanmaya başlamalarıdır. Türk devlet adamlarına yönelik bu saldırgan strateji, ilk defa 1905’de II. Abdülhamit’e yapılan bombalı saldırı ile başlamıştır. Anadolu dışında kurulan Hınçak, Tasnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi halkı silahlı ayaklanmaya sevk eden örgütlenmeler meydana getirilmiştir. Bütün bunların sonucunda binlerce Türk ve Ermeni’nin hayatına mal olan isyan hareketleri ülkenin dört bir yanına yayılmıştır.

 

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından 1965 yılına kadar sakin bir dönem geçirildikten sonra, Ermeni lobisinin desteğiyle terör hareketleri birdenbire tekrar ortaya çıkarılmış, Türk diplomatları öldürülmeye başlanmıştır. 1972 yılı sonuna kadar çeşitli ülkelerde 20’ye yakın anıt dikilmiş, basın ve yayın yolu ile karalama faaliyetleri programlı olarak uygulamaya konmuştur.

 

 

Bu yeni dönemde terörü özendiren, geliştiren, hazırlayan, daha geniş alanlara yayılmasını, ve hedeflerinin çeşitlenmesini sağlayan; terör tim ve grupları oluşturan, yeni örgütlenme çabalarına destek, temas ve ilişkiler ortamı hazırlayanlar, Taşnak ve Hınçak terör örgütleridir. Bunların yanında isminden en çok söz ettiren ve Ermeni terörü ile eş anlamda kullanılan “Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu” örgüt adının kısaltılmış şekli olan ASALA‘dır.

 

 

Geleneksel terör örgütleri içlerinden çıkardıkları terör tim ve gruplarıyla, ASALA ise terörün en acımasız ve insanlık dışı uygulamalarıyla yeni dönemin terör yaratıcıları olmuşlardır. ASALA da manevi ve psikolojik desteği, temas ve ilişkiler ortamını Hınçaklardan almıştır.

 

 

Ermeni terörü, yurt dışındaki Türk görevlilerine, temsilciliklerine ve kuruluşlarına yönelik silahlı saldırılar şeklinde kısa zamanda hızlı bir tırmanış göstererek yoğunluk kazanmıştır. Bu dönemde, Avrupa ve doğu ülkeleri ile Suriye ve Lübnan’da üsler edinen Ermeniler, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan ile işbirliği içine girerek eylemlerini gerçekleştirmişlerdir.

 

 

Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980’li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında bölücü terör örgütü PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Ermeniler ile PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bazı somut örnekler şunlardır:

 

 

· Bölücü terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini “Kızıl Hafta” olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak, toplantılar yapmaya başlamıştır.

 

 

· 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan’ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Bu uzlaşmadan sonra, 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Türk Başkonsolosluğu’na, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları bürosuna yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.

 

 

· Bölücü terörist Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından “Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı” onur üyeliğine seçilmiştir.

 

 

· Ermeni Halk Hareketi’nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.

 

 

· 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut’ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır.

 

 

Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut’taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir:

 

 

· Şimdilik Türkiye’ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.

 

 

· Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir.

 

 

· Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.

 

 

· Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının intikamını mutlaka alacaklardır.

 

 

· Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ’da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir… Karabağ’da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır.

 

 

· Türkiye’de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek– iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.

 

 

· Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.

 

 

· Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.

 

 

· Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.

 

 

Özetle; Ermeni terör örgütlerinin müşterek amacı; her fırsattan yararlanarak Türkiye’yi istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak “Bağımsız Büyük Ermenistan”ı kurmaktır. Bugün devlet olma özelliğini de elde eden Ermenilerin, söz konusu isteklerinin değişik başlıklar altında devam ettiği görülmektedir.

27
Haz
07

ERMENİ SORUNUNUN ORTAYA ÇIKIŞI

Osmanlı devleti zayıflamaya başlayıp, misyoner okulları kurulup, hemen her konuda Avrupa’nın müdahalesine maruz kalınca, Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Bazı devletler, Osmanlı devletini bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için, Ermenileri Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir.

 

Özellikle Avrupa’nın bazı büyük devletleri “ıslahat” adı altında bir yandan Osmanlı devletinin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır.

 

 

Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni kiliselerinin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş Türklerden uzaklaşmaya başlamıştır.

 

 

Türklerin iyi tutumuna karşın, yabancı devletlerle işbirliğine girmek suretiyle Türklerle mücadeleye başlayan Ermeniler, Batının desteğini alabilmek için kendilerini “ezilen bir toplum” olarak göstermeye ve “Anadolu üzerindeki egemenlik haklarını Türklerin gasp ettiği” iddiasını dile getirmeye başlamışlardır.

 

 

Islahat Fermanı ile müslümanlar ve gayr-i müslimler hukuk önünde eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Rusya’dan, “işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını” istemişlerdir. Ermenilerin bu talebi, Rusya tarafından kısmen kabullenilmiş, Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Yeşilköy, eski adıyla Ayastefanos Anlaşması ve daha sonraki Berlin Anlaşması’yla Ermeni sorunu uluslar arası bir boyuta taşınmıştır. Böylece, Türkiye’yi bölmek isteyen yabancı güçler, Türk-Ermeni ilişkilerine müdahale etmeye başlamışlardır.

 

 

İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni Sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı devletini yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve yalanları da işte bu politikanın propaganda ürünüdür!..

27
Haz
07

ERMENİ TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ

Ermeniler, tarih boyunca başka devletlerin yönetimi altında kalmışlar ve bağlı oldukları devletlerin hizmetinde bulunmuşlardır.

 

 

Ansiklopedik kaynaklarda, Erivan, Gökçegöl, Nahcıvan, Rumiye gölü kuzeyi ve Mako bölgesine, yukarı memleket anlamına gelen Armenia, bu yörelerde yaşayan halka ise Ermeni denildiği yer almaktadır.

 

 

Ermeni tarihçilerin bir kısmı, M.Ö. 6. yüzyılda kuzey Suriye ve Kilikya bölgesinde yaşayan Hititlerden olduklarını; bir diğer kısmı ise Nuh’un oğullarından Hayk’a dayandıklarını söylemektedirler. Bunun yanında, Ermenistan denilen coğrafyada yerleşen ve bugün Ermeni diye adlandırılan toplumun, bölgenin kesin olarak neresinde yaşadıkları, sayıları ve aynı yörede ikamet eden diğer halklara kıyasla nüfus oranları bilinmemektedir. Ermeni tarihçileri bile kökenleri konusunda fikir birliği içinde değildir.

 

 

Tarihsel olarak bakıldığında, Ermenilerin sırasıyla, Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin hakimiyeti altında yaşadıkları görülür. Ermeni derebeyliklerinin bir çoğu, bölgeye hakim olan ve Ermenileri kendi saflarına çekerek kullanmak isteyen devletler tarafından kurdurulmuştur.

Ermenileri Bizans’ın zulüm idaresinden kurtaran ve onlara insanca yaşama hakkını bahşeden, Selçuklu Türkleri olmuştur. Fatih döneminde ise, Ermenilere din ve vicdan hürriyeti en üst düzeyde verilmiş, Ermeni cemaati için dini ve sosyal faaliyetlerini yönetmek üzere Ermeni Patrikliği kurulmuştur. Osmanlı idaresinde Ermeniler dini görevlerini tam bir hürriyet içinde yerine getirirlerken, kendi din adamlarını da yine kendilerinin tayin etmelerine izin verilmiştir.

 

 

Aynı şekilde Anadolu’nun Türk idaresine girmesinden sonra burada yaşayan Ermeniler, kendi dillerini de tam bir serbestlikle konuşmaya devam ettiler. Osmanlı yönetimi, diğer cemaatlere uyguladığı politikayı onlara da uygulayarak Ermenice’yi ve Ermeni adlarının kullanılmasını serbest bıraktı. Türk matbaasının kurulmasından 160 yıl kadar önce Venedik’te matbaacılık eğitimi görmüş olan Sivaslı Apkar adındaki bir papaza 1567’de İstanbul’da bir Ermeni matbaası açması için izin verildi. İstanbul’dan başka İzmir (1759), Van (1859), Muş (1869), Sivas (1871) gibi taşra şehirlerinde de yeni Ermeni matbaaları faaliyete geçmiştir. 1908’de bütün ülkede Ermeni matbaası sayısı 38’e ulaşmıştır. Nitekim 1910 yılında İstanbul’da Ermenice 5 gazete ve 7 dergi çıkarılmaktaydı.

 

 

Osmanlı idaresinde Ermeniler, Türk insanının hoşgörüsünden de yararlanarak, adeta altın çağlarını yaşamışlardır. Askerlikten ve kısmen de vergiden muaf tutulan Ermeniler, ticaret, zanaat ve tarım ile idari mekanizmalarda önemli görevlere yükselme fırsatını elde etmişlerdir. Devletin çeşitli kademelerinde görev yapan Ermeniler, Osmanlı devletince kendilerine tanınan bu hoşgörüye karşılık verdikleri hizmetten dolayı “millet-i sadıka” olarak adlandırılmışlardır. 19. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlıların bir Ermeni sorunu olmadığı gibi, Ermeni halkının da Türk yöneticileriyle halledemedikleri bir mesele mevcut değildir

27
Haz
07

MASON – AKP İLİŞKİSİ HİÇBİR ZAMAN BİTMEDİ

AKP’lilerle Masonların ilişkisi hiçbir zaman eksik olmadı. Ta kuruluşundan, hatta tohumlarının atıldığı günlerden bu güne kadar… Beşiktaş İmar Güzelleştirme Sosyal Yardım Vakfı’nın kurucularına baktığımızda bu ilişkinin boyutlarını bir kez daha görüyorduk. Bu Vakfın önde gelen isimlerinden Üzeyir Garih ve İshak Alaton üst düzey mason üstatlarıydılar. Vakıftaki masonlar sadece ikisi mi? Tabi ki hayır! Şimdilik bu ikisini açıklamak yeter de artar bile… 1986 yılında kurulan bu Vakıfta oldukça ilginç isimler yer alıyordu. Aydın Doğan, Tayyip dahil bir çok AKP’linin abisi Korkut Özal’ın hemen hemen her şirketindeki ortağı Talat İçöz, AKP’li Bakan Ali Coşkun, Ülkerlerin ve bir çok AKP’li ile şirket ortağı Eymen Topbaş… Vakfın tüm kurucuları şu şekilde sıralanıyordu:

 

Mehmet Alacacı, Mümtaz Kola, Turgut Işık, İlyas Özgüer, Sıtkı Çiftçi, Yılmaz Sanlı, Adil Karaağaçlı, İbrahim Polat,Kemal Dedeman, Mehmet Huntürk, Hüseyin Kocabıyık,Hüseyin Anlar, Cengiz Aslan, Çetin Biraniç, Tekin Günver, Fikri Akşit, Talat İçöz, Bayram Güneş, İbrahim Yalçın, Salih Tatlıcı, Hasan Çolakoğlu, Faruk Ebubekir, İbrahim Bodur, Gündüz Sevilgen, Nurullah Gezgin, Ahmet Ekmekçioğlu, Abdulkadir Çavuşoğlu, Engin Pak, Ahmet Yiğitbaş, Haydar Akın, Hulisi Çetinoğlu, Aydın Doğan, Ali Tanrıyar, Mükerrer Taşçioğlu, Eymen Topbaş, Ali Coşkun, Orhan Demirtaş, Ahmet Güler, Ali Orhan İnan, Üzeyir Garih, İshak Alaton, Yalçın Sürmeli…

 

 

Vakıf üyelerinin bazıları Beşiktaş ‘ı güzelleştirmeyi, Serencebey yokuşunda bir araya gelerek gerçekleştireceklerini zannediyorlardı. Tıpkı Tayyip Erdoğan-Aydın Doğan yakınlaşmasının Almanya’da tesis edildiğini zannettikleri gibi. (ERGÜN POYRAZ – Musa’nın Çocukları)

 

·       KEMALİZMİ TERKET FETHULLAHÇI OL

 

 

 

Tayyip’in destekçilerinden CIA eski Ortadoğu masası şefi Graham Fuller, Kemalizm’in terk edilip Fethullahçı olunmasını aşağıdaki sözleriyle öğütlüyordu:

 “Zorunlu Batılılaşma Türk toplumunda bazı yaralar bıraktı. Kendi Osmanlı tarihini, İslam geleneklerini sevenler vardı. Batılılaşma, İslamiyet’i aşağılayan bir hale dönüşünce bu bir hoşnutsuzluğa yol açtı. Kemalizm’in sonuna geldiğini ve belki de sonuna gelmesinin iyi olduğunu söyledim. Halkın büyük bir parçası İslam için daha hürmet görmeyi, Osmanlı tarihi ile övünme istedi. Dünyada hiçbir lider ne George Washington, ne Nehru, ne Lenin, ne Gandi sonsuza kadar yaşayabilecek bir ürün vermedi. Oysa İncil ve Kuran veriyor.Liderler ölüyor. Önce bedenleri, zaman içinde düşünceleri siliniyor. Oysa Kur’an ve İncil yaşıyor. İşte Mustafa Kemal’in başına gelen de her tarih yazmış liderin başına gelenden farklı değildir….” 

Fuller şuanda koruma altına aldıkları ve adına konferanslar verdikleri, Rabbin Aciz Kulu, Papalık misyonunun hizmetkarı Fethullah Gülen’i yere göğe sığdıramıyordu:

 

“Batı Fethullah Gülen gibi örnekleri görünce çok umutlanıyor. Çünkü Gülen, modern devlet toplumunda İslam’ın nasıl bir rol oynaması konusunda geniş bir vizyonu temsil ediyor…”   

 

 

·       TAYYİP ABD VATANDAŞI MI?

 

 

 

10 Mayıs 200 tarihli,Elazığ’da yayımlanan ve Erbakan’a yakınlığı ile bilinen El-Aziz Gazetesi’nde Vahit Şekerci; “Gül Amerikan vatandaşı olduğunu neden gizliyor?”  başlığı altında Abdullah Gül’ün de, Tayyip Erdoğan’ın da ABD vatandaşı olduğunu yazıyordu:

 “ 1997’nin başlarında, önce Tayyip Erdoğan Amerikan rüyasını gerçekleştirdi ve ABD vatandaşlığına geçti. Erdoğan’ı daha sonra Abdullah Gül izledi ve böylece Gül için ABD serüveni başlamış oldu….” 

 

 

08.07.2005 tarihinde Başbakanlık basın merkezinin verdiği bilgilerden öğrendiğimize göre, Erdoğan ABD’de yaşayan Türklerin ABD vatandaşlığına geçmelerini istiyordu, konuyla ilgili haber şu şekildeydi:

 

“Başbakan recep Tayyip Erdoğan ABD’de vatandaşlığını almalarını ve Amerikan siyasi hayatına daha çok katılmalarını isteyerek, “Bu doğrultudaki gelişmeler burada yaşayan vatandaşlarımızın haklarının korunmasına yardımcı olacak, ayrıca iki ülke ilişkilerine de katkıda bulunacaktır” dedi.”

  

·       TAYYİP GENELEVDE

 

 

 

1994  yılı belediye seçimlerinden önce Tayyip kurmaylarına her ücra köşeden oy çıkarması talimatını veriyordu. Bu talimat ve seçim taktikleri sonucu meyhanelerden genelevlere kadar her yere gidip oy istenecekti. Bu bağlamda çalışmalar önce genelevlerden başlanacaktı. Kasımpaşa eşrafından bu bölgenin raconunu bilen birkaç kişinin yanına RP’li gençler verildi. Gençler hayatlarında buralara ilk defa, ürkerek ve korkarak girdiler. Biri cılız sesle, “Biraz sonra RP Belediye Başkan Adayımız Recep Tayyip Erdoğan sizleri ziyaret edecek dedi…”

 

Fehmi Çalmuk “Tayyip Erdoğan” adlı kitabında o günü şöyle anlatıyordu:

 

Kadınlardan bir kaçı gülüşüyordu. “Burası hacı, hoca yeri değil” dediler. Kadınların bazıları başlarına yaşmak aldı. Karşılarında sakallı, sarıklı birini bekliyorlardı. Takım elbiseli genç bir adam içeri girdiğinde herkes şaşırmıştı. Kısa bir konuşma yaptı. İçine düştükleri talihsizlikten dem vurdu.

 

Erdoğan, “Biz sizi içine düştüğünüz karanlık dünyadan kurtarmak istiyoruz” şeklindeki sözlerinin ardından “oyunuzu, gönlünüzü, desteğinizi istiyorum.” dedi…”

 

Tayyip’in derdi onları değil, onlardan alacağı oylarla kendini kurtarmaktı.( ERGÜN POYRAZ)

   

·       AT BİLE KABUL ETMEDİ

 

 

 

Tayyip genelev kadınlarına “sizleri buradan kurtaracağım” diyerek dokunaklı konuşmalar yapmış, kadınları ağlatmıştı. Hepsinin içinde bir ümit doğmuş, kendileri olmasa bile en azından kızları, çocukları bu bataklıktan kurtaracaktı. Tayyip’in Belediye Başkanlığını kazanması onlarda bayram coşkusu olmuştu. Günler geçiyor, ancak Tayyip verdiği sözü unutuyor, genelevlerden belediyeye gelenlerin cazibesi ile bir daha genelevleri kapatma sözünü ağzına almıyordu. Belediye Başkanı iken genelevleri kapatmayan Tayyip Başbakan olduğunda da böyle bir girişime yaklaşmıyordu.

 

Belediyelerin dört bir yanından yolsuzluk hikayeleri fışkırıyor, irticai faaliyetler kök salmakla kalmıyor, dal budak her taraı sarıyordu.

 

30 temmuz 2003 tarihinde Bayrampaşa şehir parkında çocukları ve insanları ücretli olarak gezdiren ve Cihan adındaki son derece uysal bir at, Tayyip sırtına binince delleniyor ve biran bile onu taşımıyor, taşımayı reddediyor ve onu sırtından yere atıyordu. Oysa bu millet bir atın gösterdiği feraseti gösteremiyor, yılarca o ve ekibini omuzlarında taşıyordu… (ERGÜN POYRAZ- Musanın Çocukları)

 

·       ELHAMDÜLİLLAH ŞERİATÇIYIM

 

 

 

Tayyip, belediye bakan adayı olarak TV’lerde çıktığında, “Elhamdülillah şeriatçıyım” diyor, Erbakan’ı yıkma stratejisini  daha o günlerde sahneye koyuyordu. Erbakan’ı yıkmak, genel başkan olmak, Türkiye’yi yönetmek o kadar da kolay değildi. Recep Tayyip Errdoğan’ın belli iddialara ve sloganlara sahip çıkması gerekiyordu: “Elhamdülillah şeriatçıyım” diyordu. Batı uygarlığına karşı Türkiye’nin diğer İslam ülkeleriyleayrı bir blokta yer alması gerektiğini savunuyordu.

 

17 Temmuz 2002 tarihli Akşam Gazetesi Erdoğan’ın Financial Times Gazetesi’ne verdiği demeci aktarıyordu:

 

“İslamcı değilim.Siyasi yaşamım boyunca kendimi tanımlamak için asla  ‘İslamcı’ sözcüğünü seçmedim. “ oysa Tayyip her fırsatta; “Referansımız İslam” bile demişti.( Ergün POYRAZ)

 

·       Öğrencilere psikolojik cihat çağrısı

 

 

 

Eğitim-İş Sendikası Denizli Şubesi yöneticileri, Yeşilköy İbrahim Cengiz Yatılı Bölge Eğitim İlköğretim Okulu öğrencilerine dağıtılan “Dinin Direği Namaz” adlı kitapla psikolojik cihat çağrısı yapıldığını bildirdiler. Namazla diriliş seferberliğine çağrı yapılan kitapta, “Allah ve namaz yolunda ölmek”, “aslolanın cami merkezli bir hayat tarzı olduğu” gibi ifadeler yer alıyor.Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde düzenlenen tartışmalı etkinliklerle gündeme gelen Denizli’de, bu kez Eğitim-İş Sendikası yöneticileri, farklı bir konuya dikkat çektiler. Yeşilköy İbrahim Cengiz Yatılı Bölge Eğitim İlköğretim Okulu öğrencilerine Kutlu Doğum Haftası’nda dağıtılan dini kitapla, psikolojik cihat çağrısı yapıldığı belirtildi. Okulun 6, 7 ve 8. sınıf öğrencilerine, okulda müdür yardımcılığı görevini de yürüten din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni Mehmet Yıldız tarafından dağıtıldığı belirtilen kitabın içeriğinde, ilköğretim çağındaki çocukların kaldıramayacağı ağır ifadelerin bulunduğu vurgulandı.

Gülen’den alıntı yapılmış

Namaz Gönüllüleri Platformu tarafından Ak Kitap ve Akit Pazarlama Yayınevi’ne bastırılan 186 sayfalık kitabın içeriği oldukça dikkat çekici. “Sizleri dünya ve ahiretinizi kurtaracak bir seferberliğe çağırıyoruz. Namazla diriliş seferberliğine… Gelin millet ve ümmet olarak hep birlikte namaza koşalım, kıyama, rükuya, secdeye sarılıp namazla dirilelim ki, gerçek kurtuluşa erelim” gibi çağrıların yapıldığı kitapta, namaz kılmayanların müşfik, camilerin ümmet olarak hayatın vazgeçilmez bir parçası olduğu, cami merkezli bir hayat tarzının benimsenmesi gerektiği öne sürüldü. Fethullah Gülen gibi birçok cemaat, liderlerin sözlerinden alıntılar yapılan kitapta, şiddet, ölüm ve korku içeren ifadelere de yer verildi.

Eğitim-İş harekete geçirdi

Kitapta, “Eksi 20 derecede, Çeçen mücahidin arkasında bombalar düşerken namazına devam etmesi, namazın insanı, Allah yolunda canını bile feda edebilecek bir ruh zenginliğine ulaştırabileceğini gösterir…” cümlelerine yer veriliyor. Eğitim-İş Denizli Şube Başkanı Dikmen Onat , Talim Terbiye Kurulu’ndan geçirilmeden dağıtılan kitapla ilgili acil harekete geçilmesi çağrısı yaptı. Onat, kitabın dağıtımına kimlerin izin verdiğinin açıklanmasını istedi. İl Milli Eğitim Müdürü Ekrem Ekici, kitap örneği istediklerini, gerekirse Mehmet Yıldız hakkında soruşturma başlatılacağını duyurdu.

Cumhuriyet

 

 

 

 

 

  • Şehitlerimizin Sorumlusu AKP’nin Ta Kendisi!.

 

Şehit cenazeleri vardı yine..Bir piyade uzman onbaşı..

Suat Özcan ..

Bir piyade teğmen..

Halil Demirörs ..

Törenler kalabalıktı..

Cemaatlerin elinde Türk bayrakları çoğalmıştı..

Anneler, eşler, çocuklar..

Kadınların başörtüleri beyazdı..

Nasıl beyaz?..

Anaların ak sütü kadar beyaz..

Gözyaşları..

Hıçkırıklar..

Dualar..

Cenaze törenlerinde imamlar vakur, cemaat saygılı, akrabalar içli, büyükler suskun, gençler kararlıydı..

Şehitler nereye uğurlanıyordu?..

Cennete!..

*

Gazeteleri açtım, yüzde 90’ında şehitlerden haber yoktu…

Kimisinde hiç yoktu..

Kimisinde ha var, ha yoktu..

Dinci gazeteler çoğunlukla şehitlerin cenaze törenlerini es geçmişti..

Peki, medya neyi bekliyordu?..

Neden sesini çıkarmıyordu?..

Neden pısıyordu?..

Teğmen Demirörs’ün cenaze törenine 10 bini aşkın kişi katılmıştı..

Gençler sloganlar atıyorlardı:

“- Kelle değil, şehit bu!..”

“- Kahrolsun PKK!..”

“- Yata yata değil, seve seve şehit olduk!..”

“- Katil ABD!..”

RTE ‘nin münasebetsiz açıklamalarına, ilginç yorumlarına şehit cenazelerinde sloganlarla yanıt veriliyordu.

*

Medya ve AKP iktidarı, şehit cenazelerine önem vermek için, Cumhuriyet mitingleri kadar katılım bekliyorlarsa, o da olacaktır…

Takıyyeci iktidar bugün ABD’nin ağuşuna sığınmış, kucağına oturmuştur…

ABD hem Kuzey Irak’tadır..

Hem Güney Anadolu’dadır..

PKK’yi himaye etmektedir..

Terör örgütünü korumaktadır..

ABD yalnız terör örgütünü mü gözetmektedir?..

Hayır!..

ABD hem PKK’yi gözetmektedir..

Hem AKP’yi gözetmektedir..

Bu arada gencecik canlarımız şehit olmaktadır…

Peki, RTE’nin “kelle” dediği şehitlerimize ne zaman sahip çıkacağız?..

*

Olaylar o kadar açık seçik, saydam ve çarpıcı hale gelmiştir ki ne kadar örtbas edilmeye çalışılsa nafiledir…

Türkiye’deki dinci ve çok satışlı medya, olayların ardındaki gerçeği örtbas etmek için elinden geleni yapıyor…

Çünkü bu medya AKP ile işbirliği içindedir…

Şehitlerimizin kanları medya olarak hepimizin ellerine bulaşıyor, alnımıza yazılıyor…

Bu vatanın gencecik çocukları Güneydoğu’da vatan uğruna şehitleşirken bizler İstanbul’da siyasal dedikoduyla vur patlasın çal oynasın…

ABD ile kirli diplomasi..

AKP ile aşna fişne..

*

Bir tek çocuğumuzun daha şehitlik haberi, bu pis oyunda hepimizin ortak cinayeti demektir!..

AKP’nin ABD ile kirli oyununa karşı çıkmak, çocuklarımızın hayatlarına sahip çıkmakla eşanlamlıdır!..

 

27
Haz
07

Değişik Kaynaklardan Alınan Alıntılar

v     Erbakan, “parti kapatmanın ilkellik olduğunu durmadan yinelemektedir. Bir yandan anayasa suçu işleyeceksiniz, hukuk kurallarını çiğneyeceksiniz, öte yandan parti kapatmanın ilkellik olduğunu söyleyeceksiniz.” Çağdaş dünyada partilerin kapatılması söz konusu değilmiş? Çağdaş hukuka göre nasıl bir kişi suç işlediği zaman cezaevine gönderiliyorsa, suç işleyen partide kapatılabilir onun gibi..

 

Refah Partisi’nin anlı şanlı belediye başkanlarından biri şunları söylemişti birkaç yıl önce:“Sonu ölümle noktalanacak bir maratonun koşucularıyız…”

….…Eğer partileri kapatılırsa, “önce altı buçuk milyon kişiyi gömecek bir kabristanın bulunması gerekliymiş.” Bir parti “bakkal dükkanı gibi kapatılamazmış.” Bu altı buçuk milyon topluluk “uğrunda ölmeye hazır oldukları davanın neferleriymiş.” Bunları söyleyende gene İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’dır. Davanın ne olduğu bellidir: şeriat ve din özlemciliği… Ağızlarda gene ölmek ve öldürmek sözcükleri… 

 

v     Sarığı beyinlerine saran kişilerin 1969’lu yıllarda “cihat” ilan etmek için dinsel duygular sömürülerek Türk ulusu savaşa çağırılmaktadır.

 

“Katmerleşti bizde üst üste intikam/ Selam yeşil sancağa, otağa selam/ Yürü milletim yürü, elinde Kuran/Sen yürürsen cihada, kurtulur İslam.” Dizeleriyle toplumun bir kesimi, öteki kesime karşı kışkırtılmaktadır.  

 

v     Recep Tayyip Erdoğan,İstanbul Belediye Başkanlığına seçildikten sonra, Belediye Meclisi çalışmalarını Fatiha okutarak başlatmıştır.Türk yurttaşlar yasasını hiçe sayarak şu tümceyle nikah kıymaya başlamıştır.

”Allah’ın emri Peygamberin kavliyle sizi karı koca ilan ediyorum.”

Belediyenin sosyal kurumlarında içkiyi yasaklamaya kalkışmış, balenin belden aşağı bir sanat olduğunu savlamış ve tiyatro salonlarında toplu namazlar kıldırarak kendini İstanbul’un imamı ilan etmiştir.Hiç gereği yokken şöyle söylemiştir:

 “Sonucu ölümle noktalanacak bir maratonun koşucularıyız.”Politikaya atıldığı günden beri kökten dinci davranışlar sergileyen Tayyip Erdoğan, en sonunda “minareler süngümüz, kubbeler miğfer/ Camiler kışlamız, müminler asker” diye nutuklar attığı için yargılanmış ve cezalandırılmıştır.

 

v     Başbakan Erdoğan’ın oğlu Necmettin Bilal Erdoğan’ın ve eşi Reyhan Hanım ile el ele tutuşmuş fotoğraflarına baktım.Sordum kendime, Harvard mezunu, Necmettin Bilal Bey, acaba türbansız bir kızla evlenir, evlenebilir miydi? Erdoğan ailesi buna izin verir miydi?

 

….Alışveriş türbanlılar arasında, belirli bir cemaat içinde, kız alıp verme, ticaret, ziyaret…İçlerine öyle isteye isteye, gönülden, yabancı (laikliğe bulaşmış) kimse pek istemiyorlar ve sokmuyorlar. Kuralları, anlayışları var. Erdoğan ailesi, kendi benzerlerini üretiyor. Kendi adamı, kendi hemşiresi, kendi öğretmeni, kendi hemşerisi, kendi cemaati…

Hükümetin atamalarında da bu görülüyor.Değiştirdikleri insanların başarılı olup olmadıklarına bakmıyorlar; önemli olan makamlara kendi adamlarının gelmesi. Onların geçmişi ya da yeni yerindeki performansları da belirleyici değil. Davranışa, anlayışa tek tiplilik egemen. “Kapalı Cemaat” hükmünü sürdürüyor. Çevresini kendi benzerleriyle donatılmış görmek istiyor. Giderek bu anlayış bütün Türkiye’yi kendi vizyonu içerisine alacak.( Orhan BURSALI, AKP ne üretir.)

 

“Atatürkçüler, dinin değil, din bezirganlarının düşmanıdır. Vicdan özgürlüğünün değil, başkalarının vicdan özgürlüğünü tanımayan, vicdan ve inancı kendi tekellerine almak isteyen saldırganların düşmanıdırlar.”

Muammer AKSOY

 

 

v     Ben şuanda ülkemizdeki siyasal İslam hareketinin en önemli temsilcisi sayılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediklerini yinelemekle yetinceğim:

Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor…Bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek yahu! Sen bunun önüne geçemezsin ki….Millete rağmen bu yürümez zaten.Hem laik hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik! İkisi bir arada ters mıknatıslanma yapar. “Ben Müslümanım” diyenin tekrar yanına gelip bir de “Aynı zamanda laikim” demesi mümkün değil. Niye? Çünkü, Müslümanın yaratıcısı Allah kesin hakimiyet sahibidir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” koskocaman bir yalan. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ın dır….

 

“Türkiye Cezayir olur mu?” Diye soruyorlar. Biz hazmettire hazmettire geliyoruz Allah’ın izniyle… Bu düzenin koruyucusu olamayız mümkün değil….…Bizim inandığımız doğru, yani Milli Görüş, zaman ve zemine göre değişmeyen doğrunun adıdır. Ben şahsen zamana ve zemine göre değişmeyen doğrunun hayata hakim kılınmasında gerekirse papaz elbisesi giymeye hazırım…….

1,5 Milyarlık İslam alemi Müslüman Türk Milleti’nin ayağa kalkmasını bekliyor. Kalkacağız. Işıkları göründü. Allah izniyle kıyam (ayaklanma) başlayacak…. 

 

v     Recep Tayyip Erdoğan’ın  içinde bulunduğu Refah Partisi üst düzey yöneticilerinin destek verdiği belgelerle saptanan İBDA-C’nin yayın organı Taraf Dergisi’nden bazı alıntılar yapalım:

 

Dinsiz Cumhuriyeti yıkma yolunda en önde giden Sivas’ın yiğit Müslümanlarına teşekkürü borç biliriz.Karar çıkmıştır. “İslam’da şiddet yoktur” diyen her kim olursa aynen Kemalist ve işgal yanlısı bir kafirdir. Nifak ve fitnecilerin katli hak ve önceliklidir. Yaşasın Anadolu halklarının şeriat için silahlı mücadelesi.

 

Sivas’ta insanlarımız, yargılama ve cezalandırma hakkını kullanmışlardır: Yargılama ve cezalandırma hakkı yalnız Müslümanlarındır. Bunun lamı cimi yok. Yasa dışı T.C. nin hiçbir hakkı yoktur. …Kim Türkiye Cumhuriyeti’ne savaş açar, zarar verir ise onu destekleriz. İslamcı mücadelenin etkinliği, Kemalist Devletin güç kaybetmesiyle bağlantılı olduğundan, ona darbe indiren her kesim, biz İslam Devrimcilerini mutlu kılar, ister Dev-Sol, ister PKK olsun… (Vural SAVAŞ, İrtica ve Bölücülüğe Karşı Militan Demokrasi)

 

v     ŞERİATÇILAR ŞİRKETİ

 

Mehmet Bölük “El Tayyip” adlı kitabında bu süreci şöyle vurguluyordu:“Türkiye’nin dört bir yanından RP yandaşı şirketler İstanbul Belediyesi olanaklarından paylarını almaları için İstanbul’a davet edildi. İstanbul’da partili ve Tayyip yanlısı olup iş yapacak firması olmayanlara şirketler kurduruldu. İstanbullunun paraları RP ve Tayyip yanlılarına akıtılmaya başlandı.

İstanbul Belediyesi ve BİT’lerin ihaleleri yandaş şirketlere fahiş fiyatlarla veriliyor, bu şirketlerden irtica yanlısı vakıf ve derneklere büyük bağışlar alınıyordu. Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş oluyordu. Hem RP’li şirketler zengin oluyorlar, hem de yandaş vakıf ve derneklerin kasaları doluyordu. Bu paralara iktidar için ihtiyaç vardı.(Ergün POYRAZ, Patlak Ampul)

 

 v     ÇOCUKLAR ALLAH DAVASI YOLUNDA ÖLSÜNAKP’li Ergezen, meydanı boş bulunca esip gürlüyor, gençlerin PKK’lılarla çarpışmamalarını, Allah nizamı yani şeriat yolunda ölmelerini emrediyordu:“Ben her gittiğim yerde kadınları, hanımları görünce onlara diyorum ki, “Ey analar sizler evlatlarınızı yiğit yetiştirin korkak yetiştirmeyin…

Çocuklarınız trafik kazalarında öleceğine, çocuklarınız Güneydoğu’da PKK olaylarında öleceğine, çocuklarınız arazi davası süreceklerine henüz öyle evlatlar yetiştirin ki, Allah’ın nizamını savunmak için yetişsin… Allah’ın davasını savunmak için öldürülsün. Avrupalıyı örnek alanların yetmiş yılda bu memleketi ne hale getirdiklerini görüyoruz. Her on yılda bir ihtilal ve geldiği günden beri kan, gözyaşı ve zulüm eksik olmamıştır… halbuki biz düşmanlarımızla savaşırken gözümüzden yaş akmalıdır. Biz düşmanlarımızla savaşırken ölmeliyiz…( Ergün POYRAZ, Patlak Ampul)

 

 

 v     PKK’lıların şehit ettiği her asker ve polisin ardından keyiflenen ve baklava ziyafetleri düzenleyen, PKK’lılara “Aynı amaçla çarpıştığımız gerilla kardeşlerimiz” diyerek destekler yağdıran, Tayyip Erdoğan’ın bayram tebriki gönderdiği İBDA-C’nin yayın organına her fırsatta demeçler veren, AKP Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen’de Türklüğü tahkir eden sözleriyle onlarla aynı kulvarda koşuyordu:“..Gelin dağa taşa, “Ne Mutlu Türküm diye yazacağımıza, gelin dağa taşa Ne Mutlu Müslümanım diye yazalım”

 

 v     BİR LAİKLİK DÜŞMANI DAHA

 AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın stepnesi ve Genel Başkan Yardımcısı Bülent Arınç Tekirdağ Malkara’da yaptığı konuşmada laiklik hakkında laikliğin değil Müslümanlığın kardeşliği sağlayacağını anlatıyordu:

 

“60 Milyon insanı kardeş yapan laiklik değildir. 60 milyon insanı kardeş yapan, Müslümanlıktır, inançtır. Devlet İslam’la barışmalıdır ki, topluma huzur gelsin”  

 v     ABD’nin Müslüman Irak halkına kan kusturmaya başladığı işgalin ilk günlerinde:“Kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum.”Recep Tayyip Erdoğan _ Başbakan 31 Mart 2003

 

 v     ALFABE İHANETİ

Türkiye’de Kürtçe’yi ikinci dil olarak dayatma planları yapılırken AKP iktidarı da Kürtçe’de yoğun olarak kullanılan q,w,x harflerine ders kitaplarında yer vererek yeni bir skandala imza attı. (3 Ekim 2004 Yeniçağ)

 

 v     YASAK GÜNÜ GELDİĞİNDE KALKACAKDışişleri ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, başörtüsü yasağının AB insan hakları standartlarıyla bağdaşmadığını, günü geldiğinde Türkiye’de  de kalkacağını söyledi.

 

“Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.”Kemal

ATATÜRK

27
Haz
07

Menemen Olayı – Bülent Arınç

KUBİLAY OLAYI




Manisa’da, Menemen’de ve daha bir çok yerde işgalcilere karşı bir örgütlenme içerisinde yer almayanlar, cumhuriyetin ilanından sonra “din elden gidiyor” söylemi ile Hüsnüyadis namlı, Manisa Mutasarrıf Nakşibendi tarikatı mensubu Giritli Hüsnü Bey’in kardeş çocuğu olan sözde Giritli mehdi Derviş Mehmet önderliğinde çoğu cahil insanlar bir araya geldiler…





Bu grup 23 Aralık 1930 günü Menemen’de yaptıkları isyan girişimi sırasında kendilerine engellemeye çalışan 43. Piyade Alayı’ndan Piyade Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ile karşı karşıya geldiler. Kubilay ve beraberindeki askerler gruba uyarı ateş açtı. Fakat, “silahlarında manevra mermisi bulunduğundan dolayı etkili” olamadılar… Bunu fırsat bilen Giritli mehdi Derviş Mehmet ise, “bakın bana mermi işlemiyor” diyerek kendince kutsallık zırhına büründü. Olaylar sırasında ağır bir şekilde yaralanan Kubilay, yaralı olarak meydandaki hükümet binasına girmek istedi. Ama binanın giriş kapısı kapalı olduğu için giremedi… Bu nedenle, hükümet binasının hemen yanındaki Kazez Camii bahçesine yöneldi. Giritli mehdi Derviş Mehmet, Giritli Şamdan Mehmet ile birlikte Kazez Camii bahçesinde bitkin bir vaziyette bulunan Kubilay’ın başını bağ testeresi ile canlı canlı gövdesinden ayırdılar. Sonrada, asteğmen Kubilay’ın başını yeşil bir bayrağın tepesine takarak Menemen sokaklarında dolaştırmaya başladılar. Bu sırada, kendilerine müdahale eden Şevki ve Hasan adlı kahraman iki bekçiyi de öldürdüler. Olay yerinde toplanan 250 – 300 kişilik ahali ise Kubilay’ın şehit edilmesi esnasında olaylara hissiz ve seyirci kaldı. Hatta bir kısmı, olayı tasvip edercesine alkış tuttu. O sırada sözde mehdi Giritli Derviş Mehmet, Yüzbaşı Fahri’ye “ben mehdiyim, şeriatı ilan ediyorum. Bana kimse mukavemet edemez. Karşımdan çekil!” dedi…





Sonunda isyan bastırıldı. Kurşun işlemeyen sözde Giritli mehdi Derviş Mehmet’e ateş açıldı. Ve bu ateş esnasında Kubilay’ı şehit eden sözde Giritli mehdi Derviş Mehmet ile birlikte Giritli Sütçü Mehmet ve Giritli Şamdan Mehmet öldürüldü. Aralarında önceden Şeyh Sükuti’nin Menemen belediye başkanlığı yaptığı sırada yönetimde birlikte olduğu bilinen Hayımoğlu Yahudi Jozef, Erbilli Şeyh Esad’ın oğlu Mehmet Ali ve 37 kişinin idamına karar verildi. Nakşibendi Şeyhi Esad Efendi ise ilerlemiş yaşından dolayı 24 yıla hapis oldu. Fakat tutuklu bulunduğu sırada hastalığından dolayı öldü. Şeyh Esat ve tarikatının amacı Cumhuriyet kayıtlarına, “Hükümeti yıkmak, ATATÜRK ilke ve inkılaplarına aykırı olarak saltanat ve şeriatı getirmek, tekke ve zaviyeleri açmak, şapkayı yasaklayıp yeniden fesin kullanılmasını” sağlamak olarak geçti. Menemen olayının hazırlayıcılarından olan Nakşibendi tarikatı lideri Şeyh Esat’ın yurt dışı bağlantısı ile ilgili olarak Askeri Mahkeme Başkanı General Mustafa MUĞLALI, verdiği beyanatta (Cumhuriyet Gazetesi; 01 Şubat 1931 Tarihli nüshası), “Şeyh Esat, hilafet komitesiyle alakasına dair bir itirafname hazırlıyordu. Bu münasebetle İngiliz casusu Lavrens ile münasebette bulunduğunu da doğrulamaktaydı. Fakat, hastalığı bunu yazıp bitirmesine mani” olduğunu belirmiştir.




İşte size, “bir – iki sarhoş ve esrarkeşin gerçekleştirdiği olayların insafsızca inançlı bir kesime mal edilmek” istendi denilen Menemen isyanı. Bu isyanın gerçeklerini yıllar sonra Nedim ÇAKMAK’ın yazdığı “İşgal Günlerinin İşbirlikçileri Hüsnüyadis Hortladı” isimli kitabı (Kumsaati Yayınları [Kitabın 5. baskısı yayına hazırlanıyor!]) sayesinde öğrendik… Kitapta, Menemen isyanını Giritli Hüsnü Bey’in Türk Milletine ve Cumhuriyete karşı düşmanlığı sonucu Yunanistan’a gittikten sonra buradan idare ettiği yazılıydı!!!


Olayların tertipleyicileri ise Nakşibendi tarikatı lider Erbilli Şeyh Esat, işgal dönemin Manisa Valisi Giritli Hüsnüyadis (1922’de Yunanistan’a yerleşti ve Hristiyan oldu) ve onun kardeş çocuğu Giritli Derviş Mehmet, Menemen Belediye Başkanı Şeyh Sükuti ve akın akın Manisa’dan Menemene gelen diğerleri…

Hüsnüyadis namlı Manisa Mutasarrıfı, Nakşibendi tarikatı mensubu Menemen isyanının tertipleyicisi, Nakşibendi tarikatı lideri Erbilli Şeyh Esat ve Derviş Mehmet, işgal yıllarında yurdunu savunmak için çete kurmadı, işgal güçlerine karşı kurşun sıkmadı!… Fakat, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı çete kurarak, asker ve iki bekçisine kurşun sıkmakta ve kurşun sıktığı asteğmen Kubilay’ın başını bağ testeresi ile kesme konusunda hiç tereddüt etmedi.“Menemen isyancısı Derviş Mehmet’in (Menemen-Sümbüller Köyü) ikinci eşinden torunu, babadan Girit Rum’u, anadan Mısırlı Arap olan zat şimdi Meclis başkanlığı yapan (Bülent ARINÇ) ın dedesidir…

27
Haz
07

Teslimiyet bayrağı

‘Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında önemli bir yeri olan Ankara’daki Devlet Konukevi (Ankara Palas) dün tarihinde bir ilki yaşadı.’
Uğur Ergan’ın dün Hürriyet internetteki haberi bu sözlerle başlıyordu… Neymiş o ilk?

 

Okuyoruz:
 

“Dışişleri Bakanlığı tarafından işletilen Devlet Konukevi’nde “9 Mayıs Avrupa Günü” nedeniyle AB Komisyonu’nun Türkiye Temsilcisi Marc Pierini tarafından verilen resepsiyonda, AB üyesi tüm ülkelerin bayrağı ile birlikte Kıbrıs Rum Kesimi’nin bayrağı da yer aldı… Daha önce birçok kez Türkiye – AB Ortak Komisyonu toplantısına ev sahipliği yapan Devlet Konukevi’ne sadece Türkiye ve AB’nin 12 yıldızlı bayrağı konuluyordu…”

Şu haber de dünkü Cumhuriyet’ten:
“Irak Kürt asıllı Cumhurbaşkanı Celal Talabani’den sonra… AKP’ye bir destek de Kıbrıslı Rumlardan geldi. Rum Meclis Başkanı ve AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas, AKP’yi desteklemek zorunda olduklarını söyledi…”

Bu yaşananlar tesadüf mü?

Olabilir mi? AKP Kıbrıs’ı getirdi topun ağzına koydu…

Bundan sonra Türkiye ya Kıbrıs’ı verecek ya da AB ile ilişkiler askıda kalacak…

Muhtemeldir ki seçim sonrasında AKP iktidar olursa AB yolunu açmak bahanesiyle Kıbrıs’ı tanıyacak, teslimat yolunu açacak…

Ankara Palas olayı o yolda bir işaret değil mi? Hatta vaat denebilir! Rumlar çok emin olmasalar AKP’yi bu kadar açıkça destekler miydi?

Deniz Feneri…
Almanya polisi, Kanal 7’nin Frankfurt’taki faaliyetlerini yürüten Euro 7 firması ile aynı binada faaliyet gösteren Avrupa Deniz Feneri isimli derneğin merkezine 23 Nisan’da baskın düzenledi. Çünkü, Deniz Feneri Derneği’nin Euro 7’ye 7 milyon euro’ya yakın para aktardığı tespit edilmişti… Bir de gemi meselesi çıktı ortaya… Birkaç gün önce Haydarpaşa Limanı’na çekilen Atlas 1 adlı geminin Euro 7 tarafından 1.1 milyon euro’ya satınalındığı söyleniyor.
Bütün bu hengâme içinde dikkati çeken mi? Kanaltürk televizyonu veya ADD’ye (herhangi bir ihbar olmadığı halde) Maliye denetçileri gönderen AKP hükümetinin Almanya’da patlayan skandalın Türkiye uzantılarını hiç soruşturmuyor olması…

Aşure gibi
Yaz ortasında yapılacak seçimin yarattığı gariplikleri henüz tam olarak algılayamadık… Üzerinde düşündükçe bunları demokrasi ve adaletin neresine sığdıracağınızı şaşırıyorsunuz…

Arman Salepçi arkadaşımız Muğla’dan örnek veriyor…

“Muğla’nın kesin nüfusu 715.000, seçmen sayısı ise 514 bin kişi civarındadır. Bu nüfusuyla Muğla TBMM’de 6 milletvekiliyle temsil ediliyor.

Yaz aylarında ise Muğla’nın nüfusu 5 misli artıyor… Ama sonuç değişmiyor… Muğla nüfusu ne olursa olsun 30 değil, yine 6 milletvekili çıkaracak.

Diğer tarafta Tunceli 62.000 seçmeniyle 2 milletvekili çıkarıyor…

Tunceli’de seçmenin 22 Temmuz’da tatil veya çalışma amacıyla şehir dışına çıkmayacağını farz edersek bile 31.000 Tuncelili seçmen 1 milletvekili çıkarırken, Muğla’da 428.000 seçmen bir milletvekili çıkarmış olacaktır…

Tunceli’de oy kullanan vatandaşın 1 oyu, Muğla’daki 13 oya bedel olacak…

Öte yandan tatil yörelerine gidenler belli bir gelir seviyesinin üzerinde kişilerdir. Çoğunluğu CHP’lidir. Yine çoğunluğu İstanbul, Ankara gibi illerden gelir…

Sonuçta, İstanbul veya Ankara’nın CHP’li seçmeni azalacak, bu iki ilde tablo şu veya bu ölçüde CHP aleyhine dönecektir. Muğla’da ise tablonun CHP lehine dönmesi önemli değildir, zaten burası CHP’nin ağır bastığı bir bölgedir… Netice.. Vatandaşların kayıtlarını tatil yöresine taşımaları çözüm değildir…” 

 

Kaynak: http://www.heddam.com/Haber.asp?HaberKimlik=5336

Arınç klasiği

Yine imam hatip, yine koca ‘çocuk’…

  SON iki yıldır imam hatipli öğrencilerin geçici başkanlık yapması nedeniyle tartışmalara neden olan, son oturumu da bu nedenle ertelenen Türkiye Öğrenci Meclisi, 26 Mayıs’ta toplanacak. 

Öğrenci Meclisleri Yönergesi gereğince, TBMM Başkanı Bülent Arınç ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in konuşmalarının ardından oturumu, yaşça en büyük üye olan 20 yaşındaki Devrek Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencisi Muhammet Döngel yönetecek.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin 16 Mayıs’ta yapılacağı gözönünde bulundurularak, ertelenen öğrenci meclisinde, Döngel’in yanı sıra 6 ilden imam hatipli temsilciler yer alacak.

2007 Meclisi’nde Ankara, Konya, Malatya, Zonguldak, Adıyaman ve Erzincan’dan seçilen temsilciler imam hatip liseli. 10 Haziran 1987 doğumlu Zonguldak temsilcisi Muhammet Döngel, TBMM Başkanlık Divanı’nda “geçici” olarak başkanlık koltuğuna oturacak. Meclis’te daha sonra başkanlık seçimine geçilecek.

Bu yıl en genç üye Muş’tan. Vali Adil Yazar İlköğretim Okulu’ndan 11 yaşındaki Kardelen Sönmez, Meclis’in en küçük üyesi oldu. Meclis’te 31 kız öğrenci var.

Öğrenci Meclisi’nin geçen yıl yapılan oturumunun geçici başkanlığını, İbrahim Seyhan adlı 21 yaşındaki Erzurum Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencisi üstlenmişti. Öğrencinin yaşı ve politik mesajlar içeren konuşması, tartışma konusu olmuştu. Seyhan, Meclis kürsüsünden “Önümüze engel değil, dağ değil, taş değil ne koyarsanız koyun biz en zirveye çıkacağız” demişti. Baykal, “bıyıklı çocuk” tabirini kullanmış, Arınç “Bu öğrenci milletin öğrencisidir” demişti.

Nasıl seçiliyor?
Demokrasi Eğitimi ve Okul Meclisleri Yönergesi’ne göre, ilk ve orta dereceli okullarda “Okul Meclisi Başkanı” seçiliyor. Sandık kurulları öğretmenlerce oluşturuluyor. İl Öğrenci Meclisi kendi arasında başkan seçiyor. Bu seçimi Milli Eğitim Müdürlüğü görevlisi yönetiyor. İtiraz halinde görevlinin kararı kesin kabul ediliyor.

1987 doğumlu Zonguldaklı Muhammet Döngel, Devrek ve Anadolu İmam Hatip öğrencisi. Milletvekili olmak ve hukuk okumak hedefleri arasında.

Kaynak: http://www.heddam.com/Haber.asp?HaberKimlik=5318

 

Türbanlı çocuklardan ilahiler

Kutlu Doğum Konferansı’nda tek tip kıyafetle ve başörtüleriyle sahneye çıkan çocuklar ilahi okudu. Salonda harem selamlık şekilde oturuldu

Şanlıurfa’da bir grup çocuk, Mustazaflar ile Dayanışma Derneği Şubesi’nce düzenlenen Kutlu Doğum Konferansı’nda başörtüleriyle sahneye çıkıp ilahi okudu. Atatürk Spor Salonu’nda önceki akşam verilen konferansa gelen erkek ve kadınlar ayrı kapılardan içeri alındı.

İzleyiciler, salonda harem selamlık şekilde oturdu. Kadınların arasında çok sayıda çarşaflı olması dikkati çekti. 2 bin kişilik salonun tribünlerinde yer kalmadığı için bazı erkekler, salonun ortasında oturarak geceyi izledi.

Kuran okunarak başlanan gecede daha sonra 4 kişiden oluşan “Kardeşler İlahi Grubu” üyeleri ilahi okudu. Bu grubun ardından sahneye, 5 – 12 yaşlarında 8 kız çocuğu çıktı. Arkalarında Atatürk posteri ve Türk bayrağı bulunan, başları örtülü ve yeşil renkte tek tip giyinen kızlardan biri tef çalarken, diğer 7 kız ilahi okudu.

Mardin Kızıltepe’den geldikleri ve bu tip etkinliklerde sahneye çıktıkları belirtilen kız çocuklarının okuduğu ilahiler, geceye katılanlar tarafından alkışlandı. Geceye katılan küçük kızların büyük bölümünün başlarının örtülü olduğu, bazılarının da başörtülerinin üzerine Arapça yazılı bandajlar taktıkları görüldü. Gece dualarla sona erdi.

27
Haz
07

AKP DOSYASI-1

İşte AKP’nin destekçileri

Kaynak : Yeniçağ

 

İşgal ettiği Irak’ta Türk askerinin başına çuval geçiren ABD’nin Dışişleri Bakanı Rice ile bölücü terör örgütü PKK’ya açık destek veren AB’nin Genişlemeden Sorumlusu üyesi Olli Rehn, Tayyip Erdoğan’a ve AKP hükümetine övgüler dizmeye başladı.

AKP iktidarda kalmalıdır
ABD ve AB ile benzer endişeleri paylaşan peşmergebaşı Mesut Barzani ile kendini Irak Cumhurbaşkanı sanan Celal Talabani de, seçimlere kadar AKP’yi rahatsız edecek gelişmelerden uzak durulmasını istedi. AKP’ye destek kampanyasına katılanlardan biri de Rum Meclis Başkanı ve Akel Genel Sektereri Dimitris Hristofyas oldu.

Barzani, Talabani, Rumlar ve AB tarafından desteklenen AKP iktidarına seçimler öncesi okyanus ötesinden de açık yardım geldi

“Türkiye’yi Avrupa’ya doğru götürmeye kendilerini adadılar” diyen ABD Dışişleri Bakanı Rice, Erdoğan hükümetine övgüler yağdırdı.

Türkiye’yi, ABD’nin sömürgeleştirme planı olan BOP’un eşbaşkanı ilan eden Başbakan Erdoğan açık desteğinin meyvalarını almaya başladı. Beyaz Saray, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde zor dönemler yaşayan AKP’yi 22 Temmuz seçimlerinde yalnız bırakmayacağının ilk sinyalini verdi. ABD Senatosu Tahsisler Komitesi’nde Cumhuriyetçi Parti New Hampshire Senatörü Judd Gregg’in sorularını cevaplayan ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, AKP hükümetine övgüler yağdırdı.

Türkiye’deki siyasal duruma ilişkin senatör Gregg’in sorusuna yanıt veren Rice, “Bizim rolümüz, oradaki demokratik ve anayasal süreçlere göre olmalı. Bu hükümet halk tarafından seçildi ve Türkiye’yi Avrupa’ya doğru götürmeye kendini adadı. Hükümetin politikası hep bu yönde ve Avrupa içine entegrasyona çalışıyor, İslami kökleri olan AKP liderliği tarafından yönetildiği halde” dedi. Bakan Rice, AKP hükümetinin, AB’nin istekleri çerçevesinde yasaları değiştirdiği, özellikle kişisel ve dinsel özgürlükler bakımından önemli adımlar attığını belirtti. Rice, “ABD olarak demokratik süreci desteklememizin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yeni seçimler yapılacak. Seçimlerin, herhangi bir demokrasideki gibi olmasını bekliyoruz. Son birkaç yıla bakarsak,Türkiye ile ilişkiler iyi. Irak’taki yeni demokrasiye Türkiye’den daha güçlü destek var. Afganistan’daki politikalara iyi bir destek var. Ve tabii Türkiye güçlü bir NATO müttefiki. Ancak şunu not etmeliyim, son birkaç yılda Türkiye’nin, Avrupa geleneklerinden geri kaldığını söylemek mümkün değil. Tam tersine, Avrupa’ya doğru hareketleniyorlar ve biz de bu çerçevede Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyoruz” ifadesini kullandı.

Irak’a müdahale edilir
Senatör Judd Gregg’in, “Irak’ı erken terkedersek ve istikrar bozulursa, Türkiye’nin Kürtler ile ilişkileri baskı altında olmayacak mı?” sorusuna karşılık Rice, “Kesinlikle öyle” yanıtını verdi. Rice, “Çünkü Irak, Şii ve Sünni fay hatlarında bulunuyor ve kuzeyde de Kürtler. Eğer orada bir otorite boşluğu oluşursa, göreceksiniz ki Irak’ın komşuları için, Irak’ın işle- rine karışarak, kendi çıkarlarını güvence altına almaya çalışmaya direnmek kolay olmayacaktır. Ama karşılarında, kendi işlerini yürüt- meye muktedir bir Irak olursa, o zaman bu komşular, istikrarlı hükümetle işbirliğine daha yatkın olacaktır” diye konuştu.

Bunlar da diğer destekçiler
AKP Hükümeti sadece ABD tarafından değil, AB, Barzani, Talabani ve Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından da net ifadelerle desteklenmişti. İşte onlardan bazıları:

* Türk askeri karşıtı açıklamalarıyla bilinen Rum Meclis Başkanı ve AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas: Türkiye’deki durum kritik. Siyasette birçok paradokslar var. Türkiye’de şu an ılımlı İslami değerler üzerine kurulu hükümeti desteklemek gerekiyor.

* Peşmerge reisi Mesut Barzani: Milliyetçiler iktidarı alırsa fazla diyalog ihtimali olacağını sanmıyorum. AKP kazanırsa, Diyaloga daha açık olacaklarını düşünüyorum.

* Eski peşmerge reisi, yeni Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani: Ankara Kerkük konusunda yanlış bilgilendirili-yor. Diyalog için sayın Erdoğan hükümetinin zayıflatılması değil güçlendirilmesi için çaba verilmelidir.

* Avrupa Birliği’nin Genişlemeden Sorumlu üyesi Olli Rehn ise AKP karşısında oluşan milliyetçi dalganın önlenmesi için AB misyon temsilcilerini uyarıyor: Gelinen aşamada, 22 Temmuz’daki erken genel seçimlere odaklanıldı. Avrupa, Türkiye’ye sabır göstermeli ve ihtiyatla hareket etmeli. Türkiye zor ama tarihi bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Krizden daha güçlü bir anayasal ve demokratik çerçeveyle çıkabilir. Türkiye’deki milliyetçi duyguları beslememek için Avrupa Birliği üyesi ülkeler sabırlı ve ihtiyatlı olmalıdır.

 

‘İrticaya destek var’

 

Kaynak : Ajanslar

 

Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu, Danıştay’ın kuruluş yıldönümü dolayısıyla yaptığı konuşmada, “Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı her tür hareket irticadır” dedi. Çörtoğlu, kanlı Danıştay baskınına vurgu yaptığı konuşmada “Türkiye’de tehdit düzeyinde irtica yoktur” diyenlerin (yani hükümetin) bu olayda sorumluluğu olduğunu söyledi.

Danıştay’ın 139’uncu kuruluş yıldönümü, ayakta alkışlanan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, CHP lideri Deniz Baykal ve yüksek yargıdan isimlerin katıldığı törenle kutlandı. Hükümetten başbakan yardımcıları Mehmet Ali Şahin ve Abdüllatif Şener’in katıldığı törende Çörtoğlu, Danıştay saldırısında öldürülen 2. Daire Başkanı Mustafa Yücel Özbilgin’in eşine plaket verdi.
Çörtoğlu dünkü konuşmasında da “cumhuriyetin temel değerlerini hedef alan” bir girişim olarak nitelendirdiği saldırıya vurgu yaptı.

“Cumhuriyet tarihinde ilk kez” bir Yüksek Mahkeme’ye bu düzeyde saldırıda bulunulduğunu hatırlatan Çörtoğlu, bir önceki kuruluş yıldönümü töreninde tehlikeyi işaret ettiğini hatırlattı. (Çörtoğlu geçen yılki konuşmada, “Kimi yargı kararlarına karşı duyulan memnuniyetsizlik eleştiri sınırlarını aştı, yargı mensuplarını hedef gösteriliyor” demişti.)

Çörtoğlu, dünkü konuşmasında da bu duruma atıfta bulunarak, “Üzerinde önemle durduğumuz hususlar, devlet adına yetki kullanan makamlarca önemsenmemiş, yıldönümlerinde hep aynı açıklamaların hep dinlenildiği ifade edilerek tehlike göz ardı edilmiştir. “Türkiye’de tehdit düzeyinde irtica yok” denilerek, durumun hafife alınması kimi yayın organlarının sorumsuz beyanları, bazı çevreleri cesaretlendirmiştir” dedi.

Danıştay Başkanı, irticayı da tanımladı: “Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı her tür hareket irticadır. Önem ve öncelik sıralaması zaman içinde değişkenlik göstermekle birlikte Türkiye’de irtica tehdidi her zaman oldu, olmaya da devam edecek.”

Konuşmasında cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler, YAŞ ve HSYK kararlarının yargı denetimine kapalı olmasını eleştiren Çörtoğlu, salonda bulunan Sezer’eyse “Zor ve sıkıntılı günlerin yoğunluklu olduğu bu dönemde milletimiz için güven unsuru oldunuz” diye seslendi.

Cumhurbaşkanı’ysa Çörtoğlu’na gönderdiği kutlama mesajında “Danıştay, diğer yargı organlarımızla birlikte, kimi zaman şiddete kadar varan baskılar karşısında bile, laik ve demokratik Cumhuriyet’e sahip çıkma kararlılığından, hukukun üstünlüğünden ödün vermeden çalışmalarını sürdürmekte, hukuk devleti ilkesine işlerlik kazandırılmasına büyük katkıda bulunmaktadır” dedi.

Başbakan da Çörtoğlu’na kutlama mesajı gönderdi: “İdari yargının gelişmesi, tarafsızlığını koruyarak bu kutsal görevi yerine getirmesi, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyetleri aşma, çağdaş bir demokrasi olma yolunda attığımız adımların kökleşmesi bakımından hayati önemi haizdir.”

“Cumhuriyet tarihinin yüksek yargıya yönelik ilk silahlı saldırısı” , Danıştay’ın 138. kuruluş yıldönümünden, yani Başkan Çörtoğlu’nun “Hedef gösteriliyoruz” uyarısından altı gün sonra, 17 Mayıs 2006 tarihinde meydana geldi. Saldırıda öldürülen 2. Daire Başkanı Mustafa Yücel Özbilgin, Kocatepe Camii’nde yapılan görkemli bir törenle toprağa verildi. Camide bakanlar yuhalandı, kafalarına plastik şişe fırlatıldı. DSP lideri Bülent Ecevit, cenazeye katıldıktan hemen sonra rahatsızlandı, ardından hayatını kaybetti.

Gül bunu da yaptı!

 Rum bayrağını Ankara’ya diktiler.Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Devlet Konukevi’nde AB Komisyonu’nun Türkiye Temsilcisi Marc Pierini tarafından verilen “9 Mayıs Avrupa Günü” resepsiyonunda, AB üyesi ülkelerle Kıbrıs Rum kesiminin bayrağı da asıldı.

Kaynak : Yeniçağ

 

Bu skandalın baş sorumlusu olan Gül, PKK’ya yataklıktan hükümlü olarak yargılanırken AB’ye uyum olsun diye salıverilen eski DEP’li Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak’la da Dışişleri Konutu’nda 45 dakika başbaşa görüşmüştü.

Dışişleri Bakanlığı’nca işletilen Ankara Palas’ta, Türkiye’nin tanımadığı Rum Yönetimi’nin bayrağı asıldı. Skandal toplantıda hükümetten temsilciler de yeraldı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında önemli bir yeri bulunan Ankara’daki Devlet Konukevi (Ankara Palas) önceki gün tarihinde bir ilki yaşadı. Hürriyet’ten Uğur Ergan’ın haberine göre, Dışişleri Bakanlığı tarafından işletilen Devlet Konuk evi’nde “9 Mayıs Avrupa Günü” nedeniyle AB Komisyonu’nun Türkiye Temsilcisi Marc Pierini tarafından verilen resepsiyonda, AB üyesi tüm ülkelerin bayrağı ile birlikte Kıbrıs Rum Kesimi’nin bayrağı da yer aldı.

Türkiye’nin tanımadığı Kıbrıs Rum Kesimi’nin bayrağının, diğer üyelerin bayrakları ile birlikte Devlet Konukevi’nin resepsiyon salonuna konulması, resepsiyonda yeralan davetli Türk konuklar tarafından yadırgandı. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de, programında olmasına rağmen resepsiyona katılmaması dikkat çekti. Gül, resepsiyona geleceği için öncü koruma birliği önceden Konukevi’ne gelerek güvenlik önlemi aldı. Ancak daha sonra Gül’ün gelmeyeceği anlaşılınca öncü korumalarda resepsiyondan ayrıldı.

Dışişleri Bakanlığı’nda olan Gül’ün, resepsiyonun verildiği saatlere denk gelen, taraftarı olduğu Beşiktaş ile memleketinin takımı Kayseri Erciyesspor arasındaki Türkiye Kupası finalini TV’den izlediği öğrenildi. Yetkililer, daha önce birçok kez Türkiye-AB Ortak Komisyonu toplantısına ev sahipliği yapan Devlet Konukevi’ne sadece Türkiye ve AB’nin 12 yıldızlı bayrağının konulmakta olduğunu ifade ettiler. Davetlileri Devlet Konukevi’nin girişinde karşılayan Pierini’nin arkasında Türk ve AB bayrakları yer aldı. Ancak resepsiyon salonunun bir bölümünde Kıbrıs Rum Kesimi dahil Birlik üyesi 27 ülkenin bayrağının bulunduğu görüldü.

Ankara’nın göbeğine Rum bayrağını diktiren Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 11 Haziran 2004 tarihinde bölücü terör örgütüne destek verdikleri için tutuklanarak hapise gönderilen ve suçları sabit görülen eski DEP’lileri ziyaret etmişti. Gül, AKP’nin Kürt kökenli bazı vekillerin aracı olmasıyla yaptığı görüşmeyi Dışişleri Bakanlığı’nın konutunda gerçekleştirmişti.

Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak’la 45 dakika fikir alış verişinde bulunan Gül buluşmada, “Türkiye’nin çok önemli adımlar attığı bir dönemden geçtiğini” belirterek, “Bu yeni dönemde herkes üzerine düşeni yerine getirmeli” demişti. Zana ve arkadaşları görüşmede, cezaevinden tahliye edildikleri gün yaptıkları barış (!) mesajları içeren görüşlerini yinelemişlerdi. Eski DEP’liler, “geçmişin kırgınlıklarının geride kalması gerektiğini, toplumsal barış ve kardeşliğin esas alınmasının zorunlu olduğunu” dile getirmişti. 4 DEP’li, bu konuda üzerlerine düşeni yapacaklarını kaydederken, Türkiye’nin AB’ye üye olabilmesi için ellerinden gelen çabayı göstereceklerini vurgulamışlardı. Eski DEP’liler, geç kalınmakla birlikte, Türkiye’de çok önemli reformlar yapıldığını söyleyerek ve sürece desteklerini iletmişlerdi.

Toplantıya katılan devlet bakanlarından, Rum bayrağının asılmasına yönelik herhangi bir tepki gösterilmeme-si anlamlı bulundu

Resepsiyona Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan ile Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik katılarak kısa süre kaldı. Dışişleri Müsteşarı Ertuğrul Apakan, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreteri Yiğit Alpogan, AB’den sorumlu Dışişleri
Müsteşar Yardımcısı Ahmet Acet ile çok sayıda yerli ve yabancı diplomat da resepsiyonda hazır bulundu. Avrupa Birliği’nin (AB) yemeğine de Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün yerine Müsteşar Apakan’ın katıldığı ileri sürüldü.

Peşmerge reisi Barzani’nin, “AKP hükümetiyle uyumlu oldukları” yönünde açıklamalarından sonra Rumlar’dan da AKP’ye destek geldi. Türk askeri karşıtı açıklamalarıyla bilinen Rum Meclis Başkanı Hristofyas, AKP hükümetini desteklediklerini açıkladı. Rum Haravgi gazetesinin iddiasına göre, Atina’ya giden Hristofyas, Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni ile Türkiye’de meydana gelen gelişmeleri ele aldı. Gazete Hristofyas’ın, “Türkiye’deki durumun kritik olduğunu” söylediğini yazarak, Hristofyas’ın sözlerini şöyle aktardı: “Siyasette birçok paradokslar var. Türkiye’de şu an ılımlı İslami değerler üzerine kurulu hükümeti desteklemek zorunda olduğumuz bir zamandayız. Türkiye’de askerin egemen olması halinde, Türk-Yunan ilişkilerinde ve Kıbrıs sorununda gerileme olur.”

27
Haz
07

namuslu insanlar

sevgili okuyucular,

sizler için derlediğimiz powerpoint slayt gösterisini kesinlikle indiriniz.sonuna kadar okunuyunuz.çünkü artık öyle şeyler olmayacaktır.

namuslu insanlar-slayt

tıklayın indirin.

27
Haz
07

Bir tek İşçi Partisi var

TÜRKİYE’Yİ İŞÇİ PARTİSİ BİRLEŞTİRİR

Önümüzdeki dönemin iktidar formülü bellidir: Türkiye’yi birleştiren, iktidar olacaktır. Türkiye’yi İşçi Partisi birleştirir.

Bu nedenle İşçi Partisi’nin yakın zamanda iktidar olması, Türkiye için tek çözümdür ve kaçınılmazdır.

HEPSİ DENENDİ HEPSİ AYNI PROGRAMI UYGULADI

Arkada kalan yirmi yıl içinde, bu partilerin hepsi denendi. Hepsi aynı programı uyguladı. Tayyip Erdoğan’a iktidarı teslim eden onlardır.

Tayyip’i getiren, Tayyip’i götüremez. Bağlandıkları ABD ve AB aynıdır, dayandıkları hortumcular da aynıdır.

Hepsi ABD güdümündedir.

İşçi Partisi milletin emrindedir.

Hepsi AB kapısındadır.

İşçi Partisi Ankara kalesindedir.

Hepsi bayrağı düşürmüştür.

İşçi Partisi bayrağı yükseltmiştir.

Hepsi mal derdindedir.

İşçi Partisi Mehmetçik derdindedir.

MERKEZ SAĞ-SOL GÖÇÜKTÜR, İKTİDAR OLAMAZ

ABD emperyalizminin, hortumcu iktidarını, yeniden merkez sağ ve merkez sola dayandırma plan ve tertibi boşunadır. Orada göçük var. Göçük üzerinde iktidar kurulamaz.

ABD güdümünde ve AB kapısında yoksullaşma var, parçalanma var, mayın var, bomba var. Bu nedenle Türkiye’nin önünde iki seçenek değil, tek seçenek bulunmaktadır. Milletimiz, İşçi Partisi önderliğinde ABD güdümünden kurtulacak, AB kapısındaki zincirlerini koparacak, egemenliğini eline alacaktır.

DEVLETİN YAPAMADIKLARINI YAPAN PARTİ

İşçi Partisi, halkımızın deyişiyle “Devletin yapamadıklarını yapmıştır.”

İşçi Partisi,

– Cumhuriyet miting ve yürüyüşlerini Batı güdümünü etkisiz kılarak tam bağımsızlık rotasına oturtulmasında;

– Diyarbakırlarda milletin ve ülkenin birleştirilmesinde,

– Özelleştirmeye karşı işçi eylemlerinde;

– Çiftçinin tarım girdilerini ucuzlatma ve yaşam mücadelesinde;

– Bismil ve Çat’ta ağalığa karşı mücadelede, gençliğin vatan savunmasında;

– Üniversitelerde bilim, özgürlük ve aydınlanma hareketinde;

– “Dayan Denktaş, Uyan Türkiye” yürüyüşleriyle Kıbrıs’ın savunmasında;

– Irak Türkmen örgütleriyle el ele Irak’ın bütünleştirilmesinde; Lozanlarda, Berlinlerde, Parislerde Ermeni soykırımı yalanını çiğneme mücadelesinde;

– Paris istasyonunda Genelkurmay Başkanımızın resimlerini çiğnetmeyerek ülke onurunu korumada;

– Uluslararası düzlemde Ortadoğu ve Avrasya ittifakının oluşturulmasında;

– Atatürk’ün Bütün Eserleri’nin toplanması ve halkımıza sunulmasında üzerine düşen görevi yapmıştır.

MÜCADELEDE HEP EN ÖNDE

İşçi Partisi, devletimizin bağımsızlık ve egemenliği, milletimizin birliği ve onuru, halkımızın özgürlük ve refahı için mücadelede hep en önde olmuştur ve bayrağı yüksekte tutmuştur.

TECRÜBELİ, BİLGİLİ, CESUR, DÜRÜST KADRO

İşçi Partisi, tecrübeli, bilgili, cesur, dürüst kadrolarıyla; disiplinli örgütüyle, yiğit gençliğiyle;  halka hizmet ruhu ve namusuyla sınanmış ve tek başına devletin yapamadıklarını yapmıştır.

İşçi Partisi, yıkıcı değil yapıcıdır; bozucu değil kurucudur; korkak değil cesurdur; boynu eğik değil başı diktir.

YİYİCİLER ŞİRKETİ DEĞİL FEDAKARLAR ÖRGÜTÜ

İşçi Partisi, devletin yapamadıklarını yapar; öyleyse devletin ve hükümetin başına geçecektir. Türkiye’nin ihtiyacı budur.

İşçi Partisi, sistem partileri gibi bir yiyiciler şirketi değil; Türk Devrim tarihinin fedailik mirasını sürdüren fedakarlar örgütüdür. Canlarını vatan ve millet için feda eden şehitlerimizi örnek alıyoruz.

BAŞKA SEÇENEK YOK, BÜTÜN MESELE GECİKMEMEK

Yurttaşlarımız, İşçi Partisi’ni bilmekte ve sevmektedir. Bugün her yerde Türkiye’yi İşçi Partisi’nin esenliğe kavuşturacağı konuşulmaktadır. Herkes, er geç kurtuluşun İşçi Partisi iktidarında olduğunu keşfedecektir.

İşçi Partisi, eninde sonunda iktidara gelecektir. Türkiyemizin bağımsızlığı, birliği, bütünlüğü ve esenliği için başka bir seçenek yoktur. Bütün mesele, gecikmemektir.

EVET MÜHRÜNÜ ÇOBAN YILDIZI’NA BAS

Bir tek İşçi Partisi var!

Bayrağı İşçi Partisi yükseltiyor.

Sen de bayrağın altına gel!

Bayrağın altında toplan!

Büyük milletimiz, bize güven, biz size güveniyoruz!

Yaparız!

Oylar İşçi Partisi’ne!

Evet mühürünü Çoban Yıldızı’na bas!

Sen de emek ver, Türkiye’nin yüzünü güldür!

İyi olacak, çünkü İşçi Partisi var

27
Haz
07

işte belgeler

  1. Malların Serbest Dolaşımı
  2. İşçilerin Serbest Dolaşımı
  3. İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu Serbestisi
  4. Sermayenin Serbest Dolaşımı
  5. Kamu Alımları
  6. Şirketler Hukuku
  7. Fikri Mülkiyet Hukuku
  8. Rekabet Politikası
  9. Mali Hizmetler
  10. Bilgi Toplumu ve Medya
  11. Tarım ve Kırsal Kalkınma
  12. Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı
  13. Balıkçılık
  14. Taşımacılık Politikası
  15. Enerji
  16. Vergilendirme
  17. Ekonomik ve Parasal Politika
  18. İstatistik
  19. Sosyal Politika ve İstihdam
  20. İşletmeler ve Sanayi
  21. Trans-Avrupa Ağları
  22. Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu
  23. Yargı ve Temel Haklar
  24. Adalet, Özgürlük ve Güvenlik
  25. Bilim ve Araştırma
  26. Eğitim ve Kültür
  27. Çevre
  28. Tüketicinin ve Sağlığının Korunması
  29. Gümrük Birliği
  30. Dış İlişkiler
  31. Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası
  32. Mali Kontrol
  33. Mali ve Bütçesel Hükümler
27
Haz
07

Türkiye’nin AB sürecine ‘gerçekçi’ bakış

Türkiye’nin AB üyelik sürecinin bugün güç bir dönemden geçtiği inkar edilemez: Bir yanda Kıbrıs sorunu, diğer yanda Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerde yaklaşan seçimler,

dar görüşlü politikacıların AB’nin siyasi-ekonomik sorunlarına çözüm üretmektense Türkiye konusunu seçim malzemesi yapmaları. Tüm bunların etkisiyle Avrupa’da Türkiye’nin AB üyeliği konusunda şüpheler artarken, Türkiye’de ise AB sürecine verilen destek düşüyor.

Ancak bu büyük karamsarlık bulutlarının arkasında şaşırtıcı bir başka gerçek var. Türkiye müzakere sürecinde AB’nin de takdirini kazanan bir performansla adım adım ilerliyor. AB’nin sağlıktan eğitime, tarımdan enerjiye tüm politika ve standartlarını içeren yaklaşık 100 bin sayfalık AB müktesebatının Türkiye ile genel karşılaştırmasını içeren “tarama süreci” başarıyla tamamlandı. 3 Ekim 2005’ten bu yana geçen sürede Türkiye’deki ilgili bakanlık ve kuruluşlardan yaklaşık 1,200 uzman Brüksel’i ziyaret etti ve bu çalışmalara katıldı. AB Komisyonu’nun Genişleme dairesi uzmanlarına göre Türk uzmanların performansı gerçekten de övgüyü hak ediyor.

AB Komisyonu Türkiye Temsilciliği, müzakerelerin başlamasının ardından yaklaşık bir yıldır 100’ün üzerinde uzman kadro ile çalışıyor. Komisyon’un Brüksel’deki dairelerinde 400’e yakın uzman, artık Türkiye konusuyla doğrudan ilgileniyor. Türkiye’nin yalnızca siyasi kriterler alanında değil, eğitim ve kültürden gıda güvenliğine, gümrüklerden balıkçılığa, 35 müzakere başlığı günlük olarak ayrıntılı bir şekilde takip ediliyor, raporlanıyor.

Tüm bunlar aslında şunu gösteriyor: Gerek Avrupa gerek Türkiye kamuoylarında yürütülen AB’ye üyelik tartışmaları, “Kıbrıs sorunu, Ermeni soykırımı iddiaları, Türkiye’nin farklı kimliği” gibi konular etrafında yoğunlaşsa da, Türkiye’yi AB üyeliğine daha da yakınlaştırmakta olan müzakere süreci sessiz ve derinden ilerlemeye devam ediyor. Bu zorlu süreç gerçekte Türkiye’yi yalnızca siyasi kriterler ve demokratikleşme alanında olgunlaştırmakla kalmayacak, kamu yönetimini, yaşamın her alanını dönüştürecek, Avrupa düzeyine çıkaracak büyük bir çağdaşlaşma projesi olarak görülebilir.

Avrupa’daki marjinal bazı politikacıların Türkiye konusundaki popülist, olumsuz açıklamaları ve alınmasını sağladıkları kararlar çoğu zaman Türkiye kamuoylarında gereğinden fazla abartılıyor. Oysa ki Avrupa’nın önde gelen siyasileri ve kurumları kamuoyu önünde pek dillendirmek istemeseler de şu gerçeğin farkındalar:Avrupa’nın siyasi ve kültürel değerlerini paylaşan, ekonomi ve siyasette istikrarı yakalamış bir Türkiye, enerji yolları ve güvenlik açısından artan stratejik önemi, güçlü kurumları ile AB için vazgeçilmez bir üye olacak. Uluslar arası alanda “medeniyetler çatışması” tezine destek veren gelişmeler hız kazanırken, Türkiye’nin AB üyelik süreci bu teze karşı en güçlü yanıt durumundadır.

Şüphesiz Avrupa’nın içinden geçmekte olduğu siyasi ve sosyo-ekonomik sorunlar, 2004’te AB’ye katılan 10 yeni üye, 2007 de üye olacak Bulgaristan ve Romanya’yı entegre etmede güçlükler, Türkiye’nin müzakere sürecinin önceki aday ülkelerden daha güç olacağını göstermektedir. Ancak 1996 yılından bu yana Gümrük Birliği içinde olan, piyasa ekonomisinde son üyelerle kıyaslanamayacak bir deneyimi ve başarıyı yakalayan, şimdiden AB’nin güvenlik operasyonlarında önemli görevler üstlenen Türkiye için bu zorlukları aşmak imkansız değildir.

Tüm bu gerçekler ışığında, Türkiye’nin AB sürecini “duygusal” tepkiler yerine “gerçekçi” bir bakış açısıyla yeniden ele almak gerekiyor. Her iki tarafta da yaşanan çeşitli güçlüklere karşın, Türkiye’nin AB müzakere sürecinin “tam üyelik” perspektifi ile sürdürülmesi, hem Türkiye’nin hem de AB’nin yararınadır. Bu süreçte yapılması gereken, hem Türkiye hem Avrupa kamuoylarının Türkiye’nin AB süreci konusunda doğru bilgilendirilmesi, dar görüşlü bazı siyasilerin yarattıkları endişe ve yanlış anlamaların yerini “gerçekçi” bir bakışın almasıdır.

27
Haz
07

AP’de Alevi konferansı

Avrupa Parlamentosu’nun Brüksel’deki binası 13 Haziran Çarşamba günü ‘’Aleviler nasıl bir Türkiye istiyor’’ ve ‘’Farklı kimlikler ve inançlar nasıl birarada yaşar’’ başlıklı bir konferansa ev sahipliği yaptı.

Avrupa Parlamentosu Yeşiller Milletvekili Cem Özdemir’in yönettiği konferansa, Avrupa Birliği Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü Türkiye Masası Başkanı Christian Danielsson, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu (KPK) Eşbaşkanı Joost Lagendijk, Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Selahattin Özel ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanı Turgut Öker katıldı.

Bir çok Avrupa Parlamentosu milletvekilinin de dinleyici olrak katıldığı konferansı Cem Özdemir yönetti. Özdemir, konferansı açarken, Aleviliğin hem Türkiye hem de Avrupa açısından bir gerçeklik olduğuna vurgu yaptı. Konferansta ilk sözü Avrupa Birliği Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü Türkiye Masası Başkanı Christian Danielsson aldı. Danielsson şunları söyledi:

Christian Danielsson: Türkiye’yi Aleviler olmadan değerlendiremeyiz!
‘’Alevilerin son yıllardaki Avrupa Birliği Komisyonu’nun yıllık ilerleme raporlarında sürekli yer alıyor. Aleviler Türkiye’yi değerlendirirken önemli bir konu. Bu yüzden Aleviler İlerleme Raporları’nda iki konu ile sürekli yer alıyorlar. Alevilere yer verdilen raporlarda birinci konu inanç özgürlüğü bağlamında Cemevleri, diğeri de zorunlu din dersleri uygulaması. Bu ikisi de aynı zamanda siyasi kıstaslarımızdır. Avrupa Birliği cemevlerinin inanç mekanı olarak kabul edilmesini istiyor. Zorunlu din derlseri uygulaması ise bilindiği gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) görüşülüyor. Bu konularda sivil toplum kuruluşlarıyla ve Alevi örgütleriyle temasımız sürüyor”

Turgut Öker: ‘’AKP’nin turmusol kağıdı Alevilerdir’’
Avrupa’da Aleviler inanç özgürlüğü ve örgütlenme konularında sıkıntı yaşamasalar da Alevi gerçeği henüz yeterince bilinmiyor. Kadın-erkek eşitliği, ailede şiddete karşı olma ve militarizmi reddetme gibi yaklaşımlarıyla Alevilik Avrupa değerleriyle bütünleşen bir öğretidir… Aleviler devlet eliyle 85 yıldır asimile ediliyorlar. Cemevleri konusunda sorun bina da değil, işin özünde. Cemevleri inanç merkezi olarak kabul edilirse, bir çok şey değişir. AKP’de, sosyal demokratlar da, sol da Alevi gerçeğini görmek istemiyor. Lagendijk Diyarbakır’a giderken Sivas’a da uğrarsa, Sivas Madımak’taki utancı da görür. Madımak Oteli’nin halen et lokantası olarak işletiliyor olması AKP’nin Alevilere nasıl yaklaştığının somut örneğidir. AKP’nin turnusol kağıdı Alevilerdir. AKP’nin Aleviler konusunda vereceği cevaplar onun demokrat olup olmadığının kriteri olacaktır.

Joost Lagendijk: ’’Laik bir ülkede Diyanet’e gerek yok’’
Hem inanç özgürlüğü, hem de Cemevleri ile ilgili Alevilerin talepleri son derece anlaşılır. Bu talepler için gerekli değişiklikler yapılmalıdır. İlerleme Raporu’nda yer almayan Diyanet İşleri Bakanlığı ise laiklik anlayışı açısından ilginç bir kuruluş, laik bir ülkede garip bir kurum. Devlet kurumları bütün dinlere eşit mesafede olmalı. Avrupa Birliği açısından laik bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kuruma yer yok.

Selahattin Özel: ’’AKP demokrat değil’’
TR’de doğanın güzelliği ile demokrasinin güzelliği uyuşmuyor. Avrupa Birliği’nin AKP’yi demokrat olarak değerlendirmesi anlaşılır değil, AKP demokrat değildir. Türkiye’de katliamlar açısından ilk sırada gelen Aleviler sürekli olarak potansiyel suçlu olarak görülüyorlar. Alevileri yok sayan, örgütlü Alevi toplumunu muhatap almayan AKP, zorunlu din derlerinin kaldırılması ve Madımak’ın müze olması için topladığımız 1 milyon imzayı bile görmek istemedi. Dünkü zihniyet ile AKP’nin zihniyeti aynı. Zihniyet değişmediği sürece yeni Madımak’lar olur. AB’nin çok demokrat olarak gördüğü AKP, 12 Eylül Anayasası ve seçim yasaları için hiç bir şey yapmadı. Türban için AİHM’in aldığı karara Başbakan Erdoğan’ın tavrı ilginçtir. Başbakan, ‘buna ulemalar karar verir’ diyor…

Konferansn son bölümünde ise konferansa katılanlara soru sormak için söz verildi. Avrupa Birliği’nin ve Avrupa solunun AKP’ye yaklaşımı ve demokrat olarak görülmesi, gösterilmesi en çok sorulan soru oldu. Bu sorulara Lagendijk cevap verdi. Lagendijk şunları söyledi:

Lagendijk: Bizim yeşilimiz koyu yeşil değil!

Avrupa Birliği Yeşilleri ve solcuları Türkiye’nin AB’ne girmesini ve bu anlamıyla da AKP’nin bu konudaki çabalarını destekledik. AB için AKP, daha önceki hükümetlere göre daha çok şey yaptı. Sosyal demokrat ve sol partiler AB’ne daha uzak, 301. maddeyi savunuyorlar. AB sürecinde AKP’ye destek vermek, AKP’yi desteklemek anlamına gelmez. Bizim yeşilimiz koyu yeşil değil. Ben bir solcu olarak, kadın erkek eşitliği, türban, içki gibi konularda AKP’yi ilk eleşitrenlerden biri benim. Sol ve Yeşiller AKP’yi desteklemiyor.

Cem Özdemir: ‘’ AKP Alevi adayları gösterdi. CHP dışladı’’

Konferansın son bölümünde CHP ve seçim konusunda gelen çeşitli soruları toparlayan Cem Özdemir, kendi yorumlarıyla birlikte Selahattin Özel ve Turgut Öker’e şunu sordu: ‘’Alevileri ilk kez Sivas katliamı sonrası Köln’de tanıdım. O günkü Genel Başkanınız Ali Rıza Gülçiçek ve bir çok Alevi temsilcisi CHP’de liste dışı bırakıldı. AKP Alevi adayları gösterdi. CHP dışladı, seçimde siz ne yapacaksınız?’’
Bu soruya ABF Genel Başkanı Selahattin Özel şöyle cevap verdi: ‘’Aleviler için geçeri kırmızı çizgilerimiz vardır. Biz ırkçı ve şeriatçı yaklaşımlara tümüyle kapalıyız. AKP ile aramızdaki ‘küçük’ fark şu: Biz laik, demokratik bir hukuk devleti, onlar şeriat istiyorlar… CHP’ye kızgınlığımıza, yapılan yanlışlara rağmen seçimlerde AKP’ye destek vermemiz söz konusu olamaz. olmalarının söz konusu değil. Biz, Adana’da başladığımız yolculuğa devam edeceğiz. Bu zihniyetin bir daha iktidar olmaması için sonuna kadar mücadele edeceğiz.’’

Bu konuda AABK Genel başkanı Turgut Öker ise şunları söyledi: ‘’Türkiye AKP ile CHP arasına sıkışmak zorunda değil. CHP konusunda bir hayal kırıklığına uğradık, bütün solu biraraya getirecek bir sol parti gerekiyor. 23 Temmuz sonrası kitlesel bir sol parti için çalışmak gerekir.’’

Lagendijk: ‘’Madımak’ı gündeme alacağız’’
Konferansın en sorularından biri Avrupa Birliği parlamenterlerinin ve konferans katılımcılarının Madımak katliamının 14. yılında 2 Temmuz 2007, Pazrtesi günü Sivas’ta olup olmayacaklarıydı. Bu soruya Lagendijk, ‘’bu konuyu gündemimize alacağız. Bu tür acılar yaşanmaması için Madımak’ın hatırlanması gerekiyor. Önümüzdkei sene bu konuyu gündeme almak sorun olmaz.’’

Avrupa Birliği’nin Brükseldeki parlamento binasında yapılan konferans, Mesut Gülşen yönetimindeki gençlerin semah dönmeleriyle sona erdi… Konferans sona ererken, katılımcıların bir çoğundan yükselen duygular şöyleydi: Avrupa Parlamentosu’nda Alevi gerçeğini bütün boyutlarıyla konuştuk, semah döndük, şimdi sırada TBMM var…

27
Haz
07

KÜRESEL TERÖR, KÜRESEL SİSTEM SORUNUDUR / –

Londra’daki bombalama olaylarının hem İngiliz hem Avrupa hem de dünya kamuoyu ve basınındaki yankıları devam ediyor. Olayın bu derecede müthiş bir yankı bulmasının ve tepki görmesinin asıl sebebi, eylemcilerin İngiltere’de doğma büyüme Müslüman İngiliz vatandaşları olmalarıydı. Bu gerçeğin ortaya çıkmasıyla birlikte İngiltere’de yaşanan dehşet, oradan bütün Avrupa’ya sıçradı. Bugüne kadar yapılan eylemleri, hep Orta Doğu kökenli kişiler gerçekleştirmişti. Demek ki artık Avrupa toplumlarının, kendi içlerinde yaşayan Müslümanlardan da şüphelenmeleri gerekiyordu ve dahası bugüne kadar Müslümanlardan şüphelenilmesi gerektiğini iddia edenler belki de haklıydı. Nitekim terör eylemi yapabilme bakımından Avrupalı Müslümanların da Orta Doğulu Müslümanlardan farkı kalmamıştı ve onlar da her nasılsa İslami terör şebekesinin içine dahil olmuşlardı. Dolayısıyla yan dairede oturan Müslümandan, korkmak değilse bile en azından şüphe duymak her Avrupalının doğal hakkıydı.

Eylemin bu boyutu hem İngiltere’yi hem kara Avrupa’sını karıştırdı. İngiltere başta olmak üzere bütün kamuoyları, kendi ülkelerindeki Müslümanlara karşı nasıl bir tavır alınması gerektiği konusunda hararetli bir tartışma içine girdi. Yapılan sükunet çağrıları, “terörün İslam’a ve bütün Müslümanlara mal edilemeyeceği” açıklamaları ve hatta Müslüman cemaat ve kanaat önderlerinin ortaklaşa yayınladıkları, “bu tür eylemleri gerçekleştirenlerin şehit değil ancak suçlu ve terörist olacakları” şeklindeki fetva dahi bu harareti düşüremedi. İngiltere’de hükümet, ülkedeki Müslüman liderlerle koordinasyon ve istişare toplantıları düzenlemek zorunda kaldı.

Avrupalı Müslümanlar; potansiyel birer terörist ya da olağan birer şüpheli olarak görülmekten, aşağılayıcı muameleye maruz kalmaktan ve hatta polis kontrollerinde daha çok hedef alınan kitle olmaktan son derece büyük bir rahatsızlık duyuyor. Aslında yalnızca Avrupalı Müslümanlar değil, bütün Müslümanlar, “İslami terör” adı verilen canavarın kurbanı olmaktan kurtulmak istiyor. Bunun için ise, “İslam” ve “terör” kavramları birbirinden ayrıştırılarak yeni ve daha sağlıklı bir “uluslararası terör” tanımlaması yapılması gerekiyor. Bu ayrım ve tanımlama, dünya barışı açısından da şart görünüyor.

Uluslararası Terör, Uluslararası Sistem Sorunudur

Uluslararası terör istatistikleri incelendiğinde bir gerçek ortaya çıkıyor: Uluslararası terör bağlamındaki terör eylemlerini gerçekleştirenlerin neredeyse tamamı Müslüman. Bu istatistik, Müslümanların, uluslararası terör konusunda olumsuz bir aktif rol oynadığı gerçeğini yadsınamaz şekilde gözler önüne seriyor. Ancak gözlerden kaçırılmaya çalışılan bir başka gerçek daha var. O da, dünyada etnik ve dini kökenli çatışma ile sıcak savaş yaşanan, kan ve gözyaşı akan neredeyse her yerin İslam ülkesi oluşu. Bu ikinci istatistik de, yaşanan sorunun objektif kökenlerine işaret ediyor.

Ülkelerini Batılı sermayeye peşkeş çeken diktatörlerin, az gelişmişliğin ve yeni sömürgeciliğin pençesindeki Müslüman kitleler, kendilerini amansız bir cendereye kıstıran bu sorunlarla mücadele edecek bir araç ve güç arıyor. Böyle bir aracın olmaması ya da yaratılamaması, bu kitleler içinde daha fazla siyasallaşmış olanlarından en azından bir kısmının marjinalleşmesine ve radikalleşmesine sebep oluyor. Sorunlarına ve yaşadıkları haksızlıklara meşru çözüm yolları bulamayan bu gruplar bir süre sonra, seslerini duyurmanın, mücadele etmenin ve çözüm aramanın tek yolu olarak terörü görmeye başlıyorlar. Bu yöntem onlar açısından mücadele etmenin olduğu kadar, varoluşlarını ispatlamanın da tek yolu olarak gözüküyor. Zira küresel sömürüye karşı, onun sermaye ve konvansiyonel askeri güç gibi silahlarıyla mücadele etme şansları yok. Bu durum, Sanayi Devrimi’nden bu yana yaşanan bir kısır döngünün ve uluslararası adaletsizliğin de sonucu. Buna bir de varlığını hiçe sayarak, kendisini hiçe sayandan intikam alma duygusunu da eklemek gerekiyor.

Olumsuz değerler yüklenen bir olguyu bilimsel olarak anlama ve anlamlandırma çabası, ona mazeret bulmaya çalışmakla paralel zihinsel süreçler değil. Dolayısıyla bütün bu değerlendirmeler, masum insanların yaşama haklarına kasteden terör eylemlerini meşrulaştırmak anlamına gelmiyor. Ancak söz konusu sosyal ve siyasi olgunun bilimsel ve mantıksal sebep-sonuç ilişkisini ortaya koymak bakımından bu sürecin analizini yapmak, kaçınılmaz bir gereklilik halini alıyor. Çünkü bütün olan biteni kolayca “İslamcı terör” olarak yaftalamak, hayattaki bütün gerçekleri ve olguları basit birer slogan formülasyonuyla açıklamaya alışmış veya bu şekilde izah etmekte çıkarı bulunan ideolojik fanatizme hizmet ediyor. Çünkü bu basitleştirme, terör gerçeğinin ve terörün kökenlerinin tespit ve analizinin önünü kapatıyor. Çünkü bu terör eylemleri gerçek olduğu kadar, bütün Orta Doğu’da yaşanan ve her gün televizyonlardan izlenen insanlık dramları da gerçek. Yaşanan bu dramların, 1,5 milyarı aşan bir insan kitlesi içinde birkaç yüz ya da birkaç bin kişiyi böyle bir radikalliğe itmiş olması, istenmese de beklenen bir sonuç. Zira bu dramları yaşatan güç, “Ya bizimlesiniz ya bizim düşmanımızsınız” diyor. Ebu Garib’e ve Guantanamo’ya bakan Orta Doğulu Müslüman gençler ise tercihlerini çok kolay yapıyor. Bu durumu, İngiliz The Guardian gazetesinin köşe yazarlarından Gary Younge şöyle ifade ediyor:

“…Acı çekme, ızdırap duyma, öfkelenme ya da zorlukları yenme gücü üzerinde bir tekele sahip değiliz. Irak ya da Afganistan’daki insanlardan bizim ne kanımız daha kırmızı, ne omurgamız daha katı, ne de gözyaşlarımız daha bol. Sebep oldukları acıları anlayamayan insanları, acı, kendi evlerinde buluyor. Çünkü acının insani bir yönü var: Acının akrabaları yas tutuyor, hafızası olanları saklıyor ve iradesi intikam talep ediyor.

İslami ya da hangi eğilimde olursa olsun, radikalizmin esas kurbanı bu insani değerler. Bu değerler, Londra’yı bombalayanların vicdanında yoktu. Fakat son dört yıldır uluslararası terörle mücadele ettiğini söyleyenlerin vicdanlarında da en az o kadar yok.

Tony Blair, Londra’da 50’den fazla kişinin ölmesi ve 700’den fazla kişinin yaralanmasından sorumlu değildir. Ancak Irak’ta 100 bin kişinin öldürülmesinden, dolaylı olarak sorumludur. Ve bu iki olayı birbiriyle ilişkilendirmek, Saddam Hüseyin ile 11 Eylül olayları ya da kitle imha silahları arasında bağlantı kurmaktan çok daha mantıklıdır…”

Avrupalı Müslümanlara gelince, onlar hem bu tablodan etkileniyor hem de yaşadıkları ülkenin toplumu tarafından dışlanmışlık duygusu onları marjinalleştiriyor. Asimilasyon politikaları ile çifte standartlar, ideolojik radikallerin faaliyetiyle birleşince gereken sosyal taban ve ideolojik ortam yaratılıyor. Elbetteki Avrupalı devletlerin bazı radikal grupları -Kaplan cemaati gibi- kendi çıkarları için zaman zaman koruduğu ve palazlandırdığını da belirtmek gerekiyor.

Çözüm Uluslararası Adalet ve İşbirliğinde

Mevcut uluslararası şartlarda ABD’nin, İslam’ı bir tehdit olarak kullanıp kendi gücünü yayma operasyonunu durdurmaya kimsenin gücü yetecek gibi görünmüyor. Ancak ABD’yi yöneten yeni muhafazakar ekibin eline fırsat verilmemesi, bir başka deyişle sorunu oluşturan objektif ölçütlerin ortadan kaldırılması ya da zayıflatılması mümkün.

İslamcı terörü ve terör gruplarını ortadan kaldırmanın tek yolu, İslam’ın ve Müslümanların marjinalleşmesini önlemekten geçiyor. Bu da aslında bir uluslararası sistem sorunu. Dolayısıyla öncelikle uluslararası sistemin daha adil hale getirilmesi gerekiyor. Batı ülkeleri ile İslam ülkeleri arasında bir eşitlik yaratmak söz konusu değil. Çünkü bu eşitlik İslam ülkelerinin kendi gelişme ve kalkınmalarına ve böylece doğal bir güç dengesinin oluşmasına bağlı. Ancak iki taraf arasında adalet yaratılması mümkün ve gerekli. Uluslararası politikanın tabiatı gereği güçlü olan, güçsüz olanı sömürmeye devam edecek. Ancak ihtiyaç duyulan husus, bu sömürüye bir miktar vicdan ve ahlak unsurunun eklenmesi. Bu konuda görev Batılı, daha doğrusu Avrupalı ülkelere düşüyor. Bu ülkelerin, İslam ülkelerine karşı, hiç değilse adil ve makul bir sömürgeci gibi davranması gerekiyor. Aslında ideali sömürünün tamamen sona ermesi, ne var ki politikanın tabiatı icabı bu mümkün değil. Ancak Batılıların da, kendileri İslam’ı sömürdükçe, İslam’ın ve Müslümanların da kendilerine yan ürünler ya da yan etkiler -terör gibi- olarak geri döndüğünü, bu geri dönüşün de uyguladıkları sömürgeciliğin doğal sonucu olduğunu kabul etmeleri şart.

BM’de Reform Gerekiyor

Gelinen noktada acilen yapılması gereken işlerden bir tanesi, Birleşmiş Milletler’de uzun süredir tartışılan reformların hayata geçirilmesi. Özellikle Güvenlik Konseyi derhal yeniden yapılandırılmalı ve bu kurulda muhakkak Müslüman temsilci bulunmalı. Esasen Güvenlik Konseyi ve BM, yeni uluslararası sistemin gerekliliklerine göre tamamen yeni baştan ele alınmalı. Şu anki mevcut düzen ve yapılanma, Soğuk Savaş’ın şartlarına göre yapılmıştı ve o şartları yansıtıyor, dolayısıyla günümüzün uluslararası politik ihtiyaçlarına cevap vermiyor.

Yapılacak düzenlemede ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’nın Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üyelikleri korunmalı. Ancak bunların yanına en az bir tanesi mutlaka Müslüman olan Almanya, Brezilya, Türkiye, Japonya gibi ülkeler de katılmalı.

Veto hakkı bulunan daimi üyelik sistemi muhakkak kaldırılmalı. Veto hakkı, geçici üyelere de daimi üyelere de dönüşümle verilmeli. Tabii ki bu dönüşümde daimi üyelere daha fazla hak tanıyan bir sistem geliştirilmeli. Örneğin BM Genel Kurulu’nda yapılan seçimle iki yıllığına göreve seçilen geçici üyeler, görev süreleri boyunca veto hakkı kullanabilirken, daimi üyeler, kendi aralarında dönüşümlü olacak bir sistemle iki yıllığına veto hakkına sahip, iki yıllığına da veto hakkına sahip olmayan üyelik düzenine geçmeli. Böylece daima veto hakkına sahip ülke kalmazken, her ülkenin de veto hakkına sahip olabilmesinin yolu açılabilecek, bir yandan da uluslararası güç dengesi adil bir şekilde gözetilmiş olacaktır. Her on yılda bir de Genel Kurul’da, daimi üyelik statüsü seçimleri düzenlenerek daimi üyeliğinden memnun olunmayan ülkelerin diğerleriyle değiştirilmesi BM’nin işleyişine taze bir kan getirecektir. Böylelikle yeni dünya dengelerinin ve bu dengelerdeki değişimin, uluslararası ilişkilerin temel örgütü olan BM’ye sürekli bir şekilde yansıtıldığı dinamik bir yapı oluşturulabilecek ve kurum daha fazla temsili hale getirilebilecektir. Üstelik böylece ülkelerin birbirlerine karşılıklı bağımlılıkları da artacak ve uluslararası düzene, güç dengesi değişmediği sürece yapısal bir değişiklik getirilemeyecek belki ama, hiç değilse bugünkünden daha adaletli bir şekil verilebilecektir.

27
Haz
07

“Türklük”

Tarihimiz, hele de yakın tarihimiz, bir tarih olmaktan öte bir “faili meçhul” hadiseler mahşeri halindedir. Geçmişimiz hakkında bilinmesi gereken en asgari bilgiler dahi malumumuz değil. Sayısı 100’e yaklaşmış üniversitelerimiz, bizlere tarihimizi mi öğretiyorlar, yoksa onun öğrenilmesine mani olmak gibi bir görevleri mi bulunuyor, ayırmak güç. Geçmişimiz söz konusu olduğunda asla yapılmaması gereken şeylerle meşgul oluyoruz. Ne bugün kendimizi konumlandırdığımız siyasi-fikri öbekleşmelerin, ne de buralarda edindiğimiz bakış açılarıyla tarihimiz için tekrarlayıp durduğumuz ezberlerimizin gerçeklerle bir ilgisi var. Daha şu soruların bile doğru dürüst cevabını vermemişken, ne konuşur ne söyleşebiliriz ki! Biz kimiz, nasıl bir uzviyetiz, terkibimizde neler var, ne zamandan beri varız, hangi değerlerimizi ne zamandır taşıyıp getiriyoruz? Neden bugün dünyanın efendiliği rolüne soyunmuş devletler, ülkeler, binlerce yıllık kesintisiz bir tarih bilincine yaslanırlar da bölgemizde yeni uluslar, yeni devletler çıkar ortaya, en eskisi 100 yıllık? Ve bu minnacık ülke ve ulusların mensupları, birkaç on yıllık güdük tarihlerini bir yana, dünyanın geri kalan tarihini de bir yana koyacak kadar hamaset sarhoşluğunda boğulurlar? Yep yeni, tap taze devlet(?)ler, diller, mezhepler ve tarihler? Bu sözüm ona tarihler, Türklere, Osmanlılara karşı kazanılmış zaferlerden söz ederler. Bu ülkelerde gerçekte esaretlerinin başlangıcı olan “kurtuluş günleri” vardır. Yalanlarla, iftiralarla, karartmalarla dolu yeni tarihler… Bu nedenle bölgenin bütün insanları, en başta da Türkler, önce bir “tarih okuma usulü” edinecekler. Büyük devletlerin diplomatları ve gizli servis elemanlarınca yazılmış ve adına “ulusal tarih” denmiş paçavraları çöpe atacaklar; adam olmak için, insan olmak, gerçek anlamda bağımsız olmak için asla vazgeçilmez bir başlangıçtır bu. Tarih usulü bilinmeden yapılan okumalar, en hafifinden vakit israfıdır.

Bir kere Tarih, Coğrafyayla birlikte okunmalıdır ve Tarih, her zaman için Din, Kavmiyet, Nüfus Hareketleri ve Büyük Göçler, İktisadiyat, Hukuk, Siyaset, Askerlik ve Sanat tarihlerini de içine alan geniş bir alandır. Bu genişlik, aslında tarihi yapan ve yoğuran amillerin ve unsurların genişliğinden ve çokluğundan ileri gelen bir mecburiyettir. Tarihi yapan unsurları ve amilleri bilmeden, anlamadan tarih öğrenmeye başlanılmaz.

Tarihleri, bir başına kişiler ve kahramanlar yapmazlar. Tarihi kişilere endeksli okumak, tabiata aykırı bir şeydir. Tarih denen şeyi, Coğrafya, Dinler, Nüfus Hareketleri, Büyük Göçler, Ferdi-İçtimai Mülkiyet Kavgaları ve Sınıflar, Ticaret gibi pek çok amil ve unsur birlikte yaparlar. Bunlardan hangisinin daha önemli olduğu, Tarih Felsefesinin uğraştığı ama çözemediği bir husustur. Süpermenler, kahraman kurtarıcılar, sadece masallarda anlamlıdır. Kahramanların tarihi yapmadaki rolleri ancak ağırlıkları kadardır. Tarihi, masalımsı kahramanlarla açıklamak, çocukluk hatıralarımıza nostaljik bir seyahat arzusuyla açıklanabilir, başka değil. Tarihi, kahramanlarla, olağanüstü kişilerle açıklamaya ve anlatmaya çalışanlar, tarihçi olamazlar. Ama bu türden çalışmaları, Halk Edebiyatı türlerine, destanlara, masallara dâhil edebiliriz. Bu metinlerde anlatılanlar, baştan sona gerçek de olsalar, sonuç değişmez; onları yalnızca edebi eserler olarak anabiliriz.

Öte yandan ne insanlık tarihinde, ne de onun içinde yer alan mikro tarihlerde takvim açısından tespit edilecek bir “sıfır” noktası bulunamaz. Başlangıçlar, kuruluşlar, çöküşler v.b. için rakamlarla ifade edilen şeyler, ancak sembolik değerler, anlamlar taşır. Tarihi, zaman dilimleriyle açıklayamayız. Tarihin belirli zaman dilimlerini incelemek, insanın imkân ve yeteneklerinin sınırlarıyla, ihtiyaçlarıyla ilgili bir durumdur, yoksa o dilimin bir dilim olarak bağımsız bir varlığa sahip bulunduğunu göstermez.

Tarihi takvime ve zamana indirgemek gibi, onu siyasi ülke sınırlarına münhasır kılmak de imkânsızı zorlamaktır. Dünyada hiçbir milletin, ülkenin başkalarından bağımsız, izole edilmiş bir tarihi olamaz. Herkesin tarihi aynı zamanda başkalarının da tarihidir.

Bu çerçevede bir örnek olarak Yılmaz Öztuna’nın “Türkiye Tarihi” isimlendirmesini hatırlayabiliriz. Bu niteleme birkaç bakımdan doğru ve kapsayıcıdır. Oysa “Osmanlı Tarihi”, bu isimlendirmeye göre hayli sorunlu görünüyor. Öztuna, “Türkiye” derken, dünya üzerindeki belirli bir Coğrafyayı kast etmiştir. Ama O, aynı zamanda bu coğrafyanın “Türkiye” ismini almasıyla Türklerin bu coğrafyadaki tarihilerini de ifade etmeyi amaçlamıştır. Bunun gibi Rusya Tarihi, Çin Tarihi şeklindeki isimlendirmeler de doğru isimlendirmelerdir. Buna mukabil “Türkiye”, üstünde sadece Türklerin yaşadığı bir coğrafya anlamına gelmez. Öztuna, Türkiye’nin Türklerle birlikte sayısız kavim ve dini topluluğun yaşadığı bir ülkenin de adı olduğunu varsayarak tarih yazar. Kaldı ki Öztuna’nın anılan 12 ciltlik tarihindeki tarih yazma yönteminde Türkiye’ye komşu coğrafyalarda yaşayan milletlerin tarihi de genişçe yer tutar.

Kendimizi tanımak, gücümüzün, imkânlarımızın, zaaflarımızın farkına varmak, akıp giden insanlık tarihinin bir parçası, yaşayan bir aktörü olabilmek için bu yöntem kullanılarak edinilmiş bir tarih bilincine sahip olmak ilk şarttır. Mesele “kendini bilmek, tabi bir varlık şeklinde kendi olmak” ile “başkalarının biçtiği elbiseye sığmaya çalışmak” arasındaki farkta düğümlenip kalıyor.

Buna göre Türkiye Cumhuriyeti’nin ansızın ortaya çıkan, geçmişi bulunmayan yep yeni bir yapı olduğu ezberi, aslında bize ait bir fikir, kanaat ve iddia olamaz. Yıllardır böylesine yalan bir ezberi bize tekrarlatmaya çalışanlarla, Osmanlı Devlet’inden koparılmış türedi devletçiklerde yaşayan yeni ulusların yeni vatandaşlarına dayatanlar aynı dış dinamiklerdir. Artık şunu iyi bilmek zorundayız; “Sevr”, bir kâğıt tomarı değildir yalnızca, bir zihniyettir, bir tarih perspektifi, bir tarih yazma ve okuma yöntemidir.

Son yazılarımızdaki “konu bütünlüğü”nün bir başka sebebi de günümüzde iç çekişmelerimiz ve kavgalarımıza gerekçe yaptığımız kavramların sahteliğini göstermek arzusudur.

Bu ülkenin insanları, dönem dönem, mevsim mevsim farklı kavramlar adına bir birini öldürmekte. Uğruna kavga edilen kelimeler ve kavramlar değişiyor, ama değişmeyen tek sonuç var; öldürüyor, öldürülüyoruz. Dün sağ-sol, alevi-sünni, bugün Türk-Kürt, laik-antilaik fitne tohumlarının, hangi ortamlarda üretildiğini sorgulamaya çalışıyoruz. Kısacası biz, bir nice zamandır, başkalarının kavgalarının figüranları olarak çarpışmaktayız. Son yazılarda kavga sebebi edilen bu kavramlardan bazılarının gerçek mahiyetlerini araştırmaya, anlamaya çalıştık. Bunu yaparken de etnik ayrılıkçılığın Türkiye’yi cehenneme çevirdiği yakın tarihimizin önemli bir tanığına, Cemal Paşa’ya başvurduk. Paşa’nın birkaç sayfa tutan açıklamalarının konuyu anlatmaya çalışan pek çok kitaptan daha sağlam ve açık ifadelerle konuyu anlatabildiğini gördük. Cemal Paşa’nın sadece “izleyen ve anlatan” bir tanık değil, bizzat “uygulayan” bir adam konumunda bulunduğu da dikkate alındığında söylediklerinin değeri kat kat artmaktadır.

Bu arada Cemal Paşa’nın bir başka özelliğine de işaret ettik. Yangınlar ve harabeler içinden yükseltilmiş bulunan Türkiye Cumhuriyeti’ne doğru gelişen tarihi yolculukta Mustafa Kemal Paşa-Cemal Paşa ikilisinin ortak fikirlere ve projelere sahip olduklarının, mesai birliği ettiklerinin altını çizdik.

Yazımızı Cemal Paşa’nın, Türkiye’yi bölerek yok etme operasyonları şeklinde yürütülen etnik ırkçılık yangınlarının alevleri arasında ortaya çıkan “Türklük” davasının doğuş sebeplerini, gerekçelerini anlatan ifadelerinin son kısmı ile bitirelim:

“Bizi “Türk siyaseti” yapmakla suçlayanlara gayet kesin bir dille söylerim ki, biz Türk siyaseti değil, “Osmanlı birliği siyaseti” yaptık. Eğer idari adem-i merkeziyet prensibini kabul etseydik, İttihat ve Terakki Cemiyeti o zaman Türk siyaseti yapmak zorunda kalacak ve bütün mahalli muhtariyetlere kavuşan memleketler arasında özellikle Türklerin sakin oldukları vilayetlere de Türkler için mahalli muhtariyet verilmesine kalkışacaktık. Bu sebeple idari adem-i merkeziyet taraftarlarının Türk unsuruna mensup olanları, gerçekte Türk siyaseti izleyeceklerdi. Bizler ise, Osmanlı birliği siyaseti takip ettiğimizden ötürü merkezin, yani imparatorluk hükümetinin vilayetler üzerindeki nüfuzunu azaltmamakla beraber mahalli idarelere geniş yetkiler verip ordu içinde çıkması muhtemel anlaşmazlıkları önlemeye çaba sarf ettik.

Fakat Türk gençliği, benliğini anlamış olan ve Osmanlı unsurlarının ilerleyip gelişmesi adına mücadeleye kalkışan değişik unsurlar arasında sadece Türklerin delilsiz ve kimsesiz kaldığını takdir ederek, Türk’ün ilim, kültür ve meziyet bakımından yükselmesini sağlamak için çalışmıştır. Bunu İttihat ve Terakki Cemiyeti, engellemek yetkisini taşımadığı gibi, idari adem-i merkeziyet taraftarlarının da engellemek isteyeceklerini sanmıyorum.

Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi dilinin Türkçe olmasını talep etmek, söz konusu unsurları Türkleştirmek istemek midir? Osmanlı imparatorluğu’nda okulların hükümetin kontrolü altında bulunmasını ve yeknesak olmasını arzu etmek, diğer unsurları Türk yapmak manasına mı gelmektedir?

İstanbul’da Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte El–Eha–ül Arabî, Çerkes Teavün Cemiyeti, Kürt Kulübü ve Arnavut Kulübü gibi birçok milli cemiyetler kurulduğu sırada bir de Türk Ocağı açılmış olması, niçin İttihat ve Terakki Hükümeti’nin Türkçü olmasını gerektirsin?

Ben kendi adıma her şeyden önce Osmanlıyım, fakat ondan sonra Türk olduğumu hiçbir zaman unutmam. Türk unsurunun Osmanlı imparatorluğu’nun temel taşı olduğuna bütün varlığımla inanıyorum. Osmanlı imparatorluğu’nun ilim ve medeniyet bakımından yükselmesi, Osmanlı birliğini kuvvetlendirip güçlendirir. Çünkü gerçekte Osmanlı İmparatorluğu’nu kuranlar Türklerdir.

Buna örnek aranırsa, bugünkü acıklı durumumuzu gösterebilirim. İşte Araplar, bağımsızlık kazanabilmek emeliyle ayaklandılar, ne hale düştüler! Bunları yukarıda anlattım. Mısır Osmanlı birliğinden ayrılır ayılmaz İngiliz himayesi altına girdi. Mısırlı gençler, bu himayeden kurtulmak için ayaklanınca İngilizler’in öldürücü vuruşları altında ezildiler. Fransızlar, Suriye’nin sahil kısımları ve Cebel-i Lübnan’la yetinmeyerek iç kısımları da işgalleri altına almak istiyorlar.

Buralarda Osmanlılıktan bahseden var mı? Aksine: “El hamdülillah, Osmanlılıktan kurtulduk!” sözleri bu devletin sayısız nimetlerinden yararlanan hainlerin ağzından düşmüyor.

“~ Fakat Türk’ün mübarek yurdu olan Anadolu’dan yükselen Türk sedası yine “Osmanlı İmparatorluğu” şarkısını söylüyor. Türk’ün ufacık bir yuvası olan Batı Trakya’nın necip evladı, yüce Osmanlı adını, canını dişine takarak devam ettirmeye çalıyor. Bu durumda, Osmanlı birliğini sağlamak isteyenlere hatırlatırız ki, onların en büyük görevleri Türk’ü yükseltmek, Türk’ü yaşatmak, Türk’ü çoğaltmaktır

27
Haz
07

Yaşar Nuri Öztürk: İdamı geri getireceğiz!

Halkın Yükselişi Partisi (HYP) Genel Başkanı Yaşar Nuri Öztürk, “Hazreti Muhammed mirasıyla Mustafa Kemal mirası arasında hiçbir çelişme ve çatışma yoktur” dedi.

Öztürk, partisinin İstanbul İl Başkanlığı’nda düzenlediği basın toplantısında, “Türkiye’yi Türkiye’den yöneteceğiz” başlıklı seçim beyannamesini açıkladı.

HYP’nin “Anadolu hümanizmine bağlı, dalları çağdaş insanlık değerlerine uzanmış ve Türkiye Cumhuriyeti anayasasının ikinci maddesinde ifade edilen hedeflere yönelik sosyal demokrasiyi esas almış bir siyasi parti kimliği taşıdığını” belirten Öztürk, Türkiye’de “Müslümanlık” ve “Laiklik”in yapay kavga olarak dış güçler tarafından kullanılmaya çalışıldığını öne sürdü.

Öztürk, şunları söyledi:

“Hazreti Muhammed mirasıyla Mustafa Kemal mirası arasında hiçbir çelişme ve çatışma yoktur. Türkiye’nin bütün sıkıntılarının bir biçimde bağlantılı olduğu temel problemi Hristiyan güç odakları tarafından yaratılıp içerideki siyaset dinciliği tarafından takip edilen İslam-laiklik yapay kavgasıdır. Bu yapay kavganın bir hıyanet ürünü olduğu, hiçbir dinsel ve bilimsel dayanağının bulunmadığı milletimize anlatılacak ve gereği yapılacaktır.”

İktidarda söz sahibi olmaları halinde milletvekili dokunulmazlıklarını kaldıracaklarını ifade eden Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Türkiye’yi örtülü bir sömürgeye dönüştüren, Türk tarım ve hayvancılığını çökerten, KOBİ’leri ayakta duramaz hale getirip Türk sanayini güçsüzleştiren, Türkiye’yi ithalat cennetine döndüren, 10 yıllık süre içinde Türkiye’ye 220 milyar dolar zarar veren, diğer ülkelerle serbest ticaret anlaşması yapmamazı engelleyen Gümrük Birliği Anlaşması’nı da askıya alacağız.”

Hukuk sistemini de yeniden ele alacaklarını belirten Öztürk, “Milletimiz bize vekalet verirse idam cezasını yeniden ve kapsamını genişleterek yürürlüğe koyacağız. Devre dışı bırakılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu kapsamını genişleterek geri getireceğiz. Milli Güvenlik Kurulu’nu (MGK) eski etkinliğine süratle kavuşturacağız” diye konuştu.
“Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Türkiye’de sadece bir mezhebe ait olmasının kabul edilemez bir durum olduğunu” belirten Öztürk, bu kurumun ıslah edileceğini, Alevi toplumunun diyanet bütçesinden pay almasının sağlanacağını söyledi.

Öztürk, öğretmen, polis ve yargı mensuplarının maaşlarına yüzde 30 zam yapacaklarını bildirdi.

Daha sonra, partisinin İstanbul milletvekili adaylarını tanıtan Öztürk, İstanbul’da aday listelerini bir erkek, bir kadın olmak üzere hazırladıklarını kaydetti




İstatistikler

  • 2.406.124 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Haziran 2007
P S Ç P C C P
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

En fazla oylananlar