Ocak 2014 için arşiv

31
Oca
14

‘SON’ YOLCULUK..!!!

SON  YOLCULUK

Madonna,  Miley  Cyrus’a  destek  vermiş.

Tencere  kapak  misali.

Oysa  Sinead  O’connor   “Sen yeterince yeteneklisin.   Müzik endüstrisinin senden bir hayat kadını yaratmasına izin vermeye mecbur değilsin”  demişti  bundan  bir  süre  önce..

devamında;  “Bu  insanlar  senin  soyunarak  ya  da  bir  çekici  yalayarak  daha  cool  görüneceğine  inandırıyor  olabilirler” ..

yine  devamında;  “Seni  bu  tür  yollara  yönlendirenler,  bedenini  satarak  kazandıkları  paralarla  satın  aldıkları  yatlarında  güneşlenirken  sen  birden  kendini  yapayalnız  bulabilirsin”

İşte Madonna ile Sinead O connor arasındaki fark bu kadar derin! ama insanlığın binlerce yıllık yazılmamış ‘değer’lerine düşman olan medya ve sahiplerince baş tacı edilenler, sözüm ona ‘cool’ (aykırı) tiplerdir!

Oysa  aykırı  olmak  demek  ‘sonsuz özgürlük’  demek  değilidir..

Bütün  bir  insanlığı  ‘piç’  yapma  peşinde  olan  bu

düzen  ve  sahiplerince  ilk  hedef,  ‘aile’  kavramıdır !

Pek çok  kadın  hareketi  ve sözüm ona  ‘statüko’  karşıtı  oluşumların  temelinde  bu  yatmaktadır !

FEMEN  hareketi  ise;  bu  yozlaşmanın  tavan  yapmış  son  şeklidir !

FEMEN üyesi olan pek çok kadın, hareketin başında ve hareketin ideoloğunun bir erkek olduğunu bilmez! Zaten çağımızda ‘bilgi’ insanların en son başvurduğu bir kavram dahi değildir; insanlar harekete duyarlı bir detektör gibi hareket etmekte, kalabalık nerede ise onu doğru kabul etmekte, teveccühlerini ona göre belirlemektedir!

Oysa  tarih,  ‘kalabalıkların’  yanılgılarıyla  dolu  bir  çöplüktür !..

Hep dediğim gibi; insan nesli saldırı altındadır, büyük resmin ortaya koyduğu gerçek budur; inanan veya inanmayan olmanız önemsiz.. çünkü düşman ayrım yapmamaktadır ve ilk hedefi ‘aile’dir!

Eğitim, sağlık ve daha pek çok şey ele geçirilmişken, insanın elinde kalan tek şey ‘aile’ kavramıdır ve dört bir yandan saldırı altındadır.

Sözüm ona yeni, ilerici pek çok düşünce akımının vaat ettiği sınırsız özgürlüğün hedefi de budur!

Reklâmlarla  işlenen  budur !

Düşünme,  sorgulama..  hayatını  yaşa! 

en  değerli  olan  sensin,  gerisinin  bir  önemi  yok !

‘iyilik  yaparsan,  kötülük  bulursun’..  aslında bu yozlaştırma çalışmaları binlerce yıl gerilerden başlamış, bugün en üst safhaya erişmiştir!

Çünkü düşman, bizimle aynı tarihte dünyaya gelmiştir! siz ona isterseniz ‘şeytan’ deyin, ister ‘Lucifer’ deyin.. isterseniz karanlık bir enerji, isterseniz kendi küçük dünyanızda başka-başka isimler verin, fark etmez..

İnsanlık  saldırı  altındadır  ve  hedef  insan  dölüdür !..

Son dönemde yaşanan boş gebeliklerden, düşüklere değin, çocuk sahibi olamayan nice genç çiftlere değin..

Bugün ilaç sanayi, silah sanayinden çok daha tehlikeli bir düşman halini almıştır ve sahipleri binlerce yıl önceden bugüne değin aynıdır! çünkü düşman aynıdır!

İnsanlar ‘goyim’ yapılmaya çalışılmaktadır; bunun için ‘piç’ nesiller gerekmektedir ve ‘tüp bebek’ teknolojisi bu işin başlangıcıdır, klonlama ikinci aşamadır.. son aşama; onu buradan söylemeyeyim…

Ve ne yazık ki eğitimli dediğimiz kesimler bu tuzaklara çok daha kolay düşmekte ve hatta planın bir parçası olduklarından habersiz, kendi sonlarına hizmet etmektedirler! İsimlerinin önüne konulan unvanlar alt hiyerarşiyi oluştururken, onlar bundan mutlu olmaktadır!

Çünkü kariyer denen aldatmaca, tüm insani değerlerin önüne bir duvar gibi örülmüştür; ne yaptığının, kime hizmet ettiğinin bir önemi yoktur; ‘first class’ uçuyorsan gerisinin bir önemi yoktur!..

Bu,  insanlığın  ‘son’a  yolculuğudur  ve  yolcular insandır !

Saklı  gerçek,  birilerince  biliniyor !..

Okumaya devam edin ‘‘SON’ YOLCULUK..!!!’

30
Oca
14

Bu Milletle alay edercesine şu ROK mudur ne boktur belirsiz ve dedikoducu mahalle karısından beter pisliği ekranına sızma zeytinyağı gibi çıkartan o çoook “ATATÜRK”çü “National” Television Kanal(izasyoncular)a, ATATÜRK’ün hayatından bir gerçek kesit ithaf ediyorum…

Kurtuluş   Savaşı   yıllarıdır…

Milletin   kurtuluşuna   inanmış   olan   Mustafa  KEMAL   ve   arkadaşları   Anadolu’da  

örgütleme   çalışmalarına   devam   etmekteler.

İşgal   altındaki   İstanbul’da   eski   bir   kabadayı   idam   istemiyle   ingilizler   tarafından

tutuklanır.

Mazisi   pek   kirli   olan   bu   astığım   astık,   kestiğim   kestik,   bugünün   mafyasıyla  

özdeş    bu   kabadayı   çok   ağır   bir   “suç”   işlemiştir.

Suçu,   bir   meyhanede   içkiliyken :   “Bu   memleketi   ancak   Mustafa   KEMAL   Paşa  

kurtarır..!!!”   diye   bağırmasıdır.

Pek   tabii   ki   o   anda   meyhanede   bulunan   işibirlikçi   yerli   hain   gâvurların  

ispiyonlamasıyla   ingilizlerce   tutuklanır…

Mahkemede ;    pişman   olursa   kesin   affedileceği   belirtilmesine   rağmen,   sözünden  

dönmez   ve   işgalcilerce   asılır…

Bunun   haberi   Anadolu’ya   ulaşır   ve   yakınları   Mustafa   KEMAL’e,     asılan   bu  

adamla   ilgili   övgü   dolu   bir   başsağlığı   yazısı   yayımlamasını   salık   verirler.

Bu  “adam”ın   geçmişini   çok  iyi  bilen   Mustafa   KEMAL’in   yanıtı   sert   ve   kesindir :  

“Adım ;   böyle   tiplerle   beraber   anılacaksa   eğer,  ben   adam   değilim..!!!”

Şimdiiiii…

Kendisi   için   idamı   göze  alan   “adam”ı   bile   silebilen   ATATÜRK’ü   ve   sözüm   ona  

“ATATÜRK’çü”   geçinen   yavşakları   bi   düşünün…

Hani   ecnebîler   bize   hep   derler   ya :  

” Siz   Türkler,   emperyalist   işgalin   sadece   asker   çizmesini   kovdunuz   ülkenizden…  

Fakat   iç   hesaplaşmanızı   yapıp   emperyalizmin   işbirlikçlerini   tamamıyla   ayıklayıp  

yokedemediniz…    Bu   yüzden   emperyalizmin   bıraktığı   kötü   ruhun   tohumları  

bir   gün   mutlaka   yeşerecektir…”

*     *     *     *    *     *     *     *     *     *

Ve   maalesef   bugün   ülkemizde   olanlar   bunun   doğrulanmasıdır…

Pirinci   ayıklamazsan,   taşları   her   daim   dişlerini   kıracaktır…

Ha   seçilmiş   hükümet   olsun,   ha   yandaş   medyacı    veya   bilmem   ne   belâ   olsun…

İşte  bu   yüzden   de   ülkemiz   devamlı   yerinde   sayacak,   pardon — gerileyecektir…

Bu   kadar   basit…

29
Oca
14

Silivri Tertibinde El “Yıkayan”lar (!)..

ERGENEKON  TERTİBİ

Silivri  zulümhane  sürecini  bir  hatırlayalım ;

AK — ÇETE’nin  sözcüleri,   görevli  medya,  ayarlı  yargı,   FBI   eğitimli  polis…

Kısacası :  İnfaz  ve  intikam  timleri…

Türkiye’nin maddi ve manevi değerlerini küresel çetelere “özelleştirme adı altında” peşkeş çekebilmek için…

Türkiye  Cumhuriyeti  Devletinin  kuruluş  felsefesini  yıkabilmek  için…

Güneydoğu’yu  PKK’nın  güç  alanına  terk  edebilmek  için…

Devletin  temel  direklerini  yıkarken  önünde  duracak  kim  varsa  bertaraf  ettiler.

Görevli   “basın”   haysiyet   cellâtlığı   yaptı.

Televizyonlarda ,  “gazete”  köşelerinde  “mahkeme”ler  kuruldu.

Polis,  yargı,  basın  arasında  ortak  bir  çalışma  yürütüldüğü  o  kadar  belliydi  ki…

Fehmi  Korular  kimin  tutuklanacağını  önceden  haber  veriyordu.

Devletin  televizyonu  olması  gereken  TRT,  kin  sarhoşluğu  içinde  evi  basılacak  kişilerin  haberini  evler  basılmadan  önce  veriyordu.

Erdoğan s eçim  meydanlarında  bas  bas  “çeteleri  bitirdik”  diye  bağırıyordu.

Kurulan  kumpasın  savcısıydı  ne  de  olsa…

Tertip timi her operasyon sonunda insan kanıyla doymuş vampir gibi kuduruyor, insanların onurları üzerinde tepiniyorlardı.

İnsan  eti  yedikçe  büyüyen  bir  canavara  dönüşmüşlerdi.

SİLİVRİ  ZULÜMHANESİKimler  esir  edilmişti,  kısaca  hatırlayalım :

Sırasıyla;

Güneydoğu  Anadolu’da  PKK ile  mücadele  eden  askerlerin  %80’i  esir  alındı.

Yolsuzluk  ve  kara  paranın  izini  sürenler…

Küresel  çeteler  ile  yapılan  gizli  anlaşmaları  açığa  çıkaranlar…

Misyonerlik  faaliyetlerini,  gizli  kilise  evleri  millete  açıklayanlar…

Milli  Gemi  MİLGEM’i  yapan  mühendisler,  projelendirenler…

Ege  Kıta  Sahanlığına  sahip  çıkan  ve  caydırıcı  güç  olmayı  sürdüren  denizciler…

ABD’yi  Karadeniz’e  sokmayan  denizciler…

Ermeni  diasporasının  “sözde  soykırımı  dünyaya  kabul  ettirme,  Türk  Milletine  kabul  ettirme  çalışmalarına”  karşı  mücadele  edenlerin  hepsi  esir  alınarak  bertaraf  edildi.

AKP  ne  zaman  dara  düşse,  ne  zaman  millete  bir  kazık   atma  operasyonu  başlasa,  hop  bir  operasyon.

Bugün  paralel  dedikleri  yapı;  yargı  sopasıyla  imdada  koşuyordu.

Silivri  tertibi  aynı  zamanda  gündemi  karartmak  için  kullanılıyordu.

Casus  dediler,  fuhuş  dediler,  darbe  dediler.

Nasıl tezgahlandığı yavaş yavaş su yüzüne çıkan cinayetleri esirlere yamamak için kırk takla attılar.

Katilden,  sapıktan,  tecavüzcüden,  pezevenkten  gizli  tanık  yaptılar.

Esir alınan askerler ile husumeti olan teröristleri gizli tanık yaparak yargıyı hançerlediler.

PKK ile mücadele eden askerleri PKK’lı teröristlerin gizli tanıklığıyla mahkum ettiler.

Parmaksız Zeki kod adlı Şemdin Sakık gizli tanık yapıldı.

İşte o gün Türk Ordusu kimliğinde Türk Milletinin başına bir çuval daha geçirildi.

Otuz üç silahsız askerlerimizin katili Şemdin Sakık

Silahsız askerleri önce arabadan indirtti…

Sivil elbiseli Mehmetlerden birisinin gömlek cebinden sigarayı alarak yaktırdıktan sonra, dumanı üflerken 33 askerimizi yüzlerce kalaşnikof mermisiyle tarattı…

İşte o katil Türk Askerleri aleyhinde gizli tanık yapıldı.

O gün yazdık.  Dedik ki;

Bu davaları kurgulayanların, yargılayanların, destekleyenlerin ve seyredenlerin namusu;

Şemdin Sakık ve diğer sapkın gizli tanıkların namusu kadardır.

Şimdi cinayetlerini itiraf etmek için sıraya girdiler. Tıpkı PKK lı itirafçılar gibi..

Balyoz davasında Müdahil de olan Yeni Akit yazarı “aynı zamanda Erdoğan’ın akil adamı olan” Dilipak “01 Ocak 2014” tarihli “Şimdi Ne Yapmalı” başlıklı yazısında;

“(…) Ergenekon ve Balyoz davası gibi davalar, gerçek anlamda bir derin devlet davası değil, uluslararası sistemin, islamcıları sisteme entegre etme planına karşı çıkan sistemin söz dinlemeyen çocuklarına karşı yapılan bir caydırıcı baskı ve tertip operasyonuydu. (…)”

Diye yazarak itirafta bulundu.

Oysa o davaları kutsayanlar arasında kendisi de vardı. 9 Ekim 2013′te Yargıtay tarafından “Balyoz” kararlarının açıklanmasının ardından 12 Ekim 2013′te “Balyoz!” başlıklı yazısında şöyle yazıyordu:

“Balyoz davası, diğer davalar için de yön gösterici oldu. Aslında bu davanın fahri avukatlığını üstlenenler için de dava açılması gerekmez mi? Suçu ve suçluyu övmek, yargıyı etkilemeye çalışmak suçundan CHP ve MHP hakkında dava açılabilir. Açıkça darbe suçunu ve darbecileri savundular.” yorumu yapan Dilipak, “Ava giden avlanır!” başlıklı 26 Aralık 2013 tarihli yazısında ise “Ergenekon ve Balyoz bir yalandı.. Gerçek bir operasyon değildi” tespitinde bulunuyor.

Bu durumda Silivri tertibini bildiği halde yazıları ile tertibe bizzat destek vermiş oluyor.

Yani suç işliyor.

Silivri davası mağdurları da Dilipak’ı tertibin basın ayağı olarak dava etmelidir.

Silivri  tertibi  sonunda  neler  gerçekleşti :

1 – Ege’de  16  adamız  Yunanistan  tarafından  işgal  edildi.

2 – Kuzey  Kıbrıs  Türk Devleti  karasuları  yabancı  petrol  şirketlerinin  güç  alanına  terk  edildi.

3 – Güneydoğu  Anadolu  PKK’ya  terk  edildi.

4 – Bebek  katili  hücresinde  siyasallaştırıldı,  “karar  verici”  kişi  haline  getirildi.

5 – Suriye  sınırımız  resmen  silindi.   Güney  sınırımıza  PKK’nın  Suriye  yapılanması  PYD  yerleşti.   Güney  sınırımız  El Kaide,   Hamas,  Hizbullah,  Nusra  gibi  azılı  terör  örgütlerinin  üssü  haline  geldi.

6 – Askeri  pilotlarımız  istifaya  zorlanarak  nerede  ise  savaş  uçağı  uçuracak  pilotumuz  kalmadı.

7 – Bütün  stratejik  kurumlar  satılmakla  kalmadı,  stratejik  noktalardaki  araziler  de  yabancılara  satıldı.

8 – Türkiye  Cumhuriyeti  ibaresi  resmi  kurumların  tabelalarından  sessizce  silinmeye  başladı.

9 – Milli  bayramları  kutlamak  yasaklandı.

10 – Andımız  yasaklandı.

11 – Güneydoğu’da  terörist  cenazeleri geçerken  asker  tarafından  bir  askeri  binadan  Türk  Bayrağı  indirildi.   Türk  Ordusu’na  ait  tanka  PKK  tarafından  PKK  paçavrası  asıldı.   Asker  kışlalara  hapsedildi.   Silahlı   tacizlere  karşılık  vermesine  izin  verilmedi.   Ordu’dan  istifalar  başladı.   Ordu  personelinin  morali  çökertildi.

12 – Habur  rezaletinde  devletin  yargısı,  valisi,  bürokratı  teröristleri  karşılamak  için  teröristin  ayağına  gitti.   Kurdukları  çadır  mahkemesine “teröristler  incinmesin” diye  Türk  Bayrağı  asmadılar.   PKK’lı  teröristler  hükümet  desteği  ile  Türk  Milletine  meydan  okudu.

13 – Nerede  ise Muz  Cumhuriyetleri  bile  “sözde  Ermeni  soykırımı  yalanını”  tanıdı.

14 – CIA  ajanları  “dingonun  ahırına”  girer  gibi  ülkeye  fazlasıyla  sokuldu.  Çalıştığı  yerler  “devlet  sırrı”  denilerek  gizlendi.

15 – Malatya – Kürecik’e  NATO = USA‘nın   Füze  Kalkanı  kuruldu.

16 –   Müslüman  ülkelere  saldırmak  için  İzmir   NATO’ya üs  yapıldı.

17 – Ülkenin  her  yerine  yabancı  askerler  yerleştirildi.

18 – BOP  kapsamında  Suriye  ile  örtülü  savaş  başlatıldı.

Bu   tertip   sürecinde,   saymakla   bitiremeyeceğimiz 

ihanetlere   maruz   kaldık…

Elimizde  sınırları  silinmiş,  teröristlere  üs  olmuş,  bölünmeye  hazır  hale  getirilmiş, 

kurumları  çökertilmiş  bir  ülke  kaldı.

Maddî  ve  manevî  kaynakları  elinden  alınmış,  iflas  etmiş,  borç  batağında  bir  ülke.

Ayrıştırılmış,  paralele  de  paralel  yapılardan  oluşmuş,  birbirine  düşman  kurumlar.

Siz – biz  bağlamında  radikalleşmiş  yandaşlar…

Yani,   Silivri   tezgâhı   “işlev”ini   tamamlamıştır.

Tertipçilerin  kendileri  de  itiraf  etmişti :  Bu  mahkemeler  olmasa  açılım  yapamazdık”  dediler.

Türkçesi ;  “Güneydoğu’yu  PKK’ya  teslim  edemezdik”  diyorlar.

Toplum  vicdanının  kabul  etmediği  bu  aşağılık  tertip,  ayaklarına  dolanmaya  başlamıştı.

Rüşvet  ve  yolsuzluk  bağlamında  kanalizasyon  patlayınca,  Silivri  tertibine  sarılarak  ellerini,  ağızlarını,  kalemlerini  “temizle”me  yarışına  girdiler.

Bu  sefil  durum  bana  bir  fıkrayı  hatırlattı.

Hiç evlenmemiş, kendince dindar yaşadığını düşünen bir kızcağız ölür. Cennetlik olduğunu düşünerek cennetin kapısını çalar. Cennet melaikesi kapıyı açar ve;

– Ne var ?  Diye sorar.

Boynunu  büken  kız;

– Ben dünyada dindar yaşadım. Hiç gün görmedim. Şimdi cennete geldim. Der.

Melaike  kıza  sert  sert  bakar  ve  kapıyı  yüzüne  kapatır.

Bu  arada  gürültüyle;  atlar-arabalar-askerler  gelir .

Cennetin  kapısı  açılır.  Hepsi  içeri  girer.

Kız  tam  arkalarından  içeri  girecek,  kapı  yüzüne  kapanır.

Bu  sahne  birkaç  defa  tekrarlanır.

Umutsuzluğa  düşen  kız  ağlamaya  başlar.

Gene  gürültüler,  atlar-arabalar-askerler…

Cennetin  kapısı  açılır.

Hepsi  içeri  girecekken  atın  üzerinde  içeri  giren  bir  süvari  yüzbaşı  kızı  görür  ve;

– Sen  kimsin,  niye  ağlıyorsun?   Diye  sorar.

Kız  durumunu  anlatır.

Dünyada  gün  görmediğini,  burada  da  kapıda  kaldığını  söyler.

Yüzbaşı ;

Okumaya devam edin ‘Silivri Tertibinde El “Yıkayan”lar (!)..’

29
Oca
14

Gençlerimize Sesleniyorum

 

 ( NOT :   Bu  yazı  ilk  olarak  12 Eylül 2013  tarihinde  yayımlanmıştır…)

“12  Eylül  Askerî  Darbesi”nin  yüzsüz  siyasetçiler  tarafından  cılkı  çıkana  kadar  kullanıldığı  bir  günde  sizlere  mektup  yazma  ihtiyacı  hissettim.

Yaşadığımız  tecrübe  ve  aldığımız  dersleri  yeni  kuşak  kardeşlerimize  aktarmak  boynumuzun  borcudur.

Sevgili  gençler,  siz  12  Eylül  darbesini  yaşayan  siyasilerin  atıp  tutmasına  bakmayın.

Onların  büyük  kısmı  suç  ortağıdır.

Ülke  çıkarlarını  düşünmek,  gençlerimizi  korumak  yerine,  kişisel  çıkarlarını  korumak  adına,  gençleri  ölüm  meydanlarına  sürdüler.

Ülkeye  sokulan  silâhların  girişini  engelle(ye)meyen  siyasiler,  polisi ikiye  bölünmüş  İçişleri  bakanları…

NATO  bahanesi  ile  Özel  Kuvvetler  Komutanlığı  içine  Menderes  hükümetince 

yerleştirilmiş  Amerikalılar

Yani   Gladyo…

Hiçbir  zaman  tam  anlamı  ile  millî  diyemediğimiz  MİT…

O  dönem  internet  gibi  farklı  bilgilere  ulaşabildiğiniz  bir  ortam  yok.

Sadece  devlet  televizyonu  ve  radyosu  var.

El  altından  yabancı  istihbaratların  dağıttığı  birçok  yalan  yanlış  broşür  ve  kirli  bilgi  saldırısı  var.

Her gün gençlerimiz birbirine kırdırılırken, sağ ve solcu gençlerin kanları üzerinden siyaset kovalayanlar…

Sağcı  bir  genç  öldürüldüğünde;

“Bir  faşist  geberdi”  diyerek ölü bir göz, ölü bir yürekle bakan sol siyaset…

Solc u bir  gencimiz  öldürüldüğünde;

“Bir komünist geberdi” 
diyerek ölü bir göz, ölü bir yürekle bakan sağ siyaset…

Gençler öldükçe kanları üzerinden yazar, şair olanlar… Gençlerimizin kanını şöhret ve paraya tahvil edenler…

Şimdi  hepsi  “melek”  kesilmiş,  12  Eylül  Darbesine  “lânet”  “yağdırıyor”.

Ne  gariptir  ki,  hemen  hepsi  liboş,  ikinci  cumhuriyetçi  pozlarında  ahâam  kesiyor.

Bu ahlâksız yüzsüzlük benim canımı fena halde yakıyor.

12 Eylül Darbesini yapanlar ile birlikte 12 Eylül Darbesine giden yolun taşlarını döşeyen siyasetçi, yazar-çizer-akademisyen takımı…

Yok birbirlerinden farkı; her biri aynı bağın gülsüz dikenleridir..!!!

12 Eylül Darbesinden şikayet etme hakkına sahip olan TEK kesim;

Hayatları üzerinde kumar oynanan gençlerimiz, çocuklarını kaybeden anne ve babalardır!!. Kısacası; oyunda kullanılan, mağdur edilen, ezilen Türk halkıdır.

Ülkemizin iç savaşa sürüklenme sürecine sokulduğu bu günlerde söyleyeceklerim eskilerin deyimi ile “kulağınıza küpe olsun”.

12 Eylül öncesinde gençler arasına sızan ajanlar onları ölüme, çatışmaya sevk ederek ülkemizin kardeş kavgasına sürüklenmesini sağladı. Binlerce gencimiz hayatını kaybetti. Eğitim-öğretim ağır darbelerden birini de o yıllarda aldı. Kalite iyice düştü. Hızlı eğitim denen uygulama ile 3 ayda maydanoz yetişmezken öğretmen yetişti.

Sağ  grubun  içinde  olan  tanıdığım  bir  arkadaş  yaşadığı  ibretlik  bir  olayı  anlatmıştı.

Aktarayım ;

Güneydoğu illerinden birinde yürüyüş yapılacaktır. Bu arada derneklerinde kalan bir genç vardır. Aralarına girmiş, fakir görünümlü bir gençtir. Önce güvenlerini kazanır. Sonra kalacak yeri olmadığını söylediği için dernekte kalmasına müsaade edilir. Bana anlatan tanıdık bu gençten şüphelendiği için kendisini gizliden takip ediyor.

Akşam dernekte yürüyüş yapılacak cadde ve meydan çizilip yürüyüşün yapılacağı ildeki arkadaşlarına postalanmak üzere zarfa konup kapatılır. Ertesi gün postaya verilecektir. Gençten şüphelenen tanıdık o gece genci takibe alır. Düşündüğü gibidir. Genç zarfı çaydanlık buharına tutarak açar. İçine yürüyüş güzergahını değiştirdiği kağıdı koyup kapatır. Değiştirilen güzergaha baktıklarında şok olurlar. Tamamı ile sol grubun elinde olan, sağın giremediği bir güzergah seçilmiştir. Eğer zarf bu şekilde postaya verilse imiş;

Büyük katliama neden olup, kan gövdeyi götürürmüş.

İşte gençlerimiz birbirine böyle boğazlatıldı.

Kahramanmaraş ve Çorum olaylarını tezgahlayanların içinde olduğu söylenen, Murat bir arabası ile gezen, MİT elemanı olarak bilinen bir şahıstan bahsedilirdi. Gençleri kışkırttığı, karşı grupların elinde olan mahallelere yolladığı anlatıldı. Hatta kışkırtıp karşı grubun elinde olan mahalleye gönderdiği gençler olaysız ayrılınca provoke etmek için belindeki silahı çekip kadınların, ailelerin olduğu bir kahveye doğru ateş eder. Aklı başında birisi iki tarafı teskin ederek diğer grubu çatışmaya mahal vermeden oradan götürüyor.

Gene karanlık günler görünüyor.

Düşman devletlere, yabancı istihbaratlara gün doğdu.

Üstüne üstlük, CİA ve FBI’dan eğitim alan, devşirilmiş, sapkın bazı polisler var.

Türk Subayına kurduğu tuzağı ev ödevi gibi Amerikan Konsolosluğuna gidip anlatan mankurt emniyetçiler var.

Kendi canını, parasını koruma derdine düşmüş sapkın bir siyaset var.

Müsamere takımı oyuncularından kurulu, muhalefetçilik oynayan, yandaş durumuna düşmüş muhalefetçikler var.

Gençler, vatanı kurtarmak için ölümden korkmayacaksınız!!.

Yalnız önceliğiniz vatanı “yaşayarak” kurtarmak olmalıdır!..

Bunu asla unutmayın. 12 Eylül öncesi gençlerimizin düştüğü tuzağa düşerseniz, siz kaybedersiniz, biz kaybederiz, ülkemiz kaybeder.

Ülke baştan sona gözü yaşlı ana ve babaya kesilir.

Bu durumda düşman sevinir.

Düşmanı sevindirmeyin.

Tanımadığınız insanlara güvenmeyin.

Tanıdığınızı sandıklarınıza ihtiyatla bakın.

Sözlerinin arkasına bakın.

Yönlendirmeler sizi nereye götürür iyi tartın.

Sizleri ara sokaklara, bodrumlara, bilmediğiniz evlere sürükleyenlere dikkat edin.

Unutmayın; düşman sizden daha milliyetçi, daha ulusalcı, daha Atatürkçü, daha vatansever bir kimlik ile yanınıza sokulacaktır.

Türkiye  ajan  kaynayan  bir  ülkedir — unutmayın..!!!

Ülkenin kapısını  içeriden  açan  siyasetçilerin  yönetimde  olduğu,  CIA  ve  MOSSAD  ile  çalışan  güvenlik  güçlerinin  bulunduğu  bir  ülkede  kimse  güvende  değildir.

Sakın  provokasyonlara  gelmeyin.

Düşmanı  iyi  tanıyın.

Çanakkale  savaşından  beri  ülkemizde  genç  kıyımı  yaşanıyor.

O  günün  şartları  öyleydi.

Sakarya  savaşında  gençlerimiz  kalmadığı  için  subaylar  savaşmıştı.

O  nedenle  Sakarya  savaşına  subay  savaşı  da  denir.

Sevgili  gençler,  sizler  bilgiye  kolay  ulaşıyorsunuz.

Kirli  bilgiyi  farklı  kaynakları  bir araya  getirerek  eleyebilirsiniz.

Lütfen,  bu  karanlık  günlerde  dikkatli  olun.

Mustafa  Kemal  Atatürk  gençlere  ülkeyi  koruma  ve  kollama  görevi  verdi.

Bu  görev  tarihi  bir  sorumluluktur.

Doğru.

Ama  Atatürk  akılcıydı.

Akıl   ise  tuzağa  düşmeyi  değil,  en  az  kayıpla  kazanmayı  öğretir.

Çevrenize  dikkat  edin.

“Su  uyur,  düşman  uyumaz”  atasözünü  rehber  edinin.

Yüreklerimizi  yakmadan  mücadele  edin.

Okumaya devam edin ‘Gençlerimize Sesleniyorum’

27
Oca
14

“Cenazeme bekliyorum sizleri…”

“Cenazeme bekliyorum sizleri. Biliyorum;  hiç  beklemiyordunuz bu daveti. 
Birden geliverdi değil mi..”


Cengiz  AKYILDIZ

İstanbul’un Esenyurt ilçesinde MHP Seçim Bürosu’na yönelik saldırının yankıları sürüyor! Saldırıya yaşamını yitiren basın danışmanı Cengiz Akyıldız için Facebook’ta açılan sayfa kısa sürede binlerce kişi tarafından paylaşılırken, Akyıldız’a ait olduği bir şiir sosyal medyada gecenin en çok paylaşılanı oldu. İşte Akyıldız’ın “Cenazeme Beklerim” adlı paylaştığı o şiiri;

Esenyurt’taki provokasyona tepkiler sürüyor! MHP’nin seçim bürosuna yönelik saldırıda 7 kişi yaralandı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Rasim Acar’ın basın danışmanı Gazeteci Cengiz Akyıldız kalbinden vurularak öldürüldü.

TEPKİLER  ÇIĞ  GİBİ  BÜYÜYOR 

Saldırının ardından twitter’da Akyıldız’ın ailesine ve MHP’ye başsağlığı mesajları yağarken, Facebook’ta oluşturulan Cengiz Akyıldız sayfasına ise kısa sürede onbinlerce kişi katıldı. Bu arada Akyıldız’ın Facebook sayfasında yayınladığı bir şiir ise gecenin en çok paylaşılan mesajı oldu.

“CENAZEME  BEKLERİM” 

Bu arada Cengiz Akyıldız’ın Kasım ayında kendi kişisel sayfasında “Cenazeme bekliyorum sizleri. Biliyorum; hiç beklemiyordunuz bu daveti. Birden geliverdi değil mi..” adlı bir şiir paylaştığı ortaya çıktı. Sevenlerini yasa boğan şiirde, Cengiz Akyıldız ölümü anlatıyor.

İşte  o  şiir ;

“Daha dün konuşmuştuk ama..” diyorsun…. 

“Ama nasıl olur!”lar çekip çekiştiriyor iki yakanı… 

“Hiç beklenmedik bir ölüm!” bu, değil mi?…  (Halbuki her an yanımızda) 

“Vakitsiz” 

“Erken!” 

“Sürpriz!” 

İşinize ara vereceksin bugün… 

Neşenizi kaçırdım biliyorum. 

Kocaman bir pürüz gibi duruverdim karşınızda.. 

Hızını kestim hayatının. 

Dahası, üzerine alındınız. 

Ölüm bize de yaklaşırmış dediniz.. 

Ölmesi kanıksanmış, öleceği gelmiş bir yaştayız artık. 

Ölmüş olmasına şaşırılmayan bir adamım. 

Bir baksana, ne değişti ki dünyada, ben eksildim diye…! 

BoğazKöprüsünde trafik akıyor hâlâ. 

Ben öldüm diye şeritleri eksilmedi ya yolların. 


Ben  öldüm  bu  defa… 


Hayret, şimdiye kadar hep başkalarıydı ölen… 

Gitsem de gitmesen de farketmez bir cenaze olurdu camilerden birinin avlusunda. 

Belki bir kalabalık çıkagelirdi önüme… 

“Ölen biri çıkar bu şehirde her gün!” diye kanıksadığım 

Adını bile sormaya zahmet etmediğin. 

Eksilenin kim olduğuna aldırış etmediğin. 

Gitti diye üzülmediğin birinin cenazesi işte….. 

Aynı manzara, aynı tabut, aynı üzgün yüzler… 

Aynı güneş gözlükleri. 

Sıradan bir cenaze yani. 

Ama bu cenazeye mutlaka gitmeliyim. 


Seni bilmem ama beni bekliyorlar…. 

Ayıp olur, çok ayıp… 

Davetlilerin yüzüne bakamam sonra. 

Dediği gibi şairin, bir musallalık saltanatım bu benim. 

Başroldeyim. 

Toprağa konulacak adam rolü benim…. 

Ardından ağlanılacak adamı ben oynayacağım…. 

Hiç itirazsız karanlığa uzanmak bana düştü bu defa. 

Üzerine toprak atılan adamı.. 

Bir toprak yığının altında yüzü erimeye terkedilen adamı.. 

Hüzünlerin müsebbibi olacak adamı. 

Ayakkabısının kendisini bekleyeceği adamı. 

Elbiseleri evden çıkarılacak adamı. 

Yatağı boş kalacak adamı. 

Akşam eve dönmeyecek adamı. 

Şehit kabirleri bekleyecek adamı.. 

Eve dönmesi beklenmeyecek adamı. 

Sofrada yeri boş duracak adamı. 

Adı telefon rehberinden silinecek adamı.  (Cengiz Akyıldız) 

Şehrin dudaklarından yarım ağız çıkmış bir hece gibi önemsizleşecek adamı. 

Sevinçlerin ortasına en fazla bir hıçkırık gibi sokulsa bile hatıranın evinden hemen kapı dışarı edilecek adamı 

Resmine bakıp bakıp da ağlanacak adamı belki. 

“Adı neydi…. Hani…. şunu yapardı ya!” diye yokluğu normal bilinecek (Unutmak İhanettir) diyen adamı… 

Soluk bir resimde mahzun bir tebessümün ardında aşklarını saklayan, susturan adamı. 

Ben  oynuyorum  bugün… 

Sahnedeyim.

27
Oca
14

MHP Esenyurt seçim bürosuna yapılan silâhlı saldırıda bir TÜRK YURTTAŞIMIZ hayatını kaybetti..!!!

MHP  Esenyurt  Seçim  İrtibat  Bürosu’na  düzenlenen  saldırıda 

ağır  yaralan  Cengiz  Akyıldız  hayatını  kaybetti.

Edinilen bilgilere göre, olay Esenyurt’ta bulunan MHP Seçim İrtibat Bürosu açılışında yaşandı.

Seçim İrtibat Bürosu önünde bekleyen MHP’liler ile karşıt görüşlü bir grup arasında tartışma çıktı.

Yaşanan gerginliğin büyümesiyle karşıt görüşlü grup, MHP’lilere silah, bıçak ve sopalarla saldırdı.

Olayda ilk belirlemelere göre 3’ü ağır 4 kişi yaralandı.

Yaralılar, Esenyurt Devlet Hastanesi ve çevre hastanelere kaldırılarak tedavi altına alındı.

Esenyurt Devlet Hastanesi’nde durum kritik olan yaralılardan biri ambulansla başka bir hastaneye nakledilmek istendi.

Bu sırada MHP’li grup yaralıyı görmek için ambulansa akın etti.

Yaşanan kargaşada yaralı için hayati önem taşıyan yaşam ünitesinin bir kablosunun çıktığı iddia edildi.

Bir terslik olduğunu fark eden sağlık görevlileri, yaralıya ambulans içinde kalp masajı yaptı. Yaralı, daha sonra tekrar hastaneye sokuldu.

Öfkeli MHP’li grup, ambulansın engellediği gerekçesiyle bazı araç sürücülerine de tepki gösterdi.

MHP  SEÇİM  BÜROSU’NA  YÖNELİK  SALDIRIDA  BİR  KİŞİ  HAYATINI  KAYBETTİ

Saldırıda yaralanan kişilerin isimleri belli olurken, olayın ardından eski TBMM Başkanvekillerinden Meral Akşener başta olmak üzere çok sayıda siyasi hastaneye akın etti.

MHP Esenyurt Seçim İrtibat Bürosu’na düzenlenen ve 8 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan saldırıyla ilgili geniş çaplı soruşturma başlatıldı. Olaya karışan faillerin yakalanması için başlatılan soruşturma sürerken, saldırının ardından Esenyurt Devlet Hastanesi ziyaretçi akınına uğradı. Ziyarete gelenler arasında bir dönem TBMM Başkanvekilliği yapan Meral Akşener, MHP Milletvekili Celal Adan, MHP İstanbul İl Başkanı Abdurrahman Başkan ve parti üyeleri de yer aldı. Olayı haber alır almaz Esenyurt Devlet Hastanesi’ne gelen MHP Milletvekili Celal Adan ile MHP İstanbul İl Başkanı Abdurrahman Başkan, yaralıların durumuyla ilgili bilgi almaya çalıştı. Burada gazetecilere kısa bir açıklama yapan Celal Adan, “Büromuzun açılışı sırasında organize bir grup, silah bıçak ve taşlarla arkadaşlarımıza saldırmıştır. 6 yaralımız var. Aralarında durumu çok kritik olan bir arkadaşımız da var” dedi.

Saldırıyı kınayan ve partilileri itidalli davranmaya davet eden MHP İstanbul İl Başkanı Abdurrahman Başkan ise,  “Milliyetçi Hareket Partisi olarak itidalli davranmaya çalışıyoruz. Ama emniyetin bu kadar kalabalık bir grupla MHP’ye yapılan bir saldırıyı bir gün içerisinde çözmesi gerekir. Şu ana kadar bile bir sürü şeyin çözülmüş olması gerekirdi. Aradan 3 saatten fazla bir zaman geçmiştir. Acil olarak bu konuda emniyetin hassasiyet göstermesi, çünkü 2 tane yaralımız silahla, 4 tanesi bıçak ve taşla yaralanmıştır. Bir tanesinin durumu son derece ağırdır. Sorumluluğumuz gereği bütün arkadaşlarımıza itidali tavsiye ediyoruz”  diye konuştu.

Ziyarete gelenler arasında yer alan Meral Akşener ise herhangi bir açıklamada bulunmazken, yapılan açıklamadan kısa bir süre sonra tekrar kameralar karşısına geçen Celal Adan silahlı saldırıda 1 kişinin hayatını kaybettiğini ifade etti.

Bu arada saldırıda yaralananların isimleri de belli oldu. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Cengiz Akyıldız yapılan tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybederken, saldırıda Kemal Sıla, Gencay Yılmaz, Ercan Kamil Tanrıverdi, Ramazan Türkmel, Cihan Köç da yaralandı. Saldırıda hafif yaralanan Tuncay Erol ile Cihan Coş’un ise ayakta tedavi edildiği belirtildi.

Adnan  SULAR –  Orhan  METE

http://www.iha.com.tr/mhp-esenyurt-secim-burosuna-silahli-saldiri-asayis-326981

26
Oca
14

Bu Millet her daim tek vücut olmasını bilmiştir — hâlen biliyor — ve daima bilecektir — ONA GÖRE..!!!

AKILLI  OLUN

Kaşıntısı  olanlara  DUYURULUR :

Bu   ülke   tarihte   TÜRK’ün  ÜLKESİ’ydi,   bugün  de  böyledir   ve  her  daim  de  böyle 

kalacaktır…

Behey,  vicdansız,  ahlâktan  yoksun  ve  sadece  suçta  “ortak”laşabilen  beyinsizler..!!!

Biraz   daha   ileri   gidin   de   görün   neler   olacak…

Zannettiğinizin  aksine,  bu  ülkede  oluşturmak  istediğiniz  “KAOS”  öyle  ARAP  SAÇINA 

dönmüş   ve   de   HARAP   olmuş   ARAP  BAHAR’ına   hiiiiç   ama   hiç   benzemeyecek..!!!

Hodri   meydan — SIKIYSA   BİRAZ   DAHA   İLERİ   GİDİN  ..!!!

Bakın  o  zaman,  sağcısı — solcusu — dindarı — ateisti — herkes  nasıl  birlik  olacak..!!!

Görelim   bakalım   kimin   hesabı   tutacak..!!!

Emperyalist  gâvurun  ve  onun  ülkemizdeki  “yerli”  uşşaklarının  mı,   yoksa   zor 

zamanlarda  her  daim  tekvücut  olmuş   ve   yine   olacak   olan   YÜCE  MİLLETİMİZ’in 

mi..!!!

Türk  sokağa  inerse,  bütün  ‘dünya’nın  ‘hesab’ı  şaşar…

ONA   GÖRE…

Hodri  meydan..!!!

26
Oca
14

MHP Esenyurt seçim bürosuna silâhlı saldırı

MHP  Esenyurt  Seçim  İrtibat  Bürosu’na  bir  grup  tarafından 

silâhlı  saldırı  düzenlendi.

Olayda  ilk  belirlemelere  göre  dört  kişi  yaralandı.

Edinilen  bilgilere  göre,  olay  Esenyurt’ta  bulunan  MHP  Seçim  İrtibat  Bürosu  açılışında  yaşandı.

 Seçim  İrtibat  Bürosu  önünde  bekleyen  MHP’liler  ile  karşıt  görüşlü  bir  grup  arasında  tartışma  çıktı.

Yaşanan  gerginliğin  büyümesiyle  karşıt  görüşlü  grup,  MHP’lilere  silâh,  bıçak  ve  sopalarla  saldırdı.

Olayda  ilk  belirlemelere  göre  3’ü  ağır  4  kişi  yaralandı.

Yaralılar,  Esenyurt  Devlet  Hastanesi  ve  çevre  hastanelere  kaldırılarak tedavi  altına  alındı.

Esenyurt Devlet Hastanesi’nde durum kritik olan yaralılardan biri ambulansla başka bir hastaneye nakledilmek istendi.

Bu sırada MHP’li grup yaralıyı görmek için ambulansa akın etti.

Yaşanan kargaşada yaralı için hayati önem taşıyan yaşam ünitesinin bir kablosunun çıktığı iddia edildi.

Bir terslik olduğunu fark eden sağlık görevlileri, yaralıya ambulans içinde kalp masajı yaptı.

Yaralı, daha sonra tekrar hastaneye sokuldu.

Öfkeli MHP’li grup, ambulansın engellediği gerekçesiyle bazı araç sürücülerine de tepki gösterdi.

Adnan  SULAR

http://www.iha.com.tr/mhp-esenyurt-secim-burosuna-silahli-saldiri-asayis-326981

26
Oca
14

KEPAZELİK..!!!

DÜNYAYI  DÜZENLERİN  SON  OYUNNU

Yolsuzluk  ve  rüşvet  operasyonlarının  başlamasıyla  Usta(!)  çıldırdı.

17 Aralık günü başlayan operasyonlar üzerine 2007 yılından bu yana kabul etmedikleri F tipi yapılanmayı birden kabul eder oldular.

Evet,  F- CIA  örgütü  ülkeyi  kanserli  bir  hücre  gibi  sardı.

Emniyetten  yargıya,  eğitimden  bilişime,  sağlıktan  ticarete  hakim olmadıkları  alan  kalmadı.

Orduya  yapılan  operasyonlardan  anlıyoruz  ki,  ordu  içine  de  belli  oranda  sızmışlar.

Aldığımız duyumlara göre; askeri okullara girişlerde yapılan değişiklikten sonra okullara sızmaya başlamışlar.

Kendilerinden olmayan öğrenciler üzerinde baskı kurarak okuldan ayrılmalarına neden oldukları söyleniyor.

Anadolu’dan gelen fakir aile çocuklarının okula girerken imzaladığı borç senetleri aileleri sıkıntıya sokuyormuş.

Ayrıca ülkedeki orta ölçekli ‘KOBİ’lerin %70’i bu çetenin elindedir.

Beyinleri programlanmış robot gibi, düğmelerine basıldığı an harekete geçiyorlar.
“Irak’ı Amerikan Askerlerine Teslim Eden Kesnizani Tarikatı” başlıklı yazımda bu yapının ülkemiz için ne kadar ölümcül bir tehlike olduğunu yazmıştım.

2006 Yılında :

“Türkiye’nin  Humeyni’si  Fetullah  mı ?”  diye  bir  yazı  yazmıştım.

Koza İpek Holding’in sahibi ve yöneticisi Akın İpek’in Ankara İncek’te bir saray yaptığı ortaya çıktı.

Saray yapılan yerin Çankaya’dan bile yüksek olduğu yazılıyor.

Erdoğan’ın  kaçınılmaz  sona  doğru  gittiği  malum.

Gülen,  Erdoğan  sonrası  için  Türkiye’ye  gelmeye  hazırlanıyor 

olabilir  mi ?

Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Devletine olan kini, hücrelerine işleyen Atatürk düşmanlığı nedeniyle “paralel devleti” bizzat kendisi kurdu.

Paralel devleti kurunca diğerini işlevsiz hale getirip lağvetmek kolay olacaktı.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti için yaktığı cehennem ateşi, ülkeyle beraber kendisini de yakıyor.

Bütün Firavun ve Nemrutların değişmeyen, değişmeyecek olan kaderi Erdoğan’ın da kaderi olacak.

Erdoğan  vuruşarak  gidecek.

O’nun  derdi  hiçbir zaman  ülkemiz  olmadı.

Devlet adına verilecek ölümcül kararların öncesinde ülkenin güvenlik kurumları yetkilileri ve konunun uzmanı olan bilim insanları ile istişare edip karar vermek yerine;

Milletle dalga geçercesine, kerameti kendinden menkul sanatçı bozmaları, kalem fahişesi sözde aydınlarla istişare etti.

Paralel dediği, şimdi toplu toplu görevden aldığı polislerin okulunda toplantılar yaptırdı.

Askerlikten muaf kıldığı polisleri gördüğünde;
“Askerlikten yırttınız değil mi” diyerek polisleri kutlamıştı.

Şimdi “yolsuzluk-rüşvet” bataklığında debeleniyor.

Debelendikçe bataklığa daha da çok gömülüyor.
Savcılar sürülüyor.

Polisler ülkenin dört bir yanına gönderiliyor.

Polis polisle kavgalıdır.

Yargıç yargıçla kavgalıdır.

Polis savcılara itaat etmiyor. Duyumlarım doğruysa, istihbarat içinde de güven sorunu nedeniyle bilgi saklanıyormuş.

Ortadoğu cehenneminde, sınırlarımız terörist kaynarken, hatta ülkenin her tarafı ajan ve terörist kaynarken, zat-ı şahane banka hesaplarının derdine düşmüş. Emniyeti, yargıyı hallaç pamuğu gibi atıyor.

Ve   hiç – kim – se   ortaya   çıkan   korkunç   güvenlik 

açığından   bahsetmiyor.

Görevden alınan yargıç ve polisler hakkında soruşturma açılıp, suç sabit olmadan yapılan her operasyon şaibelidir.

Gerçek bir hukuk devletinde “şucu yaftasıyla” kimse görevden alınamaz.

Önce inceleme başlatılır.

Suç işleyip işlemediği tespit edilir.

Elde edilen delillere göre işlem yapılır.

Hukuksal yol izlenmeden yapılan görevden alma işlemleri, rüşvet ve yolsuzluğun üzerini örtmek için yapılıyor diye anlaşılır.

F tipi polis ve yargıçların yanında görevini yapan polis ve yargıçların da görevden alınmadığını kimse iddia edemez.

Bu yol bir defa açıldığı takdirde, her devlet görevlisinin “şucu” suçlamasıyla görevinden alınmasının yolu da açılmış olur.
Bir de işin ekonomik boyutu var.

Her tayin edilen kişiye yolluk ödeniyor.

Canlarını kurtarmak için koskoca bir ülkeyi, 75 milyon insanı ateşe atıyorlar.

F-CİA temizlenmeli, sonuna kadar katılıyorum.

Bir ülkede ülkenin kanunlarına inanmayan, kanunları kendi inançları doğrultusunda kullanan hiçbir yapı kalmamalıdır.

F-CİA gibi Menzilciler de, diğer tarikat mensupları da, yargıya uymak yerine yargıyı kendine uyduran AK Çete de temizlenmelidir. Bu karanlık yapı bu ülkenin Anayasasına inanmıyor. Siyasette, yargıda, eğitimde, emniyette ülkenin kanunlarını değil, şeyhlerinin talimatlarını yerine getirerek suç işliyorlar.
Tarikat ve cemaat önderlerinin %94’ünün gizli Ermeni, gizli Yahudi, gizli Rum olduğunu düşünürsek; Tarikat öğretilerinin içine sokuşturulan Kabala öğretilerini de göz önüne alırsak;
Bir şeyhle binlerce müridi bu ülke aleyhindeki faaliyetlerde kullanabilirsiniz. Şeyh tarafından yapılan toplu zikirlerin, müritlerin zihnini kontrol etmek amacıyla da kullandığını düşünmek için birçok nedenimiz var.

İngiliz yazar Arnold Toynbee’nin 1960 yılında yazdığı bir kitabında yaptığı uyarıyı hatırlayalım;

“Bizim  için  Güney  Müslümanlığı  Eşarilik  tehlike  olmaktan 

çıkmıştır.

Bir  şeyh  satın  alır,  bütün  ülkeyi  yönetirsiniz.

Bizim  için  Kuzey  Müslümanlığı  Maturudilik  tehlikelidir.

Bunlar  bilimle  barışıktır.

Her  zaman  Atatürk  gibi  bir  asi  çıkarma  potansiyelleri  vardır.

Tedbiri  şimdiden  alınmalıdır.”

“Tedbir”i   aldılar.

Kuran’ın  Türkçe  okunmasını  engellediler.

Arapça dili Kuran’ın mesajından daha kutsal hale getirildi.

Türk Milletinin birçoğu dinini öğrenmek için Kazım Karabekir’in tabiriyle;
“Erdim  diyenin,  oldum  diyenin”  peşine  takıldı.

12 Eylül 1980 Amerikan darbesinin bir “ılımlı İslam darbesi” olduğunu bugün daha açık görüyoruz.

12 Eylül darbe ürünü olan Özal bütün tarikatların önünü açtı.

Ülke mantar gibi biten tarikatlar ile doldu.

Her şeyh zamanın en büyüğü olduğunu iddia etti.

Şeyh sayısı kadar din anlayışı doğdu.

Tıpkı Osmanlı Devletinin son günlerinde olduğu gibi…

Şeyh ve cemaat önderlerinin ezici çoğunluğu Türkiye Cumhuriyeti

Devleti’ni “dinsiz-kâfir devlet” olarak tanımlayıp, devletin parçalanması ve soyulmasına müritleri nazarında meşruiyet kazandırdı.

Emperyalistler İngiliz yazar Toynbee’nin 1960 yılında yaptığı uyarıyı dikkate almış ve gerekli çalışmayı yapmış görünüyor.

2006  yılı  sonunda  basına  yansıyan  ABD  raporlarında ;   

“Türkiye’de  din  tehlike  olmaktan  çıkmıştır”   diye  yazıyordu.

Bu  demektir  ki,  Türk  Müslümanlığı  Eşariliğe, 

yani  Vahhabiliğe  evrilmiştir.

“Bir  şeyh  satın  alır  hedef  ülkeyi  yönetiriz”  diyenler, 

Türkiye’de  mantar  gibi  çoğalan  şeyhlerin  acaba  kaçını  satın  aldı ?

“Türkiye’de  din  tehlike  olmaktan  çıkmıştır”  diye 

rapor  yazdıklarına  göre,  Türkiye’de  din  önemli 

ölçüde  emperyalizmin   emrine  girmiş  demektir.

Diyanet İşleri Başkanlığının içinde bulunduğu durum, Diyanet İşleri Başkanlığının da bu operasyonlardan nasibini aldığını gösteriyor.

Erdoğan gezi protestolarında gezicilerin sığındığı Dolmabahçe camisinde ‘içki içildiğini’ iddia etmişti.

İçki içildiğini görmediğini söyleyen müezzin Fuat Yıldırım, Terörle Mücadele tarafından altı saat sorgulandı.

Diyanet İşleri Başkanlığı müfettiş gönderdi.

Müezzin sözünün arkasında durdu, “yalan  söyleyemem”  dedi.

Diyanet İşleri Başkanlığı müezzini “yalan söylemediği için sürdü.”  

İyi  mi ?

Ben bu Diyanet İşleri Başkanı’nın arkasında asla namaz kılmam.

Bu anlayış tam da Yezidi bir anlayıştır.

Öyle olduğu içindir ki camilere siyaset girdi. Öyle olduğu içindir ki camilerde ÖSO katillerine dua edildi, yardım toplandı. Eşari(Emevi) Müslümanlığı… Karanlık, zalim, bilimi reddeden, halkı Hint kaderciliği ile teslim alan İslam dışı bir anlayış…
Bugün net bir şekilde ortaya çıkan sonuç şudur;
Ülkemize saldıran emperyalist devletler yenilip giderken; arkalarında bıraktığı uyuyan ajanlarının bir kısmını Kuvva-i İnzibatiye artıkları ve kapatılan tarikatların yer altına çekilen uzantılarının içine gömmüştür. Ve bugün gördüğümüz;
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve kurucusuna düşman” , emperyalizmle uyumlu Amerikan Müslümanları,” İngiliz, Amerikan, Yahudi ve diğer ajanların eğitiminden geçmiş” kozalardır. O nedenle ABD raporlarında; “Türkiye’de din tehlike olmaktan çıkmıştır” diye yazıyor. Evet, emperyalistler için tehlike olmaktan çıkan Amerikan Müslümanları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığı ve bekası için büyük tehlike haline gelmiştir.
Artık bu ihanet apaçık ortaya çıkmıştır.

80 yıldır Atatürk’e sövenler, iftira edenler, kendilerini layık oldukları yerde, kanalizasyon çukurunda bulmuştur.

İlâhi   adalet.

Atatürk’ün ne kadar haklı olduğunu gene kendileri ispat etmiştir.

Savundukları fikirlerin bataklığında debelenerek ispat etmişlerdir.

Atatürk ve silah arkadaşlarının bu ülkeyi kurarken aldıkları kararların ne kadar isabetli olduğu düşmanlarınca inkar edilemeyecek bir biçimde ispat edilmiştir.

Aydınlığın karanlığa galibiyeti gibi…

Aklın hurafeye galibiyeti gibi…

Merdin  namerde  galibiyeti  gibi…

Musa’nın  Firavun’a,  İbrahim’in  Nemrut’a,  Muhammet  Mustafa’nın  Ebucehil’e  galip  geldiği  gibi…

Kuvva-i  Milliye’nin  Kuva-i İnzabatiye’ye  galip  geldiği  gibi…

Nemrut’un,  Firavun’un,  Hitler’in  yolunu  kim  seçerse;  Nemrut’un,  Firavun’un,  itler’in  kaderini de  seçmiş  olur.

Okumaya devam edin ‘KEPAZELİK..!!!’

26
Oca
14

Vurdumduymaz bir devrin çocuklarıyız..

RUHSUZ  BİR  DEVİRDEYİZ

Bazen  ortalık  karışır;  gök  yere,  yer  göğe  sırnaşır,  zamansız  bir  vurdumduymazlık  sarar  dört  bir  yanı;  kendi  pencerenin  önünden  geçenlerle  sınırlıdır,  gördüklerin..   bildiklerin  cebini  doldurmazken,  bilmediklerin  doldurur  seni,  konuşursun..

konuşursun..  konuşursun..

Oysa  senle  başlayan  bir  esenlik  yoktur,  trajediler  bile  seni  seçmez,  girmezler  yaşanmışlıklarına;  göz  kararı  bir  ölçekle  hazırlanan  tarifler  misalidir  bütün  bir  hayatın,  öykünmelerin  sıfatından  dökülen  sırmalardan  ibaret..  sıradan  bir  ‘adam’sın  açıkcası;  bu  yüzdendir,  sesinin  ayyuka   çıkıyor  olması..

ve  bu  yüzden;  konuşursun..

Her  şeyin  seninle  başladığını  zannetmen  ve  sensizliğin  felaket  olacağını  düşünmen;  yine  seninle  alakalı  olan  bir  durumdur,  duruşun  dik(!)..  oturuşun  şahsına  münhasır.  Zamanın  doğurduğu  müstemleke  valileri  gibisin;  kamburun,  beş  köy  öteden  seçilmekte,  arsızlığın;  düğün  ve  cenaze  törenlerinden  ortalığa  saçılmakta..

bu  yüzden;  konuşur..  konuşursun.

‘kürtler  benimle’  demişsin,  ne  güzel;  oysa  herkes  seninle..  sen  herkes-lesin.  rengi  olmayan  bir  ‘adam’ın  gök-kuşağını  kıskandıran  hileleri  var  sende;  göz-yaşların  bile  satılık,  hocadan  miras  yemişliğin..  İstanbul’un  orta  yeri  senden yana..

halk !   senden  yana..  yazık  ki;  sen  halktan  yana  değilsin..  ne  desek,  ne  anlatsak; 

devran  senden  yana,  zaman..

çakalların  zamanı..

İşte  bu  sebepten;  konuşursun..  konuşursun.

hava  senden  yana,  bulutlar,  iklimler,  dağdaki  sıçan  senden  yana..   para  senden  yana,  güç,  iktidar;  halka  karşı  olan  her  şey  senden  yana..  ‘yarı  aydın’,  ay-aydın  senden  yana,  sorozların  uşakları,  ‘isa’nın  beslemeleri,  ‘musa’nın  evlâtlıkları  senden  yana..

Rüzgar  senden  yana  esiyor,  sarı-güller  revaçta..  ‘kentsel  dönüşüm’  tuzağına  düşerken  ‘halk’,  ‘getto’lar  bile  senden  yana..  çünkü  bu  ‘düzen’  senden  yana;  bu  alet-edevat,  bu  ‘avm’ler,  yolun  kenarına  park  etmiş  araba,  trenler,   troleybüsler..   medeniyet(!)  senden  yana..

adaleti  saraylara  taşıyanlar,  sağlığı,  insanlık  düşmanlarına  emanet  edenler,  eğitimi sermayeye  peşkeş  çekenler..  az  olup  da,  kalabalık  görünenler  senden  yana..  çark-ı felek  senden  yana..

konuş  a  bebeğim..   dinleyenler  senden  yana,  anlayanlar  beri  gelsin.

Vurdumduymaz  bir  devrin  çocuklarıyız biz;  ‘baba’  figürümüz  değişti,  başımıza  gelenler  bundandır..

‘Acz’imiz  kaderimizdir,  demişti  Sedat  Hocam  (Şenermen)..  aynen  öyle..

Okumaya devam edin ‘Vurdumduymaz bir devrin çocuklarıyız..’

22
Oca
14

Suriye ile İlgili Yayınlanan İşkence Fotoğraflarını Nasıl Değerlendirmeli ? — ( Kendi götlerinin derdine düşeceklerine burnundan halkalı ayılar gibi hâlâ emperyalist gâvurun dediklerini haşhaşin gibi anında uygulayan zavallı ötesi mahlûklara ithafen… Götü gâvura kiraya verenin peşinden hâlâ gidebileceklerin de “insan”lıklarının, AMK..!!! — Esas hesaplaşmamız onlarla olacak.)

“Kafa  Kesenler,  Kalp  Yiyenler,  İşkence  Yapanlardan 

daha  iyidir”  di(yebili)yor  şu  bizim,  emperyalizme 

burnundan  halkayla  bağlı  “yerli”,  ayı  kılıklı  devlet 

malına  doymayan  domuzlarımız — yersen  tabii..!!!

Suriye’de,  bir  “polis”in  “çekti”ği,  Esad  rejimi  tarafından  “öldürüldü”ğü  iddia  edile

11 bin  kişinin,  55 bin  kareden  oluşan  fotoğraf  “albüm”ü  yayınlandı.

Bu  yayının  arkasında  İngiltere  var.   Sonra  da  ABD  var.
Zaten  ikisi  de  aynı  kapıya  çıkar.  O  zaman  biraz  durup,  sorgulayalım.  ABD’den  bahsetmeye  gerek  yok.  Birçok yazıda yeterince anlattık.

Asıl  değinmemiz  gereken  ülke  İngiltere.

İngiliz  istihbaratı,  dünyanın  en  eli  kanlı  örgütü  olarak  bilinir.
İngiliz  sömürgeciliğinin  son  2 yüzyılda  katlettiği  milyonlarca,  Afrikalıyı,  Asyalıyı,  Avustralya  yerlisini  ve  Amerika  kıtası  yerlilerini,  başkaları  öldürmüş  gibi  göstererek,  dünya  kamuoyuna  yanıltmayı  başarmış  İngiltere  istihbarat  örgütüne  ne  kadar  güvenileceğini  soran  yok.

Sadece  şu  kadarını   söyleyeyim,  Kurtuluş  Savaşı  sırasında  Mustafa  Kemal’i  Ermeni, 

Rum  ve  Müslüman  (Hilâfetçiler)  katili,  hâttâ  soykırımcısı  gösteren  İngiliz  istihbarat 

örgütünden  bahsediyoruz.

Yıllar  sonra  açıklanan  gizli  belgelere  bakıldığında,  tüm  bu  iftiraların  kara  propaganda  kapsamında  yapıldığı  anlaşılmıştı.
Onlar  da  zaten  itiraf  etmişti.
Suriye ile ilgili yayınlanan fotoğraflara bakan herkes, tepki gösterecek, üzülecek, öfke dolacaktır.
İnsan  olan  zaten  böyle  davranır.
Ancak lütfen dikkat, burada hesap, bildiğimiz acımasız sömürgeci hesabıdır.
Fotoğraflara bakarak, sadece Esad rejimine düşman olalım, Batılıların ve bizimkilerin desteklediği katilleri unutalım istiyorlar.
Öldürdükleri rakiplerinin üstüne benzin döküp yakan canavarları bilmezden gelin diyorlar.
Öldürdükleri rakiplerinin kafasını kesip, önünde gülerek poz veren kan içicileri yok sayın diyorlar.
Öldürdükleri rakiplerinin kafasını önlerine koyup, ellerindeki ekmeği o kesik kafaya yedirmeye çalışarak eğlenen yaratıkları unutun diyorlar.
Öldürdükleri rakiplerinin kalbini söküp, kameralar önünde yiyen canavarları görmezden gelin diyorlar.Kimi unutmamızı istiyorlar?
Suriyeli muhalif denilen grupları.
El Nusra Cephesini.
Dünyanın adını duyduğunda dehşete düştüğü El Kaide’yi.
Bunlar kötü olabilir, ama daha kötü olan Esad rejimidir diyorlar.Kötüler arasında seçim yapın dayatmasını getiriyorlar.
Millet uyanmasın diye de, “El Kaide, Esad rejimi ile anlaşmış, birlikte hareket ediyor” diyorlar.
Bu propagandayı en çok bizim yandaş medya yapıyor.
Bu fotoğraflar, yolsuzlukları unutturmak için kıvranan bizimkilere ilaç gibi geldi.
AKP-Cemaat kavgası da unutulsun, yayınlanan 55 bin fotoğraf konuşulsun derdine düştüler.
Fotoğrafların yayınlandığı saatte ekranları, adına uzman denilen tetikçilerle doldurdular.
Özel yayınlar, özel programlar, canlı bağlantılar yaptılar.
Ekranın köşesine de +13 uyarısını koydular.
Ortak düşman Esad’a karşı ağızlarına geleni söylediler, ama ortak dostları El Kaide’ye laf söylememek için kıvırttılar, çalkaladılar.
Kesik kafalarla poz verilirken, sökülen kalpler yenilirken, bir program yapmayıp, tek bir kınama sözü etmeyen samimiyetsizler, bizim samimiyetimizi sorgulayamaz.Hemen bunlara soralım;
“Madem Esad rejimi ile El Kaide birlikte hareket ediyor, öyleyse El Kaide militanlarına gönderilen tırlar dolusu silah neyin nesi?
Esad ile anlaştığını söylediğiniz El Kaide militanlarının Hatay’ı yol geçen hanına, sınırı da kalbura çevirmesine neden müsaade ediyorsunuz?
Neden El Kaide’ye göz yumuyor, destek veriyorsunuz?
Hepsinden önemlisi, Esad rejimi ile müttefik olduğunu söylediğiniz El Kaide militanlarına niye dur demiyorsunuz?
Yoksa siz de mi, Esad rejimi ile gizlice anlaştınız?
Milleti salak, kendinizi uyanık mı sanıyorsunuz?Herkesin sorduğu soruyu bir de ben tekrarlayayım, “Fotoğraflar, bunca zamandır elinizdeydi de, neden, Suriye’nin kaderinin belirleneceği Cenevre-2 Konferansı öncesi yayınladınız ki?Ölen, öldürülen, işkence gören Suriyeliler için timsah gözyaşları döken samimiyetsizlere soralım,
“Arap Baharı denilen süreçte, yönetimi düşürülmeye çalışılan ülkelerden biri olan Suriye’de, canavarlıklarıyla tanınan, kafa kesicileri, kalp yiyicileri, ceset yakıcıları, yani El Kaidecileri destekleyen Batılı sömürgeciler ile onların peşine takılan bizimkiler, canavarlar yaratarak yaptığınız hatayı unutturacağınızı mı sanıyorsunuz?”
Suriye’deki ölümlerden, yayınlanan işkence fotoğraflarındaki görüntülerden öncelikle siz sorumlusunuz.Bir ülkede iç savaş çıkarsa, taraflar arasında yaşanacak vahşetin önüne kimse geçemez. Suriye’deki savaşı çıkaran sömürgecilere sesleniyorum, taraflardan birini kötülemeniz, gerçek katilin siz olduğunuz gerçeğini asla unutturamaz.
Siz  istiyorsunuz  diye  katliamcılar,  işkenceciler,  diktatörler  ve  canavarlar  arasında   seçim  yapmak  zorunda  değiliz.
Siz,  çıkarlarınız  söz  konusu  olduğunda  bunların  tamamıyla  anlaşırsınız.
Ama  biz  hepsine  karşıyız.
Daha  düne  kadar  Esad’a  “kardeşim”  diyenleri  unutmadık.
20
Oca
14

TÜRKSOLU’nu susturma girişimleri sürüyor…

428dava

http://www.turksolu.com.tr/

19
Oca
14

TETİKÇİ


Okuyun,   AMKlarım..!!!

O — KU — YUN..!!!

Hayatın   özü   eylem  midir   yoksa   bilgi  mi..??!!!

Biliyorsunuz   ki   eylemsiz   bilgi   bi   boka   yaramaz…

Ama   bilgisiz   eylem   de   öylece   kenarda   faydasız   duran   bilgiden   çooook   ama  

çok   daha   zararlıdır   …

En   doğrusu   tabii   ki   bilgili   eylemdir…

Bu   yüzden   âlimin   uykusu   cahilin   ibadetinden   bile   hayırlıdır…

Hayatını   ikâme   etmek   için   hergün   devamlı   kısır   döngüde   didinip   duran   börtü  

böcekten   farklı   olarak   “insan”   denen   canlı   türü   kendisine   bahşedilen   “aklı”nı  

kullanıp   onu   kilitleyen   her   türlü   kısır   döngüye   son   vermek  için   bilgili  eylemde  

bulunmazsa,   korkarım — meselâ  yalnız  ve  güzel  ülkemde — gerçek  insan   türü   yok  

olacak..!!!

Hâlâ   “aynı  hamam — aynı  tas”   adlı  kısır  döngüye  bilerek  ve  isteyerek  “ibadet” 

eden  ve   “SİSTEM”in   “MUHALEFET”   kılıklı   stepnelerini   can-ı   gönülden   baştacı 

ede(bile)cek  şu  “dini — imanı”  çıkarcılık  olan  tüm  partili  veya  partisiz  yaratıkların 

önüne   geçmezsek,   bu   ülkede   yaşamak   gerçek   insanlar   için   işkence   olmaya  

devam   edecektir..!!!   

TETİKÇİ

Ergenekon  tuzağını  kuranlar,  şimdi  aynı  tuzağı  Tayyip’e  kuruyor !

Meselenin  özü  budur..!!!

Ergenekon  tuzağının  baş  tertipçilerinden  biri  Tayyip  değil  miydi..

Peki  nasıl  oluyor  da;  tetiği  tutan  el,  silâhı  kendi  kafasına  çeviriyor..

Bir :   Tayyip  efendi  ‘kafa’  değildi,  seçilmiş  bir  piyon,  kabaca  tetikçiydi..  yani  harcanabilirdi..

İki :   Her  iki  operasyonun  arkasında  olduğu  açıkça  belli  olan  cemaat,  başından  beri  ‘bop’  projesi  çerçevesinde  görev  alıyordu;  ancak  değişen  dengeler  onun  da  ‘olmasa  da  olur’luğunu  artırmış  ve  gözden  çıkarılmasını  sağlamıştı..

Üç :   Bir  taşla  iki  kuş!   Birbirlerine  düşürülen  usta  ve  çırak;  hem  yıpranacak,  hem  de  halk  nezdinde  itibar  kaybına  uğrayacaktı !

Dört :   Yıpranan  ve  güven  kaybına  uğrayan  ‘ılımlı  İslam’cılar  oyun  dışına  itilirken,  toplumda  oluşan  Tayyip  karşıtı  öfkenin  yeni  adresi  ‘demokratik  sol’ olacak.   Hem  de  ‘laik  öfke’..  diğer  beşi  olmadan..

Beş :   Din  simsarlarından  tekrar  görevi  devralacak  Atatürk  simsarları,  düzeni  kaldığı  yerden  devam  ettirecek  ve  ‘laik’  vurgu  öne  çıkarılarak;  gerçek!  ama  bilinçsiz  Atatürkçüler  de  ‘tezgah’ın  içine  dahil  edilecek..  Süregelen  oyunun  devamı..

Altı :   Levent Üzümcü  ve  Alabora  gibi,  kerameti  kendinden  menkul  kişilikler  halkın  gözünde  kahramanlaştırılarak,  Hüseyin  Aygün  gibi  zihniyetlerin  CHP’yi  sarıp – sarmalamasının  önü  iyice  açılacak..   Araya  bir  iki  tane  ‘İnce’  misali  tohumlar  süs  olarak  ekilecek..  yerseniz..

Yedi :   ‘Gül’  faktörü,  akp’nin  parçalanmasında  son  rolü  üstlenecek,  ‘demokrat  İslam’cılar  bir  daha  ki  oyuncu  değişikliğine  değin  koruma  altına  alınacaktır..   Arınç,  bombanın  pimini  çekecek  olan  adamdır !..

Sekiz :   Devir  işlemi  öncelikle  belediyelerden  başlayacak,  sonrasında  – efendilerin  planlarında  değişiklik  olmazsa –  iktidara  yürünecektir !

Dokuz :   Bu  arada  pek  çok  ‘film’ izleme  fırsatı  bulacak  olan  halk,  cemaatin  işinin  bittiğini,  cemaatin  intihar  süsü  verilmiş  eylemlerinden  anlayacaktır..   Görev  tamamlanmış,  imha  işlemi  başlamıştır..

On :   Sosyal  demokrasinin  her  alanda  etkili  olduğunu  göreceğiz,   ‘insan  hakları’,  ‘halkların  kardeşliği’  söylemleri   –  tabi  kürt  unusuruna  yönelik  –   batıcı  bir  zihniyetin  ‘çağdaşlık’  kılıfıyla  yeni  baştan  sunulacak  ve  sözüm  ona  ‘sol’  bir  iktidara  yakışan  da  bu  olacaktır !

On bir :   İçinde   tek   bir  Atatürkçü   olmayan   parti,   “Atatürkçü”lerce(!)   iktidara  

taşınırken,   Tayyip’ten   “kurtulduğuna”   “dua”   eden   halk..

Genel  af  ile  yeni  bir  sayfa  açıldığına  şahit  olurken,  zaman – zaman;  işte  o  zaman..  başından  beri  süregelen  tüm  olayların  bir  ‘tezgâh’  olduğunun  ayırdına  varacak..

On iki :   Düzen   aynı   “düzen”  olacak — düzülen   de   her  zamanki  gibi   halk..  

değişen  tek  şey;  ön sevişme,  biraz  daha  uzun  olacak.

On üç :   Vatanseverler  akıllarını  başa  toplayıp,  birleşmediği  ve  tam  bağımsızlık  için  el  ele  vermediği  sürece..  bir  de;  toplanıyoruz,  konuşuyoruz,  dertleşiyoruz  kafasından  çıkıp,  güç  odağı  nasıl  oluruzun  cevabını  bulmadığı  ve  bunun  için  ne  gerekiyorsa  yapmadığı  sürece..

Okumaya devam edin ‘TETİKÇİ’

16
Oca
14

Erdoğan, Savcı Öz ve Gülen’e Çağrımdır..!!!

Çok  suç  işlediniz.

Çok  ocaklar  söndürdünüz.

Türkiye  Cumhuriyeti  Devletini  ve  bu  masum  halkı  şeytana  sattınız.

Mazlumu  zalime  sattınız.

Ülkeyi  kırk  yerinden  bıçakladınız.

Teslim  olun..!!!

Söz  veriyoruz,  sizleri  sahte  delillerle  yargılamayacağız..!!!

Söz  veriyoruz,  davanızı  bütün  milletin  önünde  göreceğiz..!!!

Ergenekon  tuzağı  kurduğunuz  insanlar  kendine  o  kadar  güveniyordu  ki;

Yargılamaların  televizyondan  verilmesini  istediler.

Siz  kurduğunuz  tuzaktan  o  kadar  korkuyordunuz  ki,

Bırakın  televizyondan  vermeyi,

En  uzak  yere  attınız.   Hapishane  içine  mahkeme  kurdunuz.   Bütün  gözlerden  uzak  esirlerimizi  gömmek  istediniz.

Tutmadı.

Söz  veriyoruz,  biz  sizleri  bütün  milletin  gözü  önünde, gerçek  deliller  üzerinden  yargılayacağız.

Ya  da  suçlarınızı  itiraf  edip,  “pişmanlık  yasasına”  baş  vurun!!.

Burası  Ana – dolu…

Adı  üzerinde,  anaların  yurdu…

Ciğerini  parçaladığınız  anaların  ahı  tuttu..!!!

Okumaya devam edin ‘Erdoğan, Savcı Öz ve Gülen’e Çağrımdır..!!!’

16
Oca
14

Cehennemde Kavga Var…

BÜTÜN  İŞLER  YİNE  MİLLETE  KALACAK  AMK

Türk  Milleti’ne  tuzak  üstüne  tuzak  kuran  şeytanın  iki  çocuğu,  baktılar  ki  aslında  kendi  cehennemlerini  kurmuşlar.

Şimdi kıyametleri koptu. Elleri, kolları, bütün uzuvları dile gelip suçlarını itiraf etmeye başladı. İki şeytan da düştükleri cehennem çukurundan birbirini sorumlu tutuyor.

Cehennemde kavga var.

Cehennemden sorumlu melek Malik acaba bu işe ne diyordur?

DARBELER…

Erdoğan ve kırk harami çetesi suçüstü oldu. Ortağı “hırsız var” diye bağırdı. Erdoğan; “bu bir komplodur” dedi(!)… “Dış güçler” dedi… “İsrail” dedi… Erdoğan söylüyorsa doğru söylüyordur(!).. İsrail’i en iyi o bilir. Ne de olsa iki tane Yahudi hizmet madalyası var. Van minut tezgahıyla Ortadoğu’ya yelken açmışlardı. Gerçi o yelkenin yelkeni parçalandı. Kırılan direği de Türk Milletiyle birlikte Müslüman coğrafyanın arkasına girdi… Bush ile beraber olup Ergenekon tezgâhını kurduğu söylenen Erdoğan, dış güçler ile işbirliği nasıl yapılır çok iyi bilir. Usta bütün bu tezgâhların mastırını yapmıştır.

Oysa kendisini uyarıp;

“Şeytanla buğday eken samanını alır” demiştik. Başkanlık hayaline “hoşça kal” diyebilir… Rüyasında göremeyeceği paralarına sarılıp avunsun artık(!)…

Erdoğan hırsını alamadı, gürledi;

“Bize yapılan bu darbe 60 darbesinden de, 70 darbesinden de, 80 darbesinden de daha ağırdır” dedi.

Bu iddiasına da katılıyorum. Bu iddiasını bir itiraf olarak kabul ediyorum. Çünkü 60 darbesi hariç (o zaman güncel değillerdi), diğer darbelerin mağduru değil, taraftarıydılar. O darbelerden en ufak bir zarar görmediler. Hele 80 darbesi… Tam anlamıyla küresel çetenin “yeşil kuşak” projesine hizmet etmiştir. Dolayısı ile;

Erdoğan(giller), tarikatlar, cemaatler ittifakının İSİM babası Kenan Evrendir. Kulaklarına isimlerini Evren üflemiştir.

Daha ne itiraflar gelecek…

Dedim ya, yeşil şeytanlar kurdukları cehennemde dile geldi…

Erdoğan 12 Eylül Referandumuna üç yıl sonra “HAYIR” Dedi… (**)

Evetçiler, yetmez ama evetçiler;

Erdoğan “piç gibi” sizi ortada bıraktı. HSYK’nu çete ilan etti. Oysa “yargı vesayetinden kurtulduk” diye ne kahkahalar atmıştınız… Adalet Bakanlığı bürokratlarını HSYK’na yerleştirip, “bir oh” çekmiştiniz. Özelleşen yeni Yargıtay Başkanı özelleştirmeleri kast ederek;

“Artık öyle her özelleştirmeyi iptal etmeyeceğiz” bile dedi.

Bu sözle “usulsüz özelleştirmeleri” dava edenlere meydan okumuştu.

Bu söz bile başlı başına hukuka darbeydi. Gerçek bir yargı mensubu böyle bir laf edebilir mi? Dosya önüne gelmeden, özelleştirmelerin hukuka uygun olup olmadığını bilmeden karar veren yargıç… Ya da Erdoğan’ın uleması… Kadısı… Olamadığı tek şey; cumhuriyetin yargıcı…

Özelleştirme talanını rahat yapacağınız için o hukuk katlini alkışladınız. Ne de olsa her melanetin adına “demokrasi” diyerek fahişeye dönmüş bir kavramı kılıf yapma ustası olmuştunuz.

Lafı uzatmayalım.

Geldiğimiz noktada, Erdoğan mimarı olduğu HSYK’yı çete ilan ettiğine göre;

Üç  yıl  sonra  12  Eylül  maskeli  referanduma “hayır” demiştir.

“2010  Türkiye  anayasa  değişikliği  referandumuna  evet”  diyenleri  de  “piç  gibi”  ortada  bırakmıştır.

Trajik!!.

Şimdi;

Bir koyundan 40 post çıkarma ustası olan Erdoğan, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonu yapanlara karşı kopardığı yaygara üzerinden, bir post daha çıkarmaya çalışıyor.

Zaten ağır hasta olan yargıyı komaya sokup, sonra da fişini çekerek ötenazi yapmak istiyor.

Sonra  gelsin  ulema,  fetvayı  versin  kadı…

Zaten  emperyalizme  yandaş  olmuş  bir  Diyanet  var…

Okumaya devam edin ‘Cehennemde Kavga Var…’

16
Oca
14

Pardon, 35 CIA Ajanını Unuttunuz..!!!

HİÇ  Bİ  SİKTEN  “HABER”İ  “OLMAYAN”  HABER  AL(A)MAMA 

TEŞKİLÂTINI  NE  SİKİME  BESLİYORUZ,  AMK..??!!!!!!!  

HERKES  BUNLARIN  BU  ÜLKE  DÜŞMANLARIYLA  DANIŞILKLI 

“DÖVÜŞ”  YAPTIKLARINI  BAL  GİBİ  BİLİYOR…

BUNLAR  DÜPEDÜZ  İŞGAL  KUVVETLERİNİN  YERLİ  KÂHYALARI..!!!

TOPUNUN  YETMİŞYEDİ  SÜLÂLESİNİ  GÖZLERİ  ÖNÜNDE  SİKİP —

‘RECM’ETTİKEN  SONRA,  BU  KANSIZLARI  DA  ASMAK  LÂZIM.!!!

Yolsuzluk  operasyonu  yapan  kim  varsa  Erdoğan’ın  operasyonuna  uğradı.

Silah  yüklü  tırı  yakalayanlar  operasyona  uğradı.

Binali Yıldırım’ın kayınbiraderinin de içinde olduğu çeteye rüşvet operasyonu yapanlar da operasyona uğradı.

Uyuşturucu ihbarıyla durdurdukları otobüslerin içinde silah olduğunu tespit eden polisler operasyona uğradı.

Polisler operasyon yapıyor, Erdoğan operasyon yapan polislere operasyon yapıyor.

Benim polisim, benim yargıcım tanımlamasından;

Ortağın polisi, ortağın yargısı noktasına gelen Erdoğan…

Devlet geleneklerini alt-üst ederken; devletin çivilerini sökmekte kullandığı ortağın çocuklarını şimdi sırtından atmaya çalışıyor.

Ortağın çocukları Erdoğan’ın kepçe kulakları oldu.

Ortağın çocukları vasıtasıyla milletin yatak odalarına girdi.

Ortağın çocukları vasıtasıyla koskoca orduyu tarumar etti.

Gün geldi ortaklar birbirine düştü.

Erdoğan ayağı yanık tazı gibi;
“İmdat, paralel devlet var. Onlar bana operasyon yapıyor” diye bağırmaya başladı.

2007 Yılından bu yana Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda neyi savundularsa, bugün tam tersini söylüyor olmaları ibretlik bir durumdur, ibret almayı bilene…

Bu durumu ben;
“Kusmuğunu yemek” diye yorumluyorum.

Yolsuzluk bataklığında çırpınan Erdoğan ve ekibi, can havliyle kusmuğunu yiyor. Ve o bataklıkta battıkça savcısı olduğu Ergenekon ve Balyoz gibi davalara can simidi gibi sarılıyor.

İbretlik..!!!

Bu davalarda yapılan zulüm, iftira ve haysiyet cellatlığını yazdığım bir süreçte şöyle uyarmıştım;
“Hz. Nuh (a.s)’ın inşa ettiği gemiyi pisleyen inkarcılar bir hastalığa yakalandı. Fitneyi başlatan kadın hacetini gemiye yapayım derken pisliğe gömüldü. Evine gidip yıkanınca yaralarının iyileştiğini gördü. Bu durumu gören hastalığa yakalanmış ne kadar inkarcı varsa gemiye hücum etmiş ve var güçleriyle daha önce pisledikleri yerleri elleriyle vücutlarına sürmeye, iyileşmek için kendilerini pislikle ovmaya başlamışlar. Öyle ki gemideki aralarda kalmış pisliği dilleriyle sıkıştıkları yerden çıkaranlar dahi olmuş. Gemide bir gram pislik bırakmamışlar.
Dikkat edin de, pisliğinizi yalamak zorunda kalmayın.”

Şimdi suç ortaklarının düştüğü durum o inkarcıların durumundan farksızdır.

Ülkenin bütün kurumlarını çökertmekle kalmadılar, ahlaki bütün değerlerin de içini boşalttılar.

Vicdansız, merhameti olmayan bir taraftar yarattılar.

Şimdi yaktıkları o ahlaksız ateş suratlarını yalıyor.

Erdoğan devlet gücünü kullanıyor.

Paralel yapı dediği örümcek ağını toplatıyor.

Bir taraftan da Amerika ve İsrail’i suçluyor.

Biz de soruyoruz;

Paralel devlet diyorsunuz, sonra da suçladığınız paralel devlet çetesine; “ne istediniz de vermedim” diyorsunuz.

Paralel devleti siz kurdunuz.

Madem şimdi şikayetçisiniz, çete, kumpas ve paralel devlet var” beyanlarını neden “suç duyurusuna” dönüştürmüyorsunuz?

“Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu” neden harekete geçirmiyorsunuz?

Operasyonların arkasında İsrail, Amerika var diyorsunuz.

35 CİA ajanını Türkiye’ye soktuğunuzu unutmuş görünüyorsunuz.

Aslında bu rakam sadece basına yansıyan ve hükümetinizin inkar edemediği rakamdır.

Gerçekte ise bu sayı bilinmiyor.

Beşir  Atalay’a   İçişleri  Bakanı  olduğu  dönemde  Türkiye’de  ne  kadar  CİA  ajanının 

çalıştığı  ve  görev  yerleri  sorulduğunda  “BİLMİYORUM”   diye  mükemmel  “açıklayıcı” 

bir  “cevap”  vermişti(!)..

Görev yaptıkları yer hakkında bir açıklama yapmadınız.

Ayrıca Ergenekon davası başlamadan Amerika’dan gelip Adalet Bakanlığında danışman olarak çalışmaya başlayan FBI’ın savcısı görevine devam ediyor.

Gazeteci  Yılmaz Polat  “CIA  Pençesinde  Açılım”  kitabında bu durumu şöyle açıklıyor:
“2006’da kamuoyuna yansımayan bir anlaşma da yapılmıştı ve o tarihten beri Kaliforniya Eyaleti Sacramento bölgesinden atanan bir Amerikalı savcı, Türk Adalet Bakanlığı’nda danışman olarak çalışıyordu.
ABD Adalet Bakanlığı bünyesinde 1991 yılında oluşturulan OPDAT’a, (Office of Prosecutorial Development Assistance and Training-Denizaşırı Adli Takibatı Geliştirme Yardımı ve Eğitim Dairesi’ne) bağlı savcılar bir yıllığına atanır; 14 ve 15’inci dereceden yılda 102-153 bin dolar arasında ücret alırlar. ABD’nin, Türkiye’nin yanı sıra Pakistan, Endonezya, Kenya, Bangladeş, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerde de danışman savcıları vardı.
Amerikalı danışman savcıların görevleri arasında terörizm suçlarının soruşturulması ve yargılama imkanlarının güçlendirilmesi; gerekli teknik yardımın sağlanması bulunuyordu. Ayrıca yabancı ülkelerde terörist izleme, insan haklarını koruma ve kara para aklama gibi konular da görevleri arasındaydı.
Amerikalı danışman savcı, Türk adaletini biçimlendirirken, Ankara Büyükelçiliği bünyesindeki FBI ve istihbarat birimleriyle de yakın işbirliği içinde çalışıyor.”

Paralel devlet dediğiniz mıymıntı cemaat bir başına bu kadar operasyonu yapamaz.

Gerçi siz onlara CİA ve FBI’dan eğitim aldırdınız ama gene de CİA, MOSSAD, M16 gibi istihbarat örgütlerinin F çetenin içine gömülmediğini kimse söyleyemez. Cumhuriyet ve Cumhuriyet değerlerine sahip çıkan muhaliflerden intikam alayım derken, bir canavar yarattınız.

Ona-buna operasyon yapan Erdoğan, sayısını şimdilik 35 olarak bildiğimiz CİA ajanlarına operasyon yapmayı unutmuş(!)..

Hayret(!)?
Hem operasyonların arkasında ABD ve İsrail var diyor, hem de CİA ajanlarını toplamayı akıl edemiyor(!)

NOT :  Yeni  Adalet  Bakanı  öyle  bir  lâf  etti  ki…

Şirkin  dibini  gördü.

“Bir  Allah  ortak  kabul  etmez,  bir  de  devlet”  dedi.

Yıllarca  Atatürk’ü  devletçi  ve  diktatör  olmakla  suçlayan  AK  çetenin  Adalet  Bakanı,  devleti  “TANRI”laştırdı.

Bu  anlayış  tam  da  bir  Emevi  anlayışıdır.

Emeviler  “devlete  isyan  büyük  günahtır,  devlet  yanlış  ta  yapsa  devlete  isyan  edilmez”  diye  fetva  vermişti.

Bize bu anlayış Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra İstanbul’a getirdiği Emevi Alimleri(!) ile geldi.   Bu anlayış etkisini günümüze kadar sürdürdü.

Sessiz diye suçlanan halk; devletimizin bir bildiği vardır” ge leneğinden geliyor.

O nedenle  diyorum  ki;
Türkiye’nin  Şerif  Hüseyin’i  AKP ve  AKP’nin  lideridir.

AKP  ile  Vahhabilik  Türkiye  siyasetine,  bürokrasisine  girmiştir.

El Kaide  ile  ittifak  Vahhabi  anlayışın  sadece  bir  sonucudur.

Okumaya devam edin ‘Pardon, 35 CIA Ajanını Unuttunuz..!!!’

14
Oca
14

GRİP TACİRLERİ DOYMAK BİLMİYOR

Dünyada  her  sene,  Bronşit  ve  Zatürre’den  4 milyon 180 bin,  İshal’den  2 milyon 160 bin,  AIDS’den  2 milyon 40 bin,  Verem’den  1 milyon  460 bin  ve  Sıtma’dan  800 – 900 bin  kişi  yaşamını  yitiriyor.

Özet  bir  anlatımla,  koruması  ve  tedavisi  çok  basit  olan  bu  beş  basit / ilkel  hastalıktan  her  sene  10 milyon  insan  ölüyor.

Suriye’deki savaş nedeniyle Kızamık, Çocuk Felci, Sıtma ve Şark Çıbanı Türkiye için yeniden üzerinde durulması gereken hastalıklar haline geldi.

Grip Tacirlerinin umurunda mı?

Kış aylarının gelmesini dört gözle bekliyorlar.

Başlıyorlar Grip aşısı ve ilaçlarının reklamını yapmaya.

Kandırabildikleri, korkutabildikleri insanların sırtından para kazanmaya doymuyorlar.

Bu  ticaretin  halk  sağlığına getirdiği / getireceği  sakıncalara  çanak  tutuyorlar.

Grip, virüslerin neden olduğu insandan insana hızla yayılan bir enfeksiyon.

Her yıl 500 milyon ile bir milyar arasında değişen sayıda kişi Grip geçiriyor.

Bunların yaklaşık 250 bin ile 500 bin kadarının da ölümüne neden oluyor.

Bu durum her kış ve yüzlerce yıldan beri tekrarlıyor.

Ancak burada halkın bilmediği ya da grip tacirlerinin açıklamadığı bir ayrıntı var.

Bu ölümlerin neredeyse tamamına yakını doğrudan Gribe bağlı değil.

Gribe yakalanmadan önce kişilerde zaten var olan şeker, kronik kalp, böbrek, akciğer hastalığı ile kanser, AIDS ya da bağışıklık yetersizliği ve benzeri ciddi bir takım sağlık sorunlarına bağlı.

Kısa bir anlatıma Grip ölümleri diye bilinen ölümlerin çoğunun nedeni Grip değil.

Bu ölümlerde grip yalnızca bir bahane.

Doğrudan gripten ölenlerin sayısı ise bunların yanında çok az.

Bu bahaneden yani Gripten, bir kar ya da korku sömürüsü aracı haline getirilen aşı ile korunulabilir mi ?

Hayır.

Grip aşısı Gribe bağlı olduğu söylenen ölümlerden yalnızca çok küçük bir kısmını önleyebilir.

Elbette ki önlenebilecek tek bir ölüm bile çok kıymetlidir.

Herkes aşı yaptırarak Grip bahanesiyle ölmekten kurtulacak olan bu küçük sayıya dahil olmak ister.

Bu nedenledir ki yukarda sayılan hastalıklara sahip olan yüksek risk gruplarının kış gelmeden ve kasım ayında grip aşısı yaptırması önerilir.

Ayrıca 65 yaş ve üzerindekiler, Huzur evinde kalan veya bir sağlık ünitesinde kronik bakım verilenler, uzun süreli aspirin tedavisi alan 6 ay-18 yaş arası çocuklar, bağışıklık yetmezliği olanlar, yüksek riskli gebeliği olanlara da aşı yapılmalıdır.

Bir de yüksek riskli kişilere Grip bulaştırma olasılığı olan; doktorlar, hemşireler ve hastanede çalışan diğer personel ile huzurevi ve kronik hasta bakım veren sağlık ünitelerinde çalışanlar, yüksek riskli kişiler ile aynı evde yaşayanların da aşı yaptırmasında yarar var.

Bunların dışındaki hiç kimsenin grip aşısı yaptırmasına gerek yoktur.

AŞININ  KORUYUCULUĞU  ÇOK  DÜŞÜKTÜR

Gribe enflüanza A ve B virüslerinin neden olmaktadır.

Bu virüsler, hemaglutinin (H) ve nöraminidaz (N) olarak adlandırılan iki yüzey antijenine sahip.

Büyük salgınların nedeni olan enflüanza A virüslerinin H1, H2, H3 ve N1, N2 alt tipleri var.

Bu alt tipler sürekli antijenik değişikliklere uğrayarak yeni tipler (suşlar) üretiyor.

Bundan ötürü de hastalığı geçirerek veya aşılanma ile elde edilen bağışıklık insanları bu yeni tiplere veya bunlarla oluşan salgınlara karşı korumuyor.

İnsanlık her kış bu yeni tiplerle oluşan salgınlardan nasibini alıyor.

Grip aşısında en son salgın yapan iki adet A ve bir adet B olmak üzere yalnızca üç tip virüse ilişkin antijen bulunur.

Bu nedenle de her yıl üretilen aşı içinde bulunan ve yalnızca o yıla özel üç tip virüse karşı korur.

Örneğin 2012-2013 yılı grip aşısı içinde enflüanza A(H1N1), enflüanza A(H3N2) ve enflüanza B virüslerinin antijenleri var.

Eğer bu kış sekiz ya da on virüs tipi salgın yapar ve bunlardan üçü aşı içindekiler ile aynı olur ise, aşı yaptıranlar yalnızca bu üçüne karşı ve %50-80 oranında korunur.

Yaşlılarda koruyuculuk oranı daha da düşüktür.

Dolayısı ile aşı, içinde bulunan virüs tiplerine karşı bile tamamen korumadığı gibi, aşı içinde bulunmayan ve salgın yapan / insanlar arasında dolaşan beş yada yedi tipe karşı hiç korumaz.

Başka bir anlatımla aşı yaptıran insanların Gribe yakalanma olasılığı aşı yaptırmayanlardan çok fazla düşük değildir.

Bu sene salgın yapan H1N1 geçen seneki yani aşıda bulunan H1N1 virüsü ile aynı özelliklere sahip iken, H3N2 ve B virüslerinin özellikleri değişmiş ve aşıda bulunan ile farklıdır.

Yani piyasadaki aşılar yalnızca H1N1 virüsüne karşı koruma yapabilmekte, H3N2 ve B virüsüne karşı koruma yapamamaktadır.

Şu anda salgın yaptığı söylenen de bu H3N2 virüsüdür.

Yinelemek gerekir ise Grip aşısı ile elde edilen bağışıklık, aşı olan kişileri onlar ve hatta yüzlerce grip virüsünden en fazla üçüne karşı koruyabilir.

O da, bir evvelki sene salgın yapan virüslerin değişime uğramaması ve aynı kalması koşulu ile.

Eğer bunlar değişir ise bunlara karşı bile korumaz.

Yani aşının koruyuculuğu sıfır biile olabilir.

Bundan ötürü de normal/sağlam kişilerin grip aşısı yaptırmasının hiçbir anlamı yoktur.

Yalnızca yüksek risk gruplarının yani gribe yakalanması halinde ölme riski çok yüksek olanların aşı yaptırması yerinde olur.

Burada da, aşı şayet içinde bulunan üç tipe karşı koruma sağlar ise hiç yoktan iyidir düşüncesi yatmaktadır.

Yoksa aşının bu tiplerle oluşacak olan Gribe karşı tamamen korunduğu anlamı çıkarılamaz.

Bu özelliklerinden ötürü Grip aşılarını yüksek risk grupları dışındaki gruplara uygulamak ve önermek yanlıştır.

Bir umut sömürüsüdür.

Ayrıca kitlesel uygulamalarda getirdiği sağlık sakıncaları kazandırdığı yararından çok daha fazladır.

GRİPTEN  KORUYAN  HERHANGİ  BİR  İLÂÇ  YOKTUR

Gripten büyük oranda koruyan aşı olmadığı gibi herhangi bir ilaç da yoktur.

Sınırlı sayıda da olsa antiviral denilen ve virüslere etkili olan bazı ilaçlar vardır.

Bunlar yerinde ve zamanında kullanılır ise Gripte çok sınırlı bir fayda elde edilmektedir.

Ancak hiç kimse bu ilaçları hekimlerce reçete edilmedikçe, kendiliklerinden eczaneden satın alarak kullanmamalıdır.

Gereksiz yere antiviral kullanılması virüslerin bu ilaçlara karşı direnç kazanarak gerçek ihtiyaç ortaya çıktığında işe yaramamalarına neden olur. Başka bir anlatımla viral hastalıklar tedavi edilemez hale gelir.

Hekimler antiviral yazma ve önerme konusunda olabildiğince titiz davranmalıdır.

Antibiyotiklerin başına gelen antivirallerin de başına gelmemelidir.

Antibiyotiklerin grip ve nezle geçirenlere hiçbir yararı yoktur.

Tam tersine rastgele antibiyotik kullanılması, kullananların bedeninde bulunan mikropların bu ilaçlara karşı direnç kazanmasına ve tedavi edilemez enfeksiyonlar oluşturmasına neden olur.

Ayrıca her antibiyotiğin bazı yan etkileri vardır.

Gereksiz yere antibiyotik alınması bedeni bu yan etkilere maruz bırakarak hastalandırılması anlamına gelir.

Vitamin ve benzeri ilaç ve bitkiler konusuna gelince ise normal beslenen insanlara hastayken bile ilave ya da ilaç şeklinde vitamin önerilmez.

Gripte ek bir yararı yoktur.

Yatarak dinlenme, bol sıvı alımı, ağrı kesici ve ateş düşürücüler, öksürük kesiciler gibi ilaçlar ile yakınmaların/şikayetlerin tedavisi önerilir.

Ağır vakalarda ve yüksek risk grubunda gelişmeler ve komplikasyonlar yakından takip edilmeli ve uygun şekilde tedavi edilmelidir.

GRİP  SALGINI  ÇOK  BASİT  YÖNTEMLERLE  BASTIRILABİLİR

Grip, daha çok hastalığa yakalanmış kişinin hapşırma, öksürme ve konuşma sırasında havaya saçtığı salgıların veya bunların bulaştığı tozların solunması ile bulaşır.

Doğrudan salgılar ile kirlenmiş el veya eşya ile bulaşma da önemlidir.

Bu nedenle salgı damlacıklarının ya da virüslü tozların bulunduğu kalabalık ortamlarda bulunmak, hastalarla tokalaşmak /öpüşmek hastalığa yakalanma açısından risk yaratır.

Gripte bulaşma zincirini kırmanın en kestirme yolu hastaların ve hatta kendini iyi hissetmeyenlerin sokağa çıkmamasıdır.

Özellikle çocukların okula/kreşe gönderilmemesi ve arkadaşları ile oynamak için sokağa çıkarılmaması çok önemlidir.

Grip olanların sokağa çıkmayarak evde dinlenmesi hem hastalığın diğer kişilere bulaşmasını önler hem de daha çabuk iyileşmesine neden olur.

Öğretmenler, hasta öğrenci gördüğünde onun sınıfta kalmasına izin vermemeli ve derhal arkadaşlarından ayırarak ailesi onu alıncaya dek uygun bir yerde tutmalıdır.

İdareciler  hasta  çalışana  izin  vererek  derhal  evine  göndermelidir.

Okumaya devam edin ‘GRİP TACİRLERİ DOYMAK BİLMİYOR’

13
Oca
14

Türk Solu Başyazarı Gökçe Fırat’ın açıklaması :

https://www.facebook.com/photo.php?v=10151890750561129

Türk Solu   Başyazarı  Gökçe Fırat’ın  açıklaması :

Türk Solu’na  sansürün  sebebi :

Sümeyye’nin  kasedi

Değerli basın mensupları, saygı değer Türk kamuoyu,

Gazetemize  matbaada  el  konuldu

Türk Solu gazetesi, 12 Ocak 2014 tarihinde dağıtıma girecek ve gazete bayilerinde satılmaya başlanacaktı ancak 11 Ocak tarihinde basılmış gazetelere matbaada el konulmuş ve dağıtıma çıkması engellenmiştir.
Olay Türkiye açısından 12 Eylül dönemini hatırlatacak kadar vahim bir sansür uygulamasıdır. Ve bu sansür bizzat Başbakan’ın emri ile gerçekleştirilmiştir.

Başbakan  emretti  Sabah  uyguladı

Türk Solu gazetesinin basımı için Sabah matbaası ile dağıtımı içinse yine aynı gruba ait Turkuvaz

Dağıtım ile sözleşme imzaladık.

Bu sözleşmeye göre 11 Ocak günü gazetemiz basıldı, saat 16.00 sularında paketlenmesi bitmişti. Tam o sıra yukarılardan geldiği

söylenen bir emirle basılmış gazetelere el konuldu, dağıtıma da sevk edilmedi.
Gazete içinden aldığımız bilgilere göre olay bizzat Başbakan’a intikal ettirilmiş ve onun emri ile gazetenin dağıtımı durdurulmuştur.
Böylelikle Sabah grubu başka bir gazeteye sansür uygulayan bir kuruma dönüştü, adeta polis gibi (üstelik kendi bastığı) gazetelere el koydu. Ol

ay basın ahlakı ve özgürlüğü açısından yüz karası bir uygulamadır.
Bu kanun dışı uygulaması nedeniyle Sabah grubu hakkında gerekli yasal girişimlerde bulunacağız.

Sümeyye’nin  kasedi

Sabah grubunun dağıtmadığı gazetemizin kapağı ise bu sansürün nedenidir. Gazetemizin 433. sayısı

“Sümeyye’nin kasedi geliyor” manşeti ile çıkacaktı.
Mesele son derece nettir ve büyük bir haber değeri taşımaktadır.
Kim olduğunu ve kimler adına davrandığını bilemediğimiz birilerinin elinde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen bir kaset vardır. Üstelik bu kasedin çok yakın bir dönemde yayına sokulacağı söylenmektedir.
Ve bizim aldığımız bilgilere göre de bir marjinal siyasi grup bu kasedin yayınlanmaması için Başbakan’a şantaj yapmaktadır.
Ve daha önemlisi bu kasedin sorumluğu Cemaat’in üzerine atılacaktır.

Kaset  komplosu

Ortada son derece pis bir oyun, çirkin bir komplo vardır. Gazetemiz de sorumlu davranarak bu olayı ve süren pazarlıkları haberleştirmiştir.
Gazetemiz yine bu kasedi izlemediğini, reddettiğini, bu tür kaset siyasetlerine karşı olduğunu belirtmiştir. Yani sorumlu bir gazetecilik örneği sergilemiştir.
Biz başından itibaren kamuoyunu bilgilendirme ihtiyacı hissettik. Olay son derece önemlidir. Hükümet tarafından çıkartılmak istenen internet yasasının sebebi budur. AKP ile Cemaat arasında tam da bu mevzide yeni bir savaş ve çok büyük bir cadı avı başlayacaktır. Yani tüm Türkiye’yi etkileyecek pimi çekilmiş bir bombadır bu kaset.
Türk Solu’na el konularak, dağıtımı engellenerek bu olayın üstünü örtemezsiniz. Türk Solu’nu susturduğunu sanan Başbakan, bizimle uğraşacağına kendisine şantaj yapan güçlerle uğraşsın.

Sansüre  isyan  edin

Türk Solu’na yönelik engellemelere ise herkes isyan etmeli ve karşı çıkmalıdır.
Bu ülkede her siyasi grup hatta terörle bağlantılı gruplar bile gazete ve dergi basabilmekte, bunu piyasaya sürebilmektedir.
Şu  anda Türkiye’de  dağıtıma  giremeyen  tek  gazete  vardır,  o  da  Türk Solu’dur !
Tüm basın mensuplarını vicdana davet ediyoruz:

Bu  fiili  sansürü  sürdürmeyin.  Bari  sizler  köşelerinize  bu  olayı  taşıyın.
Yine TBMM’deki milletvekillerine, muhalif siyasetçilere sesleniyoruz, bu tür fiili sansür girişimlerine ses çıkartın. Burada susturulan sadece Türk Solu değildir. Emin olun bir süre sonra bu uygulamalar genişleyecektir. Basını susturan iktidar, muhalefeti de susturacaktır.
Son olarak Türk Solu okurlarına, gazetemizin takipçilerine, abonelerine, dağıtımcılarına, bu harekete gönül verenlere sesleniyoruz, gazetenize sahip çıkın. Bu gazete görüyorsunuz ki Türkiye’nin en önemli muhalif sesidir.
Ve bizler de kamuoyuna şu sözü veriyoruz: Bu gazete dağıtıma çıkacak! Hiçbir güç engel olamayacak!
Tayyip Erdoğan da, yandaş medyası da gidecek ama Türk Solu kalacak!

13 Ocak 2014

Türksolu irtibat: (0212) 292 65 26iletisim@turksolu.com.tr
12
Oca
14

Türkiye Nereye

Yarattığı  Kemalist  eylemle 20.yüzyıl  dünya  politikalarına  biçim  veren  Türkiye,  aynı  potansiyeli,       Metin  AYDOĞAN21. yüzyıla  girerken  de  taşımaktadır.

Bugün,  Kemalizm  ve  Yeni–Osmanlıcılık’la  bir  yolayrımına  getirilmiş  olan  Türkiye;  Kemalist  yolu  seçebilir  ve  tüm  az  gelişmiş  ülkelere  ‘küreselleşmeye’  karşı  örnek  olabilecek  güncel  bir  model  oluşturabilir.

Bu  olasılık  Türkiye  üzerindeki  Batı  kaynaklı  global  baskıyı  arttıracak  ve  bu  baskı,  Türkiye’nin  Kemalist  politikalara  yönelmesi  oranında  radikalleşecektir.

1920’deki  Ankara – İstanbul  çatışmasının  yerini,  gizli  ya  da  açık,  yumuşak  ya  da  sert;  yurtsever – işbirlikçi  mücadelesi  alacak  ve  bu  mücadelenin  somut  ifadesi  olan  küresel  hegomonya – ulus  devlet  çatışması  derinleşecektir.

“20. Yüzyılı  Türkiye  Belirleyecek”

ABD  Başkanı  Bill  Clinton,  Ekim  1999’daki  Amerika  ziyareti  sırasında  Başbakan  Bülent  Ecevit’e  şunları  söyledi :   “20. yüzyılın ilk elli yılı Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının paylaşılmasının yol açtığı değişikliklerle geçti. 21.yüzyılın ilk elli yılı da Türkiye’nin alacağı doğrultuyla şekillenecektir… Türkiye modelinin, hem İslâm dünyası, hem Türkiye’nin bulunduğu bölge, hem de Avrupa için çok büyük etkileri olacaktır.” 1 

Clinton  benzer  görüşleri  bir  ay  sonra  yineledi.

Berlin  Duvarı’nın  yıkılışının  10. yıldönümünde  Georgetown  Üniversite’sinde  yaptığı  konuşmada  ise  şunları  söyledi :  “Önümüzdeki yüzyılın, büyük ölçüde, Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına bağlı olarak şekilleneceğini umuyorum.” 2 

Bu  sözler;  batılı  ülkelerin,  Ortadoğu  ve Türkiye’ye  yönelik  yüz  yıldır  değişmeyen  politik  tercihlerinin  en  özlü  ifadesidir.

21.Yüzyıl  başında,    Batı  için  gerçekten  “önemli”dir.

Bu “önem”in temelinde, yalnızca Ortadoğu’ya değil, küreselleştirilmeye çalışılan tüm dünyaya yönelik kaygılar vardır ve bu kaygılar gelişmiş ülkelerde yerleşik devlet politikası haline getirilmiştir.

Bunun açık kanıtı, Mart 2001 de yayınlanan “Global Trends 2015” adlı rapordur. ABD Dışişleri Bakanlığı, Merkezi Haber Alma Örgütü (CIA) ve ABD Ulusal İstihbarat Konseyi (NIC) tarafından ortak olarak hazırlanan bu raporda, Türkiye için şu saptama yapılıyor: “Türkiye’deki her gelişme, global oluşumları direkt olarak etkileyecektir.. Türkiye’nin 2015’e kadar iç istikrarı ile jeopolitik konumundaki gelişmeler; Bölge, Batı dünyası ve Amerikan menfaatleri üzerinde büyük etki yapacaktır.” 3 

Türkiye  21. Yüzyılı  Nasıl  Belirleyecek

Yarattığı Kemalist eylemle 20. yüzyıl dünya politikalarına biçim veren Türkiye, aynı potansiyeli, 21.yüzyıla girerken de taşımaktadır. Bugün, Kemalizm ve Yeni–Osmanlıcılık’la bir yolayrımına getirilmiş olan Türkiye; Kemalist yolu seçebilir ve tüm az gelişmiş ülkelere ‘küreselleşmeye’ karşı örnek olabilecek güncel bir model oluşturabilir.

Clinton’ın kaygı ve korkusu budur. Bu kaygı ve korku, Türkiye üzerindeki Batı kaynaklı global baskıyı arttıracak ve bu baskı, Türkiye’nin Kemalist politikalara yönelmesi oranında radikalleşecektir. 1920’deki Ankara-İstanbul çatışmasının yerini, gizli ya da açık, yumuşak ya da sert; yurtsever-işbirlikçi mücadelesi alacak ve bu mücadelenin somut ifadesi olan küresel egemenlik–ulus devlet çatışması derinleşecektir.

İkinci olasılık, Kemalist birikimin tümüyle etkisizleştirilerek Türkiye’nin Batının taşeronu olarak Ortadoğu’da kullanılmasıdır. Büyük Ortadoğu Projesi’nde etkin görev verilerek, stratejik konumu ve askeri gücüyle emperyalist politikaların uygulayıcısı olmasıdır. Bu olasılıkda da Türkiye, ulusal bağımsızlığa dayalı Kemalist yola girmeyerek küresel siyasete güç veren önemli bir oyuncu olacaktır. “2015 yılına dek iç istikrarıyla jeopolitik konumundaki gelişme” olarak dillendirilen budur. Clinton bu iki olasılıktan söz etmektedir.

Avrupalıların  İlgisi

“Türkiye’nin gelecekte alacağı doğrultu” konusuna, doğal olarak Avrupalılar da yakın ilgi göstermektedirler. Büyük devlet çıkarlarının kesişme noktasında bulunan ve alacağı doğrultuyla bu çıkarları doğrudan etkileyecek olan Türkiye, bugün dünyada iç işlerine en çok karışılan ülke durumundadır. Türkiye’nin getirildiği yolayrımında, seçmesi gereken yolu, Clinton üstü örtülü olarak gösteriyor, ama Avrupa Parlamentosu Üyesi ve Türkiye–AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Daniel Cohn–Bendit, bunu açık olarak ve isim takarak yapıyor.

Cohn Bendit Batıyla bütünleşmeye Barselona Yolu, Kemalizmin yaşatılmasına ise Bağdat Yolu diyor ve şunları söylüyor: “Her iki yol da mümkündür, her iki yolun da kendi şans ve imkanları vardır. Barselona yolu Türkiye için geleneksel Kemalist köktenciliğin parçalanması anlamına gelmektedir. Bu durumda Türkiye, Türk Devleti içinde Kürtlerin öz yönetimini güçlendirmeyi de içeren, bölgesel ademi merkeziyetçiliği kabul etmek zorundadır. Bağdat Yolu ise, Kemalist merkeziyetçilik ve otoriteciliğin güçlendirilmesi, böylece de Avrupa’dan vazgeçilmesi anlamına gelmektedir.” 4 

Kemalizm  Korkusu

Fransa’da yayınlanan Le Figaro Gazetesi, 16 Nisan 2001 tarihinde  “Tükenmiş Bir Rejim”  bağlığıyla yayınladığı yorumda, Türkiye’nin Batı için önemini vurgularken, Atatürkçü yönelmelerden duyduğu rahatsızlığı, kaba ve ilkel bir üslupla dile getirmektedir. Fransız Gazetesi şunları yazıyor :  “NATO’nun elli yıldır temel direklerinden olan Türkiye, aynı zamanda Batı’nın Ortaasya ülkeleri ve Kafkasya’ya açılan kapısıdır.. Otuzlu yılların ideolojisine takılı kalan, fosilleşmiş bir rejime sahip olan Türkiye’de; bürokrasi işlersiz ve yolsuzluklar süreklidir, bankacılık sektörü çökmüştür, askerler devletin gerçek hakimi durumundadırlar, azınlık ve insan hakları ihlal edilmektedir, hükümetin, AB’ne verdiği ‘Ulusal Program’ yeterli değildir; binlerce sayfalık programda, Kürt sözcüğü, bir kez bile yer almıyor. Bütün bunlara karşın; Türkiye, ne IMF’ye terk edilecek, ne de sahipsiz bırakılacak bir ülkedir. Türkiye, Avrupa için çok önemli bir ülkedir” 5 

28 Şubat’ın  Önemi

Türkiye, “28 Şubat Kararlarıyla”, doğrultusunu herkesin anlayabileceği bir biçimde Kemalizme döndürmüştü. “28 Şubat süreci”, Milli Güvenlik Kurulu’nun 1997 yılı Şubat’ında aldığı kararlarla sınırlı bir gelişme değildir. Türkiye, aynı yıl Milli Güvenlik Kurulu ile, “Milli Siyaset Belgesini”, Genel Kurmay ile de “Milli Askeri Strateji Kavramını” (MASK) değiştirmiştir. Batıyı rahatsız eden ve kaynağını Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anlayışından alan bu yöneliş, doğal ve kaçınılmaz olarak; küresel güç odaklarının tepkisini çekmiş ve baskı altına alınmıştır.

ABD’den  Tehdit

ABD Hava Harp Akademisi Türkiye Masası Şefi Albay Michael Robert Hickok, Türkiye’deki yeni yönelişlerden duyduğu hoşnutsuzluğu açık olarak dile getiriyor. Albay Hickok, “Yükselen Hegemon Türk Stratejisi ile Askeri Modernizasyon Arasındaki Uçurum” adını vererek yayınladığı makalesinde, hoşnutsuzluğunu şu üç konu üzerinde yoğunlaştırıyor: “Kararların Washington ya da Brüksel’de değil Ankara’da belirlenmesi, diğer NATO üyelerinde askeri harcamalar azalırken Türkiye’de artması ve Milli Askeri Strateji Kavramı’nın Birleşik Devletler’e sorulmadan değiştirilmiş olması.”…

Hickok adı geçen makalede şunları yazıyor: “… Ankara’daki karar vericiler, günümüzdeki yeni fırsatlardan yararlanmak ve belirsiz gelecek konusunda Türk çıkarlarını korumak için, daha aktif güvenlik politikalarıyla ilgilenmektedir. Türkiye’nin bölgede bağımsız bir güvenlik faktörü olarak yükselmesi, komşularının dikkatinden kaçmış değildir. Ankara’nın post–Kemalist dış politika denemesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni modernize ederek, tüm komşularından daha fazla kabiliyet kazanması, aynı zamana denk gelmiştir.. Türkiye’nin güvenlik politikasının, giderek daha fazla tahmin edilemez olması; bunun yanı sıra, Ankara’nın komşularına oranla artan askeri gücü, bölgesel istikrarsızlığı arttırmaktadır. Türkiye’nin ihtiraslı Ulusal Güvenlik Stratejisi ve kanıtlanmış askeri yetenekleri, tüm bölgede joe-politik yeni bir yapılanmayı zorlamaktadır.. Türkiye’nin müttefik olarak gerçek değeri artarken, Ankara daha az güvenilir bir güvenlik ortağı olmuştur.. ‘Milli Askeri Strateji Kavramı’ (MASK) ile 1985 yılında Birleşik Devletler ile birlikte belirlenen genel çerçeve değiştirilmiş, NATO ve Birleşik Devletlerin inisiyatifine bırakılan konular da yeniden ele alınmıştır.” 6 

Hickok’un söylemi, Türk ordusuna karşı girişilen eylemler, tutuklamalar, hapisler ve tasfiyelerle anlam kazanmıştır.

Avrupa’dan  Açıklamalar

Almanya Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher, Almanya’nın önemli gazetelerinden Süddeutsche Zeitung’a, 1992 yılında verdiği demeçte; “Biz Yugoslavya’da yeni bir model oluşturduk, Türkler de Kürtlerle, buna benzer bir model üzerinde anlaşmalıdırlar” diyordu. 7 

Gazeteler  Ne  Diyor

400 bin trajlı Stuttgart gazetesi Stuttgarter Zeitung yazarı Adrian Zielcke, gazetenin 9 Ocak 1998 tarihli baskısında, Türkiye’ye akıl verip adeta tehdit ediyor: “Türkiye, Kürtlerin azınlık haklarını kabul etmeli ve sorunu politik olarak çözmelidir… Ankara bunu kendisi yapmazsa Birinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye, Irak ve Suriye arasında paylaştırılan Kürt sorununa çözüm bulmak için uluslararası baskı artacaktır.” 8 

Stuttgarter Zeitung 19 Ocak 1998 tarihinde, Wolfgang Koydl imzasıyla yayınladığı başyazıda Türkiye hakkında şunları yazdı: “On yıl içinde, Türklerin komşusu olan üç güçlü politik sistem battı ve sessiz sedasız yok oldu. Bu sistemler, en az Türkler’in kendi Kemalist modelleri kadar dayanıklı inşa edilmiş görünüyorlardı. İran’da Şah monarşisi, Sovyetler Birliği’nin Politbüro Komünizmi ve Yugoslavya’daki fedaratif Balkan deneyimi. Rahatsız edici olan, her üç devlet de Türkiye Cumhuriyeti ile paralellikler gösteriyor. Hepsi de dinsel veya etnik çelişmeler yüzünden yıkıldılar. Üstelik Türkiye’de her ikisi de var: Politik İslam ve Güneydoğu’daki Kürtlerin ayaklanması… Lenin’in devleti 73 yaşına basmıştı; Güney Slavlarınki 74 yaşındaydı. Atatürk’ün Cumhuriyet’i bu yıl hayli kritik 75. yaşına geldi.” 9 

“Demokrasiyi  Savunmak”

Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde (Haziran 1999), Avrupa Birliği üyesi 15 ülkenin 11’inde iktidarda olan ve ikisinde koalisyon hükümetlerine katılan Sosyalist ve Sosyal Demokrat Parti liderleri, 27 Mayıs 1999 tarihinde Paris’te yapılan “Avrupa Solu” zirvesinde bir araya geldiler.

“Avrupalılık” kavramının tartışıldığı zirvede, toplantının “mimarı” ve eski Fransa Kültür Bakanı Jack Lang, şunları söyledi: “Avrupa Birliği yalnızca ekonomik çıkarlar ve düzenlemelerden ibaret değildir. Demokrasi ve insanlığa verdiğimiz değerleri, yalnız sınırlarımız içinde değil, sınırlarımız dışında da savunacağız. Gelecekte ve gerekirse bugün, Kosova’da yaptığımız gibi Kürt halkını da savunup koruyacağız. AB’nin ne stratejik ve ne de ekonomik çıkarları, diktatörlerle mücadelemizi önleyemez.” 10 

“NATO  Kürtleri  Korusun”

Baskılar gerçekten artmaktadır. Baskıcı anlayışın en çarpıcı ve kaba örneğini Amerikalı bir milletvekilinin sözlerinde buluyoruz. ABD Temsilciler Meclisi’nde, Şubat 1999’da bir konuşma yapan Californiya Eyaleti Milletvekili Brad Sherman, şunları söyledi: “Türk Devleti’nin Kürdistan’a (Güney ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri kastediliyor) gönderdiği askeri güç, Slobodan Miloseviç’in Kosova’ya gönderdiği güçten daha fazladır. Kürdistan’da, Kosova’dan daha çok insan öldürülüyor. Umuyorum ki ABD, Kürtlerin korunması için daha açık ve daha katı bir tutum izler. Baskıcı rejimlere karşı olan tutumumuz, bu ülkelerin NATO müttefiki olması ya da olmaması ile değiştirilmemelidir. Türkiye’deki Kürtlerin korunması için ABD, askeri güç kullanarak devreye girmelidir.” 11 

Türkiye’nin  Önemi

İleri sürülen görüşler, sıradan gazete haber ya da yorumları değil, Batılı devletlerin günümüzdeki Ortadoğu ve Türkiye politikalarının temel eksenidir. Avrupa ve ABD, oluşumunu sağladığı Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu sorunlarını, küresel bir boyutta tutmanın kararlılığı içindedir.

Ortadoğu’daki Batı çıkarları, artık bölgede bilinen petrol yataklarının elde tutulması sınırını aşmıştır. Türkiye; Orta Asya, Rusya ve Ortadoğu enerji kaynaklarının kavşak noktasıdır; 21.yüzyılın temel sorunu olacak olan, zengin su kaynaklarına sahiptir; GAP, herkesin “iştahını kabartmaktadır.”

Uygulamalar, dünyaya egemen kılınmak istenen yeni düzen ideolojisinin, politik sonuçlarıdır. Avrupa Parlamentosu’nun, Türkiye’ye yaptığı Kıbrıs, Ege ve Güneydoğu önerileri, Batı parlamentolarında alınan “Ermeni soykırımı” kararları, Barzani ve Talabani ile “bölgesel bir yönetim birimi olarak Kürt Federe Devletinin” kurulmasına yönelik gelişmeler, Türk ordusunun üst düzey komutanlarının tutuklanması, 10 yıldır çıkarılan yasalar, şirket satışları, özelleştirmeler, Suriye politikası vb. bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Türkiye bugün istenilen biçime sokulmuş, Clinton ya da Cohn Bendit’in kaygı ve korkusu; Türkiye’nin doğrultusunun Atatürk ve ulusal bağımsızlığa değil, emperyalizmle bütünleşmeye çevrilerek şimdilik giderilmiştir.

ABD istihbarat örgütlerinin 2001 yılında hazırladığı  “Global Trent 2015”  raporuna ve orada dile getirilen  “Türkiye’nin 2015’e kadar iç istikrarı ile ilgili her gelişmenin, global oluşumları direkt olarak etkileyecektir”  yaklaşımına yanıt bulmak zorundayız.

2015’e  bir  yıl  kaldı  ve  önümüzde  üç  kritik  seçim  var.

Sonrasında  olacakları  herkesin  düşünüp  bulması  gerekir.

Amerikalı istihbaratçılar  13 yıl  önce  hazırladıkları  raporla  neyi amaçladılar ?

Amaçları  yönünde  sağladıkları  başarının  sonuçları  ne  olacaktır ?

Okumaya devam edin ‘Türkiye Nereye’

12
Oca
14

TÜRKSOLU — SUSMAYAN — GERÇEK SOL..!!!

TURKSOLU

PARALEL  DEVLETLER

 




İstatistikler

  • 2.406.132 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ocak 2014
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

En fazla oylananlar