Eylül 2008 için arşiv

30
Eyl
08

ABD’nin çıkarları için!

Pentagon: “Türkiye’ye AMRAAM füzelerinin satışı ABD’nin ulusal çıkarları için hayati önemde”.

ABD’nin en iyi silah müşterilerinden biri olan Türkiye, 107 adet gelişmiş AMRAAM füzesi almak için ABD Kongresi’nden onay bekliyor.

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Türkiye’ye havadan havaya atılan 107 gelişmiş AMRAAM füzesi satılması için Kongre’ye bildirimde bulunurken, Pentagon’a bağlı Savunma Güvenlik ve İşbirliği Dairesi (DSCA), konuyla ilgili açıklamasında, Türkiye’ye yapılacak satışın 107 adet AIM-120C-7 AMRAAM ve ilgili füze konteynerleri, yedek parça, destek ve test teçhizatının yanı sıra eğitim verilmesini de kapsadığını ifade etti.

DSCA’nın bildirimde bulunmasının ardından iki hafta içinde Kongre’den resmi itiraz gelmemesi durumunda, satışa onay verilmiş sayılacak. Türkiye’ye satılacak füzeler, Raytheon şirketi tarafından üretiliyor.

“ABD’nin ulusal çıkarı için hayati önemde”
AMRAAM füzelerinin, Türk Hava Kuvvetleri’nin F-16 savaş uçakları tarafından kullanılması bekleniyor. DSCA açıklamasında “Türkiye, bölgede barış ve istikrarın sağlanmasında ABD’nin ortağı. Bu NATO müttefikimizin, bölgede kabul edilebilir bir askeri dengeye katkıda bulunacak şekilde güçlü ve hazır bir savunma imkan ve kabiliyeti geliştirmesine ve bunu korumasına destek verilmesi, ABD’nin ulusal çıkarı için hayati önem taşıyor” denildi.

Açıklamada, ABD’nin ulusal çıkarlarına işaret edilerek, “Türkiye’nin, bu imkan ve kabiliyete, savunma modernizasyonu, bölgesel istikrar ve ABD ve NATO ile müşterek harekat yeteneği açısından ihtiyacı bulunuyor” ifadesine yer verildi. “Bu modernizasyon, Türk Hava Kuvvetleri’nin, Türkiye’nin uzun kıyı ve sınırlarını gelecekteki tehditlere karşı koruma yeteneğini ilerletecek. Önerilen bu satış, Türkiye’nin teröre karşı küresel savaş ve NATO operasyonlarına ilişkin yeteneklerini de geliştirecek” sözleri de, Türkiye’nin bu füzelerle, ABD’nin uluslararası operasyonlarındaki tetikçiliğini artıracağının göstergesi oldu.

30
Eyl
08

Denizbank’ın sahibi de gidici

Fortis’in Benelüks ülkeleri tarafından kamulaştırılmasının ardından, Belçika merkezli Dexia’nın da batmak üzere olduğu belirtiliyor.

 Fortis Bank’ın yüzde 49’unun sabah saatlerinde Balçika, Hollanda ve Lüksemburg tarafından kamulaştırılmasının ardından Belçika merkezli finans devi Dexia’nın da batıyor olduğu söylentileri yayıldı.

Değer kaybı yüzde 30
Dexia’nın “kısa zamanda sermaye artırımı planladığı” yönündeki haberlerin de etkisiyle başlayan panikle birlikte Dexia hisseleri Brüksel borsasında günü yaklaşık yüzde 30 kayıpla kapattı. Böylelikle Dexia’nın piyasa değeri 12,5 milyar avrodan 8 milyar avroya düştü.

Daha önce Fortis müşterilerine güvence veren Belçika Başbakanı Yves Leterme, Dexia için de “sorumluluklarını yerine getireceklerini” söyledi. Belçika Maliye Bakanı Didier Reynders ise Fortis için yaptıklarının diğer tüm Belçika bankaları için geçerli olduğunun güvencesini verdi.

Öte yandan, Fortis’e yönelik kurtarma operasyonu da beklenen sonucu vermedi. Sabah saatlerinde açıklanan kamulaştırma müdahalesinin ardından kısa bir süre için değer kazanan Fortis hisseleri, ardından tekrar düşüşe geçerek günü yüzde 23,65 düşüşle kapattı.

Denizbank’ın sahibi
Uluslararası bir dev olan Dexia, Türkiye’de Denizbank’ın sahibi. 1997 yılında yapılan özelleştirme ile Zorlu Grubu’na satılan, 2006 yılında ise Zorlu tarafından Dexia’ya satılan banka tarım sektörüne en fazla kredi veren özel bankaydı.

Olanların ardından Denizbank’tan henüz bir açıklama yapılmadı.

 

30
Eyl
08

Krize benzin döktüler

ABD Temsilciler Meclisi’nin finans sektörünü kurtarma planını reddetmesiyle, küresel krizde yeni bir aşamaya gelindi. Krizin artık çok daha hızlı biçimde yayılması bekleniyor. Türkiye, yaşanan sarsıntıyı bayram sonrası hissedebilir.

 

ABD Kongresi Temsilciler Meclisi, dün gündeme aldığı finans sektörünü kurtarmaya yönelik 700 milyar dolarlık planı reddetti. Karar, ABD piyasalarında büyük sarsıntıya yol açarken, uzmanlar küresel krizin çok daha hızlı yayılacağı yeni bir aşamaya gelindiğini belirtiyorlar.

Bush kabinesi tarafından, özellikle Hazine Sekreteri Henry Paulson’un girişimleriyle hazırlanan plan, hafta sonu boyunca kongre lobilerinde tartışılmış ve pazar günü kongre üyelerinin plan üzerinde anlaştığı açıklanmıştı. Ne var ki oylamadan beklenen sonuç çıkmadı ve plan 205 oya karşı 228 oyla reddedildi.

Plana asıl çelme cumhuriyetçilerden
Plana Demokrat Parti’den 140 evet, 95 hayır oyu çıkarken, Cumhuriyetçi Parti’den 65 evet, 133 hayır oyu verildi. Böylelikle cumhuriyetçi Bush kabinesi tarafından hazırlanan planın önü, cumhuriyetçilerin üçte ikisi tarafından reddedilerek kesilmiş oldu.

Plana ret oyu veren demokratlar, çoğunlukla, “vergi mükelleflerinin parası ile Wall Street kurtarılmamalı” derken, cumhuriyetçiler “serbest piyasa ilkesine zarar verir” gerekçesiyle planı reddettiklerini söylüyorlar.

ABD piyasalarının tepkisi
Planın reddedilmesiyle birlikte hızla 600 puan kaybeden Dow Jones sanayi endeksi günü 777,68 puan (yüzde 7) düşüşle kapadı. Standard & Poor’s (S&P) 500 endeksi 106,59 puan (yüzde 8,8); Nasdaq endeksi ise 199,61 puan (yüzde 9,14) değer kaybetti. Bu rakamlar, Dow Jones ve S&P için 1987 yılındaki borsa çöküşünden, Nasdaq için ise 2000 yılındaki “dot-com krizi”nden bu yana yaşanan en sert düşüşleri ifade ediyor.

Karar petrol fiyatlarında da büyük bir düşüş yaşanmasına neden oldu. Kararın ardından, ham petrol fiyatları günü yüzde 11,21 düşüşle varil başına 93,1 dolardan kapattı.

En az bir hafta kaos yaşanacak
Oylama sonrası, planı savunan kongre üyeleri, planın birkaç gün içinde revize edilerek yeniden gündeme getirileceğini belirttiler. Başkan George Bush da oylamadan kısa bir süre sonra ekonomi danışmanları ile bir araya geldi. Demokrat Parti’nin yaklaşmakta olan seçimlerdeki başkan adayı Barack Oboma ise rahat bir tavırla planın “eninde sonunda geçeceğini” söyledi ve piyasaları sükunete davet etti.

Ancak, planın Temsilciler Meclisi’ne en erken perşembe günü getirilebileceği belirtiliyor. Temsilciler Meclisi’nin ikinci planı onaylaması durumunda, ABD Kongre Senatosu’nda nihai onay için bir oylama daha yapılacak. Dolayısıyla, her şey yolunda gitse bile, planın yürürlüğe girmesi gelecek haftaya kalmış görünüyor.

Uzmanlar bu süre zarfında, planın reddedilmesiyle oluşan belirsizliğin krizi şiddetlendireceğini ve finansal piyasaları alt üst edeceğini belirtiyorlar. Böylelikle, daha önce büyük ölçüde ABD sınırları içinde sürmekte olan krizin hızla Avrupa ve Asya piyasalarına yayılacağı tahmin ediliyor. Nitekim Türkiye saatiyle sabaha karşı 03:00’te açılan Tokyo borsası, güne ilk yarım saat içinde 560 puanlık (yüzde 5) şiddetli bir düşüşle başladı.

Avrupa dün güne Fortis Bank’ın yüzde 49’unun kamulaştırılmasıyla başlamış, ilerleyen saatlerde İngiltere’de mortgage devi Bradford & Bingley’e, İzlanda’da ise ülkenin üçüncü büyük bankası Glitnir’e el konmuştu. Ayrıca Belçika merkezli bir başka dev olan Dexia Bank’ın da batmanın eşiğinde olduğu açıklanmış, Belçika hükümeti Dexia’yı da kamulaştırmaya hazır olduğunu bildirmişti.

Avrupa’da genel beklenti kurtarma planının onaylanacağı yönünde olmasına rağmen yaşanan bu gelişmelerin, planın reddedilmesinin ardından nasıl bir seyir izleyeceği merakla bekleniyor. 

Bayramdan sonra tufan
Kriz şans eseri Türkiye’de bayrama denk geldi. Önümüzdeki üç gün resmi tatil olduğu için finans sektöründe hiçbir işlem yapılmayacak. Ancak, belirsizliğin çözümünde cumaya kadar anlamlı bir yol kat edilmemesi durumunda, üç gün boyunca işlem yapılmayan piyasalarda biriken kriz geriliminin, cuma günü patlayabileceği düşünülüyor.

Bu arada, son günlerde sık sık dile getirilen “bize bir şey olmaz” iddialarının mesnetsizliği de görülmeye başladı. Temsilciler Meclisi’nin kurtarma planını reddetmesiyle, gelişmekte olan ülkelerin menkul kıymet, bono ve para birimlerinin işlem gördüğü MSCI Yükselen Piyasalar Endeksi yüzde 7 gerileyerek, tarihindeki en büyük düşüşü yaşadı.

Bu düşüşte Türk Lirası da dolara karşı yüzde 3,9 değer kaybetti. Böylelikle uluslararası piyasada YTL/$ kuru dolar başına 1,2767 YTL ile 2007 ağustosundan bu yana görülen en yüksek değere ulaştı.

29
Eyl
08

Kürt yönetimi Türkiye’yi uyardı

TSK’nın Kuzey Irak topraklarına sınır ötesi operasyon yapmasına olanak sağlayan tezkere süresinin bitimine az kala, kimi zaman Genelkurmay Başkanlığı’nca açık olarak ilan edilen, kimi zaman da Kuzey Irak yetkilileri veya basını tarafından açıklanan operasyonlar devam ediyor. Son operasyonun “ABD gölgesi”nde yapıldığı öne sürülüyor.

 Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi İçişleri Bakanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri savaş uçaklarının Kuzey Irak topraklarındaki çok sayıda hedefi bombaladığını söyleyerek, Irak’ın toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin ihlal edildiğini belirtti. Açıklama, Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani liderliğindeki Irak Kürdistan Demokrat Partisi’ne bağlı bir internet sitesinde yayınlanan haberde yer aldı.
 
İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasında, 25 Eylül akşamı gerçekleştirilen bombardımanın, BM’nin, Kuzey Irak Kürt Bölgesi’nin ve Irak’ın tüm hava sahasının korunmasıyla ilgili kararından hemen sonra gerçekleştiğine dikkat çekilerek, “Irak Hükümeti, lrak’taki çokuluslu güç ve uluslararası toplum, Türkiye’nin bu saldırılarına karşı tavır almalıdır. Türkiye bu operasyonlarla, lrak’ın özgürlüğünü, toprak bütünlüğünü, egemenliğini ve uluslararası yasaları ihlal etmektedir” denildi.
 
Bazı kaynaklar ABD’nin “payı”na işaret ediyor

Türkiye’ye de çağrı yapan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi İçişleri Bakanlığı, “Türkiye Hükümeti’nden, Kuzey Irak’ta sivillere yönelik gerçekleştirilen haksız askeri saldırı kararlarını gözden geçirmesini istiyoruz. Bu saldırılar hiç kimsenin çıkarına değildir” dedi.
 
Yerel yetkililer ise, ABD ve Türkiye Genelkurmay başkanları arasında yapılan görüşmeden sonra yapılan ilk saldırının sivil yerleşim alanlarını hedeflediğine işaret ederek, Türk devletinin yeni bir konsept dahilinde Kuzey Irak halkını PKK’den uzaklaştırmak ve caydırmak için taciz atışları yaptığını öne sürdüler.

Irak Dışişleri de açıklama yaptı
Irak Dışişleri Bakan Yardımcısı Lebid Ebavi, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait savaş uçakları tarafından yapılan son hava bombardımanını kınadıklarını söyleyerek, bu türden askeri müdahalelerin Irak’ın egemenliğinin ihlali anlamına geldiğini, komşu ülkelerin, Irak’ın toprak bütünlüğüne ve  egemenliğine saygı göstermelerini, sınır ihlalinde bulunmamalarını istediklerini söyledi.

29
Eyl
08

Sonunda sanayi düşmanı yapacaklar

Çanakkale’de yapımı devam eden termik santral, doğa ve tarih yağmalıyor.

Çanakkale’nin Biga ilçesinde kurulum çalışmaları devam eden termik santrale tepkiler giderek artıyor. Çelik Enerji Tersane ve Ulaşım Sanayi A.Ş. (İÇDAŞ) tarafından projelendirilen, toplam 2100 megawat gücündeki santralin, yapıldığı yerin tarihsel önemi, çevresel ve ekonomik etkileri, tepkilerin esas hedefini oluşturuyor.

Son olarak geçtiğimiz cuma günü Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası’nda Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbant tarafından, “dünyanın en kirli teknolojisi” olarak nitelendirilen termik santrale ve İÇDAŞ’ın politikalarına karşı bir basın açıklaması yapıldı.

Termik santrallerin çevreye olan kalıcı zararlarının anlatıldığı basın açıklamasında, Çanakkale’de üç yıldır yapım çalışmaları devam eden santralin kurulum yerine değinilerek, kazı çalışmaları hâlâ devam eden ve tarihi İ.Ö. 8. yüzyıla kadar uzanan antik kent Parion’un 1 km kuzeyinde yapılacak santralin kültürel ve tarihi değerleri yok edeceği belirtildi.

“Sosyal suçluluk projesi”

Basın açıklamasında konuyla ilgili özel olarak vurgulanan bir nokta ise, İÇDAŞ’ın Parion kazılarına sponsor olmasıydı. Bu sponsorluğun “manidar” olduğunu söyleyen Hicri Nalbant, bu durumun kabul edilemez olduğunu ifade ederek “yapılacak bilimsel araştırmaların da bu gelişmelerden şüphesiz etkileneceği”ni vurguladı. İÇDAŞ’ın termik santralin yapılacağı yerde 2005 yılından bu yana sürdürülen kazılara “sosyal sorumluluk projesi kapsamında” sponsor olması büyük bir reklam kampanyasıyla tanıtılmış, kuruluş Çanakkale Valiliği’nden ödül almıştı. Genel Müdür Bülend Engin’in ödül töreninde “sosyal sorumluluk projelerinin İÇDAŞ’ın kurumsal kimliğinin bir parçası” olduğunu iddia etmiş ve “tarihine sahip çıkamayan toplumların geleceklerine sahip çıkamayacaklarını” söylemişti.

“Çanakkale’nin emisyon hacmi dikkate alınmadan yanlış yer seçimi”yle yapılan santralin, ormanları yok edeceği, suları zehirleyeceği ve dolayısıyla tarım ürünlerinde kalite ve üretim kaybına neden olacağı konuları basın açıklamasında yer bulan diğer etkilerdi. Bu gelişmelerin, “yaşamını tarımdan, ormancılıktan ve balıkçılıktan sağlayan çok sayıda üreticiyi göçe zorlayacağı” belirtilerek “gıda güvenliğimiz tehlikeye düşecektir” denildi.

“Santraller dışa bağımlılığımızı artıracak”

Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Hicri Nalbant, yapılması düşünülen santrallerin fiyatı son bir senede yüzde 100 artan ithal linyitle çalıştığını ve bunun ülkemizi dışa bağımlı hale getirdiğini belirterek çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Çanakkale bölgesinde sanayi kurulması için ilgili alanların tarım alanları statüsünden çıkarılıp sanayi alanı statüsüne sokulması ve bu konudaki raporun illerle bulunan Toprak Koruma Kurulu’ndan (TKK) alınması gerekliliğini açıklayan Nalbant, İÇDAŞ’ın ilk önce ÇED raporu alarak inşaata başladığını ama TKK’dan gerekli izni almadığı için sürecin yasal bir şekilde işlemediğini dile getirdi.

Nalbant, İÇDAŞ’ın Parion kazılarına sponsor olmasıyla ilgili olarak da “bilimsel araştırmaların üzerine siyasetin ve paranın gölgesinin düştüğü” görüşlerine yer verdi ve artık “kazıları sürdüren Cevat Başaran’ın söylediklerini şüpheyle karşılarım” dedi.

Santralin sonuçlarını “dışa bağımlılık, ormanların ve arazilerin tahrip olması, insanların sağlıklarının ciddi oranda bozulması” olarak özetleyen Nalbant, Çanakkale’nin fazlasıyla rüzgar ve güneş alan bir şehir olduğunu belirterek “rüzgardan, güneşten ve su buharından” enerji üretilmesini alternatif olarak önerdi.

Çevre ve tarih katili: İÇDAŞ

İÇDAŞ, İstanbul Sanayi Odası tarafından yapılan ilk 500 sanayi şirketi sıralamasında 2007 yılında 10. sıraya yükseldi. Patronu Bayram Aslan da Türkiye’nin 97. zengini. İthal hurda demiri işleyerek demir çelik üreten şirketin 2007 cirosu 2 milyar 100 milyon dolar. 2008’de bunu yüzde 50 oranında arttırmayı hedefleyen İÇDAŞ, AKP döneminden de Çanakkale’nin altın tepside sunulması başta olmak üzere en fazla nemalanan şirketlerden biri.

Şirket Çanakkale’de geçtiğimiz yıl 1,5 milyar dolar tutarında yatırımla yeni bir “entegre” tesis yaptı. Hurdadan demir üretmekten yani dışa bağımlılıktan vazgeçmeyen, “entegresi”ni demir çelik üretiminin yanısıra tersane, liman, enerji santrali gibi alanlarda da yatırım yapıyor oluşundan alan tesise 2009 yılında da 2 milyar dolar civarında harcama yapılacağı belirtiliyor. İÇDAŞ, bu yatırımlar içinde yer alan deniz suyu arıtma projesi sayesinde geçtiğimiz Haziran ayında “çok itibarlı” olduğu vurgulanan bir ödül aldı. Avrupa Birliği Çevre Ödülü “Yönetim Kategorisi”nde İÇDAŞ’a verildi. Şirket çevre konusunda kendilerini temize çıkaracak faaliyetlere özel önem veriyor.

Başbakan da tescilledi: İÇDAŞ “çevre dostu”

Türkiye’nin Erdemir’den sonra en büyük demir çelik üreticisi olduğu vurgulanan İÇDAŞ’ın Biga’daki tesislerinin açılışı geçtiğimiz Nisan ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapıldı. Beraberinde 10 bakanla geldiği törende Erdoğan İÇDAŞ’ın başarısıyla gurur duyduğunu söyleyip “Türkiye’de Aslan Ailesi gibi müteşebbislerin olması bizi memnun ediyor ve bu insanlar bağırarak çağırarak ‘biz buradayız’ demiyorlar. Yatırım ve üretim yapıyorlar. Türkiye’nin ihtiyacı içi boş olan tartışmalar değil, işte burada gördüğünüz manzaradır. Aslan Ailesi, ülkemiz sanayisinin yüz akıdır” demiş, yapılan enerji santralinin çevre dostu olduğunun da altını çizmişti.

“Kayıp” tesis

Çevre ödülleri ve övgüleri yağan İÇDAŞ’ı “bugünlere getiren” ve halen faal olan Güneşli’deki tesisten nedense kimse söz etmiyor. Firmanın web sitesinde bile yer almayan tesis İstanbul’un kirliliğine özel katkısı ile biliniyor. Ancak daha iyi ambalanmış olsa da hem bağımlılık hem de çevre kirliliği açısından Çanakkale’deki tesisin de aşağı kalır yanının olmadığı uzmanlar tarafından vurgulanıyor.

29
Eyl
08

Mahkemeler “erişim engelleme”yi sevdi

Türkiye’de internet kullanımı konusunda, yasakçı zihniyetin hakim olmaya başladığı gözleniyor. Konu, son olarak, Eğitim-Sen ve evrimbilimci Richard Dawkins’in sitelerinin kapatılmasıyla gündeme geldi. Bu iki sitenin de kapatılmasının arkasında Adnan Oktar var.

 İnternet üzerinde kontrol sağlamanın yolunu sitelere erişimi engellemekte gören Türkiye’de, son olarak evrimbilimci Richard Dawkins’in ve Eğitim-Sen’in siteleri bu uygulamaya maruz kaldı.

Mayıs 2007’de çıkan, “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” sonrası, Kasım 2007’den bu yana, 1.112 internet sitesine erişim engellendi. Youtube’un, yayınlanan Atatürk karşıtı videolar sebebiyle engellenmesiyle kamuoyunun gündemine gelen yasayla, geocities, wordpress, ekşi sözlük gibi popüler sitelere de belirli süreler yasak getirildi.

Youtube önce ofis açsın da görelim!
İnternet güvenliğiyle ilgili yasa daha yeni çıkmasına rağmen, bilişim hukukçuları değişiklik istiyor. Bunun en temel nedeni, “merkezi otorite”nin, henüz olguyu yeterince kavramamış olması. Örneğin, internet sitesi yasaklamalarının “sembol”ü haline dönüşmüş Youtube’dan, Türkiye’de ofis açması isteniyor, somut bildirim muhatabı bulabilmek için olsa gerek. İşlerini internet üzerinden yapan site sahipleri de, doğal olarak, bu talebi yerine getiremiyorlar.

Kapatma için mahkeme kararı şart değil
Sitelerin 415’i ‘çocukların cinsel istismarı’, 390’ı ‘müstehcenlik’, 79’u ‘kumar oynanması için yer ve imkan sağlama’, 51’i ‘Atatürk aleyhine işlenen suçlar’, 25’i ‘bahis ve kumar’, 12’si ise ‘fuhuş’ gerekçesiyle kapatılmış. ‘Çocukların cinsel istismarı’ ve ‘kumar oynanması için yer ve imkan sağlama’ konularında, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, mahkeme kararına gerek olmadan kendi adına karar verebiliyor. Bu iki konuda 805 kapatmanın 763’ü bu şekilde gerçekleşmiş. ‘Sağlık için tehlikeli madde temini’yle ilgili hiçbir kapatmaya rastlanmazken, ‘uyuşturucu/uyarıcı madde kullanımını kolaylaştırma’ gerekçesiyle bir site kapatılmış.

Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na bugüne kadar yapılan ihbar sayısı 24 bin 500. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, ihbarların hepsinin site kapatma talep ve gerekçesi taşımadığını belirtiyor. ‘Kişisel hakaret’, ‘terör’ gibi konularla ilgili ihbar ve şikayetler, bu kuruma değil, adli mercilere veya Terörle Mücadele şubelerine iletiliyor.

Yasa, Adnan Oktar’ın sansür mekanizması oldu
İnternet yasaklarını gündemde tutan önemli bir konu da, Adnan Oktar’ın özellikle son dönemde yaptığı başvurularla kapattırdığı siteler. “Yaradılış teorisi”ni anlattığı “Yaradılış Atlası” konusunda “en küçük bir itiraz istemeyen” Harun Yahya takma adlı Adnan Oktar, yeni kanunun getirdiği hakları kullanarak, “kendisi ve eserleri” hakkında eleştirel görüşlere yer veren siteleri kapattırma yoluna gidiyor. Geçenlerde yaşanan Eğitim-Sen sitesinin kapatılması da bunun sonucu.  Şubat 2007 tarihinde, Adnan Oktar’ın “Yaradılış Atlası” ile ilgili bir basın açıklamasının yayınlanması, Eğitim-Sen sitesinin kapatılması için yeterli sebep sayıldı.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç, internet sitelerinin kapatılmasının, bilime ve bilimsel düşünceye karşı yapılmış bir girişim olduğunu söyledi. Kapatmanın internet yasasına bile aykırı olduğunu belirten Kılıç, bunun basit bir sorun olmadığını dile getirdi. “Ülkemizde Harun Yahya adıyla özdeşleşen, bilimsel olarak ciddiye alınır bir yanı olmayan ‘yaradılışçı’ iddialar, arkasında küresel ve yerel iktidarlarca beslenen gericiliğin desteğini aldığından yaygın bir alanda faaliyet yürütüyorlar. Eğitim-Sen’in internet sitesi, aynı zamanda çocuklarımızın zihninin bilim dışı safsatalarla doldurulmasına karşı çıktığı için kapatılmıştır.” Sendikanın internet sitesi itiraz başvurularından kısa bir süre sonra açıldı.

Eğitim-Sen sitesi, Adnan Oktar’ın kapattırma girişimlerinin tek örneği değil. Daha önce “ekşisözlük”, “turandursun” ve “wordpress” sitelerine erişimin engellenmesinin gerekçesi de, Adnan Oktar’a ya da kitaplarına ilişkin ifadeler yayınlamaları oldu. Son olarak kendisiyle ilgili bir bildiri yayınlayan ünlü evrimbilimci Richard Dawkins’in sitesi de bundan nasibini aldı ve Türkiye’den girilemez oldu.

29
Eyl
08

Kapağını değiştirdik içebilirsiniz!

Deniz Feneri yolsuzluklarının ortaya çıkmasından sonra Türkiye’deki “insani yardım dernekleri”nde panik başladı. Müslümanlara yardım üzerinden sektör haline gelen dernekler, kriz yönetimiyle kamuoyu ilişkisini güçlü tutmaya çalışıyor.

 Deniz Feneri e.V davasının ardından prestij kaybeden yardım dernekleri, yaptıkları açıklamalarla güvenilir olduklarını kanıtlamaya, haklarında oluşan kuşkuları kaldırmaya çalışıyorlar. Deniz Feneri e.V davasını “halkın merhamet duygularına yönelmiş bir komplo” olarak değerlendirerek, kendi organizasyonlarını, bu sahiplenme üzerinden aklamak istiyorlar.

Almanya’daki Deniz Feneri e.V davasının ardından güvenilirlikleri sarsılan vakıflar, son günlerde yaptıkları açıklamalarla endişe edilecek hiçbir şey olmadığı izlenimi vermeye çalışıyorlar. “Her şeye rağmen bağışlar arttı” söylemiyle olağan dışı bir durum olmadığı ve halkın güveninin sarsılmadığı havası yaratmaya çalışan vakıfların durumu, kaçak rakı nedeniyle insanların ölmesinden sonra “kapağı değiştirdik rahatlıkla içebilirsiniz” diyen rakı üreticilerinin durumunu hatırlatıyor.

“Tüm gelirlerimiz kayıt altında”
Deniz Feneri e.V’nin milyonları bulan usulsüzlüğünün ardından insanlarda oluşan endişeyi ortadan kaldırmaya çalışan vakıflar, tüm kaynakların kaydının tutulduğunu iddia ediyorlar. Mali işlemlerin banka üzerinden yapıldığını, eşya yardımlarının da barkod sistemiyle kaydedildiğini söylüyorlar. Oysa, yapılan yardımların “hedefine ulaştığı noktaya kadar” izenebileceğini söyleyerek büyük kampanyalar yapan vakıfların en büyük nakit yardım kalemleri olan kumbaralar ve stantlar, kayıt dışı.

Neredeyse tüm mahalle bakkallarında ve küçük işletmelerde bulunan ve bir statü göstergesi olan kumbaralar, aynı zamanda bir baskı aracı olarak da işlev görüyor. Esnaflara dağıtılan bu kumbaralar bir taraftan “Allah’a inanma ve yardımseverliğin” simgesi de olmaya başladığı için, esnafların kumbatayı reddetme şansı çok kalmıyor. Bu kumbaralar yoluyla yapılan yardımlar hiçbir şekilde makbuza tabi olmazken, nasıl değerlendirileceği de vakfın insafına kalıyor. Kumbaraların yanı sıra, kent merkezlerinde kurulan stantlar da makbuzsuz bir şekilde yardım toplamayı sürdürüyor.

“Bize saldırıyorlar”
Tüm işlemlerinin kaydının tutulmasına rağmen zan altında bırakılmaya çalışıldıklarını iddia eden dernekler, Deniz Feneri e.V davasını da komplo olarak değerlendiriyorlar. Hükümetten destek almayı sürdüren ve çalışmalarını hızlandıran dernek ve vakıflar, mazlumu oynamaktan da geri durmuyorlar.  

Deniz Feneri Derneği Genel Başkanı Engin Yılmaz, yaptığı açıklamada, Türk halkının Deniz Feneri’ne karşı güvenini yitirmesini beklemediklerini söyledi ve “konuyu gündemde tutmaya çalışan siyasi parti taraftarları, stantlarımıza ve yardım dağıtan ekiplerimize saldırmaktadır. Yıllardır toplumu kamplara bölmeye çalışanlar bu sefer kendilerine insanlığın en masum alanı olan yardım konusunu seçmişlerdir. Bu da Türkiye’yi çok kötü bir yöne götürmektedir” dedi.

Aslında, Yılmaz’ın iddialarının aksine, son dönemde Deniz Feneri’ni protesto etmek isteyen pek çok kişi ve kurum, baskıya ve şiddete maruz kaldı. Ankara’da, yaşananları protesto etmek isteyen Halkevleri üyeleri ile yolsuzlukları eleştiren bir pankart asan ÖDP Keçiören örgütü, polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. Yine Ankara’da, Deniz Feneri davasında ortaya çıkanları eleştiren Halkevleri üyeleri AKP’lilerin saldırısına uğradılar.

“Bağışlar artıyor”
Yaşananlara rağmen, güvenilir olduklarını kanıtlamaya çalışan vakıf ve dernekler, yapılan yardımların artarak sürdüğünü iddia ederek halkı kandırmaya çalışıyorlar. “Bu olayın bir komplo olduğunu halkımız anladı, kendisini kandırmaya çalışanlara bu şekilde ders veriyor” gibi açıklamalarla göz boyuyorlar. 

“Türkiye bu kadar büyük bir felaket yaşamamıştı”
Desteklerin kesilmemesi için türlü yolar deneyen derneklerden biri olan Deniz Feneri Derneği, diğer derneklerden farklı olarak, gelirlerinin azaldığını söylüyor. Tüm dernekler gelirlerinin arttığını iddia ederken, Deniz Feneri Derneği”nin “bağışlar çok azaldı” açıklamaları şüpheyle karşılanıyor. Deniz Feneri Derneği’nin Kurucu Başkanı olan Uğur Arslan, yaşananları bir felaket olarak değerlendirdi. Arslan, “Almanya’da kurulu bulunan ve Türkiye ile hiçbir bağı olmayan dernekte yapılan bir usulsüzlüğün cezasını Türk halkı çekiyor. Deniz Feneri Derneği’nden geçen yıl 523 bin 658 kişi yardım almıştı. Şimdi kiminin kirası ödenmeyecek, kimi ilaç alamayacak. Biz ülke olarak nice felaketler gördük ancak hiçbirinde 523 bin kişinin canı yanmadı. Bu olay nedeniyle Türk halkının yardım duyguları zedelendi. Bu olay nedeniyle bütün yardım dernekleri ve sivil toplum kuruluşlarının topladığı yardımlar geçen yılın 5’te 1’ine tekabül ediyor” dedi.

29
Eyl
08

Milli Eğitim’de Osmanlıcılık

Altı yıllık AKP iktidarı döneminde yükselen yeni-Osmanlıcılık, AKP’ye yakın eğitim kadroları eliyle ilköğretim sıralarına da sızdırılıyor. Ders kitaplarında kimi “tarihi kişilikler” tabu olmaktan çıkarılıyor, “cumhuriyet travması” rötuşlarla atlatılıyor…

 Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in fotoğrafının Burdur’da bir köy ilköğretim okulunun duvarına “Türk büyüğü” olarak asılması, tepkiyle karşılandı. Burdur’un Çavdır ilçesine bağlı Dengere İlköğretim Okulu’nu ziyaret eden bazı sendika üyesi eğitimcilerin tesadüfen şahit olduğu bu durumun, aslında çok yaygın olduğu ifade edildi.

Eğitimciler, tepkilerini, Türkiye’nin yakın tarihinde Vahdettin’in “hain” nitelemesine çok uygun bir Osmanlı padişahı olduğunu belirterek, “Vahdettin İngiliz ordusunu hilafet ordusu ilan etmiş, Yunan ordusuna direniş gösterilmemesini halife olarak buyurmuştur. İngiliz mandasını istemiştir. Sevr Antlaşması’nı kabul etmiştir. 1922 yılında da bir İngiliz gemisiyle yurttan kaçmıştır” diyerek dile getirdiler.

“AKP izin veriyor”
Eski TBMM Milli Eğitim Komisyonu üyesi Mustafa Gazalcı, olayın tekil bir durum olmadığını, birçok okulda bunun benzerlerinin yaşandığını söyleyerek, okullara Vahdettin fotoğraflarının asılabilmesinin AKP iktidarının sağladığı bir “rahatlık”la ilişkili olduğunu söyledi.
Mustafa Gazalcı, “okullardaki kadrolaşma, ders kitaplarının ve kaynak kitaplarının içeriklerinin değiştirilmesi, milli eğitim ilkelerinden uzaklaşma bunu doğurdu. Kimi okullarda köşelerde, kimi okullarda da okulların kurduğu internet sitelerinde Vahdettin övülüyor. Hatta Devrim Tarihi kitabının içeriği değiştirilerek bunlar yapılıyor. Yani balık baştan kokuyor” dedi.

Emperyalizmi savunan, Vahdettin’i de savunur
Son Osmanlı padişahı Vahdettin’in “hain” olmadığını dile getirenlerden biri de Bülent Ecevit olmuştu. Ecevit’in Başbakan olduğu dönemde, “dış baskılar karşısında yapabileceği bir şey yoktu. Yurtdışına çıkarken de devletin hazinesine dokunmadı” sözleriyle aklamaya çalıştığı Vahdettin, İstanbul’daki İngiliz İşgal Orduları Başkomutanı Harrington’a bir mektup yazarak, sığınma talebinde bulunmuş ve ülkeyi terk etmişti.

Vahdettin’in iktidarda olduğu dönemin Kurtuluş Savaşı’nı ateşleyen olaylar zincirine denk gelmesi nedeniyle, bugün “hain” olarak görülmesini veya sahiplenilmesini, emperyalizme karşı alınan tavır belirliyor. 

29
Eyl
08

‘Savcı Öz, Güney’i Türkiye’ye kaçak soktu’

İP Genel Başkan Yardımcısı Cengiz’den şok iddialar…

İP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Cengiz, düzenlediği basın toplantısında, Kanada’da haham yardımcısı olan Tuncay Güney’in, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz’ün bilgisi dahilinde başka bir isimle Türkiye’ye sokulduğunu ileri sürdü. Tuncay Güney’in, 2007 Aralık ile 2008 Ocak ve Şubat aylarında İstanbul Kâğıthane Harmantepe’de defalarca görüldüğünü ve özel polis ekibiyle, Ergenekon soruşturmasının hazırlık çalışmalarına katıldığını öne süren Cengiz, şu değerlendirmede bulundu:

“Şimdi soruyoruz: Ergenekon tertibinin boyutlarını gösteren bu kanunsuzluğun hesabı sorulmayacak mıdır? Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesine göre ’maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlü’ olan savcı, sahte kimlikle Türkiye’ye sokulan kaçak bir kişinin anlatımlarına nasıl dayanmaktadır?”

27
Eyl
08

Rusya korsanlara savaş açıyor

Somali açıklarında 30 tank taşıyan Ukrayna kargo gemisinin kaçırılmasının ardından, Rusya, bölgeye bir savaş gemisi gönderdi.

 Rusya, son dönemde Somali açıklarında çok sayıda geminin korsanlar tarafından kaçırılmasının ardından, bölgeye bir savaş gemisi gönderdi. Son olarak Ukrayna bandıralı Faina adlı kargo gemisinin kaçırılması üzerine, Moskova, gemilerinin güvenliğini sağlamak için, Neustrashimy firkateynini Somali açıklarına yolladı.
 
Kenya’nın Mombasa limanına giderken 21 mürettebatıyla kaçırılan Faina gemisinde, yaklaşık 2,5 tonluk askeri mühimmat bulunduğu bildirildi. Kargosunda 30 adet T-72 tipi tank bulunan Faina’nın, Somali’nin yarı özerk Puntland bölgesinde, korsanların sıkça kullandığı Eyl limanına götürüldüğü sanılıyor.
 
Rusya Deniz Kuvvetler Komutanlığı sözcüsü İgor Dygalo, Neustrashimy firkateyninin, “Rus vatandaşlarına yönelik korsan saldırılarına karşı” gönderildiğini belirtti. Dygalo, Rus donanmasının, korsanların bulunduğu bölgelere düzenli olarak savaş gemileri göndereceğini kaydetti.
 
Geçtiğimiz aylarda Somali açıklarında, onlarca geminin kaçırılmasının ardından, ABD de, bölgedeki etkinliğini artırdı. Somali’nin kuzeyindeki Cibuti’de bulunan “terör karşıtı” ABD görev gücü, korsanlarla mücadelenin yanı sıra, hükümetle çatışan Somalili direnişçilere karşı da hava saldırıları düzenliyor.

27
Eyl
08

Zahid Akman tefrikası sürüyor

RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın Almanya’da görüldüğü anda tutuklanmasını isteyen belge basına yansırken, Armada Alışveriş Merkezi’ndeki ortaklığıyla ilgili olarak yanlış bilgi vermek için yanlış belge gösterdiği de ortaya çıktı.

Deniz Feneri yolsuzluğuyla birlikte hakkındaki dosyalar ortalığa saçılan RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın, her gün yeni bir açığı ortaya çıkıyor. Almanya’da görüldüğü yerde tutuklanması istenen Akman’ın, katıldığı televizyon programında, Armada Alışveriş Merkezi’ndeki hissesiyle ilgili olarak yanlış tapuyu gösterdiği açıklandı.

Görüldüğü yerde tutuklanacak
CHP MYK Üyesi Ali Kılıç, yaptığı basın toplantısında, Akman hakkında Alman makamlarınca hazırlanmış “görüldüğü yerde tutuklansın” ifadeli bir belge bulunduğunu söyledi ve yanında getirdiği belgeyi basın mensuplarına dağıttı. Zahid Akman’ın “Almanya’ya giriş yasağım bulunmuyor” açıklamalarına da yanıt veren Kılıç, “Akman’ın Almanya’da görülmesi halinde tutuklanması talep edilmiştir. Soruyorum, Akman bütün bu belgelere ne diyecek?” dedi ve Akman’a, birlikte Almanya’ya gitme teklifinde bulundu.

Yanlış bilgi yanlış belge
Akman’ın Armada Alışveriş Merkezi hisselerine ilişkin beyanında, yanlış bilgi vermenin yanı sıra, yanlış belge de gösterdiği belirlendi. RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın NTV’de katıldığı programda “Armada’nın yüzde 3.3’ünü 41 bin YTL’ye aldık. İşte tapusu” diye gösterdiği belgenin, Armada’ya değil, Armada 2’nin yapılacağı yandaki arsaya ait olduğu açığa çıktı.

Armada Genel Müdürü Yıldır Ertem, Vatan gazetesine yaptığı açıklamada, “Akman’ın televizyonda gösterdiği tapuyu tam olarak görmemekle birlikte, bunun Armada’nın üzerinde kurulu olduğu araziye ait olmadığını sanıyorum. Yanlışlıkla gösterdiğini tahmin ediyorum” dedi. 

27
Eyl
08

Türkiye kupasının sahibi batıyor

Avrupa’nın dev bankası Fortis, gün içinde yaşanan büyük değer kaybının ardından, varlık portföyünü daraltacağını açıkladı. Belçika Maliye Bakanı, Fortis konusunda yatırımcıları sükunete davet etti.

 Doğan Grubu’na ait Dışbank’ı alarak Türkiye piyasasına girmiş olan Brüksel merkezli uluslararası banka Fortis, batmanın eşiğinde.

Son bir yıldır borsalarda sürekli olarak değer kaybetmekte olan Fortis’in hisseleri, dün, likidite krizine girdiği söylentileriyle birlikte, Brüksel Borsası’nda yüzde 20 değer kaybetti. Böylelikle Fortis hisselerinin son bir yıldaki değer kaybı yüzde 75’e ulaşırken, ABD kaynaklı mortgage krizi, ilk defa kıta Avrupası’ndaki büyük bankalardan birini vurmuş oldu.

Belçika Maliye Bakanı Didier Reynders, yaşananlar esnasında piyasalara “sorumlu davranma ve sakin olma” çağrısında bulunmak zorunda kaldı ve Fortis müşterilerinin zarar görmeyecekleri güvencesini verdi.

Genel müdür değişti
Hisselerin çökmesinin ardından, bankanın genel müdürü Herman Verwilst bir açıklama yaparak, bankanın bir likidite sorunu yaşamadığını, ancak “başta planlanandan daha fazla varlık satmasının gerekebileceğini” söyledi. Verwilst bu açıklama sonrası derhal görevden alındı ve yerine Filip Diercyx getirildi.

El değiştirmesi bekleniyor
Fortis, haziran ayında 8,3 milyar avro (yaklaşık 15 milyar YTL) tutarında kaynak yaratacağını açıklamıştı. Şu ana kadar 3,1 milyar avro tutarında kaynak sağladığı ve 5 milyar avroluk varlığın satışı için de kapalı anlaşmalar yaptığı biliniyor.

Henüz açıklanmayan bu satış anlaşmaları arasında, Fortis Türkiye’nin de olduğu söyleniyor.

Söylentilerin ulusal basında geniş yankı bulması üzerine, Fortis Türkiye’den bir açıklama geldi. Açıklamada, bankanın “başarılı ve istikrarlı” olduğu vurgusu yapılırken, satılıp satılmayacağı konusunda açık bir ifadeye yer verilmemesi ve Fortis Genel Merkezi tarafından “satılacak varlıklara dair spesifik bir açıklama yapılmadığının” vurgulanması dikkat çekti.

Uzmanlar, Fortis’in tamamen el değiştirmesi ihtimalinin giderek arttığını belirtiyorlar. Bankanın hisselerinde değer kaybının ve mevduat çekişlerin hızlanarak sürmesi bekleniyor. Fortis’in el değiştirmesi halinde, Fransız BNP Paribas veya Hollanda merkezli ING’nin alıcı olabileceği söyleniyor.

27
Eyl
08

THY kepenk indirdi!

Çağrı Merkezi hizmetlerini, beş yıllığına kendi bünyesi dışında bir kuruluştan satın alacağını borsaya duyuran Türk Hava Yolları yönetimi, bu konuda önceden bilgilendirilmeyen çalışanların tepkisine, bu hizmeti durdurarak yanıt verdi.

 Türk Hava Yolları Çağrı Merkezi hizmetinin, bir süre sonra Assistt ve Vodatech firmalarına devredileceğini borsadan öğrenen çalışanlarla THY yönetimi arasındaki gerginlik giderek artıyor. THY yönetiminin, durumu çalışanlardan önce Borsa’ya bildirmesi ve olaydan sendikanın haberi olmaması, tepkilere yol açtı.

Kararın borsaya iletilmesinin ardından, Hava İş Sendikası, THY yönetimiyle görüşerek bilgi almak istedi. Sendikanın talebi, iki gün bekletildikten sonra kabul edildi ve temsilciler, THY Genel Müdürü Temel Kotil ile bir araya geldiler. Görüşmede, Kotil, “çağrı merkezi hizmetini alt iş kolu olarak gördüklerini, bunu profesyonelce yapan şirketlerden alma yoluna gideceklerini ve mevcut çağrı merkezi personeliyle ilgili bir önlem düşünmediklerini” söyledi.

İş yavaşlatmaya tepki, meşgul sinyali
Çağrı Merkezi çalışanları, bu görüşmedeki ifadelerin kendilerine aktarılmasından sonra, tepkilerini iş yavaşlatarak gösterdiler.

İki taraf arasında gerilim artarken, dün THY yönetimi bir adım daha atarak, çalışanların iş yavaşlatmasına, Çağrı Merkezi hizmetini durdurarak yanıt verdi. 444 0 849 nolu Çağrı Merkezi numarasını arayanlar, 18:00-21:00 saatleri arasında  meşgul sinyaliyle karşılaştılar. Kurumun bu müdahalesi öncesinde, Çağrı Merkezi çalışanları, kendilerine yönelen saldırılar karşısında, gelen çağrıları 20 dakika geç yanıtlama yoluna gitmişlerdi.

Çalışanlara tehdit ve vaat
Genel Müdürlük binasındaki bayramlaşmaya, bütün departmanlarda çalışanlar gibi, Çağrı Merkezi’nden işçiler de katıldı. Burada, THY Genel Müdürü Temel Kotil’e “neden bizim ekmeğimizle oynadınız?” sorusunu yönelten çalışanlar, “bizim yapacağımız bir şey yok. Allah yardımcınız olsun” karşılığını aldılar. Bu diyalogun medyaya yansıması üzerine, THY, Kotil’in “Allah yardımcınız olsun” ifadesini kullanmadığı açıklaması yaptı.

Yaşananlardan sonra, Çağrı Merkezi çalışanlarıyla, 3’er 5’er kişilik gruplar halinde, tehdide varan görüşmeler yapıldığı; tepki gösterilince de çeşitli vaatlerde bulunulduğu söyleniyor. Çalışanlar, THY Genel Müdürü Kotil’in sendika temsilcileriyle görüşmesinde söylediği “personelle ilgili bir önlem düşünmüyoruz” ifadesinden farklı olarak, dünkü ziyarette, belli sayıda kişinin THY bünyesinde farklı işlere aktarılabileceğini dile getirdiğini, ama bu önerileri reddettiklerini belirtiyorlar.

“Ekmek mücadelemize saygı bekliyoruz”
Çağrı Merkezi çalışanları, tüm THY ve Teknik AŞ personelinden destek istediler. Yolculara seslenen bir mesaj da yayınlayarak, kamuoyunu konu hakkında bilgilendirdiler: “Sevgili Yolcularımız, Türk Hava Yolları Call Center çalışanları olarak, öncelikle bütün yolcularımızdan özür diliyoruz. Bu arada, bugüne kadar size verdiğimiz hizmetlerde oluşan aksaklıkların bütün sebebi, bize eğitim vermeden işi yürütmeye çalışan yöneticilerdir. Tabii ki, satacakları yere eğitim masrafında bulunmamışlardır. Sevgili üniversite profesörleri, sanatçılar ve akademisyenler, şuna emin olun ki, sırf eğitimli personel çağrı merkezini bu hale getirmiştir. Bayram öncesi oluşacak hizmet aksamalarında, bize ekmek mücadelemizde saygı gösterilmesini ve yanımızda olmanızı bekliyoruz.”

26
Eyl
08

“İncitici kolaj”a beraat

Yazarlarla ve karikatüristlerle sık sık mahkemelik olan Erdoğan, İngiliz kolaj sanatçısına karşı açtığı davayı da kaybetti.

Kadıköy Adliyesi önünde açtığı ”kolaj” çalışmasının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik hakaret unsuru içerdiği iddiasıyla yargılanan İngiliz Michael Dickinson, beraat etti.

Tutuksuz yargılanan Michael Dickinson, mahkemeye avukatı Volkan Gültekin ile birlikte geldi. Duruşmada söz alan Gültekin, bilirkişi raporuna göre, sanığın ”kolaj” çalışmasının, objektif eleştiri ölçütleri içinde yer aldığını belirterek, müvekkilinin beraatine karar verilmesini talep etti.

Hakim, karar açıklama aşamasında, sanığın, yıllardır ”kolaj” sanatıyla ilgilendiğini, değişik fotoğraflardan aldığı parçaları bir araya getirip kompozisyonlar oluşturduğunu, bu amaçla gerek ABD Başkanı George W. Bush’un, gerek İngiltere Başbakanı Tony Blair’in de kompozisyonlarını oluşturduğunu, kendisinin bu kültürle yetiştiğini, İngiltere’de bu çalışmaların suç sayılmadığını anlattığını hatırlattı.

“Şok edici, acı verici, ama suç değil”
Kararında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden de örnekler veren hakim, “sanığın suça konu eyleminin, Türkiye’de yaşayan insanların büyük çoğunluğunun benimsedikleri değer yargıları esas alınarak yapılacak değerlendirmede, eylemde küçük düşürücü ve aşağılayıcı öğelerin var olduğu, bu niteliği ile şok edici, incitici ve acı verici bulunduğu kabul edilse de, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik bir hukuk devleti olduğu Anayasa’da vurgulandığından ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları hukukumuzun birer kaynağını oluşturduğundan, bu bağlamda yapılan değerlendirmede, sanığın eyleminin bilirkişi raporunda saptandığı üzere kolaj sanatı yoluyla siyasi uyarı ve eleştiri içeren mesaj niteliğinde olduğu, mağdurun siyasi kişiliğine ve ayrıca hükümet başkanı olmasına göre bu mesaj verilirken şok edici, incitici ve acı verici öğeleri taşıyabileceğine, bu şekilde gerçekleşen eylemin ceza yaptırımı ile sınırlandırılmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılık oluşturacağına göre, sanık üzerine atılı suçun kasıt öğesinin gerçekleşmemesi nedeniyle beraatine karar vermek gerekmiştir” dedi.


25
Eyl
08

Masalcı Bush’a yanıt gecikmedi

BM Genel Kurulu’nda Bush “Irak ve Afganistan’da başarılıyız” derken, Ahmedinecad ABD imparatorluğunun sonunun geldiğini ilan etti.

 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısında konuşan Bush ve Ahmedinecad, karşıt duruşlarını bir kez daha sergilediler. İran Devlet Başkanı Mahmut Ahmedinecad, ABD’nin “başarısızlık”larına değinerek, Amerikan imparatorluğunun sona erdiğini söyledi ve birtakım “kabadayı güçler”in, İran’ın barışçıl nükleer çalışmalarını dizginlemek istediğini belirtti. Ahmedinecad, “siyonist denilen küçük ama sahtekar birtakım insanların, mali merkezlerde egemenlik kurmaya çalıştığını” ifade ederek, İsrail rejiminin de sona doğru yaklaştığını vurguladı.

Ahmedinecad’ın konuşmasında dikkat çeken yön de, Gürcistan, Güney Osetya ve Abhazya`yı NATO’nun provokasyonlarının kurbanı olarak tanımlaması oldu.

Dünün konuşmacılarından ABD Devlet Başkanı George W. Bush, halen işgal altında bulunan Irak ve Afganistan’da başarı elde ettiklerini, ancak Suriye ve İran gibi ülkelerin teröre destek vermekten vazgeçmediğini belirterek, bu ülkeleri yine hedef tahtasına koydu. Kongrede son konuşmasını yapan Bush, Rusya ile Gürcistan arasındaki çatışmada Gürcistan’a desteklerinin devam ettiğini de bildirdi. “Teröre karşı savaş” adı altında yürütülen işgal politikasında BM’nin desteğine ihtiyaç duyduklarını dile getiren Bush, mali kriz konusunda da, ülkenin krizi kontrol altına aldığı güvencesi verdi.

Talabani, ABD’ye şükranlarını sundu
Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Genel Kurul dışında Bush’la görüştü. Daha sonra bir basın toplantısı düzenleyen ikili, Irak’a ve koalisyon hükümetine destek veren ülkelere minnettar olduklarını belirttiler. Irak’ta devam eden çatışmaları ve direnişi yok sayan Bush, Iraklı annelerin çocuklarını artık güvenli bir şekilde okula gönderdiğinden bahsetti. Talabani de, Irak’ı dünyanın en kötü diktatöründen kurtaran ülkelere şükranlarını sundu.

Pakistan Devlet Başkanlığı koltuğuna oturur oturmaz teröre karşı savaşta ABD’ye biat edeceklerini ilan ederek, yaklaşık 60 kişinin ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırıyla yanıtını alan Zerdari de Bush’la görüşenler arasındaydı. El Kaide ve Taliban milislerine karşı ABD’nin Pakistan sınırında yürüttüğü operasyonlardan duyduğu rahatsızlığı gündeme getiren Zerdari, Pakistan’ın çıkış yolunun “demokrasi” olduğunu söyledi. Irak’a demokrasi götürdüğünü iddia eden Bush’un demokrasiyle ilgili kendine düşen görevler konusunda birtakım mesajları alıp almadığı merak konusu.

Lavrov Rusya’yı savundu
Genel Kurul’a Rusya’yı temsilen katılan Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Bush’un konuşmasından sonra bazı açıklamalarda bulundu. ABD’nin Kafkas krizindeki eleştirilerine yanıt veren Lavrov, Rusya’nın, uluslararası hukuk ve BM sözleşmesine uygun hareket ettiğini ve müdahalede bulunarak insanların hayatını kurtardığını savundu. 

 

25
Eyl
08

‘Üniversiteliler uyanık olmalı’

ÜKD bir basın açıklaması yaparak, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara işaret ederken, üniversite bileşenlerini ödünsüz mücadeleye çağırdı.

 Üniversite Konseyleri Derneği (ÜKD) bir basın açıklaması yaparak Boğaziçi Üniversitesi’nde türbanla ilgili yaşanan gelişmelere dikkat çekerken, türbanın örttüğü gericilikle gerçek bir mücadelenin ancak ödünsüz bir aydınlanmacılık, bağımsızlıkçılık ve kamuculukla mümkün olacağını kaydetti.

ÜKD “Boğaziçi’nde Türban Değil Aydınlanmacılık Ve Bağımsızlıkçılık İçeri Girmelidir!” başlıklı bir basın açıklaması yaparak, son günlerde Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan gelişmelere dikkat çekti. Üniversitedeki türbanı üniversiteye sokmama kararının gerici-liberal ittifak tarafından ilkellik, baskıcılık, çağ dışılık ve faşizm suçlamalarıyla karşılandığı belirtilen açıklamada, “Tüm bu sıfatların sahibinin, Aydınlanma’dan bu yana dinci gericilik olduğunu unutmak için insanın ya amnezi ya da liberal olması gerekmektedir” sözlerine yer verildi.

“12 Eylül ilericileri hedef aldı”
Yapılan açıklamada, liberal destekli AKP-MHP ittifakının üniversiteye türbanı sokmak için anayasa değişikliği yapmak istediği sıradaki aldatmacanın tekrar sahnelendiğine işaret edilirken, “Kadınların ‘ait oldukları’ erkekler dışında toplumsal ve siyasal yaşamlarında kapanmasını savunmanın gericilik olduğu unutturulmak istenmektedir. Türban, gerici hareketin siyasi simgesi ve siyasi istismar vesilesidir” denildi. ÜKD, gericilerin faşizmi, ya da dincileri değil ilericileri ve devrimcileri hedef alan 12 Eylül faşizminden bahsettiğini kaydederken, gericilerin 12 Eylül sayesinde semirecek zemin bulduklarını ifade etti. ÜKD yaptığı açıklamayı şu sözlerle sürdürdü: “İlerici gençler işkencelerden geçirilirken darbeci Kenan Evren mitinglerde dini propaganda yapmıştır. 12 Eylül’ün emekçi kazanımlarına saldırması ve piyasayı güçlendirmesinin yarattığı boşluğa cemaatler dolmuştur. Türkiye’de gericiliği büyüten, gericilerin dillerinden düşürmedikleri özgürlük değil 12 Eylül faşizmidir. Bu bakımdan Boğaziçi Üniversitesi’nde türban ‘özgürlükleri’ni savunanlar 12 Eylül’e haksızlık etmektedirler.”

“Özgürlükçü gericiler, Amerikancı gericiler”
ÜKD gericilerin güçlenmelerini sadece 12 Eylül’e değil, bununla birlikte ABD’ye de borçlu olduklarını ifade ederken, “Onların özgürlük ve demokrasi söylemlerinin sahibi ABD’dir. ABD, işgallerini ve katliamlarını hep bu gerekçeyle yapmakta, bu gerekçeyle sömürgeleştirmektedir” dedi. Yapılan açıklamada bunun bir rastlantı olmadığı ifade edilirken, tarihi unutmamak gerektiği kaydedildi ve şu sözlere yer verildi: “12 Mart ve 12 Eylül’ün hedef aldığı ilericiler ABD’nin 6. Filo’sunu protesto ederken saldıranlar gericilerdir. O günkü ‘Yeşil Kuşak’ projesinin sahibi ABD’dir. 1993’te Sivas’ta halkı aydınlatmak için çırpınan aydınlarımızı yakanlar gericilerdir. Ve 2008’de içki sattığı için insanlara dayak atanlar gericilerdir. Aynı gericiler Boğaziçi Üniversitesi’nde türbanı protesto eden yurtsever öğrencilerin ‘Karanlığa Kapalıyım!’ afişlerine de saldırmışlardır. Bugün ‘ılımlı İslam’ projesinin sahibi ABD, uygulayıcısı gericilerdir. Özgürlükçü gericiler, Amerikancı gericiler”

Bahsedilen nedenlerle, türbanın örttüğü gericilikle gerçek bir mücadelenin ancak ödünsüz bir aydınlanmacılık, bağımsızlıkçılık ve kamuculukla mümkün olduğunu vurgulayan ÜKD, başta Boğaziçi Üniversitesi olmak üzere üniversite bileşenlerini bu çizgide uyanık olmaya ve örgütlü bir mücadele vermeye çağırdı.

 


25
Eyl
08

“Asıl suçlu Kanal 7 yöneticileri!”

Deniz Feneri e.V. davasının Alman hakimi Dr. Jochen Müller ve Frankfurt Başsavcısı Doris Möller-Scheu, Deniz Feneri davasıyla ilgili açıklama yaparak Türkiye bağlantısının Kanal 7 yöneticileri olduğunu belirtti.

 Posta Gazetesi’nden Kamil Taylan’ın sorularını yanıtlayan Hakim Müller, Asıl suçluların Türkiye’de olduğunu söylediğini hatırlatarak, ”Kararda asıl suçlular Türkiye’de dedik. Bununla Türkiye’deki Kanal 7’nin yöneticilerini kastediyoruz. Çünkü Almanya’da halktan bağış olarak toplanan paralar Türkiye’ye gönderiliyor ve orada Kanal 7’nin sorumlularına teslim ediliyordu” dedi.

Mahkeme heyeti olarak baş suçlu Mehmet Gürhan’ın ardında birileri olduğunu tespit ettiklerini söyleyen Müler “O bunların emirlerini, Almanya’da yerine getiriyordu. Yani bir yerde o kuklaydı. Bu kuklayı Kanal 7’nin Türkiye’deki sorumluları ve onların çevresi oynatıyordu” dedi.

Deniz Feneri’nin resmi muhasebesiyle, gizli muhasebesi arasındaki farkın araştırıldığını ifade eden Müller aradaki farkın en az 11.7 milyon Euro olduğunu söyledi.

“Akman RTÜK başkanı olunca adını sildirmiş”
Deniz Feneri’nin çıkar için kullanıldığını belirten Müller, Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman ile Zahid Akman’ın Deniz Feneri e.V.’nin kurduğu şirketlerde hissedar olduğunu söyledi. Müler ”Zahid Akman RTÜK Başkanı olduktan sonra bu firmalardan adını sildirmiş” dedi.

Davanın Başsavcısı Doris Möller-Scheu dolandırıcılık ve sahte iflas suçu işlenmiş olduğundan şüphe ettikleri OFWG’nin (Almanya’da kurulmuş konut yapı kooperatifi) eski yöneticileri hakkında soruşturma açtıklarını belirterek, ”Bu kişiler arasında RTÜK Başkanı Zahid Akman da bulunuyor. Kooperatifteki dolandırıcılık suçunu işlediği mahkemede kanıtlanacak olanlara 5 yıla kadar hapis cezası verilebilir” dedi.

“Deniz Feneri davası kapanmadı”
Deniz Feneri davasında birçok kişi için soruşturma yürütüldüğünü hatırlatan Başsavcı “Biz sadece üçü hakkında dava açtık. Bu 3 kişinin ön tutukluluk süreleri uzamasın istedik. Bu, Deniz Feneri davasında soruşturmanın kapandığı anlamına gelmez” dedi.

Kooperatifin kayıtlarında Zahid Akman’ın sorumlu yönetici olarak gözüktüğü bu nedenle de RTÜK Başkanı Akman, Deniz Feneri davasında olduğu gibi kooperatif davasında da zanlı bulunduğu verilen bilgiler arasında.

25
Eyl
08

Fırat’la Kılıçdaroğlu’nun Meclis tartışması bitti

Uğur Dündar’ın yönettiği açık oturum Meclis’te 14.30’da başladı. Yaklaşık 1.5 saat süren toplantı boyunca her iki taraf kendi ellerindeki belgelere odaklanıp, birbirlerini pek dinlemezken, Dengir Mir Fırat’ın zaman zaman zor anlar yaşadığı gözlendi.

Bir süredir beklenen düello bugün 14.30’da Meclis’te Uğur Dündar’ın açılış konuşmasıyla başladı. Uğur Dündar “Son günlerde AKP’li Fırat ile CHP’li Kılıçdaroğlu arasında çok ağır iddialar hatta ithamlara varan tartışmalar yaşandı. Her iki deneyimli ve değerli siyasetçinin bu tartışma boyunca kullandıkları üslup gerçekten kendilerine pek yakıştıramadığımız bir üsluptu” dedi.

Kılıçdaroğlu: Kimseye iftira atmam
İlk sözü alan CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu Fırat’a yönelik iddiasına dair konuşmasında “ Yaşamım boyunca kimseye iftira atmadım, söylediğim her şey belgeye dayalıdır, fotokopilerle konuşmam” diyerek Şaban Dişli ve Deniz Feneri davasında iftira atmadığını vurguladı. Kılıçdaroğlu elinde bulunan dilekçeyi basın mensuplarına gösterdi. Kılıçdaroğlu dilekçeyle ilgili bilgi vererek “Fırat’ın imzasını taşıyan bu dilekçede gümrükte görevli bir kontrolörün malvarlığıyla ilgili suçlamada bulunuluyor. Fırat olayın incelenmesini istiyor. Kontrolör’ün yedi sülalesi inceleniyor. Sonuç şu: Müfettişimizce yapılacak işlem bulunmadığı kanısına varılmıştır. Erdoğan haklısınız diyor. Başbakan’ın da imzaladığı belgeyle bu iddia bir fiyaskodur” dedi.

Fırat: Hayali ihracatı konuşalım
AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat iddiaya dair “Ne diyor bu belge? Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun belgesi. Mal beyanı yönünden bir suç oluşmadığı, fakat haksız yere beni suçladığından dolayı, mahkemeye sevkine karar verilmiştir deniyor. Yani ben şikayet hakkımı kullanıyorum, iddialarımdan biri uygun bulunuyor, diğeri uygun bulunmuyor” dedi.

Fırat konuşmasına devam ederek “Daha sonra adı geçen şahıs, ailesiyle beraber mahkemeye başvuruyor. Diyor ki ‘Sayın Fırat yaptığı konuşmalarla bizim şahsiyetimizi zedelemiştir.’ Mahkeme ise şunu diyor: ‘Anayasal hak arama özgürlüğü sınırsız değildir. Kişi sırf başkasını cezalandırmak için bu hakkını kullanamaz.’ Yani mahkeme bu davanın reddine karar veriyor” diyerek kendini savundu.

Fırat ilk cevabında “Benim şirketimin hayali ihracat yaptığı iddia ediliyor, buna dair konuşalım” diyerek son verdi.

Kılıçdaroğlu: Kanıt müfettiş raporunda
Kılıçdaroğlu yeniden söz alarak Fırat’ın ortağı olduğu Menas’ın hayali ihracat yapıp, yapmadığına dair konuşarak “Menas Mersin’de. İhracatı teşvikten para alıyor. Bir iş oluyor. Beklenen dövizler Türkiye’ye gelmiyor. Hazine Müsteşarı Orhan Tur, olayı soruşturuyor. Raporunda diyor ki: İhracat yapılmış gibi gösteriliyor. Ama dışardan döviz gelmiyor. İç piyasadan döviz toplanıyor. Yurt dışından döviz geldi diye Merkez Bankası’na veriyorlar ve teşvik primini alıyorlar” dedi.

Kılıçdaroğlu Orhan Tur’un raporuna bağlı olarak yeni bir soruşturma başlatıldığını ifade ederek “Mersin İdare Mahkemesi’nde dava açılıyor. Dava sonucu şu: İhracata ödenen parasal teşviklere dair, primin gerçekte ihracat yapmadan para transferleri suretiyle, haksız olarak elde edildiği ve iade edilmesi gerektiği tespitinde hukuka aykırılık yoktur” dedi.

Kılıçdaroğlu sözlerine olayın devamını anlatarak “Şirket buna itiraz ediyor. Temyiz dilekçesi veriyor. Dilekçede ‘Menas’ın eksik ve yanlış soruşturulması sonucu hayali ihracat yapan bir şirket haline getirilmiştir’ diye itiraz ediliyor. Danıştay 10. Dairesi davayı görüşüyor ve şuna karar veriyor: Gerçekte ihracat yapmadan, para transferleri yaparak haksız kazanç elde edildiğinden, faizleriyle birlikte iadesine karar veriliyor” ifadelerini kullandı.

Olayın kesinleştiği tarihte Fırat’ın milletvekili değil, o şirketin Yönetim Kurulu Başkanvekili olduğunu iddia eden Kılıçdaroğlu “Bunu nereden biliyorum? Pek çok yerde var ama, müfettişin raporunda yazıyor” diyerek iddiasını savundu.

Fırat: Haksızlık!
Fırat ikinci kez söz aldığında müfettişin CHP’li olduğunu söyleyerek “CHP ile organik bağı olan müfettişin hazırladığı soruşturma raporu devletin bütün kademelerine gidiyor ve kovuşturmaya yer olmadığına karar veriliyor” dedi.
Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi’nin olayı tasdik eden bir karar aldığını söyleyen Fırat “Size bu kararların belgelerini sunuyorum. O tarihte ben sadece bir anonim şirketin ortağıyım” şeklinde cevap verdi.

Fırat üslubunu sertleştirdiği bölümde “Sizin yakınınız olan müfettiş bu raporu düzenledi de ne oldu? Zahmet edip takip etseydiniz, Mersin Savcılığı’ndan bu konudaki hükmün ne olduğunu öğrenseydiniz, hakkımda böyle iddialarda bulunmazdınız. Bu haksızlıktır. Bu iddia çirkindir. Bu dosyayı inceledikten sonra benden özür dilemelidir” dedi.

“Dosyayı zaman aşımına uğratan bürokratlara terfi”
Kılıçdaroğlu “Birimiz elmadan diğerimiz armuttan bahsediyoruz. Ben daha önce Sayın Fırat’ın açıkladığı rapordan söz etmedim. Orada aklanmış zaten. Savcılık zaman aşımı nedeniyle takipsizlik kararı vermiştir. O dosya savcılığa giderse, savcı suç varsa bile ceza verilmez derse, o dosyayı zaman aşımına uğratan bürokratlara hesap sorulmaz mı? Sorulur, ama o bürokratlara ceza verilmiyor, terfi veriliyor” dedi.

Kılıçdaoğlu Fırat’ın sinirlenmesine karşılık “Ben size hem Danıştay’ın hem de İdare Mahkemesi’nin kararlarını okudum. Daha ne diyeyim” dedi.

Fırat: Çok ayıp
Kendisine yöneltilen suçlamayla ilgili söylenenlerin birbirinden ayrı olduğunu ifade eden Fırat “çok ayıp” diyerek davanın zaman aşımından düşmediğini iddia etti.

İnsanları aldatmayalım diyen “Burda bir zaman aşımı yok. Savcılığının soruşturmaya yer olmağına ilişkin kesin yargı kararıdır. Bu konuda takdiri sizlere bırakıyorum. Biraz sonra Danıştay ve Bölge İdare Mahkemesi kararını inceleyin bir de mahkeme kararlarını inceleyin” dedi.

“Rapor gizleniyor”
Menas’la ilgili 3 raporun olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu kendisinin hayali ihracat dolayısıyla tespit ettiği 2000 tarihli raporun gizlendiğini söyledi.

Kılıçdaroğlu “Hayali ihracat yaptın mı yapmadın mı? Ben eski hesap uzmanıyım, Fırat bilmeyebilir. Uzun yıllar denetim yaptım, hayali ihracat raporları düzenledim. 2000 tarihli raporda Menas’ın hayali ihracat yaptığı yazılmıştır. Fırat’ın verdiği raporda ne var bilmiyorum. Mahkeme kararı ise itirazımız yok. Ben yargının kesinleştirdiği raporun tarihini, Mersin İdare Mahkemesi’nin kararını, itirazı ve itiraza Danıştay’ın verdiği kararı açıkladım” dedi.

Fırat: Yemin et inanayım
Fırat “Biraz önce, ilk sorusunda Başbakan’ın imzasıyla yalanlayacaktı. Kimdi o? Bayram Çolak adında bir arkadaştı. Onun bu raporu düzenlediğini bilmiyor ise, bu dosya üzerine konuşmadığına yemin ederse ben inanıyorum. Ancak dağıtılacak rapora dikkat etmenizi istiyorum. Bu raporların birbiri ile ilgisi var mı yok mu?” dedi.

İkinci iddia: Uyuşturucu kaçakçılığı…
Tartışmada ikinci iddiaya geçilerek Fırat’ın ortağı ve kurucusu olduğu Menas şirketinin eroin kaçakçılığına adının karıştığına yönelik iddialara yönelik konuşması için Kılıçdaroğlu’na söz verildi.

Kılıçdaroğlu Vatan Gazetesi’nde manşetten yayımlanan iddiayla ilgili “Fırat’ın da açıklamaları vardı. Oradan ayrıldığını söylüyordu. Ayrıldıktan sonra eroin çıkar çıkmaz sorun değil. Bir süre sonra elime bir belge geçti. Gümrükler’e yazılmış, ‘Menas’a yönelik idarenizden her türlü işlemin durdurularak, tarafıma bilgi verilmesini rica ederim.’ Şimdi bu yazının altında Abdulkadir Gürüz’den sonra, Dengir Mir Mehmet Fırat deniyor, şirketin adı Menas yazılıyor ve imzalanıyor. Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım. Eğer ben iktidardaki bir partideysem, Menas’la ilgim yoksa, benim adımı Menas’ın yazdığı bir yazıya kim nasıl koyar?” dedi.

Kılıçdaroğlu “uyuşturucu baronlarının Van’da karakol basıp, burunlarını kırdığını biliyoruz. Şoföre suçu yıkıyorlar, ailesine bakılacağı söyleniyor, içerden çıkınca işi hazır. Bunu nereden çıkıyorum. İşte Meclis’e sunulan bir rapor” dedi. Baba filmine benzetme yaparak konuşmasına devam eden Kılıçdaroğlu “hepimiz biliyoruz işlerin nasıl gittiğini. Menas’a ait ürünleri mi götürüyordu bu TIR? Evet. Gümrükte kırmızı hat, sarı hat, yeşil hat vardır. Yeşil hattaki firmalar hiç aranmaz, güvenilir. Sarı hattakilerin evrakları incelenir. Kırmızı hattakilerin tamamı incelenir. Menas kırmızı hatta” dedi.

Fırat: Baron değilim
Menas’ın bu işlerle uğraştığı konusunu kabul etmiyorum diyen Fırat “biz nareciye satıyorduk.1993’te kurulduk. Narenciye ihracatı yaptık… 98’e kadar yönetimdeydim. Seçime gideceği için ticaretten ayrıldım. Ben ortak değilim ama velev ki ortaktım” dedi.

Bahsedilen şoförün şüpheli olduğunu söyleyen Fırat “Daha önce de takip ediliyor zaten. Yakalanıyor. Halen 3. duruşmasını bekliyor. İfade veriyor. Irak’a yük götürmüştüm. Geri dönerken Urfa civarında birileri yük verdi. Para teklif edip tehdit etti diyor. Bu olayda Menas’tan kimse ifade vermeye bile çağrılmıyor” dedi.

Kılıçdaroğlu: Şüpheli adamla neden çalıştınız?
Kılçdaroğlu “Siyasette ahlakı egemen kılmak için bu toplantıyı yaptığımızı söylemiştik. Fırat çok önemli bir şey söyledi. Şüpheli bir adamla neden çalıştınız? Ben size yeşil hattan geçen firmaları da söyledim. Menas’ın kırmızı hatta alınmasını isteyen ben değilim. Sayın Fırat da dedi ki çift fatura kullandıklarını söyledi. Peki Sayın Fırat çift fatura kullanıyorsanız, Sayın Unatıkan ne diyecek buna?” dedi.

İddiaları kabul etmeyen Fırat “gerçek değil” yanıtını verirken, Kılıçdaroğlu, belgelere sahte denilmesini eleştirerek “elimdeki belgelere inanmadığını söylüyor, ama halk artık gerçekleri görüyor” dedi.

Kılıçdaroğlu ve Fırat’ın tartışması iki tarafı da ikna etmezken “yeni tartışma programları”nda buluşulabilir mesajı verildi.

25
Eyl
08

MÜSİAD anasını alıp gidemedi!

MÜSİAD, kabinede revizyon istedi. Kendisini eleştirenlere “ananı da al git” yada “işine bak” demeyi âdet edinmiş Başbakan’ın efeliği MÜSİAD’a sökmemiş olacak ki, toplantı sonrasında bir açıklama yapmaktan kaçındı.

Dün Başbakan Erdoğan tarafından kabul edilen Müstakil İş Adamları Derneği (MÜSİAD) Başkanı Ömer Cihat Vardan, Erdoğan’a, “Kriz ortamında ekonominin sağlamlaştırılması için değerlendirme ve öneriler” başlıklı bir rapor sundu. Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan’ın da hazır bulunduğu sunumda, MÜSİAD, dolu dizgin yaklaşmakta olan krizin nasıl karşılanmasını istedikleri konusunda bir dizi talep ve öneride bulundu. Öneriler arasında kabinede değişiklik yapılması da vardı.

Ekonominin yönetimi konusunda kimi eleştiriler getiren ve ekonomiyle ilgili bakanlıklara “üretimden gelen mühendislerin atanmasını” talep eden MÜSİAD’a, Başbakan’ın bir cevap verip vermediği bilinmiyor. Ancak, kendisine kabine seçiminden çok daha sıradan konularda eleştiri getirenlere dahi “kendi işine bak” türünden çıkışmaları âdet haline getirmiş olan Erdoğan’ın, MÜSİAD Başkanı Vardan’a aynı şekilde davranmadığı çok açık.

Raporda, ekonominin yönetiminden sorumlu bakanlara, “ekonomi ağırlıklı olarak parasal ve mali politikalarla idare ediliyor, somut bir üretim vizyon ve stratejisi eksik” eleştirisi getiriliyor. Her ne kadar eleştirinin MÜSİAD dışından yapılıyor ve yalnızca alıntılanıyor olduğu izlenimi verilse de, MÜSİAD’ın bu eleştiriye katıldığı belli. Eleştirinin muhatabı konusunda bir isim verilmiyor, ancak para politikasıyla ilgilenip reel sektörden bihaber olma konusunda akla ilk gelen isim, AKP’nin 2007 seçimlerinde, bugün yerinde yeller esen Merrill Lynch’den transfer ettiği Mehmet Şimşek.

MÜSİAD’ın tavsiyelerinde AKP’nin pek çok icraatına omuz veriliyor ve emekçilerin direnci nedeniyle yavaşlayan emek düşmanı politikalarda gaza basılması çağrısı yapılıyor.

Nalıncı keseri gibi bir rapor
Bekleneceği üzere MÜSİAD’ın raporundaki önerilerin büyük çoğunluğu, KOBİ’lerin kayırılması yönünde taleplerden oluşuyor.

Bu talepler, KOBİ’lere KOSGEB üzerinden daha kolay ve kefilsiz kredi sağlanması, ödedikleri vergi kalemlerinin azaltılması gibi genel önerilerle başlıyor ve “yılan hikayesine dönen Büyük Alışveriş Merkezleri Yasası acilen çıkartılmalıdır” gibi özel taleplere kadar varıyor.

Detaylı bir okumayla, akla gelen her şeyin yazıldığı izlenimi yaratan öneriler listesi, MÜSİAD’ın temsil ettiği küçük patronların dağınık yapısını da yansıtıyor. Bir yandan hizmet sektöründeki KOBİ’lere teşvik istenirken, diğer yandan 2B yasasının acilen çıkartılıp orman talanına yol verilmesi gerektiği hatırlatılıyor.

ISO benzeri standardizasyon sertifikası sağlama işlerinin özelleştirilmesi talep edilirken, KOBİ’lerin büyüme problemlerinden bahisle, KOBİ’ler arasındaki ortaklıklara özel teşvikler sağlanması öneriliyor.

Bazı öneriler ise gerçekten uçuk: Özel sektör borçlanmasının denetlenmesi için BDDK benzeri bir mekanizmanın oluşturulması gerektiği söyleniyor. TOKİ’nin esnaf için dükkan yapması isteniyor. “Marmara Bölgesi Bakanlığı” fikrinin “düşünmeye değer bulunduğu” ifade ediliyor.

“Açık et yollarımızı”
MÜSİAD’ın küresel ekonomik krize yönelik değerlendirmeleri, kendilerini büyük sermayeye alternatif olarak konumlama çabası olarak yansıyor. ABD ve AB’nin durgunluk yüzünden birer ihracat pazarı olma özelliğini yitireceği, Rusya’nın da son yaşanan gerilimlerin ardından “güvenilmez bir ticaret ortağı”na dönüştüğü öne sürülen raporda, Ortadoğu ve Afrika gibi “alternatif” pazarların değer kazanacağı savunuluyor. Hiç şaşırtıcı olmayan bir biçimde, düşük hacimli bu alternatif pazarlar, ağırlıklı olarak MÜSİAD’ın ilgi alanına giriyor.

Raporda yüksek teknoloji içerikli sektörlerin ithalata bağımlılığı yüzünden bu sektörlerden döviz girdisi sağlanamadığı söylenirken, tedarikçi yan sanayilere, yani MÜSİAD üyelerine yönelik “yabancı sermayeli şirketlerin aradığı girdi kalitesi ve fiyatının tutturulması yolunda özel bir çalışma yapılması” isteniyor. Ayrıca, düşük teknolojik girdili tekstil gibi geleneksel sektörlerin ihracatından daha fazla döviz girdisi sağlandığı belirtilerek, bu sektörlerin gözden çıkartılmaması ve devlet müdahalesiyle modernleştirilmesi talep ediliyor.

Aynı başlık çerçevesinde, “Müslüman” sıfatına uygun davranan MÜSİAD, İslami rejimlerde kullanılan ve “faizsiz bono” olarak bilinen “sukuk”a yönelik yasal düzenlemelerin tamamlanması yönünde hatırlatmalarda bulunuyor.

Raporun en vurucu önerisi ise tekelleşme bölümünde dile getiriliyor. AKP’nin önayak olduğu özelleştirme vurgunlarını “kamu tekellerini kırmak” olarak alkışlayan MÜSİAD, şimdi sıranın “özel sektör tekellerinin kırılması”na geldiğini söylüyor ve büyük sermaye gruplarının parçalanması gerektiğini “sezdiriyor”.      

Emek düşmanlığını artırma çağrısı
Rapordaki net ifadelerden biri, emekçilere yönelik saldırının şiddetlenmesi gerektiği. MÜSİAD, “asgari ücretin büyük bir handikap haline geldiğini” söylüyor ve AKP’nin istihdam paketi çalışmalarına hız vermesini istiyor. Halkın belini kıran işsizlik sorunu da aynı çıkarcı mantıkla ele alınıyor: MÜSİAD’a göre 30 kişi çalıştırmayı başaran KOBİ’lerin, “yarattığı katma değerin kalitesine bakılmadan, sadece istihdam nedeniyle teşvik edilmesi” gerekiyor.

MÜSİAD’ın asgari ücretin lağvedilmesi önerisinin, aynı gün Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir tarafından da dile getirilmesi ayrıca dikkat çekici. Bölgesel asgari ücret uygulamasının sendikaların “anlaşılması güç direnişleri nedeniyle hayata geçirilemediğini” söyleyen Özdebir de, saldırı önerisini MÜSİAD’la aynı gerekçeyle savunuyor: İşsizlikle mücadelenin yolu, insanlara kölelik düzeyinde ücret verilmesinin yasal anlamda önünün açılmasından geçiyor.     

AKP’ye halkla ilişkiler önerileri
Raporda, AKP’nin ve Başbakan Erdoğan’ın son günlerdeki faşizan tavırlarına yönelik eleştiri maddeleri, halkla ilişkiler danışmanlığı havasında sunuluyor. Rapora medya ilgisinin garanti edilmesi amacıyla önerilerin en üstüne yazılan bu maddelerin özenle muğlak bırakıldığı göze çarpıyor.

Bu konuda, birinci öneri olarak “parti kapatma davası sonrasında yeni iç belirsizliklere mahal verilmemelidir” denilerek, esas belirsizlik kaynağının kapatma davası olduğuna yönelik AKP tezi destekleniyor. Bu madde, arzu edildiği takdirde Erdoğan-Doğan kavgasının daha fazla uzatılmaması talebi olarak okunabilecek biçimde yazılmış olsa da, netlikten özenle kaçınıldığı görülüyor. Raporda yer alan “yolsuzluk çevresindeki hassasiyetlerin üzerine daha etkin ve açık yüreklilikle gidilmelidir” önerisi, her iktidar için geçerli bir genelleme olarak da okunabiliyor.

MÜSİAD’ın AKP’ye tavsiyeleri, gerçek bir rahatsızlıktan çok, mevcut gerilim ortamını kullanarak ve uzlaşmacı bir tavır takınarak, kamuoyu yaratma hedefiyle rapora eklenmiş izlenimi veriyor. Nitekim, ajans haberlerinde, birkaç satırdan ibaret olan AKP’ye yönelik yumuşak eleştirilerin öne çıkartıldığı, böylelikle MÜSİAD çıkarlarına yönelik somut taleplerin ikincil bir haber unsuru olarak kamuoyu gündemine taşındığı görülüyor.

24
Eyl
08

leman 881




İstatistikler

  • 2.406.122 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Eylül 2008
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930  

En fazla oylananlar