Ocak 2012 için arşiv

30
Oca
12

İşine Bak Ricciardone

ABD Büyükelçisi Ricciardone ABD’nin geliştirip büyüttüğü sözde soykırım yalanı için “Türkiye geçmişin gölgeleri ile yüzleşmeli”demiş.

Bay Riccardone, Türklerin geçmişinde bir gölge yoktur ama; temsil ettiğiniz katil devletin sadece geçmişi değil, bu günü de cinayet-soykırım-hırsızlık-soygun suçları ile doludur.

Amerika’ya gittiğinizde oranın gerçek sahiplerini “hayvan avına çıkmış seri katiller” gibi öldürdünüz. Yetmedi, çiçekli battaniyeler ile öldürdünüz. Amerika’ya çıktığınızda soğuktan kırılırken Kızılderililer size hindi getirip yiyeceklerini paylaştı. Siz de onları öldürerek teşekkür ettiniz. Cinayetlerinizi örtmek için psikolojik harp unsuru olan sinemalarınızı kullandınız. Yetmedi, büyük bir yüzsüzlükle, Kızılderililerin sizin gibi yamyamlarla hindilerini paylaştığı güne “ŞÜKRAN GÜNÜ” dediniz. Sizin devletinizin yüzsüzlük ve utanmazlıkta kimse eline su dökemez.

Sahi, Kızılderilileri tecrit ettiğiniz bölgelerde o sahte “Şükran”, gerçekte ihanet günü”nü neden kutlayamıyorsunuz?

Afrika’dan avladığınız binlerce zenciyi köle olarak çalıştırdınız. Zenciler ile aynı otobüslere binmediniz. Ku Kulux Klan katilleri daha dün zenci avlıyordu.

Japonya’ya attığınız Atom Bombası, aslında bütün insanlığa atılmış bir bombadır.

Vietnam’da işlediğiniz cinayetler, katliamlar daha dün yaşandı.

Irak, Pakistan, Afganistan’da işlediğiniz cinayetler gölge değil, tam da karşınızda duruyor. Örtülü yamyamlar olarak suratlarınızdan hala kan damlıyor.

Sayın Ricciardone; sizin asker kılıklı katilleriniz tecavüz eder, çalar, ölmüş askerlerin suratına işer. Bu memleketi kuran Mustafa Kemal Atatürk ise ayakları altına serilen Yunan Bayrağını “ki, o devlet her türlü rezilliği sizlerin taşeronu olarak yaptı bu topraklarda” yerden kaldırtıp, “hiçbir devletin bayrağı ayaklar altına serilmez” demiştir.

Sizin askerleriniz ölmüş askerlerin suratına işerken, siz Atatürk gibi asil bir komutanın kurduğu ülkede konuşurken 100 defa düşünün Sayın Ricciardone.

Arap baharı diye uydurduğunuz eşkıya yöntemi ile, daha önce o ülkelerin başına oturttuğunuz kuklalarınızı al aşağı ederken, diktatörleri indirdik yalanı ile “Kaddafi hariç” kuklalarınızın paralarına el koydunuz. O paralar sizin değil, o ülke halklarına aittir. Bu kadar aç mısınız Bay Ricciardone?

Sizin ülkeniz “demokrasi” yalanı ile hep çalmayı adet edinmişken, Türk Milletine “gölgeler” iftirasında bulunmak sizin haddiniz değildir Sayın Büyükelçi.

Ülkelerin milli servetlerine el koymanın adına “demokrasi” deyince demokrasi oldu mu sanıyorsunuz?

Irak’ın müzelerini soydunuz. Tohum bankasına el koydunuz. Petrollerini ele geçirdiniz. Bu hırsızlığı, gaspı demokrasi oyunuyla kapatacaksınız öyle mi?

Siz bu ülkede 70 milyonu devşirdiğinizi mi sanıyorsunuz? Bu ülkede Han ve Hatunların mirası bütün karşı çalışmanıza rağmen devam ediyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün nesli dimdik ayakta duruyor.

Bay Ricciardone, dünyada nerede bir gözyaşı varsa, arkasından sizin devletiniz ve akrabalarınız çıkar. Elleriniz masum milletlerin gırtlağından ekmeğini çalarken, “geçmişimizde gölge” olduğunu söylemek sizin haddiniz değildir.

Ülkemizde atadığınız memurlarınıza güvenerek bu millete iftira atmayın.

Sizin hem geçmişinizde, hem de günümüzde gölge değil, basbayağı ortada cinayet-soygun-soykırım, yani her türlü melanet duruyor.

Rusya’yı çevirip, Asya kilidini açmak için dün Ermenileri kullanan dedeleriniz gibi, gene aynı numaraya yatıp Ermenistan’a yerleşmeyi planlıyorsunuz.

PKK’yı besleyerek “ki, bilmediğimizi sanmayın” Büyük Kürdistan “ikinci İsrail” devletini kurmak istiyorsunuz.

Yani dedelerinizin yırtıp ellerine verdiğimiz Sevr projenizi önümüze koyuyorsunuz. PKK ve soykırım yalanı, bu iki devleti kurmak için kullandığınız iki çirkin argümandır.

Bu ülkeye atadığınız, devşirme bürokrat, asker, siyasilere bakarak Sevr’i uygulayacağınızı sanıyorsanız, 90 yıl önce arkasına ”g..ne” baka baka giden İngiliz-Fransız-Yunan-İtalyan’ları size hatırlatırım.

Onlar da işbirlikçilerine güvenerek gelmişti Anadolu’ya. İşbirlikçilerini de ellerine verip “geldikleri yere geri yollamıştık.”

Anlaşılan akıllanmadınız. İstiyorsunuz ki; bütün mazlum ülkelerin faturasını sizden biz tahsil edelim.

Medyada, üniversitelerde, sivil kuruluşlarda, mecliste, poliste, askerde “iğfal” ettiğiniz ihanet şebekelerine güvenerek 35 kişiyle Çin Han Sarayını basan bir milletin çocuklarına “sidikli, hırsız” askerlerinize ve silahlarınıza güvenerek iftira etmeye devam etmeyin.

Önce siz saydığım bütün ülkelerden ve Zencilerden, Kızılderililerden bir özür dileyin de; boyunuzu-bosunuzu bir görelim bakalım.

Hatta kobaya çevirip, bankerler adına sürekli çocuklarını savaşa sürdüğünüz Amerikan Halkından da bir özür dileyin.

2. Sevr dayatmanızı ve BOP projenizle, eş başkanınızı da alıp gidin.
Böyle devam ederseniz biz nasıl göndereceğimizi biliriz.
Nasıl gönderdiğimizi akrabanız İngilizlere soruverin isterseniz.

Ha… Sahi, bayraklarınızı alıp sizler de İzmir’e çıkmıştınız değil mi?
Yani, siz de arkasına baka baka gidenlerdensiniz.
Ne diyelim, yenilen boksörün sırtı mindere doymazmış.

Sizler, onca mazlum milletin ahı yanınıza kalacak mı sanıyorsunuz?
Hayal görün, ne de olsa hayal görmek ücretsizdir.

Yani Bay Ricciardone, bırakın bizim olmayan gölgelerimizi de, kan damlayan gerçeğinizin hesabını verin.

Zahide  UÇAR

http://www.zahideucar.com/index.php?option=com_content&view=article&id=104%3Aine-bak-ricciardone&catid=1%3Ayeni-makaleler&Itemid=5

30
Oca
12

ZAMAN GAZETESİ VİCDAN DEĞİL CELLAT’TıR, ŞİDDETLE KıNıYORUM..!!!

Her şey açık; yalan bir haberi yayınlayan bir gazetedir bu Zaman, mahkeme kararına rağmen bu yalanı düzeltmeyen bir gazetedir bu Zaman… Varsa aksini söyleyecek bu gazeteden, çıksın meydana, biz buradayız! Zaman bir Vicdan değil bir Cellat’tır!

Bu satırları size, her kelimesini özenle seçerek yazıyorum, gerçeğin ortaya çıkması için.

CHP’nin bir Genel Başkan Yardımcısı, adı Gürsel Tekin, Zaman Gazetesi’nin 25. Kuruluş yıldönümünde söylemiş olduğu sözleri üzülerek okudum. Sözleri aynen şöyle: “Bir Zaman okuru olarak bu sürecin zorlu geçirdiğini düşünüyorum. Zaman için çaba sarfedenleri, emek verenleri kutluyorum. Nice yüzyıllara diliyorum. Zaman Gazetesi’ni tek kelimede anlatmak gerekirse bence o kelime; ‘vicdandır.’…”

Üzüldüm çünkü insanlık onurunu simgeleyen VİCDAN ile siyasi iktidarın sesi olan ZAMAN’ı yan yana getirebilmek, tek başına dahi VİCDANSIZLIK’tır! Bırakın Zaman’la gelen vicdanı, bu gazete yargısız infaz yapan bir cellattır, elimizde belgeleri var…

Burada Zaman Gazetesi’nin çoğu yerde bedava dağıtıldığını anlatmayacağım ve bu mali kaynağın nereden geldiğini de sormayacağım, belgeyle konuşacağım.

Yine burada, bu gazetenin ve bu gazeteye bağlı ekranların Türk Ordusu’na karşı asimetrik psikolojik harekât yürüttüğünü, halkımızın ordusuyla arasındaki güçlü bağı zayıflatmak için yanlı yayınlara imza attığını da söylemeyeceğim, sadece belge ile konuşacağım…

Bizi tanırsınız, kitaplarımızdan, konferanslarımızdan ve ekranlarda anlattıklarımızdan, her şeyimiz açıktır bizim, gizlimiz saklımız yoktur ve olamaz…

Ömrümüzün büyük bir bölümü adı pkk olan bir terör örgütüyle mücadeleyle geçmiştir; kolay değil, on yıl dağlar, altı yıl uykusuzluk ve dört evden uzak geçen bir yaşam, hepsi kitaplarımızda açık açık anlatılmıştır…

Sadece terör değil, terörün ayrılmaz bir parçası olan ve teröre önemli finans sağlayan kaçakçılıkla da mücadele, ömrümüzden çok yılları alıp götürmüştür. Kolay değil; tam on yıl İran-Irak ve Suriye hudut boylarında kaçağı önleyebilmek için çok zorluk çektik biz, bu uğurda canımızdan, ailemizden vazgeçtik biz, sadece ülkemizi terör ve kaçak belasından kurtarabilmek için…

Terörün ve kaçakçılığın kirli yüzüyle yapılan bu mücadelemizde en ufak bir leke dahi alnımıza bulaşmamıştır, geçen yıllarımızda ne terörle ne de kaçakçılıkla ilgili hakkımızda bir dava açılmıştır ne de soruşturma… Buna cüret edenler olmuştur ancak bunu yapanların vicdanlarındaki kir, bize değil onların yüzüne bulaşmıştır…

Hal ve gerçek bu iken bu Zaman adıyla maruf bu Gazete bakın ne yaptı:PKK ile Uyuşturucu işi yapıyor” diyerek manşet attı, bizim için, “şok iddia” diyerek… Yani bizi, adımızı, bir ömrü karşı mücadele ile tükettiğimiz pkk ve kaçak ile yan yana getirdi. Olur ya, yanlışlık dedik, hemen tekzip gönderdik bu gazeteye ve bu haber yalandır, düzeltin, dedik…

Düzeltmediler, kıymetli okurlar düzeltmediler… Hukuk diyorlar ya şimdilerde, biz de hukuka gittik, dava açtık ve kazandık. Elimizde kesin mahkeme kararı var, bu haber vicdansızlıktır diyen, bir Tekzip Kararı… Bu Zaman, tam üç kez bu karara itiraz etti, üçünde de davayı kaybetti yani yine biz kazandık…

Normal demokratik ülkelerde ne olması lazım? Bu tekzip kararının aynı gazetede yayınlanarak, yanlış haberin düzeltilmesi lazım, değil mi…. Ama durum hiç de öyle olmadı, bakın ne oldu…

Kararı gazeteye gönderdik, kesinleşmiş mahkeme kararını, Gürsel Tekin’in VİCDAN ile sembolleştirdiği bu Zaman Gazetesi yine yayınlamadı, hala da yayınlamadı,

işte  o  karar :

Okumaya devam edin ‘ZAMAN GAZETESİ VİCDAN DEĞİL CELLAT’TıR, ŞİDDETLE KıNıYORUM..!!!’

30
Oca
12

OLDU DA BİTTİ MAŞALLÂH..!!!

Sünnet edilirken çocuk, bir şamata, bir bağırtı, bir gürültü arasında söylenir bu söz:

“Oldu da bitti maşallâh!”

Sünnet olan çocuk, ne olup bittiğini anlamadan, bu gürültü patırtı arasında kesileceği kesiverirler, sünneti bitirirler.

Çocuk şaşkın, biraz da korku dolu bakışlarla kalakalır.

Neyi kesmişlerdir, ne olmuştur ayırdında olamaz…

Aynı durumdayız.

Türkiye Cumhuriyeti bu durumda şu an.

Satılık, yandaş, yalaka basın yayının şamatası yeri göğü tutmuş. Dış odaklar övgünün birini bırakıyor birini düzüyor bunlara. Kavga eder gibi göründüklerine bakmayın. Aslında cilveleşiyorlar. Canım cicimli göz süzmesi, gerdan kırması bunlar…

Üç dönemden geçtik.

En son “Oldu da bitti maşallâh” dönemindeyiz. Yıkım sürecindeyiz.

Neler oldu? Bu günlere nasıl geldik?

Hazırlık Dönemi:

Özal’la bu dönem hazırlandı. Bütün yolları açıldı. Yollara taşları döşendi.

Askeri şortla denetleyen bu büyük siyasetçi (!), askerimizi aşağılama dönemini bununla açtı.

Fethullah figürü yaratıldı, burdan alınıp ABD’ye konduruldu. Düğmesine basılıp Amerikanlaştırma’nın, Haçlı Seferi’nin ilk işaret fişekleri atıldı.

Ecevit Atatürk’ün partisi CHP’yi terketti.

Parti yerlerde kaldı uzun süre. Sonra yenildikçe güreşe doymayan Deniz Baykal bunu yerden kaldırdı. Türkiye’yi yıkmaya gelmiş partinin ve kadronun Siirt seçimleriyle önünü açtı.

İkinci dönem :

Uygulama Dönemidir.

Amerika’nın gayretleriyle başa geçirildiği söylenen AKP yıkım uygulamalarını başlattı.

Birinci seçimle başlayan uygulamalar ikinci kez seçilmeleriyle hız kazandı.

İkiz yasalarla dış müdahaleye engel kalmadı.

Vatanın satışı yasalarla yasaksız duruma geldi.

Cumhuriyet devrimleri tek tek alaşağı edildi.

Habur açılımı, Ermeni Açılımı, Rum Açılımı, Yahudi açılımı, Rus açılımı… Yedi düvel açılımı… Yerel Ağız açılımı… Türk Müziğini televizyondan kaldırma açılımı. Kültürsüzleştirme açılımı…

Radyolardan sesimizi kısma, göğümüzden ses bayrağımızı indirme açılımı.

Silivri’ye, Hasdal’a engel gördüğü kadını, adamı, askeri, generali doldurma açılımı.

Açılımlar ardı ardına açıldı…

Geldik son döneme:

Yıkım  Dönemi :

Bu  dönemi  sorularla  anlatırsak :

Okumaya devam edin ‘OLDU DA BİTTİ MAŞALLÂH..!!!’

30
Oca
12

Küreselleşme, ABD ve AB

ABD’nin ve Avrupa’nın yaşadığı ve bir türlü aşamadığı iktisadi bunalım, bu emperyalist merkezlerin, çözümü daha fazla işgalde, savaşta, kanda aramasına neden oluyor. Arap Baharı denilen sürecin önemli gerekçelerinden biri de bu nitekim. Bu yüzden, 1990’lı yıllarla birlikte dillendirilen “Yeni Dünya Düzeni”, “Tek Odaklı Dünya” (kimileri tek kutuplu dünya diyorlar, bu dil açısından yanlıştır, çünkü tek kutup olmaz, en az iki kutup söz konusu olabilir), “Küreselleşme” gibi kavramları yeniden düşünmek gerekiyor.

Küreselleşme sürecinin tüm dünyayı etkilediği aşikâr. Ancak, sürecin yarattığı fırsatlardan yararlanmada, Çin, Hindistan, Brezilya gibi birkaç istisna dışında, azgelişmiş ülkeler, yoksul halklar, mazlum milletler, 3. dünya pek öne çıkamadı. Tam tersine çevre ülkeler, küreselleşmenin olumsuz etkilerine fazlasıyla maruz kaldılar. Küreselleşme onlar için daha çok yoksullaşma, daha fazla sömürü anlamına geldi. Ekonomik değerlerini, “özelleştirme” adı altında yok pahasına elden çıkarmak zorunda kaldılar. Küreselleşme, onlar için kuralsızlaştırma, doğal kaynaklarının gelişmiş ülkelerce sömürülmesi, istikrarsızlık ve ulus devletin tasfiye edilmesiyle özdeşleşti adeta.

Küreselleşmeyle birlikte hem ülkelerin içinde, hem de ülkeler arasında varsıl – yoksul uçurumu daha da derinleşti. Zengin daha zengin olurken, fakirler daha da fakirleşti. Kısaca bilişim denen bilgi ve iletişim teknolojileri alanında öne çıkanlar, Anadolu deyimiyle “yükte hafif pahada ağır” olan bu sanayi dallarında atılım yapanlar, kazançlarını katladılar. Aynı zamanda bu alanların stratejik konumu, zihin denetimi, algı yönetimi, psikolojik harp, toplum mühendisliği üzerindeki etkisi, bu sektörlerde güçlü olan devletleri ve şirketleri siyasette, diplomaside daha da etkili kıldı.

Küreselleşme süreci, Türkiye gibi, uluslararası ilişkiler çalışmalarında “orta büyüklükte devlet” olarak tanımlanan devletlerin de, küçük devletlerin de uzun erimli dış politika seçenekleri oluşturmalarını daha da güçleştirdi. “Tehdit”, “Risk”, “Güvenlik”, “Savunma” gibi kavramların içeriği değişti. Örneğin; eskiden “potansiyel tehdit” oluşturan ülkelerin sadece askeri güçleri çerçevesinde şekillenen bir tehdit kavramı söz konusuyken, küreselleşmeyle birlikte, emperyalizmin kışkırttığı, kanırttığı, kullandığı, kaşıdığı “bölgesel krizler”, “etnik çatışmalar”, “siyasi ve iktisadi istikrarsızlıklar”, “belirsizlikler” öne çıktı.

Bunların yanında, yine emperyalist merkezlerin üretimiyle, teşvikiyle, dayatmasıyla kitle imha silahları, uzun menzilli füzeler yaygınlaştı. Köktenci akımlar, uyuşturucu, nükleer madde ve silah kaçakçılığı, insan ticareti yayıldı. “Uluslararası terörizm” gibi, tamamen emperyalizm kaynaklı, güdümlü ve denetimli olan yeni bir tehdit gündeme geldi. Yeni tehlike ve riskler öne çıktı. Geri kalmış, azgelişmiş, gelişmekte olan ülkelerin klasik sorunları olan aşırı nüfus artışının, yüksek işsizliğin, enerji açığının, gıda ve su kıtlığının, sağlık ve eğitim olanaklarının zayıflığının, planlama ve eşgüdüm eksikliğinin, sermaye azlığının yanına, yeni ve büyük sorunlar eklendi.

Küreselleşme süreciyle birlikte enerji kaynakları üzerindeki mücadele daha çetin hale gelirken, azgelişmiş ülkelere küreselleşmeyi dayatan büyük, merkez ülkeler, kendi aralarında bölgeselleşmeyi yoğunlaştırdılar, güçlendirdiler. Örneğin bu süreçte Avrupa’da Avrupa Birliği hem genişledi, hem de derinleşti. Kuzey Amerika’da ABD, Kanada ve Meksika arasında serbest ticaret anlaşması (NAFTA) 1994’te yürürlüğe girdi. Asya Pasifik bölgesinde benzer oluşumlar hayata geçti. Avrasya coğrafyasında ise başını Rusya ve Çin’in çektiği Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) 1996’da kuruldu.

Avrupa’nın  Çıkardığı  Dersler

Belleklerimizi tazeleyelim. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya iki kutba ayrılmıştı. 5 Mart 1946’da Churchill’in Missouri’de bir üniversitede yaptığı konuşmada “Soğuk Savaş” terimini kullanmasıyla Soğuk Savaş dönemine girilmişti. İki kutuplu dünya ortaya çıkmıştı. NATO ile Varşova Paktı, Batı Bloku ile Doğu Bloku, ABD ile SSCB, kapitalizm ile komünizm arasındaki sürtüşmenin sonucunda topyekûn savaş tehlikesi belirmişti. Bloklar arasındaki silahlanma yarışı, insanlığı nükleer tehditle karşı karşıya bırakmıştı. İki büyük dünya savaşının da Avrupa’da çıkması, Avrupa’nın ortak güvenliğini ve birleşik Avrupa yaratılması fikrini geliştirmişti. Avrupa Konseyi, NATO, Batı Avrupa Birliği, Avrupa Ekonomik Topluluğu (günümüzdeki adıyla AB) gibi kurumlar, hep birleşik Avrupa fikrini savunmuşlardı. “Avrupa’nın yeniden yapılandırılması” sözü dillerden düşmez olmuştu. Avrupa tarihten ders almıştı. Yeni bir savaşın evsahibi olmamak için çabalamıştı. Çevresini sömürmek amacıyla yeni araçlar, yeni bahaneler üretmesi gerektiğini anlamıştı.

Almanya’nın Rusya ve Çin ile olan yakınlaşması, Avrupa’nın iflas eden ülkelerini kurtarmaya yanaşmaması, Avrupa Birliği’nin de artık eskisi gibi olamayacağını kanıtlıyor. Keza, bunu gören Fransa da kendince önlem alarak, Akdeniz İnisiyatifi dediği projeyle Akdeniz çevresinde, özellikle de eski sömürgelerinde öne çıkmak istiyor. İngiltere’nin ise öteden beri zaten AB’yi pek umursamadığı biliniyor. Kısacası Avrupa’nın üç büyükleri, bize dediklerinin tersini yapıyorlar. Bize özelleştirme politikalarını önerirken, kendileri kamuyu güçlendirmenin yollarını arıyorlar. Bizi bölmeye çalışırken, kendileri ulus devletlerini güçlendiriyorlar. Bizde azınlık yaratırken, kendileri farklı kültürleri asimile ediyorlar. Bizi, AB’ye tam üyelik vaadiyle oyalayıp, her türlü ödünü koparırken, kendileri AB’nin zayıfladığını görüp, B planlarını yapıyorlar.

Çünkü tarihi iyi biliyorlar. Olaylara gerçekçi, akılcı yaklaşıyorlar. 20. yüzyılda iki büyük savaşa ev sahibi, tanık ve taraf olanlar, savaşların Paris, Berlin, Varşova, Moskova hattında yaşanan sonuçlarına katlananlar, Avrasya coğrafyasını çok önemsiyorlar. 50 milyon kilometrekareyi aşan büyüklüğü, 4 milyarı geçen nüfusuyla Avrasya coğrafyasının, 21. yüzyılın kaderini belirleyeceğini görüyorlar. Atlantik ağırlıklı dönemin bitmekte olduğunu, Asya’nın yükselişe geçtiğini, Batı’nın gerilerken Doğu’nun atılım yaptığını saptıyorlar. Rusya’nın dünya siyasetinde artan ağırlığın farkındalar. Çin’in en geç 2025 yılında dünyanın en büyük ekonomisi olacağını biliyorlar. Avrupa’nın egemenleri, ister adına Avrupa Birleşik Devletleri densin isterse Birleşik Avrupa Devletleri, ister yeniden sıkı bir federasyon olmayı hedeflesin isterse gevşek bir konfederasyon olmaya yönelsin, AB’nin işinin zor olduğunun bilincindeler. Ortak anayasa çabası kevgire dönen, Avrupa Ordusu projesi bir türlü istenen kıvama gelmeyen, ortak dış politika, savunma ve güvenlik politikası oluşturamayan, üstüne üstlük son iktisadi bunalımda zengin ve fakir üyeler arasındaki gerginliği aşamayan, en büyük başarısı sayılan EURO bile sorgulanır halen gelen AB’yi, parlak bir geleceğin beklemediğinin ayırdındalar.

Peki,  bizler  bu  gelişmelerin  ne  kadar  farkındayız ?

Barış  DOSTER

http://www.ilk-kursun.com/haber/94257

29
Oca
12

AKP’NİN KAOS PLANı… CHP VE MHP BUNUN NERESİNDE..?!!!

Kimseden   korkumuz   yok,   endişeye   kapılıyor   isek   eğer,   iş   işten   geçmeden   tedbir   alalım   içindir,   yoksa   bizi   bize   kırdıracak   bu   siyasetin   sahipleri,   buna   hiç   gerek   yok,   bu   ülke   hepimizin…

Güç   bizdedir..

AKP siyaseti ABD-İsrail senaryolarıyla ülkemizi bir kaosa taşımaya hazırlanıyor, bu açık ancak bir milletin geleceği ile oynamak zor, üstelik böylesi senaryoların tutması zor, çünkü halkımızın nasıl bir tepki vereceğini şimdiden kestirmek zor… Dolayısıyla ilk sözümüzböyle bir niyeti olanlar varsa, bir kez daha düşünsün’, demek olacaktır; bedeli ağır olur, bunu AKP de taşıyamaz, onu destekleyenler de, bu senaryoyu hazırlayanlar da…

Şimdi,  nedir  bu  kaos  planı,  anlatalım…

Plan; AKP tarafından hazırlanmakta olan ve kamuoyuna “her derde deva” olarak algılatılan yeni anayasanın halkımıza sunumu ve bunun da kolayca yürürlüğe girebilmesi için bir seri psikolojik operasyonu içeriyor. Bu psikolojik harp operasyonu;  “terör” konusunu ön plana çıkarıp dikkatleri sözde “Kürt Sorunu”na çekmek ve böylece asıl maksadı gizlemek şeklinde bir senaryoya dayalı…

Eğer ki bizler, terör nasıl ön plana çıkarılır ve bu terör nasıl Kürt sorununa bağlanır, önce bu iki sorunun cevabını bulabilir ve sonrasında da asıl maksadın ne olduğunu açığa çıkarabilirsek,  AKP’nin bu kaos planını bozabiliriz… Şimdi dikkatle izleyelim, çünkü içinde biz de varız…

Ülkemizde terör iki şekilde ön plana çıkarılır; ya şehit haberleri ya da Kürt etnik kimliği ile sokağa dökülenlerin haberi Düşünsenize bir; karakol baskınlarını, mayın, bomba ve şehit haberleri, bir anda terör ülke gündemine oturur, bu bir İkincisi ise pkk’nın siyasi kanadı DTP’nin çeşitli olayları bahane ederek halkımızı kışkırtması ve sokağa dökmesi, bu zaten hep gündemde… Ama düşünsenize bir; İstanbul’da araç kundaklamaları, Mersin’de polise saldırılar, Taksim’de cam çerçeve demeden yakıp yıkmalar, bu da terörü hemen medya günlüğüne düşürür… Ve bu her iki durum, bu olayları, medya eliyle hemen Kürt Sorunu’na bağlar…

Plan buysa eğer, yarın olacaklar da açıktır; Mart Nevruz’la birlikte pkk halkımızı sokağa dökecek demektir, bu bir… Aynı dönemde de pkk silahlı kadrolarıyla saldırıyla geçecek demektir, bu da iki…

Bu iki eylem tarzı sonucu ortaya çıkacak şehit haberleri, şiddet haberleri, bir ölçüde yaratılacak olan bu kaos bir yandan halkımızı canından bezdirecek… Öte yandan ?barış kardeşlik? diyenleri ekranlara taşıyacak ve en önemlisi AKP siyasetinin “bir kurtarıcı” gibi görülmesine yol açacaktır, zaten istenen de budur… Artık her gün Erdoğan’ı ya Arınç’ı ekranlarda dinleriz; “Yeni anayasa ile her şeyi halledeceğiz, siz korkmayın…” gibisinden laflarla…

AKP desteği ile güç kazanan ve halkımızı sokağa döken pkk’nın siyasilerine ve yine AKP desteğiyle güç kazanan ve insanlarımıza saldıran pkk?nın silahlılarına karşı elbet bu AKP tedbir alacak, çünkü hükümet, ama “dostlar alışverişte görsün” misalinden… Peki, nedir bu alışveriş misali?

Büyük toplantılar.. Daha dün çok büyük, çok büyük bir toplantı yapmadılar mı, pkk’nın finans kaynaklarını kurutmak için… Sanki pkk dünkü örgüt, parasını da bilen olmamış şimdiye kadar… Halbuki kasası İsviçre’de, haykırdık yedi yıldır, anlaşılan şimdi duymuşlar sesimizi ama yalan…Böylesi toplantıları geçtik, nerdeyse günümüz hep toplantı ama sonuç yok, başka nasıl görür bizi dostlar alışverişte?

Çatışmalar ve şehitler… Bunu durdurmaları zaten mümkün değil, çünkü ardında zaten kendileri var… Geriye Nevruz’da sokağa dökülecek olan halkımız kalıyor.. Bu ne demek biliyor musunuz; çok sayıda insanımızın gözaltına alınması demek… Herhalde bu AKP siyaseti pkk diyerek, Kürt etnik kimliğinde kim varsa, önümüzdeki Nevruz’u bahane edip herkesi gözaltına alacak…

Bu kaos planının ilk aşamasıdır.  Ve bu süreç AKP’nin; “yeni anayasanın herkesi kapsayacak bir anayasa olması gerektiği, tüm din ve mezheplere özgürlük vereceği… İleri demokrasiye geçilerek herkesin, etnik ve dinsel anlayışı ne olursa olsun, birlikte ve kardeşçe yaşamasını sağlayacağı ve terörü bitireceği” yolunda eşi benzeri görülmedik bir propaganda yapmasını sağlayacak ve halkımız da buna inanacaktır…

Tıpkı “anayasa değişikliği” deyip, “yetmez ama evet” deyip referandumda anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesinin sağlanması ve böylece yargının ele geçirilmesi gibi… Allah aşkına referandum sonucu anayasa değişti de ne oldu; kimin cebine bir kuruş para, kimin boğazına bir lokma ekmek girdi, ülkede ne değişti, hiç… Sadece yargı değişti ve AKP’nin kontrol ve denetimine girdi. Baksanıza işleri gelmediğinde hemen “hakim savcı değiştirip” yollarına devam ediyorlar…

AKP bir yanda pkk’yı, öte yanda pkk’nın siyasi kanadı eliyle halkımızı kullanarak öyle bir propaganda yapacak ki, halkımız nihayetinde ” Ey Allahım, değiştir şu anayasayı da millet bir rahat huzur yüzü görsün”demeye başlayaca… Elbet Bülent Arınç da bu fırsatı kaçırır mı, hemen çıkacak ekranlara; “Ey halkım. Biz kefeni giydik de geldik. Bu işi Allah’a bırakmayalım, biz yaparız, biz bu işi de yaparız” diyerek halktan destek isteyecek… Ve halkımız da ne yapsın, “evet” diyecek, belki de pür sevinç içinde… Belki de bu AKP’yi daha da kutsallaştıracak bazılarının gözünde ve diyecekler ki “bak şu AKP’ye, Allah’a bile işi bırakmadı, kendi yaptı” diyecek…

“Bir insan vatanını çok sevmeye görsün, belki de, olacakları bile görür gibi oluyor insan, olacakları görür gibi, ama bu işin sonunu Allah bilir, AKP bilmez..”

İşte ilk iki sorunun cevabı budur; yani terörü kullanıp Kürt sorunu yaratmak ve buradan yeni anayasaya atlamak, işte böyle bir şey… Bu aynı zamanda AKP’nin kaos planının ilk aşamasıdır, “dur” diyen olmaz ise eğer göreceksiniz tıkır tıkır işleyecektir…

AKP kaos planı işleyecek ama bu arada hapiste yatan binlerce “sözüm ona pkk’lı” olacak… Sözüm ona dedik çünkü örgütse bu örgüt, en büyük örgüt AKP’dir, ama hep pkk’yı hapse atmak olur mu, biraz karıştırmalı akılları… Karıştırmak için ne yapmalı; pkk’ya terör diyerek vuranları da hapse atmalı, ama kimi?

PKK ile mücadele eden kim? Türk Ordusu… O zaman mesele açık; Nevruz’la birlikte Türk Ordusu’ndan da çok sayıda asker gözaltına alınacak demektir, hem pkk yalnız kalmasın diye, hem de AKP’nin mütekabiliyeti olsun için…Olur ya belki değiş tokuş olur…

Bu her ikisi de demektir ki; 2012 olay yılı, ama aynı zamanda gözaltı yılı olacak, çünkü yeni anayasa geliyor, her şeyi çözecek bir anayasa, en başta Doğu Anadolu’da beş yüz yıldır hüküm süren çağdışı feodal ağalığı çözecek olan bir çağdaş anayasa… İşte ekranlarda, 2012 yılında göreceklerimiz bunlardır; olaylar ve gözaltılar, bir yanda pkk bir yanda Türk Ordusu ve de yeni anayasa..

Şimdi asıl soruya gelelim; tüm bu tezgâh, dümen, senaryo, tuzak, peki, bu AKP’nin asıl maksadı nedir? Bunca olay, bunca hapis, bunca gözaltı ile insanlarımızın onur ve şereflerini ayaklar altına almaya çalışarak,asıl gözümüzden kaçırmaya çalıştığı gerçek nedir?

YENİ  ANAYASA’DA  YAZILANLAR!

AKP’nin  Yeni  Anayasası  BİR  SİYASİ  PROJEDİR  ve  esası  şudur;

–       Dinlerarası diyalog; Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenik olması, İtalya’daki Katolik Vatikan benzeri bir yapılanmaya gitmesi, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, Anadolu’daki Kiliselerin restorasyonu ve ibadete açılması, her ilçe ve ile “Din elçisi” sıfatıyla bir Papaz gönderilmesine kadar düzenlenen bir diyalog ve bunun da anayasal güvenceye alınması…

  ANLAMI :   Anadolu’yu  Hıristiyanlaştırmak…

–        Özelleştirme ve Yabancı Sermaye; Anadolu ve Trakya’da yer altı ve yer üstü zenginlik olarak ne varsa, bereketli topraklar dahil, her şeyin yabancılara, yabancı derken başta Rumlara ve Ermenilere, başta Yahudilere ve Yunanlılara satılmasına imkan verilmesi ve geri alınmasının da zorlaştırılması, böylece yabancıya mülkiyet ve kullanım için anayasal garanti verilmesi…

ANLAMI: Anadolu’nun Ekonomik Kaynaklarını Bizans’a Devretmek…

–       Özel Okullar; Her Vakfa, her ülkeye, her etnik kimliğe, her dinsel mezhebe, her cemaate ve tarikata özel okul açma imkânı verilmesi, bu amaçla özel sınavlar yapılarak halkımızın en zeki ve en fakir çocuklarının seçilmesinin sağlanması ve bu durumun anayasal güvenceye alınması…

ANLAMI; Gelecek Nesillerimizi Devşirmek…

–        İleri Demokrasi; Yerel yönetimlere eğitim, yer altı ve üstü ekonomik kaynak kullanımı, gelir toplama ve vergi alma, güvenlik, yerel dillerde yazışma, eski isimlerin kullanımı, yerel bayrak asma… gibi merkezi yönetimin elindeki tüm yetkilerin( dış siyaset ve dış güvenlik hariç), yerel yönetimlere devredilmesi ve bunun da anayasal güvence altına alınması…

         ANLAMI: Doğu Anadolu’da Özerk  Pkk Yönetimi Kurarak Asya ile bağımızı Kesmek…

–       Beyaz sayfa; Bir kereye mahsus olmak üzere, kapsamı, zamanı, süresi hükümetçe tayin edilmek üzere( tıpkı hiç kullanılmayan ve ordumuzun elini kolunu bağlayan sınır ötesi harekât tezkeresi gibi) genel af çıkarılması…

–       ANLAMI: Irak’taki Teröristleri Afla Getirip Doğu’da Pkk Ordusu Kurmak, İmralı’yı da Doğu’da Yönetiminin Başına Geçirmek( Neden Ergenekon; yapılanların ifadesi işte budur, mütekabiliyet)…

İşte AKP’nin Kaos Planı budur; Mart Nevruz’la birlikte pkk ve siyasi kanadının şiddet eylemleriyle halkımızı sindirmeye çalışmak ve bu kaostan istifade ile yukarıda özellikleri sayılan sözde yeni anayasayı halkımıza dayatmak ve psikolojik baskıyla kabul ettirmek…

Bu Kaos Planının amacı şudur; 1920-1982 Sevr planını hayata geçirmek, ASALA-PKK’nın cinayetleriyle yaratılan Ermeni- Kürt Sorununu bahane edip Anadol’?daki Türk varlığı ve kimliğine son vermek,  Müslüman varlığını da zaman içerisinde yok etmek…

MHP’nin Haçlı Seferi ya da Bizans Oyunu dediği işte budur…

CHP’nin Büyük Orta Doğu Projesi dediği de budur…

Bizim de sormak istediğimiz soru da budur, böylesi bir ihanet oyununda MHP ve CHP’nin tavrı ne olacaktır? Kürsü muhalefetiyle bu oyunu sürdürecekler mi yoksa doğrudan mitinglerle halkımıza gidip halkımızdan destek mi isteyecekler?

Bu açıklamayı her iki parti de yapmak zorundadır, çünkü Türk milleti olarak ne değerlerimiz var ise ve de geleceğimiz  elimizden alınmak istenmektedir. Mustafa Kemal böylesi bir durumu “söz konusu vatandır” diyerek ifade etmiştir… MHP-CHP bu işe ne der ve mücadele için ne yapar, bilmek zorundayız…

Peki ya sivil toplum; dernekler, sendikalar, barolar, üniversiteler, odalar, borsalar, ocaklar, onların tavrı ne olacak, bu ihanet senaryosu karşısında?

Peki ya sivil anlayış; Ne Mutlu Türk’üm diyenler, Milliyetçiler, Ülkücüler, Atatürkçüler, Tam bağımsız Türkiye diyenler, yurtseverler, devrimciler, Alperenler, Milli Görüşçüler, sağcılar, solcular, ulusalcılar, Müslümanım diyenler, Nakşiyim diyenler, Fettullahçıyım diyenler, sizin tavrınız ne olacak, böylesi bir vatana ihanet senaryosu karşısında?

Herkes kararını şimdi verecek, vermek zorunda, “bir böyle bir şöyle” olmaz, “bir o yanda bir bu yanda” olmaz, vatan olmaz ise namus şeref olmaz, din iman olmaz, o halde karar verin!

Kimse kendini aldatmasın!

Binlerce yıllık tarihin ışığı altında bu Anadolu’da Türkiyeli olmaz,Anadolulu olmaz, Türk olur, Türk Milleti olur, Türk Bayrağı olur, her etnik kimlik ve dinsel inanç ancak bu büyük çatı altında yaşar, eşit yaşar, saygıyla yaşar, insanca yaşar, bu yoksa zaten bizi, hepimizi yaşatmazlar ki…

Bunun aksini düşünmek demek, asıl kaos odur… AKP’nin planı ne ki, asıl kaos; biz Türk milletini, biz Türk bayrağını, hangi dini inançtan olursa olsun, hangi etnik kimlikten olursa olsun, ayrıştırmak demektir… Ayrışmak demek çatışmak demektir, çatışmak ise yok olmak demektir, kimse bundan kaçamaz… Bakın Mısır örneğine, Irak örneğine, Libya örneğine…

Biz vatanımızı seviyoruz, bayrağımızı ve insanımızı…

Biz tarihimizi seviyoruz, Ne Mutlu Türk’üm diyerek Türk Bayrağı ve Türk ulus devleti çatısı altında, hep birlikte kardeşçe yaşamak istiyoruz…

Kimseden korkumuz yok, endişeye kapılıyor isek eğer, iş işten geçmeden tedbir alalım içindir, yoksa bizi bize kırdıracak bu siyasetin sahipleri, buna hiç gerek yok, bu ülke hepimizin…

Peki, bugünümüze, geleceğimize ve tarihimize kim sahip çıkacak, bu güç kimdedir?

Güç bizdedir; bu anlatılan kaos sürecinde, CHP ve MHP için tarihi bir vazifedir bu güce önderlik etmek…

Güç bizdedir; Atatürkçü Düşünce Dernekleri, Ülkü Ocakları ve bu iki sivil toplumun önderliğinde tüm örgütlü sivil toplum için, bu güce liderlik etmek tarihi bir vazifedir…

Güç bizdedir, bu zorlukları da aşarız ancak…

Türk milletinin varlığının, bağımsızlık ve özgürlüğünün tehlikeye düştüğü bu zor günlerde, bugüne kadar bu milletin güveniyle elde ettikleri gücü, yine Türk milletinin ve devletinin bekası için kullanmayanlar olursa eğer, bunun hesabını verecek ve bu hesap elbet sorulacaktır…

Karar   bizimdir…

Erdal  SARIZEYBEK

GÜÇ   BİZDEDİR.!!!         AŞAĞIDAKİ   VİDEOYU   MUTLAKA    İZLEYİNİZ :

http://www.erdalsarizeybek.com.tr/makaleler/akpnin-kaos-planichp-ve-mhp-bunun-neresinde-344h.html

28
Oca
12

SEN KENDİ DERDİNE YAN..!!! (kısa bir süre…)

( NOT :  Bu  yazı  ilk  olarak  24.03.2008  tarihinde  yayımlanmıştır…)

Sen  kendi  derdine  yan !

Uzunca  zamandır  aynı  DNA’ların  yönettiği  ülkemin  geleceğinden  kaygı 

duymuyorsan,  sen  kendi  derdine  yan..!!!

Şimdi  ne  olduğun  önemli değil.

İster  kadın,  ister  erkek  ol.

Dindar  veya  ateist  ol.

Sömürgecinin  ağız  kokusuyla  haşır  neşir  yaşarken,  ister  demokrat  ol,  ister  Hipokrat.

Sen  hiç  bir  şeysin.

Ucuz  ayaklarınla  kilometrelerce  yürüsen  ne  fayda !

Gideceğin  bir  yer  yok.

Sen bir hiçsin be arkadaş !

Hürriyet  en  pahalı  değer.

Sen  esir  yüreğinle  demokrat  yaşa !

Her şey senden yana; güneş sana doğuyor, ay ışığı pencerende.

Gizlerin  krallığı  seni  önemsiyor.

Devler  liginden  sana  iltifat  var.

Kurduğun cümleler edebiyat, dudaklarından dökülen nağmeler opera oluyor.

Çağdaşlığın merkezinden ödüller hep sana !

Düşün  bakalım  niye ?

Irak’ta  bir  milyon  insan  öldü.

Sen  Nobel  peşinde !

Bu çağ kahpe bir çağ; bizim harcımız değil. Sen değersizliğinle yaşa! Kim bilir… Bir bakarsın olmuşsun paşa!

Kahramanlık  senden  yana…   Ne  garip !

Kısa bir süre, kısa bir süredir. Hepsi o kadar. Gerisi laf-ı güzaf…

Bugün pazarlıklar ucuz, sözler ve kelimeler kifayetsiz. Sen kendi derdine yan!

Tarih  bunun farkında !

“Ey  işbirlikçi !    Sözüm   sana
Biz   bu   memleketi   yolda   bulmadık
Öyle   yürürken   ayağımıza   takılmadı
Birileri   çıkıp   al   sana   memleket   demedi.
Memleket   bunun   farkında !”

Zaman  ilacıdır  tüm  yalanların.

Devrimin ışığı vurduğunda yurduma; sen,  kim bilir nerede olacaksın…

Biz   burada…

Sen  kendi  derdine  yan !

Ölümle  korkutma  bizi!   Eski  dost  düşman  olmaz.   Binlerce  kere  ölmedik mi ?

“İnsanı   severiz,   insan   olduğumuz   için
Kılına   zarar   gelse   bir   serçenin
İçimiz   titrer,   daralır   yüreğimiz
Her  şeyi   affederiz,   biri   hariç
İhanet !
Aşk   bile   ihaneti   affetmez
Vatan   eder   mi ?      A  cahil !”

Dedim  ya…     Sen   kendi   derdine   yan !

Mesela bana medeniyetten bahset.     Hani şu ballandıra ballandıra ve hatta nefes almadan savunduğun Batı var ya…

Kızılderililerin soyunu kurutan yankilerden bahset mesela!

Mesela Yahudileri fırında yakan Almanlardan…

Veya ne bileyim, şu fok balıklarının kafasına çivili sopalarla vuranlardan, AIDS belasını Afrika’ya musallat eden Hipokratlardan… Nagazaki’den, Hiroşima’dan bahset…

Ne bileyim işte, anlat bir şeyler…

Zencileri köpek yerine koyanlardan bahset!

Medeniyet  demiştik…    Sustun  birden !

Osmanlı’dan  bu  yana  seni  dinliyoruz.    Camide,  kilisede,  havrada…

Adaletten   bahsediyorsun,   güçlüden   yana   vaaz   veriyorsun.

Fakirlikten   yakınıyor,   transatlantiğe   biniyorsun.

Ve  ne   yazık   ki   Müslümanlıktan   bahsedip,   Yahudiliğe   hizmet   ediyorsun !

Allah    bunun    farkında..!!!

Naçizane    biz    de…

Medeniyet;   başka  halkların  kanlarıyla  varolan  bir  şey  değildir.

Önce  bunu  kafana  sokacaksın.

Yani,  fabrikalar  veya  devasa  alışveriş  merkezleri  inşa  etmek  de  değildir.   O  senin  bahsettiğine  biz  teknoloji  diyoruz.

Medeniyet  o  değildir.

Medeniyet  nedir  bilir  misin ?

Medeniyet  insan  olmaktır.

Fillerin  soyunu  kurutup,  sonra  onlarla  ilgili  belgesel  yapmak  değil.

Filler  bile  farkında  (kalanları)!

Sen kendi derdine yan!

Zaman  gelir  geçer.  Ne  yaparsan  yap  ölürsün.  Değmez  dersin.  Hiçbir  şey  için  savaşmaya  değmez.

Birileri gelir otellerini alır,  bakan çıkar turizm patladı der…   Turizm  patlamıştır !

Birileri gelir fabrikalarını alır, bakan çıkar üretim patladı der…    Üretim  patlamıştır !

Birileri gelir bankalarını satın alır,  bakan çıkar borsa patladı der…   Borsa  patlamıştır !

Ve  Talabani  gelir…  Ve  gün  gelir  Barzani  gelir…

Herkes  bunun  farkında…

Okumaya devam edin ‘SEN KENDİ DERDİNE YAN..!!! (kısa bir süre…)’

27
Oca
12

Özel Operasyon Üsleri Amazon Anneler Hareketi Doğurur mu..?!!!

Günün en  önemli  haberi  budur ;   “Amerika  Türkiye’de  özel  operasyon  üsleri  kuruyor.”

Guantanamo üssü gibi işkence üslerinden söz ediyorlar. Dünyanın bir yerinde terörist ilan edip enseledikleri bir insanı uçakla o üsse götürecekler, orda başına ne geldiğini kimse bilmeyecek…

Bunun ne uluslar arası hukuku vardır, ne de ulusal hukuku vardır.

Orman  kanunudur  bu.

Amerika,   çanak   yalayıcılarını   bulmadan   kesinlikle  

yapamazdı  bunu..!!!

“Çanak  yalayıcı”  kavramını  lütfen  tam  düşününüz…

Köleci Roma devletinin elitleri olan Cenevizli tüccar-tefeci sınıfı, sofrasından artan kırıntıları, yani kirli tabağı, kölelerinin önüne atardı. Tüccar efendiler Yahudi idi, kendi yemediği domuz etini kölelerine verirdi.

Galata’nın Cenevizli efendileri, Ege’de ve Karadeniz’de korsanlık yaparlardı. Korsan gemilerine kürek çektirmek için, Kuzey Afrika’dan Kasımpaşa’ya Kıpti köleler getirirlerdi. Köleler, bir kirli çanağa elini uzatmaya mecbur edilmiş zavallı insanlardı… Efendilerinin her işini yaparlardı. Hatta 548’de Ayasofya Şaman bilimevini de onlara yaktırdılar, adına Hıristiyan ayaklanması dediler.

Roma kölelerinin (Romanilerin) yaşadığı Kasımpaşa’da şimdi Bilgi adında bir özel üniversite kurdular. Üniversiteyi kurmakla öğünenler de orada çalışanlar da bu tarihi bilmezler ve hatta, bilerek veya bilmeyerek, yeni köleci devlet Amerika’nın hizmetinde çalışırlar!

Amerika yeni köleler arıyor. Türkiye’yi yarı köleleştirdi, sıra İran ve Suriye’de. Köleleştiremediklerini terörist ilan ediyor. Kendisi terörist Amerika, insan avlamak için özel operasyon üssü kuruyor! Asimetrik kavram değişikliği yapıyor, kendisi terör üssü kuruyor, ama terörist avlayacak…

2001 de “Bizden olmayan teröristtir” demişti, işte o kafa bu kafa.

Türkiye’nin doğusunda özel operasyon üsleri… Neresidir düşündünüz mü? Güney doğusu değil, doğusu… Kadırga yaylasına yapılan geniş beton yollar aklınıza geldi mi?

Bu toprakların tarihini bir hayli araştırdığım için rahatlıkla söylüyorum. Ceneviz kaleleri, işkence merkezleriydi. Adı yanıltmasın, Rize kalesine de öyle derler, ama sanıldığı gibi kaleyi yapan onlar değildir, onlar yapılmış kaleyi ele geçirirler, hatta hiçbir şeyin yapımına para harcamazlar, devletlerin kuruluşunda da, sonradan borçlandırarak ele geçirirler.

Ceneviz Kaleleri diye adı geçen Cenevizli Yahudi korsan kolonileri böyle işkence üsleriydi. Sahillerden çocuklarımızı kaçırıp korsan teknelerinde kürek çektirirler, az palazlanmışlarını Atina oligarklarına köle satarlardı. Onun için halkımız Cenevizliyi kötülüğün tarifi olarak söyler,”Korbakor olasın, seni gidi Ciniuz seni…

Tarihçi Murat Arslan’ın VI.Büyük Bedri’yi (Eubadore VI.Mitridate) anlatan doktora tezi kitabına dip not aldığı her şey bize bunları doğruluyor. MÖ.535’de Akmenid Oğuzlu beyi Sümerli Serhaz, Atina’ya kaçırılan çocukları ve bilim adamlarını kurtarmak için Rize’den, Kaçkar dağları çevresinden kadın ordusu topladı, onlar Amazon analar idi. Çocuklarını kurtarmak için Atina’ya kadar gittiler ve başardılar, o sayede Akmenid devletinin sınırları Altaylardan Atina’ya kadar ulaştı, köleliğin yasaklandığı tarihin ilk büyük uygarlığı böyle, kadın analar eliyle kuruldu, topraklarımızın adı onun için ANATİ-ULU, yani Anadolu oldu.

Amerika şimdi yeni köleci dünya devleti kuruyor… Yine eski Roma efendileri gibi, çanak yalayıcılar buluyor, adına da kibarlık edip “pastadan pay almak” diyor.

Ama ben onlara Başoğuzlu Akmenidleri hatırlatacağım, Selevkosları, Sasanileri, Şeddadileri, Selçukileri, Horasanileri, Eyzileri, Şamanileri ve Karusileri hatırlatacağım…

Eğer dünyada zulüm varsa, insanlık da yeniden hatırlanacaktır! Çocukları işkence üslerine kaçırılan anneler, insanlık için kuşanırlar. Yeni Amazon Anneler mutlaka ortaya çıkacak, onlar, işkence üslerini er ya da geç kuşatıp yıkacaktır!

Burası  Anadolu,  Guantanamo gibi denizin ortasında bir ıssız ada değil,  Ulu Analar Yurdu,  kutsal Hilal toprağıdır burası,  vatan-ana’dır  burası.

Amerika kendini Roma zannediyorsa,  biz de kim olduğumuzu,  Roma’nın bir türlü tarihten silemediği Oğuz Oğulları olduğumuzu,  Amazon annelerin torunları olduğumuzu,  ona ve çanak yalayıcılarına hatırlatıyoruz..!!!

ONA   GÖRE..!!!

Mahiye  MORGÜL

http://www.ilk-kursun.com/haber/94127

27
Oca
12

HODRİ MEYDAN — 12

ABD soğuk savaşın bitiminden sonra ele geçirdiği ekonomik, politik, askeri üstünlüğünü ve küresel hegemonyasını sonsuza kadar sürdürmek istemektedir.

ABD  bu  ana  hedefine ulaşacak ulusal stratejisini zaman zaman revize ( gözden geçirmek )  etse  de  ana  rota  hep  aynıdır.

ABD dünyanın hiçbir bölgesinde kendisine direnecek unsur, odak ve devlet istememektedir. Her bölgede devletleri birbirine kırdırarak veya kaynaklarını tüketecek şekilde rekabete sokarak denge siyaseti uygulamaktadır. Geçmişteki Irak ve İran savaşı bu yaklaşımın bir ürünüdür.

Ocak ayı başında ABD Başkanı Obama ulusal stratejik yaklaşımlarında yapacakları bazı değişikliklerin ipuçlarını verdi. Artık ABD sıklet merkezini Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya yani Pasifik’e kaydırmak istiyor. Çünkü her iki büyük paylaşım savaşı sonunda Atlantik ve Avrupa üzerinde oluşan ekonomik ve siyasi güç merkezi güneye ve doğuya doğru kaymaktadır. Bu durumu durdurmak ve özellikle Çin’i kuşatmak ve kontrol altına almak ve bölgesini istikrarsızlaştırmak gerekmektedir.

ABD savunma bütçesinde kısıntıya gitmek ve dünyadaki bazı üs ve tesislerini kapatarak asker sayısını da azaltmak istemektedir. Bu azaltma ve kesinti ABD’nin emperyalist stratejisinin en güçlü silahı olan Deniz Kuvvetleri ve onun önemli unsuru olan uçak gemisi grupları için asla düşünülmemektedir.

ABD’nin politikalarına ve planlarına kısmen bile direnen ve direnebilecek ülkelerde liderler ve hükümetler operasyonlarla işbirliği yapabilenlerle değiştirilecek, ülkenin sistemi buna elvermez ve lider değişiklikleri yetmez ise daha kapsamlı operasyonlarla rejim değişikliğine gidilecek, bu da sonuç vermez ise askeri müdahale yapılacaktır.

Obama örtülü savaşlara önem verileceğini, bu savaşlarda taşeron kullanılacağını ve Büyük Ortadoğu Projesinin realizasyonunun süratlendirilmesi gerektiğini açıkça ifade etmedi. Ama biz Obama’nın söylediklerinden, ulusal stratejilerinin açıortayından ve ABD’nin bugüne kadar yaptıklarının bundan sonra da yapacaklarının kanıtı olduğu yaklaşımından hareketle bu değerlendirmeyi yaptık.

ABD ulusal stratejisinde değişiklik yapmasının ana nedenleri; ekonomisin iflas aşamasına gelmesi nedeniyle askeri harcamalarında kısıntıya gidecek olması, sıklet merkezini doğuya Çin’e doğru kaydırması ihtiyacı ve Afganistan, Irak gibi istilalar için Birleşmiş Milletlerden yetki almanın artık imkansızlığıdır.

ABD’nin Saddam’ı devirmesi ve Irak’ı işgal etmesi Ortadoğu’daki dengeleri İran lehine değişmiştir. İran artık yalnız Şiiler için değil Filistin davasına sahip çıkması ve İsrail karşıtı politikaları nedeniyle Arap Halkları içinde bir çekim merkezi olmuştur. Eğer bu zor durumdan İran başarıyla çıkarsa çok yakında Suudi Arabistan ve Körfez Ülkelerinin işbirlikçi çağdışı yönetimlerinin düşmesi an meselesi olur.

Bugün Suriye hala dayanabiliyorsa, İsrail’in korkulu rüyası Hizbullah Lübnan’da ve Hamas Filistin’de var ise nedeni İran’dır. İran’ın çekim alanına artık Şiilerin yönetimde ağırlık kazandığı Irak’ta dahil olmuştur. İran’ın varlığı Büyük Ortadoğu Projesinin gerçekleşmesine engeldir. İran’ın nükleer silah geliştirdiği ve sahip olmaya çalıştığı bahanedir. Irak’ta da savaşın gerekçesi olmak üzere buna benzer yalanların söylendiği görülmüştür.

Şu anda İran’a karşı yoğun bir örtülü savaş icra edilmektedir. İran’a askeri müdahale yapabilmek için Birleşmiş Milletlerin yetkisi gerekmekte fakat bu Çin ve Rusya tarafından veto edilmektedir. Bu nedenle savaşı başlatabilmek için İran kışkırtılarak bahane olabilecek bir hamle yapması istenmektedir. Ambargolar, siyasi ve ekonomik yaptırımlar bunun içindir.

Irak’tan çekilen ABD birliklerinin çoğu körfez ülkelerindedir. İran Afganistan üzerinden doğudan, Suudi Arabistan, Körfez Ülkeleri vasıtası ile güneyden, Kuzey Irak Kürt Yönetimi ve Türkiye üzerinden batıdan kuşatılmıştır. Sadece Kuveyt’te 15000 ABD askeri vardır. Hint Okyanusu’nda bulunan Diego Garcia Adası’nda stratejik bombardıman uçakları güneyden taarruz için hazırdır. Yine burada da Guantanamo benzeri hapishanelerin yapıldığı medya da yer alan haberler arasındadır. Ayrıca Carl Vinson uçak gemisi ve grubu güneyde Umman Körfezi yaklaşma sularında, Abraham Lincoln uçak gemisi grubu Basra Körfezi’nde bulunmaktadır. Bu bir savaş konuşudur.

ABD ve İsrail tarafından Nisan ayı içinde icra edilmesi planlanan Austere Chalange-12 adındaki füze savunma tatbikatının teknik ve lojistik nedenlerle ertelendiği, muhtemelen Haziran’dan sonra yapılacağı açıklanmıştır.

Gerginlik durumundaki tatbikatların esas amaçlarından biride eğitim görüntüsü altında süratle savaş konuşuna geçmektir. Bu tatbikat nedeniyle İsrail’e 9000 ABD askeri ve uzmanı intikal etmiştir.

Tatbikatların ve savaş planlarının adları genelde bir mesaj verir ve niyeti ifade eder. Austere ( sert ) Chalange ( meydan okuma ) 12 ( 2012 ).

ABD  ve  İsrail   ‘’ Hodri  Meydan ‘’  diyor  ve  savaşmak  istiyor.

Allah,  başta  İran  olmak  üzere  biz  dahil  tüm  bölge  insanlarının  yardımcısı  olsun.

Türker  ERTÜRK

http://www.ilk-kursun.com/haber/94054

26
Oca
12

Erdoğan Kurtlar Sofrasında

Yetiştikleri  karanlık  odalarda,  merdiven  altlarında  kinle  beslendiler.

O  karanlık  odalarda  iftira  ile  beslendiler.  Beslendikçe  daha  çok  zehirlendiler.

Bir  gün  birileri  bu  kin  ve  nefreti  kullanıma  açtı.

Buyurun deyip, dümeni teslim ettiler. Dümeni teslim ederken de “önlerine bir fatura koydular.”

Ankara’nın şerrinden Bürüksel’in şefaati iyidir diyerek başladılar işe. Baba baskısından kaçan cahil genç kızlar gibiydiler.

Yılların ezikliği ile her gölgeyi düşman bellerken, yılların açlığı ile de ülke varlıklarının tepesine çöktüler.

Kendilerini dümene oturtanlara sadakat göstererek efendilerinin çıkarını ülke çıkarının üzerinde tuttular.

Türkiye her yönden kuşatılırken, göbeğinden emperyalist devletlere bağlı medyayı kullanarak halkı uyuttular.

Mirasyedi bir evlat gibi ne var, ne yok acımasızca sattılar.

Üretim, helal kazanç yerine tefecilik tercih edildi. Faiz kıskacında tüketim ekonomisi ile sefa sürdüler.

Küresel elite sadakatle bağlı hayırlı evlatlar oldukları için ülkeye sokulan kaynağı belirsiz paralar suni bir rahatlık yarattı.

Efendi ile uşaklarının düşmanı ortaktı. Anadolu’ya geldiği gibi gidenler ile o yıllarda geldiği gibi gidenlere yataklık edenlerin torunları 100 yıl sonra yeniden buluşma fırsatı yakalamıştı. İşbirlikleri Damat Ferit’i bile kıskandırdı(!)..

 

ABD’li müttefikleri; “bizim çıkarlarımız doğrultusunda çok iş yaptılar” diye övgü yağdırıyordu.

Büyük Ermenistan ve Büyük İsrail’i kurmak isteyenler, Türkiye’nin Asya ile bağını koparıp, Türk’ü nefessiz bırakarak boğmayı planlarken, evlatlıkları planın işlemesi için her şeyi yapıyordu.

AKP’nin dümene oturtulmasından sonra birçok ülkenin sözde soykırımı tanıması tesadüf değildir.

 

Gelin biraz beyin jimnastiği yapalım:

Türk Telekom sözde Ermeni soykırımını tanıyan tek Müslüman ülke Lübnanlı bir iş adamına hediye eder gibi satıldı. Hariri’nin Ermenistan’da soykırım anıtı önünde gözyaşları içinde saygı duruşunda durması Erdoğan için bir engel teşkil etmemişti.

Orhan Pamuk ve intihalci Elif Şafak Türk Milleti’ni soykırımcı ilan ettiğinde gösterilen tepkilere veryansın edip her ikisine sahip çıkan kimdi?

Abdullah Gül, R. Tayyip Erdoğan…

Halaçoğlu Türk Tarih Kurumu’nun başından ne zaman alındı?

Türkiye’de bulunan kripto Ermeniler’i bir bilim adamı olarak açıkladıktan sonra…

Belgeye dayalı bilgileri paylaşınca önce basının kripto Ermenileri ve küresel elite çalışan basının konsomatrisleri ayağa kalktı. Halaçoğlu azgın bir saldırı ile adeta linç edildi. Faşist ilan edildi. Sonra ne oldu?

Halaçoğlu görevden alındı. Halaçoğlu’nun görevden alınması kime kıyak oldu? “Alınma sözünün” İsviçre’de Ermenistan yetkilileri ile yapılan gizli görüşmede verildiği söylendi.

 

Sınırlarımızı tanımayan Ermenistan’a gidip gülücükler dağıtan kimdi?

Abdullah Gül!..

 

Ermenistan sınırını açmaya kalkıp, şartları kabul etmeyen bir avuç Ermeni karşısında aciz kalan kim?

AKP!!.

 

Azerbeycan bayraklarını Bursa’da stada sokmayarak Ermenistan’a yalakalık yapan kim?

AKP!!.

Azerbaycan nerede ise nefes alabileceğimiz tek pencere. Bu pencereyi kapatmak isteyen kim?

AB-D ve İsrail!!..

 

O zaman AKP kimin hesabına çalışmış oluyor?

Türkiye’nin aleyhine, AB-D ve İsrail’in çıkarına…

 

Türkiye’nin soykırım yapmadığını Rus arşivlerinden bulduğu belgeler ile ispatlayan Mehmet Perinçek nerede?

Silivri esir evinde bertaraf edildi.

 

İsviçre’nin sözde soykırım yalanını meclisinden geçirmesine karşılık İsviçre’de gösterdikleri tepki ile İsviçre yargısını sallayan Talat Paşa komitesi nerede?

Denktaş’ı ABD’nin talimatıyla bertaraf edip Ergenekon’dan tutuklamaya kalktılar. Denktaş gibi bir milli kahramanı aslında arkasından hançerleyerek ölmeden öldürdüler.

 

Perinçek’i Silivri’ye tıktılar.

 

PKK’nın Ermenistan’a yerleştiğini, Ermenistan’ın PKK’nın önde gelenlerine vatandaşlık verdiğini anlatan Kemal Kerinçsiz’i Silivri’de esir ettiler.

 

AKP İstanbul Milletvekili olmayan soykırım için “özür” diledi. Peki Erdoğan’ın gıkı çıktı mı? Çıkmadı.

Sükut ikrardan gelmez mi? Gelir.

 

Zamanında meclis başkanına bile işine gelmeyen konuşmayı yapan vekil için “ya bu adamı sustur, ya da ben susturayım” diyen Erdoğan bu vekile niye sessiz kalıyor?

 

AKP’nin küresel elitin Türkiye üzerindeki planlarında taşeron rolünü üstlendiği için olabilir mi?

 

Bu gelişimi takip edemeyenler, Fransa’nın Türkleri soykırımcı ilan etmesine AKP’nin hiçbir yaptırım uygulamayacağını anlayamaz.

 

Azarbaycan’a Ermeni bir sanatçıyı içeri almadı diye AKP nota vermişti, hatırlayan var mı?

 

Peki, Ermenistan Cumhurbaşkanı kendi gençlerine “biz Karabağ’ı aldık, siz de Ağrı’yı alacaksınız” dediklerinde ne yaptılar?

Cevap bile veremediler. Veya sükut ikrardan gelir misali, Ermenistan Cumhurbaşkanı’na hak verdiler(!)..

Oysa bir devletin başka bir devletten toprak talebi savaş sebebidir. Tabii o ülkeyi devlet adamları yönetirse bu kurallar işler. Taşeronlar dümende ise işlemez, işleyemez.

 

Hakkını yemeyelim, AKP Fransa’ya müthiş bir yaptırım uygulamış(!)..

YENİÇAĞ, Güney Akım projesinin ‘devlet destekli’ ortağı Fransız EDF firmasının yüzde 15 pay alacağını dün manşetinden duyurdu(!)..

Ortadoğu 3. Paylaşım savaşının tam merkezine oturtulurken, taraflar hızla yerlerini alıyor. Elimizde olansa, ülkenin kaderini ABD’ye bağlayan Erdoğan ile Kraliçe’nin manevi evladı Gül…

3. Paylaşım savaşında farklı cephelerde yer alan ülkelerin savaşı ülkemize taşınıyor. Ajan cenneti olan ülkemiz AKP sayesinde operasyon merkezi de olacaktır.

“35 köylüyü ABD predatörü vurdu (Aydınlık)” haberi yapıldığında İlker Başbuğ içeri alınarak olay örtüldü.

ABD verdiği bu bilgiyle, bir mesaj mı yolluyordu?

 

Predatörlerin Pakistan’da yaptığı katliamlar hükümete hatırlatılmış, İncirlik’te konuşlanmasına izin vermeyin denmişti ama Erdoğan iradesini çoktan ABD’ye bağladığı için hür olmayan iradesi ile yapabileceği bir şey yoktu.

 

Daha önce WikiLeaks belgeleri ile ufaktan İsviçre hesapları açıklanmış, “söyleriz ha” şantajı yapılmıştı.

 

Erdoğan küresel elitin elinde tutsaktır. Hırslarının tutsağıdır. Bir millete karşı işlediği suçların tutsağıdır. 3. Paylaşım savaşında kurtlar sofrasında şaşkın bir ördektir.

 

İnandıkları masal bitmiş, Türkiye’yi Hz. İbrahim’i ateşe atan Nemrut gibi ateşe atmaktan çekinmeyenlerin yaktığı ateş kendi paçalarından tutuşmaya başlamıştır.

 

Verilen sözler boyunlarında yağlı urgan, Silivri-Hasdal yargısı ayaklarında prangadır.

 

Ortadoğu’da liderliğe soyunurken, yalancı pehlivan durumuna düşmüşlerdir.

 

Ava giderken avlanmış, şantajla devlet yöneteyim derken şantaja boyun eğmek durumunda kalmışlardır.

 

Düşmanımın düşmanı(Atatürk ve kurduğu T.C.) dostumdur diye yola çıkanlar, aslında kendileri bertaraf olmuştur.

 

Banka hesaplarından başka sığınacak yeri olmayanlara, ABD’nin kullanıp kafese kapattığı piyonlar acaba ne ifade ediyor?

 

Sahi ;   “Asiye  nasıl  kurtulur ?”

Zahide  UÇAR

26. 01. 2012

zahide@zahideucar.com

http://zahideucar.com/index.php?option=com_content&view=article&id=103%3Aerdoan-kurtlar-sofrasnda&catid=1%3Ayeni-makaleler&Itemid=5

26
Oca
12

“HEPİMİZ HRANT’ıZ, HEPİMİZ ERMENİ’YİZ” DİYE BAĞıRMAK, BİR KİMLİK BUNALıMı, BİR YOZLAŞMA ÖRNEĞİDİR…

Hrant Dink davasına bakan özel mahkemenin cinayetin arkasında bir örgüt bulunmadığını vurgulaması, sanıklara buna göre ceza vermesi hükümet kanadını ve yandaşlarını memnun etmedi.

Bu nedenle “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” sloganları atarak yürüdüler.

Özel Mahkeme, davanın arkasında bir örgüt bulsaydı, daha doğrusu “Bu cinayeti Ergenekon işlemiştir” deseydi herkes memnun ve mutlu olacak, işine devam edecekti.

Olmadı.

HSYK’nın seçtiği özel yargıçlar bu kez kurallara uymadı. Önlerine gelen kanıtlara göre hareket ettiler.

Ve liboşlar, enteller, hümanist bozuntuları, şeriatçılar, Kürtçüler sokağa döküldüler. “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” sloganları ile yeri göğü inlettiler…

Siz, bir Amerikalının ya da bir Ermeninin PKK kurşunu ile şehit düşen bir “Mehmetçik”in ölümü karşısında “Hepimiz Türk’üz” diye sokaklarda bağırdığını, çağırdığını, yürüyüş yaptığını gördünüz mü, duydunuz mu hiç?

Ben  görmedim,  duymadım.

Bu  türden  protestolar  ancak  bizim  ülkemizde  görülür.

Emperyalizme göbekten bağlı bu mandacı liboşlar, enteller, ortamına göre Bukalemun gibi renk değiştirip bir anda Ermeni olurlar, Kürt olurlar, Amerikalı olurlar.

Bu bir kimlik bunalımıdır, kültür yozlaşmasıdır. Türklüğün yadsınmasıdır. Emperyalizm onları etnik, dinsel temelde yeniden şekillendirmiş, “Ucube bir aydın tipi” yaratmıştır.

Bu dönemler, Osmanlı’nın son zamanlarında görüldüğü gibi, yabancı baskısının arttığı, yurdumuzu parçalamak için emperyalizmin kolları, bacakları, elleri, kafası, gözü yani tüm gövdesiyle ülkemize girdiği, tüm gücünü seferber ettiği dönemlerdir.

İşte böyle dönemlerde ortaya çıkar kimlik bunalımı yaşayan bu hainler. Bu dönemlerde etnik ve dinsel farklılıklar kaşınır. Enteller, neoliberaler “insan hakları” perdesinin arkasında çeşitli çıkar oyunları oynarlar.

İşbirlikçiler, mandacılar, vatan satıcıları böyle dönemlerde kulluğa soyunurlar.

Açıkça söylemek gerekirse, ”mütareke basını” gibi davranışlar sergileyen, ”yalakalık” yapıp bazı yerlere ”şirin” gözükmeye çalışan bu çevreler, kendi halkına ve özgücüne güvenmeyen kimselerdir.

AB ve ABD kapısından uygarlık ve dostluk bekleyen küreselleşme tutkunları, hümanizm soytarıları artık akıllarını başlarına toplamak zorundadırlar.

Özgüvenini, kendisine saygısını, ilerleme direncini yitiren yönetimleri ve ulusları ne gelişmiş ne de azgelişmiş ülkeler önemser. Bağımsızlığını ve onurunu ayaklar altına almış hiçbir toplum çağdaş uygarlığı yakalayamaz.

Mustafa Kemal Atatürk yıllar önce Söylev ‘de onları şöyle eleştiriyordu:

”Temel ilke, Türk ulusunun onurlu bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir.

Yabancı bir devletin koruyuculuğunu ve kollayıcılığını istemek, insan niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir efendi getirmeleri hiç düşünülemez.”

Uygarlaşabilmek, her şeyden önce bir yapı, bir düşünce biçimi, bir düzen sorunudur. Bir ülkenin ileri mi, geri mi olduğunu anlamak için o ülkenin sosyo-ekonomik yapısına, insanlarının ve özellikle yöneticilerinin düşünce dünyasına bakmak gerekir.

O ülkede çağdışı feodal kalıntılar var mıdır; tarikatçılık, tekkecilik, aşiret reisliği yürürlükte midir? Bölüşüm nasıldır? Halk ulusal gelirden ne oranda pay almaktadır? İşsizlik ve sanayileşme ne durumdadır? Ülkeye bilim mi, kör inanç mı egemendir?

Yüzyılımızın gerçeği şudur: Küresel emperyalizm, kendine bağlı ülkeleri çoğaltma çabasına girmiştir. Onun hedefi, ulusal devletlerin ve ekonomilerin etkinliğine son vererek, yönetimlerin uluslararası sermayenin denetimine geçmesini sağlamaktır. Varmak istediği asıl hedef, dünya egemenliğidir.

Bu öyle bir örgütlenme ve yayılmadır ki, içerisinde ne insan ne insan sevgisi ne de insan hakları vardır. İşte Afganistan ve Irak ‘ın durumu, işte Filistin, işte Libya…

Milyonlarca insan mermiler, füzeler, bombalar altında; açlık, yoksulluk, hastalık bataklığında can verirken, binlerce masum çocuk hiç nedensiz katledilirken, bu kahredici manzara karşısında Yeni Dünya Düzeni, hümanist Avrupa (!) sağır, dilsiz ve kör; kılını bile kıpırdatmıyor.

Batı dünyası sadece etnik konularda sesini yükseltiyor. (o da bir ülkeyi bölme, parçalama, güçsüz düşürme amacıyla…) Böylece kendisini, insanlığa karşı yükümlülüklerini yerine getirmiş, insan haklarını korumuş sayıyor.

Peki, hani nerde barınma, beslenme, sağlık ve eğitim hakları? Hani nerde insanca yaşama koşulları? Batı bu alanda hangi ülkeyi uyarmış, hangi ülkeyi desteklemiş, hangi ülkenin elinden tutmuş? Bir tek örnek var mıdır?

Artık bu gerçekleri görmek, Tanzimat ‘la başlayan, 1950′lerde ve 80′lerde artarak devam eden, 2000′li yıllarda doruğa ulaşan ”küreselleşme, Batılılaşma”sevdamızı yeniden gözden geçirmek zamanı gelmiştir. Şu günlerde, “Türkler Ermeni soykırımı yapmamıştır!” diyen ve yazan herkesi para ve hapis cezasına çarptıran bir kanunun Fransa’da kabul edilmesi böyle bir çabanın önemini daha da arttırmaktadır.

Atatürk’ün hedef gösterdiği ”çağdaşlaşma” (muasır medeniyet), Batılılaşmak demek değildir. Çağdaşlaşmanın sınırları çok daha geniş, evrensel ve hepsinden öte insancıldır. Kemalist anlayış, her zaman ”mazlum ülke”lerin yanında yer almıştır, karşısında değil.

Yeminli Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları tarafından şu gerçek bilinmelidir: Genç Türkiye Cumhuriyeti, 1923 Devrimini izleyen yıllarda, her çeşit kötü koşullara karşın, ayakları üzerinde duran, özgüvenine ve özgücüne dayanarak, ”çağdaşlaşma yolu” nu seçen, aynı zamanda kendine yeten bir ekonomiye sahipti. Dünya ülkeleri ve Avrupa ile de eşitlik, karşılıklı çıkar temelinde dostça ilişkiler kurmuştu.

Büyük işler başarmak isteyen uluslar, yönetimler, Atatürk ‘ün işte bu onurlu, saygın, bilimsel yolunu izlemeli, çağdışı koşullara ve kör inanca karşı savaşım vermelidirler.

Tarikatlarla, tekkelerle, aşiret reisleriyle, teröristlerle kol kola girip, “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” naraları atarak ne insan hakları korunur, ne çağdaş olunur…

Ali  ERALP

http://www.ilk-kursun.com/haber/93988

26
Oca
12

Sıra Geldi Ermenilerin Toprak İstemesine..!!!

Türkiye  Avrupa  Birliği  (AB)’nin  bahçe  kapısında,  koltuğunda  uyum  dosyaları,  bekletiliyordu.

Önce  bahçeye  alınacak  sonra  Avrupa  Birliği  evine  kabul  edilecekti.
Tatlı,  hülyalı  bir  masaldı.
73  milyon  bu  masalla  uyutuldu.

Masalların  da  meyvesi  olur.
Masal  noktalanır,  üç  elma  düşer.
Masalın meyvesini eskiden Avrupa düşmanı olup, 28 Şubattan sonra aniden dönüş yaparak Avrupa hayranı parti kuran politikacılar Tayyip Erdoğan ile  Abdullah  Gül  topladı.

İki  siyasetçi,  “Türkiye’yi  Avrupa  Birliği  tam  üyeliğine  taşıyacağız”  umudunu  rüzgar  yapıp,  “tek  adamlık  ve  sırayla  cumhurbaşkanlığı  yapma  yelkenlerini”  bu  rüzgarla  doldurdular.

Masala  ihtiyaç  kalmadı.

Masalın  sonlanması  gerekiyordu.
Avrupa’nın iki ağır topundan biri olan Fransa, Meclis’inde ve sonra Senatosu’nda; Naziler’in Yahudilere uyguladığı neyse 1915’de Osmanlı’yı yönetenlerin (İttihat ve Terakki) Ermeni’lere aynısını reva gördüğü söylemini yasa yaptılar.
Masal da bitti.
Yeni bir döneme giriyoruz.
Tu-kaka  Avrupa !

Xxx

İçişleri Bakanı Davutoğlu, önceki gün Moskova’ya bir toplantıya katılmak üzere giderken, uçağına aldığı gazetecilere; “Avrupa Birliği ikiyüzlü” diyerek; ilk “tu-kaka (berbat) dönemi” kapısını araladı .
Bakan gerçeği görmüştü.
İki yüzlükten üzüntülüydü.
“Tek bir tepki bile yok” diyordu.
Fransa meclisi ile senatosundan geçirdiği ve özünde “düşüncesini açıklayan ve 1915’de yapılan soykırım değildir diyenleri hapseden” yasayı kınayan tek bir Avrupa Birliği üyesi ülke önde geleni, kurumu çıkmadı diye yakınıyordu.
Yasa ifade özgürlüğünü tehdit ediyor.
Düşünce hürriyetini kısıtlıyor.
Araştırma isteğini tırpanlıyor.

Bu yasa “Avrupa Değerlerine” adeta küfür ederek “düşünce özgürlüğü katliamı” yapıyor fakat ne Almanya’dan, ne İngltere’den, ne İtalya’dan, ne Finlandiya’dan Fransa’nın yaptığına tek eleştiri bile yok.
Bütün Avrupa Fransa olmuştu.
Arşivler açıktı.
Tarihçilerini göreve çağırmıyorlardı.
“Türkler ve Ermeniler Anadolu’da yüzyıllarca beraber yaşamışlar ancak dış kışkırtmalar yüzünden karşılıklı felakete dönüşen vuruşmalar, sürgünler olmuş; bunun neresi Alman Yahudi soykırımına benziyor?” sorusunun cevabını bile araştırmıyorlardı.

Xxx

Avrupa kararını verdi.
Avrupa Birliği ülkelerinin meclisleri birbiri peşi sıra Türkiye’yi(tarihinde) soykırımcı ilan ediyorlar. Sıra şimdi Ermenilerin, kan parası (tazminat) ve arkasından da Anadolu’dan toprak istemesine geldi.
Yakında “toprak istekleri” başlar.
İlk “toprağı verelim kurtulalım, özür dileyelim rahatlayalım” diyenler de bizim içimizden çıkartılır. Bekleyin; birkaç yıla kadar toprak istekleri uç verecektir.

Okurlara  Teşekkür :

Dün bu köşede yer alan ve “Osmanlı Bankası Baskını”nı anlatan yazıda dikkatsizlik sonucu bir tarih hatası yaptım. Büyük Devletler’in (Düveli Muazzama) müdahalesini sağlamak için silahlı, dinamitli, tabancalı 26 Ermeni militanının Osmanlı Bankası’nı basmasını anlatan bu yazıda baskın tarihini 1826 yılı diye yazdım. Yanlış oldu. Doğru tarih 1896 olacak. Elektronik posta ve telefonlarıyla beni uyaran çok sayıda okuruma teşekkür ederim. Anlıyorum ki, Osmanlı Bankası baskını olayına ilgi duyan çok sayıda insan var. Bu konuda kapsamlı belgelere dayanılarak yazılmış kitap, Prof. Dr. Edhem Eldem’in “Osmanlı Bankası Arşivi’nde Tarihten İzler” adlı kitabıdır.

Necati  DOĞRU

SÖZCÜ

26
Oca
12

AYDıNLAR İÇİN

24 ile 31 Ocak arası, Adalet ve Demokrasi Haftası olarak adlandırılmakta ve çeşitli etkinlikler düzenlenerek, başta Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy olmak üzere yitirdiğimiz tüm yurtsever aydınlarımız anılmaktadır. Bu yıl 19. Adalet ve Demokrasi Haftası’nda yitirdiğimiz yurtsever aydınlarımızı anarken, tarihe yine şöyle bir not düşeceğiz: yurtsever aydınlarımızın Kemalist ilke ve devrimleri savundukları için, Türkiye’nin bütünlüğüne sahip çıktıkları için, emperyalizm karşıtı ve tam bağımsız Türkiye’den yana oldukları için öldürüldüklerini hep birlikte haykıracağız.

Ülkemizde 12 Eylül 1980 öncesinde, sonrasında ve günümüzde yurtsever aydınlarımıza karşı girişilen acımasızca ölüm olayları üzerinde dikkatle durmak gerekir. 12 Eylül öncesinde sağ-sol çatışmasının yerini, 12 Eylül sonrasında laik-dinci gerginliği aldı. Öldürülen bu insanlar, ülkelerindeki yaşam kalitesinin daha iyi olması için çalışan, daha iyi bir eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve mutlu bir gelecek için gayret eden, Atatürk’ün gösterdiği hedefe ulaşmak için mücadele eden vatan evlatlarıydı. İşlenen bu cinayetlerin bazılarının tetikçileri yakalandı ama azmettiricileri yakalanmadı, bazılarında ise tetikçiler bile yakalanamadı.

Toplum olarak öldürülen bu yurtsever insanlarımızın katillerini hep yanlış adreslerde sorgulamaya itildik. Çeşitli yönlendirmelerle katilleri komşu ülkelerde aramaya başladık. İşin özü Türkiye, bir aydınlanma savaşı vermekteydi ve Atatürk’ün hedeflerine doğru ilerleme kararlılığındaydı. Bu olay, dünyayı sömüren ülkelerin çıkarlarına ters düşüyordu. Emperyalist güçler, içten ve dıştan yaptığı oyunlarla, ülkemizi sömürmek ve parçalamak için ortaya koyduğu senaryoların arasına, öldürülen yurtsever insanların katillerini de koymuştu. Bugün yaşadığımız olaylardan geriye doğru baktığımızda, ülkemiz üzerinde sahnelenen bütün kirli oyunlarda ve yurtsever insanlarımızın öldürülmelerinin arkasında hep emperyalizmin olduğunu, bütün açıklığıyla görmekteyiz.

19 Ocak 2007 tarihinde öldürülen gazeteci yazar Hrant Dink’in, 17 Nisan 2006 tarihinde Malatya’da yaptığı konuşma şöyleydi: “Geçmişte İngilizlerin, Fransızların, Rusların, Almanların şu topraklar üzerinde oynamış oldukları rol neyse, bugün aynen tekrarlanıyor. Geçmişte Ermeni halkı, onlara güvendi, kendilerini Osmanlı’nın zulmünden kurtaracaktı. Ama yanıldılar çünkü onlar geldiler, kendi işlerini, kendi hesaplarını yaptılar, çekilip gittiler ve burada kardeşi kardeşle kan içerisinde bıraktılar. Ve bugün Kürtlerin yaşadığı aynı şey. Bugün Amerika geldi Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti oluşturmak üzere. Kürt kardeşlerimiz için orası bir çekim alanı mı oldu, ne oldu, bir başka birşey mi oldu, bir ümit mi oldu, bu çok tehlikeli bir iş. Amerika bu, gelir o kendi hesabını yapar, işine bakar, işi bittiğinde de çeker gider. Ondan sonra da burada tekrar insanları birbirileriyle kendi didişmesi içerisinde bırakır.”

Geçtiğimiz günlerde Hrant Dink cinayetiyle ilgili dava sonuçlandı ve sadece tetikçi ile azmettiren ağır hapis cezasına çarptırıldılar. Mahkemenin örgütlü suç hakkında yeterli kanıt olmadığı kanaatine vardığı bu davada, cinayete azmettirmekle suçlanan ve istihbarat birimlerinde çalışan bir kişi ise beraat etti. İşin ilginç yanı savcılık makamı “örgüt de var, kanıt da var” tezinde ısrar ederek, mahkemeyi yasalara aykırı karar almakla suçladı ve dosyayı temyize götüreceklerini açıkladı. Ergenekon ve Balyoz davalarındaki savcı ve yargıç uyumu, bu davada bozuldu…

Böylece Hrant Dink cinayeti de, diğer cinayetler gibi tam olarak aydınlatılamadı. Zaten bu cinayetlerin ardındakiler bulunabilse, olaylar tüm açıklığıyla ortaya çıkartılabilse, bugün emperyalizme maşa olanlar da kendilerini toplamak zorunda kalırlar.

Emperyalizmin farkında olmayan yüzeysel aydınlar, Soros’un TESEV’inden beslenerek Sorospu çocukluğu yapan aydınlar, Hrant Dink’in 17 Nisan 2006 tarihinde Malatya’da yaptığı konuşmayı anlamışlar mıdır? Hrant Dink için planlı bir şekilde sokaklara dökülerek, eylem yapmaları sağlanan bu sözde aydınların, aynı planlı tepkiyi zamanında öldürülen diğer yurtsever aydınlar için vermemeleri karşısında, söyleyecek sözleri var mıdır? Sadece Hrant Dink için tepki verip, Ergenekon, Balyoz davalarında zulüm gören aydınlar için sessiz kalanlar, bilerek ya da bilmeyerek emperyalizmle işbirliği içindedirler. Düşmanımız ABD’yi, AB’yi ve düşmanımız emperyalizmi göremeyenler, görmek istemeyenler, ihanete ortak olanlardır. Ülkemize yeniden Sevr’i dayatan emperyalizmi anlamadan bu cinayetleri çözmek olanaksızdır. Emperyalizme karşı, sömürüye karşı, şeriata karşı tüm yurtsever güçlerin bir araya gelmesi gerekmektedir. Bir araya gelecek olan bu güçlerin andını, Uğur Mumcu çok güzel betimlemiş:

“Ben Atatürkçüyüm,

Ben cumhuriyetçiyim,

Ben laikim,

Ben anti emperyalistim,

Ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım.

Ben özgürlükçüyüm,

Ben insan hakları savunucusuyum,

Ben,  yobazların,  vurguncuların,

Çıkarcıların  düşmanıyım..”

Suay  KARAMAN

İlk  Kurşun ;    23  Ocak  2012.

http://www.ilk-kursun.com/haber/93578

26
Oca
12

“Siyasette hiçbir şey tesadüf değildir”

Uğur  Mumcu’ya  Saygı…

24 Ocak…   Şöyle  bir  yoklayalım  belleğimizi…   Kaç  olay  hatırlarız?

24  Ocak  1980  Ekonomik  Kararları’nın  açıklanması…

Bu açıklamayı yapan dönemin Başbakan’ı Süleyman Demirel biliyor muydu acaba böylesi bir tasarrufun demokratik bir toplumda, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin var olduğu bir ülkede hayata geçmesinin zordan da öte bir zorluk olduğunu?

Kaç  kez  yazdık,  Erol  Manisalı  Hoca’nın  1977’den  kalma  bir  anısını…

Yer,   Park  Otel   Taksim – İstanbul…

Yapılacak  açık  oturumun  konuşmacılarından  biri  Erol  Manisalı’dır.

Diğer konuşmacıyı Manisalı Hoca şöyle tanımlar :   Kısa boylu, şişman, gözlüklü, kırpık bıyıklı biri… DPT’de mühendismiş… Turgut Özal… Daha sonra 24 Ocak kararlarının mimarı olacak, 12 Eylül Amerikancı darbesinin Başbakan Yardımcı ve 1983’den sonra ise ANAP Genel Başkanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı seçilecektir.

“Anayasa’yı  bir  kere  delmekle  bir  şey  olmaz…”,

“Federasyonu  tartışalım…”   diyen  Sam  Amca’nın  gözde  adamı,  tonton (!)  bir  zattır.

1977’de Turgut Özal’ın savunduğu ekonomi politikaları “24 Ocak 1980 Kararları” ile başlayarak ve 12 Eylül 1980 darbesinden sonra sürdürülen, Türkiye’yi uluslararası sermayeye teslim ederek ülkeyi açık pazara dönüştüren bir açılımdır.

Bu politikalara, Bunlar ancak demokrasinin, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin olmadığı ülkelerde uygulanabilir diye itiraz eden Erol Manisalı’ya Özal’ın yanıtı “Bunlar olacaktır” söylemidir.

“24 Ocak 1980 Kararları” hızla gelmekte olan 12 Eylül 1980 darbesinin sosyoekonomik zeminidir. Bu kararların mimarı Turgut Özal ise 12 Eylül 1980 darbesinin nesidir? Başbakan Yardımcısı… Kararları açıklayan dönemin Başbakanı ise Zincirbozan’dadır nice siyasetçi ile birlikte…

“Siyasette hiçbir şey tesadüf değildir. Bir şey vuku buluyorsa o şeyin önceden planlandığından emin olabilirisiniz…”

ABD Başkan’ı Rooswelt’in bu öngörüsü, altı çizilerek tarihe kaydedilmelidir.

Özal bir tesadüf olmayıp, Türkiye için hazırlanan 2012 yılında tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan planın, sahneye konulan oyunun sahte baş aktörüdür.

24 Ocak 1993 ise emperyalizmin sahneye koyduğu oyunun perde arkasını görerek Türk toplumuna anlatan Uğur Mumcu’nun bombalı bir suikast sonucu öldürüldüğü tarihtir.

Dönüp 24 Ocak 1980 ve sonrasına bakıyorum.

Uğur Mumcu’nun cenazesi için yüz binlerin Ankara’ya akışı… Yürekleri duydukları büyük ve gerçek acıyla sarsılanların karanfilleri ve mafya liderinin cenazeye çelenk gönderen mafya liderinin çelengi… Kitlelere hedef şaşırtmada emperyalizm, her zaman ki gibi son derece başarılıdır Uğur’un cenazesinde…

Ulusalcı, antiemperyalist önderleri taşeron kullanarak öldürttükten sonra kendi kanlı ellerini ve emellerini saklamak için ne diye bağırtılmıştı kitleler?

“Mollalar  İran’a”…

Attırılan bu slogandan sonra birileri kanlı ellerini pardösülerinin ceplerine sokup usulca sıvışmışlardır o meydandan… İşlem tamamdır çünkü…

Ne olmuştur Uğur Mumcu’nun üzerinde çalıştığı terör örgütü PKK dosyasına ?

1993’de hangi bilgilere ulaşmış, hangi bağlantıları çözmüştür acaba ?

Üstü  örtüldü gitti  bu  dosyanın…

Turgut Özal’ın en büyük ideali Anadolu Cumhuriyetleri Federasyonunu ilan etmek ve bu federasyonun başkanlığına soyunmak değil midir ?

19 Aralık 1992′de Ankara’da Turgut Özal’ın himayesinde Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 3. İstişare Toplantısı yapılmıştır.

O toplantıda, dönemin Refah Partisi milletvekili olan Abdullah Gül, Türkiye’nin Güvenliği ve Bütünlüğü Açısından Moral Değerler konulu bir tebliğ sunmuştur.

Tebliğden  çarpıcı  satır  başları :

*Türkiye’de  sistem  bunalımı  vardır.

* Bu  sistem,  halkına  zıt,  halkı  ile  barışık  olmayan,  ona  düşman  olan  bir  sistemdir.

* 70  senedir  uygulanan  bu  sistem,  bizi  bugün  ülkenin  bütünlüğünü konuşma  noktasına  getirmiştir.

*Türkiye’nin b u  resmi  ideolojisinin  tabii  karakterleri,  bu  sistemi  kuran  tek  partinin  altı  sloganı  ile  ortaya  çıktı…

Bu sunuma cepheden karşı çıkan ve Cumhuriyet’in kurucu felsefesini, Kemalist Devrim’i savunanların hele o dönemde önde geleni Kalpaksız Kuvvacı diye tanımlanan Uğur Mumcu değil midir?

ABD Başkanlarında Roosevelt’in o sözünü mıh gibi çakmalıyız belleklerimize…

“Siyasette hiçbir şey tesadüf değildir. Bir şey vuku buluyorsa o şeyin önceden planlandığından emin olabilirsiniz…”

Prof. Dr. Muammer Aksoy, Doç. Dr. Bahriye Üçok, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Doç Dr. Necip Hablemitoğlu, Orgeneral Eşref Bitlis ve Gaffar Okkan’ın katledilmesi gibi…

Sağ gösterip sol vurmada da üstüne yoktur emperyalizmin…

Hırant Dink’in 5. ölüm yıldönümü ve davanın karara bağlanmasının ardından, kitlelere oynatılan binlerce figüran rolüne ne demeli? Ellerinde Hepimiz Ermeni’yizkartonları, dillerinde o slogan…

Her eylemde yapan, yaptıran vardır. Ama en önemlisi o eylemden kimin kazançlı çıktığıdır. Uğur Mumcu öldürülmüş, ama kitlelere yanlış hedef gösterilerek toplumdaki muhalif enerji topraklanarak boşaltılmıştır. Hırant Dink suikastından kazançlı çıkan yine emperyalizm ve onun işbirlikçileridir.

Kalpaksız Kuvvacı Uğur Mumcu, emperyalizmin tertiplerini Türk milleti ile paylaştığı için şehit edilmiştir. O görkemli cenaze töreninde ise hedef saptırması yapılarak Mollalara İran’a sloganı attırılmıştır. Tıpkı bugün Hepimiz Ermeni’yiz” sloganı attırılarak, binlerce figüranı oynatılan Yetmez Ama Evet!çiye baş düşman emperyalizmin saklamada perde görevi yaptırılması gibi… Vay aydınlar vay… Siz neleri karartmaktasınız, bir bilseniz… Sizi, siz lejyoner aydınları Türk milleti hiç, ama hiç affetmeyecektir…

Oynanan oyun, 2012 içinde dayatılacak Sivil Anayasa tertibine karşı toplumu etkileyerek referandumda oy toplamak… Bu oyunun içinde Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya’nın ve hatta bazı bürokratlar hakkında soruşturma açılması da vardır. Topluma karşı “Bakınız biz ne kadar ileri demokratız, işte darbecilerle hesaplaşıyoruz…” edebiyatı yapılırken bir de bakmışsınız ki devrimle kurulan Türkiye Cumhuriyeti etnik temelde federasyonlara ayrılıvermiş…

Olanla olması gerekenin ayırtına varamayanlar bir diğer deyişle iki hamle sonrasını göremeyenlere söylenecek şey, “Uyan ey gözlerim gafletten uyan…”dır.

Ne demişti Roosevelt, “Siyasette hiçbir şey tesadüf değildir. Bir şey vuku buluyorsa o şeyin önceden planlandığından emin olabilirisiniz…”

Tüm şehitlerimizi sevgi ve saygıyla anıyorum… Verdikleri kararlı mücadele Kemalist Devrim’in yolunu aydınlatmaya ve Türk milletine yol göstermeye devam ediyor.

Gazanfer  ERYÜKSEL

http://www.ilk-kursun.com/haber/93630

26
Oca
12

Evet, Ama Yetmez

Yazının başlığı, emperyalizmin ne olduğunu bir türlü kavrayamayanların sloganını anımsatıyor. Çünkü emperyalizmi tanımayan, bilmeyen, bir kısmı da kendisini “solcu, özgürlükçü, demokrat, insan hakları ve hukuk devleti savunucusu” sayan bu kitlenin, iç ve dış politikanın gerçekte bir bütün olduğunu bilmediklerini, gelişmeleri öngöremediklerini bir kez daha anımsatmayı amaçlıyor bu yazı. İç siyasetteki gelişmeleri emperyalist güçlerin nasıl kullandıklarını bir kez daha belirtmeyi hedefliyor.

Konumuz, Fransız Senatosu’ndan 23 Ocak 2012 tarihinde geçen ve sözde soykırım iddialarının inkârını suç sayan madde. Türkiye, aldığı kararla, çıkardığı kaba gürültüyle, kamuoyundaki tepkilerle, politikacıların demeçleriyle bir kez daha sorunu kavramadığını kanıtladı. Emperyalizmle nasıl mücadele edileceğini değil, nasıl edilmeyeceğini gösterdi dünyaya. Ve bir kez daha Türkler mi, bir süre bağırıp, çağırır sonra da unuturlar diyen Batılı diplomatları haklı çıkardı.

Olguları ve soruları birlikte sıralayalım.

Fransa Ulusal Meclisi’nde 22 Aralık 2011’de alınan ve sözde soykırımın inkârının cezalandırılmasını öngören karardan sonra ne yapmıştı Ankara? Bu yasayı ihlal edenlerin, 1 yıl hapis ve 45 bin Euro para cezasına çarptırılmalarına karar veren Paris’e karşı hangi yaptırımları gündemine almıştı? Apar topar Paris’teki büyükelçimizi çekmiş, sonra da sessiz sedasız tekrar Paris’e yollamıştı, o kadar.

Başka ne yapmıştı? Ekonomik ilişkilerin gözden geçirilip geçirilmeyeceğini, Fransız şirketlerine karşı ne tür önlemler alınacağını, ihalelere sokulup sokulmayacaklarını soran gazeteciye, ilgili bakan ne demişti? “Hiçbir önlem söz konusu değil. Fransız şirketleriyle ilişkiler eskisinden daha güçlü olacak” dememiş miydi?

Başka neler yapmıştık? “Parlamentolar tarih yazamaz” demiştik. “Bu karar düşünce özgürlüğüne, ifade hürriyetine, Fransa’nın 1789 Devrimi’nin mirası olan kültürüne, felsefesine, geleneğine aykırıdır” diye de eklemiştik. “Bu karar özgür tartışma ortamını baltalar, bilim insanlarının elini, kolunu bağlar” şeklinde açıklamalar yapmıştık. Hiçbir etkisi olmadı bu sözlerin. Çünkü gözümüzün önündeki gerçeğe bakıyoruz, ama görmüyoruz. Görsek de kabul etmiyoruz.

Mesele Fransızların tutarlı olup olmamaları meselesi değildir. İkiyüzlü olmak, ilkeli olmak tartışması değildir. Çifte standart güdüp gütmemek meselesi de değildir. Bu nedenle “Fransa bundan böyle kimseye demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü konusunda ders veremez” demenin anlamı yoktur. İşi, Avrupa Birliği’nin ilke ve değerlerine kadar uzatıp, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına ters düştüğünü vurgulamanın da hayatta karşılığı bulunmamaktadır. Mesele bir tarih ve hukuk meselesi değildir çünkü. Bu nedenle FransızlaraSiz önce Antep’te, Maraş’ta, Urfa’da ne aradığınızı söyleyindemenin de, “Cezayir’de, Ruanda’da yaptığınız katliamların hesabını verin” diye yüklenmenin de anlamı yoktur. Nitekim Cezayir hemen Türkiye’ye, “Siz bizim bağımsızlığımız için BM’de yapılan oylamada karşı oy kullanmıştınız. O nedenle bizim adımıza konuşmaya yüzünüz de hakkınız da yok. Fransa ile olan meselenize bizi karıştırmayın. Biz kendi hakkımızı kendimiz ararız” diyerek, adeta ders vermiştir.

Cezayir meselesi geçmişte kaldı diyelim, ya birkaç ay önce Libya’da yaptığı saldırganlığı Fransa’nın önüne getirenlere ne demeli? Birisi kalkıp, Türkiye’nin NATO çatısı altındaki bu emperyalist saldırganlığa her türlü desteği verdiğini anımsatsa, ne diyeceğiz? Libya’yı bombalayanlar için Türkiye’nin üs tahsis ettiğini, lojistik sağladığını, Libyalı muhalifler için tüm olanaklarını seferber ettiğini söylese, ne yanıt vereceğiz?

Bu nedenle Libya’dan sonra Suriye’de de Fransa’nın istediği gibi davranıp, ABD’nin her dediğini yapıp, sonra da Batıya rest çekilmez, çekilemez. Batı emperyalizminin koçbaşı olup, sonra da Fransa’ya posta konulmaz, konulamaz. Büyük Ortadoğu Projesi’nde eş başkanlık üstlenip, Batılı başkentlerin isteğiyle anayasanın ilk üç maddesini değiştirip, Obama’ya “demokratik açılımı” sözü verip, sonra da Batıya kafa tutulmaz, tutulamaz.

Sorun siyaset sorunudur. Emperyalizmin ihtiyaçları, krizdeki kapitalizmin yeni kaynak arayışları, dış tekellerin pazar ve hammadde talepleri sorunudur. Batı tarafından içi çoktan boşaltılmış olan demokrasi, özgürlük, insan hakları sorunu değildir. Sokakta slogan atıp, neye alet olduğunu bilmeyenler, iş işten geçince de afallayanlar, Soros’un yerli sevdalıları,bağımsızlığın modası geçtidiyen Sevr yandaşları bilmezler bu işleri. Emperyalizm güçten anlar, çıkarına düşkündür, parayı sever. Ona anladığı dilde yanıt vermek, maddi açıdan zayıf düşürmek gerekir. Bu nedenle Fransız şirketleriyle olan ilişkileri geliştirmek yerine, gözden geçirmek şarttır.

Ödün üstüne ödün vermek, özür diliyoruzdemek, “yetmez ama evet” diye slogan atmak, emperyalizmi tatmin etmez. Çünkü daha fazlasını ister. “Evet, ama yetmez” der.

Yerüstü ve yeraltı kaynaklarını peşkeş çekmek, medyayı, sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, üniversiteleri emrine verip, aydınları devşirmesine alkış tutmak, emperyalizmi kesmez. Çünkü doymak bilmez. “Evet, ama yetmez” diye ısrar eder.

O yüzden sorun ekonomik yaptırımlar başta olmak üzere karşı çıkarak, ayağa kalkarak, “hayır” diyerek çözülür.

Emperyalizmin paket programlarına karşı kendi ulusal, devrimci, halkçı programlarımızı yaparak çözülür.

Aynen  Sivas  Kongresi’nde  olduğu  gibi.

Barış  DOSTER

http://www.ilk-kursun.com/haber/93823

26
Oca
12

GENELKURMAY TÜRK TARİHİ’NE GEÇECEK BİR OPERASYON BAŞLATABİLİR, İZLEYİNİZ…

2010 yılında Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli olan orgeneral İlker Başbuğ tutuklandı, şimdi Silivri’de hapiste, muhtemelen tek kişilik hücrede yatıyor…

Başbuğ terör örgütü lideri olarak suçlanıyor… Kaçma şüphesi yok, delil karatma şüphesi yok, üstelik iddia olunan suçlar kendi döneminden öncesine ait ama yine de tutuklu yani hapiste… Bu gerçeği, biz baktığımızda görüyoruz yani tutuklama için geçerli bir hukuki delilin olmadığını ama görmeyenler var demek ki, Başbuğ tutuklu…

Başbuğ’a yönelik iddiaların temelinde, internet andıcı olarak kamuoyuna yansıyan bir takım web sitelerinin hükümet aleyhine yaptığı ileri sürülen yayınlar var… Bu yayınlar Başbuğ Paşa döneminde başlatılmamış, öncesine ait, bu bir… Yayını yapan Başbuğ değil, web sitesini doğrudan kullanan kişi, ya bir sivil memur ya bir astsubay ya da alt rütbede bir subay ama yine tutuklanan olan Başbuğ, bu da iki…

Biz görüyoruz, bu olaylara baktığımızda ne olduğunu ve ne yapılmak istendiğini açık açık görüyoruz; etkisiz orduya gidiyor bu iş…

Yapılan son Anayasa değişikliğine göre görev suçlarından dolayı Genelkurmay Başkanlarının soruşturma yeri Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, yargılama yeri ise Yüce Divan yani Anayasa Mahkemesi… Ama Başbuğ’u özel yetkili bir Cumhuriyet Savcısı sorguluyor hem de altı saat, Ağır Ceza Mahkemesi de yargılıyor, hukuka aykırı bu ama yine de hapis Başbuğ… Ama biz de yine görüyoruz ne yapılmak istendiğini; itibarsızlaştırmaya gidiyor bu iş, ordumuzu itibarsızlaştırmaya

Başbuğ’a yönelik iddia olunan suçların işlendiği yer Ankara yani Ankara yargısı yetkili ama bu soruşturmayı İstanbul yürütüyor… Yapılmak istenen açık; sözde Ergenekon’a çekip davayı sürüncemede bırakmak, yıllar boyu hapiste tutmak yani Türk milleti gözünde Türk Ordusu’nun komuta heyetini etkisiz hale getirmek…

Biz bakıyoruz, bu olaya bakıyoruz, olaydaki kişiye bakıyoruz, soruşturma ve yargı sürecine bakıyoruz ve yapılan işlerin normal olmadığını açık açık görüyoruz, peki ya Genelkurmay?

Elbet o da görüyor, görmez olur mu hiç, elbet görüyor ve susuyorsa elbet bildiği de vardır…

Peki, ne görüyor, nereye kadar görüyor, neden susuyor, bilemiyoruz… Ama inanıyoruz ki onun elbet bir bildiği var, çünkü bu iş o kadar kolay değil, ne de olsa Türk Ordusu bu, milletin ordusu, bizim ordumuz…

Genelkurmay da görse bizim gördüklerimizi, söz konusu vatan olduğu için, biz yine de ne düşündüğümüzü size anlatalım… Anlatmalıyız çünkü bu olayda adı geçen Genelkurmay Başkanlığı görevini yapmış bir orgeneral, üstelik iddia olunan suç, sıradan değil, terör örgütü lideri olmak… Ağır bir iddia, öylesine ağır ki taşıması zor, hem Başbuğ için hem Türk Ordusu için zor…

Peki, hangi terör örgütü bu? Olsa olsa kod adı Ergenekon… Üstelik siz Başbuğ’a örgüt lideri derseniz, bu örgüt de olsa olsa Türk Ordusu olur, çünkü ordunun başkomutanıydı o… O zaman devamını da getirelim; Başbuğ’un lideri olduğu örgüt Türk Ordusu ise eğer, bu örgütün karargâhı neresi olur? Elbet Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı…

İstanbul’da yürüyen bu soruşturmada, o halde asıl hedef KARARGÂH yani Genelkurmay karargâhı… Öyle ya bu karargâhın Başkomutanı örgüt lideri ise eğer, çalışmalarını yürüttüğü karargâhı da örgüt karargâhı olur, bu akıl tutulmasına göre… Bu da ne demek biliyor musunuz; sırada Genelkurmay Karargâhı var demektir… Sırada bu karargâh var ise eğer, yine sırada bu karargâha komutanlık etmiş olan eski Genelkurmay Başkanları da var demektir, görünen köy işte budur…

Peki, bu durumda ne olur? Yani bir sabah ansızın, dalga dalga operasyon diyerek, sabaha karşı ani polis baskını diyerek, birkaç savcı, yüzlerce de polis, ellerinde BİR ARAMA KARARI ile Genelkurmay Karargâhına gelirse ne olur? Şu anki Genelkurmay Başkanı, gerçekleşmesi çok güçlü bir olasılık olan böylesi bir operasyon öncesi, anayasadan aldığı güçle karşı atağa mı geçer yoksa olacak ve bitecek olanı mı seyreder?

Bu durumda her zaman ki gibi iki seçenekle karşı karşıyayız; ya öncesinde “karşı atağa” geçip karargâhına yönelik olası bir operasyonu durdurur ya da “hukuka saygılıyız” diyerek olacakları seyreder…

Önce şu karşı atak seçeneği nedir, ona bakalım, sonrasında diğer seçeneği masaya yatırırız…

Karşı atağa geçmenin de demokratik hukuk düzenimiz içinde iki yolu vardır; ya gerçeği halkımıza anlatıp Türk milletinden duruma el koymasını yani toplumsal refleks göstermesini istemek ya da Türk Ordusu içerisindeki KÖSTEBEKLERE KARŞI ani bir operasyon başlatmak!

Türk Ordusu Türk Milleti’nden nasıl bir toplumsal refleks göstermesini isteyebilir? Gerçeği, yalnız gerçeği halkımıza anlatarak… O halde gerçek nedir? Gerçek şudur:

Eğer ki bu AKP siyaseti ve onun eliyle bu AKP hukuku, terörle mücadele ediyorum diyerek, Ergenekon kod adıyla Türk Ordusu’nu terör örgütü gibi algılatan bu soruşturma ve yargılamaya destek veriyorsa… Ve bu destek de hukuk adına yapılıyorsa eğer, halkımız da, ordumuz da sorar o zaman, Türk Ordusu terör örgütü ise o zaman bu pkk nedir, diye…

Öyle ya adı pkk olunca, başının bu örgütü İmralı’dan yönetmesi serbest, ama Ergenekon olunca, daha bugün Orgeneral Taşdeler Adli Tıp Kurumu’na sevkedildi, hasta mıdır yoksa değil midir diye, şüpheli durumundaki kişilerin konuşması bile yasak, söyleyiniz bize, bu nasıl hukuk?

Adı pkk olunca bu terörün, kaçaktan vergi almak serbest, gurbetçiden haraç almak serbest, toplanan paraları İsviçre’de kasalara koyup aklamak serbest, silah cephane olup bizi şehit etmesi de serbest… Ama söz konusu Türk Ordusu olunca, Ergenekon adıyla terör deyip ve de bu terörün kasaları deyip hepimizin banka hesapları araştırılıyor, hem de didik didik, bu nasıl hukuk ey halkım, bu nasıl hukuk?

Adı sanı pkk olunca silahlı kamp kurmak serbest, Irak’ta Barzani bölgesinde silahlı eğitim yapmak serbest, bu kamplardan çıkıp karakollara baskın yapmak ve bizi şehit etmek serbest… Ama sıra Türk Ordusu’na, ordumuzla yan yana getirilen Ergenekon’a gelince Kozmik odalar bile aranıyor, kışlaya mühimmat sevkeden araçlar bile aranıyor, bu nasıl iştir ey Türk Milleti, bu nasıl bir iştir!

Adı pkk olan bu terörün siyasi kanadı TBMM’nde cirit atar, ses yok… Özerklik ilan edip anayasal suç işler, ses yok… Devlete, millete açıktan kafa tutar, tehdit eder, isyan çığırtkanlığı yapar, yine ses yok… Ama Türk Ordusu’na sıra gelince, konuşsan suç, yazsan suç, ateş etse suç, etmese de suç… Telefonlar dinlenir, evler gözlenir, konuşmalar suç gibi iddianamelere geçer… Bal istersiniz, uyuşturucudur deyip tutanak tutulur, telefonunuza polis tarafından numaralar gizlice yüklenir, soruşturmalar yapılır…

Bu böyle devam edemez, aç gözlerini ey halkım, ordumuz bizimdir, sahip çık!

İşte Türk Milleti’nden toplumsal refleks göstermesini istemek budur, gerçeği, yalnızca gerçeği anlatmak, hem de televizyonların önünde, canlı yayında, açık açık gerçeği halkımıza anlatmak ve destek istemek!

İkinci seçenek olan köstebeklere karşı operasyona gelince, Türk Ordusu’na sızmış bu köstebekler bellidir, yapılacak ilk iş, Necip Hamlemitoğlu’nun KÖSTEBEK adlı kitabını okumaktır. Türk Milleti’nin bu kıymetli aydını açık açık Türk Ordusu içerisindeki Fettullah Gülen yapılanmasını anlatmıştır. Hatta isim isim açıklayacağını söylediği sırada alçakça öldürülmüş ve katilleri hala bulunamamıştır. Ama kitap belli, arşivi belli, tespitleri bellidir ve KÖSTEBEKLER de bellidir. Bu ilk aşama…

İkinci aşamada; Hanefi Avcı’nın Haliçteki Simonlar kitabını okumaktır, çünkü orada da polis istihbaratı içerisindeki Fettullah yapılanması bellidir ve açıktır. Polis istihbaratının kaçak cihazlarla kanun dışı dinlemeleri açık açık anlatılmıştır. Bunları da yazıp bir kenara not edin…

Bu iki kitap Genelkurmay Başkanlığı’na yapılmış olan yazılı suç ihbarlarıdır, gizli tanık ifadesi değil, açık tanık ve yazılı suç ihbarının belgesi…

Üçüncü aşamada Kod Adı Yahuda ve Kurt Kapanı adlı kitaplarımızı okumaktır. Çünkü bu iki kitapta şehitlerimizin sorumlusunun AKP yönetimi yani hükümet olduğu belgeleriyle anlatılmıştır. Bunu da bir kenara not edin.

Şimdi alın Askeri Ceza Kanunu’nu, son olarak görev ve yetkilerinizi okuyun, askeri yargının üst düzey yargıç ve savcılarını toplayıp onlara da görevlerini ve yetkilerini hatırlatın. Askeri Ceza Kanunu’nun birinci faslı HIYANET suçlarına ayrılmış olup, aynı fasılda Vatan Aleyhine Cürümler ve Harb Hıyanet-i anlatılmaktadır. Cezası da çok ağırdır, eskiden ölümle başlardı şimdi ağırlaştırılmış müebbet hapis…

Artık iş karşı atağa kalır; KÖSTEBEKLER belirlenir, birinci dalga operasyon ve ani bir baskınla, casusluk iddiasıyla köstebekler yakalanır, ev ve iş yerlerinde aramalar yapılır ve televizyonlardan naklen verilmesi sağlanır, tıpkı adına Ergenekon denilen savcı ve polislerin yaptığı gibi…

İkinci dalga operasyonda, mal varlıkları araştırılır, telefon görüşmeleri tespit edilir, hükümet ajanları ve Fettullah bağlantıları ortaya çıkarılır ve hepsi naklen ve çarşaf çarşaf medyada yayınlanır, tıpkı kod adı Ergenekon olan yargı ve polisin yaptığı gibi…

Zaten devamına gerek yok, bu bağlantıları ortaya çıkarıp askeri yargıya teslim etmek demek; Fettullah’ın da, ona destek verenlerin de, yabancı istihbarat örgütlerinin de ipliğini pazara çıkarmaya yeter… Gerisini artık AKP siyaseti düşünsün, biz değil, hükümette kalır mı kalmaz mı, Allah bilir, biz değil…

Peki, ya karşı atağa geçilmez de, Genelkurmay Karargâhına yapılacak olası bir baskın, olası bir operasyon “hukuka saygılıyız” denilerek uzaktan seyredilirse? Olacakları anlatalım…

Karargâh aranır hem de günlerce, tıpkı Kozmik Oda’da yapıldı gibi, ama bununla kalmaz…

Karargâhtaki tüm bilgisayarlara el konulur, Türk Ordusu’nun harbe hazırlık planları çarşaf çarşaf sokaklara saçılır, yabancı istihbarat ajanları da bundan payını alır ama bununla da kalmaz…

Karargâhtaki general ve subayların, hatta astsubayların, istihbarat gibi, harekât gibi, lojistik gibi, muhabere gibi, kritik noktalarında görev yapanlar gözaltına alınır, evleri aranır ama bununla da kalmaz…

Gözaltına altına alınanların tüm özel hayatları, itibarsızlaştırmak için, kamuoyunda aşağılamak için, yapılan bu haksız işlemi haklı gösterebilmek için ekran ekran yayınlanır ve insanlarımızın onur ve şerefleri ayaklar altına alınır, ama bununla da kalmaz…

Görevden alınanların yerine, Türk Ordusu’na sızmış KÖSTEBEKLER getirilir, yani bugün kendilerine karşı bir operasyona cesaret edilemeyenler…

Bundan sonra ne olur?

Ya Türk Milleti yüreğindeki sağduyusunun gücüyle toplumsal ve doğal refleks gösterip Türk Ordusu’na sahip çıkar ya da Türk Ordusu artık Türk Milleti’nin ordusu olmak çıkar…

Peki ya daha sonra?

Millet ordusuna sahip çıkarsa mesele yok ama sahip çıkmaz ise iş anayasaya kalır, nasıl mı?

Bülent Arınç çıkar televizyonlara, önce ağlar sonra konuşur ve der ki;

“Bak millet, şu ordunun yaptıklarına bak. Şu pkk’nın yaptıklarına bak. O da kötü bu da kötü ama biz kefenimizi giydik de geldik, kimseden korkumuz yok. Yeni Türkiye ve yeni anayasa ile tüm sorunları çözeceğiz. Önce anayasadan şu Türk, Atatürk gibi kavramları çıkaralım, anayasa kimliksiz olsun. Çok dil, çok kimlik, çok bayrak, çok din olsun, herkes özgürce yaşasın, ileri demokrasi işte bu, her şey serbest.

Yabancı sermaye gelsin, varı yoğu satalım, zengin olalım… Kiliseleri açalım turist çekelim… Heybeliada Ruhban okulunu açalım, dinler arası diyalog olsun… Ortodoks Vatikanı kuralım, herkes bizim ne ileri demokrasi içinde olduğumuzu görsün… Ve nihayetinde bir beyaz sayfa açalım, orduyu da pkk’yı da affedelim, barış içinde kardeşçe yaşayalım…”

Bu sözlerin tarihsel anlamı şudur; Anadolu’daki Türk milleti, tarihi, uygarlığı, kültürü, dili, inancı, bayrağı ve geleceği siliniyor yerine  ROMA-BİZANS g eliyor demektir…

Sessiz   kalıp   Anadolu’da   Türk   tarihi   ve   varlığının   yok   edilmesine   gözyumarak  

şerefsizce   yaşamaktansa,   Türk   varlığı   korumak   için   mücadele   etmek   ve   bu  

uğurda   ölmek   daha   yeğdir…

Boşuna  büyüklerimiz  AND’ımızı  yazmamış  ve  boşuna  ta  çocukluğumuzdan  beri  bize  öğretmemiş ;  Varlığım  Türk  varlığına  armağan  olsun“,  diyerek

Söz  artık  sizindir…

Erdal  SARIZEYBEK

http://www.ilk-kursun.com/haber/93908

25
Oca
12

Azerbaycan Yalanları

Türkiye’de bazı merkezler her fırsatı Azerbaycan aleyhine kamuoyu oluşturmak için kullanıyorlar.

Fransız parlamentosunda sözde soykırım yalanına karşı çıkmayı suç haline getiren faşist yasa tasarısının kabul edilmesi sonrasında bu merkezler Bakü’nün Paris’e gereken tepkiyi göstermediği yalanını yaymaya başladılar.

Ne yazık ki bu yalanlara inanan yahut yalan olduğunu bilerek yer veren AKP Hükümeti yandaşı gazeteler kardeş Azerbaycan hakkında olmadık ve gerçeği ifade etmeyen yalanlar yayınlıyorlar.

Oysa, daha yeni Bakü’yü ziyaret eden ve Cumhurbaşkanı İlham Aliyev dahil birçok yetkili ile görüşen MHP  Iğdır  Milletvekili  Sinan  Oğan  çok  farklı  bilgiler  veriyor.

Sinan Oğan ile görüştüm ve kendisinden temasları ile ilgili bir bilgi notunu kamuoyu ile paylaşmak amacı ile rica ettim. İşte sayın Oğan’ın bilgi notu: “Geçen hafta benim de üyesi olduğum Türkiye Azerbaycan Parlamentolararası Dostluk Grubu yönetimi olarak Azerbaycan’a yaptığımız ziyaret kapsamında, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev, Azerbaycan Parlamento Başkanı Sayın Oktay Esedov, Kafkasya Müslümanları Dini İdaresi Başkanı Sayın Allahşükür Paşazade, Azerbaycan Dışişleri Bakanı Sayın Elmar Memmedyarov, Azerbaycan Diaspora Bakanı Sayın Nazım İbrahimov, Azerbaycan Parlamentosu Dış İlişkiler ve Parlamentolararası İlişkiler Komisyonu Başkanı Sayın Samed Seyidov ve komisyon üyeleri, Türkiye Azerbaycan Parlamentolararası Dostluk Grubu Azerbaycan Başkanı Nizami Caferov ve grup üyeleri, TÜRKPA Genel Sekreteri Ramin Hesenov ve üyeler, Azerbaycan’ın bazı STK yöneticileri ve basını ile geniş görüşmeler yaptık ve hepsinin desteğini bizzat gördük.”

Peki Bakü bu konuda somut adımlar atmış mı? Sinan Oğan Bakü tarafından atılan somut adımları da şöyle özetliyor :

“1.  Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı Fransa’nın bu girişiminin yanlış olduğu ve Azerbaycan-Fransa ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini bildiren bir açıklama yapmıştır.
2.  Azerbaycan Parlamentosu iki gün süren özel bir oturum yapmış ve 125 milletvekilinin tamamının imzasıyla Fransız Senatosu’na bir mektup ile müracaat edilmiştir.
3.  Azerbaycan Parlamentosu Dış İlişkiler ve Parlamentolararası İlişkiler Komisyonu olarak Fransız Senatosu’na müracaat edilmiştir.
4.  Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı bu konuda özel bir açıklama yapmıştır.
5.  Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı Fransa’nın Bakü Büyükelçisini Bakanlığa çağırarak bu tasarının Senato’dan geçmesi durumunda Azerbaycan-Fransa ilişkilerinin bundan olumsuz etkileneceği şekilde diplomatik lisanda ağır sayılabilecek bir lisanla Fransız Büyükelçisi uyarılmıştır.
6.  Azerbaycan’ın Paris Büyükelçisine Türkiye’nin Paris Büyükelçisi ile beraber Senatoya gitmesi ve bu konuda çalışması talimatı verilmiştir,
7.  Kafkasya Müslümanları Dini İdaresi Başkanı Allahşükür Paşazade Sarkozy’e mektup yazmıştır,
8.  Azerbaycan’ın Fransız Senatosundaki iyi ilişkiler içerisinde oldukları senatörler ile ilişkiye geçerek Senato’da hayır oyu kullanmaları yönünde söz almalar,
9.  Azerbaycan’daki STK’ların Fransa Büyükelçiliği önünde yapmış oldukları mitingler,
10.  Azerbaycan’ın Fransa’daki 5 derneğinin Pariste yapmış olduğu gösteriler ve Türk lobisi ile beraber yürüttükleri çalışmalar,
11.  Azerbaycan’ın Kiyev’deki diaspora temsilcilerinin Fransa Büyükelçiliği önündeki gösterisi,
12.  Azerbaycan’ın değişik siyasal partisi, STK’ları ve basının bu konudaki duyarlı açıklama ve yayınları,
13.  Çeşitli milletvekillerinin açıklamaları ve girişimleri
14.  Azerbaycan’ın Avrupa Konseyi’ndeki milletvekillerinin konsey toplantısındaki konuşmaları,
15.  Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev’in Türk cumhuriyetleri nezdindeki girişimleri,
16.  Bazı Fransız şirketlerinin değişik ihalelerden dışlanması ve daha çoğaltılabilecek diğer örnekler gösterilebilir.”

Bakü’nün  yaptıkları  bununla  mı  sınırlı ?

Hayır  başka  adımlar  da  var.

Ancak  Sinan  Oğan  şimdilik  bunların  gizli  kalmasında  fayda  olduğunu  düşünüyor.

Zaten Bakü’de Türk Heyetine bu konularda bilgi vermesine rağmen dışarıda çok konuşulmasına izin vermiyor.

Anti-Azerbaycan lobinin ve onların yaydığı yanlış bilgilerin tuzağına düşenlerin Türkiye’de gündeme taşıdığı bir husus da Bayan Aliyev’in neden Fransa-Azerbaycan dostluk grubu başkanlığından çekilmediği?

Bu soruyu soranların önce cevaplaması gereken soru, Büyükelçimizi önce geri çektiniz sonra temas gerektiği için yolladınız. Demek ki temas da gerekiyor.

Bir  laf  vardır :

Askere   düşman   olan,    düşmanın   askeri   olur..!!!

Ne   güzel   bir   laftır.

Bakü’ye   düşman   olan,   Erivan’ın   askeri   olur   diye   de   çevirebiliriz.

Bu  günlerde  “Hepimiz  Ermeniyiz”  sloganı  revaçta  olduğuna  göre  demek  ki  Türkiye’de  bazıları için  sıkıntı  yok  bu  konularda.

Allah’a   şükür,   Bakü’yü   hâlâ   Türkler   yönetiyor..!!!

Ümit  ÖZDAĞ

YENİÇAĞ

25
Oca
12

PASTıRMACıYAN

Duymuşsunuz,   dinlemişsiniz,  okumuşsunuzdur.    Sırası  geldi.

Bundan 116 yıl önce 26 Ağustos 1896 tarihindeki “Osmanlı Bankası Baskını”nı   özetle   ben   de   yazayım.
Hatırlatayım.
Anlamlıdır.
Büyük devletler 100 yıl önce, 150 yıl önce 186 yıl önce neye karar vermişlerse; unutmuyorlar, şartların olgunlaşmasını bekliyorlar. Sonunda istediklerini yaptırıyorlar. 186 yıl önce büyük devletlerin adına “Düveli Muazzama”deniyordu. Bunlar; İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Avusturya, Prusya’dı ve amaçları da Osmanlı devletinin topraklarına sağından, solundan, altından üstünden, ülkenin içinden her türlü yolu, yöntemi kullanarak saldırmak, bölmek, halkları birbirine düşürmek ve bir şekil bulup toprakları ve toprakların altındaki zenginlikleri paylaşmaktı.

186 yıl önceydi.
Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnak) üyesi 26 kişilik bir gurup, “düveli Muazzama”nın harekete geçmesini sağlamak için eylem planladılar.

Xxx

Silme silahlıydılar.
El bombaları, dinamitler, tabancalarla İstanbul’da Karaköy’deki Osmanlı Bankası merkez binasını ele geçirdiler. Liderinin adı Karekin Pastırmacıyan’dı.
Olay hemen duyuldu.
İstanbul’da vuruşma yarattı. Ermeniler ile Müslümanlar arasında silahlı çatışma çıktı.Kan aktı.
Ölümler oldu.
Çatışma büyüyordu. Osmanlı Bankası Müdürü Sir Edgar Vincent, Rus Elçiliği’ne başvurarak “arabuluculuk” istedi. Rus Elçiliği, eylemcilerin lideri Karakin Pastırmacıyan ile Osmanlı Sarayı’ndaki Sultan arasında bir anlaşma sağladı. Ermeni silahlı eylemcilere banka işgalini durdurmaları karşılığında ülkeyi serbestçe terk etmeleri garantisi verildi. İstanbul’u kana bulayanlar, vapura bindirildiler, Fransa’nın Marsilya kentine gittiler.
Fransa büyük devlet.
Ermeni bölücüleri hep destekledi.
Lider Pastırmacıyan yüreklendirildi.
Bağra basıldı, göklere çıkartıldı.

Pastırmacıyan, 1908’de İstanbul’a geri döndü. 1912 yılında Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında Erzurum milletvekili oldu. 1915 yılında Van Ermeni isyanında da aktif rol oynadı. (Bu konuda ayrıntılı bilgi Ali Dağlar’ın Rahip Cinayetleri -200 yılık sıcak takip- adlı kitabında bulabilirsiniz)

Xxx

İşte aynı Fransa!
186 yıldır değişmedi.

Düveli Muazzama’nın diğer üyeleriyle birlikte Ermenilerle Türkleri ve Kürtleri birbirine boğazlaştıracak her türlü bölücü, parçalayıcı, karşılıklı vuruşturucu yolları hep buldu, denedi.
186 yıl sonra önceki gün senatosundan da zehirli kararı çıkarttı. Bu hukuk dışı karar; Fransız politikacılarının Ermenilerden oy toplamak için başvurdukları seçim manevrasıyla açıklanamaz. Bu karar Türkiye’ye karşı kapsamlı bir kampanyanın başladığının önemli işareti. Bizim “kof kabadayı, korkak tüccar iktidar” hala “sağduyu bizde kalsın” diye toplumu uyutuyor.
—————–

KUTU
(uyan  borusu)

Uykuda  yandılar !

Ülkenin durumunu anlamak istiyorsan düzmece istatistikler, kurgulanmış anketlere, fabrikasyon haberlere kulak asma. Gerçek hayata bak. Türkiye’nin en zengin şehrinin Fatih semtinde 4 katlı binada yangın çıktı. 5 kişi 20 dakika içinde yandılar. 23 yaşında, 19 yaşında, 18 yaşında, 15 yaşında amca oğlu, teyze oğlu, hala oğlu akraba idiler. Anadolu’dan gelmiş yoksul aile çocuklarıydı. Yanan ev oturulmayacak haldeydi, ucuz diye ancak onu kiralayabilmişlerdi. Evde ilk geceleriydi.

Necati  DOĞRU

SÖZCÜ

25
Oca
12

Kanguru

İstediğin  kadar  bağır,  istediğin  kadar  küfür  et…

Nicholas istedi, Valerie önerdi, sırasıyla Jacques, Sebastian, Patrick, Jean Pierre, Philippe, Isabelle, Nathalie filan konuştu, Ayşe’yle Mehmet’in soykırım yok demesi suç oldu…
Kabaca  özeti  budur.

*
Çünkü…
*
Avustralya kıtasını tesadüfen keşfeden James Cook’un tayfası, karaya ayak basar basmaz, Aborijin yerlileriyle karşılaşır. Tayfalar, Aborijince bilmiyor. Yerliler, İngilizce’den bi haber… İncik boncuk takas ederler, el kol işaretleriyle muhabbet etmeye çalışırlar.
*
Tayfalar o sırada bakar ki…
Tuhaf bi yaratık var.
Hoplayıp zıplıyor.
Hiç görmemişler o güne kadar.
Parmakla gösterip, sorarlar:
“Bunun adı ne?”
Yerliler cevap verir:
“Kanguru.”
*
Aradan yıllar geçer…
Karşılıklı lisanlar öğrenilir ve anlaşılır ki, “kanguru” Aborijince’de “bilmiyorum” demek!
*
Soykırım, kanguru’dur.
*
Körler sağırlar birbirini ağırlar’ın…
Nesilden nesle aktarılan yanlış bilgi’nin sıfatı.
*
Memlekette sanki cami yokmuş gibi, okullara mescit açarlar ama… Arapça’yı monte ettikleri müfredata “1915 gerçeği”ni koymazlar… Tehcir nedir? Katolik ve Protestan Ermenileri neden göç ettirilmedi? Sırtımızdan hançerlendiğimizde, Çanakkale’de balık mı avlıyorduk? Asala nerede kuruldu, hangi ülkeler eğitti, kaç diplomatımızı hangi ülkelerde katletti? EOKA’yı bitirdiğimiz sene Asala’nın kurulması, Asala’yı vurduğumuz sene PKK’nın ilk kez vurması tesadüf müdür? Soykırımsa bu, en başta Fransa, niye Lahey Adalet Divanı’na gitmiyor? Çoluk çocuk binlerce Ermeni’nin öldüğü kesin…
Çoluk çocuk kaç Türk öldürüldü?
*
Öğretmezler.
*
Tek başına mücadele eden… Sözde soykırım iddiasını ABD, Rus, İngiliz belgeleriyle çatır çatır çürüten Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Profesör Yusuf Halaçoğlu, yüce (!) Türk basını tarafından neden linç edildi? Bizzat kendi hükümetimiz tarafından neden görevden alındı?
*
Öğretilmediği için… Ukala dümbeleği Fransız’la, Alman’la, Amerikalı’yla yüz yüze gelen gençlerimizin boyunları bükük kalır. Hem mevzuyu doğru dürüst bilmedikleri için doğru dürüst cevap veremezler. Hem de “Acaba soykırdık mı?” diye, için için şüpheye kapılırlar.
*
Taksi durağında atıp tutmakla olmuyor bu iş… Devlet üstüne düşeni yapamadı.
Bari, daha fazla gecikmeden liselerde, üniversitelerde öğretin de, millet kendi kendini savunsun.

Yılmaz  ÖZDİL

http://yilmazozdil.net/kanguru.html

25
Oca
12

BİR UĞUR MUMCU ANALİZİ, TARİHE NOT DÜŞMEK İÇİNDİR

Bu ihanet siyaseti sahipleri unutmasın ki artık bu ülkede bir tane Uğur Mumcu yok,

milyonlarcası  var  ve  güçleri  yetmez  bize,  çünkü  gözlerimizi  açtık  artık, görüyoruz…

Bakıyoruz medyaya, görüyoruz ki Uğur Mumcu’nun yurtseverliği, Atatürkçülüğü, özgürlük ve bağımsızlık tarafı ön planda ve övgüler, hep övgülerle anılıyor…

Ama neden öldürülmüş olduğu yolunda bir açıklama yok, üstelik kendini çok seven arkadaşları kaleminden de pek yok…

Neden ?

Ne yani bu işin ardında İsrail yok mu ?

Peki ya ABD, BOP’tan söz edilmez mi hiç ?

Ya AB, Avrupa, Roma’nın çocukları, Bizans’ın torunları, onların hiç mi parmağı yok bu işte ?

Emperyalizme karşıydı Mumcu, doğru, evet karşıydı. Peki, sadece emperyalizme karşı olduğu için mi öldürüldü?   Hayır…

Atatürkçüydü Uğur Mumcu, doğru, doğru ama sadece Atatürkçü olduğu için öldürülmedi ki, nedeni başka. Devrimciydi Mumcu, bu da doğru ama tek neden bu değil ki, asıl nedenler başka… Ve bu cinayetten söz edilirken, “yurtseverdi Uğur Mumcu demek” yetmiyor artık, mutlaka batı emperyalizmini yani ABD-AB-İsrail’i de bu alçakça işlenmiş cinayetle yan yana getirmek gerekiyor…

Uğur Mumcu’yu kim öldürdü değil, neden öldürüldü sorusuna artık net ve açık bir cevabı aklımızın başköşesine yerleştirmek gerekiyor. Neden bulunursa, kim sorusu da cevap bulacaktır. Bu önemli çünkü bu cinayetle Türkiye’de siyaset değiştirildi, Türkiye’nin yönü değişti ama biz göremedik, anlatan da olmadı pek…

Mumcu cinayetini anlamak, Uğur Mumcu cinayeti hakkında Türk tarihine gerçeği yansıtan bir not düşmek ve buradan yola çıkarak Mumcu çizgisinde bir mücadeleye bir yol haritası çizmek istiyorsak eğer, bir düşünce sistematiği ile olayı analiz etmemiz şarttır. Ve bu sistematik içerisine de cinayet öncesi ve sonrasında, Türkiye ve bölgesinde meydana gelen olayları yerleştirmemiz şarttır. Bu çerçevede de önce Saddam Hüseyin’in Irak’taki 1988 Halepçe katliamına, ardından 1990 Kuveyt’in işgaline, oradan da 1991 Körfez Savaşı’na gelen sürece yakından bakmak gerekmektedir. Bu olayların bilinen sonuçları zaten bizi Uğur Mumcu cinayetine taşıyacak ve cinayet nedenini kör göz tarafından görülecek kadar açığa çıkaracaktır.

Aksi halde tek başına Atatürkçülüğü ile ya da tek başına devrimciliği ile ya da emperyalizme karşı dik duruşu ile Uğur Mumcu’yu ön plana çıkartmak, bir Uğur Mumcu sevgisinden öteye geçmez, gelecek kuşaklar için de bir yol gösterici olmaz.  Bu cinayetten mutlaka bir ders çıkarmamız gerekiyor, geleceği aydınlatacak bir ders…

Evet, Uğur Mumcu emperyalizme karşıdır. Orta Doğu’daki emperyalist plan ve projelere de karşıdır ancak Mumcu sadece “karşı” değil, aynı zamanda bu küresel oyunun içerideki ve dışarıdaki aktörlerini de “deşifre etmiş” bir araştırmacı yazar-gazetecidir, çağdaşlarından en büyük farkı belki de budur. Çünkü bir gazeteci için, “Orta Doğu’da emperyalizm bölgedeki ülkeleri sömürüyor” demek farklıdır, aynı konuda “ABD Irak’ı parçalıyor, İsrail Barzani’ye destek veriyor, Irak’ta bir Yahudi Kürdistan kuruluyor” demek farklıdır. İşte Uğur Mumcu farkı buradadır; “kim, nerede ne yaptı ve ne yapmak istiyor, içerideki işbirlikçileri kimdir”, sorularına cevap arayan ve bulan ve de hem halkımızı hem de ülkemizi yönetenleri olası tehlikeler konusunda uyaran gerçek bir yurtsever…

Pencereye bu şekil eğilip baktığınızda, Uğur Mumcu’yu katledenin emperyalist küresel siyaset olduğunu herkes açıkça görecektir, ancak bu analizimizde bu küresel siyasetin adını ve işbirlikçilerinin de kimler olduğunu da göreceksiniz, fark da zaten buradadır…

Anadolu’daki Türk kimliği ve varlığını tarihten silmek, Anadolu’yu ele geçirip Bizans-Roma hâkimiyetini yeniden kurabilmek için, emperyalist dediğimiz İngiltere ve Fransa tarafından ortaya atılmış planın adı SEVR’dir. 10 Ağustos 1920’de, Osmanlı Hükümeti ile itilaf devletleri denilen İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Portekiz, Romanya, Ermenistan, Polonya, Sırp-Hırvat Cumhuriyeti ve Çekoslovakya arasında imzalanmıştır.

Buna karşılık 19 Ağustos 1920’de, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları bu SEVR anlaşmasını tanımamış, üstelik bu SEVR’i imzalayanları da vatan haini ilan etmiştir… Sonrası zaten kurtuluş savaşı ve Lozan Anlaşmasına gider…

Türk tarihine ihanet adıyla yan yana yazılmış iki Sevr projesi vardır, ikisine de ait belgeler elimizdedir, sizlere yayınlanmıştır; biri 1920 Bizans Sevr Antlaşması, diğeri ise 1982 Siyonist Sevr Planı…

1920 Sevr Projesi nedir; Doğu’da kurulacak bir Ermenistan-Kürdistan gibi iki tampon devletle Anadolu’nun Asya ile bağını kesmek, sonra işgal güçleriyle kuşatıp Anadolu’yu ele geçirmektir.  Ayrıca Sevr demek; Anadolu’da Türk tarihi ve milletini yok ederek eski Bizans ile Bizans Rum Ortodoks Vatikanı’nı kurmaktır, yani Doğu Roma’yı…

Peki, 1982 Siyonist Sevr Projesi nedir; Orta Doğu’daki ülkelerin sınırlarını değiştirerek (BOP),  Ürdün’den bir parça, Suriye’nin doğusu, Irak’ın kuzeyi, Anadolu’nun doğusu üzerinden Karadeniz’e açılmayı hedefleyen Büyük İsrail’i kurmaktır… Yani vaat edilmiş topraklar üzerinden Anadolu’nun Asya ile bağını kesmek, sonrasında ise hedef aynıdır; Müslüman Türk milleti ve Türk tarihini yok etmek ve Bizans’ı yeniden kurmak…

Peki, 1920 ile 1982 planları arasındaki fark nedir?

1920’de İngiltere, İtalya ve Yunanistan ile Batı Anadolu’da eski Doğu Roma’yı kurmak, Doğu Anadolu’da ise kendi yönetiminde Ermeni-Kürt manda devletleriyle Biz Türkleri Asya’dan koparıp yok etmeyi amaçlıyordu. Şimdi ise plan değişti; İngiltere’nin yerini İsrail aldı, Yahudi yönetiminde Ermeni-Kürt tampon yönetimleriyle Anadolu’yu Asya’dan koparmayı amaçlıyor. Sonrası ise yine aynı, İtalyan-Yunan-Fransız işbirliği ile Türk milleti ve tarihini yok edip Batı’da Bizans’ı kurmak…

Peki, başka fark mı aralarında? Evet var…

1920’de, Doğu Anadolu’da silahla yapamadıklarını şimdilerde Kürt sorunu, demokrasi, İnsan hakları,  diyerek yapıyorlar… Ardında İsrail olan pkk’nın kontrolüne geçiyor Doğu Anadolu, yönetim ve kaynakları, yani tampon yönetim kurularak Anadolu’nun Asya ile bağı kesilmek isteniyor… Zaten Barzani Kürt devleti kuruldu, bir ilanı, bir de pkk’nın Doğu’da yönetime getirilmesi kaldı, kuşatılan ise biz Türkler…

Batı Anadolu’da silahla yapamadıklarını da yabancı sermaye, özelleştirme, dinler arası diyalog diyerek yapıyorlar… Her şeyi satın alarak Anadolu’nun ekonomik kaynak yönetimini ele geçiriyorlar… En zeki çocuklarımızı seçip alarak kendi çocuklarımızı biz Türklere yabancılaştırıyorlar…

Peki, ne kaldı geriye Bizans için?

Türk tarihi… Ergenekon soruşturmasıyla siliniyor…

Türk milleti… Anayasa değiştirilerek Türk, Atatürk ve Türk Milliyetçiliği, ulus devlet ve bölünmez bütünlük  gibi kavram ve değerlerimiz anayasadan çıkarılmak isteniyor…

Müslüman Türk… Boşuna dinler arası diyalog kurulmadı; bir açılsın Heybeliada Ruhban Okulu, Rum Patriği bir Ortodoks Vatikan olsun, bir de kiliseler açılıp papaz gönderilsin Anadolu’ya, bakın bakalım Müslüman Türk kaç yıl dayanır…

Peki, Uğur Mumcu neden öldürüldü? Neden 1993?

Bu Bizans projesinin ilk adımı 91 Körfez savaşı, ardından aynı yıl getirilen ABD’li Çekiç Güç oldu.  Çekiç Güç ile pkk kuruldu, aynı zamanda Irak kuzeyinde özerk Barzani kuruldu. 92’de ağırlaşan karakol baskın ve saldırıları ile ABD’nin barış ve demokrasi için değil, pkk ile Türkiye’de bir iç savaş hazırlıkları yapmak, Barzani ile de bir Yahudi Kürdistan kurmak için bölgemize gelmiş olduğu anlaşıldı. Ve Uğur Mumcu ihaneti gördü ve haykırdı…

İşte bu projeye karşı çıktığı için, bu ihanet planını herkes anlattığı için, yazdığı için, haykırdığı için öldürüldü… Uğur Mumcu deyip geçmeyiniz lütfen ihaneti görmek kolay değil, hele ki iç siyaset de bu ihanete ortak ise, hiç de kolay değil ama o, daha o yıllarda gördü ve haykırdı, şimdi değil daha o yıllarda… Mumcu’nun gördüğü ihanetin iç siyaseti Özal’la başlayan siyasettir, ne yazık ki devamını görmemiş, çünkü öldürülmüştür.

Özal’ın devamında bu ihanet siyaseti hız kesmeden adım adım ilerlemiştir. Çiller’in izlediği “şiddete daha çok şiddet” siyasetiyle iki milyon insan yerinden yurdundan göç ettirilmiş, mağdur edilerek bugünkü Kürdistan siyasetine halk tabanı hazırlanmıştır. 2003 ABD-Irak savaşında izlenen Erdoğan siyasetiyle de Türkiye, pkk’yı Doğu’da devlet içinde devlet yaparak halkın yönetimini pkk’ya devretmiştir.

Böylece Yahudi Sevr Projesinin son aşamasına gelinmiştir. Son aşama şudur: Ya anayasa değişikliği ile Doğu’da tampon pkk yönetimi kurup Anadolu ile Asya’nın bağını kesmek… Özelleştirme ile kaynak yönetimini ve özel okullarla gelecek nesillerimizin yönetimini Bizans’ın çocuklarına devretmek… Dinler arası diyalogla Ortodoks Vatikan’ı yaratıp Anadolu’yu Hıristiyanlaştırmak… Ve Türk kimliğini ve tarihini de anayasadan çıkararak yok etmek, nihai hedefe ulaşmak…

Eğer bunu yapamazlarsa yani Türk milleti böylesi bir anayasa değişikliğini kabul etmez ise, şu ana kadar besleyip halkımız içinde siyasi güç haline getirdikleri pkk ile isyan çıkarttırmak… Pkk ile isyan çıkartıp uluslararası güçleri çağırıp yine aynı hedefe ulaşmak!

Bu bir ihanet senaryosudur…

Uğur Mumcu bu konuları daha 1980’lerde işlemeye başlamış, 90’larda ise sesi bir haykırışa dönüşmüştür, bizleri uyandırmak için gerçek bir haykırışa… Eşref Bitlis olayının ardında da bu vardır, Cem Ersever olayında da bu, yani görevli, yetkili ve etkili olup da bu projeye karşı çıkanları ortadan kaldırmak. Madımak ve Başbağlar olayları da aynıdır; etnik ve dinsel temelli iç isyanlara ortam hazırlamak, yani İsrail siyaseti…

Peki, günümüzde neden kimse öldürülmüyor?

Niye öldürülsün ki, şimdi Silivri var, Uğur Mumcu zamanında Silivri hukuku yoktu, karşı çıkanlar öldürülüyordu. Şimdi ise Silivri hukuku var tıpkı Malta gibi, bu projeye karşı çıkanlar şimdi hapse atılıyor. Hem de nasıl atılıyor düşünebiliyor musunuz; Uğur Mumcu gibi, Cem Ersever gibi, Eşref Bitlis gibi, Necip Hablemitoğlu gibi, Hırant Dink gibi bu küresel siyasetin köstebekleri tarafından işlenen cinayetler bahane edilerek atılıyor… Yani önce cinayet işlediler, bu küresel siyasete karşı çıkan aydınlarımızı öldürdüler ve faili meçhul bıraktılar, şimdi de bu cinayetleri bahane ederek günümüz Uğur Mumcularını Silivri’ye atıp etkisiz hale getiriyorlar…

Nasıl düştük bu tuzağa demeyiniz çünkü Uğur Mumcu bu tuzağı daha o yıllarda görmüş ve bizi uyarmıştı ama sesi ulaşmadı bizlere, ulaştırılmadı… Kendilerini solcu diye tanımlayan gurupların mülkiyetinde kaldı rahmetli Uğur Mumcu. Hâlbuki O, Türk milletinin yetiştirdiği bir kıymetti, bir değerdi, herkesin sahiplenmesi gereken ortak bir değerdi ama sağcı-solcu Türkiyesinde hep solda bırakıldı, sağcıyım diyenler Mumcu’yu hiç anlayamadı, belki de anlaması istenmedi…

Yahudi Sevr Projesi dedikleri işte bu; strateji İsrail’den, silahlı güç ABD’den, siyaseti ise AB’den… Amaç; 1920’deki amaçla aynı, Anadolu’yu ele geçirip Türk milleti ve tarihine son vermek… 1071 Malazgirt’in rövanşı gibi bir şey bu…

Ama bu ihanet siyaseti sahipleri unutmasın ki artık bu ülkede bir tane Uğur Mumcu yok, milyonlarcası var ve güçleri yetmez bize, çünkü gözlerimizi açtık artık, görüyoruz…

Tehlikeyi  gören  gözler  artık  uyumayacaktır,  ta  ki  bu  tehlikeyi  savuşturana  kadar…

Erdal  SARIZEYBEK

http://www.erdalsarizeybek.com.tr/makaleler/bir-ugur-mumcu-analizi-tarihe-not-dusmek-icindir-342h.html

25
Oca
12

“Türk Yurdu”nda Geçen Hafta…

Meclis’te  ilk  kez  bir  Türk  konuştu !

Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev, Türkiye’yi ziyaret etti. Başta Tayyip ve Gül olmak üzere üst düzey devlet erkânıyla ikili görüşmelerde bulunan Atambayev’in Türkiye ziyareti ile ilgili haberler basında genellikle sempatik kişiliği üzerinden verildi.

Ancak Atambayev’in gezisinde, belki de bilerek çok az verilen, bir şey daha yaşandı. O da Almazbek Atambayev’in TBMM’de yaptığı konuşmaydı. Bu konuşma iki bakımdan çok önemliydi. Birincisi, konuşanın kimliğiydi. Yıllardır Avrupa Parlamentosu Başkanlarını, Obama’dan, Tayyip’in artistlik yaptığı Şimon Peres’e kadar Türk düşmanı ne kadar lider varsa AKP tarafından ağırlanmış ve milletvekillerine hitap etmesi için TBMM’ye davet edilmişti. Atambayev, bu anlamda yıllar sonra TBMM’de milletvekillerine hitap eden ilk Türk lider oldu.

Ancak Atambayev’in Türklüğünü ortaya koyan sadece etnik kimliği değildi. TBMM’deki konuşmasında verdiği mesajlar da Türk’e yakışan mesajlardı. Atambayev, TBMM kürsüsünden milletvekillerine Türkiye Türkçesi  ile  şöyle  seslendi :

“Bir kabristanda, birbirlerine sırtını dayayarak düşmanlarına ok atan iki Türk askerinin taşın üzerine çizilmiş resimleri var. İşte buna arkadaşların dayanışması denir. İşte bu anlayış ile ulu Türk kağanlığı kurulmuş ve 200 sene ayakta kalmayı başarmıştır. Türk Türk’ü sırtından vurmaya başladığında o devlet yıkılmıştır. Türk kağanlığının sınırları, Çin Seddi’nden Karadeniz’e kadar uzanıyordu. Türkler Orta Asya’yı fethedişlerinin ardından orada kaldılar ve orayı korudular. Geçmişe tabanca ile ateş edersen, gelecek sana top ile ateş eder. Ulu Türk kağanlığını kuramasak bile en azından Türk devletlerinin kardeşliğini pekiştirmeliyiz, kuvvetli bir Türk birliğini yapmalıyız.”

Kırgızistan’ı krediler ve maddi destek karşılığında diz üstü çökertmek isteyenler olduğunu dile getiren Atambayev, “Ancak biz Türk’üz, eski Türk’üz, hiç bir zaman köle olmayız. Her bir Türk için dik başlı ölmek, diz çöken kölelik yaşamından daha iyidir” dedi.

Atambayev’in verdiği mesajlar TBMM’de belki de bir ilkti. Bu anlamda oldukça önemliydi de. Dünya üzerindeki Türklerin rüyası olan Türk birliği, uzun bir aradan sonra yine dillendiriliyordu. Bu rüyanın gerçekleşmesi, bir anlamda Atambayev’in de “ağabey” olarak gördüğü Türkiye’nin çabalarına bağlı. Ancak mevcut iktidarla bunun gerçekleşmesi oldukça zor. Ancak bu rüyayı görenler oldukça, yakın zamanda Türkiye’de de Türk birliğini rehber edinmiş, güçlü, Türkçü bir iktidar kurulacaktır.

Atatürk, nasıl uyanan doğunun mazlum milletlerini gördüyse; biz de Türk’ün birlik olacağını öyle görüyoruz.

Gelecek  Türk’ündür !


AKP’nin  Kürtçü  transferi  Kemal  Burkay  yine  sahnede

31 yıl yurtdışında kaçak hayatı yaşadıktan sonra AKP’nin kanatları altına girerek yurda dönen Kemal Burkay, AKP’nin Kürtçüsünü oynamaya devam ediyor. AKP ile PKK arasındaki savaş malum. Son tutuklamalar da gösteriyor ki, AKP bu işin peşini bırakmayacak. Ama bu durum AKP’nin Kürtçü olmadığı anlamını taşımıyor.

Burkay’dan söz etmemizin sebebi, kendisinin yaptığı son açıklamalar. Öyle açıklamalar ki, Kemal Burkay adını çıkarıp Tayyip veya AKP’lilerden herhangi birinin adını koyun hiçbir değişiklik olmaz. Burkay, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na giderek faili meçhuller ile ilgili açıklamalarda bulunmuş. Aslında bu kadar abes bir şey olamaz. Adam 30 yıldır yurtdışında ve Türkiye’de işlenen faili meçhullerle ilgili bilgi veriyor. Ancak Burkay’ın söylediği şeyler faili meçhullerle sınırlı değil.

Devlet düşmanlığını elden bırakmayan Burkay, Ergenekon’un Kontrgerilla ile aynı şey olduğunu, PKK’yı da Ergenekon’un kurdurduğunu iddia ediyor. Güya Apo Suriye’ye gidene kadar devlet kontrolündeymiş ama Suriye’ye gidince kontrolden çıkmış. Yakalanınca, Ergenekoncu subayların denetimine tekrar girmiş. Anlaşılan Kürtlerin lider diye peşinden gittikleri adam, onun bunun kuklasıymış. Burkay’ın dediklerinden bu çıkar. Hem zaten şu anda da PKK’yı Apo değil başkaları yönlendiriyormuş. Bu konuda da muhtelif rivayetler var. En çok öne çıkan isimler ise, Murat Karayılan, Bahoz Erdal ve Duran Kalkan. Burkay söylemediği için bunları kimlerin yönlendirdiği ile ilgili bir malumat veremiyoruz.

Bu arada Burkay’ın dile getirdiği bir iddia var ki, savaş çıkartır. Burkay’ın iddiasına göre 1500-2000 kişilik silahlı bir PKK gücü, Esad’a destek vermek için Suriye’ye geçmiş. Bu da AKP çevresinin en çok kullandığı malzemelerden biri. Apo’nun Suriye’deki günleri, Apo’nun Esad’a yazdığı mektubun KCK operasyonlarında ele geçirilmesi falan hep Suriye’ye müdahale etmenin nedenleri olarak ileri sürülüyor.

AKP, Kürtçülük kulvarındaki en büyük rakibini ortadan kaldırmak için canla başla çalışıyor. Görüldüğü gibi AKP’nin Kürt’ü de üzerine düşeni fazlasıyla yapıyor.


Mehmet  Altan  “Star”dan  kovuldu

AKP ile liberal tayfa arasındaki gerilim ilk kurbanını aldı. Hem de ne kurban! Liboş camianın önde gelenlerinden Mehmet Altan, geçtiğimiz hafta Star gazetesinden kovuldu. Hem de Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in ifade özgürlüğünü genişletmeyi amaçlayan yargı paketini açıkladığı gün. Şaka gibi değil mi?

Mehmet Altan’ın kovulmasının sebebi de AKP’ye yönelttiği eleştiriler. Bu zamana kadar AKP’yi sırtında taşıyanlardan biri olarak AKP’yi biraz eleştirebileceğini düşünen Altan, sonunda kapının önüne konuldu. Kovulmasına neden olan eleştirilere gelince, Altan, AKP hükümetini Denktaşlaşmakla suçluyor. AKP’nin özgürlüklerin alanını daralttığını ve giderek önceki hükümetlere benzediğini söylüyor.

Altan’ın ipini asıl çeken şey de PKK’nın haber ajansı ANF’ye verdiği röportaj. Röportajda “Askeri vesayet kalktı yerine sivil vesayet geliyor” yönündeki eleştirileri nedeniyle Altan’ın yazılarının azaltıldığı iddia ediliyor. Yine aynı röportajda Altan gazetesinin yayın çizgisini de eleştirmiş, beğenmediğini söylemiş. Tabi bu durum AKP’yi ve gazetenin sahibi, bir önceki dönem AKP Erzincan Milletvekili olan Tevhid Karakaya’yı kızdırmış olacak ki, Altan’ı kapının önüne koydular.

İşin garibi, Altan’ın kovulmasından, ağabeyinin genel yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf gazetesinde bahsedilmemesi.

Defalarca yazdık, bir kez daha tekrarlayalım. AKP canavarını sizler yarattınız, sonucuna da katlanacaksınız.

Sakın ola destek falan beklemeyin kimseden. Tekmeyi yediğinizde kardeşiniz bile tanımaz sizi.


KCK’da  milletvekili  dalgası

Geçtiğimiz haftanın önemli gelişmelerinden biri de devam eden KCK operasyonlarıydı. Ancak bu sefer operasyonun boyutu biraz farklıydı. Buna milletvekili dalgası desek hiçte yanlış olmaz. Çünkü yapılan operasyonlar sonunda mahkemeye sevk edilip tutuklananlar arasında BDP’nin bir önceki dönem milletvekillerinden Fatma Kurtulan ve BDP’nin 10 yıl önceki adı olan DEHAP’ın Genel Başkanı Tuncer Bakırhan da bulunuyor.

Fatma Kurtulan, Kandil ile bağlantı kurmakla suçlanıyor. Milletvekilliği döneminde de kocasının dağda olduğu yönünde iddialarla gündeme gelen Kurtulan, bakalım KCK’dan kurtulabilecek mi?

Gözaltına alınanlar arasında BDP milletvekili Sabahat Tuncel’in kadın şoförü Gülten Çatalbaş da var. Olimpiyat Stadı yakınlarında bulunan patlayıcı ile ilgili yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınan Çatalbaş’la birlikte 4 kişi gözaltında bulunuyor. Kartepe deniz otobüsünü kaçırıp bombalı eylem yapmak isteyen Mensur Güzel’in aranan kardeşi ‘Leyla’ kod adlı Şeyma Güzel’i, BDP milletvekili Sebahat Tuncel ve yakın koruması Gülten Çatalbaş’ın 28 Nisan’da havaalanından uğurladıklarını görüntülemişti. Tuncel’in yakın koruması Çatalbaş’ın, 19 Temmuz 2011’de bombacı Metin İ. ve Hatice B. ile de buluştuğu ortaya çıktı. Daha önce de yine bir bombalama olayından aranan Mensur Güzel’in kardeşini uğurlayan Çatalbaş’ın ‘terör örgütü üyelerine yardım ve yataklık’ suçlamasıyla gözaltında bulunduğu belirtildi.

AKP-PKK savaşında artık milletvekili olmak bile kar etmiyor. BDP’li eski milletvekillerinin tutuklanması ve Leyla Zana’nın evinin basılması, AKP’nin bu işi ne kadar ciddiye aldığının göstergesi. Yıllar önce TBMM’den yaka paça alınan DEP’li milletvekillerinin alınışını eleştiren AKP, yakında BDP’li vekiller için aynı muameleyi layık görürse sakın şaşırmayın.


Tayyip  Batı’nın  hedef  tahtasında

Bu aralar Tayyip Batı dünyasının hedefi haline geldi. Önce Financial Times, ardından ABD Başkan aylarından Rick Perry. Ardı ardına Tayyip’i ve Türkiye’yi eleştiren açıklamalar, yazılar yayımlanıyor, demeçler veriliyor.

Önceki haftalarda da İsrail’in ve Hollandalı Türk düşmanı politikacı Wilders’in Tayyip ve Türkiye ile ilgili açıklamaları basında yer almıştı. Her iki açıklamanın ortak konusu ise Türkiye’nin artık Batı ittifakı içerisinde yer almadığı için NATO’dan atılmasıydı. Hatta İsrail’de bir yetkilinin açıklamasına göre Türkiye yakın zamanda NATO’dan atılacak ve yerine İsrail alınacaktı.

Financial Times, geçtiğimiz hafta Tayyip Türkiye’si ile ilgili önemli tespitlerde bulunuyordu: “Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği arzusu zayıflarken Türkiye’den otoriter bir rejim olmaya yönelik rahatsız edici işaretler alınıyor.” Tayyip’in yeni Anayasa ile ilgili sözünü tutması gerektiğini belirten FT, “Erdoğan, 2002’de belirlediği yolda devam etmeli” dedi.

AKP ve Tayyip açısından en belirleyici eleştiri ise ABD’den geldi. Kasım ayındaki başkanlık seçimlerinde Obama’nın karşısına çıkma ümidi taşıyan 5 Cumhuriyetçi aday adayı, Fox TV ve Wall Street Journal gazetesi tarafından düzenlenen açık oturumda karşı karşıya geldiler. Geceye, Teksas Valisi Rick Perry damgasını vurdu.

“Türkiye’deki mevcut yönetim iktidara geldiğinden bu yana kadın cinayeti oranı yüzde 1400 oranında arttı. Basın özgürlüğü Rusya seviyesine düştü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Hamas’a kucak açtı. Türkiye İsrail ve Kıbrıs’ı askeri güç kullanmakla tehdit etti. Sizce Türkiye hâlâ NATO’nun üyesi olmalı mı?”  şeklindeki soruya Perry şöyle yanıt verdi :  “Açıkçası, karşınızda birçoklarının İslamcı terörist olarak gördüğü kişiler tarafından yönetilen bir ülke varsa, kendi vatandaşlarına bu tür uygulamalarda bulunuyorsa, o zaman evet, Türkiye NATO’dan çıkarılmalı. Dahası, ABD’nin Türkiye’ye yaptığı yardımın da sıfıra indirilmesi gerekiyor. Türkiye müttefikimiz olan, birlikte çalıştığımız bir ülkeydi, şimdi bunu göremiyorum.”

Yandaş medyanın Perry’nin yorumları karşısındaki tutumları ise kelimenin tam anlamıyla komedi. Perry, 70’li yıllarda Sinop’taki Amerikan üssünde görev yaparken bir helikopter kazası geçirmiş ve kazada Perry’i Türkler kurtarmış. Yandaş medya, vaktiyle seni Türkler kurtarmıştı şimdi nasıl Türkiye hakkında atıp tutarsın demeye getiriyor. İyi de adam kazayı Türkiye’de geçirmiş. Avustralya’da yaşayan Aborjinlerin gelip adamı kurtaracak hali yoktu ya.   Âlem  bunlar.

Okumaya devam edin ‘“Türk Yurdu”nda Geçen Hafta…’




İstatistikler

  • 2.406.122 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ocak 2012
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
3031  

En fazla oylananlar