Ağustos 2011 için arşiv

29
Ağu
11

30 AĞUSTOS

89 yıl önce, 26 Ağustos günü başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos günü Başkomutanlık Meydan Savaşı zaferiyle kesin sonuca varınca, Dumlupınar’da emperyalizm mezara gömülmüştü. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı, dünya ülkelerine emperyalizmin yenilebileceğini gösterdiği gibi, sömürülen uluslara da örnek olmuştur. Günümüzde kaç kişi, o günlerin bilincini kavrayabiliyor, heyecanını duyumsuyor ve bugün emperyalizme karşı dimdik durabiliyor?

89 yıl önce vatanımızı emperyalizmin işgalinden kurtararak, bağımsızlığımızı geri alan kahraman insanlarımıza, bugün bizler çok büyük bir şükran duymalıyız. Az zamanda yapılan çok ve büyük işler, Türkiye Cumhuriyeti’nin her alanda dünyanın önemli ülkeleri arasında yer almasını sağlamıştır. Tam bağımsız, çağdaş, laik ve demokratik ülke olma yolunda büyük atılımlar gerçekleştirilmiştir. Özgürlükler içerisinde çarelerin bulunabileceği bir rejim olan demokrasiye, sahip çıkmak, korumak ve yaşatmak gerekmektedir. Bunun için, laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalmak ön koşuldur. Demokrasi keyfileştirildiği ve yozlaştırıldığı zaman, çürüme kaçınılmaz olur. Bu çürümenin sonucunda, tam bağımsızlığın yitimi ve tekrar emperyalizmin kucağına düşmek kaçınılmaz olur.

89 yıl sonra bugün ülkemiz demokrasi açısından son derece kötü bir konumdadır. Ülke genelinde tüm ekonomik verilerin alt üst olduğu bir dönemde, bir yandan şeriat tehlikesi, bir yandan bölücülük tehlikesi büyük boyutlara ulaşmıştır. Bu düzene “ileri demokrasi” adını verenler, “ileri faşizm” uygulamasıyla kendi düzenlerine karşı olanları sindirmeye çalışmaktadırlar. Atatürkçüler, yurtseverler, aydınlar ne ile suçlandıkları belli olmadan hapislere atılmakta ve zulüm görmektedirler. Doğu Perinçek, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan 180 günü aşkın bir süredir tek başlarına hücrede tutulmaktadırlar. Otuz bini aşkın insanımızın katilini adada lüks olanaklarla tutan “ileri demokrasi” düzeni, yurtseverlere karşı “ileri faşizm” uygulamaktadır. En önemli tehlike saydıkları Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı planlı şekilde insafsızca saldırılar yapılmaktadır. Sahte ve uydurma belgelerle TSK’ye operasyonlar düzenlenerek, astsubayından orgeneraline kadar 250’den fazla değerli subay hapiste tutulmaktadır. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, kendi ordularını, çete ile eş gören bir anlayış yoktur. Komutanları esir alınmış bir ordunun ülke savunması ve PKK terör örgütü ile mücadeleyi olumsuz etkileyeceğini çok açıktır. Sadece son iki ayda PKK terörüne 60 şehit verildi. Bunun yanında onlarca yaralı ve sakat gencecik delikanlılar mağdur oldu. Arka arkaya gelen şehit haberleri üzerine, siyasi iktidar Kandil’e birkaç kez havadan harekat düzenledi ve yüz teröristin öldürüldüğünü açıkladı. Kara harekatı olmadan sonuç alınamayacağı bilindiği halde, İran’ın yaptığını yapamıyoruz. Terörün beslendiği Irak’ın kuzeyine girmemizi emperyalist devletler de, eş başkanları da istememektedir. Böylelikle yapılan hava harekatının, toplumsal tepkiyi dindirmekten öte bir yararı olmayacaktır.

89 yıl önce emperyalistlere karşı dünyanın en haklı savaşlarından biri olan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanan şanlı ordumuzun, bugün içine düşürüldüğü durum ortadadır.

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, verilen görevlerin yapıldığı, emperyalist işgallere aracılık eden bir ordu istenmektedir.

89 yıl önce 30 Ağustos, bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulusun emperyalizme karşı başarısını müjdeliyordu.

89 yıl sonra yeniden emperyalizmin görünen ve bilinen oyunlarıyla parçalanmak istenen ülkemize seyirci kalıyoruz.

89 yıl önce ulusallık ve özgürlük için savaşan kahramanların, bugünlerde unutturulmak istendiğine tanık oluyoruz.

İnönü’lerde, Sakarya’da, Kocatepe’de dökülen kanların boşa gittiği söylemlerini duyuyoruz.

89 yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün gençliğe emanet ettiği ve “kimsesizlerin kimsesi” dediği Cumhuriyetimize sahip çıkamayıp, kendi küçük çıkarlarımızın peşinde koşarak, ülkemizin bu duruma gelmesine duyarsız ve seyirci kalan bizler suçluyuz.

Okumaya devam edin ’30 AĞUSTOS’

29
Ağu
11

M.Sarıgül’den AKP’li bakana ve Özal’a övgüler…

CNN Türk’ün canlı yayın konuğu olan Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, muhabirin Şişli Belediyesi’nin mali durumu hakkında sorduğu soruya canlı yayında tepki gösterdi.

CNN Türk muhabiri Sami Altınkaya’nın “Belediyenin kaç trilyon borcu var” sorusuna sinirlenen Sarıgül, muhabire sert tepki gösterdi, daha sonra Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e övgüler yağdırdı.

Muhabirin sorusuna sinirlenen Mustafa Sarıgül “Bu soruyu size kim sordurdu çok merak ediyorum. Bana göre planlanmış bir soru. Açık konuşayım canlı yayındayız zaten. Ben delikanlı adamım. Seçim kampanyasında bazı insanlar Şişli’nin 850 trilyon borcu olduğunu söylediler.” dedi.

Vergi barışı uygulaması nedeniyle Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e canlı yayında övgüler yağdıran Sarıgül “Maliye Bakanımız Sayın Şimşek’e teşekkür ediyorum. Önemli bir vergi barışını sağladı. Biz Şişli belediyesi olarak şuan itibariyle SSK ve maliyeye olan borçlarımızı, Mustafa Sarıgül dönemine ait borçlar değil, sıfırladık.” diye konuştu.

CHP eski Genel Başkanı merhum Erdal İnönü ve merhum Turgut Özal’dan da övgüyle bahseden Sarıgül “Şişli Belediyesi, Profesör Erdal İnönü’nün dürüstlüğü, demokrasi anlayışı, Özal’ın da pratik çözümleriyle yönetiliyor” şeklinde konuştu.

28
Ağu
11

TÜBİTAK Başkanı görevden alın(mış)

Kamuda   yeniden   yapılanmayı   düzenleyen   ‘Kanun  Hükmünde  Kararname’lerle 

bürokraside   yeni   bir   atama   operasyonu   daha   gerçekleştirildi… ( !!!!! )

Hükümete kamuda yeniden yapılanma yetkisi veren yasaya dayanılarak dün  TÜBİTAK  Başkanı  Prof. Dr. Nükhet Yetiş  görevden  alındı.

Düzenleme, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’yla ilgili kararnameye yerleştirilen ‘torba’ hükümlerle gerçekleştirildi. Yeniden yapılanmada Bilim, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile ilişkilendirilen TÜBİTAK Başkanlığı’na atanacak yeni ismin gelecek günlerde (yine) Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından belirlenmesi bekleniyor.

8 yıldan beri TÜBİTAK’ı yöneten Yetiş, bundan sonra akademik çalışmalarına ağırlık vereceğini ve ailesine daha çok zaman ayıracağını söyledi.

Türkiye’de son yıllarda bilim ve teknoloji alanında önemli atılımların gerçekleştirildiğini belirten Yetiş, Türkiye Araştırma Alanı’na aktarılan mali destekler ve sunulan hizmetlerin onlarca kat arttığını söyledi.

—————————————————–

“İLERİ   DEMOKRASİ — KHK  ile  TÜBİTAK  Başkanı görevden 

alındı”   diyenlere,   2008   YıLıNDA   NE   “Olmuştu(ğunu)”

“hatırlatalım” :

TÜBİTAK   Tayyip’e   bağlandı

TBMM’nin önceki hafta tatile girmesi sürecinde bir AKP cinliği ile daha karşılaştık. Meclis’in tatile girmeden önceki son oturumlarından birinde TÜBİTAK Yasası’nda yapılan bir değişiklik geçirilerek Bilim Kurulu’nun 12 üyesinin tamamının atama yetkisi Tayyip’e verildi.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından beri hakim olmak istediği TÜBİTAK, yapılan bu değişiklikle tamamen Tayyip’in tasarrufuna bırakıldı.

AKP, 2003 yılından beri TÜBİTAK’ı ele geçirmek için uğraşıyordu. 2003 yılında TÜBİTAK Bilim Kurulu tarafından başkan seçilen Namık Kemal Pak’ın kararnamesinin Tayyip tarafından Köşk’e gönderilmeyip sürüncemede bırakılması ile TÜBİTAK’ı ele geçirme süreci başlamıştı.

Daha sonra Tayyip, “Bilim Kurulu’nun çalışmadığını” ileri sürerek “TÜBİTAK Başkanı’nın bir defaya mahsus olmak üzere Başbakan tarafından atanmasını” öngören bir yasa çıkartmıştı.

2004’te Meclis’ten geçen yasa, Sezer tarafından iki kez veto edilmiş, sonunda da CHP’nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti.

Bunun üzerine Tayyip, Prof. Dr. Nükhet Yetiş’i vekaleten Başkan atayarak yeni bir atak yaptı.

Bu işlemle ilgili açılan davalarda işlemin hukuksuzluğuna karar verilmesine rağmen “hukuksever” Tayyip bu kararları yok saydı.

Ve son olarak 13 Ağustos tarihinde geçen yasayla istediğini elde etmiş görünüyor. Görünüyor, çünkü Anayasa Mahkemesi kapısı hala açık. Tabi o kapıdan artık bir şey beklenirse.

Yeni yasa değişikliği ile yüzü gülenlerden biri de hiç kuşkusuz başkanlık görevini 2004’ten beri vekaleten yürüten Nükhet Yetiş oldu.

Yasa geçer geçmez yangından mal kaçırırcasına bir acelecilikle hemen asaleten başkanlık koltuğuna oturan Yetiş de AKP’ye yakın olmanın meyvelerini topluyor.

Bu göreve atanmadan önce Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanlığı görevinde bulunan Nükhet Yetiş, burada yaptığı uygulamalarıyla da tartışmalar yaratmıştı.

Kendisini  yakından  tanıyan  çevreler  tarafından   “Nazlı  Ilıcak’ın 

mühendis  versiyonu”   olarak  tanımlanan  Yetiş,   28 Şubat 

öncesinde  Ömer  Faruk  Batırel  rektörlüğü  döneminde  üniversitedeki 

gerici  yapılanmanın  köşe  taşlarından  biri  olarak  biliniyor.

Şimdi artık bu zat-ı muhterem TÜBİTAK’ın da başkanı olduğuna göre Türk bilimi emin ellerde sayılır.

Tabi  Tayyip  açısından.

Ne  diyelim  atayan  Tayyip  olursa  atanan  da  böyle olur.

———————————————————————————————

( Eeeeeyyyy,    balıktan    bile    zayıf     hafızalılar..!!!!!        ANLAYABİLDİNİZ   Mİ..?!!!!! )

——————————————————————————————————————————————————————

28
Ağu
11

ABD Büyükelçisini protesto eden Ayhan Karahan’a esrarengiz bir şekilde araç çarptı..!!!

Bodrum’da  ABD  Büyükelçisi  Françis  Ricciardone’ye  karşı  yaptığı  eylemle  gündeme  gelen  Ayhan  Karahan,  bu  gece  yarısı  motosikleti  ile  evine  dönerken  alkollü  ve  ehliyetsiz  bir  otomobil  sürücüsünün  çarpması  sonucu  ağır  yaralandı..!!!

Muğla’nın Bodrum ilçesinde Bodrum Yurttaş İnsiyatifi sözcüsü olarak çevre, doğa, rant ve ABD askerlerine yönelik yaptığı eylemlerle tanınan turizmci 50 yaşındaki Ayhan Karahan saat 00.30 sıralarında kendisine ait 48 UH 679 plakalı motosiklet ile Torba Mahallesi’nden Bodrum’a giderken, Emre Yumşak’ın kullandığı 48 VR 233 plakalı otomobilin sol taraftan çarpması sonucu yol kenarına düşerek ağır yaralandı.

Sürücü Yumşak olay yerinden kaçarken, Karahan, yoldan geçen vatandaşların çağırdığı ambulans ile Bodrum Devlet Hastanesi’ne kaldırılarak yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alındı. Beyin Cerrahı Op. Dr. Ender Tabur’un müdahale ettiği ve kaza anında kafasında kask bulunmadığı öğrenilen Karahan’ın kafatasında , sağ köprücük kemiğinde, kol ve bacaklarında kırıklar olduğu hayati tehlikesi bulunduğu belirtildi.

EHLİYETSİZ  VE  ALKOLSÜZ  SÜRÜCÜ  KAÇTI

Olaydan sonra hemen kaçan ve Bodrum Jandarma Timleri’nin olay yerinde yaptığı incelemeden iki saat sonra Bodrum Yokuşbaşı Mahallesi’ndeki evinde yakalanan sürücü Emre Yumşak’ın ise 100 promil alkollü ve ehliyetsiz olduğu ortaya çıktı. Gözaltına alınan Yumşak gazetecilerine kaza nasıl oldu sorusuna “Adı üzerinde ,olaydan sonra korktuğum için duramadım” demekle yetindi.

Kazanın ardından Bodrum Devlet Hastanesi’ne gelen Karahan’ın kız arkadaşı Ayşen Çelik, kardeşi Konacık, CHP Belde Başkanı Halil Karahan, Bodrum Yurttaş İnsiyatifi Üyeleri merakla ünlü çevreciden gelecek iyi haberleri beklemeye başladılar. Halil Karahan “Ağabeyim Torba’dan eve dönerken alkollü ve ehliyetsiz bir sürücünün kendisine çarpması sonucu ağır yaralandı. En büyük üzüntümüz sürücünün çarptıktan sonra yardım isteyeceği yerde bırakıp kaçması, belki de daha hızlı bir müdahale yapılsaydı, şu anda ağabeyim yaşam mücadelesi vermiyor olabilirdi. Kafatasında ve vücudunda kırıklar var, ancak doktorlar beyin kanaması olmadığını belirttiler, ayrıca bilincinin de yerinde olduğunu öğrendik, tedavisi devam ediyor” dedi.

Son olarak geçtiğimiz Perşembe günü akşamı Bodrum Kalesi Kuzey Hendeği’nde düzenlenen 9. Uluslar arası Bodrum Bale Festivali’nde Washington Bale Topluluğu’nun Rock’ın Roll isimli gösterisini izlemek üzere gelen ABD Büyükelçisi Françis Ricciardone’ye basın açıklaması yaptığı sırada insiyatif üyesi İskender Doğer ile birlikte sahneye çıkarak eylem ve protestosunda bulunduktan sonra göz altına alınan Karahan, Bodrum’da yaptığı Amerikan savaş gemileri ve askerlerine yönelik eylem ve doğa, çevre ve rant adına açtığı davalarla tanınıyor.

28
Ağu
11

MHP ile CHP MUHALEFET SİYASETİNİ DEĞİŞTİRMELİ ve DERHAL HAREKETE GEÇMELİDİR…

Tehlike   büyük…

Türk  tarihi  çocuklarımızın  hafızasından  siliniyor…

Türk  varlığı,  kimliği,  uygarlık  ve  kültürü  Anadolu’da  yok  sayılıyor…

Anayasa’dan adı Türk olan her kavram ve değer çıkarılmaya çalışılıyor…

Doğu’dan batıya uzanmış Anadolu’daki son Türk devleti yok ediliyor…

Tarihi ve adı olmayan bir neslin geleceği olamaz, varlığı olmaz, devleti olmaz, yaşayamaz…

Bizi sürüleştirmek istiyorlar, açın gözlerinizi…

Tehlike   büyük…

Ekonomik kaynaklarımızın üretimi, satışı, yönetimi adı Bizans olan yabancıların eline geçiyor…

Kendi öz kaynaklarımızı artık yönetemez bir hale düştük…

Coğrafyamızdan aldığımız ekonomik kaynak gücümüz eriyor…

Nasıl yaşayacağız kendi vatanımızda, kaynak bizim değilse eğer, bu kaynaklardan güç alamazsak eğer…

Kaynaklarını yönetemeyen bir milletin vatanı olmaz, geleceği olmaz…

Bizi köleleştirmek istiyorlar, açın gözlerinizi…

Tehlike   çok   büyük…

Çocuklarımızın  aklı,  fikri,  beyni  elimizden  alınıyor…

Yine adı Bizans olan yabancıların ve adı Fettullah olan bir cemaatin eline geçiyor…

Fakir ve zeki çocuklarımız tek tek seçiliyor, ÖSYM denilen çağ dışı bir sınav sistemi ile…

Köy köy, ilçe ilçe çocuklarımız toplanıyor, adı Bizans olan bir siyasetle eğitiliyor, büyütülüyor, yetiştiriliyor, çocuklarımız bize yabancılaştırılıyor

Geleceğimizi kim tayin edecek, kim yönetecek, varlığımızı kim koruyacak…

Yetişen nesil öğretmenlerimizin eseri olmalı, ama fırsat vermiyorlar, öğretmenimiz aç açık, karnı bile zor doyuyor…

Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı kaybediyoruz, açın gözlerinizi…

Tehlike büyük, sanılandan daha büyük, daha ağır ve daha yakın…

Bağımsız hukuk yok, kişiye göre savcı atanıyor, davaya göre hakim… Adalet yok, kişiye göre dava açılıyor, davaya göre değil kişiye göre karar veriliyor, kim suçlu kim suçsuz belli değil… Hak arama yollarımızı kapatıyorlar, hak yok artık… Bağımsız hukuka saygılıyız lafları bir aldatmaca, anlamı yok…

Türk ordusu düşman gibi gösteriliyor, yayınlar yapılıyor, komutanlar birer birer hapse atılıyor, Silivri Malta sürgünleri oldu artık, açın gözlerinizi… Hukuka saygılıyız lafları boş artık, bir anlamı kalmadı…

EEEEYYY   MHP   VE   CHP,   SESİMİZİ   DUYUYOR   MUSUN..!!!

Vatanımızın bağımsızlığı ve çocuklarımızın geleceği tehlikeye düştü artık, görüyor musun!

AKP siyaseti kendini ne kadar halkın temsilcisi görüyorsa, sizler de en az o kadar halkımızı temsil ediyorsunuz, bu kutsal görevinizi hatırlayın!

Vatan  ve  geleceğimiz  tehlikeye  düşmüş  iken,  SALI  GÜNLERİ  MECLİS  KONUŞMASI  ile  muhalefet  olmaz !

AKP  siyasetinin  ağır  hukuk  ihlalleri  ve  uygulamalarına  muhalefet  etmek  için  YAZILI  BASIN  AÇIKLAMASI  ile  yetinmek  olmaz !

Okumaya devam edin ‘MHP ile CHP MUHALEFET SİYASETİNİ DEĞİŞTİRMELİ ve DERHAL HAREKETE GEÇMELİDİR…’

28
Ağu
11

Torumtay hayatını kaybetti

Eski  Genelkurmay  Başkanı  hayata  veda  etti.

Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral Necip Torumtay, 24 Haziran’da kalp spazmı nedeniyle Muğla’nın Marmaris İlçesi’nde hastaneye kaldırılmıştı.

Marmaris’teki Aksaz Deniz Üs Komutanlığı kampında tatil yaptığı sırada rahatsızlanan Torumtay önce Marmaris Devlet Hastanesi’ne sonra da helikopterle GATA’ya götürülmüştü.

1926 Trabzon Vakfıkebir doğumlu olan Torumtay, 24 Temmuz 1987′de atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 3 Aralık 1990′de kendi isteği ile emekli olmuştu.

Torumtay, görev süresi bitmeden istifasını isteyen ilk Genelkurmay Başkanı olarak tarihe geçmişti.

Görev süresi sona ermeden 3 Aralık 1990 tarihinde kendi isteği ile Genelkurmay Başkanlığı görevinden emekliye ayrıldı.

Zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile 1′inci Körfez Savaşı’na katılmak konusunda görüş ayrılığı yaşayan Torumtay görevden ayrılmıştı.

Cumhurbaşkanı Turgut Özal Irak’a karşı ABD ile beraber hareket ederek Musul ve Kerkük sorununun çözülmesini istemişti.

28
Ağu
11

AYAĞA KALK TÜRK MİLLETİ, ŞEHİTLERİMİZ AĞLıYOR…

Bu   şehit   haberleri,   Çanakkale’den   gelen   şehit   haberleri   gibi   değil, 

ülkemizi   yönetenlerin   yanlış   siyasi   karar   ve   uygulamaları   yüzünden   şehit,  

göz   göre   göre,    bile   bile   şehit,  

belki   de   yönetenler   istediği   için   şehit..!!!

Bu  şehit  haberleri,   Sakarya  gibi  değil,   Afyon,   Dumlupınar  gibi  değil,   ülkemizi  yönetenler  “terör  üzerinden  siyaset”  yaptığı  için  şehit,  onların  bu  alçak  siyaseti  yüzünden  şehit,  buna  katlanmak  artık  mümkün  değil…

Çanakkale’deki  şehitlerimiz  rahat,  içi  rahat,  huzurlu,  kemikleri  sızlamıyor…

Çünkü  bir  vatan  verdiler  bize  adı  Türkeli…

Bir  bayrak  verdiler  bize  kanlarıyla  resmedilmiş,  adı  Türk…

En  aşağı  yedi  bin  yıllık  bir  tarih  verdiler,  bir  millet  verdiler  bize  adı  Türk…

Bu  yüzden  rahat  onlar,  vazifelerini  yaptılar,  bizim  için  can  verdiler…

Ama   ya   son   dokuz   yılda   verdiğimiz   şehitler..?!!!

Ağlıyor, evet şehitlerimiz ağlıyor, kemikleri sızlıyor, kahrediyorlar bize, canlarına sahip çıkmadığımız için, kanlarının hesabını sormadığımız için… Can veren verdiği ile kalıyor artık bu kutsal topraklarda, ardından giden yok, hesabını soran yok, nasıl bir millet olduk biz?

Şimdi mübarek Ramazan ayındayız… Bu mübarek ayda her gün şehitlerimiz var, her gün, içimiz kan ağlıyor… Bizden daha fazla Müslüman ve daha fazla mübarek olduğunu söyleyen bir Başbakanımız var, adı Recep Tayyip Erdoğan… “Bıçak kemiğe dayandı” diyor ama eylemi yok, üstüne üstlük, “Ramazan olduğu için sabrediyoruz” diyor… Yani şehit olmayı bize kader biçiyor… Ama Başbakan da olsa, buna gücü yetmez çünkü ondan büyük Allah var, biz varız, halk… Var ama halkımız da tepki yok, kalmadı artık, sessiz… “Bu siyasetin gölgesinde şehit olmak kader değil”, diyemiyor, belki de bunu göremiyor…

Allah aşkına kör mü olduk biz!

İki gün sonra Ramazan bayramını kutlayacağız ama bugün de üç şehidimiz var Şemdinli’de ve içimiz acı dolu… Acımızı paylaşan yönetici kalmadı artık bu ülkede… Bakın televizyonlara, ülkemizi yönetenlerden hiç ses yok, açıklama yok, kan çekiyor sanki bizi, havada ölüm var, kokusu var… Yönetenler “Amerikalı askerler için Allah’a dua ediyor” ama biz Türkler için dua eden yok, şehidimizin hesabını soran yok…

Ama Bülent Arınç’ın deyimiyle “dindar bir Cumhurbaşkanımız da var bizim”, adı Abdullah Gül… Çukurca’daki on şehidimiz üzerine yapılan hava harekâtı için bugün bir açıklama yapıyor ve “Bu harekâtı gücümüzü göstermek için yaptık” diyor, yani PKK’yı yok etmek için değil, güç göstermek için yapılmış bu harekât… Ama aynı gün PKK da güç gösteriyor, Şemdinli’de konvoyumuza saldırıyor ve bizim üç şehidimiz var bugün… Demek ki Cumhurbaşkanı’nın güç gösterisi de yetmiyor, yetmiyor ki biz hala şehidiz, şehit oluyoruz… Aslında güç bizde, göstermeye gerek yok, söylemeye de, ama gücü kullanan yok, ordumuzun eli kolu bağlanmış, PKK vuruyor, biz şehit oluyoruz… Ve, kimseden tepki yok, ne Cumhurbaşkanı dindar olduğu söylenen, ne de Başbakan mübarek olduğu dilden dile dolaşan…

İnanınız bana, Ramazan Bayramı’nı kutlamaya hakkımız yok bizim, yas tutmalıyız yas! Şehitlerimiz rahmetle anmalı, mezarlarına gitmeli, “bizi affedin” diye yalvarmalıyız, çünkü şehidinin bile hesabını soramayan bir millet olduk biz, yazıklar olsun bize!

Şehitlerimiz ağlarken, nasıl kutlama yapacaksınız ey devlet, ey devleti yönetenler!

Bu bayram bizim için bayramdan öte acı dolu, yüreğimiz yanıyor, evlatlarımız can veriyor, biz ağlıyoruz ama bu yetmiyor, gideni geri getirmiyor, ateş düştüğü yeri yakıyor, bizi yakıyor…

Nerdesiniz  Ey  AKP’li  kardeşlerim,  oy  verip  AKP’yi 

iktidar  yapanlar,  nerdesiniz !

Şehitlerimizin  hesabını  sormayacak  mısınız  siz !

Bugün  bayram  deyip  şehitlerimizi  yok  mu  sayacaksınız !

Evlatlarımızın   katilleriyle   işbirliği   yapan,   müzakere   yapan,   destek   veren,   Şemdinli   güneyindeki  ağır   tehditleri   görmezden   gelen   bu   AKP   siyasetine   hesap   sormayacak,   aksine   el   etek   mi   öpeceksiniz  siz..!!!!!!!!!!

Okumaya devam edin ‘AYAĞA KALK TÜRK MİLLETİ, ŞEHİTLERİMİZ AĞLıYOR…’

28
Ağu
11

‘NATO yüzünden mi içeri aldılar ?’

CHP  Tunceli  Milletvekili  Kamer Genç,  Aziz Yıldırım’la  ilgili  çarpıcı  açıklamalarda  bulundu.

“Fenerbahçe’ye  yapılan  zulümleri kınıyorum”  diyen  Genç, “Dışarıda şöyle bir söylenti var; Aziz Yıldırım NATO ihalelerine giriyordu. NATO ihalelerini kendi yandaşlarına vermek için içeri aldılar, bu konuda da açıklama yapılmasını istiyoruz. Hakikaten NATO ihalelerini kendi yandaşlarına vermek için Aziz Yıldırım’ı içeri aldılar mı, almadılar mı, bunu takip edeceğiz” ifadesini kullandı.

28
Ağu
11

Büyük Taarruz

Bugün   28  Ağustos 2011…

İki gün önce 26 Ağustos Türklerin düşman istilası ve saldırıları karşısında uyanıp, dirilip çıldırdığı ve ateşle imtihan edilip ’Türk Mucizesi’ni yarattığı menkıbenin başlangıcının 79. yıldönümü.

Bu yıl o günleri karmaşa içinde kutlarken, bu zaferin nasıl ve neler pahasına kazanıldığını unutuyoruz.

Hatırlamakta, hatırlatmakta fayda var…

Aslında düşmanlar Osmanlı İmparatorluğunun enkazı üzerinde “Sevr” , “Büyük Kürdistan” ve “Büyük Ermenistan” hesapları yaparlarken Türklerin uyanacağını hiç düşünmemişlerdi.

Ve Anadolu’da başlayan mücadeleyi, “Şu çılgın Türkler, Kemalist çeteler” diye hafife almışlardı.

Ama Sakarya Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nden sonra Gazi’yi tanımaya başlamışlar ve bu sefer diplomatik girişimleri bir süre daha devam ettirmişlerdir.

Ancak TBMM hükümeti -Mustafa Kemal- Misak-ı Milli’den ödün vermek niyetinde değillerdi.

Sakarya bozgunundan sonra müdafaa durumuna geçmek zorunda kalan Yunan ordusu, Eskişehir-Afyonkarahisar hattına geri çekilerek gerekli korunma tedbirlerini alırken Gazi Mustafa Kemal ve Türk Genelkurmayı, Yunan toparlanmadan taarruza geçilmesi kararındadırlar.
Okumaya devam edin ‘Büyük Taarruz’

27
Ağu
11

Neyiz biz? Kimiz?

Uygurlar beni, 21 Mart öncesinden hazırlıklarını yaptıkları kutlamalara çağırdıklarında, Nevruz’un hem kendi memleketlerinde hem Pekin’de Azınlıklar Üniversitesi’nde ve akşam dostlar, akrabalar arasında ne denli geniş kapsamlı ve coşkuyla kutlandığına tanık oldum. Üniversite öğrencilerinin, Uygur, Özbek, Tacik sanatçıların dansları, şarkıları, Ozanların Türküleri, izlemeye gelen herkesi
kendinden geçirmişti. “Meselles” denilen rengi ve lezzeti çok tatlı ve çarpıcı şarabı da ilk o akşam içmiştim. Kutlamalar sabahtan, akşamın geç saatlerine dek bayram havasında sürmüştü. İşte Nevruz bir Türk geleneğiydi, nasıl kutlandığı ve nasıl
kutlanması gerektiği de belliydi. Öyle, tozu dumanı birbirine katıp, taşlarla, sopalarla, şiddet ve korku içeren bölücü ve kışkırtıcı gösterilerle kutlanan sözde Kürt bayramı değildir Nevruz !

Felsefenin  ilk  sorusu :   Kimim  ben ?..

İnsanın kendisini bilmesi kadar büyük bir erdem olamaz. Yunus Emre’nin dediği gibi; “…   İlim  kendin  bilmektir  /  Sen kendin  bilmezsen  /  Ya  nice  okumaktır ?”

Benden kendimi tanımlamam istense; önce insan, sonra kadın, sonra anne derim. Ve eklerim: Türk, Müslüman, gazeteci/yazar, ev kadını… “Eee başka?” dense, aydın, insansever, Atatürkçü, solcu (ilerici ve sosyalist anlamında)…

İnan Kahramanoğlu, TÜRKSOLU’ndaki yazısında Hülya Avşar’la yapılan ve Milliyet’te yayımlanmış bir görüşmeye gönderme yaparak, son yıllarda Türk halkının bir kesiminde oluşan kafa karışıklığına değinmiş. Ben konuyu kendi bakış açımdan ve kendi yaşanmışlıklarımdan örneklerle irdelemek istiyorum.

Babamın subay olması nedeniyle çocukluğum ve gençliğim yurdun dört bir yanında değişik il ve ilçelerde geçti. Henüz ilkokuldayken, Keşan’da sınıfta kavga ettiğim bir çocuk, babamın Elazığlı (Aslında Tunceli- Pertekli) olduğunu bildiğinden, bana “Pis Kürt” dedi. Şaşırdım, ama kızmadım. Çünkü, o zamanki çocuk aklımla, bana göre; Türkiye’nin doğusundakilere genelde Kürt, Karadenizlilere Laz, Egelilere Efe, Erzurumlulara Dadaş, İç Anadolululara Seymen, Trakya’dakilere Kızan, Akdeniz Bölgesi’ndekilere Yörük falan deniyordu…

Diyarbakır’da Merkez Ortaokulu’nda okurken de bazı çocuklar beni “Subay çocuğu, süt çocuğu” diye kızdırmaya çalışırdı. Daha o yıllarda bu tür ayrımların ve hakaretlerin ne denli saçma ve gereksiz olduğunu düşünürdüm.

Diyarbakır’ın Bağlar semtinde oturan bir Zaza (Anneleri Müslüman Ermeni’ydi) ailenin kızlarıyla samimiydim. Bir gece onların evinde kaldığımda, Kürtlük meselesini gündeme getiriverdiler. Tartışma gece geç saatlere kadar sürdü. Kızlardan en küçüğü (benden birkaç yaş büyüktü) bana “Senin annen de Egeli, belki de soyunda Rumluk var!” dedi. (Kendisi bunu olumsuz anlamda söylüyordu. Hani Türklerle Yunanlılar hep düşmanlardı ya…) Henüz 13 yaşımdayken verdiğim yanıtı hâlâ takdir ederim: “Olsuuun, ben Türklüğümle övünmek varken, niye şu muyum, bu muyum diye araştırayım ki!..”

Bugün biliyorum: Rahmetli büyükbabam ataları Kafkaslardan Doğu Anadolu’ya göçmüş boylu boslu iri yarı açık kumral ve çok yakışıklı bir Çerkezdi. Sophia Loren’e benzettiğim uzun boylu esmer güzeli babaannemin Sünni Zaza Kürdü olduğunu öğrenmiştik. Anne tarafına gelince… Rahmetli Dedem Milas’ın köklü ve varlıklı ailelerinden geliyormuş; sarışınlığı, çekik gözleri nedeniyle Tatar olduğunu tahmin ediyorum (Polatlı ve Eskişehir dışında; Ege’nin bazı yörelerine ve Doğu Akdeniz’de Adana, Mersin dolaylarına Tatar boylarının yerleştiğini biliyoruz). Rahmetli anneannem ise Milas’ın Yörük köylerinden buğday tenli bir Türkmen güzeliydi. Zaman zaman espri yapar; “Ailede bir Lazlık yok!” derdim.

Genlerimde taşıdığım özellikler nedeniyle ne aşağılık kompleksine kapıldım; ne de bunu övünç vesilesi saydım. Türkiye’de yaşayan ve kendini Türk bilen herkes için bu son derece normal bir durum, ayrıca zenginlik ve renklilik kaynağı bence.

Biz  kesinlikle  Türküz

Öte yandan; Çin’de yaşadığım bir buçuk yıl içerisinde ilgilendiğim, araştırdığım, hakkında yazıp çizdiğim konular arasında tarih, Uygurlar, Türklerin kökeni, Moğollar, Tatarlar, dinler ve diller de vardı. Hiçbir tarihsel ve kültürel bilgisi bulunmayan bir Türk, Uygurlarla tanışsa, onların evine konuk olsa, düğünlerine gitse, kökeninin, ırkının, milliyetinin aynı olduğunu anlar. Bunu oradaki yabancılar bile rahatlıkla farkedebiliyor. Türkiye Türkü olduğumu bilmeyen Çinliler ve Uygurlar beni genelde ya Uygur ya da Özbek sanıyorlardı. Hatta Pakistanlı ve Afgan dostlarım beni kendi ülkelerinde özellikle Türk kökenliler (Özbek, Tacik) arasında sıkça kullanılan “Gülşin” adıyla çağırıyorlardı. Orada izlediğim televizyon programları, okuduğum makaleler, gezdiğim müzeler ve tarihsel yapılar beni araştırmaya ve yazmaya yöneltti. Japon arkeologlar tarafından, bugünkü Sincan Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan) sınırları içindeki Nişa’da gün yüzüne çıkarılan 3 bin yıllık “Loulan Güzeli”ni Hong Kong’daki Ulusal Hazine Müzesi’nde sergilenirken gördüm. Rahmetli babaannemin mumyasıydı sanki. Ne kadar çok bizlere benziyordu. Giysileri bile bir Anadolu köylüsününkini andırıyordu…

Çin’de bulunduğum dönemdeki deneyimlerim, hem Uygur hem de Azeri dostlarla yaptığım konuşmalar (Aynı dönemde, İran Eski Savunma Bakanı’nın Çivi Yayınları’ndan çıkmış Kürtler hakkındaki bir inceleme raporunu okumuştum) zihnime Kürtlerin de Türk olduğu ya da binlerce yıl öncesinden bu yana aynı topraklarda yaşayıp, aynı göç yollarını izleyerek Anadolu’ya gelmiş oldukları tezini yerleştirdi. Bunu günlük yaşamda sıkça kullanılan en önemli sözcüklerden birini örnek vererek belirteyim: Uygurca’da pide şeklinde yapılan ekmeğe “Nan” deniyor; Kürtçe’de de ekmek “Nan”.

Uygurlar beni, 21 Mart öncesinden hazırlıklarını yaptıkları kutlamalara çağırdıklarında, Nevruz’un hem kendi memleketlerinde hem Pekin’de Azınlıklar Üniversitesi’nde ve akşam dostlar, akrabalar arasında ne denli geniş kapsamlı ve coşkuyla kutlandığına tanık oldum. Üniversite öğrencilerinin, Uygur, Özbek, Tacik sanatçıların dansları, şarkıları, Ozanların Türküleri, izlemeye gelen herkesi kendinden geçirmişti. “Meselles” denilen rengi ve lezzeti çok tatlı ve çarpıcı şarabı da ilk o akşam içmiştim. Kutlamalar sabahtan, akşamın geç saatlerine dek bayram havasında sürmüştü.

İşte Nevruz bir Türk geleneğiydi, nasıl kutlandığı ve nasıl kutlanması gerektiği de belliydi. Öyle, tozu dumanı birbirine katıp, taşlarla, sopalarla, şiddet ve korku içeren bölücü ve kışkırtıcı gösterilerle kutlanan sözde Kürt bayramı değildir Nevruz !

Türetilmiş  dil  ve  tarih

Son 5 yıldır, sosyal nedenlerle Batı’da yaşayan ve kendisini Kürt sayan aileleri yakından tanıma olanağı buldum.

Onların aslında, ne denli önyargılı, öfke ve kin dolu olduklarını, kendilerini ötekileştirip, Türkleri, Türk Silahlı Kuvvetlerini, Emniyet güçlerini düşman gibi gördüklerini, Atatürk’ü ve İslamiyet’i alaya aldıklarını (Aleviliği de yanlış yorumlayıp, kullandıklarını), fanatik ölçüde Kürt milliyetçisi olduklarını gördüm.

Ama, onlar aslında toplumda Atatürkçü (ADD kurucu üyesi) sosyal demokrat (kendileri CHP’ye üye, akrabaları arasında CHP milletvekilleri var) hatta komünist ve sosyalist, ayrıca Alevi bilinen kişiler.

Sosyalistliklerinin şovenizm, Aleviliklerin ise Ateistlik olduğuna tanıklık ettim.

İşlerine gelince “Aleviyiz” diyorlar, ama dinle, Tanrı inancıyla uzaktan yakından ilgileri yok.

Yakınlarını işe sokmak, çıkar sağlamak için CHP’liliklerini ve milletvekili akrabalarını ön plana çıkarıyorlar, Kürtçü partinin adayı olan bağımsızlara oy veriyorlar.

Sosyalistler, ama iki üç evleri birden varken, vergiden, devletten, hak sahiplerinden nasıl kaçıracaklarının hesabını yapıyorlar.

Yapay bir Kürt Ulusu, dili, tarihi ve kültüründen yola çıkarak, Kürtlüğü övüp, Türklüğü ve Türklerin tüm manevi değerlerini aşağılıyorlar.

Aslında bu, Türk halkının, toplumun tamamına karşı büyük bir haksızlık, riyakarlık ve sinsilik !

Efendim, Nemrut Dağı’ndaki kalıntıları bırakmış olan Kommegene İmparatorluğu tarihteki ilk Kürt devletiymiş. (Amed, Mezopotamya, Kommegene adını taşıyan çoğu dernek ve işyeri bunlarındır.)

Selçuklu Hakanı Alaattin Keykubat aslında Kürtmüş. (!!!)  (Bunu Çin’deyken bir iki Doğu Avrupalı’dan duyduğumda, Kürtçü propagandanın boyutları ve etkisi karşısında şaşırmıştım).

Ama, kendini Kürt sayan bu aile, yüzlerce yıl önce yanlarına sığındıkları Alevi Türkmenlerle karışıp kaynaştıklarını anlattığı gibi, ailenin bir ferdi kendisinin Hazar Türklerine benzediğini övünerek söylüyor.

Bu  ne  yaman  çelişki !

Yıllar önce Ankara’da ünlü Kürt fotoğraf sanatçısı Çerkes Karadağ ile tanışıp söyleşmiştik, aynı ortamda bir Çerkez arkadaşım bıyık altından gülerek, “Kendisi Çerkez falan değil; Kürtler aşağılık kompleksiyle, Çerkezlere Türklere özenip, ad ve soyad olarak kullanırlar” demişti. Haklıymış. Kürtçü Ahmet Türk’ün soyadını gocunmadan taşımasından belli.

Ulusal ve yerel yönetimlerde söz sahibiyken, varlık ve bolluk içinde yaşarken, hiçbir Türk sizi dışlayıp, aşağılamazken, siz niye kendinizi ötekileştirip, illa biz Kürdüz, hakkımız yeniyor diye bağrınıp duruyorsunuz! Türkiye Cumhuriyeti Devleti çatısı altında kavuştuğunuz haklarınızı, nimetleri, hizmetleri, olanakları niye hiçe sayıp heba ediyorsunuz?! Türk devletlerinden hiçbiri, hiçbir ulusu ya da toplumu dışlamamış, asimile etmemiş, soykırım yapmamıştır. İşte en büyük kanıt; bugün yurdun dört bir yanına yerleşip, çoğalan, Doğu ve Güneydoğu’daki Türk halkını içinde eriten; sürekli kendini ya da karşı tarafı ötekileştirerek, ırkçı, bölücü şiddet eylemleri ve propaganda yapan Kürtçüler!..

“Teşbihte   hata   olmaz”   derler.

Bu  durum ;   bir  atın,   “Ben  Arap  atıyım”   diyebilecekken,  ısrarla   “Katırım,  daha 

farklı  ve  üstünüm”   diye  övünmesi  gibi  saçma   bir  şey.

Oysa,   katırın   anası   ya   da   babası   da   attır.

Üstelik   at   ve   eşeğin   birleşmesinden   doğan   katır,   kısırdır.

Topluma   dayatılmaya   çalışılan   bu   Kürtçü   ideoloji  de   kısırdır.

Yunus Emre’nin  dizelerine,  bugün  hepimizin  her  zamankinden  çok  gereksinimi  var :

İlim  ilim  bilmektir
İlim  kendin  bilmektir
Sen  kendin  bilmezsin
Ya  nice  okumaktır

Okumaya devam edin ‘Neyiz biz? Kimiz?’

27
Ağu
11

Diktatör ile Cellat !..

Suriye  –  Şam  –  Humus  –  Hama

Aslında  gitmek  konusunda  kararsızdım…

Türkiye-Suriye Dostluk Grubu’nun iki günlük Suriye daveti gerçekten çok ilgi çekiciydi.

Düşünüp taşınırken önce Milliyet gazetesinin manşetini gördüm.

– Diktatörün  son  oyunu !

Haber şöyleydi: Halkını katlederek iyice zor duruma düşen Beşşar Esad imajını düzeltmek için Türkiye’den gazeteci, siyasetçi ve akademisyenlerden oluşan bir grubu Suriye’ye davet ediyor, tüm masraflarını karşılıyordu!..

Okuyunca utandım!..

Sonra yanaşma takımının gidecek olan gazetecilere “Esadcı” şeklindeki saldırılarını izledim…

Daha düne kadar “Suriye sansür uyguluyor”, “Gazeteciler ülkeye alınmıyor” diye yırtınan necip Türk medyası, şimdi ilginç biçimde gidecek olanları engellemek için çırpınıyordu!..

Elhak, başarılı da oldular; aslan yürekli ve de pek ünlü birçok kalem erbabı, televizyoncu son anda gitmekten vazgeçti!.

Ben,  tam  tersine,  “böyle  saldırıyorlarsa  vardır  bir  hikmeti”   dedim  ve  gitmeye  karar  verdim.

– İyi  ki  de  gittim !..

***

Peki,  ben  Suriye’de  ne  gördüm ?

Hem çok şey, hem hiçbir şey!..   Beni çok şaşırtan, “burnumuzun dibindeki ülkeyi hiç tanımıyormuşuz” dedirten çok şey, Türk ve dünya medyasında neredeyse dizi halini alan “katliamlar, korku içindeki halk, patlamaya hazır ülke” konusunda ise neredeyse hiçbir şey!..

Önce kısaca Suriye’den söz etmem gerek. Bir cümlede nasıl anlatırsın diye sorsanız şöyle bir şey derdim sanırım:

– Eskimiş, köhne ve fakir bir ülke!

Ama bu çok yanıltıcı olurdu!.. İçine girmeye, birazcık olsun tanımaya başladığınızda, görüntüde eskimiş ama aslında çok çok eski ve etkin bir kültürün tadını almaya başladığınızı itiraf ediyorsunuz… Evet köhne, binalar eski ve bakımsız, caddeler deseniz aynı ama bunun sanki bilerek yapıldığı hissine kapılıyorsunuz… İnsanlar genelde yoksul ama hiç de mutsuz göründüklerini söyleyemem… Beni asıl etkileyen; Sünnisi, Alevisi, Hıristiyanı, Yezidisi, Ermenisi insanların bir arada hiç sorunsuz yaşamalarıydı!.. Şam’ın “eski şehir” bölümünde, hem de ramazan ayında binlerce, on binlerce insan yan yana, iç içe kendi hayatını yaşıyordu. Bir yanda ibadetini yapanlar, diğer yanda yemeğini yiyen, birasını, nargilesini içenler… Kısacası rengârenk, tebessüm donanmış insanlar!.. Hele kadınlar; türbanlısıyla, eteklisiyle üzerlerinde bir tek kötü göz bulunmayan Suriyeli kadınlar, onları görünce bizim kadınlarımızı düşündüm…

– İçim yandı!..

***

Gelelim, Batı ve Türk medyasında anlatılan Suriye’ye…

Evet bir diktatörün ülkesi… Her tarafta baba-oğul Esad’ın fotoğrafları… El Muhaberat’ın insanlar üzerindeki hissedilir etkisi; bunlar tamam… Bunlar bir diktatörlüğün olmazsa olmaz figürleri zaten!.. Pekii, gerginlik, korku, katliam, başkaldırı onlar nerede?.. Anlatayım:

Şam’ın merkezinde gün boyunca trafik polisi dışında silahlı asker ya da polis görmedim… Humus ve Hama yolculuğu sırasında yollarda asker taşıyan kamyonlar, şehir girişlerinde ve kritik noktalarda kum torbalarıyla tahkim edilmiş mevziler gördüm… Hama’da, en büyük katliamın yapıldığı söylenen bu kentte, hayatın normal seyrinde aktığını da, validen brifing aldığımız vilayet binasının önünde toplanmış 100 kadar muhalifi de gördüm ve konuştum… Örneğin siyah çarşaflı kadınların gayet anlaşılır bir İngilizceyle “Esad gitsin, bu rejim bitsin” sloganları attıklarına, bunu duyan erkeklerin Arapça destek verdiğine de tanık oldum… Yanmış, yıkılmış binalar da gördüm, ya polis merkezi ya da orduya ait binalardı…

Suriye’de katliam yapıldığını sürekli olarak anlatan AP, AFP, Reuters ve El Cezire televizyonlarının, bu haberleri ya Ürdün ya da Beyrut’taki bürolarından geçtiğini, Suriye’de hiç muhabirleri olmadığını da öğrendim!.. Sokaktaki insandan, en üst yetkilisine Suriyelilerin, Türkiye’nin ülkelerine saldıracağına inandığını da gördüm, ne yazık ki… Ama patlamaya hazır, korku içinde bir ülke göremedim !..

Kısacası,   anladım   ki ;   kurt   kuzuyu   yiyecek !..

Suriyeli   bir   kadının   şu   sözleri   her   şeyi   anlatıyordu :

“Emperyalist   kalemi   kırmış…    Son  kurban  Suriye…

Peki,   kiralık   cellat   kim   olacak ?!!!”


Ümit  ZİLELİ

http://www.ilk-kursun.com/haber/80217

27
Ağu
11

“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ..!!! — (27)

Mustafa Kemal, Gazete Muhabiri Şerif Bey hüviyeti ile Mısır’dan Trablusgarb’a geldiği zaman, O’nu sadece 900 çöl bedevisi ve Ahmet Sünusi, Mehmet Halif ve bir kaç yurtsever karşılamıştır. Yıl 1911′dir.

İtalya, Libya’yı işgal etmiş ve başta Mustafa Kemal olmak üzere bir kaç Osmanlı subayı, Trablus’a gelmiş, emperyalizmin “Antony Abi”sine karşı bir direniş cephesi kurmuşlar ve Libya’yı Derne ve Tobruk’ta savunmuşlardır.

Mustafa Kemal, Sünusi Aşireti’nin Şeyhi Ahmet Sünusi ve Libya’nın milli kahramanı bağımsızlık savaşçısı Ömer Muhtar ile tanışmış ve aralarında köklü bir dostluk gelişmiştir.

Derne Komutanlığı’na atanan Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, 22 Aralık’ta Tobruk Savaşı’nı kazanmış, ancak Derne Savaşı’nda gözünden yaralanarak hasta haneye yatmıştır.

Libya’da zafer kazanan ve direnen Osmanlı gene emperyalizmin en güçlü silahı etnik milliyetçiliğin senelerdir kışkırtılması nedeniyle patlak veren Balkan Savaşı ile karşı karşıya kalınca, İtalyanlarla ne pahasına olursa olsun, barış antlaşması yapmak zorunda kalmıştır.

15 Ekim 1912′de İsviçre’nin Ouchy (Uşi) kentinde imzalanan antlaşmaya göre, Osmanlı Kuzey Afrika’daki topraklarının tamamını kaybederek, Bingazi ve Trablusgarb’ı İtalyanlara terk etmiştir.

1911 ve 2011… Tam yüzyıl sonra Libya gene başta “Büyük Abi” olmak üzere emperyalistlerin saldırısı ile karşı, karşıyadır. ABD, İngiltere ve Fransa

Bugünü irdelemeden önce sevgili Sinan Meydan‘ın sorduğu sorunun cevabını arayalım isterseniz…

“Mustafa Kemal’in yanındaki Libyalı kimdir?”

Sinan Meydan sorduğu soruyu kendisi yanıtlamaktadır. “Ahmet Sünusi”

1918 yılında bir Alman denizaltısı gizlice İstanbul’a gelen Ahmet Sünusi, Bağımsızlık Savaşı’nın başladığı yıllarda Bursa’dadır.

Şeyh Sünusi  Mustafa Kemal’e  inanmakta  ve  güvenmektedir.

Sünusi  için  Mustafa Kemal,  rüyasında  gördüğü Hz. Peygamber’in,  kendisine  sol  elini  uzatırken,  O’na  sağ  elini  uzattığı  kişidir.

Okumaya devam edin ‘“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ..!!! — (27)’

27
Ağu
11

Top’lum

İsmi lazım değil, romantik kitapların yazarı, bi gaztede başyazar şu anda…

Güya pek  “hümanist”tir.

Bebek  katili’nin  paçayı  kurtarması  için  poposunu  yırtmıştı.

Tivilere filan çıkıyor, idam cezasının utanç verici olduğunu, mutlaka kaldırılması gerektiğini anlatıyordu. *
Tam o günlerde, korsan kitap baskını yapıldı.

Anlaşıldı ki, bu arkadaşın kitaplarının da korsanı yapılmış, raflarda 20 liraysa, tezgâhta 5 liraya satılıyor.

Aynı tivilere çıkıp, ne dedi biliyor musunuz? :  “Bu emek hırsızlarının idam edilmesi lazım” dedi ;   iyi mi!
*
İkiyüzlülük…
Her  daim  şampiyondur.
*
Bakın mesela, yukardaki kazmanın kankası olan bi başka gazteci… Meslektaşlarının, profesörlerin, şeref madalyalı subayların içeri tıkılmasını alkışlıyor, “hukukun egemen olduğunu” anlatıyordu. Şimdi ise, sırf Fenerli olduğu için “hukukun iflas ettiğini” yazıyor.
*
Herkes biraz “utan”sa…
Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Öbür davalarda, mevzuyla alakası olmadığı halde, iddianamede adı geçen herkese “suçlu” damgası yapıştırıp, “linç” edenler… Şimdi çıkmış “masumiyet karinesi”ne vurgu yapıyor.
*
Herkes, her zaman, “insan hakları”na bu kadar saygılı olsa… Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Onca kritik dava var, kimse çıkıp, savcıların hâkimlerin gözünün üstünde kaşı var demedi, hatta, fotoğraflarını basmaya bile kimsenin maçası yetmedi. Ya şikede? Adli camia komple infaz edildi, avanta bilet peşinde koştukları öne sürüldü, “hesap verin” çağrıları yapıldı.
*
Herkes, bu kadar “cesur” olsa…
Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Millet tarafından seçilip, Meclis’e gönderilen milletvekilleri hapiste tutuluyor, gık çıkmıyor. Kulüp başkanı içeri tıkılıyor, konvoy yapıp, kornalarla cezaevini basmaya gidiyorlar.
*
Herkes, “kendini temsil eden”lere bu kadar sahip çıksa… Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Komutanlar tutuklu, avukatları çırpınıyor, söz hakkı istiyor, kimse ekrana çıkarmıyor. İçerdeki profesörler hastanelik oluyor, aileleri yalvarıyor, dertlerini anlatmak istiyorlar, kimse ekrana çıkarmıyor. Buna mukabil… Kelepçeli topçuların, menajerlerin avukatları ise, her gün saatlerce ekranda, açık oturumlara katılıyor, mahkemeymiş gibi “tanık” bile çağırıyorlar.
*
Herkes, “ifade özgürlüğü”ne bu kadar saygılı olsa… Hiç sorun kalmayacak aslında.
*
Türkiye’yi kökünden sarsan operasyonlarda hukuksuzluk iddiaları gırla gidiyor, bazı sanıklar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyor, ciddi yaptırımlar söz konusu, kimse oralı olmuyor…

UEFA  “tak”  dedi,  “şak”  diye  gereği  yapılıyor.
*
Herkes,  “evrensel  ilkeler”e  bu  kadar  duyarlı  olsa…   Hiç  sorun  kalmayacak  aslında.
*
Senelerdir şamar oğlanı muamelesi yapılıyor bu millete…

Kafasına çuval geçiriliyor.

Milli egemenlik adeta Brüksel’e devredildi.

AB’ye uyum ayaklarıyla, Batılı ülkelerin işine gelen kanunlar TBMM’ye dikte ettiriliyor.

Sanırsın babasının çiftliğiyiz, IMF komiserleri, CIA ajanları cirit atıyor, çıt çıkmıyor.

UEFA  müfettişi  geldi…

Neredeyse  isyan  çıkacak !

“Türk olarak rencide oldum” diyen mi ararsın, “burası müstemleke mi?” diye soran mı…
*
Herkes,  bu  kadar  “dik”  dursa…

Hiç  sorun  kalmayacak  aslında.
Okumaya devam edin ‘Top’lum’

27
Ağu
11

VURUN İRAN’A..!!!

Son zamanlarda  İran’a  yönelik  saldırılar  olağanüstü  yoğunlaştı.

Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı gibi, isimleri saymakla bitmeyecek kadar çok olan aziz şehitlerimizin katillerinin İran destekli olduğu yolundaki yayınlar hız kazanmış bulunuyor.

Oysa böyle bir yargıya varılması için öne sürülen kanıtlar, asla kesin bir sonuca varmak için yeterli görünmüyor.

Bir süre önce birisi, Danıştay cinayeti tetikçisinin saldırı esnasında “Allah’ın askeriyiz” gibi sözler haykırdığını ileri sürmüştü. Böylece cinayetin düzenleyicisi olarak İran’ın akla gelmesi kaçınılmaz olabilirdi. Ancak, birkaç yıl sonra, olayın tanığı olan zamanın Danıştay Başkanı Sayın Mustafa Birden, tetikçinin cinayeti işlediği sırada böyle bir şey söylemediğini açıkladı.

Bu tür olaylar gündeme geldiğinde Kennedy suikastıyla ilgili bazı gerçeklerin anımsanması aydınlatıcı olabilir. Anımsanacağı üzere, Kennedy’nin katili olarak apar topar Oswald isminde birisi bulunmuştu. Oswald’dan başka tetikçi bulunmadığı resmen açıklanmıştı. Oswald, bir süre Moskova’da yaşamıştı ve Amerikan Komünist Partisi üyesiydi. Katilin bir komünist olduğu ve işin içinde Sovyet parmağının bulunduğu bundan daha iyi nasıl anlaşılabilirdi (!).

Ardından bir takım esrarengiz olaylar birbirini izledi. Oswald, yakalanmasının hemen ardından Jack Ruby isminde geçmişi karanlık birisi tarafından öldürüldü. Ruby de kısa bir süre sonra hapishanede öldü. Ölmeden önce yakınlarına “vücuduma kanser mikrobu aşıladılar” dediği yazıldı. Ölümler bununla kalmadı. Sonuçta olayın aydınlanması için tanıklığına başvurulacak ortada kimse kalmamıştı.

Ancak, konuya ilişkin resmi açıklamanın tutarsızlıklarını kanıtlayan bulguların ortaya konulması çok gecikmedi. Kennedy’yi öldürmek için çok sayıda ateş edilmişti. O kadar süre zarfında Oswald’ın kullandığı silahla bu kadar sayıda ateş edilmesinin imkânsız olduğu teknik olarak belirlendi. Bu durumda ciddi bir soru ortaya çıkmıştı. Ya katil Oswald değildi veya cinayet birden fazla kişi tarafından işlenmişti. Resmi raporlar neyi niçin gizliyorlar, gerçeği niçin saptırıyorlardı?

Günümüzde artık her taşın altından komünist parmağı çıkarmak devri kapanmıştır. Şimdi, hedef, Pentagon ve İkiz Kuleler saldırısıyla önemli bir gerekçe kazandırılmış bulunan “İslami terör” dür. Bu yönde tahrik edilecek korku, kimilerinin gözünde Afganistan, Irak ve Libya’nın işgaline meşruiyet kazandırabilir ve ayrıca, Suriye’ye ve İran’a yönelecek olası saldırılar açısından ortamı daha müsait kılabilir.

Kennedy olayı örneği de göstermektedir ki ABD cumhurbaşkanının katilinin bile aydınlatılmasının mümkün olmadığı dünyamızda, ülkemizin yurtsever aydınlarını kapsayan cinayetler dizisinin gerçek kaynağını bulmak kolay değildir. Görünürdeki belirtiler yanıltıcı olabilir ve üstelik yanıltıcı bir görünüm kasten sağlanmış olabilir.

Okumaya devam edin ‘VURUN İRAN’A..!!!’

27
Ağu
11

İslâm dünyasına neden Amerikan pisliği yağıyor ?

Önce  şu  mektubu  okuyalım :
“25 Ağustos 2011 akşamı, CNN Int’de Anderson Cooper’ın programında, Libyalı asiler konuşturuldu. Libyalılar ’Biz Amerikalıları seviyoruz’,  ’Bu  CNN  kamerası  mı?  Sizi  seviyoruz!’ diyorlardı.
Benzer sözler Mısır, Tunus ve Suriye’de de duyuluyor. Muhalifler, iktidar olma hakkı tanınınca işin arkasında ABD veya başka güçler var mı diye bakmıyor. Aynı durum Türkiye için de geçerli değil miydi? Muhalif olanlara iktidarı verirken ABD, Orta Doğu ve Türkiye’deki hareketlerinde rahatlama sağlamadı mı?
Libya’da Kaddafi gidince insanlar üzerindeki baskılar azalacak mı? Mısır’da azaldı mı, Bahreyn’de azaldı mı? Türkiye’de azaldı mı? Suriye’de azalacak mı?
En ağır karizma bozgununu Türkiye yaşadı. ABD’nin bulaşmak istemediği ülkelere mesajını iletmek için onlarla iyi ilişkiler kuran Erdoğan, Kaddafi’den aldığı ödül, Esat ile yapığı ortak bakanlar kurulu toplantısı ile ortada kaldı.
Türkiye, iktidarını değiştirdi ama çocuklarının istikbalini ABD’nin eline bıraktı. Baskı ortamında Turkiye’de de ileride şimdiki iktidarı adam etmek için isyanlar çıkarılacak ve hep aranan güç ABD olacak muhalifler için! Demokrasiden uzaklaşıyorsanız ABD’nin kucağına gidiyorsunuz demektir!”

Doc.  Dr.  Melis  SEZER   (Kanada)

***

Nitekim, Trablus’un büyük bölümünde denetimi ele geçirdiği belirtilen isyancı güçler, yakaladıkları Kaddafi yanlılarını işkenceden geçirdikten sonra öldürüyor..
Amerikancılık bu işin doğasında yok ama, örgütlenmeyi Amerika yaptığı için bu kadar insan Amerikan bayrağını öpüyor veya elinde taşıyor ve kendi vatandaşını boğazlayabiliyor!
Iraklılar da Saddam’dan kurtulmak için ABD’den medet umuyordu ama namuslarını da kaybettiler, şereflerini de.. Zaten 1.5 milyon Iraklı öldürüldü, milyonlarcası da ülkeyi terk etti.

***

İsyancıların Trablus’a girdiği haberi üzerine, Beyaz Saray önünde toplanan bir grup Kaddafi karşıtı, şükür namazı kılmıştı biliyorsunuz.
Peki Türkiye’de durum nedir acaba?
Halk arasında yaptığım sohbetlerde edindiğim bilgilere göre, özellikle camilere devam eden cemaatin yüzde 90’ı, Suriye’de Beşar Esat’ın katliam yaptığına, Alevilerden oluşan yönetimin Sünnileri katlettiğine inanıyor.

Dolayısıyla  Amerika’yı  destekliyor !

Peki  gerçek  nedir ?

Suriye’den  yeni  geldim.

Suriye’de, saldırıları yapanlar radikal İslamcı, yani Sünni örgütler !

Öldürdükleri insanlar Alevi..

Hatta Aleviler, hükümete “Bizi niçin korumuyorsunuz?” diye öfkeli..

Hama’daki katliamları yöneten, fiili livata suçundan ordudan atılmış general Arur, Suudi Arabistan’dan yayın yapan bir korsan televizyonda “Ne var bunda” diyerek kendisini savundu.

Yani  pisliği  anlatmaya  kelime  bulamıyorum.

Okumaya devam edin ‘İslâm dünyasına neden Amerikan pisliği yağıyor ?’

27
Ağu
11

SİYASİ HEDEFİ OLMAYAN BİR KARA HAREKÂTı YAPıLAMAZ, YAZıKTıR ŞEHİTLERİMİZE…

Türkiye çok sınır ötesi harekât yaptı Irak kuzeyine, ama hiç biri sonuç getirmedi, neden ?

Aslında onca harekât içinde sadece bir tanesi kesin sonuç almak için yapılmıştı, ama engellediler.

Kim engelledi ?  —  ABD…

3 Ekim 1992’de rahmetli Eşref Bitlis PKK’yı tarihten silmek için, büyük ama yakın Türk tarihinin en büyük harekâtını başlatmıştı Irak’a, ama bu ABD, önce Muavenet Zırhlımızı vurdu harekâtı engellemek için…

Buna rağmen rahmetli Bitlis Paşa korkmadı, durmadı, pes etmedi, harekâtı sürdürdü ve yakın Türk tarihinin en büyük darbesini vurdu bu PKK’ya…

Derken kış geldi, Kasım, Aralık 92 kışı gibi, zorunlu olarak harekâta ara verildi, Şubat’ta yeniden devam etmek için…

Harekâtın  Komutanı  yine  Orgeneral  Eşref  Bitlis  idi…

Ama  ne  oldu?

Uçağı  düştü  ya  da  düşürüldü  ve  Eşref  Paşa  hayatını  kaybetti…

Sonuç :  Harekât  durduruldu,  yapılmadı  ve  böylece  PKK  da  imha  harekâtından  kurtuldu…

Sonra  yeniden  toparlandı  Özal  ateşkesi  ile…

Mayıs 93’te  Bingöl’de  33 askerimizi  şehit  ederek  çatışmayı  Türkiye’ye  çekti…

O  gündür,  bu  gündür  Türkiye  şehit  haberleriyle  yanıyor…

Sonrasında yapılan kara harekâtının hepsi ama hepsi, yurt içinde yapılmakta olan bir operasyonun devamı olarak yapıldı, hiç birinin siyasi hedefi yoktu, ordumuza siyasi hedef verilmedi, operasyonlarla PKK’ya darbe vuruldu ama PKK bitmedi…

Şimdi  yine  bir  kara  harekâtı  gündemde…

Hava  harekâtı  başladı  bile…

MHP ve CHP, olası bir kara harekâtını destekliyor… AKP de hevesli bu harekâtı yapmaya…

Şimdi hepsine birden soruyoruz: Bu kara harekâtının siyasi hedefi nedir, ne olacaktır, açıklayın bize!

Bu sorumuz üzerine işbirlikçi medya ve uzmanlar hemen nara atacak ve bize diyecekler ki; “bu harekâtın hedefi PKK’yı yok etmektir, Kandil’i, haritadan silmektir”, diye…

O zaman tekrar soruyoruz :  PKK  Barzani  içine  çekilirse,  Türk  Ordusu  Barzani  bölgesinde  ve  şehirlerinde  harekat  yapabilecek  midir ?

Açık  açık  soruyoruz :  PKK Barzani peşmergesi kılığına girerse, PKK peşmerge içine çekilirse, Türk Ordusu peşmergeye karşı harekâtı sürdürecek midir ?

Bakın,  daha da açık soruyoruz: PKK  ABD ve Barzani  himayesine girerse,  Türk Ordusu

ABD ve Barzani’ye karşı bir harekât geliştirecek midir ?

Bu  soruları  sormamızın  sebebi  şudur :  PKK demek yalnızca Hakurk, Basyan ya da Kandil demek değildir, PKK Barzani’nin içindedir, dolayısıyla Barzani’ye vurmadan PKK’yı yok edemezsiniz…

PKK  ABD’nin  himayesindedir,  ABD’yi  karşınıza  almadan  PKK’yı  yok 

edemezsiniz…

Bu   kadar   basit…

Olası bir harekâtta PKK’nın geri çekileceği bir de İran dağları vardır, bir de Suriye kampları, dolayısıyla İran ve Suriye ile işbirliği yapmadan PKK’yı tarihten silemezsiniz…

PKK’nın milyonlarca doları AB ülkelerinde dolaşmaktadır, AB’ye nota verip bu para kaynaklarını kurutmadan, mülteci kılığındaki lider kadrolarını teslim almadan bu terörü bitiremezsiniz…

Erdoğan siyaseti ya da AKP siyaseti bize cevap vermek zorundadır ve bize bu kara harekâtının siyasi hedefini açıklamak zorundadır, çünkü savaşa gidecek evlatlar bizim evlatlarımızıdır…

MHP ve CHP bize, nasıl bir kara harekâtı beklentisi içinde olduklarını açıklamak zorundadır, dostlar alışverişte görsün misali bir harekât mı yoksa siyasi hedefi olan kesin sonuç alıcı bir harekât mı?

Adam  gibi  bir  harekât  yapılacaksa  eğer,  siyasi  hedefi  şu  olmalıdır :

“… Irak’ın   toprak   bütünlüğünü   korumak,

…..Irak   kuzeyinde   oluşturulan   Barzani  Kürt  Devleti’ni   tarihten   silmek,

…..PKK   terör   örgütünü   yok   etmek,

…..Musul  ve  Kerkük’teki   Türkmen   varlığını   siyasi   ve   askeri   güç   yaparak  

yönetimde   söz   sahibi   yapmak…”

Kara harekâtını yapacak olan Türk Ordusu’na bu siyasi hedefler verilmeli ve bu hedeflere ulaşıncaya kadar harekât devam ettirilmelidir.

Türk  Ordusu’na  harekât  ile  ilgili  sınırlama  konulmamalıdır :  “Barzani  bölgesine  girme,  ABD’ye karışma,  harekâtı  kısa  tut  ve  hemen  bitir,  Kerkük’e  girme,  Musul’a  karışma”   gibi…

Türk  Ordusu’nun  eli  kolu  bağlanarak  Irak’a  gönderilecekse  eğer,  hiç  göndermeyin,  yazıktır  şehitlerimize…

Okumaya devam edin ‘SİYASİ HEDEFİ OLMAYAN BİR KARA HAREKÂTı YAPıLAMAZ, YAZıKTıR ŞEHİTLERİMİZE…’

27
Ağu
11

YANDAŞ SANATÇıLARı UYARıYORUZ : SAKıN AKP’NİN İPİNE GÜVENİP DE KUYUYA İNMEYİN…

Yandaş  gazeteci,  yandaş  savcı,  yandaş  yargıç,  yandaş  polis   derken  şimdi  bir  de  karşımıza  yandaş  sanatçı çıktı.

Recep Tayyip Erdoğan, zaman zaman kendisine ve uyguladığı politikalara destekçi arama ihtiyacını duyar. Sanatçıları kahvaltılara çağırır. Geziler düzenler.

Kameraların önünde onlarla kucaklaşır, el sıkışır, söyleşiler yapar.

Onların  da  kendisiyle  beraber  hareket  ettiğini,  kendisini  desteklediklerini  halka  göstermek  ister.

Sanatçılar, en güzel giysilerini giyip, en değerli mücevherlerini takarak, görkemli, son model arabaları ile şölene katılırlar. Gelişlerinde ve gidişlerinde çok mutludurlar. Toplantı sonunda büyük işler başarmış insanların sevinci ve huzuru içerisinde evlerine dönerler.

İşin ilginç yanı bunların arasında, toplumda “sol görüşlü” olarak bilinen ve ekmek paralarını da yine sol içerikli şarkılar, türküler söyleyerek kazanan kişiler de vardır.

Şimdi burada onların adlarını sıralamaya kalksam, küçük dilinizi yutarsınız.

Bazen kendi kendime soruyorum: “ Bu sanatçılar işin bilincindeler mi? Bilerek mi hareket ediyorlar?”

“Yani ben bu iktidarın her yaptığını, her işini onaylıyorum ve destek vermek için Recep Tayyip’in ziyafetlerine, gezilerine katılıyorum, onun için buraya geldim…” mi diyorlar?

Hapishaneler suçunu bilmeden yatan yurtseverlerle dolduruldu, tutuklamalar cezaya dönüştürüldü. Her gün bir gazeteci ya da bir general içeriye atılmakta; televizyonlar, gazeteler basılmaktadır,

“Oh olsun! AKP’nin eline, yüreğine sağlık, daha fazlasını yapmalıdır… “ mı demek istiyorlar.

Komşumuz ırakta Amerikalılar milyonlarca suçsuz günahsız insanın ölümüne neden oldu, kadınların kızların ırzına geçti, işkenceler yaptı, yer altı ve yerüstü zenginliklerini talan etti… AKP onu destekliyor, ona arka çıkıyor…

Sanatçılarımız bu toplantılara katılmakla “Aferin, iyi yapıyor, Suriye’de de ABD’nin yanında olmalıdır, Başkan Beşer Esad’ın dersini vermeli, Suriye’yi de Irak gibi yapmalı, Türk askerini oraya gönderip, taş taş üstünde bırakmamalıdır…” mı demek istiyorlar?

Yani onlar bile bile mi bu ziyafetlere, gezilere katılıyorlar? Bile bile mi lades diyorlar tüm yolsuzluklara, Deniz Fenerlerine. Türkiye’nin nereye gittiğini görmüyorlar mı? İşsiz, güçsüz milyonlarca insanı, maaş kuyruklarında can veren emeklileri, PKK saldırılarında şehit olan fidanları görmüyorlar mı?

Hiç tarih okumadı mı bunlar ?

Damat Ferit’lerin, Ali Kemal’lerin adını duymadılar mı ?

Öykülerini dinlemediler mi? Emperyalizm diye bir olgunun varlığından haberleri yok mu ?

İngiliz emperyalizminin Osmanlıyı “hasta adam” ilan ederek ülkemizi nasıl parsel parsel işgal ettiğini okumadılar mı?

Bugünkü Amerika’nın o zamanki İngiltere’den, bugünkü işbirlikçilerin, yani Recep Tayyip’lerin, Fethullah Gülen’lerin o günkü mandacılardan, yani Damat Feritlerden, Ali Kemal’lerden ne farkı var?

Sevr ya da Lozan’ın ne anlama geldiğini bilmiyorlar mı? Atatürk’ü tanımıyorlar mı? Anneleri, babaları, öğretmenleri o yüce adamdan hiç söz etmedi mi onlara?

Mustafa Kemal, emperyalizme karşı bu kadar zorlu bir mücadeleyi ulusumuzla birlikte Recep Tayyip’ler, Abdullah Gül’ler gelsin, sevgili yurdumuzu ABD’ye, AB’ye, üç beş terörist bozuntusuna ve çağdışı bir cemaate peşkeş çeksin, teslim etsin diye mi gerçekleştirdi? Bu kadar kan ve gözyaşı boşuna mı aktı? Bu kadar şehit boşuna mı verildi?

Atatürk, dünyanın hayran olduğu o ilerlemeleri, sanayileşmeyi, fabrikaları, AKP gelsin, altından girip üstünden çıksın, yok pahasına satsın diye mi o kadar kısa zamanda kurdu, geliştirdi, Türk ulusuna armağan etti?

Başbakana övgüler dizen sanatçılar, onun, ABD emperyalizminin BOP eşbaşkanı olduğunu bilmiyorlar mı?

Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi haritalarını görmediler mi? Parça parça, lime lime edilmiş bir Türkiye var orada. Güneydoğunun, Doğunun üstüne Kürdistan diye yazmışlar. Bir başka yerde Ermenistan, bir başka yerde Pontus Rum Devleti… Say sayabildiğin kadar, böl bölebildiğin kadar…

Türkiye, parça parça bölünüp, lime lime edilerek, eyaletlere ayrılırken Recep Tayyip Erdoğan’ın o ziyafet lokmaları sizin boğazınızdan nasıl geçiyor? Hiç düşündünüz mü bunları?

Hiç  düşündünüz  mü,  bu  türden  ziyafetlere,  toplantılara,  gezilere  Müjdat Gezen’ler, 

Tarık  Akan’lar,   Edip Akbayram’lar,   Levent Kırca’lar,   Rutkay  Aziz’ler, 

Yıldız  Kenter’ler   niçin   katılmazlar.

Bir  düşünün   isterseniz   bunları,   bir   kafa   patlatın…

Patlatılmış   bir   kafa ;    boş,   güdümlü,   tamtakır, 

yandaş   bir   kafadan   bin   kez   iyidir.

Sonra  şunu  da  düşünün :

Okumaya devam edin ‘YANDAŞ SANATÇıLARı UYARıYORUZ : SAKıN AKP’NİN İPİNE GÜVENİP DE KUYUYA İNMEYİN…’

27
Ağu
11

YCHP’liler Bursa’dan sonra Ankara’da da kaybediyor… CHP Ankara ili kongreye gidiyor

397 delegenin imzasıyla CHP Ankara İl Başkanlığı için seçim yapılması kesinleşti

CHP Ankara delegeleri kongre için 397 imza topladı.

Tarık Şengül’ün CHP Ankara İl Başkanlığı’na ikinci kez atanmasına tepki gösteren CHP Ankara il kongresi delegeleri imza topladı.

397 delegenin imza atması sonucu CHP Ankara İl Başkanlığı için seçim yapılması kesinleşti.

Ankara Yenimahalle ilçesinin eski başkanı Kayhan Yüreğir’in öncülük ettiği delegeler topladıkları imzaları CHP Genel Merkezi’ne teslim ederek kongre sürecini resmen başlatacak.

Öte yandan Yenimahalle İlçe Örgütü delegeleri de Tarık Şengül’ün ikinci kez atanmasına tepki için başlattıkları imza toplama kampanyasını tamamladı.

İlçe örgütü delegeleri hem Şengül’ün ikinci kez atanmasını hem de Şengül’ün atadığı Yenimahalle İlçe Başkanı’na tepki göstermişlerdi. Bu nedenle başlatılan imza kampanyasında yeterli imza sayısına ulaşıldı.

Böylece hem Ankara İl Başkanlığı hem de Yenimahalle İlçe Başkanlığı için olağanüstü kongre yapılması kesinleşti.

27
Ağu
11

MİLYONLAR ‘SURİYE İLE SAVAŞA HAYıR!’ YÜRÜYÜŞÜNDE BULUŞUYOR…


11 EYLÜL  TARİHİNDE   BANU  AVAR,   YAŞAR   OKUYAN,  GÜNEŞ  ERKUL,   UTKU  ERİŞİK,    PROF. DR. ALPASLAN IŞIKLI,   SUAY  KARAMAN,   FATMA SİBEL YÜKSEK,  MURAT İDE,   ZAHİDE UÇAR,   ENDER ERDEMİL   GİBİ  AYDINLARIN  DA  DESTEKLEYENLER  ARASINDA  YER  ALDIĞI  DEV  BİR  YÜRÜYÜŞ  YAPILACAK…

İNTERNET  ÜZERİNDE  ÖRGÜTLENEN  VE  ÇOK  FARKLI  SİYASAL  KESİMLERDEN  ÇEŞİTLİ  KİTLE  ÖRGÜTLERİNİN  DE  DESTEK  VERDİĞİ  ETKİNLİĞE  KATILIM  ÇIĞ  GİBİ  BÜYÜYOR..  ŞU  ANDA  YÜZBİNİ  AŞAN  KATILIM  BEYAN  EDİLMİŞ  DURUMDA…

ÇAĞRI  METNİ  ŞÖYLE:

ARAP BAHARI  (!)  DEDİLER.  KARA  KIŞ  GELDİ!..
PENTAGON / NATO  HEDEF  ÜLKELERİ  ÇOKTAN  BELİRLEMİŞTİ.
BUNUN  ADI :   3. HAÇLI  SEFERİ !

ŞİMDİ  TÜRKİYE  CEPHEYE  SÜRÜLÜYOR.
KARDEŞİMİZ’İ  TEHDİT  ETMEMİZ,  VURMAMIZ  İSTENİYOR !
BATININ  OYUNU  YÜZ  YILDIR  AYNI !

‘Ülkeleri içten parçala, bölge ülkelerini birbirine düşman et!   Savaştır !   Ortadoğunun bağrına hançer sapla!

O hançerle 4 ülkeden toprak kopart! Kur 2. İsraili!   Parçalanmış ülkeler, etnik ve dini savaşlarla kan denizinde yüzsün, nüfus kontrolü sağla!

Tüm varlıklarına el koy!   Onlar yerlerde sürünür, ölüp ölüp dirilirken, sen malı götür!’

KÜRESEL  ÇETELERİN  SESİ  BÖYLE  ÇIKIYOR !
BU  COĞRAFYADA  SORUN  VARSA  DIŞARDAN  NUMARADAN  DEMOKRASİ  GETİRMEYE  KALKANLARDIR  SORUNUN  KAYNAĞI !

O  NEDENLE  BİZLER,  MİLLİYETÇİ,  SOLCU,  DİNDAR  DEMEDEN  HEPİMİZ  BU  COĞRAFYADA  KAN  AKMASINA  DİRENECEĞİZ!  BİNLERCE  MİL  ÖTEDEN  KOMŞU  KARDEŞ  VE  AKRABA  MİLLETLERİN  ARASINA  KAMA  SOKULMASINA  İZİN  VERMEYECEĞİZ !

SURİYE  İLE  SAVAŞA  HAYIR!  PLATFORMU  OLARAK  YEDİ  DÜVEL  TEHDİDİ  ALTINDAKİ  SURİYE  HALKINA  DOSTLUĞUMUZU  SUNUYOR,  BİR  YÜZYIL  ÖNCE,  İNGİLİZ  FRANSIZ  İŞGALİNE  KARŞI  KUVVAYİ  MİLLİYENİN  BU  TOPRAKLARDA  KURULDUĞUNU  HATIRLATIYORUZ !

EY  SURİYE  İLE  TİCARET  YAPAN  ESNAF,  EY  HER  BAYRAM  SINIR  KAPILARINI  DOLDURAN  AKRABALAR,  EY  SAVAŞA  KARŞI  OLANLAR,  EY  DİNİ  BÜTÜN  VATANDAŞ,  EY  SİYONİZME  HAYIR  DİYENLER,  EY  TÜRK  MİLLİYETÇİLERİ,  EY  VATANSEVERLER,  EY  EMPERYALİZME  VE  BOP  PROJESİNE  KURBAN  OLMAK  İSTEMEYENLER,  EY  EMEKTEN  YANA  ÖRGÜTLER,  EY  TÜRK  HALKI;  YEDİ  DÜVELİN  OYUNUNU  BOZALIM.   BU  PLATFORMDA  BULUŞALIM  VE  TANIŞALIM.
11 EYLÜL ‘DE  KÜRESEL  OYUNUN  SAHNELENDİĞİ  GÜNÜN  10. YILINDA  BÖLGEMİZİ  KANA  BULAMA  NİYETİNDEKİ  SIRTLANLARA  SESİMİZİ DUYURALIM.!
EY  SENDİKALAR,  EY  SİVİL  TOPLUM  ÖRGÜTLERİ,  EY  SİYASİ  PARTİLER,  EY  PARTİLER  ÜSTÜ  DÜŞÜNENLER  VE  EY  TÜRK  MİLLETİ !    ŞİMDİ  BİRLİK  DAYANIŞMA ZAMANI !   YARIN   ÇOK   GEÇ   OLABİLİR !

DESTEK  VERİN!  11 EYLÜL  PAZAR  GÜNÜ  TÜM  KENTLERDE  YEDİ  DÜVELİN  ÇIKARLARINA  KARŞI  BİRLİKTE  YÜRÜYELİM!   VE  BU  PLATFORMDA  BİRARAYA  GELELİM.

ETKİNLİK  SAYFASI: http://www.facebook.com/event.php?eid=253981274621052

26
Ağu
11

ABD, Suriye’ye müdahale edecek mi ?

Türkiye-Suriye Dostluk komitesinin daveti üzerine Suriye’ye iki günlük bir ziyarette bulunduk.

MSP’li eski adalet bakanı İsmail Müftüoğlu, CHP eski milletvekilleri Fuat Çay ve Bayram Meral, yazar Yılmaz Dikbaş, İskenderun Ziraat Odası Başkanı Selim Kamacı, Prof. Cüneyt Akalın, Türk Ocakları İstanbul şubesi başkanı Cezmi Bayram, Prof. Semih Koray, Prof. Caner Karavit, Bengütürk televizyonundan Murat İde, Meltem televizyonundan Muharrem Bayraktar, Ulusal kanal’dan Fikret Akfırat, Cumhuriyet’den Ümit Zileli, İskenderun gazeteciler cemiyeti başkanı Sehmus Aslan ve internet medyasından İlk Kurşun ve Güncel Meydan temsilcileri bağımsız gazetecilerden Banu Avar, Bartu Soral, Mete Akıncı, Faik Bulut ve Yeniçağ’dan da ben heyetteydik.

Ayrıca CNN, NTV, Habertürk ve Foks kanallarının temsilcileri de vardı.

***

Sorumuz şuydu: “ABD Suriye’ye müdahale edecek mi veya Türkiye’nin müdahale etmesini sağlayabilecek mi?”
Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Dr. Faysal Miktat, öncelikle yakın zamana kadar gelişen Suriye-Türkiye ilişkilerinin bölge ülkeler için örnek teşkil edecek derecede ileri olduğunu, açılan yeni sayfa ile Arap dünyasında ülkenizle ilgili önyargıların da ortadan kaldırıldığını, bu olumlu gidişin birçok devleti rahatsız ettiğini anlattıktan sonra “Sıfır sorun politikasına da duygusal olarak bağlıydık ama sıfır sorundan bir şok durumuna geldik. Bunu tasavvur dahi etmiyorduk. Arap halkları da bunu beklemiyordu. Şimdi El Cezire gibi kanallar ve Türkiye’deki medyanın önemli bir kısmı Türkiye ile Suriye arasında sorun varmış gibi göstermeye çalışıyor. Halbuki biz Türkiye’nin öneriler varsa bunları görüşmeye hazır olduğumuzu bildirmiştik. Devlet Başkanımız Beşar Esat da, buradaki bir televizyon sohbetinde ’Türk kardeşlerimizin yüreğinde, beyninde olanı bilemiyoruz ama gelsinler bize izah etsinler’ dedi. Biz Suriye olarak Türkiye’nin güvenliği için çaba sarf ettik. Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden hiçbir girişime Suriye hizmet etmez. Suriye, laikliğin, dini hoşgörünün merkezidir. İslâmın ve Hıristiyanlığın bütün mezhep ve tayfaları Suriye’de vardır. Reformlarla da Suriye’yi örnek ülkeye dönüştüreceğiz. 6 ay içinde yeni siyasi partiler yasası çerçevesinde kurulacak partilerin katılımıyla, halkın bütün kesimlerini temsil edecek bir parlamentoya sahip olacağız. Hakimlerden ve âkıl adamlardan oluşacak bir üst kurul, partilerin kuruluşunu düzenleyecek. Batı, bizim bu reformları yapmamızı istemiyor.. El Kaide gibi İhvanı Müslimin gibi terör gruplarını destekleyerek bu süreci kesmek istiyorlar..” dedi.
Miktat, “NATO’nun veya genel olarak Batı’nın askeri müdahaleyi gündeme alması bir deliliktir ama bu tür delilikleri her zaman yaptıklarını biliyoruz. Obama iktidarının Bush iktidarından hiçbir farkı yok. Hatta Obama izolasyon içindedir. ABD’yi yöneten Yeni Muhafazakârlar, Obama iktidarında da en büyük güçtür. İşte Libya’daki durum. Orada büyük katliamlar yaşanıyor, basın duyurmuyor. Diyelim ki Kaddafi onların söylediği gibi kötü kişidir! Kaç kişi öldürtmüştür. Kaddafi, Libya’da NATO’nun öldürdüğü kadar insan öldürmemiştir” ifadelerini kullandı.

***

Banu Avar’ın Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Dr. Faysal Miktat’a sorduğu soru da Avrasya hareketinin Suriye’ye müdahale planlayan Batı’yı frenleyip frenleyemeyeceği çerçevesindeydi.
Miktat şöyle cevep verdi: “Suriye’ye müdahale bizi dayanışmaya götürür. Kendi gücümüzle direnmeye hazırız. Şüphesiz böyle bir müdahale olursa çok farklı güçler hareket geçecektir ama Suriye’de iktidar ve muhalefetiyle herkes bir bütün olur.
Suriye’nin elinde bilinen ve bilinmeyen çok önemli kozlar var. Evet bazı bölge ülkeleri ABD ile ortak hareket eder ama bunlar şunu bilir ki Suriye’ye verilen zarar kendilerine verilmiş zarardır. Biz zayıf bir devlet değiliz. Batı ile birlikte hareket edenler bunun karşılığını görecektir ama bu ülkeler Suriye düşerse sıranın kendilerine geleceğini bilmektedir.


Okumaya devam edin ‘ABD, Suriye’ye müdahale edecek mi ?’




İstatistikler

  • 2.406.132 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ağustos 2011
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
293031  

En fazla oylananlar