İstiklâl Harbinde Türk Amerikan İlişkileri : ( 1919 — 1922 )
Dizi yazımızın ilkinde Osmanlı-Amerikan ilişkilerine değinmiş, 1795-1919 yılları arasında iki devletin ekonomik, askeri ve siyasi ilişkilerini irdelemiştik.
Birinci paylaşım savaşında her ne kadar Osmanlı ve ABD birbirine resmen savaş ilan etmemiş olsalar da fiilen harp etmişlerdir. ABD’nin Osmanlı’ya resmen savaş ilan etmemesinde çok ince bir ayrıntı vardır aslında; misyoner okulları vasıtası ile Protestanlaştırdığı ve Anadolu’da maşası olacak Ermeniler ile misyonerlerinin başına bir akıbet gelmesini istememesi! Sadece ABD vatandaşı olup Osmanlı Devletine geri gelen Ermeni sayısı 70 bin kişidir ki, ABD’nin neden böyle davrandığını açıklamaya yeterlidir. [1] ABD çok sinsi bir şekilde hareket etmiş, Osmanlı’ya doğrudan harp ilan etmemesine rağmen Çanakkale muharebelerinde itilaf devletlerine mühimmat ve lojistik destek sağlamıştır!
Ne kadar “garip” değil mi ?
Yüz yıl önceki Amerikan politikası bugün aynı coğrafyada aynı şekilde devam
etmektedir !
Osmanlı 30 Ekim 1918 de Limni adasının Mondros limanında Agamemnon zırhlısında ateşkesi imzalarken Türk Milleti tarihinin en zor dönemecine girmiş bulunuyordu.
Ateşkesin hemen arkasından ortaya çıkan durumda Türk Milleti tam bir yol ayrımına gelmişti.
Ya sessizce kaderine boyun eğecek; bu coğrafyadan silinip gidecek, ya da küllerinden tekrar doğacaktı!
Çünkü mevcut durum üçüncü bir yolu imkânsız kılmaktaydı.
Türkün son ve ebedi başbuğu Gazi Mustafa Kemal yanındaki birkaç maceracı [!] Türk subayı ve münevveri ile beraber Türk Milli Kurtuluş Harbinin ilk fitilini ateşlerken Türk Milletinin varlığı için sözüm ona İstanbul aydınları[!] kurtuluşu işgalcilerin ve onların işbirlikçilerinin insafında görmekteydiler.
Bir kısmı tamamıyla İngiliz idaresine girmeyi savunurken, bir kısmı Amerikan mandacılığını savunmaktaydı.
Oysa Türk milletinin kendi iradesinin haricindeki her türlü idare şekli bu milletin hem yapısına aykırı, hem de kendi yok oluşunun nedeniydi!
Hoş mandasına girilmek istenenlerin de derdi bu değil miydi ?
Türkleri Anadolu coğrafyasından söküp atmak, Asya’nın steplerine sürmek değimliydi ? [2]
18 Ocak 1919 da açılan ve fasılalarla devam eden Paris Barış Konferansında İngiliz Başbakanı Llyod George Amerika Birleşik Devletlerinin Osmanlı üzerinde manda üstlenmesi gerektiği konusunda bir teklif ortaya atar.
Diğer devletlerinde konuyu desteklemeleri, ardından boğazların ve Ermenistan konusunun da aynı teklifin içine katılması ABD başkanının hem kafasını karıştıracak, hem de yıllardır hayali olan Doğu Anadolu’da Ermenistan kurulması için bir fırsat olacaktır. Oysa Llyod George’un amacı çok farklıdır; hem Bolşevik devriminin önüne set çekmek, hem de güneydeki sömürgelerinin petrol yataklarını Amerikan mandası vasıtasıyla koruma altına almak istemektedir!
Wilson beklediği fırsatın doğduğuna inanmaktadır ve bunun için Amerikan kamuoyunun hazırlanması gerekmektedir. Bu sebeple Yakındoğu’daki mandalar konusunu incelemek üzere “King Crane Komisyonu” adı verilen heyeti bu bölgeye gönderir. Bu heyet ABD delegasyonundan Henry Churchill King ve Charles Richard Crane’den oluşmaktadır. [3] Haziran 1919’da İstanbul’a gelen ve “Türkiye Mandaları Komisyonu Amerika Şubesi” olarak tanımlanan bu komisyon, bazı Türk yetkililerle de görüşerek, hazırladıkları raporu Wilson’a ve müttefiklerine sunmuşlardır. Komisyonun verdiği raporda kısaca özetlemek gerekirse; Kilikya, Ermeni mandasına bırakılacak toprakların dışında kalmalı, Anadolu’ya dahil edilmelidir. Anadolu’dan ayrı, manda altında bir İstanbul Hükümeti kurulmalıdır. Anadolu için ayrı bir manda düşünülmelidir. Yunanlara Anadolu’da toprak verilmelidir. İstanbul, Anadolu ve Ermeni hükümetleri, aynı manda altında toplanmalıdır. ABD, söz konusu yerlerde manda yönetimini kabul etmelidir. [4]
Görüldüğü gibi ABD’nin ve onun Profesör başkanı Wilson’un Türk milletine karşı niyetleri hiçte dostane değildir!
Bu komisyonun hazırladığı rapor İngiliz ve Fransızlar arasındaki anlaşmazlık nedeniyle dikkate alınmayacak ve üç yıl sonra kamuoyuna açıklanacaktır.
Gazi Mustafa Kemal Samsuna çıktıktan sonra ABD başkanı Woodrow Wilson özel temsilcisi General James Gutrihe Harbord başkanlığında bir başka çalışma grubunu Anadolu’ya gönderiyordu. Asıl amacı Anadolu’da kurulacak bir Ermeni devleti ile Filistin’de oluşturulacak Yahudi devletinin fizibilite raporunu hazırlamak olan bu grubun yaptığı çalışmalar ayrıntılı olarak Wilson’a sunuluyor, bu şartlarda Anadolu’da bir Ermeni devletinin kurulmasının zor olduğu belirtiliyordu! [5] Buna rağmen ABD başkanı Woodrow Wilson doğu Anadolu’da kurulacak bir Ermenistan sevdasından vazgeçemiyordu! Bütün bunların ardından ABD senatosunun Versay anlaşmasını ve Milletler Cemiyeti Paktını 19 Kasım 1919 da ret etmesi Amerikan Mandasının daha başlamadan hayal olması anlamına geliyordu.
Amerikan yönetimi her ne kadar manda konusunda Senatoyu ikna edememişse de, 15 Mayıs 1919 da İzmir’e çıkan Yunan işgal gücüne İngiliz ve Fransız gemileri ile birlikte USS Arizona muhribi ile birlikte 3 Amerikan savaş gemisi eskortluk ediyordu![6]
Sevrés Anlaşması; (Amerikan senatosu red etmiş olmasına karşın) Türkiye ve Ermenistan arasındaki sınır mevzusunu ABD başkanı Wilson’u hakem tayin etmiş, Wilson hazırladığı Türk Ermeni sınırını Milletler Cemiyetine Kasım 1920 itibariyle sunduğu sırada Kazım Karabekir Paşa emrindeki Türk Kolordusu Ermenistan’a giriyor, Ermenistan’da duruma hakim olan Bolşevik Ermenilerle Aralık 1920 de Gümrü Antlaşması imzalanıyordu. Bu suretle, Wilson’ın “Ermenistan sınırları” haritası tam bir fiyasko haline geliyordu ve bu sebepten de İngiltere, Wilson’dan bu haritanın açıklanmamasını istemiştir.
Wilson’ın “Ermenistan Macerası” da bu şekilde sonuçlanıyordu.
ABD Türk Kurtuluş Savaşında doğrudan müdahil olmamasına rağmen Ermeni ve Rum çetecileri lojistik olarak desteklemekten geri durmuyordu. Görünende Amerikan ticaret kolonizasyonunu koruma amaçlı olarak hem İstanbul’da, hem de Trabzon ve Samsun limanlarında Amerikan donanmasına ait gemiler bulunduruluyordu.
Amerika Osmanlı’dan ve dolayısı ile Anadolu’dan kendi namına toprak istememişti ama, geniş ticari imkanlar, yıllar boyu kurduğu misyoner okulları ve bizzat kendisinin ortaya çıkarıp Osmanlı’nın ve dolayısıyla TBMM’nin başına dert ettiği Ermeniler yüzünden Anadolu coğrafyasından kopamıyordu.[7] Aralık 1918 de diplomat Lewis Heck İstanbul’daki Amerikan diplomatik misyonuna atanıyor, ardından Amiral Mark Lambert Bristol Amerikan Yüksek Komiseri [High Commissioner] olarak 24 Ocak 1919 da İstanbul’a geliyor, 28 Ocak 1919 da forsunu çektiği Scorpion yatı Dolmabahçenin karşısına demirliyordu![8]
Amerikalılar, müttefikleri TBMM orduları ile savaşırken, Anadolu ile ticaret yapmanın yollarını arıyorlardı.
Öyleki bu dönemde Anadolu’da bulunan en kolay ticaret malları hep Amerikan menşeli mallardı![9]
Burada ister istemez aklımıza meşhur bir tanımlama gelmekte; İngiltere’nin dostları yoktur, İngiltere’nin düşmanları da yoktur; İngiltere’nin çıkarları vardır!
Tam Amerika Birleşik Devletlerine uyar bir söz !
ABD ekonomik çıkarlarını koruma adı altında Türk karasularından donanmasını eksik etmiyordu.
Özellikle Pontus Rumlarına yaptıkları yardımlar had safhaya ulaştığı için TBMM hükümeti 1920 yılı sonlarında, siyasi faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla Amerikan Yakındogu Yardım Kurumu Komisyon Baskanı Albay J. F.Combs’u Samsun’da tutuklatmıştır. Tabii bu durum ABD ve onun İstanbul’da bulunan yüksek komiseri Amiral Bristol’ü rahatsız etmekte ve TBMM hükümeti protesto edilmektedir. [10]
1921 yılında göreve gelen Cumhuriyetçi partiden Warren Gamaliel Harding, Monreo Doktrinine sadık kalınacağını açıklar.ABD birden tekrar eski kabuğuna çekilmiştir. ABD’nin bu tutumu İngiltere Hükümetini çok rahatsız etmesine rağmen yapacak bir şeyi olmadığı gibi, Yunanlılarla Anadolu macerasında yalnız kalmak Büyük Britanya İmparatorluğunun sonunu da getirmektedir. Çok ilginçtir, İngiliz Başbakanı David Lloyd George göre Büyük Britanya İmparatorluğunun geleceği ABD’nin Manda yönetimini kabul etmesine bağlıdır, çünkü Anadolu’nun kaybedilmesi üzerinde güneş batmayan imparatorluğun sonu demektir!
İnişli çıkışlı bir seyir izlemesine karşın İstiklal Harbimiz boyunca ABD ile TBMM arasındaki ilişkiler karşılıklı çıkar çerçevesinde seyretmiştir.
Yani ABD; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile doğrudan diplomatik ilişkileri en alt seviyede tutarken, ticari ilişkilerini daima geliştirme yoluna gitmiştir.
Doğrudan yada dolaylı olarak desteklediği Pontusçu Rumlar ile ayrılıkçı Ermenileri el altından desteklerken TBMM hükümeti ile dengeli bir siyaset gütmüştür.
Çünkü ABD için asıl öncelik, Amerikalı tüccarların kazancıdır ki ; bu gün bile aynı siyasetini dünyanın her yerinde devam ettirmektedir !
Yeri gelmişken burada bahsetmeden geçemeyeceğim bir husus vardır ki ; Samsun ve Trabzon şehirlerinin Amerikan Donanmasına bağlı gemilerce bombardımanı mevzusudur :
7 Haziran 1922 tarihinde Yunan “Averoff ” ve “Kılkış ” zırhlıları, panter sınıfı iki muhrip, iki yardımcı kruvazör ve dört küçük mayın tarayıcı gemisinden oluşan filo Samsun kentine saldırır.
Son Yorumlar