Tayyip ve onu destekleyen emperyalist güçler Türk kamuoyunu Suriye’ye müdahaleye ikna etmenin en önemli ayağının Suriye’yi PKK destekçisi ilan etmek olduğunu çok iyi biliyorlar. Bu nedenle 1999’da Apo’nun yakalanmasından önceki süreç ısıtılarak Türk insanının önüne getiriliyor. KCK operasyonunda ele geçen
belgeler arasında Apo’nun Esad’a yazdığı bir mektubun bulunduğu iddia ediliyor. Mektubun gerçekliği bile tartışmalı. Esad’ın bir yanıt verip vermediğine dairse
hiçbir bilgi yok.
|
|
Ergenekon tertibinden,
Suriye tertibine AKP faşizmi
AKP’nin, tüm klasik faşist strateji ve taktikleri uygulayarak ilerlediğini yıllardır TÜRKSOLU’nda yazarız.
Fakat bu tespitimiz bu faşizmin muhatabı olan kesimler de içinde olmak üzere bugüne kadar genellikle kimse tarafından anlaşılamadı.
Şu son günlerde Türkiye’nin AKP tarafından Suriye’ye müdahalenin eşiğine getirilmesini yaşıyoruz.
Artık bir sonraki adımın Türk askerinin AKP tarafından Suriye’ye Beşar Esad’ı devirmek için sürülmesi olduğunun herkes farkında.
Fakat bu süreç nereden gelir nereye gider, AKP’nin amacı nedir ve bu amaçlara ulaşması mümkün müdür sorularının cevabını verebilmemiz için AKP’nin faşist yönteminin ve stratejisinin iyice anlaşılması gereklidir.
AKP’nin bugün Suriye’ye müdahale zeminini hazırlamak için kullandığı temel yöntem tertip ve provokasyondur.
Fakat herkes hatırlayacaktır ki bu yöntem AKP açısından yeni keşfedilmiş bir şey değildir.
AKP, Ergenekon tertibini başlattığında olayın hem Türkiye’nin ulusal muhalefet kesimlerini susturma boyutunu hem de en az bunun kadar önemli olan Orduyu susturma ve hizaya getirme boyutunu tespit etmiştik.
Ergenekon ve benzeri operasyonlar sonucunda açılmış davaların hiçbiri henüz sonuçlanmış değil. Fakat bu operasyonlarla AKP’nin almak istediği sonuçlar mükemmel bir şekilde ortaya çıkmış bulunuyor.
Özellikle Ordu açısından durumu değerlendirdiğimizde şunu netlikle tespit etmeliyiz ki 1991’de Özal’ın Türk askerini ABD çıkarları için Irak’a sürmesine direnen Necip Torumtay çizgisinden geriye bugün pek bir şey bırakılmamıştır.
Yani artık Tayyip ve AKP, Orduya “Suriye’ye!” emrini verdiği anda bunun Türk milletinin çıkarları açısından yanlış olduğunu görecek ve buna engel olabilecek bir inisiyatif yoktur.
Ülke içindeki tertipleriyle Türkiye’de faşist egemenliğini pekiştiren AKP şimdi de faşizmin diğer gereğini, yani faşizmin ithalini uygulama aşamasına geçmiş durumda.
Sözde Osmanlı’yı diriltmek adına AKP’nin ve Tayyip’in yaptığı tek şey mutlak egemenliklerini yayma çabasıdır.
Suriye’ye müdahaleyi hazırlayan provokasyonlar
AKP’nin, egemenliğini Türkiye dışına da taşırma çabası tertipler ve provokasyonlar silsilesini Suriye’ye taşıdı.
Suriye’de iki haftadır öyle şeyler oluyor ki Türkiye’nin tüm gündemini bunlar işgal ediyor, Türk milletinde Suriye’ye ve Esad yönetimine karşı bir tepki yaratılıyor.
Geçen hafta yaşanan Türk bayrağı ve Atatürk posteri yakılması olaylarının ardından bu sefer de Türkiye’ye dönen Türk hacıların aracına silahlı saldırı gerçekleşti.
Bunun ardından Tayyip’in o sert açıklamaları geldi:
“Temsilciliklerimize, bayrağımıza saldıranları, topraklarından transit geçiş yapan hacılarımıza karşı hunharca saldıranları bul, yargıya teslim et. Daha fazla kan dökmeden, ülkenin selameti açısından o koltuktan çekil. Kardeş Suriye halkıyla dayanışmamızı devam ettireceğiz”.
Geçtiğimiz hafta provokasyonlar başladığında, Suriye’nin bu kadar tecrit bir durumdayken AKP’nin müdahalesine zemin hazırlayacak, Türk kamuoyunu kendi aleyhine çevirecek bu adımları atması için deli olması gerektiğini, olayların açık bir şekilde provokasyon koktuğunu belirtmiştik.
Nitekim Suriye dışişleri de özür dilemekten kaçınmayarak, durumu netleştirmişti.
Gelgelelim koskoca Türk basınında kendisi de Suriye kökenli olan Hüsnü Mahalli dışında bir Allah’ın kulu da çıkıp, bu olayların provokasyon olabileceğini yazmadı.
Zaten yazmazdı da.
Çünkü Tayyip, Esad’a “Sen de gideceksin” demişti bir kez.
Ve bizim basının kalemşorları da bu sözün bir harf bile dışına çıkamazlardı
Provokasyonun can alıcı noktası : Kürtler
Tayyip ve onu destekleyen emperyalist güçler Türk kamuoyunu Suriye’ye müdahaleye ikna etmenin en önemli ayağının Suriye’yi PKK destekçisi ilan etmek olduğunu çok iyi biliyorlar.
Bu nedenle 1999’da Apo’nun yakalanmasından önceki süreç ısıtılarak Türk insanının önüne getiriliyor.
Fakat bu da AKP’ye yetmiyor.
KCK operasyonunda ele geçen belgeler arasında Apo’nun Esad’a yazdığı bir mektubun bulunduğu iddia ediliyor. Mektubun gerçekliği bile tartışmalı.
Esad’ın bir yanıt verip vermediğine dairse hiçbir bilgi yok. Kaldı ki Apo’yla müzakereler yapan, Avrupa’da PKK’lılarla MİT’çileri görüştüren, Habur rezaletini kendi elleriyle tezgâhlayan AKP’nin bu çıkışları yapabilmesi ibretliktir.
Bir diğer iddia da Zaman gazetesinde ortaya atıldı. Zaman’ın haberine göre PKK 12 yıl sonra ilk kez Suriye’de hem de Şanlıurfa sınırına çok yakın bir kamp kurmuştu.
Bu provokasyon haberlerinin Suriye’ye girmek için önemli dayanaklar olarak kullanılacağı açıktır.
AKP, bir taraftan da terörle mücadele ettiğini söyleyebilecektir böylece. Oysa Suriye Kürtlerine Murat Karayılan’ın “silahlanın” çağrısı yaparak ABD-AKP destekli isyana katılım direktifini verdiği de bilinmektedir.
AKP, Tayyip ve Cemaat; PKK’nın Suriye’ye karşı kendi yanlarında olduğunu açıklamayacağı için çözümü kara propaganda üretmekte buluyor.
AKP, Suriye’ye karşı propagandasında Türklerin tepkisine oynamaktadır.
AKP – Suriye isyancıları ilişkisi
AKP, Suriye’ye müdahale sürecinde bir köşede oturup olayların olgunlaşmasını beklemedi.
Tayyip’in Esad’a “Çekil” demesine, Abdullah Gül’ün İngiltere’den “En kötü senaryoya hazırlıklıyız” açıklamasını yapmasına kadar AKP aktif bir şekilde Suriye’deki kendilerine “muhalefet” adını veren isyancıları örgütledi.
Bu iş o kadar açıktan yapıldı ki adeta Esad’ın Türkiye’ye doğrudan karşı tavır almasının önü açıldı.
Suriye Ulusal Konseyi adı verilen isyancılar koalisyonu Antalya ve İstanbul’daki toplantılarda kuruldu.
Bilindiği gibi bu koalisyona bugün Suriye Kürtleri de katılmış durumda.
Ama AKP burada da durmadı.
Özgür Suriye Ordusu adını alan isyancı teröristler, Suriye hedeflerine saldırdıklarında “komutanları” Riad el-Esad Türkiye’deydi ve hareketlerinin Türkiye’den yönlendirildiğini saklamıyordu.
Bunlar olurken AKP de ABD, Fransa ve İngiltere’den üst üste “aferinler” aldı.
Suriyeli isyancılar ise AKP’yi açıktan davet ediyordu.
Suriye Ulusal Konseyi’nden sonra Müslüman Kardeşler de “Türkiye’nin müdahalesine” sıcak baktıklarını açıkladı.
Durum bu kadar açık olduktan sonra kimsenin Esad’a “Ülkeye komşu ülkelerden para girişinin, muhaliflere para yardımı gönderilmesinin önüne geçilmeli” dediği için kızmaya hakkı yoktur.
Çünkü ne AKP ne emperyalistler ne de isyancılar bunu saklamaktadırlar.
Kısacası Türkiye, Suriye’ye müdahaleye doğru koşar adımlarla sürüklenmektedir.
Peki, ama Türkiye kendi adına nereye sürüklenmektedir ?
Tayyip, Esad ve Hitler
Tayyip, Esad’a karşı yaptığı konuşmasında şunları söylüyordu:
“Esad çıkıyor, “Ölene kadar savaşırım'”diyor. Allahaşkına sen kiminle savaşıyorsun? Kendi halkınla ölene kadar savaşmak kahramanlık değil korkaklıktır. Kendi halkıyla ölene kadar savaşan birisini görmek istiyorsan Hitler’e, Mussolini’ye, Çavuşesku’ya bak, bunları görmüyorsan aynen senin kullandığın ifadeleri kullanan ve öldürülen Libya’nın liderine bak”.
Tayyip’in yaptığı Kaddafi benzetmesini bir kenara bırakalım.
Kaddafi kendi halkıyla falan değil, emperyalizmin paralı askerleriyle savaşırken şehit oldu.
Fakat Tayyip’in Esad’ı, Hitler’e benzetmesi gerçekten de üzerinde durmaya değer.
Madem bir Hitler meselesi ortaya atıldı, biz de bir düşünelim kim Hitler’e daha çok benziyor diye: Esad mı yoksa Tayyip mi?
Hitler, Almanya’da Nazi iktidarını sağlamlaştırmak için Alman parlamento binası Reichstag’ı faşist militanlarına yaktırmış, suçu solcuların üzerine atmıştı.
Bu olayın Türkiye’deki muadili yıllar sonra Danıştay baskını, Ergenekon operasyonu gibi süreçlerle yaşandı. Hitler’in Almanya’da tasfiye edecek kimsesi kalmayınca, bir sonraki adımı Avusturya’nın yutulması ve Çekoslavakya’nın Südetland Almanlarının bahane edilmesiyle tümden işgal edilmesi olmuştu.
Hitler bu iki ülkenin de içinde Nazi yandaşı ayaklanma hareketleri örgütlemiş, bunlara müthiş paralar aktarmıştı.
Bir sonraki adımda da Avusturya ve Çekoslavakya’ya bu Nazi yandaşı grupları katlettiği bahanesiyle müdahale etmişti.
Avusturya, Nazi Almanya’sına katılma kararı almış, Çekoslavakya ise neredeyse hiç direnişle karşılaşılmadan işgal edilmişti.
Hitler’in geçtiği yolları yeniden geçen Tayyip ve AKP işte bugün tam da bu noktada durmaktadır. Ülke içindeki işi bitmiştir ve artık faşizmini ithal etmeye hazırlanmaktadır. “Reichstag”ın nasıl bir karşılığı varsa “Avusturya ve Çekoslavakya”nın da bir karşılığı vardır AKP faşizmi açısından. Tayyip her ne kadar Esad’ı Hitler’le kıyaslasa da Hitler’in gerçek karşılığının kim olduğu sanırız ki çok açıktır
Benzerlikler gerçekten de neredeyse birebir oturmaktadır.
Fakat Tayyip’le Hitler arasında çok önemli ve belirleyici bir farklılık da vardır.
Hitler; İngiltere, Fransa ve ABD’ye göre biraz daha geriden gelen ve sömürgeleri olmayan ama yine de emperyalist bir devletin faşist lideriydi.
Almanya’nın sömürge sıkıntısını çözmenin yolunu da Avrupa içinde sömürgeler elde etmekte bulmuştu.
Bunun adı da “lebensraum”du (yaşamalanı). Hitler, bu yayılma ve faşizm ithali politikasını izlerken diğer sömürgecilerle yani ABD, İngiltere ve Fransa ile mücadele halindeydi. Bunlardan bağımsız ve bunlarla boy ölçüşebilecek bir güçtü.
Fakata sonunda yenilecekti.
Tayyip ve AKP’nin yayılma ve faşist egemenlik ihtirası Hitler’le birebir aynı da olsa farklılık bu noktadadır.
Tayyip ne bir emperyalist devletin başındadır ne de ABD, İngiltere ve Fransa’yla bu alanda boy ölçüşebilecek durumdadır.
Hitler’in tam aksine bu sömürgeci güçlerle paylaşım yarışına girmek yerine, onların güdümünde Suriye’ye girmeyi planlamaktadır.
Tam da bu nedenle Tayyip, yeni bir Hitler bile olamamakta, ancak Hitlervari ihtiraslarını emperyalistlere kullandıran bir hayalperestten ibaret kalmaktadır.
Türkiye kuşatılıyor ve hedef oluyor
Gelinen noktada Türkiye’nin başında Hitler özentisi bir anlayışın bulunması sömürgeciler açısından bulunmaz bir nimettir.
Bu anlayış öyle adımlar atmaktadır ki bir taraftan İngiltere, Fransa ve özellikle de ABD ile beraber Suriye’ye müdahalenin yolunu açmaktadır; diğer taraftan ise Türkiye’nin çevresinin bu sömürgeci güçler tarafından kuşatılmasını sağlamaktadır.
20. yüzyılın başında işgal ettikleri yerlere yeniden yerleşmenin planlarını yapan emperyalizmin stratejisi değişmedi.
AKP’nin son dönemde Fransa ve İngiltere ile ilişkilerini geliştirme çabası ABD etkisini dengelemek için atılan bir adıma benzemektedir.
Ama tarih şunu çok iyi gösterir ki Abdülhamit tarzı dengecilikler, Vahdettin tarzı onursuzlukları davet eder.
AKP, Türkiye’yi adım adım 1919 yılının işgal koşullarına götürmektedir.
Öte taraftan Arapların liderliğine oynayan Tayyip’in bunu başarması da beklenmemelidir.
Mısır ve Filistin başta olmak üzere Tayyip’in heveslerini kursağında bırakan Arapların durumu hatırlanmalıdır.
Tayyip’in Filistin içerikli BM konuşmasını bile dinlemeyen Arapların, Esad’ın dediği
gibi “yeni Osmanlıyı” kabullenmeyecekleri bellidir.
Artık her ulus kendi yolunu çizmek zorundadır.
Tayyip ise bu adımlarıyla gerçekte Arapları kazanmaktan çok, ürküterek Türkiye’ye
karşı konumlandırmıştır.
Rusya ise en son olarak Medvedev’in “füze kalkanı”nı kendi açılarından da tehdit olarak algıladıklarını açıklamasıyla tavrını belli etmiştir.
Artık Türkiye’nin kuzeyindeki tehdit de geri dönmüştür.
Kısacası Suriye olayına değil, AKP’nin yarattığı “büyük patlama”ya hazır olmalıyız.
Etrafımızın sarıldığını bilelim.
Ulusal cepheyi bu bilinçle örgütleyelim.
Vatan savunması günleri yaklaşmaktadır.
Kaya ATABERK
http://turksolu.org/344/ataberk344.htm
Son Yorumlar