Aralık 2011 için arşiv

31
Ara
11

Yılbaşını “kut”layanın da, “kut”lattırmayanın da taaa yedi sülâlesini sikeyim..!!!

Ne    o ..??!!!

Bu  küfür  çok  mu  tutarsız  geldi  size,   “vur – patlasın   çal – oynasın”cı  hedonist  bencil 

orrrospu   çocukları..?!!!

Baştan  söyleyeyim,   eğlenceye   karşı   çıkan   örümcek   kafalı  “din”ci   yobazlardan 

değilim..!!!

Ama   milletin   istisnasız   % 70’inden   fazlası   açlık   sınrının   altındayken,   neyi 

“kut”layacaksınız,  eeeyyyy  Pompey’in  son   günlerindeki  gibi  homo  zihniyetli  amcık 

vicdanlılar   sizi..??!!!

Yobaz   kafalının  da,   “lâik”çi   kılıklı   “Atatürk”çü    maskeli   özenti    sığırlarının   da 

topunun   sülalesini   sikeyim..!!!

Ulan ;   “dincilerin  sekizer  kere  hacca  gideceğine,   birkaç  fakir  doyurması  gerek”liliği 

üzerine  kafa  sikersiniz  de,  şu  amı – götü  dağıtacağınız  yılbaşıya  ayıracağınız  parayla 

neden  bir  fakir  sofrasını  donatmazsınız,  a  benim  sadece  kendine  “human”ist   gâvur 

özentileri    sizi..!!!

Veee  bütün  bunların  üzerine,   hiç  ama  hiç  kimse   benim  coşkuyla   eğlenmesini 

bilmediğimi   zannetmesin   sakın..!!!

Ama  benim  için  ancak  milletin  % 100’ün  tamamının  karnı  tok  sırtı  pekse  eğlenmek 

en   güzelidir..!!!

işte    o    zaman   eğlenmeyenin   taaaa   amına   koyayım..!!!

Yeni  yıl   özentiniz   zehir  zıkkım   olsun,   sizi  insanlıktan   nasibini   almamış   egoist 

kancıklar   sizi..!!!

VE  KÜÇÜK  BİR  NOT :   Bütün   bir   yılın  365  günü   içinde    intiharlar  en  çok   1  ocak 

sabahları   yaşanıyormuş…!!!

Acaba    neden..??!!!!!  

Düşünün    bakalım,     hayvanoğlu    hayvanlar..!!!

ONA    GÖRE..!!!!

31
Ara
11

BELLİ Mİ OLUR..?!!!

Yine  bir,   “yılın  son  yazısı…”    Ve  her  yıl  olduğu  gibi  yine   “dayak  yemiş”   gibiyiz !

Kalabalık  caddelerde  yürürken  insanların  yüzlerine  bakıyor  musunuz  bilmem…

Gülen  ya  da  gülümseyen  o  kadar  az  ki!

Dalgınız  çoğumuz,  kimimiz  de  kederli…

Yılgın,  bezgin,  umutsuz…

Coşkularımız  zorlama,  sevinçlerimiz  balon  köpüğü  gibi…

O  kadar  yorgunuz  ki;  bu  akşamki  “yılbaşı  eğlencesi”  bile  dayatma  gibi  geliyor  çoğumuza…

“Bitse  de  gitsek”  havasındayız…

***

Güvensiziz,  kuşkucuyuz  ve  kahrolası bir  önyargılar  denizinde  çırpınıp  durmaktayız…

Başkalarına  ait   hayatları  rol  gereği  yaşar  gibiyiz  hepimiz…

Hani biri, “Kamera stop” diyecekmiş de, üzerimizdeki kostümleri çıkarıp, yüzümüzdeki makyajı silip, seti terk edecekmişiz gibi bekliyoruz!

Başkalarının belirlediği koşullarda, başkalarının belirlediği hedeflere ulaşmanın telaşıyla savrulup duruyoruz…

Tıpkı daldaki muza ulaşmak için zıplayıp duran ama bir türlü muzu alamayan maymunlar gibi telaşlı ve mutsuzuz bu yüzden…

***


“Biz”in anlamsızlaştırıldığı ve “ben” olmanın erdem sayıldığı bir asırda, asırlık çınarlar gibi oyulmuş gövdelerimiz…

Rüzgâr geçiyor içimizden; ama ne farkındayız bunun, ne de rahatsızız… Kurulmuş zembereğiz öte yandan…

O kadar gerginiz ki, “masum ve iyi vatandaş”tan, “eli kanlı korkunç canavar”a dönüşmemiz an meselesi…

Çünkü “değerlerimiz”in de içi oyulmuş, Hatay’ın dağlarındaki Musa’nın dünya kadar yaşlı çınarı gibi…

Çevresinde Arap çocuklar koşuşuyor!

***

Hiçbir şey anlamadınız mı bu yazıdan?

Zorlamayın kendinizi; anlayın diye yazmıyorum zaten…

Sıradan bir “yıl sonu” yazısı bu; laf olsun diye yazılmış…

Tıpkı “laf olsun” diye yaşanmış yıllarımız gibi sıkıcı ve tek düze…

Ara sıra devrik cümleler kullanıyorum ki; heyecan olsun!

Emanet hayatlar kadar, emanet sorumluluklar kadar, emanet umutlar kadar emanet bir yazı…

Bu yanıyla, gerçekçi aslında…

***

10, 9, 8, 7 diye sayacağız bu gece yine…

Heyecanlanmış gibi yapacağız…

Ve o an yanımızda kim varsa rastlantı eseri bulunan, belki bir daha asla olmayacak; coşkudan geberiyormuşuz gibi sarılıp “Mutlu yıllar canım” diye yeni bir perdeyi oynamaya başlayacağız birlikte…

Belki o an bile kafamız başka yerlerde olacak…

Daha bir gün önce “yanlışlıkla” bombalanan 35 kişide mesela…

Ya da aynı dakikada, bu kutlamalara kızıp, “Gâvur icadı” diyen örümcek kafalılarda…

Ve hatta, “Noel Baba denilen şahsiyet, doğru dürüst bir adam olsa evlere bacadan, pencereden değil, kapıdan girer” diyen müftünün esrarengiz ruh hâlinde…

Biz bir yanda içkinin dibine vururken rolümüz gereği, onlar da kendi rollerinin gereği diğer yanda bedduanın doruğuna çıkacaklar…

Televizyonlarını kapatacaklar; çünkü içleri daralacak… Yatmak isteyecekler, uyku tutmayacak gözleri…

***

Öyle ya da böyle; ister göbek atarak girelim yeni yıla ya da görmezden gelelim yeni bir takvimin yapraklarını çevirmeye başladığımızı…

Yarın sabah yine “dayak yemiş” gibi uyanacağız güne…

Yine dalgın, yine yorgun, yine bıkkın, yine bezgin, umutsuz olacağız…

Bir gecelik “zorlama sevincimiz” balon köpüğü gibi eriyip gitmiş olacak çoktan; geriye gecenin pasaklarını bırakarak…

***

Emanet hayatları yaşamaktan, emanet hedeflere ulaşmaktan vazgeçmediğimiz…

Kendi ideallerimizi belirleyip, kendi istediklerimize yönelemediğimiz… Yani “kendimiz” olamadığımız sürece…

Yaşımız ve cinsiyetimiz ne olursa olsun; zorlama duygularla ve mutsuzlukla geçecek ömürlerimiz…

Ama belli mi olur; belki bu gece…

Yani tam 10, 9, 8, 7 diye saymaya başlamışken…

Sıra “sıfır”a geldiğinde…

Alamadığımız ve bunun için mutsuz olduğumuz o kararları aniden alıp, rol gereği giydiğimiz kostümleri çıkarıp, yüzümüzdeki makyajı sileriz…

“Kamera stop” komutunu veren biz oluruz, belki… Belli mi olur?

Senaryolarını başkalarının yazdığı ve yönettiği film gibi hayatlar yerine, kendi hayatımızı yaşamaya karar veririz…

Daha mutlu olur muyuz bilemem; ama en azından yüzümüzdeki ifade, bize ait olur!

***


Hepinize savaşsız, sömürüsüz, sağlıklı, paralı, aşklı, huzurlu, özlemsiz; falan, filan işte…

Yeni bir yıl dilerim!

*****

Günü Sorusu

Size göre 2011, “kimin ya da kimlerin yılı” oldu?

2012’nin “sizin yılınız” olması için, 2011’de kazananların yaptıklarını yapmayı kendinize yakıştırabilir misiniz?

Mustafa  MUTLU

http://www.ilk-kursun.com/haber/91422

31
Ara
11

Alparslan ışıklı hocamın yeni kitabı

Prof.Dr. Alpaslan  Işıklı,  çalışma  yaşamıyla  bilimsel  olarak  ve   emekten / vatandan  yana  bir  bakış  açısıyla  uğraşanların  hepsinin  hocasıdır.

Prof.Dr. Alpaslan  Işıklı  benim  önce  hocamdı.

Ünlü  yapıtı  “Sendikacılık  ve  Siyaset”in  ilk  baskısı  1972  yılında  SBF  yayınlarından  çıktığında  almış  ve  okumuştum.

Daha  sonraki  yıllarda  çıkan  tüm  kitaplarını  okudum.

Bana  Hocalığının  ikinci  aşaması  da  1980  yılında  SBF’de  yükseklisans  programında  oldu.

Ben  ODTÜ’lüyüm.    ODTÜ’de  öğrenciler  birbirine  hocam  der.

Çalışma  hayatıyla  uğraşanlar  arasında  ise  “Hoca”  dendiğinde  Alpaslan  Işıklı  anlaşılır.

Alpaslan Hoca daha sonra benim ustam oldu. Hoca SBF’den, ben de ODTÜ’den 1402’lik olduk; Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı ikimizi de işten attı. İkimiz de Yol-İş’te çalışmaya başladık. Alpaslan Hoca Yol-İş’teki çalışma sürecinde ve daha sonra çeşitli kuruluşlarda bana ustalık yaptı.

Alpaslan Hoca ayrıca ağabeyim oldu. En sıkıntılı dönemlerimde Hoca’nın büyük destek ve yardımını gördüm.

Alpaslan Hoca yalnızca benim için değil, daha birçok kişi için de hocadır, ustadır, ağabeydir.

Ve çok şükür ki, 70’i aşan yaşına karşın, bu özelliklerini aynı kararlılıkla bugün de sürdürmektedir. O sakin görünüşü altındaki kararlılığını, inancını ve sebatkârlığını, zaman da zayıflatamamıştır.

Geçen ay yayımlanan Neoliberalizm ve 3. Dünya Savaşı (Kırmızıkedi Yay., Kasım 2011) kitabı Hoca’nın bu çizgisinin son ürünüdür.

Bu kitabı ne zamandır bekliyordum. Hoca bir ara çeviriye zaman ayırıyordu. Çok önemli bulduğu bazı yapıtları dilimize kazandırıyordu. Bense değerli zamanını telif eserlere ayırması gerektiği düşüncesindeydim. Neoliberalizm ve 3. Dünya Savaşı kitabı bu nedenle de benim için özellikle sevindirici oldu.

Kitabın birinci bölümünde Neoliberalizm ve Dünya Ekonomisi başlığı aldında küresel ekonomik bunalım ve savaş, 3. Dünya Savaşı, dünya ekonomik bunalımı ve sosyal haklar, işsizlik ve çalışma hakları, kamu kesimi ve siyasal rejimin demokratikleştirilmesi, krizden kurtulmak ve halkın kurtuluşu, on yıl sonra 11 Eylül, Usame Bin Ladin ve başka bir dünya mümkündür konuları incelenmiş.

Kitabın ikinci bölümünde “Neoliberalizm ve Türkiye” başlığı altında, kavramlar ve gerçekler, neoliberalizm ve Türkiye gerçeği, 27 Mayıs’ın anımsattıkları, 12 Eylül 2011 tarihli referandum ve işçi hakları, sendikacılık, kıdem tazminatı, ortanca balıklar ve kamu kesimi, yerelleşme, yerel yönetimler özerklik şartı, küreselleşme ve ulus devletin tasfiyesi, Kemalist ekonomi, devlet sosyalizmi ve liberalizmin eleştirisi ele alınmış.

Kitabın üçüncü bölümünde “Neoliberalizm ve ‘Kürt Sorunu’” ve dördüncü bölümünde de “Neoliberalizm ve Sosyal Demokrasi” konuları değerlendirilmiş.

Alpaslan Hoca, kitabın Önsöz’ünde şunları söylüyor :  “Karşı karşıya bulunduğumuz sorunların büyümesini, gözlerimizi kapatarak durduramayız. Bunları kim çözecektir? Artık dar günümüzde ortaya çıkacak olan bir Atatürk yoktur. Sorunların altında kalınmamasını sağlayacak olan ve sorunları çözme sorumluluğunu taşıyan halkın kendisidir ve biz de onun bir parçasıyız. Sorunları çözme sorumluluğu taşıyanların sorunlara sırt çevirme hakkı yoktur.”

Aydınlık okurları, sorunları çözme sorumluluğu taşıyanların başında gelmektedir. Hocamın kitabının bu çabaya büyük katkılarda bulunacağına eminim.

Tüm Aydınlık okurlarının ve yakınlarının yeni yılını kutluyor, sağlıklı ve huzurlu bir yıl diliyorum.

Yıldırım  KOÇ

Aydınlık

31
Ara
11

YENİ YıL ARMAĞANLARı

İnsan özel günlerde sevdiklerine, dostlarına, arkadaşlarına armağan vermek ister.

Tabii ki imkanları oranında.

Ben de tüm dost ve arkadaşlarıma “Yılbaşı Armağanı” olarak iki bilim adamının, Büyük Önder Atatürk ile ilgili yazılarından birer bölüm vermek istiyorum.

Elbette ki bu armağanların sahipleri Sayın Yazarlardır.

Ben sadeceKurye görevini yapıyorum.  Herkese  sağlıklı,  huzurlu,  aydınlık  ve  bereketli  yıllar  dilerim…

Prof. Dr.  Mehmet  Kerem  Doksat’ın  Armağanı :

Profesör. Dr. Mehmet Kerem Doksat’ın bir yazısını sizlerle paylaşmak istedim. Özellikle genç arkadaşlarımın okumaları ve okutmalarını rica ediyorum…

“CUMARTESİLİK ;
*Karl  Heinrich Marx’ı  takdir  ederim.  İnsanlık ve bilhassa Batı tarihine çok isabetli nüfuz temin ettiği için…
*Mihail Aleksandroviç Bakunin’i severim. Samimiyetle inandığı ve kansız vaatle ulaşılacak bir anarşizm-komünizm ütopyasına bağlandığı için…
*Lev Troçki sevimlidir. Halis ve harbi olduğu için…

Lakin;
*Vladimir İlyiç Ulyanov’dan(Lenin’den) nefret ederim. Bir ütopya uğruna yüz milyonlarca insanın soyunu kırdığı için…
*Josef Stalin’den daha çok nefret ederim. Paranoyak bir katil olduğu için…
*Mao Zedong’u hiç sevmem. Komünizm diye yüz milyonlarca insanı aç bırakarak soylarını kırdığı ve Türk düşmanı olduğu için…
*Adolf Hitler’e iğrenerek bakarım. Emperyalizmin uşaklığını yapıp, hem kendi ülkesine hem de bütün dünyaya her türlü mezalimi öğrettiği ve ırkçı olduğu için…
*Benito Amilcare Andrea Mussolini de midemi bulandırır. Dönek bir soytarı ve kasap olduğu için…

Mustafa Kemal Atatürk’ü ise çok sever hatta perestiş ederim (öykünürüm-gurur duyarım)  ama ona idol(put) gözü ile bakmam.
Çünkü dünya tarihinin en haklı istiklal harbini kazandıran büyük bir askeri deha ve “Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kaide bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur. En hakiki mürşit ilimdir, fendir” dediği için…

Ona küfreden, faşist diyen, soykırıcı diyen…
Velhasıl, tarih sahnesinden silmek için uğraşanlarla ilgili hissettiklerim için ise…
Hiçbir lisan kifayet etmez.
Terbiyem de müsaade etmez zaten…”
Profesör. Dr.  M.  Kerem  Doksat

Prof. Dr.  Cihan  Dura’nın  Armağanı :

“ATATÜRK’ÜN  DİLİNDEN  ATATÜRK  MİLLİYETÇİLİĞİ :
*Her millet diğer milletlere nispetle bir karakter,doğal ya da kazanılmış kendine özgü bir karakter sahibidir. Diğer milletlerden farklı bir varlık oluşturur, çoğunlukla onlardan ayrı, ancak onlara paralel olarak gelişmeye çalışır.
Her birey ve her millet kendi hakkında iyi niyet bekleme, topraklarına kayıtsız sahip çıkmayı talep etme hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılmasını yasaklayan veya sınırlayan engelleri ortadan kaldırmak hak ve özgürlüğüne sahiptir.
*Milliyet sorunu bireysel ve ortak özgürlük sorunudur.

*Milliyet teorisini, millet idealini yok etmeye çalışan teoriler ileri sürülmüştür dünyada. Ancak bunlardan hiçbirinin uygulaması mümkün olmamıştır. Çünkü tarih, olaylar ve gözlemler; İnsanlar ve milletler arasında, milliyetin daima hakim ve belirleyici olduğunu göstermiştir.
Milliyet aleyhindeki büyük çapta fiili tecrübelere rağmen, milliyet duygusunun öldürülemediği ve kuvvetle yaşadığı görülmektedir.

*Türk Devleti milliyetçidir. Türkiye milliyetçi bir Cumhuriyettir. Biz ne bolşeviğiz, ne komünist. Ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü biz milliyetçiyiz, dinimize saygılıyız. Milli ülküye sadığız. Türk milliyetçiliği, Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumak, saklı tutmak demektir. Ancak aynı zamanda ilerleme ve gelişme yolunda, uluslararası ilişkilerde, bütün çağdaş uluslara paralel olarak, onlarla uyum içinde yürümek demektir.

*Biz milliyetçiyiz. Ancak biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği yapan tüm milletlere saygı duyarız, onlara değer veririz. Bütün gereklerini tanırız milliyetlerinin. Kendi milletimizin varlığı ve mutluluğu için ne istiyorsak, onlar için de aynısını isteriz. Dış politikamızda başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur bizim.

*Bizim milliyetçiliğimiz bencil değildir, gurulu bir milliyetçilik asla değildir. Dış siyasetimizde başka ulusların hukukuna saygılıyız. Ancak hakkımızı, hayatımızı,namusumuzu savunuruz, savunacağız. Milletleri yönetenler doğal olarak öncelikle kendi milletinin varlığını sürdürmek, kendi milletinin mutluluğunu gerçekleştirmek ister.

*Biz milliyet davamızı bilinçsiz ve ölçüsüz bir dava şeklinde düşünmeyiz ve savunmayız. Bizim milliyet davamız siyasi bir mücadele konusu olmadan önce, bilinçli bir ülkü sorunudur. Bilinçli ülkü demek pozitif bilimlere, bilimsel yöntemlere dayandırılmış bir ülkü, bir hedef demektir.

*Biz milliyetçi olmadan varlığımızı sürdüremeyiz. Emperyalizmin avı oluruz, parça parça oluruz, yok oluruz.

*Ey milletim, yurttaşlarım! Dünya size saygı mı göstersin istiyorsunuz, o zaman önce siz kendi benliğinize, kendi milliyetinize saygı gösterin. Duygu olarak, fikir ve eylem olarak, bütün fiil ve hareketlerinizle sahip çıkın… Bilin ki milli benliğini bulmayan milletler, başka milletlerin avı olur.

*Sevgili Gençler! Milli varlığınıza düşman olanlarla sakın dost olmayın. Böylelerine karşı bir şairimizin dediği gibi “düşmanım sana, kalsam da bir kişi” deyin. Ancak düşmanlarınıza bu hakikati ifade ettiğiniz gündür ki erişeceksiniz kurtuluşa. Kanaatinize, ülkünüze,geleceğinize yan bakanı düşman bildiğiniz gün, ulusal benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığınız, milletin önüne dikilecek her engeli devirdiğiniz gün erişeceksiniz gerçek kurtuluşa. Ve sizlerle, sizin gibi aydın, azimli, imanlı gençler sayesindeki ki kurtuluşa mutlaka ulaşacaktır milletimiz…

En  öz  şekliyle  Atatürk  Milliyetçiliği  işte  budur.

Sağlık  ve  başarı  dileklerimle,     31 Aralık 2011

Rifat  SERDAROĞLU

http://www.ilk-kursun.com/haber/91427

31
Ara
11

Cümleten…

Mutlu,   sağlıklı   seneler.

2011’de  olduğu  gibi,   2012’de  de  çevreye  vereceğimiz  rahatsızlık  için   peşinen   özür   dilerim.

Bismillâh,  daha   ilk   günden   canınızı   sıkmak   istemem   ama…
Babamı   kaybettim.
Bi   kaç   gün   yokum.
Toprağa   vereyim,   geleyim.

Yılmaz  ÖZDİL

http://yilmazozdil.net/cumleten.html#more-5272

( BAŞIN   SAĞOLSUN,   YILMAZ   ABİ..!!!)

31
Ara
11

TÜRKİYE’NİN PARÇALANMASı YOLUNDA ÖNEMLİ BİR TERTİP VE ADıM: 35 ÖLÜM…

AKP’nin  iktidar  olmasıyla  birlikte  Amerika,  iç  ve  dış  politikamıza  yön  vermeye  başladı…

Ekonomimizde, kültürümüzde, siyasetimizde onlar var. Köylerimizde, kentlerimizde, dağlarımızda, ovalarımızda, aşımızda, ekmeğimizde, gıdamızda, havamızda onlar var.

Kene gibi yapışmışlar gövdemize… Kanımızı, iliğimizi sömürüyorlar… Azar azar, yavaş yavaş, canımızı alıyorlar…

Meclisimizin iki adım ötesine konuşlanmışlar. Bir yandan bilgi topluyorlar, bir yandan yeni yeni Ergenekon, Balyoz senaryoları hazırlıyorlar. Bir yandan da onun bunun yatak odasını gözetleyerek, kaset tertipleri düzenliyorlar.

Bu arada AKP, PKK ile ortaklaşa Türkiye’yi parçalama çalışmalarını yürütmeyi de ihmal etmiyorlar. Türk-Kürt Federe İslam devletini oluşturmak için geceyi gündüze katıyorlar. İktidar için yol haritaları çiziyorlar. Adım adım Türkiye’yi parçalanma noktasına götürüyorlar.

En iyi petrol yatakları, en iyi su kaynakları nerelerde var; en iyi maden hangi dağdan, hangi ormandan çıkarılır, kimler kişisel menfaati için vatanını satar? Bu konular onların uzmanlık alanına girmektedir.

Ayrıca, yer altı ve yerüstü zenginliklerimizi karış karış, santim santim, bölge bölge araştırıyorlar. İnceliyorlar. Irak, Afganistan gibi, ileride Türkiye’yi de işgal ettiklerinde kullanmak üzere belgeliyorlar. Bulunan zengin petrol kuyularını şimdiden betonlarla kapatmışlar…

Ülkemiz, bu kan emicilerle 1950’lerde, DP’nin iktidar olması ile tanıştı. Ama ne tanışma… Bir tanıştık, pir tanıştık. Bağrımızda beslediğimiz hainler sayesinde, elimizi verdik, hâlâ kolumuzu kurtaramıyoruz.

O yıllarda NATO’ya girdik. Asker gönderdik Kore’ye. “Küçük Amerika” olma sevdasına o yıllarda kapıldık.

Atatürk’ün komşularımızla ve “mazlum milletler”le birlikte emperyalizme karşı hareket etme politikasını o yıllarda terk ettik. O yıllarda, Cezayir Kurtuluş Savaşında sömürgeci Fransa’nın tarafını tuttuk.

Bu arada 2002’de AKP’nin iktidara geçmesi ile emperyalizme bağımlılığımız daha da arttı. Kurşun asker olduk. Ne isterlerse, ne emrederlerse, “baş üstüne” diyoruz. “Otur” diyor, oturuyoruz, “Kalk” diyor kalkıyoruz.

“Git, Öcalan, Talabani ve Barzani ile görüş, Kuzey Irak kukla devletini tanıdiyor, tanıyoruz. “Ermenilere, Rumlara, papazlara yumuşak davran” diyor, yumuşak davranıyoruz. Dağdan inen eşkıyaları davulla, zurnayla karşıla diyor, karşılıyoruz. Bir de üstüne üstlük, ayaklarına seyyar mahkemeler götürüyoruz. Başımıza çuval geçiriyorlar, sesimizi çıkarmıyoruz Çıkaramıyoruz. Kırmızı çizgilerimiz yok oldu.

Süt dökmüş kedilere döndük…

Ne bağımsızlığımız kaldı, ne onurumuz.

Tam bağımsız bir devlet olmanın, Türk olmanın onurunu ve gururunu sadece Mustafa Kemal Atatürk döneminde yaşadık.

O zamanlar, başımız dik, alnımız ak, tüm uluslarla saygın ilişkiler, eşit koşullar içerisinde yürütüyorduk dış politikamızı. Ne kimsenin bir karış toprağında gözümüz vardı ne de kimse bizim bir karış toprağımıza göz dikmişti.

“Yurtta barış, dünyada barış”tı ilkemiz.

ABD As Başkanının emrinde bir Eşbaşkan yönetiyor bugün ülkemizi. BOP eşbaşkanı olduğunu defalarca tekrarlayan bir başbakan. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın coğrafyasını Amerika ile birlikte değiştirmeye çalışıyor. Bu projenin içerisinde elbette Türkiye de var, Kürdistan’ın oluşumu da var.

Onun için, Başbakanın bir ayağı Amerika’da, bir ayağı Avrupa’da… İktidar olduğu sekiz yılda, onlarca kez seyahat gerçekleştirmiş. Direktifler alıyor, direktifler veriyor. Kapalı kapılar arkasında sözler alıyor, sözler veriyor.

Gözü ve kulağı Amerika’da. Dış politikasını, iç politikasını ona göre ayarlıyor. Bir gün önce “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diye soruyor, bir gün sonra Amerika’dan esen rüzgâra göre ağız ve yön değiştiriyor. “NATO, Libya’ya kardeşlik, demokrasi, insan hakları götürüyor… diyor. Bir gün önce Suriye Devlet başkanı ve eşi ile el ele, diz dize aile fotoğrafları çektiriyor, bir gün sonra onun azılı bir katil ve demokrasi, halk düşmanı olduğunu, yıkılması gerektiğini ilan ediyor.

Türkiye bugün, Washington ve Brüksel’den yönetilen bir ülke haline gelmiştir. İç ve dış politika stratejisi bu merkezlerde hazırlanmakta, Türkiye’nin gideceği yön, varacağı menzil buralarda kararlaştırılmaktadır.

Bu açıdan 35 kişinin ölümü ABD’nin BOP planında, “Türkiye’nin parçalanması” yolunda önemli bir adımdır. Oyun içinde oyun oynanmaktadır. Oyuncular ABD, PKK ve AKP’dir…

Amerika ve PKK kurmaya yanlış istihbarat vererek bir taşla birkaç kuş vurmayı planlamıştır. Öncelikle halkın gözünde Türk ordusunu küçük düşürmek, katliam yapan bir kurum gibi göstermek… İkincisi bölünmeye ve PKK’ya destek vermeyen Kürtlerin öfkesini ve Türk ordusuna karşı düşmanlık duygularını artırmak… Bu yöntemle Kürtleri ve Türkleri karşı karşıya getirmek, halk ayaklanmalarını kışkırtmak…

PKK’lı liderler “halk ayaklanmaları”ndan, isyanlardan, “Ulusların kendi kaderlerini Tayin hakkı”ndan, yani ayrı bir devlet kurma hedefinden açık açık söz etmeye başladılar bile…

Yandaşları, taraf basın, ihanet aydınları da kendi köşelerinde Kürtlerin bağımsız bir devlet kurma hakkını savunan yazılar kaleme alıyorlar.

ABD, AKP, PKK yine el ele. Türkiye’nin başına çorap örüyorlar. Bu türden eylemlerle “Bölünme Anayasası”na ve yeni bir Kürt devletinin oluşumuna geçerlilik kazandırmaya, ortam hazırlamaya, Türkiye’yi böyle bir yapılanmaya inandırmaya çalışıyorlar.

Yakında  yeni  PKK  saldırıları  olacak,  Kürt  isyanları  tezgâhlanacaktır.

Ama   şunu   bir   kez   daha   hatırlatalım :  

BU   CUMHURİYET   KOLAY   KAZANILMADI.    KOLAY   DA   TESLİM  EDİLMEZ.

ONA   GÖRE..!!!

Sevgili Muharrem İnce’nin Leyla Zana’ya verdiği yanıtla sonlandıralım yazımızı: “Ayrı devlet kuracağız diyorsan, Türkiye Cumhuriyeti masa başında kurulmadı, savaş meydanlarında kuruldu. Bedelini ödersin, gelir alırsın”


Ali  ERALP

http://www.ilk-kursun.com/haber/91440

31
Ara
11

Kim, Havel ve “yalanda yaşayan” yalaka ve yandaş döneklerimiz

Kuzey Kore lideri Kim Jong İl ve Çek Cumhuriyeti”nin ilk
Cumhurbaşkanı Vaclav Havel”in ölümünün ardından Kuzey Kore ve Çek Cumhuriyeti”nde halk sokaklara döküldü.

Kuzey Kore lideri Kim Jong İl geçtiğimiz hafta 69 yaşında hayatını kaybetti.

Kuzey Korelilerin “Sevgili lider”i Kim Jong İl’in ölümü dünya gündemine bomba gibi düştü.

Çünkü Kim’siz bir dünya kimileri için daha yaşanır bir dünyaydı. Kısa boylu diye dalga geçtikleri adam, elindeki nükleer güçle birlikte Batı’ya yıllarca meydan okumuş ve yaptığı her nükleer denemeyle korkulu rüyaları olmuştu.

Ölümünün ardından yeminli Amerikan uşaklarının kalemlerinden yine bilindik teraneler döküldü. Kim Jong İl, dünyanın gördüğü sayılı “diktatör”lerdendi ve dünya bir diktatörden daha kurtulmuştu onlara göre. “Şer ekseni”nin bir üyesi artık yoktu.

Halkı açlıktan ot yerken, o lüks içinde yaşıyordu. Kısa boyunu taktığı için yüksek topuklu özel ayakkabılar giyiyor ve halka zulmediyordu onlara göre…

Ancak ölümünün ardından malum zevat işi iyice abarttı. Kim Jong İl’in ölümünün ardından Kuzey Kore’de ilan edilen yasla birlikte Korelilerin üzülme haklarını bile ellerinden aldılar.

Neymiş, baskı rejiminden dolayı Kuzey Koreliler Kim’in ardından zorla ağlıyorlarmış. “Tutuklanır mıyım” korkusuyla üzülüyor görünüyorlarmış. Aslında hepsi “diktatör”ün ölümünden memnunmuş.

Bir başka tezleri de, liderlerinin ardından üzülen ve ağlayan Kuzey Korelilerin hastalıklı oldukları.

“Diktatör”   Kim’in   ardından  bu   kadar   üzüldüklerine   göre, 

Kuzey   Korelilerin   muhakkak   akıllarından   zoru   vardı   bunlara   göre.

Kuzey  Korelilere  doyasıya ağlamayı  ve  üzülmeyi  bile  yasak  ettiler  anlayacağınız.

İnsanın  içinden  “Kuzey  Kore’nin  derdi  sizi  niye  gerdi ?”  diye  sorası  geliyor.

Geçtiğimiz hafta yaşamını yitiren bir diğer isim de Çekoslovakya’daki 1989 Kadife Devrimi’nin lideri ve oyun yazarı Vaclav Havel’di.

Ama   kimse   tutup   da   Havel’in   ardından   Prag’daki   meydana   toplanan 

ve  ardından   ağlayan   Çeklerin   akıl   sağlığını   sorgulamadı.

Ancak genel olarak Havel’in ardından yazılanlar, Kim Jong İl için yazılanlardan oldukça farklıydı.

Çünkü  Vaclav  Havel  onlar  için özel  bir  isimdi.

Doğu Avrupa’daki komünist rejimlerin çökmeye başladığı yıllar, Çekoslovakya’da özellikle yazar olarak tanınan Havel’in daha farklı bir şekilde öne çıkmasına neden olmuştu.

Havel, Çekoslovakya’daki komünist rejimin en önemli muhaliflerinin başında geliyordu.

Avrupa’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla temelleri atılan hür dünya”da Çekoslovakya da 1989 yılındaki Kadife Devrimi’yle yerini alacaktı. Vaclav Havel de, devrimin lideri, Çekoslovakya’yı özgürleştiren” adamdı.

İki yıl sonra da ülke Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye bölünürken Havel de Çek Cumhuriyeti’nin ilk başkanı olmuştu.

Havel’in ölümünün ardından neler yazılmadı ki… Mesela Cengiz Çandar “kahramanımı kaybettim” diye yazıyordu.

Zamanında Turgut Bey dediği Turgut Özal’ın uçağında her zaman yeri olan Çandar, Özal’la birlikte gittiği Prag’da onunla tanışma fırsatı bulup “Doğrulukta Yaşamak” kitabını imzalatmıştı kahramanı Havel’e.

“Totaliterizmin amansız muhalifi” olan Vaclav Havel, sadece Çandar’ın kahramanı değildi şüphesiz. Tayyip’in Hasan Abi’si de Havel’in ardından onu yere göğe sığdıramadağı bir yazı yazdı. Kitaplığındaki Havel yoğunluğundan bahsedip onun ölmediğini belirtti.

Havel’in Hasan Cemal’deki etkisi anlaşılan daha derin olmuştu. Havel “yalanda yaşamaya isyan etmişti” ona göre ve şöyle yazıyordu: “Vaclav Havel’i çok sevmiştim. Çünkü kafamın içindeki bazı ‘yalan’lardan kurtulmaya çalışırken bana yardımcı olmuştu.”

Çandar’ın kahramanı olan Havel, Hasan Cemal’in de dönekliğinin teorisyeni olmuştu.

Cengiz Çandar,  Havel’in  görüşlerini  açıklarken  özellikle  şunların  altını  çiziyordu.

Havel  “iktidarın bozucu etkisi”ne  karşı  hep  uyarılarda  bulunmuş.(muş)

“Liderlere  büyük  umut  bağlama”nın  tehlikelerine  dikkat  çekmiş.(miş)

Tayyip  Erdoğan’la  olan  ilişkilerinde  Havel’in  uyarılarını  ne  kadar  anlamışlar  göreceğiz.

Bakalım  “yalanda yaşadıklarını “ ne  zaman  ve  nasıl  anlayacaklar ?

Tuğrul  ÇELİK

http://turksolu.org/348/celik348.htm

31
Ara
11

ANLıK İSTİHBARATı VEREN KİM? ABD / İSRAİL BÖLÜNME ANAYASASı’NıN TAŞLARıNı ÖRÜYOR..!!!

35  kişinin  öldüğü  son  hava  operasyonu  ile  yeni  anayasanın  ne  ilgisi  var ?

İşte  ilgisi :

AKP  ile  BDP  “2 MİLLETLİ,  2 DİLLİ,  ÖZERKLİĞE KAPI  AÇAN”   BÖLÜNME  ANAYASASI  için anlaştı  (SENARYOYU YAZAN BU ROLÜ VEREN, HATTA YENİ ANAYASAYI HAZIRLAYAN VE AKP İLE PKK’YA ROLLERİNİ DAĞITAN AMERİKA)…

Anayasa Komisyonuymuş, STKlardan görüş alınacakmış,AKP ile BDP kavga ediyormuş, birbirlerine sert sözler sarfediyormuş; bunların hepsi vatanseverleri uyutmak için sahnelenen tiyatrodur. Ve YENİ ANAYASA YAPIM SÜRECİne sözde katkı vereceğim diyen bu oyunda yer alan herkes sadece figüran;  BAŞROLLERDE  AKP,  BARZANİ  ve  BDP (PKK)  var..

AMA  BUNU  TÜRK  MİLLETİ  BU  HALİYLE  BİLSE  KABUL  ETMEZ  VE  ÇOK  GÜÇLÜ  BİR  ŞEKİLDE  KARŞI  KOYAR...

O  nedenle  halkı  farklı  gündemlerle  uyutuyorlar…

BİRKAÇ  TV  KANALI   VE  GAZETE  DIŞINDA  MEDYANIN  NERDEYSE  EZİCİ  BİR  ÇOĞUNLUĞU  bu  gerçekleri  gizliyor…

Amerika’dan  tavşana  kaç  tazıya  tut  taktiği

DÜŞMANLIĞI  KÖRÜKLEYECEK  BÜYÜK  TAHRİKLER  LAZIM...
PKK Mehmetçiklerin tüm geçiş yollarını ve hareketlerini hangi anlık istihbaratla kimden öğrenip katliamlar yaptıysa; psikolojik harekat yönüyle de bir ayaklanma provası ve kürtleri ayrılıkçılaştırma operasyonu olan “siviller katledildi” provakasyonunun senaryosunu yazan TSK’ya kasıtlı anlık istihbarat veren aynı güçtür; büyük biraderdir; hani PKK kamplarını “BBG evi gibi görüyorduk” ya ABD’nin anlık istihbaratı sayesinde; o BBG kameralarından anlık istihbarat sağlayan Sam amca’nın büyük bir provakasyonu ile karşı karşıyayız…

PKK ile savaşan komutanlarımızı zulumhanelerde esir tutan güç kim? –  ABD/İsrail
TSK’ya işine geldiği gibi anlık istihbarat veren kim? – ABD/İsrail
TSK’nın tüm hareketlerini izleyerek PKK’ya anlık istihbarat verip şehitler verilmesini sağlayan kim? –  ABD/İsrail…

PKK  kaçakçıları  yem  olarak  mı  kullandı,  hangi  büyük  oyun  için  feda  etti ?

BDP’liler  timsah  gözyaşları  mı  döküyor ?

Hava harekatındaki yanılgı ile düğmeye basılan büyük psikolojik operasyonla istenen sonuçlar :

1- PKK’ya mesafeli kürtlerin PKKlılaştırılması,PKK ayaklanmasının(serhildan) şartlarının olgunlaştırılması, büyük ayaklanmanın ön provalarının başlatılması. Yöre halkının Devlete, TSK’ya karşı düşmanlıklarının azdırılması…
KCK operasyonları ile hedeflenen de aynı oyunun parçası: bölücülerin (ulusalcılar gözünde bile; örneğin hani odatv aydınlık gazetesine kızıyor ya niye kck haberlerini manşetten vermiyorsun diye) mazlum gösterilmesi;genel af için zemin hazırlanması
2- TSK’nin yıpratılması; terörle mücadelede iyice köşeye sıkıştırılması
3- Türk-Kürt ayrışmasının derinleştirilmesi…
.

SONUÇ :  BÜYÜK  ORTADOĞU  PROJESİNİ  GERÇEKLEŞTİRMEK  İÇİN  EN KİLİT  ÜLKE  OLAN  TÜRKİYE’DE  ÖNCE  BÜYÜK  EMPERYAL  SENARYOLU  FIRTINALAR KOPARILACAK….

BOP  HARİTASI  HAYALDİ,  GERÇEK  OLDU  DİYECEKLER…

VE  TÜRK  MİLLET İ ÖLÜMÜ  GÖSTERİP  SITMAYA  RAZI  EDİLECEK…

BÜYÜK  KAOS  VE  ÇATIŞMA  SÜRECİ  GÖSTERİLİP  BÖLÜNME  ANAYASASINA  TERÖRİSTBAŞINI  DA  İÇEREN  GENEL  AFFA  RAZI  EDİLECEK…

ILIMLI  İSLAMCILAR,  ILIMLI  MUHALEFET,  ILIMLI  MEDYA  VE  HER  GÜN  ANA   AVRAT  KÜFÜR  YEDİĞİ  HALDE  SUSAN  ILIMLI T ÜRK  MİLLETİ,  ılımlı  bir  şekilde  bölünmeye  BÜYÜK  PSİKOLOJİK  HAREKATIN  ETKİSİNDE  RAZI  GELECEK…

İSTENEN  BU,   AMA  BOZMAMIZ  GEREKEN  DA OYUN  BU..!!!

ONA   GÖRE..!!!

Güneş  ERKUL

http://www.ilk-kursun.com/haber/91402

30
Ara
11

BDP’NİN 35 ÖLÜ KEYFİ

Toplantı  başlayana  kadar  kahkaha  attılar,  sonra  birden  “yas”a  başladılar. (!!!)

BDP’liler  hava  saldırısında  hayatını  kaybeden  35 vatandaş  için  basın  toplantısı  düzenledi.

Konuşmalar başlamadan önce, “kahkahalar” atan ekip, toplantı başlayınca bir anda, “yasa” büründü.

BDP   NEŞE   İÇİNDE   “YAS”   TUTTU

Halkların Demokratik Kongresi Yürütme Kurulu, BDP milletvekilleri Sebahat Tuncel, Ertuğrul Kürkçü ve Levent Tüzel, İstanbul Tabip Odası Başkanı Gençay Gürsoy ve Gazeteci  Nuray  Mert’in de  katıldığı  bir  basın  toplantısı  düzenledi.

Konuşmalar başlamadan önce, yani kameralar genel görüntü alırken sohbet eden ve zaman kahkahalar atan  ekip,  basın  toplantısı  başlayınca  birden  yasa  büründü.

Özellikle terör örgütü üyeliğinden cezaevinde tutuklu iken milletvekili seçilince TBMM’ye giren Tuncel’in çevresindekilerle  şakalaşıp  gülüşmesi  dikkat  çekti.

http://askerhaber.com/video.php?id=775&title=bdpnin-35-olu-keyfi

30
Ara
11

Günün anlam ve önemine binaen..!!!

Daimi   güncel   bir   yazı…

Güneydoğu’nun   durumunu   en  yalın   ifade   eden   “AKSİYOM”   gibi   bir   tespit…

Maalesef…       HÂLÂ…

—————————————————————————————————————

“Toprak  Ağası,  Demokrasi  ve  Travma”

 

Adamlar   Toprak   Ağası…

Adamlar   Şeyh…

Adamlar   Şıh…

Adamlar   toprağın   sahibi…

Adamlar  toprağın  üzerindeki   bitkilerin   sahibi…

Adamlar  toprağın  üzerindeki   hayvanların   sahibi…

Adamlar   toprağın   üzerindeki   insanların   sahibi…

***

Adamlar   her   zaman   her   yerde…

Adamlar   Padişahın   yanında…

Adamlar   Şeriatın   yanında…

Adamlar   tarikatların   başında…

Adamlar   partilerin   yönetiminde…

Adamlar   devlet   yönetiminde…

***

Bir  amcaoğlu  padişahçı,  bir  amcaoğlu  cumhuriyetçi…

Bir  amcaoğlu  iktidarda,  bir  amcaoğlu  muhalefette…

Bir  amcaoğlu  dağda,  bir  amcaoğlu  bağda…

Bir   amcaoğlu   köyde,   bir   amcaoğlu   kentte…

***

Rejim   değişir…

İktidarlar   değişir…

Adamlar   değişmez…

Adamlar   iktidarın   gerçek   sahibi…

Adamlar   Sarayda…

Adamlar   Meclis’te…

Adamlar   her  zaman,   her   yerde…

***

Adamlar   hem   uhrevi   iktidarın   sözcüsü…

Hem   dünyevi   iktidarın…

Adamlar   hem   dini   yozlaştırır…

Hem   siyaseti…

***

Bir   kolları   Kuvva-i  Milliyeci,    Atatürkçü…

Bir   kolları   Kuvva-i   İnzibatiyeci,    Padişahçı…

Bir   kolları   Tek   Parti   Yönetiminde,    CHP’de…

Bir   kolları   Terakkiperver   Parti’de,   Serbest  Parti’de,

Toprak   Reformuna   karşı   çıkan

ve   muhalefeti   oluşturan   Demokrat   Parti’de…

Her   zaman   iktidarda…


***

İktidarda   kalabilmek   için   her   türlü   takıyyeyi   yapanlar,

hem   Atatürkçü,  hem   Atatürk   karşıtı   olanlar   onlar…

Devrimleri   yozlaştıran   onlar…

Dinciliğin   lideri   onlar…

Cumhuriyeti   yozlaştıran   onlar…

Laikliği   yozlaştıran   onlar…

Demokrasiyi   yozlaştıran   onlar…

Eğitimi   yozlaştıran   onlar…

İnsanlara   kul,   köle,

kadınlara   mal   muamelesi   yapanlar   onlar…

***

Okumaya devam edin ‘Günün anlam ve önemine binaen..!!!’

30
Ara
11

Noel Baba

Fıkra’yı  müftü  yazdı.
Kıssadan  hisse’sini  biz  yazalım.
Aslında…
Dolaptan  girdi.
Buzdolabından !

Hıristiyan filan diyorlar ama, Papa dahil, kimsenin umurunda değildi. Taaa ki, 1930’a kadar… Amerikan zekası Coca Cola, günde 9 milyon şişe satıyor, ne yapsak da daha fazla satsak diye kafa yoruyordu. Şirin bi reklam figürü yaratıp, çocukların ilgisini çekmeye karar verdiler.

Dönemin en yetenekli illüstratörü Haddon Sundblom’la anlaştılar. Amerikan Sanat Akademisi mezunu Sundblom, göçmen bi ailenin çocuğuydu, babası Finlandiyalı, annesi İsveçli’ydi.

Popüler kültürde yeri olmayan, o güne kadar sadece 1863 senesinde, o da sadece bir kez, siyah-beyaz resmedilen hayali kişilik Aziz Nikolas’ı aldı, ak saçlı, ak sakallı, koca göbekli, tonton dedeye çevirdi. Dini tınıdan kurtulmak için, Aziz’i, yani Saint’i attı, kulağa daha arkadaşça geliyor diyerek, Santa dedi, Santa Claus yaptı. Dünya çapında en
çok reklam yatırımı yapılan renklere, Coca Cola’nın kırmızı-beyaz-siyah renklerine boyadı, bilekleri beyaz tüylü kırmızı cüppe, beyaz ponponlu kırmızı kukuleta, siyah kemer ve siyah çizme giydirdi. Kendisi İskandinav kökenli ya… Geyikleri ilave etti, çocuksu düşleri gıdıklamak için, bindirdi kızağa, uçurdu.

Coca Cola da satışta uçtu… Gazeteler, dergiler, duvarlar, panolar, el ilanları, her taraf bu sevimli reklam figürüyle donatıldı. Hollywood üstüne atladı, aynı tip’le filmler çevrildi. Ardından icat edilen televizyon derken, popüler kültürün ayrılmaz parçası haline geldi.

Kıssadan   hisse’ye   gelince…

Noel  Baba,  kırmızı – beyaz,  Coca Cola  gibi, a ynı  zamanda  Türk  bayrağı  renkleri.

Ve, bugün, günde 1 milyar 700 milyon şişe satan Amerikan zekâsı Coca Cola’nın zirvesinde, bir Türk evladı…   Zekâsıyla, Amerika’da Amerikalıların önüne geçen Muhtar Kent oturuyor.

Müftü   hâlâ   kapıda.
Bacayı   kolluyor.
Ki,   yılbaşı   gecesi  ev ev   dolaşmak
için   sesten   3 bin   kat   hızla   uçması
gereken   şerefsiz   içeri   sızmasın.

Yılmaz  ÖZDİL

http://yilmazozdil.net/noel-baba.html#more-5266

29
Ara
11

DELİKANLı BASıN..!!!

“Adamın biri sabahın erken saatinde sokakta park etmiş olan bir karavandan benzin çalmak ister. Elinde bidon ve hortumla araca yaklaşır ve deponun kapağını açar, hortumu daldırır ve emer.
Polis adamı 15 dakika sonra orada kıvranırken bulur. Çünkü adam hortumu benzin deposuna değil, pis su deposuna daldırıp emmiştir!.. Karavanın sahibi şikayetçi olmadığını söyler ve; ‘son birkaç aydır bu kadar gülmemiştim’ der…”


Yazılı ve görsel basınımızın haline bakınca, ben hem hayret ediyorum, hem de çok gülüyorum.
Bunların çoğu da hortumu, Türk Milletinin deposu yerine, AKP’nin deposuna yani, yanlış yere soktular;
“Özgür Basın” , “Doğru haber vermek” , “Kalemini kır ama satma” gibi ilkeleri çoktan unuttular;

“Başbakan ne der” , “Patron ne düşünür” , “Hocaefendi kızar mı” , “Kayınpederin dediği gibi olsun” “Kaynanamı kızdırmayalım” . “Kandili küstürmeyin” , “İmralı ne emretmişti” , “Deniz Feneri davası yoktur” , “Gerçekleşmemiş Darbe teşebbüsü vardır” , “Basılmamış kitap suçtur” ,
“Bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir”
gibi ilkelere geçerlilik kazandırdılar.
Gazetelerde bu yeni ilkelere biraz olsun uymayan yazarların tamamının işine son verdiler. Gazete yönetimleri, iktidara uyum sağlayacak şekilde değiştirildiler. Gazete satın alan bir işadamının ilk ziyareti Başbakan’ın Sarayı(!) oldu ve gazetenin bundan böyle Başbakan’ın emrinde olduğu saygıyla bildirildi… Televizyonlarda haber ve tartışma programları en alt düzeye indirildi. İktidarı eleştiren mizah programlarının tamamı yayından kaldırıldı.
Yerine; “Haydi Evlenelim” , “ Evlendir beni abla”,“Niyetim ciddi” ,
“El bisikletiyle Erdeğe girelim”
gibi sosyal içerikli(!) toplumsal programlar dolduruldu…

*İlkokul 4 üncü sınıftan itibaren “ARAPÇA” dersi kondu,
*Üniversiteye girişte katsayı kaldırıldı, milyonlarca normal liseli gencin hakkı çiğnendi,
*Üniversitelerden sonra, önce orta öğretim’de sonra da ilkokullarda türban ile derslere girilmeye başlandı, öğretmenler tarikat militanları tarafından tehdit edildi,
*Van’da depremin üzerinden iki ayı aşkın bir zaman geçti, okullar hala kapalı,
*Van ve Erciş’te insanlar hala (-10) derecede çadırlarda yaşıyorlar,
*Kavgalı olmadığımız komşumuz kalmadı, bazılarıyla savaşacak hale geldik,
*TÜİK’ e göre 47 milyon kişi ekonomik krizde,
*İnsanlar, 5 yıldır “tutuklu” olarak cezaevlerinde tutuluyor,
*PKK Terör örgütü, artık “Otonomi yetmez” aşamasına geldi, açıkça bölünme talep ediyorlar…
*Atatürk’e küfreden adamı baş tacı yaptılar, basın kıs kıs güldü,

Delikanlı basınımız, bu yazılan gerçeklerin hiçbirini görmez, duymaz, yazmaz, yazamaz…

Bu yazdıklarımın kırkta biri geçmiş iktidarlar zamanında olsa idi, basın o iktidarı sokağa çıkamaz hale getirirdi…

Ülke gerçeklerini yazamayan delikanlı basın, “Görmemişin oğlu olmuş” hesabı, TBMM den geçen, Milletvekilleri emeklilerin maaş artışına sayfa sayfa yer ayırmaya başladı ve her zaman yaptıkları gibi hedef şaşırttı.

Basın, yapılan işte hedefe Milletvekillerini oturttu. Kamuoyunun tepkisi de doğal olarak milletvekillerinin üzerine yoğunlaştı.
Halbuki, herkesin bilmesi gereken gerçek şudur; TBMM’ den Başbakan Erdoğan’ın talimatı olmadan hiçbir yasa geçemez. Bu konuda da ki emri Başbakan Erdoğan vermiştir ve AKP grubu oy kullanmıştır.
Sebebi de çok basittir. AKP tüzüğüne göre 3 dönemden fazla kimse milletvekilliği yapamaz. Çok sayıda AKP’li bir daha milletvekili olamayacak. Hazırlık bu kişiler içindir.

Benim bu konuda ki görüşüm şudur:
Milletvekilliği çok önemli ve kutsal bir görevdir. Milletvekillerinin özgürce çalışabilmeleri, kimseye borçlu olmadan görev yapabilmeleri ülke için çok yararlıdır. Bu yapılmaz ise, parlamentoya milletin vekilleri değil, çeşitli sermaye gruplarının ve holdinglerin vekilleri girer.
Pek tabii ki, milletvekilleri kendi özlük haklarını düzenlerlerken, kamuoyunu, diğer çalışanların ve emeklilerin gelir durumunu da düzeltmek zorundadırlar.

Her fırsatta milletvekillerine yüklenen delikanlı basınımız, milletvekillerinden fazla maaş alan devlet kurumlarını ve milletvekilleri emeklilerinden daha fazla emekli maaşı alan kurumların emekli maaşlarını asla görmezler !…

Bence her zaman milletin içinde olan ve belli bir zaman sonra yine seçilmek için milletin huzuruna gelecek olan milletvekilleri, eğer çalışmıyorlarsa, milletin tarafında olup dik durmuyorlarsa, ülke bütünlüğüne zarar veriyorlarsa elbet ki eleştirilmeli ve bir daha seçilmemelidirler. Milletvekillerinin maaşı, eleştirilecek son konu olmalıdır.

Kimse, her biri on binlerce dolar maaş, milyon dolarlarla transfer ücreti alan ve çoğu boğazdaki yalısında oturan “Delikanlı Basın”ın hedef saptırmasına kanmasın.
Hedef; Emeklilerin oyunu alıp, “intibak ve ücret artışı” dahil, onları aldatan AKP ve Başbakan Erdoğan’dır.

Hani biz, hepimiz aynı dağın yeli idik, hani hepimiz aynı sudan içmiş idik ?…

Hedef   belli.

Yüreği   yeten   bizim   gibi   ona   konuşsun..!!!

O   kadar..!!!

Sağlık  ve  başarı  dileklerimle ;    29  Aralık  2011

Rifat  SERDAROĞLU

http://www.ilk-kursun.com/haber/91254

29
Ara
11

Best of 2011 — (part two)

Best  of  2011  —  (part two)

Beşir  Atalay:  Türkiye,  Amerika’dan  daha  fazla  basın  özgürlüğü  olan  ülkedir.

ABD  Ankara  Büyükelçisi:  Türkiye  patlıcan  ülkesi.
*
Kılıçdaroğlu: Yemin etmeyeceğiz.
*
Kılıçdaroğlu: Sözlerinin arkasında duramayana Oynak Recep derler.
*
Bülent Arınç: Siyasete Manisa’da başladım, Manisa’da bitireceğim, Bursa’dan aday olacağım söylentileri var, tekrar ediyorum, Manisa’dan seçileceğim.
*
Bahçeli: Püskevit.
*
MİT’çi: Gözünüzü seveyim.
Terörist: Sağ olun.
*
İçişleri Bakanı: O katırın hesabını nasıl verecekler? Katırın hakkını koruyacağız.
*
İçişleri Bakanı: “Ceset parçaları” kayıp askere ait değil.
*
İçişleri Bakanı: Büşra Hanım binlerce profesörden biridir, bütün profesörler tutuklanmış olsa merak edip sorabiliriz.
*
İçişleri Bakanı: Yangın ya ateşle çıkar, ya bombayla çıkar, ya roketle çıkar, ya benzinle çıkar, netice itibariyle yanmıştır, sebebini araştırmak bi şey ifade etmiyor.
*
Beşir Atalay: Polis gaz sıkıyor, vurmuyor, ekran görüntüsü vermek için kendini yere atan öğrenciler oluyor.
*
Burhan Kuzu: Kafama atılan yumurtadan sonra saçım çıktı, gerçi zaten evde kafama yumurta sürüyordum.
*
Hüseyin Çelik: Sınavda şifre var diye kıyameti kopardılar, bankamatik kartlarında da şifre var, o kart şifresi olmadan alışveriş yapabilir misin?
*
Cumhurbaşkanı: Ben tatmin oldum.
*
Milli Eğitim Bakanı:
Öğretmenler başka iş bulsun.
*
Kadir Topbaş:
İstanbul’da artık trafik kilitlenmiyor.
*
Melih Gökçek: Asfaltı yala.
*
Sağlık Bakanı: Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz, daha ne istiyorsun?
*
Çevre Bakanı: Allianoi yoktur, zaten Roma’dan kalmış, birkaç yüzyıl daha toprak altında kalmasında mahsur yok.
*
Enerji Bakanı: Bekârlık insan ömrünü 2.3 yıl kısaltıyor, nükleer santralların ömür kaybı ise, sadece 0.03 gün.
*
İstanbul mebusu Hakan Şükür:
Ben bilmem, büyüklerim bilir.
*
Kültür Bakanı:
Başbakan heykele ucube demedi.
*
Cumhurbaşkanımız’dan Obama’ya:
Biz sizden Boeing alalım.
Siz bizi astronot yapın.
*
Libya’nın patlamasına 48 saat kala, Türkiye’nin Trablus Büyükelçisi’nin resmi açıklaması: “Asayiş bakımından sıkıntı yok, vatandaşlarımız müsterih olun.”
*
Ali Babacan: Libyalılar paranın hepsini birden istedi ama, ben uçak düşer müşer diye vermedim, 100 milyon dolar nakit 1100 kilo tutuyor, önce 100 kilo gönderdik, gerisini elden verdik.
*
KKTC ahalisi bize hitaben pankart açtı:
Hastirin!
*
Ajda Pekkan’dan Egemen Bağış’a:
Sizin için canımızı vermeye hazırız.
*
Nihat Doğan:
Türkiye’de yüzde 15-20 ahmak var.
*
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Profesörü: Dekolte giyen kadın tecavüzü göze almalı.
*
Süleyman Demirel: Oturduğum yerde otururken tecavüze maruz kaldım.
*
Bülent Arınç:
Hayat seksten ibaret değil.
*
Hurşit Güneş: İlginç bir şey yapıcaz, birbirimize takıcaz, ben Haydar Bey’e takıcam, Haydar Bey Mehmet Bey’e takıcak, Mehmet Bey de bana takıcak.
*
AKP’li belediyelere evlilik semineri veren Sibel Üresin: Parası olan erkek, cilveli kadına koşuyor, haklı arayıştır, kadın itaat etmeli, imam nikâhlı çokeşlilik kadınlar için kurtuluştur, yasal olsun.
*
Futbolcudan imama:
Şike parasını cebe indirmem caiz mi?
*
İmamdan futbolcuya:
Sevaptır oğlum, indir.
*
Zafer Çağlayan, Kızılderili heyetini karşıladı: Biz sizi Tom Miks’ten tanıyoruz, hani nişanlısı var Suzi. Yu nov Tom Miks?
*
Zafer Çağlayan, Samsung’un Hyundai’nin siyo’larına hem kartvizitini verdi, hem tavsiye verdi: Küreselleşin… Takıldığınız bi konu olursa, beni arayın.
*
TBMM Başkanı: Milletvekili 100 düğüne gider, küçük altın 180 lira,  vatandaş koskoca vekilin getirdiğine bak der, ortasını götürsen 400 lira.
*
CHP mebusu Ahmet Topbaş: İnanır mısınız, bir haftadır et yiyemedim.
*
Tarım Bakanı:
Vatandaşın refahı arttı, bol bol et yiyor, vatandaş bol bol et yiyince, fiyatı artıyor.
*
Sağlık Bakanı, bu aldığım maaşla nasıl sağlıklı besleneyim diye akıl danışan emekli şeker hastasına akıl verdi: Az ye.
*
Sağlık Bakanı:
Obez demeyelim, şişko diyelim.
*
Maliye Bakanı: Zam değil, güncelleme.
*
Bülent Arınç’tan Mehmet Ali Birand’a: Zamlar 74 milyonu ilgilendiren bir konu değil, belki sizin gibi birkaç kişiyi kapsıyor.
*
Kılıçdaroğlu: Köstebek Beşir Atalay’dır.
*
Hilmi Özkök: İlkokuldan beri arkadaşlarım bana Köstebek Hilmi derdi.
*
Cumhurbaşkanı: Steve’in ölümüne çok üzüldüm, Silikon Vadisi gençlerin rüyası olduysa, Steve’in rolü çok büyüktür, bunlardan biri de büyük oğlum Ahmet’tir.
*
Bülent Arınç: TÜSİAD Başkanı’nın da çocukları var, sayın Boyner ya da öyle düşünenler iktidara gelirse, internette porno sitelerini serbest bırakabilirler.
*
Cumhuriyet iptal… Padişah anıldı.
*
Kılıçdaroğlu: Anarsan ana…
*
CHP mebusu Hüseyin Aygün:
Dersim katliamının sorumlusu CHP’dir.
Atatürk de haberdardı.
*
Atatürk Tarih Kurumu üyeliğine atanan Mümtazer Türköne: Apo paşa olsun.
*
Şehircilik Bakanı: Fay kırılmıştır, enerji boşalmıştır, büyük deprem olan yerde bir daha deprem olmaz, dünyada örneği görülmemiştir, binalara girilebilir.
*
Beşir Atalay:
Potansiyelimizi görmek için yabancı ülkelerin yardım talebini reddettik.
*
İçişleri Bakanı’ndan çadırda oturan depremzedelere: Sarayda oturuyorsunuz.
*
Bekir Bozdağ:
Din eğitimi almadığı halde din bilgisi olan molla’ları devlette işe alacağız.
*
AKP mebusu İhsan Şener: Yunanlıların Türklerle savaşı yok, şehitlikler temsili.
*
Milli Savunma Bakanı: Milletvekili oğlu da bedelliden faydalanır. Milletvekillerine sorduk mu, evladınız kaç yaşında diye… Sorsaydık, ayıp olurdu, bu ayıp soru parlamentonun değerini düşürürdü.
*
Ulaştırma Bakanı:
İstesek üç ayda yerli uçak yaparız ama, uçak işinde tekel var, bizi uçurmazlar.
*
Ali Babacan: Bizim hükümeti alın, herhangi bir Avrupa ülkesine koyun, inanın üç ayda bütün sorunları çözülür.
*
Avrupa Bakanı: Geçen gün kamyon sürdüm, Leonardo da vinci.
*
Keşan Müftüsü: Noel Baba dürüst olsa, kapıdan girerdi, niye bacadan giriyor ki ?

Yılmaz  ÖZDİL

http://yilmazozdil.net/best-of-2011-part-two.html

29
Ara
11

BU ZAM YASASıNDAN SONRA AYNAYA BAKABİLECEK MİSİNİZ MİLLETİN SAYıN VEKİLLERİ..?!!!

Yıl 2003. Cumhuriyet gazetesindeyim. Olaylar ve Görüşler sayfasının yönetmeni Sami Karaören ağabeyin odasındayız. Söyleşiyoruz.

Kapıdan girince, duvarı boydan boya kaplayan bir tablo çarpıyor gözünüze. Tabloda Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı komutanları yer alıyor. Büyük Taarruzun yıl dönümünde bir araya gelip, Kocatepe’de bir hatıra fotoğrafı çektirmişler.

Tabloya dalıp gidiyorum. Geçmişi düşünmeye başlıyorum, aşılan engelleri, zorlukları…

26 Ağustos 1922 tarihine gelinceye dek ne acılar, ne çileler çekilmiş, ne ölümlerden, ne idamlardan dönülmüş. Nice mandacı hainlerle, vatan satıcıları ile karşı kaşıya kalınmış, nice meydan savaşları verilmişti…

Tabloya dalıp gittiğimi gören Sami Ağabey soruyor bana: Söyle bakalım Eralp, sence bu fotoğrafta dikkatimizi çeken ne var? Bu tablonun özelliği nedir?

Geçmişten sıyrılıp, yeniden tabloya dönüyorum. Tüm dikkatimi fotoğraf üzerinde yoğunlaştırıyorum. Sorunun yanıtını bulmaya çalışıyorum.

Çok büyük ve görkemli bir tablo. Komutanlar mutlu. Ortalık ışıl ışıl. Daha önce yoğun çarpışmaların olduğu, oluk oluk kanların aktığı tepelerde şimdi sessizlik, huzur hâkim. Ülke kurtulmuş, emperyalistler ve mandacılar kovulmuş.

Ama komutanlar hâlâ eski giysiler içerisinde. Hatta bazılarının pantolonlarında yamalar göze çarpıyor. Halk da perişan, onların da üzerlerinde eski püskü giysiler var. Ama onlar da mutlu… Gülümsüyorlar…

Sanırım Sami Ağabey dikkatimi resimdeki bu yoksulluğa çekmek istemişti. Söylüyorum düşüncelerimi ona.Yedi düvele karşı yüce bir Kurtuluş Savaşı kazanmış komutanların kılık kıyafetleri hâlâ eski, yenilenmemişdiyorum. Evet, haklısın. Ben de bunu vurgulamak istemiştimdiyor. Yurt sorunlarını düşünmekten henüz üstlerine başlarına bakamamışlar… Özel yaşamlarına sıra gelmemiş…

Sonra günümüzün devlet adamları geçiyor birer birer gözümün önünden.

Kollarında milyarlık saatler, eşlerinin parmaklarında paha biçilmez sultan yüzükleri, oğullarının, damatlarının uçsuz bucaksız servetleri… Yalılar, köşkler, havuzlu villalar…

Üç kuruşluk dünya malı için orman katliamı yapıp, tüm canlıların soluğunu kesen orman bakanları… Hayali ihracatla kazanç sağlayan maliye bakanları…

Bir ülkede 20 milyon insan aç, biilaç yaşarken, Başbakana alınan özel uçaklar… Bakanların altına çekilen dünyanın en donanımlı, son model, lüks makam arabaları…

Yavrularına ekmek götüremediği için canına kıyan işsiz babaların bulunduğu bir ülkede şatafatlı, gösterişli “lüks bir hayat” sürmek, trilyonların üzerinde oturmak nasıl bir duygudur acaba? Nasıl içlerine sindirebiliyorlar böyle bir yaşantıyı? Başlarını yastığa koyduklarında rahat uyuyabiliyorlar mı?

Sonra milletvekillerinin maaşlarına yapılan son zamları düşünüyorum. İşçiye, memura, emekliye yüzde 4, kendilerine yüzde 100 zam…

Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile milletvekili maaşları bu denli yüksek değil. Küba’da milletvekilleri hiç maaş almıyor.

5 bin 800 lira olan emekli milletvekili maaşı 8 bin 100’yükseldi. Hem emekli, hem milletvekili olanların maaşı ise 14 bin 300’den 19 bin 300 liraya, ilk kez seçilen bir milletvekilinin maaşı 11 bin 250 liraya çıktı.

Maaş zammı konusunda dört partinin milletvekilleri 15 dakikada anlaştılar.

Millet Meclisi salonunda bu kez ne kavga ne dövüş vardı. Kimse kimsenin üzerine yürümüyordu

Şimdi yukarıdaki soruyu bir kez de milletin vekillerine soruyorum:

“Nasıl, yeni yapılan zamlardan memnun musunuz? Bu ülkede 20 milyon insan aç biilaç yaşarken, 600 lira asgari ücretle hem kiralarda sürünüp, hem de çoluğuna çocuğana bakma savaşımı veren emekçiler varken bu maaşları içinize sindirebilecek misiniz?

Başınızı yastığa koyduğunuzda rahat uyuyabilecek misiniz? Hepsinden önemlisi aynaya bakabilecek misiniz?

Sizler bu milletin vekilisiniz?

Bu millet hakkını, hukukunu, vatanını, cumhuriyetini korumak; maddi, manevi yaşam koşularını düzeltmek için sizi oraya gönderdi. Sizi bunun için kendisine vekil seçti. Maaşınıza yüzde 100 zam yapmak için değil…

Şu 10 yıllık süre içinde ne vatan toprağı kaldı, ne kamu mülkiyeti, ne ormanlar, ne sular, ne akan dereler… Hepsinden önemlisi ne Atatürk ne de onun halkıyla birlikte kanı, canı pahasına kurduğu Cumhuriyet ve laik düzen… Bu ihanet ortamında yaptığınız yemine bağlı kaldığınızı düşünüyor musunuz?

Sömürgeci politikalarıyla dünyaya “gerçek soykırım” uygulayan, dünyayı her yüzyılda kana boyayan iki paralık, tek dişi kalmış emperyalist devletler, yedi bin yıllık Türk Devletini aşağılamaya kalktılar. Türkiye’yi “soykırımcılık”la suçladılar. Siz sadece baktınız ya da konuşmakla yetindiniz. Hiçbir engelleyici yaptırım ve uygulama içerisine girmediniz.

Ama söz konusunu maaş zammı olunca gece yarısı, hem de 15 dakika gibi kısa bir zamanda anlaşıp yasayı yıldırım hızı ile geçirdiniz.

Şimdi bir de bu yasanın çıkmasında önemli rol oynayan AKP milletvekillerine soruyorum:

Komşusu açken kendisi tok yatan, ülkesi perişan, sefil, işsiz iken yedi sülalesinin geleceğini garanti altına alan bir kimse, bir ay değil, oniki ay oruç tutsa, günde beş değil, on kez yatıp kalksa, yılda en az on kez hacca gitse dinin gereklerini yerine getirmiş sayılır mı ?

Ne  dersiniz ?

Şimdi  rahat  mısınız ?     Maaşlarınızdan  memnun  musunuz ?

Başınızı gece yastığa koyduğunuzda uyuyabiliyor musunuz? Hepsinden önemlisi aynaya bakabiliyor musunuz?

Ali  ERALP

http://www.ilk-kursun.com/haber/90949

29
Ara
11

Best of 2011 — (part one)

Best  of  2011  —  (part one)

“Ucube.”

*
“Seyrantepe’de Galatasaray’ın bir Allah kuruşu yoktur.”
*
“Ben Müslümanım ama laik değilim, fakat laik ülkenin başbakanıyım, Mısır’a laik anayasa tavsiye ediyorum, laiklikten sakın korkmayın, umarım Mısır laik olacaktır.”
*
“Umutlarınızı asla yitirmeyin, umutlarını asla yitirme Somali…”
*
“Kılıçdaroğlu diye bir şey yoktur, sanaldır, cibiliyetsiz, yüz karası, dik duramayan, çapsız, sığ, geri vitese takan, karikatür muhalefeti, sen ne diyorsun be, amatör şeyhülislam, kıvırıyor…”
*
“Ben bir şeye çok hayret ediyorum, bazı bayanlar ekranlarda kadın erkek eşitliği diyor, eşit haklara falan eyvallah ama, diğeri yaradılışa ters.”
*
“NATO’nun ne işi var Libya’da? Böyle saçmalık olur mu yahu… Bakın biz Türkiye olarak buna kesinlikle karşıyız, konuşulamaz, düşünülemez.”
*
“Bunlar kaz güdemez, bırak davarı, koyun bile güdemez, bunlar keçi güdemez.”
*
“Nükleer santral için riskli diyorlar, o zaman evinize Aygaz tüpü de koymayın, kozmetik dünyada böyle sıkıntılar var.”
*
“Yumurta alacak kadar paranız varsa, omlet yapıp yiyin, orda kalkıyorsun yumurta atıyorsun, bu nasıl özgürlük? Kusura bakmayın, Arapların atasözü vardır, men dakka dukka, olay bu.”
*
Çılgın proce…
*
“Marmaray’ın mimari çizgilerini merhum Abdülmecit dedemiz çizmiş, arşivlerden çıkardık.”
*
“Yok arkeolojik şey, yok çanak çömlek çıktı diyerek, bizi oyalıyorlar.”
*
“Ankara uzay başkenti olacak.”
*
“Birileri bozkurtlarıyla dolaşıyor, ben yaradılmışların en şereflisi eşref-i mahlukla dolaşıyorum.”
*
“Şifre meselesinde ÖSYM’yi dinledim, ben tatmin oldum.”
*
“Malatya büyükşehir olmak istiyor. Ancak, nüfusun 750 bin olması lazım. Burada ufak bi açığımız var. 10 bin eksik… Ne yapacaksınız? Hazır mıyız? Bayanların ellerini görüyorum, bazıları üç diyor, bazıları dört diyor. Üç olsa yeter zaten. Ses az geliyor beyler… En geç iki yıl içinde bu 10 bin açığı tamamlamalısınız, ona göre.”
*
“Ahhh benim milletim ahh… İkinci milli şef Demirel gelmiş 87 yaşına, hala ortalığı karıştırıyor, çete kardeşliği yapıyor, ahhh ahhh ne dolaplar dönüyor.”
*
“Et tekrar-u ahsen
velev kane yüzseksen.”
*
“Feysbuk falan, yahu bunlar çirkin, berbat, herkes adına her türlü ahlaksızlık yapılabilir.”
*
“Almanya’da Hans fırsat yakalayacak, Helga fırsat yakalayacak da, benim Ahmetim Mehmetim Ayşem niye yakalamasın, vizyonumuz bu.”
*
“Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’ni kim kurdu? 2007’de biz kurduk. Zonguldak’ta üniversite var mıydı? Yoktu. Kuracağız dedik. Kurduk.”
*
“Hayaldi  gerçek  oldu.”

Okumaya devam edin ‘Best of 2011 — (part one)’

28
Ara
11

GARİBANıN YORGANıNA GÖZ DİKTİLER

Garibanın   ekmeğine   uzanma   sırası   gelmişse,  bu 

“devlet” çoktaan  batmış (pardon, doğrusu – batırılmış) 

demektir   zaten..!!!

Bundan  böyle  de  artık   “bu  devlet   demokratiktir, 

sosyaldir”  v.s..  v.s..  v.s..  v.s…   gibi  saçmalıklarla 

kafa  sikmek  yerine,  dürüstçe :  “Bu   devlette   artık 

kölelik  düzeni  kurulmuştur  ve  siz  yoksullar  da  bu 

düzenin  kölelerisiniz..!!!”  deyin  de,  işimizi  bilelim 

amına  koduklarımın  gözü doymaz  soysuz aç köpekleri.

ALLAH   gözünüzü  2,5  metreküp  toprakla  doyuracak 

nasılsa,  ammaaaa   biz  yoksullara  da  bu  dünyada 

hakkımızı   neden   yedirip,   sahip   çıkmadığımızın 

hesabı   da   fecî   bir   şekilde   sorulacaktır..!!!

Ona   göre,  yaaani..!!!

Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin “Ekonomiden Sorumlu” Bakanlarını bebek iken, üç kez havaya atmışlar ama iki kez tutmuşlar!… Spor giyimden nasibini almamış, kravatsız takım elbiseli, İranlı siyaset adamı tipindeki bu arkadaşlar, konuşmaları ile geçim derdindeki insanlarımızı çileden çıkarıyorlar…

Ali  Babacan:

Önümüzdeki dönemde bütçe disiplininde kararlılığın esas olacağını, para politikası ve makro ihtiyati tedbirleri son derece dikkatli bir şekilde götüreceklerini söyledi. Yeni yatırım teşvik sistemi ve tasarrufların arttırılmalarındaki çalışmaları sürdüreceklerini söyleyen Ali Babacan; “Tasarruf oranımız bu yıl Milli Gelirimizin %12 sine düştü. Tarihin en düşük seviyesi. Tamam memlekette güven çok iyi, herkes geleceğe güvenle bakıyor ama, şu anda da maalesef hane halkımızın yüzde 45’i aylık gelirinden daha fazla harcıyor ve insanlarımızın bankalara olan borcu çoğalıyor. Geçen yıl bireysel krediler 43 Milyar lira artmıştı. Bu yıl onun üzerine bir 50 Milyar lira daha artıyor. Buna dikkat etmemiz gerekiyor. Herkesin ayağını yorganına göre uzatması gerekiyor…”

Mr.  Shimshek;

Maliye Bakanı Mr. Shimshek, 20 Aralık 2011 tarihli Hürriyet Gazetesine verdiği demeçte, yapılacak 19 TL zamla 678 liraya çıkacak olan asgari ücretin ödenemeyeceğini söyledi !…

Bakan; “Türkiye’de asgari ücret 2002 yılında 175 Euro idi. Şimdi 356 Euro oldu. Şu anda biz Çek Cumhuriyetinden, Slovakya’dan, Romanya’dan, Bulgaristan’dan daha fazla asgari ücret veriyoruz” dedi…

Rahmi  Koç:

Başbakan olmadan evvel, Tayyip Bey’in servetinin 1 Milyar Dolar olduğunu televizyon canlı yayınında ve gazetelerde söyleyen Rahmi Koç, Başbakan Erdoğan’a olan bağlılığını arttırmak için “başını ve belini aynı düzlemde tutup, 90 derece eğilme kursunu” başarıyla bitirdikten sonra yeni incilerini Türk Toplumunun üstüne saçmaya devam ediyor…

Koç; “Başbakan haklı çıktı, kriz teğet geçti. Çin, Hindistan, Asya hızla büyüyen ekonomiler. Ama Avrupa herkesi etkileyecek. 2012 yılını tahmin etmek çok zor. Türkiye olarak işlerimizin çoğu Avrupa bölgesinde. Bu yüzden ayağımızı yorgana göre 1 metre daha az uzatalım” dedi…

Ekonomiden  Sorunlu  Bakanlara;

AKP İktidarının ekonomi ile sorunlu Bakanlarına ne diyelim bilemiyorum. Allah selamet versin.
İnsanda biraz sıkılma, milletten utanma olur.

10 yıldır tek başına iktidar olan siz. Önümüzdeki dönem yapacağız dediklerinizi niçin şimdiye kadar yapmadınız, yoksa bilmiyor muydunuz, yeni mi öğrendiniz?

10 senedir dış piyasada ki para bolluğundan yararlanan siz.

10 yıldır tüm ekonomik kararları alan siz. Türkiye’yi son 9 senede, tüm Cumhuriyet tarihi boyunca bütün hükümetlerin borçlandırdığının 3 katı borçlandıran siz. Cumhuriyetin tüm eserlerini yok pahasına satan siz.

İthalata dayalı, baskılı kur politikası uygulayıp Türkiye’ nin uluslararası para tefecileri tarafından soyulmasına göz yuman siz. Üretmeyen ekonomiyi yaratan siz. Sanayiciyi tüccara dönüştüren siz.Hem bunları yapacaksınız, hem de milletten tasarruf bekleyeceksiniz !..

Sayın Bakanlar, milletin büyük çoğunluğu borç içindedir. Bu milletten tasarruf beklemek, Tayyip Bey’in at’a binip düşmemesini beklemek gibidir. Yani ihtimal sıfıra yakın.

Türk Milletine, “Ayağınızı yorganına uzatın, sonra pişman olursunuz” diyen bakanlara sormak lazım;

Önce siz ayağınızı yorganınıza göre uzatın, sizin orada işiniz ne.  Sizler bostan korkuluğu musunuz?…

Gelelim   Rahmi  Koç’a;

Rahmetli Vehbi Koç, Koç Grubunun saygınlığı sağlamak ve korumak için yıllar boyu uğraşmıştı. Vehbi Bey’i iktidarlara yağ çekerken, fakir ve dar gelirli insanlarla alay ederken göremezdiniz.

Rahmi  Bey  ise  babasının  tam  tersi  hareket  ediyor.

Bir  taraftan  adamı,   1 Milyar  Dolar  haksız  servet 

sahibi  olmakla  suçluyor,   zoru  görünce  de  AKP’nin 

savunuculuğuna   soyunuyor…

Rahmi  Bey’e   sormak   isteriz: 

“Yorganın  ne  tarafından  1 metre  daha  az  uzatalım.   Baş  tarafımızdan  mı, 

yoksa   ayak   tarafımızdan  mı ?..

Biz   çözemedik.

Ya   başımız   açıkta   kalıyor,   ya   da   kıçımız   açıkta   kalıyor.”

Can Yücel’in  bir  deyişi  var;  Elin  Hel’sinkisiyle  gerdeğe  girilmez”   der.

Bu  iş  öyle  nasihat  vermekle  olmaz,  gelin  de  bir  kez 

olsun   vatandaşın   yorganına   siz   girin,   bakalım 

nereniz   açıkta   kalacak…

O   kadar..!!!

Sağlık  ve  başarı  dileklerimle..!!!

Rifat  SERDAROĞLU

http://www.ilk-kursun.com/haber/91196

28
Ara
11

OdaTV Davasında ABD’nin Topuk Sesleri

Bu dava, sürecin sonunda genel af çıkarmak, Öcalan’ı özgürlüğüne kavuşturmak ve yurtseverleri tutukluluktan kurtulduklarına sevinir hale getirerek PKK ile aynı çuvala atmak için kurgulandı..

Odatv davasının ikinci oturumu, dün Çağlayan Adliyesi’nde görülmeye başladı. Bilindiği gibi ilk duruşma sanık avukatlarının reddi hakim taleplerinden dolayı 35 gün öteye atılmıştı.

Dünkü duruşmanın ilki kadar kamuoyunun ve basının ilgisini çekebildiğini söyleyemeyiz. Nitekim , bugünkü gazetelere baktığımızda-daha fazla malzeme olmasına rağmen- duruşma haberlerine yeterince yer verilmediğini gördük.

Çağlayan Adliyesi’ne girerken dikkatimi çeken ilk görüntü, bina önündeki geniş alana tutuklu gazetecilerin fotoğraflarının helikopterle görülebilecek şekilde yan yana dizilmesi ve etrafına çiçekler yerleştirilmesiydi.

Odatv iddianamesi açıklandığında “Ergenekon’un medya yapılanması” hurafesi etrafında çarpıcı bilgi ve iddialar yer alacağını düşünenler hayal kırıklığına uğramış, hatta Emniyetin falcı bacısı Nagehan Alçı, polislerin bu hayal kırıklığını “Yeni bir iddianame hazırlanmalı” diyerek sanki kendi düşüncesiymiş gibi yansıtmıştı…

Gerçi, Odatv iddianamesi de diğerleri gibi komedi unsuru bakımından oldukça zengin ama “ileri demokrasi” mefhumuna baş koymuş bir hükümete “gazeteci tutuklatma” suçlamasının yöneltilmesine sebep olmuş bir davanın iddianamesi daha ciddi hazırlanabilirdi.

Dünkü duruşmada iddianame okunurken, bu yavanlık ve dayanaksızlık iyiden iyiye göze çarptı.

Spikerin saatlerce

“Peki abi bunu ne yapalım dediği, B.T’nin de ‘manşete çekelim abi’ dediği, bunun üzerine BP’nin ‘İyi ama o kadar haber değeri var mı abi’ diye sorduğu, BT’nin ‘Var tabii’ dediği …””

şeklinde uzayıp giden okumaları salonda önce gülüşmelere, giderek kahkahalara neden oldu.

Burada bir parantez açarak sanıklar ve sanık avukatlarının süreci bilerek veya bilmeyerek gereksiz yere uzattıları yönündeki eleştirimi sürdüreceğim.

İddianame, sanıkların ve avukatların tümüne tebliğ edildiğine göre aralarında ortak bir karara vararak mahkemeye

“Biz iddianameyi okuduk, suçlamalar hakkında bilgimiz var, tekraren okunmasını istemiyoruz”

diyebilirlerdi.

Birinci  Ergenekon  davasında bu  yapılmak istendi.

Okumaya devam edin ‘OdaTV Davasında ABD’nin Topuk Sesleri’

26
Ara
11

BENİM OĞLUM BİNA OKUR, DÖNER DÖNER GENE OKUR

“Bina” kelimesi; Arapçada eylemlerin çatılarını konu yapan gramer kitabının adıdır. Medrese eğitiminde, öğretimin ilk kademesine de “Bina” denir. Bu derste başarılı olan, üst kademelere geçer.
Başarılı olamayan döner tekrar “Bina” okur… Bu deyim böyle doğmuştur.

Yıllardır bu sütunlarda Başbakan Erdoğan’a kendisinden daha tecrübeli bir büyüğü olarak defalarca nasihat ettim. Etmesine ettim ama, bir türlü başarılı olamadım. Artık ben mi iyi anlatamadım, yoksa Tayyip Bey mi anlamadı orasını bilemiyorum. Bundan sonra daha da nasihat etmem, kimse kusura bakmasın. Çünkü Tayyip Bey “Bina” okur, döner gene okur…

Başbakan Erdoğan’a defalarca, kimsenin şahsiyeti ile oynamayın, kimsenin ailesi ile anası-babası-dedesi-soyu-sopu üzerinden siyaset yapmayın dedik, anlatamadık. Kılıçdaroğlu’nun soyundan girdi, Sarkozy’nin babasından çıktı, hızını alamadı dedesini de sıradan geçirdi.
Evrensel Hukukun temel ilkelerinden biri de, Suçun ve kabahatin şahsiliği”
prensibidir. Sarkozy elbette ki suçlu, ama babasının veya dedesinin bugün yaşadığımız olayla ne ilgileri var?
Tayyip Bey’in dedesi, veya Bülent Arınç’ın Menemende ki dedesi bir suç işledilerse, Tayyip Bey’in ve Bülent Bey’in ne suçları var?

Bu olayda Devlet adamı nasıl davranır, size bir örnekle anlatayım;
55. Hükümette Devlet Bakanı olarak görev yapıyorum. Görevlerimden biri de, İran-Suriye-Fransa ve Şili ile yapılan görüşmelerde Türkiye tarafının Ekonomik Konsey Başkanlığı idi.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın davetlisi olarak Fransa’ya ziyarete gidecek. Heyette ben de vardım. 19 Şubat 1998 de Chirac, Demirel’i Fransa Sarayında ağırladı.
Heyetler arası görüşmeler ve basın açıklamalarından sonra, programda iki liderin “Baş başa” görüşmeleri vardı. Chirac, Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanının da toplantıya katılmalarını rica edince Demirel toplantıya beni ve bir bakanımızı aldı. “Liderler” arasındaki toplantılar, resmi toplantılara göre daha samimi ve dostça olur. Demirel çantasından, Kanuni Sultan Süleyman’ın zamanın Fransa Kralına yazdığı mektubun fotokopisini ve Fransızca tercümesini çıkarıp, Chirac’ın önüne doğru uzattı. (Zamanın Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Cumhurbaşkanı Demirel’in Fransa’yı ziyareti anısına, mektubun aslını ve benzeri bazı eserleri, jest olarak, belli bir süre için Fransa Sarayında sergiliyordu)
Chirac mektubu okudu ve soran gözlerle Demirel’e baktı.
Demirel; Sayın Başkan, sizin Kralınız benim Padişahımdan yardım istemiş, biz o zaman yardım etmişiz, şimdi sıra sizde dedi.
Chirac; Ne istiyorsunuz, Sayın Demireldiye sordu.
Demirel; Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılımı için, Fransa dışarıda başka, AB Liderler toplantısında başka konuşuyor, lütfen Hükümetinizi ikaz ediniz. Ya dışarıda konuştukları gibi içerde de aynen konuşsunlar, ya da içerde konuştuklarını açıkça dışarıda konuşsunlardedi.
Başta Chirac olmak üzere, Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanı kıpkırmızı oldular. Kısa süren bir sessizlikten sonra Chirac, böyle bir şeyin olamayacağını, ilgileneceğini, esas ikili oynayanın Avrupa’nın başka bir devleti olduğunu, ismini vererek durumu düzeltmeye çalıştı.

“Devlet Adamı” niteliğini taşıyanlar bağırmadan, hakaret etmeden, kişilerin babaları-dedeleri, soy-sopları ile uğraşmadan da problemlerini çözebilirler ve tekrar konuşma zeminini açık tutabilirler.

Tayyip Bey’in bu olaydan çıkarması gereken dersler olmalıdır;
*Bir Lider, yarın tekrar görüşeceği el sıkışacağı aynı ittifaklarda beraberce bulunacağı bir ülkenin Liderine, onun babasına, dedesine, soyuna, sopuna hakaret edip o milletin tümünün nefretini kazanmamalıdır.
*Bir ülkenin temel meseleleri, iç politika konusu yapılmamalıdır. Bu durum problemlerin çözülmesini çok zorlaştırır.
*Tayyip Bey, Türkiye’nin AKP İktidarından önce de var olduğunu, AKP gittikten sonra da var olacağını bilmeli ve dış problemlerin çözümünde, “Türk Tarihinin Hafızası” olan Dışişleri bürokratlarına danışmalı, onların önerilerini dikkate almalıdır. Cemaat yetiştirmesi danışmanlarına devlet işlerinde güvenmeye devam ettiği sürece, başının dertten kurtulamayacağını bilmelidir…

Yazıyı Avrupa siyasetinin koridorlarında dolaşan bir dedikodu ile bitirelim;
Güya, Erdoğan ve Sarkozy bir toplantıda iken Sarkozy, Erdoğan’a şunları söyler;
“Sayın Erdoğan, siz ve Berlusconi son senelerde çok zenginleştiniz. Bunu nasıl yaptığınızı bana da öğretir misiniz…”

Sözüm  ona  Tayyip  Bey’in  Sarkozy’e  kızgınlığının  esas  sebebi  bu  imiş,
dedikodu  işte,  kim  inanır  ki…

Sağlık  ve  başarı  dileklerimle –  26 Aralık 2011

Rifat  SERDAROĞLU

http://www.ilk-kursun.com/haber/90922

26
Ara
11

KCK operasyonunda sıra Doğan Medya’ya geldi..!!!

 ONA   GÖRE..!!!

—————————

Aydın Doğan, Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Nuray Mert ve Mehmet Baransu

Basın   özgürlüğü   mü,   Kürt   basın   özgürlüğü   mü ?

KCK’ya yönelik operasyonlarda yeni bir döneme girildi. Düzenlenen son operasyonla, KCK’ya, yani PKK’ya bağlı haber ajansı ve gazetelere düzenlenen baskınlarda, 47 kişi gözaltına alındı.

PKK’nın resmi partisi BDP ve kimi gazeteciler bu duruma karşı çıkıyor ve “gazeteciler serbest bırakılsın” çağrısı yapıyorlar ve bu gözaltıları “basına yönelik baskı” olarak lanse etmeye çalışıyorlar.

Bunu iddia edenlere çok basit bir soru soracağız:

Bugüne kadar düzenlenen Ergenekon operasyonlarında, Tuncay Özkan’dan, Mustafa Balbay’a, İlhan Selçuk’tan diğer ünlü isimlere onca gazeteci gözaltına alınırken, tutuklanırken ve üç yıldır tutuklu kalırken, neden hiçbirinizin aklına şu “basın özgürlüğü” kavramı gelmedi?

Yoksa “basın özgürlüğü”nden anladığınız, “Kürt basınının hakları” mıdır?

Atatürkçü gazeteciler neden sizin “savunma kapsama alanınıza” girmez?

Bugüne kadar tutuklanan Atatürkçü isimler hakkında, polis tarafından sizlere sızdırılan bilgi ve belgelerle, bu insanların sorgusuz-yargısız basın yoluyla linç edilmesi kampanyasına katılırken, günün birinde sıranın size geleceğini hiç düşünmediniz mi?

Hiç kusura bakmayın; tutuklananlar asker olunca, Atatürkçü olunca, milliyetçi olunca, siz nasıl hep sustuysanız, şimdi bizlerin sizler için mücadele etmemizi bizden beklemeyin!

Bu  işin  en  doğal  insanî  tepki  boyutu.

Gazeteci  kılığındaki  teröristler

Ama asıl önemli olan, sizin gazeteci diye bize yutturmaya çalıştığınız isimler, doğrudan terör örgütüne bağlı insanlar. Bunlar gazeteci değil, PKK’nın “basın ve propaganda bürosu”nda görevli örgüt militanları.

Bugüne kadar gazetecilik değil, terör örgütünün propagandasını yap-tılar.

Bugüne kadar PKK tarafından şehit edilen askerlerimizin, polislerimizin, devlet görevlilerimizin ve sivillerin katledilmesine ortak oldular.

Yaptıkları gazetecilik değil örgüt propagandasıydı.

Bu gazeteci kılığındaki insanlara şimdi savcılık tarafından çok basit bir soru soruluyor: Sizler KCK’ya bağlı YRD (Yekîtiya Ragihandina /Demokratik Aydınlanma Birliği) Komitesi’nin üyesi misiniz değil misiniz?

Emin olun, bu gözaltına alınanların hiçbirinden PKK, KCK ve terör olaylarının aleyhine tek bir söz alamayacaklardır. Çünkü bunlar, terörün ve terör örgütünün tıpkı dağdaki silahlı eşkıyaları kadar gönüllü ve vicdansız savunucularıdır.

O nedenle şimdi “biz gazeteciyiz terörist değiliz” ağlaşmalarına kanmayın ve bunlara basit bir soru sorun:

Madem siz terörist değil gazetecisiniz o halde PKK’nın bir terör örgütü olduğunu ve bu terörü ve örgütü kınadığınızı söyleyebilir misiniz ?

Elbette  söylemezler.

O halde çok net ve rahat olalım: Siz PKK’ya terör örgütü demediğiniz sürece biz de size gazeteci demeyeceğiz!

Vicdan  sömürüsü  için  başka  kapıya !

KCK  operasyonu  neden  başladı ?

Gelelim KCK’ya yönelik operasyonların nasıl ve neden başladığına ve nasıl devam edip nerede biteceğine.

KCK operasyonu, AKP’nin Türkiye’yi egemenliği altına alma projesinin önemli bir ayağıdır.

Ama burada AKP’yi eleştirecek bir durum yoktur, bir ülkede hükümet, teröre ve terör yapılanmasına izin veremez. Eleştirilen şey AKP’nin bu güne kadarki on yıllık iktidarı boyunca PKK’ya göz yummasıydı. Bu göz yumma durumu sona erdiğine ve AKP hükümeti PKK’nın üzerine gitmeye başladığına göre bunda üzülecek değil sevinecek bir durum söz konusudur.

Peki AKP sonuna kadar gider mi diye soracak olursanız, elbette bunun bir garantisi yoktur, AKP operasyonları bir anda durdurup yeniden PKK’yla masaya oturabilir. Ama böyle bir ihtimal var diye, bugünkü operasyonlar yapılmasın diyecek halimiz yok. Umalım ki AKP, PKK’nın üstüne sonuna kadar gitsin ve PKK’yı nasıl güçlendirdi ise, şimdi de bitirsin…

Fakat KCK operasyonunun, AKP iktidarının önemli bir dönüm noktası olduğunu görmemiz gerekir.

2002’den 2010’a kadarki AKP politikası, ABD, İsrail, AB gibi ülkelerin tüm istediklerini yapmak, PKK’yı serbest bırakmak ve bu ittifakla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere tüm Atatürkçülere kan kusturmaktı.

2002-2005 arası dönemde bu yolda hazırlıklar yapıldı, 2006’dan itibaren Ergenekon operasyonu başladı ve 5 yıl içinde tüm ulusal direniş noktaları yok edildi, en azından etkisiz hale getirildi.

Geleneksel Kemalist, ulasal direniş odaklarının yok edilmesinden hemen sonra AKP, bugüne kadar destek olduğu ve destek aldığı PKK’nın üzerine gitme kararı aldı, çünkü ülkede AKP’ye karşı tek muhalif kuvvet onlar kalmıştı.

AKP, PKK’yı yok etmek için de önemli bir hazırlık yaptı, MİT’i devreye sokarak örgüte güven aşıladı, bu arada örgütün güvenini de kazandı. Örgüt AKP’ye en güvendiği anda da iktidar PKK operasyonunu başlattı.

PKK operasyonunun belkemiğini KCK oluşturuyor. KCK, PKK’nın şehir ayağı olduğu için son derece önemli. AKP, PKK’nın şehir dayanaklarını bir bir yok ediyor.

Dikkat edelim, KCK operasyonları başladığı andan bugüne şehirlerde önemli bir Kürt hareketi görülmedi.

AKP, PKK’nın “aydın örgütlenmesi”ne de operasyona başladı. Prof. Büşra Ersanlı’nın gözaltına alındığı operasyon son derece dikkat çekmişti.

Şimdi ise geri kalanlar toplanıyor. Bu, PKK’nın basın bürosunun kapsamlı bir darbe yemesidir.

AKP – liberaller  ittifakının  yıkılışı

Buraya kadarki gelişmeler net bir şekilde herkes tarafından algılanabilir. Ama çok önemli bir dönüşüm kimilerinin gözünden hep kaçtı.

AKP, 2011 Genel Seçimleri döneminde elde ettiği başarı ile birlikte, bugüne kadar hep kendi destekçisi olan liberal tayfa ile ittifakı bozdu.

AKP ile liberaller arasındaki ittifak ilk önce Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geçirildiğinde sarsılmıştı. Belli ki liberal tayfa, Tayyip’in gitmesini ve yerine diş geçirebilecekleri birinin gelmesini istiyordu.

Fakat seçim sonrasında AKP, Kürt Açılımı politikasını terk ederek PKK’nın üzerine gitmeye başladığında, AKP ile libaraller arasındaki ittfakın bozulmasının asıl sebebinin, “şeriatla laiklik” arasındaki bir çelişkiden değil, tümüyle PKK’dan kaynaklandığı ortaya çıktı. AKP-PKK ittifakı bozulurken AKP’nin liberallerle de bozuşması işin doğasıydı.

Ama burada asıl görülmesi gereken denklem son derece farklıdır.

AKP, Türk Ordusu’na saldırırken ve ulusalcıları hedef alırken, Türk Ordusu ile PKK arasında bir ilişki olduğunu öne sürüyordu.

TSK = Ulusalcılar = PKK   denklemi  beyinlere  yerleştirildi.

Şimdi  ise  PKK = KCK = Liberaller  denklemi  oluşturulmaya  çalışılıyor.

Liberallerin yurtdışı bağlantısı ve Tayyip Erdoğan’ın AB, ABD ve İsrail’le olan çatışmasını da denkleme dahil edersek, Liberalller= AB=ABD=İsrail’e ulaşırız.

Tüm operasyonların en sonunda TSK’dan PKK’ya, liberallerden ulusalcılara, Rusya’dan ABD’ye, sol basından sağ basına, çok geniş bir kesimin, yani AKP dışında kalan herkesin, “dış düşman”la işbirliği yapan “iç düşmanlar” ittifakı olarak suçlanacağını göreceğiz!

Kesişim  kümesine  dikkat !

Bu denklem oluşturmada, her ittifakta kesişim kümeliği yapan etkin bir kesimin olduğu görülmektedir.

Bu kesimin adını koyalım, bunlar Aydınlıkçılardır.

Denklemin TSK ile irtibatında kesişim kümesidirler.

Denklemin PKK ile ilişkilerinde kesişim kümesidirler.

Denklemin liberallerle ittifakında kesişim kümesidirler.

Denklemin yurtdışı bağlantısında kesişim kümesidirler.

Herkesin kesişim kümesi olmaları, bunların ortayolculuğundan değil, görevlerindendir.

Operasyonlar ilerledikçe bu grubun derin bağları ve provokatif rolleri açığa çıkacaktır.

Aslında bu derin ilişkiler bir bölümü ile şimdiden deşifre olmuştur.

Aydınlıkçıların, Hürriyet gazetesinden Özgür Gündem’e, TSK’dan CHP’ye, o kadar geniş bir “dönek” kılığındaki “uykuda” hücreleri bulunmaktadır ki…

Ve operasyon Doğan Medya’ya doğru yöneldikçe bu uyuyan dönekler, birden hem Aydınlıkçı hem de ulusalcı kesilmektedir ki…

Şimdi  sıra  Doğan  Medya’da

Şimdi KCK operasyonlarında çok büyük bir dalga gelmek üzeredir.

PKK’nın doğrudan sözcülüğünü yapan isimlerden sonra sıra PKK’nın dolaylı savunucularına yapılacak bir operasyondadır.

Doğan Medya bu işin merkezindedir ve operasyonun da hedefindedir.

Doğan Medya’dan Hasan Cemal, Cengiz Çandar gibi eski Aydınlıkçıların, yine Aydınlıkçılarla ilişkili kimi üst düzey Doğan Medya sorumlularının, yine liberal tayfadan Nuray Mert gibi isimlerin, önümüzdeki günlerde KCK’dan gözaltına alınmaları ciddi bir şekilde beklenmelidir.

Bu isimlerin yanına doğrudan Ergenekon bağlantısı ile alınacak pek çok Doğan Medya mensubunu da ekleyelim.

Bu arada Özel Harekatçı Ayhan Çarkın’ın Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller’i hedef alan açıklamalarını, Mehmet Ağar’ın mahkumiyetini bir kenara yazın.

Okumaya devam edin ‘KCK operasyonunda sıra Doğan Medya’ya geldi..!!!’

26
Ara
11

Aydınlık bu dersten kaldı mı ?

Bu   bir   “Okur  ne  diyor?”   haberidir

OdaTV davasından tutuklu yargılanan gazeteci Barış Pehlivan, 4 gün önce düzenlenen ve 38 gazetecinin gözaltına alındığı KCK operasyonuyla ilgili Aydınlık’ı,Onlarca gazetecinin aynı anda gözaltına alındığı, bu büyük operasyonu birinci sayfadan görmemiş. İç sayfada 2 küçük haberle geçiştirmiş diyerek eleştirdi.

OdaTV’nin “Aydınlık bu dersten kaldı” başlığıyla yayımladığı yazıda Pehlivan şöyle devam ediyor: “Aydınlık ki şu son yıllarda üst üste benzer operasyonlara maruz kalmış, çalışanları hala hapiste olan bir gazete. Daha yeni, sahibi gözaltına alındı, serbest bırakıldı. Yani, hani derler ya “düşmüşün halinden anlayacak” bir gazete… En azından, anlaması gereken… Aydınlık ki; kendilerine yapılan “Ergenekon” operasyonlarını medya görmedi diye haklı olarak serzenişte bulunuyor; “kartel medya”/”AKP medyası” diye eleştiriyor; ama operasyon “KCK” olunca aynı körlüğü kendisi gösteriyor…. Herkes kendi “ölüsüne” mi ağlayacak?.. Herkes kendi “ölüsüne” mi ağlayacak?

Farz edelim ki; Aydınlık’a yapılan operasyonları hiçbir gazete görmüyor. Aydınlık bunu bahane ederek kendi eleştirdiği tutumu onlara da mı yapacak? Yoksa, duygusal/ideolojik davranmayıp; “hayır arkadaş, içeriği ne olursa olsun bu çok önemli bir haberdir” mi diyecek? Yani… Yanisi şu: Aydınlık gazetecilere yapılan bu operasyonu manşetten görmeliydi…”

Barış Pehlivan arkadaşımızın Aydınlık eleştirisi, o gün Odatv’de en çok okur yorumu alan yazılardan biri oldu. Okurlar tartışmayı daha da genişletti. İlgiyle takip ediyoruz. İşte bazı okuyucu yorumları:

Misafir: Vay be! Biz de Aydınlık’ı gazete sanırdık; orada çalışanları da gazeteci…Trajı 60 binlere dayandı diye seviniyorduk…Demek ki değilmiş…Gazete ve gazeteci olmanın ölçütü, KCK operasyonlarını manşetten vermekmiş…Barış kardeşim, bizi uyardığın için teşekkür ederiz… Sizlere operasyon yapıldığında ve tutuklandığınızda zil takıp oynayanları da unutmamanızı dileriz….

madenci: Bu da bir yaklaşım tabii… Barış arkadaşımız gazetecilik etiği açısından bunu dikkate alabilir. KCK’dan gözaltına alınanlar Aydınlık’ta yer aldı. Ulusal Kanal defalarca yer verdi. Ama sormak lazım gelmez mi; KCK çevresi Ergenekon denen dava için ne yapıyor? ‘Ergenekon’ denen davanın başından bu yana içeride olanlar için KCK çevresinin olumlu bir yaklaşımına rast gelen varsa beri gelsin.

Cemal Türk: Gazeteci her yerde gazetecidir.. siz gazeteciler olarak meslektaşlarınızı ayırırsanız başkalarıda beyanda bulunur ve derlerki aslında bunlar gazetecilik faliyetinden dolayı içerde değiller. yani bu işin seni beni yok

İvich:Ne Ergenekon , ne de Balyoz tutuklamalarına gereken tepkiyi vermişlerdir. Generaller tutuklanırken ‘oh olsun’ tavrı ile, yandaş medyayla kolkola girmişlerdi. Birgün hukuğun kendilerine de lazım olacağını acı şekilde öğrendiler. Aydınlık onları haber yapmasaydı siteminizi anlardım ama manşete takılmışınız…
Mustizm: Barış Pehlivan’ın sözünü ettiği Aydınlık Gazetesi’nin KCK operasyonunu atlaması bir Aydınlık Gazetesi okuyucusu olarak benimde dikkatimi çekmişti. Gazetenin bu tutumundan dolayı içim burkulmuştu… Bu bağlamda OdaTV’yi ve Barış Pehlivan’ı kutlamak gerek.

Davut Aydın: Sayın Pehlivan, Eğer KCK davasını size yapıldığı gibi bir tertip olduğunu düşünüyorsanız, gazeteciler dışındaki KCK mağdurlarına haksızlık olmaz mı? Eğer savunulacaksa toptan savunalım. Ergenekon davalarında da sadece tertip gazetecilere mi yapıldı? Niye gazeteci olanları diğer KCK’lılardan ayırıyorsunuz? 2- Ergenekon davaları başladığında dün gözaltına alınan bugün tutuklanan isimler “derin devletten hesap sorulsun” diyerek sokaklara çıkmadı mı? Bu kesimin Ergenekon davasına bakışlarının değiştiğini gösteren bir şey var mı?

Romulus: Yahu ben de bunu anlamıyorum. Aydınlık neden vermedi bilmiyorum, Barış da eleştiriyor; ‘Vermesi gerekirdi’ diyor. Ne var ki bunda? 3 kişi kaldı diye kimse kimseyi eleştiremeyecek mi? Aydınlık da Odatv’yi eleştirdi, ne oldu, odanın sıvası mı döküldü? Eleştiri olmadan doğru yolu nasıl bulacağız?

( NOT :  Bu haber 26 Aralık 2011 tarihli Aydınık gazetesinin 13. sayfasında yayımlanmıştır.)

Barış  PEHLİVAN

http://www.ilk-kursun.com/haber/90951




İstatistikler

  • 2.406.135 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Aralık 2011
P S Ç P C C P
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
262728293031  

En fazla oylananlar