24
Eki
10

İSLAM’A KARŞIDIR TÜRBAN, İŞTE KANITI…

İslam’da örtünmeyi, “Türban” denilen bez parçasına bağlamak dinin özüne ve de sözüne de aykırıdır. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), iktidara gelinceye kadar, türban konusu bu denli sorun yaratan konuma girmemişti. Türban denilen baş bağlama biçimi, AKP’nin siyasal simgesi olarak kullanılmaktadır, bunun böyle olduğunu da Başbakan R.T.Erdoğan, bir süre önce açıklamıştı. İslam’da yeri olmayan bu tür baş bağlamanın AKP iktidarında belli bir işlevi var: Benden yanamısın sorusuna böylesi ilkel baş bağlama biçimiyle “evet” yanıtı verilmiş oluyor. Üniversitelere bu kılıkla girmenin, özgürlük içinde yorumlanması aldatmacadır, aldatmacanın ötesinde sahteciliktir. İslam’ı siyasal çıkar uğruna kullanmaktır, bölücülüktür, topluma nifak sokmaktır.

İslam dünyasının hiçbir ülkesinde, devlet ve siyaset adamlarının eşleri, bizimkiler gibi umacı kılığında giyinmiyorlar. İslam dünyasının o hatun kişileri, bizim umacılardan daha az mı Müslüman? Ülkemiz’in “laiklik” ilkesine bir başkaldırıdır bu. Özgürlük safsatasıyla hiçbir ilgisi olmadığı gibi İslam’ın özüne de aykırıdır. İslam’ı çağın gerisinde, gelişmeye kapalı, çirkinliği öngören bir din gibi yorumlamaya neden olduklarını ne zaman anlayacaklar ve YÖK Başkanı ,bir öğretim üyesi olarak, üniversiteleri medreseleştirmekte olduğunu ne zaman fark edecek?

İslam’ın Kutsal Kitabında Türban Yoktur.

Ne acıdır ki, İslam’ın kutsal kitabının Türkçe “Meali” adıyla yayımlanan tüm baskılarında, tesettür konusu, Nur Suresinin 31′inci ayeti tahrif edilerek, yanlış yorumlanmıştır. Bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığında bulunmuş Prof.Süleyman Ateş dahil, Nur Suresi’nin bu ayetini Türkçeye yanlış biçimde aktarmışlardır Önce Nur Suresinin 31.ayetinin Arapça aslını görelim:

Ve kul lilmü’minati yagdudne min ebsarihinne ve yahfezna fürucehünn.

1.Prof.Süleyman Ateş’e göre: Mümin kadılara da söyle:Gözlerini (haramdan) sakınsınlar. Irzlarını korusunlar.

“Irzlarını korusunlar” biçimindeki çeviri yanlıştır, ayeti tahrif etmektir. Örtünerek te ırz korunmayabilir. Başı açık gezenler örtünenlerden daha namuslu da olabilirler.

2.Elmalılı M.Hamdi Yazır’a göre: Mümin kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhafaza etsinler.Aynı yanlışlık bu çeviride de söz konusu.

3.Prof.Sadrettin Gümüş ve arkadaşlarına göre: Mümin kadılara da söyle gözlerini harama bakmaktan çevirsinler, iffetlerini korusunlar.

Bu çeviride, kadınların ırzlarını değil, iffetlerini korumaları biçiminde bir çeviri ile karşılaşıyoruz!

4.Yaşar Nuri Öztürk’e göre: Mümin kadınlara söyle, gözlerine sahip olsunlar,ırzlarını ve eteklerini korusunlar.

5.Tibyan Tefsiri’ne göre: Mümin kadınlara da deki, gözlerini indirsinler ve utanacak yerlerni korusunlar.

Bir birinden farklı bu beş çeviriden hangisi Nur Suresinin 31.ayetinin aslına uygun, hiç biri. Bir kutsal kitabının böylesi bir birinden farklı ve de yanlış çevirisi hangi din için söz konusu olmuştur? Eğer bir din siyasallaşır yani, siyasetin aracına dönüşürse, böylesi farklı ve de geçersiz yorumlara kaynak oluşturacaktır elbet.

Nur Suresinin 31.ayetinin doğru ve gerçek yanını dile getireceğiz:. Ayet, mümin kadınların “ırzlarını” ya da “iffetlerini” korumalarını önermiyor. Ayet, “ırz” ve “iffet” kavramları bir yana, “ebsarihinne ve yahfezna fürucehünn” diyor. Ne demek “füruc”? “ferc”in çoğulu. Ferc, yarık, yani kadınlardaki doğurganlık organının iki bacak arasındaki görünen kısmı. “Mümin kadınlar oranızı örtün, görünmesin diyor. Çünkü “ebsar” Arapça’da “basar” sözcüğünden geliyor, görme anla-mındadır. Cahiliye döneminde kadınlar için anadan doğma yürümek utanılacak bir durum değildi. Nitek,am’ın kutsal kitabı, ilk kez Arap yarımadasında “aile hukukunu” yarattığı için, doğurganlık organlim Ahzap suresinde “Cahiliye dönemindeki gibi açık saçık dolaşmayın” hükmü yer almakta.. Bu, kafanızdaki saçları göstermeyin demek değildir. Anadolumuzda, gericilik akımı yaygınlaşmadan önce, kadınlar çocuklarını erkeklerin yanında çekinmeden emzirir ve kimse bunu yadırgamazdı.

Kuranda açık ve seçik “kıç” “yarık” sözcüğü geçerken, bizdeki din bilgini geçinen dar kafalılar, o sözcüğü “ayıp” sayıp farklı anlamda kullanmaya nasıl girişebildiler, anlamak olanaksız. Nur Sure-sinin bir önceki 30.ayeti, erkekler için de “yahfezü fürucehüm”ü öngörülüyor. Eğer 31′inci ayet, kadınların saçlarını örtmelerini koşul görseydi, erkeklerin de bir önceki ayete göre saçlarını türbanla örtmeleri gerekirdi. Her iki ayet te fürucehünn”ü temel almakta. Ferclerinizi göstermeyin, diyor.

Kafadaki saçları oksijenden yoksun bırakan biçare genç kızlarımıza sesleniyorum:

İktidarın sizleri çağ dışı, bu ilkel ve çirkin kılığa sokmalarına karşı direnmelisiniz: Biliniz ki, İslam’da böyle bir koşul yoktur ve “zinetlerinizi göstermeyiniz koşulu da, saçlarınızı örtü içine hapsediniz biçiminde yorumlanamaz.

Küçücük yaşınızda, kafanızı havanın oksijeninden yoksun bırakan ve onu örtüye alıştıran yobazlığın, asıl özgürlüğünüzü ortadan kaldırdıklarını fark etmelisiniz. Orta yaşa ulaştığınızda saçlarınızın dökülmeye başladığını, oksijensiz kalan zihninizin nasıl sağlığından kayba uğradığını göreceksiniz, iş işten geçmiş olacak. İslam dini, siyasal çıkar uğruna yozluğa ve yobazlığa, geriliğe ve çağ dışılığa tutsak edilmektedir . Türban, İslam’ın koşulu değildir. AKP iktidarı tarafından, Cumhuriyete ve Cumhuriyetin laik devletine karşı örgütlenmenin aracı olarak kullanılmaktadır. Sizler bu aracı görev olarak üstlenen robotlar olmamalısınız… Şunu biliniz ki,bu simge çağa karşıdır, özgürlüğe karşıdır ve İslam dininin özüne karşıdır, bütünleşmeye karşıdır, hatta Tanrı’ya karşıdır. Tanrının evreni yarattığına inanıyorsanız, türban denilen çaput parçası, evrene de karşıdır.

AKP, bir gün çağın gelişim koşullarının gerilerine düşerek tarihin çöplüğünde kaybolacaktır. Anadolu uygarlığına ters yörüngedeki tüm akımlar çökmüş, tarihten silinmiştir. Anadolumuz, gelişmenin öncülüğünü elinden kaçırmamıştır.

Genç kızlarımız, sizler aydınlığa doğru yol alan uygar bireylerimiz olmalısınız. Asıl özgürlüğünüz sizin siz olabilmenizde ve kişiliğinizi koruyabilmenizdedir. Anadolu uygarlığının yaratıcı kadınlarımızın gerisinde kalmamanız dileğimle.

Sizlerin aydınlığına ülkemizin ihtiyacı var. Çocuklarınız sizlerin aydınlığında yetişmelidirler.

Sevgi ve saygılarımla.

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN

http://www.ilk-kursun.com/2010/10/islama-karsidir-turban-iste-kaniti/


3 Yanıt to “İSLAM’A KARŞIDIR TÜRBAN, İŞTE KANITI…”


  1. 1 vayy
    Kasım 22, 2010, 3:24 pm

    safsata bu yazdıklarınız kadının fıtratı iktiza eder tesettürü..
    tesettür esaret değil hürriyettiir…

    Soru:Medeniyet-i sefihe ise, Kur’ân’ın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü fıtrî görmüyor, bir esarettir diyor.?

    Elcevap: Kur’ân-ı Hakîmin bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delâlet eden çok hikmetlerinden yalnız dört hikmetini beyan ederiz.

    BİRİNCİ HİKMET

    Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var
    ..Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın.

    Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîü’t-teessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, “Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar” diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.

    Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştahını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükümette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!

    İKİNCİ HİKMET

    Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.

    Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus, muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır.

    Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.

    Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.

    Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

    Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.

    Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

    Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

    Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.

    ÜÇÜNCÜ HİKMET

    Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünkü, açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebîye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir. Şöyle ki:

    İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!
    DÖRDÜNCÜ HİKMET

    Malûmdur ki, kesret-i nesil, herkesçe matluptur. Hiçbir millet ve hükümet yoktur ki, kesret-i tenasüle taraftar olmasın. Hattâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: (ev kemâ kâl.) Yani, “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”

    Halbuki tesettürün ref’i, izdivacı teksir etmeyip çok azaltıyor. Çünkü, en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder.

    Kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünkü kadının-aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan-en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sadakati kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azâbı çektirir. Hattâ erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himâyet ve merhamet ve hürmettir. Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz, başka kadınları da nikâh edebilir.

    Memleketimiz Avrupa’ya kıyas edilmez. Çünkü orada, düello gibi çok şiddetli vasıtalarla, açık saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memâlik-i bâride olan Avrupa’daki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve câmiddirler. Bu Asya, yani âlem-i İslâm kıtas¨, ona nispeten memâlik-i harredir. Malûmdur ki, muhitin, insanın ahlâkı üzerinde tesiri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesât-ı hayvâniyeyi tahrik etmek ve iştahı açmak için açık saçıklık belki çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta medar olmaz. Fakat seriütteessür ve hassas olan memâlik-i harredeki insanların hevesât-ı nefsâniyesini mütemadiyen tehyiç edecek açık saçıklık, elbette çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta ve neslin zaafiyetine ve sukut-u kuvvete sebeptir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbur zanneder. O vakit, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar münasebetiyle kadından tecennüp etmeye mecbur olduğundan, nefsine mağlûp ise fuhşiyata da meyleder.

    Şehirliler, köylülere, bedevîlere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünkü köylerde, bedevîlerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münasebetiyle, hem şehirlilere nispeten nazar-ı dikkati az celb eden, mâsûme işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesât-ı nefsâniyeyi tehyice medar olmadığı gibi, serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefâsidin onda biri onlarda bulunmaz Öyleyse onlara kıyas edilmez.

    Hala inkar ediyorsanız Allah hepinize hidayet versin anlamadığınız her yeri açıklayabilirim….

  2. 2 bilen
    Ocak 27, 2015, 9:11 am

    O zaman hz. Peygamber muhammed s.a.v nin bize dinimizi yorumlayan ornek hayati ve hadisi seriflerine siz ve sizin gibi cahil cuhela ve islam dusmanlari ne derler acaba yaziklar olsun bu milletin dini ve imani ile ugrasan siz bahtsizlara.daha cok sey var diyecek ama seviye yerlerde gerek yok.

  3. 3 Süleyman bulduk
    Haziran 23, 2017, 3:22 am

    Teseddür,yani başını kapama ile ayeti inkar ediyor.Şimdi ayeti kullarına gönderen Allah(cc) hesabını versin bakalım.Dünyada boş boş konuşmak neymiş görsün.


Yorum bırakın


İstatistikler

  • 2.406.122 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ekim 2010
P S Ç P C C P
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
25262728293031

En fazla oylananlar