Ağustos 2010 için arşiv

31
Ağu
10

Evet derseniz bu rezillikler olacak !

1) Tayyip Erdoğan’ın sultanlığı yani mutlak hakimiyeti kesinleşecek.
2) Alınan oyların yüzde 99’unun AKP’ye ait olduğu ilan edilecek.
3) Üniter yapı ve federasyon modeli yandaş güruh tarafından tartışmaya açılacak!
4) Kürtlere özerklik konusu gündeme getirilecek!.
5) Yeni bir Anayasa yapılmasının acil gerekliliği dillendirilecek.
6) Yeni Anayasa’ya Devletin kurucu unsurlarının Türklerle beraber Kürtler olduğu maddesinin konması da konuşulacak!
7) PKK ve Öcalan’a genel af temel gündem yapılacak.
8] Kerkük, ABD tarafından Barzani’ye peşkeş çekilecek ve AKP iktidarı buna hiç itiraz etmeyecek!
9) Yargı topyekün yandaş yapılacak!
10) Hükümet hakkında olumsuz laf eden, demokrasiye komplo kurma iddiasıyla Ergenekon misali metotlarla yani gizli tanıklarla içeri tıkılacak.
11) YARSAV ve benzeri muhalif örgütlenmelerin tamamı kapatılacak.
12) Danıştay hedef yapılacak ve bu kurumun tasfiyesi gündeme getirilecek!
13) Medyada yeni planlamalar yapılacak.
14) Personeline maaş ödeyemeyen Karamehmet medyasını yandaş bir işadamı satın alacak…
15) Turgay Ciner’in medya grubuna da Cüneyt Zapsu ya da benzeri bir isim ortak edilecek.
16) Aydın Doğan’ın yine üzerine gidilip bıktırılacak ve medyadan tamamen çekilmesi sağlanmaya çalışılacak.
17) Aydın Doğan medyası Tayyip Bey’in ifadesi ile yine onu seven bir işadamı grubu tarafından satın alınacak ve topyekün yandaş olacak.
18) Tam bu süreçte Harp Okulları’na, İmam Hatip Okulu mezunlarının neden alınmadığı tartışmaya açılacak.
19) Bugüne kadar mürteci eğilimlileri ihraç eden TSK, bundan böyle darbeci eğilimde diye Atatürkçüleri ve anti Amerikancıları ihraç etmeye başlayacak!
20) Sermayede servet değişimleri hızlanacak.
21) TÜSİAD’ın yönetimi değişip yandaş bir kadro işbaşına gelecek.
22) Evet çıkması durumunda muhalefet bölünecek ve CHP’den iki ayrı yapı oluşacak.
23) CHP’den istifa edecek büyük bir grup DSP’de bütünleşecek!
24) MHP’de de Bahçeli açıktan hedef alınacak.
25) Tayyip Erdoğan muhalefetteki bu dağınıklık tablosundan yararlanarak seçimi erkene aldırtıp baskın yapacak.
26) İletişimden, iş dünyası ve sivil toplum örgütlerine kadar bütün kurumları ele geçirilen bir ortamda muhalefet partilerindeki kaosun da katkısı ile AKP üçüncü kez tek başına iktidar olacak.
27) İktidar olmanın hemen akabinde kamuoyunda pişirilip şekillendirilen yeni Anayasa yapılacak ve Türkiye yeni bir idari planlama adıyla bölgesel yönetime, yani federasyona geçecek.
28) Yeni Anayasa ve idari düzenlemelerle beraber başkanlık sistemine geçilecek.
29) Tayyip Erdoğan başkan olacak!
30) Bu şekilde Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti, Tayyiban Cumhuriyetine dönüşecek!

ÖLÇÜ  YOK…

Önce soy dedi, şimdi dedeler !
Demokrasiyi tramvay gibi gördüklerini ifade eden ve amaçlarım için gerekirse papaz elbisesini bile giyerim, diyen bir zihniyet için kural kaide yoktur ve olamaz.

Bunlar amaçları uğruna her şeyi yaparlar ki zaten bunu kendileri söylüyor.

Okumaya devam edin ‘Evet derseniz bu rezillikler olacak !’

31
Ağu
10

“Hayır” Patlaması Olabilir

MHP Lideri Devlet Bahçeli 12 Eylül’de bir hayır patlamasının olabileceğini söyledi.

Bahçeli “Devletin tüm imkanlarını kullanarak yaratılan korku imparatorluğuna halk bir şekilde cevap verecektir” dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “12 Eylül’de “hayır” oyları beklenenin çok üstünde çıkabilir” dedi.

Hürriyet’e konuşan MHP Lideri Bahçeli, tarih boyunca bütün baskıcı rejimlere halkın bir şekilde tepki gösterdiğini kaydetti.

“Erdoğan ve AKP Hükümeti’nin yarattığı korku diktatörlüğünde, devletin tüm imkânları kullanılarak topluma yaşatılan baskı, zulüm ve kandırmalar da tepkisiz kalmayacaktır” diye konuşan Devlet Bahçeli, referandumun toplumsal bir patlama olabileceğini söyledi.

Bahçeli Hanefi Avcı’nın Haliç’te Yaşayan Simonlar kitabına da değindi. Piyasada kitabın nedense kolay bulunamadığını anlatan Bahçeli, Avcı’nın iddialarının üzerinde durulması gerektiğini belirtti.

http://www.ilk-kursun.com/2010/08/hayir-patlamasi-olabilir/

31
Ağu
10

KÜRESEL ‘MEMURLAR’ : SAVAŞ VE REFERANDUM

EKONOMİST  DERVİŞ  Türkiye’de  70 yıldır  iyi  kötü  giden

sanayileşme  sürecini  bir  darbeyle  bitirmiştir.

Şimdiki    aşamada PSİKOLOG  VOLKAN  Türk  kimliğine  darbe

operasyonuna  girişmiştir.

Bugün bütün Avrupa, milyonlarca kişinin azgın bir hırs uğruna katledilişini anıyor. Avrupalı, yakasında barış günü simgesi, gelincik, mezarlıklara koşuyor.

Onları katledenler, 1 Eylül’ü Dünya Barış Günü ilan edenler, Nobel barış ödülleri verenler, malum en çok silah üretenler, ülkeleri işgal edenler, Afrika’yı yok edenler, Asya’ya göz dikenlerdir!

Onlar gizli bir örgütün üyeleridir.

Afganistan’da ‘Birçok hükümet yetkilisine ödeme yaptık, yapıyoruz!’ açıklaması yenidir.

Soros Gürcistan’da ‘Hükümetten bir çok ismi maaşa bağladım!’ diyebilmiştir.

Bu gizli örgüt, ilk paylaşım savaşı sonrası örgütlendi.

Dev şirketlerin sahipleri, ve dünyanın en büyük kan emicileri çekirdek bir yapılanmada birleşti.

Başkan, Avrupa’nın en zengini Lord Rothshields’di.

En büyük patlayıcı yapan fabrikalar, tüm savaş oyuncakları bu ailenindi.

Hedefleri tarih boyu diğer istilacılarınki gibiydi: Dünyaya ‘Yeni bir düzen’ kurmak, bunun için ulus devletleri ‘bölüp parçalamak!’

1927de Amerika’nın en zengin adamı Rockefeller de onlara katıldı..

Dünyayı bir ağ gibi saracaklardı.

Bilderberg  davetlileri

Türkiye’den tüm partilerin mensuplarının ve ünlü ‘iş’ adamlarının katıldığı Bilderberg toplantıları, bu gizli örgütün Avrupa alt örgütüdür.

Ümit Boyner hanım 2006 ve 2007 de Bilderberg’e katıldıktan sonra TUSİAD’a başkan oluvermiştir. Önceki başkanların çoğu Bilderberg’e davet edilmişlerdir. Ali Babacan birçok kez toplantılara katılmıştır. Eczacıbaşı, Sabancı, Koç ailesi bu toplantıların gediklisidir. 2008’de Kılıçdaroğlu’nun ekibinden ve Kemal Derviş’in has adamı Faik Öztrak’da Bilderberg’de yerini almıştır. .

Fehmi Koru, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Zeynep Göğüş, Sami Kohen ve 2010 da Ruşen Çakır Bilderberg’de bulunma şansı elde etmiş gazetecilerimizdendir. Bir zamanlar Kemal Derviş hükümeti milletvekili ve şimdi Abdullah Gül’ün AB danışmanı olan yani ‘sağdan sola’ geniş bir yelpazede hareket eden Zeynep Damla Gürel de 2010 Bilderberg davetlilerindendir. (arzu eden diğer katılımcıları Bilderberg sayfasından görebilir)

Bu toplantılara katılanlar, oturumları sorumlu oldukları devlet ve millete dahi açıklama hakkından yoksundurlar (!) Tek dünya devletçilerin özel örgütlenmesine davet edilmiş olmaktan gururludurlar. En üst düzey ‘memurlarla’ bu yolla tanışma imkanı bulurlar…

CFR yani Dış İlişkiler konseyi, Bilderberg ve Trileteral adlı bu gizli örgütlerin mottosu: ‘Herşey tek dünya devleti için!’dir.. Bunun tercümesi, ‘Herşey çok uluslu şirketlerin çıkarı için’dir.

Örgüt’ün onursal başkanı olan David Rockefeller hedefi şöyle açıklamıştır:

‘Dünyada 200 civarında olan devlet sayısı yakın gelecekte 1000’e çıkacaktır. Dünyada ulus devletlerin modası geçmiştir.. Gelecekte devletler, finans sektörü tarafından idare edildiğinde dünyaya barış ve huzur gelecektir..’

Barış ve Huzur adı altında büyük katliamlara imza atmışlardır. Dünyanın her köşesindeki katliamlarda parmakları vardır. Türk (?) basınında pek yer almıyor ama Yemen bugünlerde kanlar içindedir. Ve bir CIA operasyonuyla kırılıp dökülmektedir. Çünkü lanetli coğrafyanın en güney bölgesidir.

CIA operasyonları da gizli örgütün küresel memurlarınca yürütülmektedir.

Bazı yerlerde kanlı bazı yerlerde ‘kanser’ operasyonları yapılmaktadır.

Kemal  Derviş’den  Vamık  Volkan’a !

‘Memurlar’ birçok ülkede, Yugoslavya’da, Sovyetler’de görevlerini içerdeki işbirlikçilerle beraber başarıyla yürüttüler.

Balkanları ve Asya’yı küçük parçalara böldüler.

Metodları genellikle değişmez.

Operasyon önce EKONOMİK alanda yürütülür.

Ve devamlılık çok önemlidir.

70’lerde Türkiye’ye el atan memur, Kemal Derviş’ti.

Ecevit’in davetiyle gelmişti.

2000 de de görevdeydi.

Sözettiğimiz gizli örgütün üyesidir.

Okumaya devam edin ‘KÜRESEL ‘MEMURLAR’ : SAVAŞ VE REFERANDUM’

31
Ağu
10

“EVET” Çıkarsa, Türkiye Eyaletlere Ayrılır..!


Kesinlikle  “ EVET ”  çıkmayacaktır.

Bu  millet  tehlikelerin  son  anında,  daima  kendisini  kurtaran üstün  bir  karaktere

sahiptir. Anadolu  ihtilali  bu  karakterin  zaferidir.

———————————————————————————

Referanduma Doğru Hüseyin Laptalı ile Söyleşi…

Gazanfer ERYÜKSEL

Bilgisayara sormuşlar, “Ne var, ne yok?” diye de çökmüş garip!

Ben de “Neler oluyor Türkiye’de?” diye sorsam bu söyleşinin sonu gelmez.

Ülke gündemi ise dâhili ve harici dayatmalarla allanıp pullanıyor, zemin ise son derece kaygan…

12 Eylül’de bir referandum yapılacak ve Anayasa değişikliği halkın takdirine sunulacak.

Ancak Anayasa taslağının içeriğinden söz eden pek yok.

Söyleşimizin bu bölümünde Kıbrıs Türk Kültür Derneği Antalya Şube Başkanı Hüseyin Laptalı ile konuştuk.

Umarım keyifle okur ve dostlarınızla paylaşırsınız.

Gazanfer ERYÜKSEL: Sizce bu Anayasa değişikliği neler içeriyor? Eğer üstü örtülmeye çalışılan değişiklikler varsa nelerdir? Gösteren gösterilen ilişkisinde durum nedir?

Hüseyin LAPTALI: Sevgili dostlar Figen Özen – Gazanfer Eryüksel, diyorsunuz ki; Anayasa taslağının içeriğinden söz eden yok, bu değişiklik neler içeriyor?

Aziz dostlar, esasında anayasa taslağının içeriğinden söz eden çok, ancak propaganda süreci o hale dönüştü ki, aklı başında ilim adamlarımızın bu konudaki fikirlerini dinleyen, yazılarını okuyan yok.

Ben anayasa uzmanı değilim ancak söz konusu ilim adamlarımızın konuşma ve makalelerinden edindiğim izlenimler şöyledir.

Taslak 26 maddeden oluşmaktadır.

Bunun 24 maddesi milletimizin ağzına bal çalan cinstendir.

Diğer ikisi ise AKP iktidarının yargıyı ele geçirme hamlelerini kolaylaştırmak için hazırlanmıştır.

Nitekim 24 maddesi CHP tarafından da kabul edilmektedir.

Ancak ve mesela ;

Okumaya devam edin ‘“EVET” Çıkarsa, Türkiye Eyaletlere Ayrılır..!’

31
Ağu
10

Ertuğrul GÜNAY’A Açık Mektup (3) !!!


Bağımsızlık ve özgürlük adına yedi düvele karşı kazanılmış, tarihin silinemez sayfalarına kanla yazılmış ilkelerdi onlar!.. Uygar, ilerici, toplumcu, bilimsel, demokrat, ulusalcı, özgürlükçü!.. Bu kavramları, bugün statükoculukla suçlama gafletini ve sapkınlığını gösteren zihniyet bunların özünü baştanberi kavramamıştı zaten!..
Evet, Sayın Bakan bu size 3. açık mektubum!.. Bu gidişle, açık mektuplarımın sonu gelecek gibi görünmüyor!.. O kadar çok şey hatırlatmaktasınız ki bana; size yazmamak elimde değil
Geçmişi hatırlatıyorsunuz hep!.. Ve bir zaman size yakınlık duymuş olmanın ezikliğini birtürlü atamadım üstümden!..ahmakça kandırılmış olmanın dayanılmaz acısı hep yüreğimde!..
Bunları daha önceki mektuplarımda da yazmıştım.. Tekrarlamak anlamsız!.. ama, aldanmış olmayı hele aldatılmış olmayı, kabullenmekte imkansız!..

Geçmişin aldatılmışlıkları yetmiyormuş gibi, gözümüzün içine baka baka, istemektesiniz ki, b i r d a h a aldanalım!..Tv’de “biz ailecek evet diyeceğiz, halkta evet diyecek” dediniz!..
Bilirsiniz, idrak sahibi bir kişi ancak birkez aldanır!. Oda ya güvenden yada cehalettendir. Bizimkisini hangisinden sayarsan!.. Akıl, izan ve vicdan sahibi bir kişiyi sürekli aldatmaya kalkmak hem erdemsizlik, hem de onu ahmak yerine koymak demektir!..

Laikliği, vazgeçilmez ilkesinden biri kabul etmiş ve bunu kendi yasasına değiştirilemez ilke olarak koymuş bir partinin genel başkanlığına talip olma noktasından; laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu en yüce mahkemenin tüm üyelerince tescillenmiş ve bu nedenle cezalandırılmış bir partinin bakanı olmanın nasıl duygular yaşattığını biz bilemeyiz!..

Ama, “isteme” yüzsuzlüğü kazandırmış olmalı ki aldanmamızın devamını istemektesiniz.
İsterdikki, yeni talepde bulunurken, geçmişinizde savunduklarınızı bir nebzecik hatırlayın!..

Sizin o gün savunduklarınız, zamanla, tam tersine evrilebilecek cinsten ilkeler ve fikirler değildi !..

Bir gömlek değiştirme basitliği boyutuna indirgeyip,değiştim diyebilme takiyyesiyle atlatılacak cinsten değildi taşıdığınız :

Bağımsızlık   ve özgürlük  adına  yedi  düvele  karşı  kazanılmış,  tarihin  silinemez

sayfalarına  kanla  yazılmış  ilkelerdi  onlar !..

Uygar,  ilerici,  toplumcu,  bilimsel,  demokrat,  ulusalcı,  özgürlükçü !..

Bu  kavramları,  bugün  statükoculukla  suçlama

gafletini  ve  sapkınlığını  gösteren  zihniyet  bunların

özünü  baştanberi  kavramamıştı  zaten !..

Bir anda nasıl da vazgeçiverdiniz bu ilkelerden!..

Tepe üstü düşse insan bukadar kısa sürede bu denli tersine evrilemez!..

O gün samimi idiyseniz bilime de aykırı bu sizin dönüşüm !.

Sizden başka bir örnek yokmudur tarihte !?..

Vardır elbet !..

Ama, bugün inkar ettiği ilkelerin, geçmişte liderliğini üstlenmeye soyunmuşu yoktur !..

Okumaya devam edin ‘Ertuğrul GÜNAY’A Açık Mektup (3) !!!’

31
Ağu
10

Bugün Böyle Ama Yarın ?

Af sorunu, kuyuya atılan taşı bin akıllının çıkarmaya çalışmasına benzedi.

Af dillenince RTE derhal efelendi.

Af isteyenlere, sen kimden yetki alıyorsun diye bas bas bağırıyor.

Aslında tek başına iktidar ya; bana sormadan, iznimi ruhsatımı almadan hangi yetkiye dayanarak genel af istersiniz demek istiyor.

Sonraları tartışma renk değiştirdi; soru geldi, gündeme oturdu: On binlerce insanı katleden Öcalan da mı affedilecek?

Haydaaa!

Bir yeni yarış başladı.

Özeti: Öcalan’ı affetmeyi önermedim. Sen daha önce terör yasasında terörist başının affını Meclis’e getirdin de karşı çıkıldı da… çark ettin, unuttun mu?

Tartışma yozlaştıkça, siyasal çatışmalara malzeme olan genel affın ne neme bir şey olduğu anlaşılmaz hale geldi.

***

Fakat siyasal rant uğruna başlatılan, sürüp giden af tartışmasının önemli ölçekte bir yararı olmadı değil, oldu.

Üstelik yıllardır, aylardır tartışılan bir konunun -ister hayırlara vesile oldu deyin ister demeyin- aydınlığa kavuşmasına vesile oldu.

Dağdaki teröristi ovaya indirmenin yolları araştırılırken bir af yasasının çıkarılması yıllardır (başta ABD) içeride savunulur oldu.

Kent PKK’si -elbette kimi odak noktalarının- kışkırtmasıyla Öcalan’ın affını sokaklara taşıdı.

Kürt partisi de koro halinde terörü sonuçlandırmak için -af demiyor ama- Öcalan ile devletin diyalog kurmasını dayatıyordu. Elbette diyaloğun ikinci aşamasında serbest kalacak Öcalan ile!..

İmralı’daki de önce sağlık sorununu, sonra terörü ancak kendisinin sona erdirebileceğini öne sürdü.

Tabii serbest kalması koşuluyla !

Okumaya devam edin ‘Bugün Böyle Ama Yarın ?’

30
Ağu
10

‘ATEŞİ VE İHANETİ GÖRDÜK’

Bu  yazıyı  statüko  kelimesini  kafasıyla  değil  de…

Başka  yeriyle  “anlayanlara”  şiddetle  tavsiye

ediyorum…

Her  ne  kadar  haram  mangırlara  alışmış  olsalar  da…

———————————————————————————————————————————————————–

İnsanlık, bugünkü uygarlık düzeyine devrimcilerin ve değişimcilerin savaşımlarıyla yükselmiştir.

Dünyanın neresinde ileriye dönük bir değişim ya da devrim yaşanmışsa orada mutlaka gelişim de olmuştur.

Diyalektiğin şaşmaz bir yasasıdır bu.

Rönesanslar, reformlar, Fransız ihtilalleri, Ekim devrimleri, dünya halklarının toplumsal yapılarında ve yaşantılarında çok büyük değişiklikler yapmıştır.

Bu açıdan bakınca, Mustafa Kemal Atatürk ‘ün gerçekleştirdiği 1923 Devrimi de Türkiye Cumhuriyeti’ni öteki İslam ülkelerinden ayıran önemli bir sosyal değişim olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ne  var  ki  ilkçağlardan  bu  yana,  toplumların  aydınlanmasına  ve  ilerlemesine

katkıda  bulunan  beyinler  susturulmaya  çalışılıyor.

Bu  da  statükonun  ta  kendisidir  ey  eski  “solcu”

artığı  liberal  pezevenkler…

Örümcek kafalılar, tutucular, “güneşi balçıkla sıvayabilmek” için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.

Sokrates’ler, Platon’lar, Keppler’ler, Kopernik’ler buluşlarıyla, görüşleriyle insanlarda değişim isteklerini kamçılayarak, kurulu düzene ve tanrıların buyruklarına ters düştükleri için nice zorluklarla, engellerle karşılaştılar.

“Dünya dönüyor” diyen Galileo ‘nin başına gelmeyen kalmadı.

Karanlıkla aydınlığın bu hesaplaşması, ilkçağlardan başlayarak yüzyıllarca sürdü ve bugünlere taşındı.

Tarih çarkını geriye çevirme girişimleri ülkemizde de sıkça karşılaştığımız olaylardandır. Bilim ve değişim düşmanı şeriatçılar, ortamı ve koşulları elverişli buldukları anda başlarını daha çok kaldırmışlar, daha çok şey istemişlerdir.

Ama işin daha kötü yanı, bu gerici çeteleri, bağımsızlık savaşı yeren ulusalcı güçlere karşı, her zaman, yabancı devletlerle işbirliğine girerek onları arkadan hançerlemiş, “hıyaneti vatan” suçu işlemişlerdir. Zaten siyasal İslamcıların, tarihinde “emperyalizmi ülkeden kovmak” diye bir sorunları olmamıştır, bu konuda herhangi bir çabaları da yoktur.

Denilebilir ki Kurtuluş Savaşı sadece dış düşmanlara karşı verilmiş bir savaş değildir; o aynı zamanda “şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit eden; gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunan” işbirlikçiler ordusuna karşı da verilmiş bir savaştır.

Okumaya devam edin ‘‘ATEŞİ VE İHANETİ GÖRDÜK’’

30
Ağu
10

Türkiye kelime-i şehadet getiriyor..

Bu koyu karanlığın kucağında parlayan yıldızı görüyor musunuz ?..

Hızla Türkiye’ye yaklaşan yıldızı..

İşte o gelen devrimin yıldızı..

Bu karanlığı ancak devrim yarıp çıkabilir..
Müjdeler olsun devrim geliyor…
Not edin bunu..

Sokaklara bakın; halk çıldırmış gibi, burnundan soluyor, sigortası atmış..

Türkiye tedirgin..

İdam mahkumunun tedirginliğini yaşıyoruz, deprem uğultuları geliyor dipten..

Trafosu havaya uçurulmuş bir kentin baskın gecesini yaşıyoruz..

Sancılar içinde kıvranıyor Türkiye…

Kefenden  söz  ediyor,  kefeni  giydiğini  söylüyor  BOP  eşbaşkanı..

Yalan,  külliyen  yalan ;  o  kefeni  bize  biçiyorlar,

Türkiye’ye  giydirecekler  o  kefeni..

Demokrasinin boynuna geçirecekler..

Ne yüce divanı kardeşim, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni idam edecekler.

Önümüze  konan  seçim  sandığı  değil  idam  sehpası..

Halkımızın hep bir ağızdan beyaz kefenlerini sallayarak attığı evet çığlığı

idam öncesi imam efendinin telkiniyle kelimeişehadet getirmesidir..

Türkiye  kelime-i  şehadet  getiriyor..

Meydanları  inleten  o  evet,  işte  bu ;

idam  öncesi  imamın  söylettiğidir…

13 eylül sabahı bir sala duyarsanız, biliniz ki; referandumda evet çıktı

ve devletimizin salası okunuyor…

Okumaya devam edin ‘Türkiye kelime-i şehadet getiriyor..’

30
Ağu
10

Neden “Hayır”

AKP’ye  verilen   %40  oy   ile  TBMM’nin  %60’ı  ele  geçirilmekte,  bu  şekilde  AYM’nin  17

üyesinden  12’si  hükümet  tarafından  belirlenmekte  ve  buna  halkın,  milletin  seçimi

denmektedir.

Kaldı  ki  AKP  milletvekillerini  de  AKP  teşkilatının  değil,  tek  başına  Tayyip

Erdoğan’ın  belirlediğini  biliyoruz.

Yani  AKP’nin  sisteminde  Tayyip  milletvekillerini  belirlemekte,

o  milletvekilleri  cumhurbaşkanını  seçmekte,

elbette  Tayyip’in  belirlediği  adayı  seçmekte,

sonra  Tayyip’in  belirlediği  cumhurbaşkanı  Tayyip’in  milletvekillerinin  önerdiği

adaylar  arasından  AYM  üyeleri  seçmektedir.

Bu,  tam  da  Fethullah  efendinin  bahsettiği  “ katakulli ”dir !

Tayyip,  sistemin  püf  noktasını  bulmuş  ve  aşmıştır !

——————————————————————————————————————————————————————————–

Fethullah  ve  püf  noktası

Fethullah  ne  diyordu :

“ Arkadaşlarınızın  mevcudiyeti,  İslam’ın  geleceği  adına  bu  işin  garantisidir  yani.

Bu  açıdan  Adliye’de,  Mülkiye’de  veya  başka  bir  hayati  müessesede  bizim

arkadaşlarımızın  mevcudiyeti,  öyle  ferdi  mecburiyetler  şeklinde  ele  alınıp  öyle

değerlendirilmemelidir.  Yani  bunlar  gelecek  adına  bizim  o  ünitelerde

garantimizdir.  İstikbale  yürümek  için,  sistemin  püf  noktalarını  keşfedin.  Hálá  bu

sistem  devam  ediyor.  Bu  sistem  içinde  arkadaşlarımız  istikbale  yürüyeceklerdir.

Öyleyse  o  sistemin  püf  noktalarını  bilmeleri  lazım,  keşfetmeleri  lazım.

Aşmaları  lazım.  Bu  da  meselenin  diğer  bir  yanıdır.”

Evet, bundan on yıl önce televizyonlara düşen ünlü kasedinde böyle diyordu Fethullah.

İki kurum ise öncelikli önemliydi, biri adliye, biri mülkiye.

Bu iki kurum ele geçirilecekti.

Ama bu konuşmada asıl önemli kavram “püf noktası” kavramıydı.

Sistemin püf noktaları bulunacak ve aşılacaktı!

İşte şu anda yapılacak olan referandum, bulunan bu püf noktalarından birisidir, belki en önemlisidir. En önemlisidir çünkü bu anayasa taslağı geçerse, AKP’nin artık püf noktası bulması ve aşması gibi bir sıkıntısı kalmayacak. Çünkü sistem AKP’nin eline geçmiş olacak!

Tayyip  ve  hukuk  yanyana gelince  neden ters  mıknatıslanma  yapar ?

Peki bu referandumla ilgili püf noktaları neler ?

AKP inanılmaz bir yüzsüzlükle, tarihin en yalan kampanyasını yürütüyor, en büyük demogoglar sahne alıyor, en büyük tehditler savruluyor, en kafa karıştırıcı söylemler havada uçuşuyor.

AKP’nin tüm bu kirli, kara ve yalan propagandasının altında yatan püf noktaları o nedenle açığa çıkartılmalı.

AKP’nin en çok başvurduğu kavram, yargının meclisi kuşattığı.

Tayyip Erdoğan’ın hukuk düşmanlığı, Yargıtay’a, Danıştay’a kini, Anayasa Mahkemesi ile olan “ters mıknatıslanması” en bilinen şeyler.

Öncelikle “hukuk ve Tayyip”in, “hukuk ve AKP”nin neden biraraya geldiklerinde böylesine bir “ters mıknatıslanma” yaptığını açıklayalım.

Bundan 3 sene önce şöyle yazmıştık:

“Kürt-İslam Sentezi aslında bir sentez değil faşizmdir ve bu ikisi arasında çok önemli bir fark vardır.

Kürt-İslamcı güçler, kendi güçlerine güvenerek demokratik bir ortamda iktidara gelip, bu iktidarlarını da yine demokratik bir rejim altında sürdürecek bir geleneğin ürünü değildirler.

Temelinde bir kabile düzeyini hiç aşamamış ilkel bir Kürt kavmiyetçiliği ile yine bu toplumsal yapının ürünü olan şeyhlik olduğu için Kürt-İslamcı hareket doğal olarak ilkel bir diktatörlük, faşizm ile kendini ortaya koymaktadır.

Her siyasal ideoloji çağımızda hukuksal zeminde yükselir. Ancak bu Kürt-İslamcı faşistler kesinlikle hukuksal bir rejime karşıdırlar. Bunların düzeninde değil hukuğa, kanuna bile yer yoktur.

Bunlar hukuk devletini rafa kaldıracak, kanun devletini bile mumla aratacak bir emir devleti kuracaklardır.

Burada emir devleti ifadesi tam oturmaktadır: Nitekim bugün bile Şeriatçı ülkelerin başında Emirler bulunmaktadır.

Şeriatçı rejimin sahipleri, Şeyhler, Emirler gücü halktan değil Allah’tan aldıklarını iddia ederler. Bu nedenle halkın iktidardaki temsilcisi değil, Allah’ın yeryüzündeki emir eridirler.

Şeriatçıların ağzındaki “Allah’tan başka kimseden korkmam” sözünün gerçek anlamı da “Allah’tan başka kimseye hesap vermemektir.”

Böylece yeryüzünde her türlü hukuki yaptırımdan kurtulur, öbür dünyada Allah’a hesap vereceklerini söylerler.

Şeriatçı hareketin bu hukuksuz, kanunsuz ve elbette halktan onların çok sevdikleri ifadeyle “cumhur”dan bağımsız ve onun üstündeki diktatörlüğü böylesi bir ideolojinin sonucudur.”

Tayyip’in  yargı  korkusu

Böylesi bir bakış açısı içinde yetişen bir faşistin hukuktan korkması aslında onun demokrasiden ve en başta da halktan korkması anlamına gelir.

Tayyip, her ne kadar “halka gidelim” söyleminin ardına sığınsa da, aslında onun hukuk korkusu, halk korkusundandır.

Nitekim kendisi yıllar öncesinde “halkı din, dil, ırk kökeninde ayırarak iç düşmanlık ve kışkırtıcılık yapmaktan” mahkum olmuş, sabık bir kışkırtıcıdır.

Aynı kışkırtıcılığa bu referandum kampanyasında da tam gaz devam etmekte, halkı ikiye bölmekte, birbirine karşı kışkırtmakta, kamplara bölmeye çalışmaktadır.

Gelelim şu yargı kuşatması meselesine.

Bir siyasetçinin, hele hele bir iktidarın yargıdan bu şekilde bahsetmesi bile aslında suçtur.

Çünkü yargı, parlamenter demokratik sistemde zaten “yürütmeyi” ve “parlamentoyu” hukuki yönden denetlemek için vardır.

Yani yetkiyi eline geçiren istediğini yapamasın, Tayyip gibi ali kıran baş kesen olmasın diye yargı üçüncü ve bağımsız bir erk olarak kurulmuştur.

Okumaya devam edin ‘Neden “Hayır”’

30
Ağu
10

Hukukçular, gün cesur olma günüdür !

Görüldüğü üzere Referandum paketi ile aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği oylanmaktadır.

Demokratik bir rejimle mi devam edeceğiz yoksa diktatörlükle mi, bu oylanmaktadır.

Ve referandum geçerse, AKP seçimleri kazanacak tüm “katakulli” düzenlemelerini de rahatlıkla yapabilecektir.

Peki ne yapmalı ?

Sistem püf noktaları ile ele geçirilmeden mutlaka bir şeyler yapmalı !

Bunun için en önemli görev HSYK’ya düşmektedir.

HSYK’nın Adalet Bakanı hakkında yaptığı suç duyurusu önemli bir adımdır. Ama yetmez.

Hukuk, AKP’nin eline geçtiğinde Ergenekon örneğinde gördüğümüz gibi tüm muhalefeti sindirecek bir yönteme dönüşmektedir.

Ve demokrasi, hukuk yok edilmektedir.

Hukuğu savunmak için hukukçularımız da en az AKP’liler kadar cesur olmak zorundadır.

Hukukçularımızın elinde hala belli bir güç vardır.

Ama bu gücü kullanmaktan korkan hukukçular bir süre sonra hapiste olacaklarını bilmek zorundadırlar.

AKP’nin işlettiği hukuk aşma sistemi, aynı yöntemle karşılanmadığı sürece, ayakta kalma şansı artık yoktur.

Bugün AKP’nin Adalet Bakanı’nı bile tutuklatıp hapse atmak mümkündür.

Bilindiği gibi dokunulmazlık mutlak değildir.

AKP’nin savcılarını, hakimlerini tutuklatmak da mümkündür.

Tıpkı onların yaptığı gibi!

Ve gün cesur olma günüdür !

Gökçe FIRAT

http://www.turksolu.org/295/firat2295.htm

30
Ağu
10

Yeteerrrr !

Kimi  dangalaklar  AKP’nin  çalışması  yetmezmiş  gibi  sokaklarda  “yetmez  ama  evet”

diye  bildiri  dağıtıyor.

Nesi  yetmez ??!!!

İçeri  attıkları  gazeteciler  mi  yetmez ?

İşçiye  attıkları  dayaklar  mı  yetmez ?

İşten  attıkları  işçiler  mi  yetmez ?

Sattıkları  fabrikalar  mı  yetmez ?

Basına  uyguladıkları  baskılar  mı  yetmez ?

Daha  ne  istiyorsunuz  ?!!!

Adamın  bir  tek  ananızı  sikmediği  kaldı,   onu  mu

istiyorsunuz ??!!!

Türkiye’de  bugün  de  yeteeerrrr !  demiyeceksek  ne  zaman  diyeceğiz…

Yeteeerrrr !!!

——————————————————————————————————————


AKP’nin  anayasa  değişikliği  oyununa  karşı  muhalefet  ne  yapıyor ?

Maalesef  hiçbir  şey  yapmıyor…

Tüm  Türkiye  AKP’nin  “Evet”  bilbordları  ile  donatılmış  durumda  ama  CHP  ve

MHP’nin  “Hayır”  bilbordları  yok.

Neden ?

Sorun elbette para değil, çünkü CHP AKP’den bile daha zengin bir parti.

Ama muhalefet AKP’nin belirlediği zeminde, yani 12 Eylül zemininde bir propaganda yürütüyor.

Bu ise AKP’yi daha da güçlendiriyor.

Çünkü böylelikle Anayasa değişikliğinin özünü halk öğrenememiş oluyor.

İkincisi AKP’nin zayıf karnı olarak görülen fakirlik edebiyatı özellikle CHP tarafından işleniyor.

Ama bu da sadece AKP’yi zayıflatacak bir propaganda ve anayasayla ilgili değil.

Kısacası AKP, referandum paketinin içeriğinin konuşulmaması için,gündemi belirliyor, MHP ve CHP bu sahte gündemi tartışıyor, bu arada ise AKP halkı yalan propaganda ile “evet”e ikna ediyor!

Bu arada tıpkı 12 Eylül döneminde olduğu gibi “Hayır” kampanyalarına valiler, kaymakamlar, emniyet engel oluyor.

“Hayır” kampanyası adeta yasaklanıyor.

Okumaya devam edin ‘Yeteerrrr !’

30
Ağu
10

12 Eylül ile hesaplaşmak!

AKP’nin  referanduma  değişikliklerin  göz  boyasından  başka  bir  şey  değildir…

Değişen  bir  virgül  için  “Evet”   diyen  gafiller,  aslında  cumhuriyetsiz  demokrasiye,

demokrasisiz  demokrasiye  “Evet”  demektedir.

12 Eylül’le  hesaplaşmak  isteyen  ilkin,  onun  ürünü  AKP

ile  hesaplaşmalıdır…

Bu  kadar  basit…

—————————————————————————————————————————————————————————————-

SAĞ ve İslamcı cenah türlü çeşitli yollarla referandumda “Evet” demenin ne kadar vacip ve sevap olduğunu kanıtlamak için elinden geleni yapıyor. İslamcı basın derin hocalardan olumlu görüş (fetva) almak için birbiriyle adeta yarışmakta.

18 Ağustos 2010 tarihli Zaman Gazetesi’nde de Abdullah Büyük Hocaefendi

“12 Eylül günü, umre için bile olsa sandık başına gitmemek, evet dememek büyük vebaldir” diye buyurmuş.

Pek yakında “Evet” demenin Kuran’daki yerini bile gösterirler.

NURİ  ALAN  DİYOR  Kİ ?

Biz işimize bakalım: Emekli Danıştay Başkanı Nuri Alan bu konuda neler yazıyor (Cumhuriyet, 18.08.10) ona dikkat edelim: “Milli Güvenlik Konseyi, üç yılı aşan yönetimi döneminde (12 Eylül 1980-6 Aralık 1983) anayasal kuruluş ve işleyişleri, temel hak ve özgürlükler gibi çok önemli ve değişik alanlarda çok sayıda düzenleme yapmıştır” dedikten sonra saymaya başlıyor:
“Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, TRT, Devlet Güvenlik Mahkemeleri (mülga), Yüksek Öğretim, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili yasalar ve Siyasi Partiler Kanunu, Sendikalar Kanunu, Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu, Milletvekili Seçim Kanunu, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanunu, Kamulaştırma Kanunu bunlar arasında yer almaktadır.

Sayısal olarak ifade edilirse bu dönemde 669 Yasa, 139 Kanun hükmünde kararname olmak üzere 808 yasama tasarrufu yürürlüğe konulmuştur.

Okumaya devam edin ’12 Eylül ile hesaplaşmak!’

29
Ağu
10

Az kaldı…

Çok  az  kaldı…

Veee  sonrası…

29
Ağu
10

Progress – Regress ( Her Bakımdan )

29
Ağu
10

Politikada nükte…

Abraham Lincoln, Amerika’nın ünlü başkanlarından biridir, yoksul bir ailenin çocuğu olarak hayata atılmış, değişik işlerde çalışmış; bakkal çıraklığı, kadastro işçiliği, köy postanesinde memurluk, sonunda avukatlık… (x)
Abraham Lincoln, her lafını espriyle bitiren, nükte yapan, gerektiğinde de rakiplerini sivri diliyle yaralayan bir politikacıydı.
* * *
Siyasete atılmadan önce bir kilisede vaaz dinliyordu, papaz sordu:
“Cennete gitmek isteyenler ayağa kalksın!”
Kalkanlar oldu, lakin Lincoln yerinden kıpırdamadı.
Papaz bu defa “cehenneme gitmek isteyenlerin kalkmasını” söyledi, kalkanlar oldu ama Lincoln yine yerinde oturuyordu.
Papaz merak etti, Lincoln’e sordu:
“Cennete de gitmek istemiyorsunuz, cehenneme de…”
Lincoln ayağa kalktı:
“Ben kongreye, parlamentoya gitmek istiyorum.”
* * *
Lincoln, zenci Amerikalıların haklarını savunuyor, köleliğe karşı çıkıyor ve şöyle diyordu:
“Eğer sorunları çözecek bir hal çaresi bulamazsak, ülkenin başına büyük bir felaket gelir, içinden yıkılmış ev ayakta duramaz.”

Okumaya devam edin ‘Politikada nükte…’

28
Ağu
10

UĞUR MUMCU VE ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

Bazı   ülkelerde   bazı   kimseler,   devleti   soymak   için   politikacı   kılığına   girerler.

Partilerde,    parlamentoda    boy    gösterirler.

İhracat,   ithalat,   banka   soygunu   gibi   işleri,  yasal   ilişkilerle   yürütürler.

Bunlar    da    çetedir.

Ve   çetelerin   en   aşağılığı   bunlardır.

Bunlar    yüzlerine    devlet    adamı   maskesi    takıp,    halkı    soyarlar.

Allah’a   çok   şükür   memleketimizde   böyle   çeteler  “yok”tur..!!!

————————————————————————————————————

Atatürkçü, laik, cumhuriyetçi, demokrat bir Türkiye’nin yılmaz savunucusu; devrimci, hep emekten yana, araştıran ve sorgulayan gazeteci Uğru Mumcu, 24 Ocak 1993 günü otomobiline konan bir bomba ile, inandığı tüm bu değerler uğruna yaşamını yitirdi.

Yaşamı boyunca devrimciliğini ve cumhuriyetçiliğini ön planda tutan Uğur Mumcu’nun daha 1976 yılında yazdığı bazı satırlar günümüze ışık tutmaktadır aslında.

Okurken  bu  gün  ile  benzerliklerini  siz  de  fark  edeceksiniz.

“ Bir  toplum  böyle  çöker  işte.

Devletin  yerini  kaba  kuvvet  alır,  susulur.

Yasanın  yerini  Allah  alır,  korkulur.

Yolsuzluklar,  cinayetler  birbirini  izler,  eller  kollar  bağlanıp  götürülür.

Vuran  vurur,  öldüren  öldürür  ve  bütün  bunlardan  sonra  bir  çete  gelir  ve  devleti  teslim  alır.”   (Cumhuriyet,  15 Ocak 1976)

“ Temel  hak  ve  özgürlükleri  ortadan   kaldıran,  anayasaları  lüks  bulan,  işkence  karargahları  kurup  bir  gecede  ülkenin  bütün  ilerici  aydınlarını  cezaevlerine  dolduranların,  yine  de,  demokratik  yaşantımızın  demirbaşları  olarak  yerini  koruduklarını  görünce,  ülkemizde  bu  manevi  müeyyide  sistemi’nin  yeterince  işlemediğini  düşünüyorsunuz.”  ( Cumhuriyet, 16 Ocak 1976)

“ Cephe  çadırlarının  baş  sorumlusu,  bütün  kavramları  tersine  çevirmekte  ve  sanki  hukuk  devletinin,  demokrasinin  ve  Anayasa’nın  savunucusuymuş  gibi  Başbakanlık  merdivenlerini  inip  çıkmaktadır.

Akılları  karıştırmak  için  ikide  bir  de :  –  Cumhuriyet  düşmanları…  Demokrasi  düşmanları…  gibi saldırı  silahlarını  da  Başbakanlık  merdivenlerinden  fırlatıp  durmaktadır.

Demokrasi  düşmanı diye  Anayasa’yı  değiştirip,  ülkenin  aydınlarını  bir  gecede  cezaevlerine  dolduranlara,  işkence  evleri  kuranlara  ve   bu  olup  bitenlere  destek  olanlara  denir.

Cumhuriyet  düşmanla ı  ise,  her  türlü  gerici  ve  saldırgan  örgütlerle  iktidar  hırsı  için  ortaklık  yapanlardır.

Ne  zaman  yolsuzluk  söylentileri  suç  belgeleri  ile  Başbakanlık  kapılarına  dayansa,  Demirel  ne  yapıp  yapıp  bir  rejim  meselesi  çıkarır  ve  el  altından  sıkıyönetim  için  pazarlıklara  girişir.

Bu  pazarlıklar  sürerken  de  Demokrasi,  Milliyetçilik,  Cumhuriyetçilik  gibi  kavramları  kullanarak,  yolsuzlukları  unutturmak  ister.”   ( Cumhuriyet,   18 Ocak 1976 )

O  günlerle   bu  günler   arasında    fark   var   mı   sizce ?

1976 yılında Milliyetçi Cephe hükümetleri iktidardaydı ve sokaklarda Sağ- sol kavgaları ile gençlerimiz aydınlarımız öldürülmekte idi.

Bu cinayetler işlenirken yolsuzluklar ve yoksulluk alıp başını gitmişti ama Başbakanın ağzından Demokrasi sözleri eksik olmazdı.

Bu gün iktidarda o dönem iktidarı oluşturan partilerin içinden çıkma bir çok kişinin yer aldığı AKP hükümeti var.

Sağ- sol  kavgası  yerine  PKK  terörü  var.

Her  gün  şehit  cenazeleri  ve  bombalamalar  yaşanıyor.

Aydınlar  Silivri  cezaevine  kapatılıyor  ve  tutuklu  adı  altında  2-3  yıldır  orada  mahküm hayatı  yaşıyor.

Yolsuzluklar  artık  sınırlarının  son  haddesine  gelmiş  durumda.

Artık  bu  yolsuzlukları  çuval  kaldıramıyor.

Halk  her  gün  açlığa  yoksulluğa  mahkum  edilirken  gün  geçmiyor  ki  bir  devlet  büyüğünün  yakınının  nasıl  zenginleştiği  haberlerini  alıyoruz.

Ne  tesadüftür  ki  aynı  yıllar  önce  Demirel’in  söyledikleri  bu  gün  de  günümüzün  başbakanının  ağzından  düşmüyor  “ DEMOKRASİ”.

O   zamanlarda   da   sıkıştıkları   zaman   gündem   değiştirmek   için   rejim   krizi  

çıkarılırdı,   günümüzde   de.

Değişen   sadece   aktörler.

O   günkülerin   yerini   bu   gün   öğrencileri   almıştır.

Onların   açtıkları    yolda    başlattıkları   hedeflerde   ilerledikleri   için   de   daha 

pervasız   olmuşlardır.

Yoksa   her   şey   yine   aynı.

Bu    kadar    basit…

Sözlerimi yine Uğur Mumcu üstadımdan bir alıntı ile bitireyim ve O’nu bir kez daha saygı ile analım:

“ Bazı ülkelerde bazı kimseler, devleti soymak için politikacı kılığına girerler.

Partilerde, parlamentoda boy gösterirler.

İhracat, ithalat, banka soygunu gibi işleri ,yasal ilişkilerle yürütürler.

Bunlar da çetedir.

Çetelerin en aşalığı bunlardır.

Bunlar yüzlerine devlet adamı maskesi takıp, halkı soyarlar.

Allaha çok şükür memleketimizde böyle çeteler yoktur!…” ( Cumhuriyet, 22 Mart 1975 )

Recep ULUTÜRK

http://www.ilk-kursun.com/2010/08/ugur-mumcu-ve-anayasa-degisikligi/

28
Ağu
10

Atatürk’ü Bilmek Stratejiyi Bilmektir

Devletler sıradan kurumlar değildir.

Özgün tarihleri, örgütlenme modelleri, yapılanmaları, hedefleri ve buna uygun stratejileri vardır.

Uluslararası politikanın temel aktörü olan ulus devletler, hedeflerine ulaşmak için stratejik ve taktik planlar yapar, gerekli siyasi, iktisadi, askeri, toplumsal, kültürel modelleri üretir ve buna uygun araçlarla kendilerini donatırlar.

Bu konuda en küçük bir yanlış hesap, genellikle telafisi imkânsız sonuçlar doğurur ki, askerlik biliminde bu hesap hatası şöyle öğretilir: “Yığınakta yapılan hata telafi edilmez”.

Bu nedenle askerlik özünde; günlük değil, fakat yüksek siyasetle, siyasi parti odaklı değil ama ulusal güvenlik odaklı siyasetle iç içedir.

Devletlerin stratejisi elbette ki sadece silaha dayanmaz ama silahlı güç sahibi olmadan da stratejik güç olunmaz.

Nitekim savaş siyasetin güç yoluyla hedefe varma arzusunun bir aracıdır.

Söz konusu Türkiye Cumhuriyeti olduğunda, gerek kurtuluş yöntemi, gerek kuruluş süreci, gerekse kurucu kadroları itibarıyla savaş daha fazla öne çıkar.

Çünkü Cumhuriyet, emperyalizme ve onun ülkedeki işbirlikçilerine karşı verilen bir Ulusal Kurtuluş Savaşı ile kurulmuş, savaşla birlikte devrim aynı anda, eş zamanlı olarak gerçekleştirilmiştir.

Kısacası Milli Mücadele’yi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemini anlamak için gereken iki anahtar kelime, “savaş” ve “devimdir”.

Antiemperyalist savaş ve egemenliğin kökünü, kaynağını, tanımını değiştiren bir aydınlanma devrimi bu işin özüdür, öznesidir.

Devrim tarihin akışına iradeyle, savaş ise silahla müdahale etmektir.

Kurtuluş Savaşı’nda ikisi de vardır ve Cumhuriyet bu ikisi sayesinde kurulmuştur.

Bu savaşı yapan ve devrimi gerçekleştirenler de, devletleşirken milletleşen, milletleşirken devletleşen Türk Halkıdır.

Ulus egemenliğine dayanan, laik, çağdaş ve bağımsız bir devlet kurmak ulusal hedeftir.

Milli Demokratik Devrim onun stratejisi, Meclis’in emrindeki ordu ise onun silahlı gücüdür.

Türk Milli Mücadelesi, işgalci düşmana karşı yapılan, hele de antiemperyalist karakter taşıyan her savaşın, ulusal düzlemde de iç savaş boyutu olduğunu gösteren önemli bir örnektir.

Halkın yokluğunu, yoksulluğunu, yorgunluğunu ve yılgınlığını göstererek, onun gücüne inanmayanların, ona güvenmeyenlerin, “ulusal mücadele verirsek, tam bağımsızlık istersek ülke daha da kötü olur, parçalanır” diye düşünenlerin ve daha da kötüsü işgalci düşmanla işbirliği içinde olanların mağlup edilmesi, düşmanın yenilmesi kadar, belki de daha zor olmuştur.

Devrimci ve halkçı milliyetçilik ile emperyalizm güdümlü teslimiyetçilik savaşmıştır.

Sadece siyasi düzlemde değil, askeri düzlemde de savaşmıştır.

Emperyalizm destekli, etnik ve dinsel temelli yıkıcı, bölücü iç isyanlara karşı verilen kavganın boyutu bunun kanıtıdır.

Okumaya devam edin ‘Atatürk’ü Bilmek Stratejiyi Bilmektir’

28
Ağu
10

AKP VE RECEP BEY’İN GEÇMİŞİNDEN BİRKAÇ BAŞLIK

AKP lideri Recep Bey, 12.Eylül.2010 tarihinde yapılacak olan Anayasa oylamasında “Evet” sonucunun alınmasının, partisi AKP ve kendi şahsı açısından hayat mamat meselesi olduğunu bildiği için, propaganda mitinglerinde, bugünkü modern, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’ ye, CHP üzerinden insafsızca saldırıp, o günün koşullarına göre değerlendirilmesi gereken tarihi olayları, çarpıtarak gündeme getirmekten çekinmiyor.

Bugünün koşullarında, Lozan anlaşmasını karalayabiliyor ve en son Dersim isyanı üzerine Dersimin bombalanmasını gündemine alarak, dolaylı olarak Atatürk’ü ve açıktan açığa da İsmet İNÖNÜ’ yü, tarihi gerçeklere aykırı olarak, acımasızca itham ediyor.

Sözün kısası, aklı sıra ve kendince, “Evet” sonucunu ulaşabilmek için her yolu deniyor, şu ramazan gününde, ölmüş ve bu dünyadan göçüp gitmiş olan bu millete hizmet etmiş kişilerin arkalarından konuşarak, dedikodu yapıp günah işliyor.

Siz değerli okuyucularıma soruyorum; Recep Bey’ in bu davranışlarının, Müslümanlıkta yeri var mıdır, gerçek anlamda Müslüman olan kişilerden böyle bir davranışı bekleyebilir misiniz?

Tabii ki hayır.

Televizyonlardan izliyoruz. AKP’ li Belediyeler iftar yemekleri düzenliyor, büyük kalabalıklar topluyor ve bu kalabalıkların karınlarını doyurmanın karşılığını “Evet” oyları ile geri istiyor. İftar yemeklerinde bile propaganda ve politika yapıyorlar. Gerçek Müslümanlıkta, yapılan iyiliklerden bir karşılık beklenmemesi asıl olmalıdır. Ama nerede. Amaç, her fırsatta siyasal rant elde etmek. İftar sofraları bile, siyasete alet ediliyor.

Yani,  iftar  sofraları  bahane,

AKP  propagandası  şahane.

Bu  kadar  basit…

Konuyu daha fazla dağıtmadan başa dönecek olursak, onun bunun geçmişiyle uğraşmaktan, siyasal hırsı yüzünden, tarihe mal olmuş mazide kalmış olayları çarpıtarak bugünlere taşımaktan pek hoşlanan Recep Bey’in, mazide kalan olayları, hiç gereği yokken, bugün ele alıp eleştirmeye hiç hakkının bulunmadığını düşünüyoruz.

Zira, başkalarının mazilerini eleştirebilmek için, Recep Bey’ in mazisinin çok temiz ve bugünkü tavır ve söylemleriyle uyumlu ve tutarlı olması zorunludur.

Recep Bey’in nerelerden geldiğini, milli görüş gömleğini çıkardığını iddia etse de, (Biz aksi kanıdayız.) milli görüşü açıktan açığa savunduğu yıllardaki amaç ve düşüncelerini hepimiz çok iyi biliyoruz.

Sosyal paylaşım ve arkadaşlık sitesi Facebook sayfama bugünlerde gelen ve Recep Bey’ in görüntü ve konuşmalarını içeren eski video kayıtlarını ibretle ve hayretle izledim.

Okumaya devam edin ‘AKP VE RECEP BEY’İN GEÇMİŞİNDEN BİRKAÇ BAŞLIK’

28
Ağu
10

Çetin DOĞAN’dan Açık Mektup

Merhabalar;

Sayın Sedat Ergin’in adeta bir “pehlivan hikayesine” dönüşen Hürriyet Gazetesi’ndeki yazı dizisini, belki yarın esas konuya girer beklentisiyle, sabırla takip ettim.

Bu arada yaptığı araştırmalar sonucunda bana önce Damadım Dani aracılığı ile, daha sonra da doğrudan yöneltiği sorulara samimiyetle yanıtlar vererek, ister istemez “dizisinin” “müdahili” oldum.

Müdahil oluş nedenim, kamuoyunda saygın gazeteci imajını yaratmış bir araştırmacı yazarın, 05-07 Şubat 2003 tarihlerinde 1.Ordu K.lığında icrara edilen Plan Semineri’nde bir “Darbe Planının” tartışılıp tartşılmadığı, “Balyoz güvenlik Planı’nın” gerçek olup olmadğı, kimler tarından hangi amaçla hazırlandığı, v.s. gibi “Dava’nın” özünü oluşturan konuların aydınlanmasına katkı sağlıyabileceğine “safiyane” olarak inanmış olmamdan kaynaklanmıştır.

Bu amçla kendisine konunun aydınlanması için sorular da yönelttim.

Sayın yazardan beklentilerim, bugün (26.08.2010) Hürriyet Gazetesi’nde manşete de taşınan köşe yazısıyla tam bir hayal kırıklığı ile noktalanmıştır.

Maalesef bugün yazarlarımızın önemli bölümünün, gerçeklerin değil, belli çevrelerin beklentilerinin umurlarında olduğu ne kadar acı verici!

İşte bu nedenle, kendisi ile yazışmalarımızı, noktası ve virgülüne dokunmadan aşağıya alıyorum.

Kararı bu açıklamayı ve Sayın Ergin’in yazılarını okuyanlar versin.

Bu vesileyle konuya ilişikin 22.Ocak.2010 tarihinde “Bir Darbe Planı Hazırlanmıştır” kesin hükmünü taşıyan yazısına, ayni gün kendisine verdiğim yanıt ile 24.01.2010 tarihinde yaptığım açıklama, yazışmalarımızda konu edildiği için, her ikisini de ilişikte sunuyorum.

Sağlık(Özellikle sağduyu ve akıl sağlığı bozulanlar için), esenlik ve saygılar sunarım.26.08.2010

Çetin Doğan

Not: Sayın Ergin’in aşağıda metinde geçytüği için 22.01.2010 tarihli yazısına karşı 24.01.2010 tarihinde yaptığım açıklama ekte sunulmuştur.

SEDAT  ERGİN’in  YAZI  DİZİSİNE  İLİŞKİN  YAZIŞMALAR  VE  SORULARINA  YANITLAR

Sedat Ergin’den Dani vasıtası ile Ç.Doğan’a gönderilen istek:(16.08.2010 Saat:18.16)

Merhabalar; Sedat Ergin’in sizden cevaplandirmanizi rica ettigi sorulari yolluyorum.

Ç.Doğan’dan Sedat Ergin’e;(Gönderilme tarihi:17, 2010 at 12:30 PM)

Sayın Sedat Ergin

Okumaya devam edin ‘Çetin DOĞAN’dan Açık Mektup’

28
Ağu
10

İşte Evet – Hayır Farkı !..

Not :  Bir yazımızda, mevcut iktidarı eleştirmişiz.

Bir vatandaşımız da bu eleştiriye bir iletiyle cevap vermiş!..

Hem gelen iletiyi, hem de verdiğimiz cevabı aynen sunuyoruz!.

“Evet”, “Hayır” farkını görmek açısından önemli; takdir sizin!…

GELEN  İLETİ :

ulen işiniz gücünüz palavra be sizinkileri de gördük başta neler yaptılar…
hala adamları eleştiriyorsunuz be ben zaten sizi anlamıyorum nasıl eğitimcisinz, yahudimisiniz nesiniz ya… hemde servet düşmanı..
Türkiye dış politikada sözü gecen bir ülke haline geldi hala bundan da yakınıyorsunuz ya….
yuh artık ya
huseyin karaba yazdı:

CEVAP :

Sayın Hüseyin Kardeşim;
Lütfen söylenenlere kulak ver..

Sadece tek taraflı yayın yapan medyayı izleme,
hepsine bakmaya ve izlemeye alış.

Ne sadece benim söylediklerime, ne de sadece o izlediklerine inan.

Öncelikle,Tanrının sana verdiği aklını kullan..

Ne iş yaptığını bilmiyorum ama, yaptığın işin emeği ile eline geçen bedeli ölç..

Nasıl oluyor da bu kadar kısa sürede, bu kadar zengin olabiliyorlar onu sorgula!..

Hep onlar mı akıllı, hep şans onlara mı gülmüş?

Hiç mi onlardan birinin işi kötü gitmiyor!?

Kendinle kıyasla, aklını kullan..

Körü körüne itaatı ve inanmayı tanrı yasaklamıştır.

Seni aldatanların girdikleri günaha, onlara körü körüne inanarak sen de girme.

Ülkenin içine düştüğü halleri gör lütfen..

Hani nerede devletin kazandığını söylediğin saygınlık!..

Düşün, 7 yılda 88 ülkeye tam 255 ziyaret yapılmış..

Bu ziyaretler, yolcularına milyonlarca dolar yolluk kazandırmıştır ama, ülkeye ne kazandırdığı belli değil.

Lütfen hangi saygınlığı kazandığımızı bize de göster de söylediğin körlüğü kabul edelim..

Eğer kazanılan birşey olsaydı en azından Erdoğanın kardeşim dediği İtalya Başbakanı Berliskoni son İsrail baskınında Birleşmiş Milletlerde Türkiye’yi desteklerdi..

Hele Amerikaya her 150 günde bir ziyaret yapıldı, 18.cisi gerçekleşti.. yakında 25. ve 30.cusu da gerçekleşir..

Niye milletlearası kararlarda bir kerecik Türkiyenin yanında yer almadı ABD?

ABD Dışişler Bakanı Bayan … soluğu ikide bir ermeni soykırım anıtında alıyor!..

Bu mu saygınlık ?

Okumaya devam edin ‘İşte Evet – Hayır Farkı !..’




İstatistikler

  • 2.406.134 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ağustos 2010
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
3031  

En fazla oylananlar