Nisan 2013 için arşiv

28
Nis
13

Dünya bize h’ayran

Turizm   sezonuna   girerken ;  “milli   içki”   “gündemi”nin   etkisiyle   rakı   satışlarının  

olağanüstü   artışından   dolayı,   rakı   üreticileri   adına   sayın   başbakanımıza   çok  

teşekür   ediyoruz…

Reklâmın   iyisi   kötüsü   olmaz…

Reklâm   reklâmdır…

————————————————————————————————————

Başbakanımız   “milli   içkimiz   ayrandır”   demiş. MİLLİ  İÇKİMİZ

*
Başbakanımızın  rakı’dan  anlamadığı…

2  milyar  100  milyon  dolara satılan  rakı’yı  sadece  292  milyon  dolara  vermesinden  belliydi !
*
Ayranla  bu  kadar  oluyor  tabii.
*
Milli  içkimiz,  rakıdır.
Üstelik,  rakıyı  resmen  milli  içki  ilan  eden,  AKP  hükümetidir.

Rakıyı  milli  içki  olarak  tescilleyen  Türk  Patent  Enstitüsü  Başkanı’nı  o  makama  AKP  atadı.

Türk  Patent  Enstitüsü  Başkanı’nın  eşi  de  AKP  milletvekiliydi.

Dolayısıyla…

“Rakı  balık  Ayvalık”  gibi,  zincirleme  reaksiyonla  AKP’nin  millisidir  rakı.
*
Resmi  Gazete’de  bile  yayımlandı.
“Karakteristik özelliğini Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan doğal unsurlardan, özellikle Türkiye’de yetişen üzüm, anason ve Türkiye’de uygulanan geleneksel üretim yöntemlerinden alan, kendine has, renksiz alkollü içki” olarak tanımlandı. “Geleneksel tat” olduğu belirtildi.
*
Özbeöz  Türk’tür  rakı.
Ne  malum  derseniz ?
Nerede, ne zaman ve kim tarafından icat edildiği bilinmiyor, meçhul, oradan malum…
Eğer, biz Türklerden başka bir milletin icadı olsaydı, cilt cilt yazılı tarihi olurdu, şeceresini bilirdik.
*
Şampanyanın mucidi Fransız keşiş Dom Perignon mesela, anca 1638’de dünyaya gelmiş. Evliya Çelebi’nin 1635 tarihli seyahatnamesinde ise, rakıdan bahsediliyor. Demek oluyor ki… Şampanyayı icat eden adam kundakta ana sütü içerken, biz aslan sütü içiyorduk. Daha ne diiim?
*
Ve,  bizatihi  Türkiye’dir.
Senelerce İstanbul’da yaşayan New York Times yazarı Stephen Kinzer, Hilal ve Yıldız isimli kitabında, “rakı gibi ülke” olduğumuzu anlatır… “İlk gördüğünde şişedeki gibi berraktır, su ilave ettiğinde sisli-puslu hale gelir, dışarıdan bakınca içini göremezsin, anlayabilmek için hissetmen, içine girmen lazım” der.
*
Asildir  rakı…
Bakın, 1900’lü yıllardan bir davetiye aktarayım size: “Muhterem efendim, teşrin’i saninin 21’inci gününe müsadif Cuma akşamı, Hristo’nun meyhanesinde taam eylemek ve hususi eğlence tertip ederek vakit geçirmek istiyoruz. Sizi pek seven cümle dostlarımız teşrif edeceklerdir. Binaenaleyh, icabetiniz bizim içün mücib-i şeref olacaktır. Bu lütfu bizden esirgemeyeceğiniz ümidi ile takdim-i ihtiram eyleriz efendim… Pera sahaflarından Şener Efendi.”
*
Nezakettir,  zarafettir.
Adabımuaşerettir.
*
Rakı içeceğinize üzüm yiyin, kavunun yanına 35’lik salkım açın falan gibi gayriciddi yaklaşılamaz ona… Ciddiyet ister. Fava, pilaki, şakşuka, memleket “meze”lesidir.
*
Yurtseverdir.
İki tek attın mı, n’oolacak bu memleketin hali diye endişelenmezsin aksi olsa.
*
Evrim Teorisi’nin kanıtıdır.
Fazla kaçırırsan, özüne dönersin, maymun olursun… Bilimdir.
*
Bilim deyince, aklıma geldi.

Elektriğin icadından sonra “ampul” icat edildi sanıyorsan, yanılıyorsun…

Çünkü, elektriğin icadıyla birlikte, buz üretildi.

Buz üretilince “rakıya niye buz koymuyoruz azizim?” icadı yapıldı. Bu tarihi icat neticesinde, rakının üstüne buz koymak için daha uzunca bardağa ihtiyaç oldu. Zahmet edip özel bardak icat etmek karakterimize zor geldiği için, pratik Türk zekâsı devreye girdi. “Limonata bardağı ne güne duruyor muhterem, ona koyalım” icadı yapıldı.
*
Bardak limonata bardağı ama…
Ne anlamı var rakısız radika’nın cibez’in deniz börülcesi’nin turpotu’nun, inek miyiz biz? Niye avlayıp günahına giriyorsun boşu boşuna; şerbetle mi yiyeceksin lüferi?
*
Fevkalade’dir.
Aliyülala’dır.
1926’da üretime başladığında, bu caanım isimleri koymuştu, boş şişe fiyatına sattığımız Tekel.
*
Kadındır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Sevim, Elif, Hanım, Denizkızı, Üzümkızı, Jale” isimlerini taşırlardı.

O nedenle botoks’tur aynı zamanda…

Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır.

En kaknemi bile bi başka görünür gözüne, içilir “güzel”leşilir.
*
Hayatın anahtarıdır. Büst gibi oturan adamın bile çenesinin kilidini açar, “çilingir” sofrasıdır.
*
Kontörsüz  muhabbettir.
Kahkahadır.
*
Çocuktur, ağlarsın.
*
İçki  denip  geçilemez…

İçki içen neler yaptığını hatırlamaz, rakı içen unutulanları hatırlar. Acısıyla tatlısıyla hatıraları kaydeden harddisk’tir.
*
Tıp  bazen  çaresizdir.
O  ilâçtır.
Gurbete  bile  iyi  gelir.
*
Herkesin gençlik hatası olabilir, bira içersin, sonradan para kazanınca şarap içmeyi matah zannedersin, Amerikalı kamyon şoförlerinin içtiği viskiye kamyon parası ödersin, ayrı…
Kürkçü  dükkânıdır.
Döner  dolaşır,  gelirsin.
*
Akil’dir  bi  nevi  rakı!
Orhan  Gencebay’dır.
Entel  dantel  barlarda dinlemeye,  eşlik  etmeye  utanırsın  ama,  hepimiz  biliriz  ki,  ezbere  bilirsin.
*
Tatlıses’tir.
Kürt  Realitesi’dir.
*
Örgüttür!
Peynir,  rakı,  kavun,  PRK…
Bölücü değildir, birleştirici örgüttür.

Türk’ü de içer, Kürt’ü de, Laz’ı da, Çerkez’i de, Ermeni’si de, Yahudi’si de…

Rumlar öyle meze yapar ki kardeşim, helali hoş olsun, Kıbrıs’ı veresin gelir.
*
Orhan Veli’dir…

“Şiir yazıyorum, şiir yazıp eskiler alıyorum, eskiler verip musikiler alıyorum, bir de rakı şişesinde balık olsam”dır.

Şiirdir.   Şarkıdır.

Dönülmez  akşamın  ufkudur.
*
Mustafa Kemal’dir…

Rakı  içiyordu  diye  “sarhoş”  demeye  getirirler  ama,   kurup  yücelttiği  memleketi  “ayık  kafayla”  niye  yönetemiyorsun  diye  sorarlar  adama !
*
Ooof  of.
Vakit  tamam.
Güneş  usuuul  usul  batmak  üzere,  bana  müsaade,  cümleten  şerefe.

Yılmaz  ÖZDİL

HÜRRİYET

—————————————————————————————————————

Veee,   bu   kaaa   traş   ettik   diye   yedik   zannetme…

Herşey   aklımızda :MİLLET  YEMEZ...   ONA  GÖRE...

Ona   göre…

——————————————————————————————————————————-

26
Nis
13

ADIM ADIM, BİZİM YAZMADIĞMIZ VE BİZİ SIRTTAN HANÇERLEYEN “SENARYO” UYGULANIYOR..!!!

ABD’li   uzmandan  çarpıcı   analiz

ANKA
PKK liderlerinden Murat Karayılan’ın örgütün 8 Mayıs’tan itibaren Türkiye’den çekileceği yönündeki açıklamasının ardından  “gözlerin hükümetin atacağı adımlarda olacağı”  değerlendirmeleri yapılıyor.

ABD’li uzmanlar, bundan sonra  “Topun, Erdoğan’ın sahasında olacağı”  konusunda birleşiyor.
PKK’yı yakından izleyen ABD’li uzmanlardan Aliza Marcus, BBC tarafından yansıtılan açıklamalarında  “Hükümetin, askeri alandan politik alana geçiş yapmak istediğini açıklayan PKK/KCK’nın taleplerine cevap vermesi gerekeceğini” kaydederken, Prof. Henri Barkey de, sürecin Türkiye’yi birleştirirken, Irak’ı bölebileceğini savundu.

“TÜRKİYE’NİN   YÖNÜNÜ   DEĞİŞTİREBİLECEK   DÖNÜM   NOKTASI”

Washington’da Kürt sorunu konusunda fikrine başvurulan uzmanlardan, Lehigh Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Henri Barkey, “çekilme” çağrısını 1993′ten beri “ilk ciddi barış açılımı” olarak tanımladı ve gelişmelerin başarıyla sürmesi ve tamamlanması halinde  “Türkiye’nin yönünü değiştirecek bir dönüm noktası”  olarak gördüğünü açıkladı.

“IRAK’I   BÖLEN   BİR   HAMLE”

Geçmişte ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Orta Doğu ve Türkiye alanında analist olarak görev yapan Barkey, barış süreci için  “Türkiye’yi birleştiren ama Irak’ı isteyerek veya istemeyerek olsa da bölen bir hamle”  görüşünü de öne sürdü.
Türkiye’nin tarihindeki en büyük sorunun Kürt sorunu olduğunu hatırlatan Barkey, çözüm süreciyle birlikte hem iktisadi hem de politik anlamda bölgesel ve global alanda Türkiye’nin etkisinin artacağını, aksi halde, nüfusunun yüzde 20′si ile barışık olmayan ülkenin etkisinin her zaman sınırlı kalacağını kaydetti.

“WASHİNGTON   BUNDAN   SONRA   SÜRECİ   DAHA   YAKINDAN   İZLEYECEK”

Barkey, Washington bundan sonra mecburen barış sürecini daha yakından takip edeceğini çünkü bu sürecin Irak’a isteyerek veya istemeyerek çok derin etkileri olacağını düşünüyor.
Bu gelişmelerle birlikte, Irak’taki bütün dengelerin değişebileceğine dikkat çeken Barkey, Kürtlerle barışmış bir Türkiye’nin  “sadece Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne değil, Kuzey Irak’taki Türkmenlere ve Sünnilere daha çok hitap edeceğini”  ifade etti.

Barkey, Türkiye’deki Kürt sorununa çözüm girişimi için de  “Türkiye’yi birleştiren ama Irak’ı isteyerek veya istemeyerek olsa da bölen bir hamle”  görüşünü de öne sürdü.

“PKK   ÇEKİLDİĞİ   GİBİ   GERİ   GELEBİLİR”

80′li yılların sonundan beri PKK’yı yakından izleyen ve örgüt üzerinde çalışmaları ile tanınan Aliza Marcus ise, “çekilme” çağrısına temkinli yaklaşıyor. Marcus’a göre asıl önemli olan bundan sonra hükümetin PKK’nın çekilme hamlesine vereceği karşılık.

Aliza Marcus, ABD’nin özellikle Karayılan’ın üçüncü adım olarak tanımladığı silahsızlanma sürecinde rol oynaması gerektiğini düşünüyor.

Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından atılması gereken adımların başında TBMM’de gerekli yasal çerçevenin oluşturulmasının olduğunu söyleyen Marcus, daha sonra KCK tutuklularının serbest bırakılması veya PKK bayrağı altında siyaset yapılmasına izin verilmesi gibi oldukça zorlu adımlar gündemde olacağını belirtti.

Bu bağlamda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki aylarda bu reformları yapmaktaki “başarısı”nın önemine işaret eden Marcus,  “PKK militanlarının Türkiye’den ayrıldıkları gibi geri gelmeleri her zaman mümkün”  uyarısında da bulundu.

http://www.ilk-kursun.com/haber/144200

26
Nis
13

Liderler bugünü 18 yıl önce anlatmış

Yıl  1995..

Tansu  Çiller  Başbakan,  Mesut  Yılmaz  muhalefet  lideri. Balkanlar  ateş  çemberinde.

Kuzey  Irak  da  yine  fokurduyor.

Medya,  Mesut  Yılmaz’ın  iddiasını tartışıyor:  “Bosna’da  da,  Kuzey  Irak’ta  da,  başta  ABD  olmak  üzere  büyük  devletlerin  parmak  izlerini  taşıyan  çözüm  planları  seziliyor.  ABD  ile  TC  Hükümeti (Çiller hükümeti)  federasyon  planı  için  anlaştılar,  öyle  görünüyor.”

Yılmaz  ile  konuşan  Güneri  Cıvaoğlu,  atv  ekranlarında,  bu  iddianın  sonrasını /  perde  arkasını  aktarıyor :

“Yılmaz ve konu üzerinde ciddiyetle duran başkalarına göre, hadisenin bu aşamada kalması da mümkün değil.  Kuzey Irak’taki Kürtlerin içişlerinde özerk bir devlet konumu almaları, PKK’nın kışkırtıcılığı sonucu, Türkiye için de benzer istekleri alevlendirebilecektir.”

Yıl  yine  1995..

Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı  Abdullah  Gül,   İngiliz The Guardian Gazetesi’ne konuşuyor  ve  “Türkiye’de Cumhuriyet’in sonu geldi” diyor, “Laik sistemi kesinlikle değiştirmek istiyoruz.”

Gül, daha sonra sözlerini gazeteci Nilgün Cerrahoğlu’na açıyor. Cumhuriyetin sona erip laik sistemin değişmesinden ne anladıklarını, dolayısıyla ne amaçladıklarını anlatıyor:  “Ben Müslümanım diyen insanlar, inançlarına göre yaşamak zorundadır. Artık saklanamaz gerçekler var. İslam’ın yalnız ahireti değil, dünyevi düzeni de içerdiği bir gerçektir. Ben bir Müslüman’ım ve buna inanıyorum.”

Nilgün Cerrahoğlu  “tercihiniz şeriat öyleyse”  diyor.

Gül “hayır” ya da “evet” yerine şu yanıtı veriyor:  “Türkiye’de geçerli kanunlar arasında İslam’a aykırı olanlar da var, olmayan da.. Aykırı olanlar baskıdır. Baskı kalkacak.”

BİZ   BU   FİLMİN   FRAGMANINI   GÖRMÜŞÜZ

Yıl  2013..

Her  iki  konu  da  olgunlaşmış.

Meyvesini  vermeye   hazırlanıyor.

Belki  anlamayanlara  göre  yavaş  yavaş..

Ama  tarih  sahnesine  göre  gayet  hızlı  biçimde..

Abdullah Gül, bugün bu projenin kenarında veya dışında kalmış olabilir. Ancak, o zamanki “dava arkadaşları” projeyi adım adım hayata geçiriyor. Dünyevi düzeni, İslam referansıyla değiştiriyor.

Mesut Yılmaz ise bugün siyaset sahnesinde yok. En azından aktif değil. Söyledikleri ise tamamına ermek üzere. Kuzey Irak artık Kürdistan diye anılıyor. Son süreçte tamamen meşrulaş(tırıl)an PKK ve Öcalan, hayallerini (mevcut duruma göre kısmen revize etmek zorunda kalsalar da) hayata geçirmeye hazırlanıyor.

Yakın tarih daha neyi nasıl anlatsın ki! Arşiv daha hangi anekdotlarla unutulanları hatırlatsın ki!

Not :   Yazıdaki örnekler, Çiller’in başbakanlığı döneminde basın müşaviri olarak görev yapan sevgili Mehmet Bican’ın benzersiz kaynak kitabı  “Terörle Sınanmak”tan  alındı.

CHP   NEDEN   SUSUYORMUŞ !!

CHP lideri Kılıçdaroğlu Tekirdağ’da “partisinin son süreçte sessiz kaldığı” yolundaki eleştirilere yanıt vermiş. Gazetelerin yalancısıyım, şöyle demiş: “CHP olarak zaman zaman susarız, zaman zaman konuşuruz. Susmamızın da konuşmamızın da bir anlamı vardır. Susarız; olayları daha sağlıklı değerlendirmek için.”

Doğrudur!

Susmanın da bir anlamı vardır.

İyi de hangi susmanın?

Örneğin işkence altında susmak kişiyi yüceltir.

Düzeysiz bir hakaret karşısında susmak alkışlanır.

İftira / iddia karşısında susmak ise “ikrardan” sayılır.

Peki bu süreçte susmak ne anlama gelir?

Sayın Kılıçdaroğlu ve ekibi kusura bakmasın ama bugünlerde susmayı vatandaş (seçmenleriniz) ya anlamıyor ya da gayet iyi anlayıp öfkeleniyor.

SAMİ   İÇERDEYSE   DIŞARISI   BARIŞ   OLUR   MU !

Sami Menteş, dünyanın en genç tutuklu gazetecisi gibi insanın içini acıtan bir unvana sahip.

1991 doğumlu.

YURT Gazetesi muhabiri.

Tanışmadık.

Tanışma fırsatı bulamadan hapse girdi.

Normaldir.

Ne de olsa hapishaneler  “gazeteciliğin staj mekanlarından biri”  sayılmaz mı !

Hele günümüzde.

Şimdi soracaksınız  “bu gazeteci hangi gerekçeyle içerde ?”

Sami, en sonuncusu 2001 Mart’ında katıldığı bazı öğrenci eylemleri nedeniyle tutuklandı.

Hani şu parasız eğitim için yapılanlardan…

Ya da bu amaçla eylem yaptığı için tutuklanan Berna ve Ferhat için gerçekleştirilenlerden…

Sonrasında üniversite hayatının yerini gazetecilik aldı. Haber için koşturmaktan, belki bir buçuk yıl önceki yürüyüşleri/eylemleri hatırlamıyordu bile. Ama birileri hatırlıyormuş. Birdenbire ortaya çıkıveren (daha doğrusu ortaya çıkamayan/çıkartılmayan) bir gizli tanık marifetiyle kendisini cezaevinde buldu. Aslında gizli tanık, Sami için bildiri, dergi dağıtmanın dışında ciddi bir iddiada bulunmamış. Olsun. Bu kadarı yetmiş.

Doğrusu, Nedim Şener ve Ahmet Şık için onca yürüdükten sonra içerdeki gazeteciler için pek bir şey yapamadığım için çok rahatsızım. Bu yüzden, (sağ olsunlar cezaevinden çiçek gönderemedikleri için mektupla kutlayan) sevgili Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Birgün muhabiri Zeynep Kuray ve diğer meslektaşlarım için yürümek istiyorum. Sami Menteş için bağırmak istiyorum. Sami içerdeyse, onca gazeteci dört duvarın arkasındaysa hangi barıştan söz ediyorsunuz diye sinirlenmek istiyorum.

Sevgili dostlarım, meslektaşlarım önümüzdeki günlerde bunu bir düşünelim. Ama o güne kadar lütfen Sami için bir şeyler yapalım. Onun için düzenlenen kampanyaya bir imza da biz atalım.

İmza kampanyasına katılmak için linki, YURT Gazetesi’nin internet adresinde ve OdaTV internet adresinde bulacaksınız.

Lütfen  bir  imza..

Ya  da  siz  ve  yakınlarınızla  birer  imza..

Okumaya devam edin ‘Liderler bugünü 18 yıl önce anlatmış’

26
Nis
13

“PKK ODTÜ’de kimlik kontrolü yapıyor”

CHP’li  Batum  ODTÜ’de  yaşananları  bu  sözlerle  özetledi.

Türkiye Gençlik Birliği(TGB) üyelerinin protesto eylemine CHP milletvekilleri Süheyl Batum, Şevki Kulkuloğlu ve Dilek Akagün Yılmaz da destek verdi.

Meclis önünde sloganlar atıp “Özgür bilim, kahrolsun faşizm” pankartı açan grup adına konuşan TGB Genel Başkan Yardımcısı Aykut Diş, ODTÜ’deki olayların sadece iki karşıt görüşlü öğrenci grubunun çatışması olayı olmadığını belirterek,  “Emperyalizm ve istihbarat örgütlerinin kontrolündeki PKK ve kuyruğundaki bir grup sol maskeli çetenin bilime, üniversiteye, akademisyenlere ve üniversite öğrencilerine saldırmasıdır”  dedi.

CHP milletvekili Süheyl Batum da önceki gün eşkıyanın sokağa indiğini belirterek,  “Atatürkçü, Türkiye Cumhuriyeti’ni seven gençlere saldırmakla kalmadılar.  PKK adına kimlik kontrolü yapılıyor”  dedi.

ODTÜ’de önceki akşam 13 öğrencinin yaralandığı olaylara polis müdahale etmişti. Polis, biber gazı ve tazyikli su kullanarak bastırdığı olaylardan sonra gece boyunca ODTÜ yerleşkesinde güvenlik önlemlerini sürdürmüştü.

İSTANBUL   ÜNİVERSİTESİ’NDE   EYLEM

İstanbul Üniversitesi’nde Yurtsever Öğrenci Gençliği üyesi bir grup öğrenci, Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde başlayan ve birçok üniversiteye sıçrayan olayları protesto etmek ve Tekirdağ Cezaevi’nde siyasi tutukluların sürdürdüğü açlık grevlerine dikkat çekmek için eylem yaptı.

İstanbul Üniversitesi’nde farklı bölümlerden toplanan öğrenciler, üniversitenin Beyazıt’taki ana girişine yürüyerek bir araya geldi.

Basın açıklamasında, üniversitelerdeki saldırıların polis ve Hizbulkontra çeteleri tarafından yapıldığı ve saldırıların amacının barış sürecini  “baltalamak” (!!!)  olduğu iddia edildi.    (DHA)

26
Nis
13

“Türk” “basını”nın utanç fotoğrafı..!!!

Kandil’e   Karayılan’ın   “basın”   toplantısını   “takip”   etmek   için   giden   “gazeteci”lerin   PKK’lılar   tarafından   aranma   fotoğrafları

Murat Karayılan, Kandil’de PKK’lıların 8 Mayıs tarihinde sınır dışına çekilmeye başlayacaklarını açıkladı.

KAMERALARINI   BİLE   VERDİLER !

Cep telefonu ve kameraların alınmadığı alana gazeteciler kamera bırakarak girdi. Karayılan açıklamayı yapacağı alana girmeden önce, gazeteciler didik didik arandı.

Gazeteci nasıl oluyor da kamerasını, fotoğraf makinesini bırakıyor? Bu fotoğraflar Türk gazetecilik tarihinde utanç tablosu olarak kalacak.

CANLI   YAYIN   ARAÇLARINI  DA   BIRAKTILAR

Yayın yapacağız diye gidip canlı yayın araçlarının bile geri gönderilmesine izin verdiler.

http://sozcu.com.tr/2013/gundem/turk-basininin-utanc-fotografi.html

26
Nis
13

Çanakkale kitabında ATATÜRK yok…

Halkın   gerçek   ve   samimi   sesine   bile   tahammül  

edemeyenlere   lânet   olsun..!!!

Kamer   abi,   bütün   milletin   içinden   gelen   dertli  

ve   yanık   sesini   dillendirdiğin   için   sonsuz  

teşekkürler   ediyoruz   sana…

Veeee…

Yine   milletin   samimiyetiyle   diyoruz   ki :

Bu  bizans   tohumlarına   yarraaa   vermeye   devam  et.

Helâl   olsun   sana…

————————————————————————————————————

CHP’Lİ  Kamer  Genç’in,  Aile  ve  Sosyal  Politikalar  Bakanı  Fatma  Şahin’e  HAKLI  gerekçeyle   yüklendi.

“Atatürk bu Cumhuriyeti kurmasaydı siz hangi devletin vatandaşıydınız, o makamda oturacak mıydınız, otursaydınız hangi tarikat mensubu kitlenin bilmem kaçıncı hanımı durumuna düşerdiniz” sözleri Meclis’i karıştırdı.

KAMER  GENÇMevzuattaki “özürlü, sakat ve çürük” ifadelerinin “engelli” olarak değiştirilmesini öngören tasarının dün akşamki görüşmelerinde yaşanan tartışmada milletvekilleri birbirinin üzerine yürürken, Genel Kurula da bir saate yakın ara verildi. CHP grubu Genç adına özür dilerken, oturumu yöneten CHP’li Başkanvekili Güldal Mumcu’nun da önerisiyle Genç’e kınama cezası verildi.

ÇANAKKALE   KİTABINDA   ATATÜRK   YOK

Şahin’e, 18 Mart Çanakkale Zaferi nedeniyle bakanlığının hazırladığı kitapçığın önsözünde zaferin çok kıymetli komutanlar tarafından kazanıldığını belirten Genç,

“Ama Atatürk kelimesini ağzına almıyor. Atatürk kelimesini anmak, sizi çok mu rahatsız ediyor? Acaba bu Cumhuriyet’i kurmasaydı, siz hangi devletin vatandaşıydınız, o makamda oturacak mıydınız? Otursaydınız hangi tarikat mensubu kitlenin, bilmem kaçıncı hanımı durumuna düşerdiniz? Atatürk’ün getirdiği nimetleri inkar etmeyin” dedi.

Genç’in bu sözlerine, Ak Parti’li milletvekilleri tepki gösterirken, Şahin de, bir bakan olarak değil, bir kadın, anne olarak bunu üslupsuzluk ve hadsizlik olarak değerlendirdiğini söyledi.

SÖZDE   ATATÜRKÇÜLÜK   YAPMIYORUZ

Genç’e,  “Sizinle bu çatı altında bulunmaktan büyük utanç duyuyorum” diyen Şahin, Atatürk’ün kendilerine bıraktığı mirasın, yetiştirme yurtları olduğunu ve bu çocuklara sahip çıktıklarını, yaşam kalitelerini yükselttiklerini belirterek şöyle dedi :

“Atatürkçülüğü sözde yapmıyoruz, ülkenin çağdaşlaşmasında, medeniyetleşmesinde gövdemizi koyuyoruz. O yüzden haddinizi bilin, ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olan birine kaç eşli olabileceğini soracak kadar hadsiz ve terbiyesizsiniz. Herkes haddini bilecek.”

GENÇ’E   KINAMA   CEZASI   VERİLDİ

Tartışma büyüyünce Başkanvekili Mumcu oturuma ara verdi. Genç salondan ayrılırken, Şahin ve AK Partili kadın vekiller Mumcu’nun odasına giderek uzun süre görüştü. AK Partililer, Genç’in özür dilemesini ve kınanmasını istediler. AK Parti Grup Başkanvekili Ayşe Bahçekapılı, “fikir olmayan kafada küfür olur” tepkisini verdiği Genç’i kınadığını, protesto ettiğini belirterek kınanmasını istedi.

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural da  “çok rencide edici bulduk, özür dilenmeli”  derken, Mumcu da Genç’e kınama cezası verilmesini önererek oya sundu.

Genç adına kürsüye çıkan CHP’li Mevlüt Aslanoğlu da “Eğer sayın bakanın şahsını kastettiyse tüm kadınlardan özür diliyorum” dedi.

Oylama sonucunda Genç’e kınama cezası verildi.

http://www.ilk-kursun.com/haber/144163

25
Nis
13

Dikkat..!!! (S)Akiller Üzerinden Operasyon Yapılabilir

ATATÜRK  TÜRK  MİLLETİ  İÇİN

Sakil  Sırrı  Süreyya  Önder ;
“Silahı bırak demek bu alanları temizlemek demektir. Bu alanlar tam demokratik bir yapıya ne zaman kavuşursa silah o zaman gayrı meşru olur”  dedi.

Kısacası ;
PKK’ya  “silah  bırakmayın”  diyor.

Peki,  Bursa  Cumhuriyet(!)  Savcısı  “halkı  düşmanlığa  tahrik” soruşturmasını  kime  açıyor ?

Devlet  Bahçeli’ye…

Atatürk’ün   1933  Bursa  Nutkunda  dediği;

…Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır.

Genç,   “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir”  diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır.   Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek.”

Uyarısı  gerçek  oldu.

Bebek  katili  sapık ;  50  bin  insanın  ölümünden  sorumlu.

Yani ;  50  bin  insanın  faili  AÇIK  KATİLİ…

Peki ;  faili  MEÇHUL  suçlamasıyla  kim  yargılanıyor ?

Bebek  katilini  sorgulayan  emekli Albay  Hasan  Atilla  Uğur(!)..

Üstelik  “avukatının  beyanına  göre”  bebek  katili  sapığın  talebi  üzerine  yargılanıyormuş…

Peki ;  FAİLİ  AÇIK  cinayetlerin  sahibi  ne  durumda ?

Ahmet  Takan’ın  yazdığına  göre ;

Üç  odalı  tatil  evine  dönüştürülen  ada  evinde  her  gün  spor  yapıyor.  

LCD televizyon  seyrediyor.  

Ve  tabii  denize  girme  imkânı  var.

Deccal   TBMM’nden   yayın   yapıyor.

Şeytanı   kutsarken,   Adem’i   çarmıha   geriyor.

Bütün   değerler   yer   değiştiriyor.  

Ve   halkın   kimyası   bozuluyor.

2005  yılında  halk  AKP  siyasetine  karşı  tepki  vermeye  başladı.

Cumhuriyet  mitinglerine  kadar  uzanan  süreçte  “halkın  tepki  gücünün”  ölçüsü  alındı.

Bir  deli  gömleği  biçildi.

Ergenekon  projesi  sahneye  sürüldü.

Erdoğan’ın  savcısı  olduğu  bu  davalar ;  aslında  Türk  Milletinin  başına  “F (AKP) + CİA”  ortaklığında  geçirilen  bir  çuvaldır.

Hrant  Dink…

Birileri   onu   sahneye   iteledi.

Çok   konuşması,   milli   kesimden   tepki   alması   gerekiyordu.

Aldı   da…

Türk  Milletine  hakaret  içeren  sözleri  nedeni  ile  dava  edildi.

Oysa   Hrant  Dink’i   sahneye   itenler   onun   biletini   çoktan   kesmişti.

Tanrılara  kurban  gerekiyordu.

Neden  Hrant  Dink ?

Hrant  Dink  Diyarbakır’da;
“Emperyalist devletler bize yaptıklarını şimdi size yapıyor.  Biz oyuna geldik. Vatansız kaldık.  Oyuna gelmeyin.”
Demişti.

Bir  büyük  suçu  daha  vardı :

Ermeni Diasporası’nın “1.5 milyon Ermeni öldürüldü” iddiasına karşılık;

1915’te sürülmemek için Müslümanlığa geçen kripto Ermenilerin durumunu dillendirdi ve  “asıl onların ruh durumları ile ilgilenilmeli”  dedi.

Bir  anlamda  1,5  Milyon  Ermeni  öldürüldü  iddiasını  yalanladı.

Üstüne  üstlük  bir  de  Diaspora’ya;  “siz bizim işimize karışmayın”  dedi.

Hrant Dink koruma istedi, verilmedi. Bir tezgah göz göre göre geliyordu.

Ve  Hrant  Dink  vuruldu.

O dönem İstanbul Emniyet Müdürü olan Celalettin Cerrah, daha Dink’in cenazesi soğumadan bir açıklama yaptı:

“Cinayet  MİLLİ  DUYGULARLA  işlenmiş(!)..”

Elde bir veri yok.   Hangi bilgiye dayanarak böyle bir suçlamada bulunmuştu?

Bu söz bile Dink cinayetinin bir proje olduğunu gösterir.

Aslan  Bulut’un  dediği  gibi ;

Dink’in  öldürülmesi  Türkiye’nin  11 Eylül’ü  olmuştur.

11 Eylül  İkiz  Kulelerin  vurulması  Amerika’nın  3. Paylaşım savaşını başlatarak Irak’a saldırmasına nasıl meşruiyet kazandırdı ise, Dink cinayeti de Ergenekon adıyla başlatılan operasyonların meşruiyeti için kullanıldı.

Yetmedi ;

Ermenistan  açılımı  yapıldı.

Milliyetçilik,  Ulusalcılık  “terör”  suçuyla  yan  yana  getirildi.

Yeni düşman belirlenmişti :

Milliyetçilik.

Ogün Samast’ın elindeki silahın tetiğine basan el, Ogün Samast’ın şerefli Türk Bayrağı önünde resmini çekerek medyaya servis ediyordu.

Türk Bayrağına operasyon  “bir katille bayrak yan yana getirilerek”  aslında o gün başlatılmıştı.

Bu  günlerde  Türk  halkı  yeniden  hareketleniyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile sorunlu ne kadar isim varsa akil yapıldı. Araya bir iki garnitür serpiştirerek mayınlı alana sürüldü.

Dikkat ediniz, bu akiller gündem oluştururken asıl gündemi karartarak AKP’ye nefes aldırıyor.

Halk akiller kullanılarak kışkırtılıyor. Yaralar kaşınıyor. Nasırlara basılıyor.

Akiller  “mayın  eşeği”  görevi  yapıyor.

Korkum   o   ki ;

Hrant Dink  örneğinde olduğu gibi  bu Sakiller   üzerinden

milliyetçi – ulusalcı  kesime  bir  operasyon  yapılabilir.

(S)akillerin   en  sivri   isimlerinden   biri   kurban   edilir.

Ve   Milliyetçi   kesimin   üzerine   yıkılır.

Ülkede   CİA,   MOSSAD,   Mİ6,   BND   gibi   istihbarat   elemanları   cirit   atıyor.

Hepsinin   sayısız    yerli    işbirlikçileri    vardır.

1980  öncesi   Çorum   ve   Kahramanmaraş   katliamları   böyle   gerçekleşti.

Elbette  tepkimizi  göstereceğiz.

Meydanlara çıkacağız ama olası tuzaklara karşı da çok dikkatli olmamız gerekiyor.

Atatürk’e, Türk Bayrağına, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin toprak bütünlüğüne sahip çıkan milli kesimi “suçlu durumuna düşürmek” için tuzak kuracak düşman içimizdedir.

Ülkemizin  parçalanarak  tarumar  edilme  sürecine  sokulmasına  karşı  mücadele  etmek  “vatan  görevidir.”

Vatanımıza   sahip   çıkmak   için   mücadele   eden   örgütlü   gruplar   acilen  

bu   konu   üzerinde   bir   bildiri   yayınlamalıdır.

“Gazetelere   ilân   vererek”   topu   provokatöre   iade   etmelidir.

Bu   sefer   “katil   kiralamalarına”   izin   vermeyelim.

Okumaya devam edin ‘Dikkat..!!! (S)Akiller Üzerinden Operasyon Yapılabilir’

25
Nis
13

Hava Serin ve Rüzgârlı…

BOP  Eş-Başkanı’nın  Mayıs  ayında  yapacağı  ABD  ziyareti  öncesi  AKP’liler  Washington  ve  havalisini  mekân  tutmuş  durumdalar…

Ali  Babacan,  IMF  ve  Dünya  Bankası  yıllık  toplantılarına  katılmış…

Hayırlara  vesile  olur  inşallah !…

Egemen  Bağış  ise  ATAA  liderlik  toplantıları  için  Washington’daymış  ve  buradaki  Türklerle  görüşecekmiş.

“Çanak  sorular”  gelmezse  sıkıntı  kaçınılmaz…

Korumalar  biber  gazı  ikramı  için  tetikte b eklemeliler.

Yeter  mi ?

Yetmez…

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu da Los Angeles ve Chicago’dan sonra Washington’a gidiyormuş.

Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi ile Ulusal Sağlık Enstitüsü ziyaretlerinden sonra Türk Dernekleriyle toplantılara katılacakmış.

Burada  iki  sıkıntı  var !

ABD Sağlık Enstitüsü’nün başındaki “Ulusal” ile derneklerin başındaki “Türk” ifadeleri…

Sayın Bakan, ABD’li yetkilileri ve dernek yöneticilerini sanırım uyaracaktır. ABD kurum ve kuruluşlarının isimlerindeki “ulusal” kelimesi derhal kaldırılmalıdır.

Türkiye’deki uygulamalar “KOPYALA-YAPIŞTIR” tekniği ile uygulamaya konulmalıdır.

Bakanlarımız ABD’ye gider de Meclis geri kalır mı hiç? İç Tüzük Komisyonu üyeleri de Washington’dalar… ABD Kongresi’nin yasama prosedürlerini inceleyeceklermiş.

İnceleme bahane, ziyaret şahane… Ancak bir konu dikkatimizi çekti. Heyetin temasları basına kapalıymış. Kokusu çıkar elbet, bekleyelim…

Eş-Başkan’ın lejyonerlerinin bu temaslarının Beyaz Saray ve Washington gezisi öncesine denk gelmesi tesadüf müdür dersiniz? Malum, siyasette hiçbir şey tesadüf değildir.

Bütün bunlar olurken ABD’de yaşanan iki patlama yeni bir küresel hamlenin işaret fişeği olarak görülmelidir. Boston Maratonu  ve Teksas gübre fabrikasındaki patlamalar…

Boston patlamasından sonra ABD medyası tarafından terör saldırılarının Arap veya Müslümanlar tarafından kaynaklandığı ile sürülmüştür.

Kamuoyuna yönelik bu hamlenin iki ayağı olabilir.

Birincisi ABD kamuoyunun Afganistan ve Irak işgallerinden sonra azalan desteğini kazanmak…

İkincisi   ise   yeni   bir   Haçlı   Seferi   için   bahane  

“icat”   etmek…

Sırada   kim   veya   hangi   ülke   var ?

İran   mı,   Suriye   mi ?

Teröristlerle müzakere konusunda engin deneyimli olan Eş-Başkan, bu yaşamsal, çözümleyici ve barışçı birikimini Obama ile paylaşmalıdır.

Bu hamlesiyle de bir zamanlar Time Dergisi’nde “en etkili liderler” arasında gösterilirken, terörist-başı Öcalan ile cemaat-başı Gülen’e kaptırdığı yeri biraz zor da olsa geri alabilir.

Hepsi bir yana Washington hava durumu raporları titizlikle izlenmelidir. Serin hava ve rüzgâr nedeniyle doktor raporuyla 23 Nisan törenlerine katılamayan Eş-Başkan’ın sağlığı ABD için yaşamsal önemdedir.

Eş-Başkan’ın ödev defterinde Türkiye’nin şehir devletlerine ayrılması ve terörist başının özgürleşmesi maddeleri henüz tamamlanmamıştır. 

Ah  bir  de  atanan  Akil  Adamların  sakil  temaslarına  karşı  çıkan  çapulcular  olmasa…

Antalya’daki  “çapulcular”,  akilleri  beklemekte…

Bayraklar  hazır  ve nâzır…

Ama  Akiller  ortada  gözükmemekte  ısrarlı…

Serin  hava  ve  rüzgâr  onları  da  mı  etkiledi ?

Okumaya devam edin ‘Hava Serin ve Rüzgârlı…’

23
Nis
13

SİLGEÇLİ TELEVİZYON GEREKMEYECEK 23 NİSAN’LAR UMUDUYLA…

“Cumhuriyetler   zenginlikten,   diktatörlükler   ise  

yoksulluk   yüzünden   yıkılır.”

“Bir   ülkede   yalakalığın   getirisi,   dürüstlüğün  

getirisinden   fazla   ise,   o   ülke   batar.”

Montesqieu

https://skyturkvngenc.wordpress.com/2013/04/07/23-nisanda-koltuk-devri-sona-erdirilmis-mis/

23
Nis
13

23 Nisan

29  Ekim,   yasak.
Bayrakla  yürüyeni  polis  dövüyor.

19 Mayıs,  yasak.
Statta  üşürsünüz  diyorlar.

9 Eylül,  yasak.
Yunan  işgali  yok  diyen  bile  var.

30 Ağustos,  zaten  fuzuli.

Hasan  Tahsin’i  anmak  ayıp.

Kubilay’ı  hatırlamak  günah.

TC  kaldırılıyor.

*

Ve,   bugün   23  Nisan.

*

Değerli   anne – babalar…

Nasıl olsa bi yerde denk gelirsiniz — “palyaço” gösterin çocuklarınıza.

*

Mustafa  Kemal’in   bu memleket   için   attığı   adımların

bu   memlekete   kaç   numara   büyük   geldiğini…

Onun   bize   miras   bıraktığı   ayakkabıların   içinde,  

nasıl   göründüğümüzü   anlasın   çocuklar !

Yılmaz  ÖZDİL

Hürriyet

22
Nis
13

Anti madde ve Tanrı Şiva..!!!

Çok   üretken   bir   yazar   olmadığım   için   eleştiriler   alıyorum ;    haftada   en   az  

bir   yazı   yazmalıymışım   gibi..!

Aslında  günde  üç  yazı  da  yazarım, beş   de  yazarım  ama  içimden  gelmiyor; zîrâ  söylenmesi  gerekenleri  defalarca  söyledik  yazdık..

Söylenmedik   bir   şey   kaldı   mı ?

Hadi  kaldı  diyelim ;  bugünkü  ortam  için  söylenecek  ne  var  Allah  aşkına..!

Alenî  bir  şekilde  ülke  bölünmeye  gidiyor,  ‘T.C’  ibaresi  birer – birer  tabelalardan  kaldırılıyor,  ırz  düşmanı,  bebek  katili  bir  haysiyetsiz  muhatap  alınıyor,  ne  kadar  arsız  varsa  ‘adam’  sıfatı  verilerek  halkın  kafasını  karıştırmak için ‘son  ütücü’  görevine  getiriliyor !

Adam  kayırmacılık,  partizanlık,  onursuzluk,  kaçakçılık,  din  istismarı,  ordu  düşmanlığı  geçer  akçe  kılınmış..  neresinden  tutsan  elinde  kalıyor !..

Halk  öyle  bir  ümitsizliğe  düşmüş  durumda  ki;  sokaktan  geçen  ‘öküz’  yanlışlıkla  veya  bazı  hesaplar  peşinde  ‘Atatürk’  dese,  ‘yaşa – varol’  sesleriyle  yeri  göğü  inletiyor !

Neden ?

Çaresiz  çünkü..   yıllardır  ‘senden  bir  şey  olmaz’,  ‘Türkün  aklı  sonradan  gelir’,  ‘bu  milletten  bir  b..  olmaz’   teraneleriyle beyni tecavüze uğramış ve zevk alması sağlanmıştır; zaten bugünkü durumun müsebbibi de o ‘zevk’ alma duygusunun ‘güdü’ haline gelmesi olmuştur!..

Tarihinden habersiz, insanlığından habersiz; her türlü melâneti kendisine yamayan, kendisini beğenmeyen ve hatta kendinden utanan bir millet yaratıldı!

Ölümlü  bir  trafik  kazası  olur,  haberi  okuyan  ya  da  olayı  gören  hemen  şu  cümleyi  kurar ;   ‘biz  akıllanmayız  aga ;  burası  Türkiye !’’

Oysa  dünya  ülkeleri  arasında,  en  az  ölümlü  trafik  kazası  olan  ülkelerden  biri  Türkiye’dir !..

Nüfus  oranına  göre,  Rusya  en  başta  yer  almaktadır!..

Ama öğretilmiş çaresizlik ve kişinin kendinden veya ait olduğu toplumdan utanma duygusu öyle bir noktaya gelmiştir ki; kişi, yaşadığı toplumda ve yakın çevresinde ve de kendisinde övgüye değer hiçbir durumu gerçekçi bulmaz ve de inanmaz!

Olumsuzlukları dışa vurarak, içinde bulunduğu kompleksi böyle aştığını sanır; işte bu düşünce ve irâde, yıllarca süren psikolojik harbin neticesinde ortaya çıkmış ve özellikle medyada hakim olmuştur..   sonuçlarını bugün çok rahatlıkla görüyor ve yaşıyoruz..

Suç  oranı  en  düşük  ülkelerden  biri  yine  Türkiye’dir !

Kişi kendisinden ve de toplumdan o derecede şüphecidir ki; emin olunuz şu an bu cümleyi okuyan çokları, söylediklerime inanmayacak ve imkânları ölçüsünde bunun yanlış bir bilgi olduğunu kanıtlama çabası içine gireceklerdir!

Ama boşa uğraşmasınlar; çünkü bunca düşmanım varken, her türlü iftirayı atarlarken, henüz; şurada şunu yanlış söylemişsin ya da yanlış yazmışsın diyenine rastlamadım, rastlamam da!

Neden !.. çünkü,  yazmış  olmak  için  yazmıyorum  da  ondan !

Doğru  bilgi;  çürütülemez!..  kimseye  koz  vermem !..

Ha  şunu  da  söyleyeyim ;   dünyada  en  az tatil  yapan  ülkelerden  biri  de  Türkiye’dir!..

Şaşırdınız  değil  mi !

Çünkü yıllardır gazetelerden, televizyonlardan   ‘bizim  kadar  tatil  yapan  başka  ülke  yok !

Bizim  kadar  tembel  başka  millet  yok’   cümleleriyle  beyniniz  dumûra  uğratıldı  da  ondan !

Bunları bilmek, kabullenmek; olumsuzlukları sineye çekelim, ‘aman canım ne var bunda’ demek değildir!

İnsan kendisini de eleştirmeli ve hatta en acımasız eleştiriyi kendisine yapmalıdır; ancak bu; tüm melânetleri yüklenmek demek değildir!

Bunun bir ayarı olmalı; kişi başkalarına haksızlık yapmamalı ve lakin kendisine de, milletine de…

İyiliğin ve de kötülüğün ırkı, milliyeti, ulusu yoktur; iyilik ve kötülük insana ait bir sıfattır ve o şekilde kullanılmalıdır!

Mesela bugün Amerika Birleşik Devletleri insanlığa karşı işlenen suçların sahibi ise; bu, Amerikan halkının külliyen ‘kötü’den taraf olduğunu ispat etmez!

Tıpkı bugün ülkemizde insanlığa karşı işlenen suçlara gönüllü destek veren AKP hükümetinin Türk Halkını temsil etmediği gibi..

Yanı buradaki temel davranış şekli ‘âdil’ olmakla ilgilidir!

Kişi karşısındakine âdil olduğu gibi, kendisine de aynı şansı tanımalıdır!..

İşte yıllardır yapılan beyin yıkama operasyonlarıyla Türk Halkı üzerinde etkili kılınan ve de gün itibariyle sonuç alınan en büyük yıkım projesinin başarısı buradadır; kendisinden ve milletinden utanan insanlar topluluğu!

Ve ilginçtir; bu insanların pek çoğu, kendilerini Atatürkçü olarak tanımlamaktadır!

İşte operasyonun kendi içinde planladığı ve yakaladığı en büyük başarı budur!..

Her zaman ve her şekilde halkı ile gurur duyduğunu belirten, ‘bu halk olmasaydı ben bir şey başaramazdım’ diyen bir ‘Atatürk’!   ve her fırsatta kendi halkının inancıyla dalga geçen, onu küçümseyen, beğenmeyen ve ne hikmetse Atatürkçü oldukları savıyla toplumda itibâr gören insanlar topluluğu!..

İşte yaratılan bu ‘paradoks’, bugünkü durumun sonucunu oluşturmuştur!..

Bu paradoksla ilgili en azından ben, sekiz cilt kitap yazabilirim, diğerlerini siz düşünün!..

Eskiden var olan sınıf ayrımcılığı bugünler itibariyle şekil değiştirmiş, adına ‘kariyer’ denen bir aldatmaca etrafında deli danalar gibi dönen insanlar topluluğu yaratılmıştır.

Toplumlar sahte sorunlar ile oyalanırken; katil ile mağdur yakınları aynı cenazede saf tutar hale getirilmiştir.

Bugünden bir örnek vermek gerekirse, Suriye olayları tam da bu cümlemize örnek teşkil etmektedir.

Paralı katiller sürüsüne ‘Müslüman mücâhit’ süsü veren ‘batı’ ve arkasında ‘Yahudi mistisizmi!’ insanlığın aklı ile adeta dalga geçmekte, vicdanların sınırlarını zorlamaktadırlar!..

Daha net bir örnek vermek gerekirse; büyük Müslüman lider(!) diye dayatılan Gülen efendi, İslam dünyası ile kıyasıya savaşa girmiş olan ABD’de korunmakta, beslenmekte…

Bu ortaklığın insanlığa ‘iyi niyet’ göstergesi olarak sunuluyor olması da ayrıca düşünülmesi gereken bir husustur!

Ve kendilerini Müslüman diye tanımlayan büyük bir çoğunluğun bu ayrıntıyı görmezden gelmesi ise!..

işte bu da, vahâmetin geldiği son nokta olarak önümüzde durmaktadır!..

Bu ‘paradoksu’ kendisine dahi açıklayamayanların ‘Müslüman’ lık yaptığı savına inanmak ahmaklıktan öteye geçememektir! ki günümüzde büyük kalabalıkları oluşturanlar bu düşünceye sahip kimselerdir..

Bu tablonun tek bir açıklaması vardır; ‘din’ler ele geçirilmiştir!

Sizlerin inanan ya da inanmayan olmanızın bir önemi yoktur; ‘din’ insanlık tarihinin bir olgusudur, beğenin-beğenmeyin, siyaset diye topluma sunulan tüm her şeyin içinde ve hatta en önünde yer almaktadır!

Tüm dinlerde ‘Yahudi mistisizmi’ nin etkilerini görmek mümkündür; Haçlı seferleri denen olgu Hıristiyanların değil Yahudilerin kutsal mitine hizmet etmek için yapılmıştır ve günümüzde devam etmektedir!

Hıristiyanların büyük çoğunluğu bundan habersizdir!

İslam dini ise; mezhep-tarikat ilişkisi ile etki altına alınmış ve nifak bu şekilde içeriye sokulmuştur ve tıpkı Hıristiyanlarda olduğu gibi Müslümanların da çoğu bu ‘tezgah’tan habersizdir!..

Demokrasi denen sistem; görünürde halkın kendisini yönettiği bir sistem olarak ‘mükemmel’lik kıvamında sunulsa da, özü itibariyle kuralsızlığı egemen kılarak ‘sermayenin’ sınır tanımazcasına insanlığa hükmetmesine imkan tanımıştır!.. Bu paradoksu henüz insanlık aşabilmiş değildir!

Demokrasi, yazıldığı gibi okunmayan bir sistemdir; halk aslında kimseyi seçmez, seçilmişler içinden birisinde karar kılar!

Sistem her şekilde ‘sermaye’ye hizmet eder!..

İnsan hakları, çevrecilik, sendikalar, STK’lar bu sıcak yemeğin sosu olarak sunulur ve lakin sosun tarifi daima ‘sermaye’ tarafından belirlenir..

Kimin; neye, ne kadar karşı çıkacağı ve sınırları bellidir!   çizgiyi aşanlar devre dışı bırakılır!lar.. 

Uğur Mumcu, Eşref Bitlis örnekleri ülkemiz açısında iyi birer örnektir!

Kennedy ve Malcolm X suikastları ise evrensel örnekler olarak verilebilir!..

Demokrasi  denen  sistem!  tırnak  içinde;  gerçek  ‘demokrat’ ları  affetmez ! Etmemiştir  de…

Benim  demokrasi  eleştirim;  tarifi  üzerine  değil,  yaşatılan  üzerinedir…

Değerli  bir  okuyucumdan  gelen  bir  soruya cevap vererek  uzatmadan  bitirelim..

Okuyucum  diyor  ki;

‘’ Merhaba  Cem  bey..  Uzun  süredir  okuyup  araştırdığım  konular  var.   İllümünati,  haarp  vs.  gibi..   Bu  konulara  vakıf  olduktan  sonra  Amerika  ve  İsrail  Tröst’lüğünün  dünyaya  hakim  olduğunun  ve  bizim  de  bu  konuda  bir  şey  yapabilmek  için  yeterli  olamayacağımız  gibi  bir  duyguya  kapıldım.    Ne  de  olsa artık  Atatürk  gibi  bir  lidere  sahip  değiliz..   Tek  tuşa  basarak  depremler  yaratabilecek  güce  sahip  olanlarla  nasıl  mücadele  edilebilir ?     Sizin  bu  konudaki  fikrinizi  çok  merak  ediyorum…    Saygılar…’’

İnternet yaygınlaştığından beri, doğru ve yanlış bilgi olabildiğince etrafa saçıldı; ve hatta komplo teorisyenleri bile bu durumdan rahatsız.

Çünkü eksik bilgi; düşmanı sergileyeceğim derken, her türlü oluşumu olduğundan daha tehlikeli, daha baş edilmez bir şekilde toplumun önüne sürmüş ve sıradan insanların bu oluşumlarla başa çıkamayacak kadar zavallı oldukları hissini toplumlara yaymışlardır.

Elbette bunun ardında ‘iyi niyet’ yattığı kuşkusuzdur; ancak iyi niyet olsa da cahilliğin ‘sır’ ları paylaşımı da; bir yerden sonra dönüp kendisini vurmasına yol açmaktadır!.. 

Tabi bu taktiğin arkasında psikolojik harp tekniğinin de yattığı unutulmamalıdır!

Toplumları etkisiz kılan en büyük propaganda; düşmanı olduğundan daha güçlü gösterme çabasıdır; ki bu propaganda çoğu zaman düşmanın kontrolünde yapılmaktadır.

Bundan haberi olan kişileri ‘ajan provokatör’ diye tespit etmek kolaydır, olmayanlar ise cahillikleri oranında gür sesleriyle ‘aydın-maydın’ diye kabul görme peşindedirler..

Evet bugün insanlığın karşısında yer alan güçlü bir ittifak mevcuttur ve işbirlikçileri sayesinde dünyanın tüm bölgelerinde kirli ortaklıklar kurarak ‘demokrasi’ kılıfı altında insan kanı akıtmakta bir beis görmemektedirler ve işin en acı yanı; toplumların sözde eğitimli kesimleri bu kirli ittifakın sahiplerini ‘medeni’ zannetmektedir!..

Neden eğitimli kesim dediğimi merak ediyorsanız, şöyle ki;

Bu ittifakın en önemli aracı şirketlerdir, yani temel aldıkları yapı ‘ticaret’tir ve dolayısıyla; en geri kalmış ülkeden, en ilerisine değin her yerde ‘para’-‘insan’ ilişkisi ile harmanlanmış bir ilişkiler ağı yürütmektedirler.

Bu insanlık düşmanlarının kontrol etmediği hiçbir yapı ve oluşum yoktur! Eğitim ellerine geçmiştir, paralı köleler onlara hizmet için yetiştirilmekte, seçilenler üst yönetici olarak onların çıkarları doğrultusunda görev yapmaktadırlar!

Sağlık kuruluşlarının sahipleri yine onlardır, bilim adamı altında kendi emellerine hizmet edecek ‘unvan’lı; prof, doçent vesaireler yetiştirmektedirler!

Sanat camiasının sponsorluğunu şirketleri aracılığıyla yaparlar, dolayısıyla –istisnalar hariç- genel çoğunluk ‘sözde duyarlılık’ şeklinde izin verilen ölçüde aykırı olsalar da, sistem karşıtı görünseler de; yine sahiplerine hizmet ederler!

Başta eleştirdiğimiz eleştiriyi kendime de yönelterek devam ediyorum; evet bu yapı oldukça güçlü ve temeli binlerce yıl öncesinden atılmış bir yapıdır!

Bu yapının, ‘din’ ile ilişkisi en az para ile olan ilişkisi kadar derindir ve bugüne değin ayakta kalmasının temel sebebi, belli tinsel ilişkiler ağıdır diyebiliriz!

Bu konu üzerinde nedense fazlaca durulmuyor..

Evet madde boyutunda ele alacak olursak  peşinde oldukları asıl şey enerji kaynaklarıdır; bu bilinen ve herkesçe kabul gören bir olgudur!

Enerjinin  peşindedirler  ve  lâkin  enerjiden  kasıt  sadece  petrol,  doğal  gaz  ve su  kaynakları  mıdır ?

Yoksa  enerjiden  kasıt   ‘saklı  olan’  ‘enerji  koridorları’  mıdır ! 

Cern’de  ‘higgs  bozonu’nu  – tanrı  parçacığı –  bulma  çabalarının  arkasında  yatan  ‘saklı  gerçek’  nedir  mesela !..

Teoloji  ile  barışmayan  bilimin  bahçesinde  ‘tanrı  şiva’  – yokedici –  heykelinin  işi  ne !..

Evrenin  Tanrı  fikrine  karşı  çıkanların,  dünya  tanrılarına  ilgisi  ve  hoşgörüsü  arkasında  yatan  ‘saklı  gerçek’  ne !..

Okumaya devam edin ‘Anti madde ve Tanrı Şiva..!!!’

21
Nis
13

BU MEMLEKETİ, MUHALEFETİN BİRBİRİNE MUHALEFETİ BATIRIR..!!!

TÜRKİYE   CUMHURİYETİ’Nİ   NE   EMPERYALİSTLER,  

NE   DE   ONLARIN   UŞAKLARI   BATIRABİLİR..!!!

Bilinçlilerin  yanısıra,  uyuyor  gibi  gözükenlerin  büyük  çoğunluğunda  da  bin  yılların  birikimi  ile  süzülüp  gelen  bir  sağduyu  ve  farkındalık  hassası  vardır !

GEÇ  DE  OLSA  UYANIR  VE  DURUMA  EL  KOYAR !

BAKINIZ  İSTİKÂL  SAVAŞI…

ANCAK ;  BİREYSEL  UYANIŞ,  DEMOKRATİK  TEPKİ,  KARŞI  KOYMA  V.S.  ANCAK  BİRLEŞİLİRSE  BİR  ANLAM  KAZANIR  VE  ETKİ  YARATIR !

BUNU  SAĞLAYACAK  OLAN  DA  ÖNCELİKLE  SİYASİ  PARTİLERDİR.

ŞER  CEPHESİ,  DİNCİSİ – BÖLÜCÜSÜ,  BİRBİRİ  İÇİNDE  NE  KADAR  BÖLÜNMÜŞ  OLURSA  OLSUN,  TÜRKİYE  CUMHURİYETİ’NE  VE  KURUCUSUNA  KARŞI  EL  BİRLİĞİ  İLE  ÇALIŞIRKEN,  MUHALEFETİN  DURUMU  İÇLER  ACISIDIR.

CHP  BİRBİRİNİ  YEMEKLE,  MHP  İKTİDARIN  EKMEĞİNE  YAĞ  SÜRMEKLE,  İP  HİÇBİRİNİ  BEĞENMEMEKLE  BU  ÜLKEYİ  NEREYE  GÖTÜREBİLİR ?

TGB  BAŞARI  MI  SAĞLADI ?

İNTERNETTE  ONLARI  KÖTÜLEYEN  SAĞCILAR  HEMEN  HAREKETE  GEÇİYOR !

MHP  BAŞARILI  MİTİNG  Mİ  YAPTI,  CUMHURİYET,  AYDINLIK  GİBİ  GAZETELERDE  KÜÇÜCÜK  BİR  KÖŞEDE  HABER  OLABİLİYOR.

CHP,  CEZAEVLERİNE,  DURUŞMALARA  KATILIYOR,  YANINDA  DİĞER  PARTİLER  YOK !

NEDEN ?

SİZİN SAĞCILIĞINIZ  DA,  SOLCULUĞUNUZ  DA,  MİLLİYETÇİLİĞİNİZ  DE  LÂF  SALATASINDAN  ÖTEYE  NE  KAZANDIRDI  BU  ÜLKEYE ?

SADECE  AKP  VE  BDP’Yİ !

YETER   ARTIK..!!!

MİLYONLARI,  BİRKAÇ  BİN  SATILMIŞ  SOYSUZUN  BOYUNDURUĞUNDA  KIVRANDIRMAYA,  GÖZ  GÖRE  GÖRE  BİR  ÜLKENİN  BATIŞINI  ÇARESİZ  SEYRETTİRMEYE  NE  HAKKINIZ  VAR ?

MİTİNG  DİYORSUNUZ ;   VATANDAŞ  YOL  PARASI,  ZAMAN  KAYBI,  GAZ – COP- TUTUKLANMA  RİSKİ,  YORGUNLUK  DEMEDEN  KOŞUP  GELİYOR !

YA   SONRA ?

Meşrebinize  uygun  ama  vatandaşın  beklentilerinden  uzak  birkaç  sözden  sonra  çekip  gidiyorsunuz.

HÂLÂ   NEDEN   BU   MECLİSTE   VE   KOMİSYONLARDASINIZ ?

ANAYASAYI  KORUMAK  80  YAŞINDAKİ  ESKİ  MECLİS  BAŞKANINA  MI  KALMALIYDI ?

AKİLLERE  KARŞI  NEREDE  GENÇLİK  VE  KADIN  KOLLARINIZ ?

BOYUNA  TGB  Mİ  İÇERİ  TIKILACAK ?

“BİZ  NE  YAPARSAK  YAPALIM,  BU  MİLLET  BİZE  OY  VERMEYE  MECBUR”  DİYE  DÜŞÜNÜYORSANIZ  SEÇİMLERDE  GÖRÜRSÜNÜZ !

AMA   OLAN,   BU   VATANA   OLUR…

10  YILDIR,  DOĞAMIZA,  SİYASETİMİZE,  GÜVENLİĞİMİZE,  BİRLİK – BÜTÜNLÜĞÜMÜZE – EKONOMİMİZE  YAPMADIĞI  KÖTÜLÜK  KALMAYAN  ABD  TAŞERONU  BİR  PARTİ  DE  GERİNE  GERİNE  %50’LERLE  BAŞIMIZA  BELA  OLMAYA  DEVAM  EDER !

TABİİ,   TÜRKİYE   CUMHURİYETİ   DİYE   BAĞIMSIZ  

VE   BÜTÜN   BİR   ÜLKE   KALIRSA   ELİMİZDE..!!!

Reşit  ÇAĞIN  /  21  NİSAN  2013

http://www.ilk-kursun.com/haber/143516

20
Nis
13

Türkiye’nin meseleleri ancak Türk milletinin azim ve iradesiyle çözülebilir

Avrupa   Parlamentosunun   Türkiye   raporu   bugün   kabul   edilerek   yayınlandı.

Onur ÖYMEN,   Emekli  Büyükelçi :

Bu raporda ülkemizdeki insan hakları, demokrasi, basın özgürlüğü, azınlık hakları, Kıbrıs, Türk-Yunan ilişkileri ve Ermenistan konularında bilinen ve çoğunlukla tek yanlı görüş ve eleştiriler sıralandıktan ve Ergenekon ve Balyoz davalarının usul açısından eleştirisi yapıldıktan sonra Öcalan’la yürütülen görüşmelere değinilmekte ve özetle şu görüşlere yer verilmektedir:

–  Türk Hükümetinin Abdullah Öcalan’la başlattığı doğrudan diyalog memnunlukla karşılanmaktadır;

–  Kürt meselesini çözecek bir anlaşmaya götürecek bir müzakere perspektifi açılmıştır;

–  Avrupa Parlamentosu, Bu görüşmelerin bir an önce yapısal bir müzakereye dönüştürülmesini teşvik eder;

– Bütün siyasi partiler, basın ve sivil toplum örgütleri yapıcı bir rol oynamalıdır;

–  Türkiye Kürt meselesine siyasi bir çözüm bulunması için çaba göstermelidir;

–  Anayasal süreç içinde ve Türkiye’de çoğulculuğu yansıtacak biçimde temel haklar için bir açılım yapılmalıdır;

–  Kürt kökenli vatandaşların siyasal, kültürel ve sosyo-ekonomik katılımlarını sağlayacak bir siyasal diyalog başlatılmalıdır;

–  Kürtçenin mahkemelerde kullanılmasına izin veren düzenleme ve aynı dilin eğitimde kullanılmasına yönelik olumlu tartışmalar memnuniyetle karşılanmıştır;

–  Kürt konusunda yazan gazeteciler hakkında açılan davalardan ve bazı Kürt politikacıların, belediye başkanlarının, avukatların KCK davası çerçevesinde tutuklanmasından kaygı duyulmaktadır;

–  Kürt konusu, başta TBMM olmak üzere, demokratik kurumlarda tartışılmalıdır.

Avrupa Parlamentosunun bu kararında dikkat çeken en önemli unsur Öcalan’la yapılan görüşmelerin terörü sona erdirmeyi amaçlayan bir girişim gibi değil, Kürt meselesinin çözümüne yönelik yapısal bir müzakerenin başlangıcı gibi görülmesidir.

Yani Öcalan adeta bir terör örgütünün başı gibi değil de bütün Kürtlerin lideri gibi gösterilmek istenmektedir.

Türk hükümetine, siyasi partilere, basına, sivil toplum örgütlerine bu süreci desteklemeleri için çağrıda bulunulmakta ama PKK’ya silahlı mücadeleyi kesinlikle ve koşulsuz olarak sona erdirmesi, Kuzey Irak’taki merkezini tasfiye etmesi gibi bir çağrı yapılmamaktadır.

Aynı şekilde Bağdat Hükümetine ve Barzani’ye de PKK’nın Irak topraklarından tasfiyesi için herhangi bir çağrı yapılmamaktadır.

Yeni anayasal süreçten beklentiler dile getirilmekte, ancak metnin başka yerlerinde hukuktan sık sık bahsedilmesine rağmen yeni bir anayasa yapmanın hiçbir hukuki dayanağı olmadığına değinilmemektedir.

Metnin tamamına bakıldığında, insan haklarıyla ilgili en büyük kaygının KCK gibi bazı Kürt örgütleri veya aynı çizgideki siyasetçi, yazar ve avukatlarla ilgili olarak dile getirildiği görülmekte, Kürt kökenli olmayanların maruz kaldıkları muamele, daha çok hukuk usullerine yeterince uyulmaması gibi eleştirilerle sınırlı tutulmaktadır.

Pınar Selek gibi bazı sanıklardan ismen söz edilirken Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, bir siyasi partinin lideri Doğu Perinçek’ten ismen söz edilmemektedir.

İleri derecede hasta olmalarına rağmen hapishanede tutulmaya devam eden tutuklulardan da bahsedilmemektedir.

Çok  sayıda  silahlı  kuvvetler  mensubunun  sanık  olasından  hatta  mahkum  edilmesinden  de  kaygı  duyulduğu  izlenimi  alınmamaktadır.

Türkiye’nin  demokrasi,  insan  hakları  ve  yargı  alanlarındaki  sorunlarının  çözümü  için  yabancı  ülkelerden  destek  bekleyenlerin  ve  onlardan  medet  umanların  Avrupa  Parlamentosunun  bu  kararını  dikkatle  okumalarında  yarar  var.

Okumaya devam edin ‘Türkiye’nin meseleleri ancak Türk milletinin azim ve iradesiyle çözülebilir’

20
Nis
13

Karşılaşma

“beni  gördüğünde…

bakışları  ürkek  ve  tedirgindi

kaçamak  tebessüm  yüzünde  belirdi

ne  yapacağını  kestiremedi

selam  vermek  zorunda  hissetti

ama,  önce  etrafı  inceledi

kimsenin  fark  etmemesini  diledi

kararsızca  birkaç  adım  ilerledi

usulca  “merhaba”  dedi

sanırım  hayatından  bir  on  yıl  yedi !

elimi  uzattım

otuz  yıllık  silah  arkadaşım,  çekindi

sonra,  mecburen  kabul  etti

gizlemeye  çalıştığı  titreyen  elleriydi

hal  hatır  sordum

cevap  vermekte  zorlandı,  gergindi

uğradığım  haksızlığı  ve  tertibi…

dinlemek  bile  istemedi

konuyu  hemen  değiştirdi

işlerinin  yoğunluğundan  bahsetti

artık  gideyim  der  gibiydi

“meşgul  etmeyeyim”  dedim…

sevindi

alnında  biriken  damlacıkları  sildi

ter  damlacıklarını…

bir  geçmiş  olsun  bile  diyemedi

hızlı  adımlarla  orayı  terk  etti

arkasından  uzuuun  uzun  baktım

hayal  kırıklığım…

arkadaşımın  yitirdiği  kişiliğiydi

dostluğumuz,  korkusuna  yenilmişti

ve  bu,  hasdal’dan  hastaneye  son  sevkimdi,  ertesi  gün  durak  silivri’ydi

İnanın,  ne  hasdal,  ne  silivri…

beni  bu  kadar  üzemedi…”

*

Bir   amiral,   yazıp   göndermiş   bunu.

Başlığı,   “Karşılaşma…”

*

Hani,  PKK’lılar  nasıl  çekilecek,  askerle  “karşılaşırlarsa”  ne  olacak  filan  deniyor  ya…

Sıkmayın  canınızı,  işin  en  kolay  tarafı  o…

Arkadaşına  bunları  yapan,  PKK’lıya  haydi  haydi  yüzünü  çevirir,  olur  biter.

Yılmaz  ÖZDİL

Hürriyet

20
Nis
13

Size Ayna Olmaya Devam Edeceğiz Erdoğan…

Erdoğan   “Sakillere”   tepki   koyan   Türk   Vatandaşlarına   “çapulcu”   dedi(!)..

Evet   Sayın   Başbakan  ;

Her  yerde  bizleri  göreceksiniz.

Bütün  meydanlarda…

Her  ihanetin  boy  verdiği  yerde  göreceksiniz  bizleri.

İhanete  ayna  tutmaya  devam  edeceğiz…

Bakacaksınız  o  aynaya,  koyacaksınız  teşhisi.

Biz  kendinizi  nasıl  tarif  ettiğinizi  ibretle  seyredeceğiz.

“PKK’yı beleşten devlet sahibi yapma planına” karşı çıkanları; “kandan beslenenler” diyerek suçladınız ya?

Vallahi bayıldım şu aynadaki tarifinize.

Gene çok haklısınız Sayın Erdoğan(!)..

Ülkenin yönetimine geldiğinizde terör minimize olmuş, terörist başı sapık hapse tıkılmıştı.

Yönetiminiz PKK ile mücadeleyi engelledi. PKK’ya yaşam öpücüğü verdi.

Terörle mücadele eden kim varsa cezalandırdınız.

Tolon ve Şener Eruygur Paşayı esir aldığınızda attığınız koğuş, PKK’lıların yan koğuşu idi. P

KK’lılar Paşaları duvarlara vurarak günlerce sözlü taciz etti.

“Sincan’daki bütün KCK’lılar tahliye oldu. Giderken koridorda karşılaştıkları tutuklu bir komutanıma da takılmadan edememişler:

–  Ohoo, siz daha çook yatarsınız! Bizim arkamızda siyasi güç var, ya sizin?..”   (Saygı Öztürk)

İşte  hakikat  budur  Pek  Sayın  Erdoğan.

Dağdaki katil sürüsüne moral verdiniz.

Şemdinli’de 2005 yılında yapılan provakasyonda PKK’nın isteği ile Vali’yi görevden aldınız.

Aslında o gün “görmek isteyene” kimin yanında yer alacağınız belli olmuştu.

İlk ziyaret ettiğiniz kişi PKK’lı Seferi Yılmaz’dı…

Oysa o gün orada PKK’lı caniler polis köpeklerinin gözlerini bile oyup kurşun dökmüştü.
Milli Savunma Bakanınız İsmet Yılmaz’ın verdiği bilgiye göre, 11 yıllık zulüm döneminizde;

“Son 10 yılda şehit olan TSK personel sayısının 601; intihar eden personel sayısı 965 tir.”

Gazilerimiz ve PKK tarafından kaçırılan vatandaşlarımızı da ekleyin.

Kanın yolunu kim açmış görürsünüz.

Eğitim tasması ile terbiye ederek uysallaştırdığınız medya vasıtası ile her Allahın günü evlerimize PKK reklamı pompaladınız. Yüzleri poşulu, her yeri yakıp-yıkan, namert, kahpe PKK’lıların alçak eylemleri reklama dönüştü. Halka verdiğiniz mesaj şuydu;

“Artık bu gelinen durumda PKK ile anlaşmaktan başka çaremiz yoktur. İstediklerini vermezsek çok daha fazla kan akar.”

Nihayetinde “dolma akıllı” bir sakil; milleti metropollerin kana bulanacağını söyleyerek tehdit etti.

Oysa Türk Milleti bir savaş kaybetmemiştir. Biz daha savaşımızı vermedik. Son kurşunumuzu atmadık. Son nefesimizi vermedik.

Bazı siyasilerin yaptığı yanlış bir yorum var.

Size ;

“Terörle  mücadelede  yenildiniz”  deniyordu.

Hayır, siz terörle mücadelede yenilmediniz. Mücadele etmediniz ki yenilesiniz.

Çünkü terör ile bırakın mücadeleyi, terörle mücadele edeni bertaraf edip teröristi korudunuz.

Dağdaki   eli   kanlı   teröriste   moral   pompaladınız.

Ama   Türk   Halkı   karşısında   yenileceksiniz..!!!

Tek   hakikat   budur…

Bu   kadar   basit…

Evet, CFR’nin gönderdiği parti programında olan şehir devletçikleri kurmak, yırtılıp çöpe atılan Serv’e yeniden hayat verebilmek için kana ihtiyaç vardı.

PKK  bu  ihtiyacı  karşıladı.

Ankara’nın merkezinde patlatılan bombalarla, İstanbul’u kana bulayarak, arabaları yakıp milleti canından bezdirerek, okuluna giden Serap’ı yakarak Büyük İsrail Kürdistan’ına giden sürece yardım etti.

Habur denilen kepaze açılımı, Oslo süreci denilen ihanet sürecini, bebek katilinden Mandela çıkarma gayretlerini, dökülen o kanları bahane ederek yaptınız.

Yani;

Mehmetçiğimin  kanından  beslendiniz.

Şimdi sıra geldi asil Türk Anasının akıttığı gözyaşlarından sapık bebek katiline kanat takmaya…

Bu gözyaşlarında boğulacaksınız. Masum her damla gözyaşının; “bütün pislikleri temizleme gücü” vardır.

Hatırlatırım!!.

Anaların  gözyaşıymış(!)..

Hadi  ya,  gerçekten  mi ?

Terörist kendi isteği, küreci güçlerin itmesiyle dağa çıkmış, Mehmetçiği devlet göndermiş, “Vatanı savun” demiştir. Biri öldürmek için dağa çıkmış, diğeri öldürene karşı öldürüleni ve vatan toprağını savunmak için görev yapmıştır. Mehmetçiğim vatan borcunu ödemiştir.

Bu  ne  alçak  bir  eşitlemedir ?

Türk  anaları  asıl  şimdi  ağlıyor.

Kısacası  çok  Sayın  Erdoğan;

Siz  bütün  kanunsuz  açılımlar ı “kanı  dayanak  yaparak”,  yani  “kandan  beslenerek”  yaptınız.

Kimmiş  şimdi  kandan  beslenen ?

Dedik  ya  Sayın  Erdoğan;

Size ayna tutmaya devam edeceğiz.

Ve siz o aynaya bakıp bir bir itiraf edeceksiniz gerçek niyetinizi ve kimliğinizi.

Ayna ne kadar temiz ise görüntü o kadar nettir.

Size ne kadar temiz bir ayna sunuyoruz ki, kendinizi tarifiniz o kadar “net” oluyor.

“Bedeli   olan   HER   “adam” ;   “bedeli   olmayan   HER  

adamdan”   korkar.

Çünkü   “TARİH   YAZAN”,   bütün   Firavun   tahtlarını  

yıkan  bu   “bedeli   olmayan”   kahramanlardır.

Korkun  zaten !

Bu  mazlum  milletin  ahından  korkun !

Bütün  zulme  uğramış  insanların  sığınabildiği  tek  millet  olan  bu  millete  yaptıklarınızdan  korkun..!!!

Her  zalim  sonunda  “kendini  sokan”  akrebe  dönüşür.

Çevrenizdeki  ateş  çemberi  daralıyor.

Okumaya devam edin ‘Size Ayna Olmaya Devam Edeceğiz Erdoğan…’

20
Nis
13

“Ömer Hayyam”da Tutuklu…

“Girme   şu   alçakların   hizmetine :   konma   sinek   gibi   pislik   üstüne.

İki   günde    bir   somun   ye,   ne   olur !

Yüreğinin   kanını   iç   de,   boyun   eğme…”

*  *  *  *  *  *  *

“Yarım   somunun   var   mı ?    Bir   ufak   da   evin ?

Kimselerin   kulu   kölesi   değil   misin ?

Kimsenin   sırtından   geçindiğin   de   yoksa ?

Keyfine  bak :   en   hoş   dünyası   olan   sensin…”

*  *  *  *  *  *  *

“Ben   haram   ile   helâlı   karıştırmam..

Dost   ile   içilen   şarap   helâldir,    puşt   ile   içilen   su   bile   haram.”

Ömer  HAYYAM

*  *  *  *  *  *  *

Ortaçağ  karanlığı  çökmesin  bir  kez  üstüne.

Kurulur  Engizisyon  mahkemeleri.

Zihinlere  pencere  açan  kim  varsa  toplanır  bir  bir…

Ölüler  çıkarılır  mezarlarından.

Papaza  İRAT  kaydedilir.

Ölümünden bin yıl sonra “bir Engizisyon Mahkemesinde” Ömer Hayyam mahkum edilir…

Hayyam’ı  bin  yıl  sonra  mahkum  ettiren  o  dörtlüğü hatırlayalım ;

“Irmaklarından  şaraplar  akacak’  diyorsun
Cennet-i  alâ  meyhane  midir ?
Her  mümin’e  iki  huri’  diyorsun
Cennet-i  alâ  kerhane  midir ?”

Mahkeme,  Fazıl Say’a mahkumiyet  kararının  on  sayfadan  oluşan  “gerekçe”sini  açıkladı :

“Kamusal tartışmaya hiçbir katkıda bulunmayan ve yeryüzünde yaşayanların büyük çoğunluğunun mensubu oldukları 3 büyük dinin ortak değerleri olan Allah, cennet ve cehennem gibi kavramlara yönelik hislerini nedensiz yere incitecek ve bu kavramların anlamsız, gereksiz ve değersiz olduğu kanaatini uyandıracak şekilde dini değerleri aşağılamak kastıyla yazıldığı kanaatine varılmıştır.”

Dinin şeriatını(dış hükümlerini-zarfını) “pazar malı” gibi alıp satanlar, dinin hakikatini elbette mahkum eder.

Hallac-ı Mansur’u bin yıl önce katledenlerin mirasçıları geri döndü.

26 Mart 922 tarihinde Bağdat’ın Babut-Tak meydanında bir darağacı kurulmuş ve Hallac-ı Mansur, hakkında verilen ölüm fermanı gereği, hunharca katledilmişti…

Boynunu vurdular, kinleri dinmedi.

Yaktılar, kinleri dinmedi.

Küllerini Dicle nehrine bıraktılar, külleri insanın hakikatini haykırmaya devam etti.

Küflü beyinler uyanmadı.

Bin  yıldır  Mansur  okunur,  Mansur  söylenir.

Ya  katilleri ?

Gene  Hayyam  versin  cevabı ;

“İsyan   edip   karşında   duracağım,   neredesin ?

Karanlığı,   ışığa   yoracağım,   neredesin ?

İbadete   karşılık   cenneti   alacaksam,

‘Bağış   mı   ticaret  mi’   diye   soracağım,   neredesin ?”

Dini meta haline getirenler, dinin içini boşaltıp zarfını put yapanlar, dinin hakikatinden Maun suresinden kaçtıkları gibi kaçarlar.

Zarfı açıp içindeki mektubu okuyan herkese düşman kesilirler.

“Çünkü   dinin   hakikati   bunların   nezdinde   küfürdür.”

Kara paraya, faize, sistemin soygun düzenine itiraz etmeyenler, Fazıl Say’ın kimliğinde Hayyam’ı mahkum ettirir.

Zarfın içine bakan Hayyam bin yıl önceden veriyor cevabı:

“Dün özledim de seni coştum birden bire;
Çıktım senin yerin dedikleri göklere.
Bir ses yükseldi ta yukarda, yıldızlardan:
Gafil, dedi; bizde sandığın Tanrı sende!

*** *** ***

Bilge, yüce varlığın seyrine dalar;
Gafil ise onda dostluk düşmanlık arar.
Deniz, deniz olduğu için dalgalanır,
Çöpe sor, hep onun içindir dalgalar.”

Hayyam aynı zamanda bir bilim adamıdır. Hayyam’ın bilgeliğinin KDV’sinin bile karşılayamayanlar, cehalet kusuyor.

Kaba softa, Emevi mirasçısı Yezitler yıllardır dini; “cennette verilecek huri, sayısız yemişler ve cennet ırmakları”na indirgedi.

İnsanlara “rüşvet” gibi “HURİ” sunanların haline bir bakın;

Paraperest tapınaklarının putperestleri..

Oysa yaşamı Yunusça idrak edenler;

“Yarabbi, maksadım sensin, senin rızanı istiyorum” demiştir.

Allah’ın mülküne talip olanlar, Allah’ın zatına yönelmeyi ne bilsin?

Herkesin fikri ne ise, zikri de odur.

Taassubun, gizli şirkin küreci maymunları, cahiliye döneminin putperestleri…

Lât, Uzzâ, Hubel adlı putların önünde eğilen putperestlerin varisi Ebu Cehil ve Hind’ler;

Bu gün de “Beyaz Saray, Tel Aviv, banka hesapları” önünde eğiliyor.

Ömer  Dinçer’in  “Gayri  Milli  Eğitim  Bakanı”  olduğu  dönemde  Yunus  Emre’nin ;

“Cennet   cennet   dedikleri

Birkaç   köşkle   birkaç   huri

İsteyene   ver   onları

Bana   seni   gerek   seni…”

Dizeleri  ders  kitabından  çıkarılmıştı.

Okumaya devam edin ‘“Ömer Hayyam”da Tutuklu…’

19
Nis
13

SAKİN OL TÜRKİYELİ BAŞBAKAN..!!!

Bir  Başbakan  halkını  tehdit  edemez,  milletine  bağıramaz.

Hele – hele kimseye  “çapulcu”  diye  hakaret  edemez.

Ederse  misliyle  karşılığını  alır  ve  alay  konusu  olur.

Başbakan  Erdoğan,  Başbakanlığı  kendisini  o  makama  getiren  milletine,  hakaret  etme  makamı  olarak  kullanamaz.

Çünkü   kendisi   “geçici   bir   süre”   için   vekildir.

“Asil”   olan   bizleriz.

Dünyanın  neresinde,  bir  vekilin  asiline  yani  işverenine  bağırdığı – hakaret  etiği  görülmüştür ?

Böyle  yapanın  aklından  zoru  olduğu  sanılabilinir.

Türkiyeli  Erdoğan , 63  kişiden  oluşan  “Heyet-i  Nasiha’ya”  toz  kondurmuyor.

Onları birer “mübarek” insan olarak göstermeye çalışıyor ve onları ellerinde Türk Bayrakları ile İstiklal Marşı söyleyerek protesto eden insanları suçluyor ve polisle tehdit ediyor.

Demokratik bir ülkede Başbakan kimseye nasıl düşüneceğini, neyi savunacağını, neye karşı olacağını söyleyemez.

Bu  onun  hakkı  da,  haddi  de  değildir.

Akil  İnsanlar  Heyetine  gelince ;

AKP ve Cani Öcalan tarafından oluşturulan bu heyet 4 bölümden oluşmaktadır :

* Türkler Ermenilere soykırım yapmıştır deyip, Türklüklerinden utananlar.

* Şeriat hükümlerinin geçerli olacağı, Federe İslam Devleti savunucuları.

* Kürtçü-Bölücü PKK yanlıları ve Kürdistan Devleti kurmak isteyenler.

*  Hiçbir  şeyin  farkında  olmayan  dolgu  malzemeleri.

Bunların varlıkları-düşünceleri-inançları, Çağdaş Türk Milleti ile asla bağdaşmaz.

Bunlarla Türk Milletini kırk sene aynı kazanda kaynatsanız, yine de birbirine kaynamazlar.

Türk Milletine ve onun hassasiyetlerine kızan Türkiyeli Başbakan, mevcut Anayasa’ya göre Türk Milletinden vekâlet aldı ve namusu-şerefi üzerine mevcut Anayasa üzerine yemin etti.

Öncelikle adam olan adamın, ettiği yemine sadık kalması beklenir.

Tekrar ediyorum. Hiçbir siyasetçinin-devlet görevlisinin Türk Milletine hakaret etmeye, düşünceleriyle alay etmeye,

Türk Milletinden aldığı “Yönetme gücünü” yine Türk Milletine karşı sopa olarak kullanmaya hakkı yoktur.

Türk Milletinin bir ferdi ve inançlı biri olarak söylüyorum ki;

54 bin insanımızın kanı ellerinde bulunan Öcalan ve uyuşturucu kaçakçısı katiller çetesi ile yapılan her anlaşma benim için yok hükmündedir.

Demokratik haklarımı kullanarak bu oyunu bozmak için elimden geldiğince çalışacağım.

Allah,  Türk  Milletini  korusun  ve  yardımcısı  olsun.

Sağlık ve başarı dileklerimle  – 19 Nisan 2013

Rifat  SERDAROĞLU

http://www.ilk-kursun.com/haber/143373

19
Nis
13

NE PAHASINA OLURSA OLSUN..!!!

Birinci Paylaşım Savaşı’ndan hemen sonra İngilizlerin, Osmanlı topraklarını “üzerinde güneş batmayan İmparatorluk” topraklarına katmak için her türlü manevraya başvurduğu bir gerçektir.
Devrin padişahı Vahdettin ve Damat Ferit Paşa’nın ise saltanat,mal, can kaygısı ile hareket ederek, işgalci İngilizlerin emir eri görevine soyundukları da bilinmektedir.
Vatanı, milleti unutan ve kendi çıkarları için yabancılarla işbirliği yapan bu hainlerin yanı şıra, 19 Mayıs 1919′da başlayan Bağımsızlık Savaşı’na karşı cephe kuran ve Milli mücadele’ye karşı direniş noktaları da oluşturan düşman kuruluşlar, günümüzün NGO’lu sivil örümcekleri gibi türemişlerdir.
İngiliz Muhipleri, Wilson Prensipleri, Kürt Teal-i, İslam Teal-i, İlay-ı Vatan Cemiyetleri, Cemiyet-Ahmediye ve daha niceleri…
Milli Mücadele’ye düşman bu kuruluşların görünürde var olan yöneticilerinin yanı sıra “Hainin iğvası”na kanan yöneticileri, yerli vatan hainleri ve düşman ajanları “İHANETTE SINIR YOKTUR.” anlayışı ile hareket etmişlerdir.
Bu kuruluşlarda yer alanların tümü korkak,“TAM İSTİKLÂL”den habersiz, düşmandan yardım uman gafil ve zavallılardır
İngilizlerin emir ve telkinleriyle” Heyet-i Nasiha”yı kuran Damat Ferit’in gerçek amacı İtilaf Devletleri’nin insafına sığınarak teslimiyeti kabul edip, yedi düveli kızdırmadan, ne pahasına olursa olsun, “Silahsız çözüm” sağlamaktır.
*****

NE PAHASINA OLURSA OLSUN!..
Heyet-i Nasiha’nın da Akiller’inde amacı aynıdır. Her ikisi de dış güçlerin ve Türk milletine düşman kuruluşların güdümündedir. Her ikisi de 1896 ABD Kongresi gizli kararlarına dayanan Türk yurdunu bölme, Türk milletini yok etme planının paralı lejyonerleridir.Akiller, Heyet-i Nasiha’nın artıklarıdır.
Sadece ihanetlerinin üzerini örttükleri kılıflar değişiktir. Nasihatler Heyeti “azınlıkların, Osmanlı’dan kopmasını önlemek” gibi bir mazeretin arkasına sığınarak, İngiliz işgalini masum(!) göstermek çabasını göstermiştir.
Akiller’in kılıfı ise daha göz alıcı ve gönül okşayıcıdır(!). “Barış Süreci-Kan dökülmesin.” PKK karşısında diz çöken iktidarın son çırpınışıdır AKİLLER…Ama bu süreç tıpkı kemoterapi gibi Türk milletine uygulanmalıdır. Kemoterapinin en önemli özelliği de kanserli hücrenin yanı sıra sağlam hücreleri de yok etmesidir.
“Çözüm (çözülme) süreci”, ne pahasına olursa olsun Türk milletine kabul ettirilmelidir. “BÜYÜK ABİ” böyle istemektedir. “Büyük Kürdistan” bu sürecin ana hedefidir.Sn.Eşbaşkan, CFR’nin memorandumunu “KOPYALA-YAPIŞTIR” tekniğiyle tüzükleştirirken bu sürecin altına mührünü basmıştır.
Bu paha ülkenin bölünmesi de olabilir, ulus devletin yıkılması da…
“Biz suçlu değiliz.Af dilemiyoruz.Türk Devleti soykırım yaptı. Kürtler Türk devletini af etmeli.” Murat Karayılan
“Devlet Kürtlere tazminat ödemeli” Akil Kadın(!) Zübeyde Eker…
Türklerin soykırım(!) yaptığı iddiası ve devletin bölücülere tazminat ödemesi pahasına da…
Öcalan/Karayılan/BDP’nin isteğiyle Meclis’te komisyon kurulup, GAZİ MECLİS’in bu suça ortak edilmesi pahasına da…
Ve hatta Öcalan’ın serbest bırakılıp , TBMM’ne girmesi pahasına da bu süreç, ne pahasına olursa olsun Türk milletine kabul ettirilmelidir. Bu paha ülkenin bölünmesi de olabilir, ulus devletin yıkılması da…
Onlar, beyinleri narkozlanmış, ruhları emperyalizme teslim olmuş Akiller…İstiklâl Marşı için gereksiz diyeceklerdir.
Türk bayrağı mı? Kaldırılsın…Türkiye ikiye bölünsün, yok yetmez yirmiye bölünsün…
“Şehitler ölmez, vatan bölünmez” Ölenler öldü, kalan sağlar bizimdir. Bırakın, analar ağlamasın.
Ne pahasına? Vatan pahasına…Ne pahasına olursa olsun,Okyanus ötesinden söylenen her ninni her Türk’ün beynine çakılmalıdır.
*****
Akiller Antalya’da… İzlerini sürüyorum… Onlara soracağım…
* Beyninizi ve vicdanınızı cüzdanınıza mı koydunuz?
* Antalya’nın bu vatanın bölünmez bütünlüğü için kaç şehit verdiğini biliyor musunuz?
*Cumhuriyet’e, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne neden düşmansınız?
* Her PKK’lı, başta Öcalan olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmak için silahlı isyan çıkarmış ve kırk bin sivil, asker, kadın erkek  Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının hayatına kast etmişlerdir.
Devlete karşı alenen suç işleyen teröristleri “AK”lamak ve bu süreci millete dayatmak “SUÇU ve SUÇLUYU ÖVMEK”tir. Bu  davranış da TC Kanunu gereği bir başka suçtur. Bu suçu işlemek eğer varsa kanınıza dokunmuyor mu?
* İhanetin dayanılmaz suçluluğu nasıl bir duygudur? Çünkü siz vatana ihanet ediyorsunuz.
*Bu ülkenin bölünmesi size ne kazandıracak?
* Türk milletine düşman bir plana hizmet ettiğinizin farkında mısınız?
*Aynada kendi suratınıza bakarken hiç mi hiç utanmıyorsunuz? Tabii eğer sizin topunuzda halen “AR” duygusu varsa…
*Ve şehitler…Kanlarıyla Misak-ı Milli’yi çizen, vatana katılan yiğitler…Onlar halen vatan nöbeti tutmakta…Siz onların kanına ekmek doğradığınızın farkında mısınız?
Siz ey Akiller; vatanın bölünmez bütünlüğüne, birliğine, dirliğine, Türk milletine, geçmişimize, geleceğimize ihanet ediyorsunuz.
Ne pahasına olursa olsun, şimdi sıra Türk milletinde…Kan pahasına mı, can pahasına mı, kadın, erkek, genç, yaşlı fark etmez bu vatanın her karış toprağını, sadece dış düşmanlara değil, yerli işbirlikçilere de karşı koruyacağız.
Pusatımız  belli..
“NAMUS  CEPHE”si…
Nerede mi ?
19
Nis
13

Bağımsızlığın Ekonomik Temelleri

Siyasal  bağımsızlık  ekonomik  temele  dayanır.

Ekonomik  temeli  olmayan  siyasal  bağımsızlık  sürdürülemez.

Günümüzde  Türkiye’nin  yaşadığı  sorunların  önemli  bir  bölümünün  nedeni  de  bu  gerçeğe  dayanır.

Gerçeği Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar görmüş, açıkça dile getirmişlerdir.

M. Kemal Atatürk’ün, Cumhuriyetin ilanından önce toplanan İzmir İktisat Kongresi’ndeki (17 Şubat-4 Mart 1923) açış konuşmasına sık sık yollama yapılır. Yineleme de olsa Atatürk’ün bu bağlamdaki görüşlerini, günümüzde de vurgulamak, anımsatmak gerekiyor :

“Milletimizin kurduğu devletlerde yükseliş ve çöküş nedenleri aranırken birçok siyasi, askeri, sosyal sebepler bulunmakla beraber asıl ekonomik durum önemli rol oynar. Türk tarihi inceleniğinde, zaferler yahut çöküntülerin hepsinin ekonomik hallerle ilgili olduğu gürülür.

Yeni Türkiyemizi layık olduğu kuvvete yükseltebilmek için birinci derecede ve en çok ekonomimize önem vermek mecburiyetindeyiz. Zamanımız tamamen bir ekonomi devresinden başka bir şey değildir. Milli egemenlik, ekonomik egemenlikle kuvvetlenmelidir.”

M.K. Atatürk, Lozan Konferansı’nın ilk aşamada sonuçlanmaması, dağılması üzerine de aynı kongrede şu değerlendirmeyi yapıyordu :

“Görülüyor ki bu kadar kesin, yüksek ve başarılı bir askeri zaferden sonra dahi bizi sulha kavuşmaktan alıkoyan neden, doğrudan doğruya ekonomik sebeplerdir, ekonomik anlayıştır. Çünkü bir devlet ekonomik egemenliğini sağlayacak olursa, o kadar kuvvetli bir temel üzerine yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır ki, artık bunu yerinden kımıldatmak mümkün olamayacaktır. İşte düşmanlarımızın olur diyemedikleri, bir türlü kabul edemedikleri gerçek budur.”

Ekonomik egemenlik, ekonomik bağımsızlık nedir? Ölçütleri nelerdir? Ekonomik bağımsızlık, gerekli tüm mal ve hizmetlerin ülke içinde üretildiği, kendi içinde yeterli kapalı otarşik bir düzen değildir. Ekonomik bağımsızlık ülkenin dış ekonomik tehditlere boyun eğmeyecek ölçüde, üretim ve finans gücüne sahip olması anlamındadır.

Bir ülkenin dış ekonomik tehditlere, dış şoklara, siyasal amaçlı ekonomik baskılara uğramaması, maruz kalmaması için gerekli koşullar çok genel olarak şöyle ortaya konulabilir :

*  Ekonominin büyüme hızı, üretim gücü ile doğrudan bağlantılı, stratejik ithalat olarak nitelendirilen enerji, sermaye malları ve temel ara malları ithalatının toplam ithalat içindeki payı yüzde 30.0 dolayını aşmamalıdır. İthalat büyük ölçüde ülkenin belli bir süre vazgeçebileceği ve/veya gerektiğinde üretebileceği mallardan oluşmalıdır.

*  Enerji gereksiniminin önemli bir bölümü yurtiçi alternatif kaynaklardan sağlanmalıdır.

Türkiye petrol, doğalgaz zengini bir ülke olmadığından rüzgâr, güneş, jeotermal kaynaklardan yararlanarak yenilenebilir enerji üretimini geliştirmesi, çevreye zarar vermeyen, dışsal maliyeti sınırlı hidrolik santrallardan yararlanması, gerektiğinde termik santralları da devreye sokarak alternatifli olarak enerji üretimi ile gereksiniminin en az yüzde 80’ini iç kaynaklardan sağlamalıdır.

*  Savunma sanayisi geliştirilmelidir.

Günümüzde ekonomik açıdan gelişmiş tüm büyük ülkelere bakıldığında, imalat sanayisi içinde ve ihracatta savunma sanayisinin önemli pay aldığı görülmektedir. Savunma sanayisinde dışa bağımlılık oranı düşürülmeli, iç üretimin payı yüzde 70 – yüzde 80’lere değin yükseltmelidir.

*  Yeni teknolojiler geliştirebilecek, uygulayabilecek nitelikli işgücünü yetiştirme hedeflenmelidir.

*  İç tasarruf oranı en az yüzde 25 düzeyine yükseltilmelidir.

*  Ülkenin en elverişsiz koşullarda bile 6 aylık ithalat gereksinimini karşılayacak ölçüde net döviz rezervi olmalıdır.

*  Dış borç stoku artırılmamalı, dış borçlar içinde kısa süreli olanların payı yüzde 10’lara değin düşürülmelidir.

*  Cari işlemler bir orta vadede yıllık artı ve eksilerle dengelenmelidir.

Kuşkusuz bu öneriler eksik, yetersiz görülebilir, ciddi araştırmalara dayanan önerilerle tamamlanabilir.

Yurtdışındaki bankaların kuvertür (karşılık) tesis edilmeden akreditif açmaması ile, sendikasyon kredilerinin yenilenmemesi ile enerji ve aramalı ithalatının kısılmasıyla bir ülke ekonomik bunalıma girme riski taşıyorsa cari işlemler açıkları GSYH oranının yüzde 6-yüzde 7 düzeyinde seyrediyorsa, parası gerçek anlamda konvertibl değilse ve dış borçları da sürekli artıyorsa, ekonomik açıdan bağımsız sayılamaz.

Bu  durumda  yaşadığımız  dönemde  olduğu  gibi,  emperyal  güçler,  ekonomik  tehditlerle  de  yönetimleri  istedikleri  yöne  sürükleyebilirler.

Okumaya devam edin ‘Bağımsızlığın Ekonomik Temelleri’

18
Nis
13

DEVLET ÇÖKERTİLİRSE

Rifat  SERDAROĞLU-Ne zaman bir olay olsa, sanki iktidarda AKP değil de başka parti varmış gibi AKP sözcüleri şunları söylemeye başlıyorlar;
“Bu bir provokasyondur.  Eski Türkiye’ye özlem duyanlar içimizi karıştırıyorlar.  Oyuna gelmeyin!”

Habur’da çuvallarlar, provokasyon derler. Uludere’de rezil olurlar, provokasyon derler. Hizbullahçılar ile Kürtçüler birbirine girer, işte size provokasyon!..

Be  Allahın  adamları,  tek  başınıza  iktidardasınız.  Hem  de  11  senedir.

MİT-Polis-Ordu-Yargı-Medya hepsi emrinizde değil mi ?

Kim provoke ediyorsa, bu provokatör, bu bürokratik oligarşi kimse yakalayın adalete teslim edin, Türk Milletine de açıklayın.

İşbilmezliğinizin, beceriksizliğinizin, cehaletinizin ceremesini millete yüklemeye kalkmayın. İşinizi namusunuzla yapın.

Esasında başımıza gelen her felaketin tek sorumlusu, AKP Hükümetidir.

11 yıldır kendilerince trene benzettikleri bir demokrasi örtüsü altında “Federe İslam Devletini” kurmaya çalışıyorlar. Devletin tüm dinamiklerini, savunma merkezlerini parçaladılar.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizde Askeri kışlasına, polisi karakoluna, istihbarat elemanlarını ise İmralı’ya çektiler.

Meydan ite-uğursuza-teröriste-tarikat ve cemaatlere kaldı.

Orada artık okullara Milli Eğitim Sorumluları değil, tarikatlar hâkimdir.

Kamu Kuruluşlarında BDPKK etkindir.

Sokağa ise PKK Terör örgütü-Hizbullah Terör Örgütü ve Suriye için gelen El-Kaide militanları sahiptir.

Sınırlarımız kaçakçılara emanet. Adamlar yükleriyle geliyorlar, kaçakçıları yakalamak isteyen güvenlik görevlilerini püskürtüyorlar, kaçak mallarıyla doğru köylerine gidiyorlar.

Dağlar ise tamamen PKK terör örgütü dağ kadrosuna ait.

AKP Hükümeti sayesinde, kim eline silah alıyor, kim adam öldürüyor, kim Türk Bayrağını yakıyor, kim örgüte üye olup yasaları çiğniyor, bunların hepsi makbul ve dokunulmaz kişiler.

Zavallı T.C Vatandaşları ise şaşkınlıkla olayları izliyor. Bankadan aldığı kredi borcunu ödeyemeyen ve malbildiriminde bulunmayan köylü tekme-tokat hapse atılıyor, terörist baş tacı ediliyor.

Garip Türk vatandaşı elektrik parasını bir gün geç ödesin, anında kesilir.

Güneydoğu Anadolu da, elektrikte kaçak kullanım oranı % 70’in üzerinde!

Diyarbakır Dicle Üniversitesinde başlayan olaylar, yaklaşmakta olan felaketin habercisidir. Siz AKP Hükümeti olarak,

“İrtica”yı tehdit olmaktan çıkarıp, PKK ile kucak-kucağa olursanız, sokaklarınız “Şeriat” isteyenlerle “Kürdistan”ı kurmak isteyenlerin savaş alanına döner.

Hizbullah Terör örgütü de, AKP’nin “İleri Demokrasi” anlayışıyla faaliyetlerine serbestçe devam etmektedir. Üniversitelerde örgütlenmiş olan PKK yanlıları ve Hizbullah yanlıları günlerdir çatışmaktalar. Bu çatışmalar diğer üniversitelere de yayılmaktadır.

Ülke bu halde iken, olayları analiz edemeyen sepetlerle, devlet-millet –Atatürk düşmanları;

“Ne var işte, daha ne istiyorsunuz, barışa karşı mısınız, kan akmaya devam etsin mi” diye sorup, millete bir tokat da onlar atıyorlar!

Orhan Gencebay ise yazdığı şiirle bu oyuna alet olduğunun farkında bile değil.

Orhan Bey, siz o şiirinizi yanlış kişilere okuyorsunuz.

Türk Milleti zaten barış-huzur istiyor.

Kendisini Türk Milletinin ferdi saymayanlar, Türk Bayrağını “Bayrak” kabul etmeyenler barış istemiyor. Bölücüler 54 bin insanımızı öldürmediler mi?

Hala öldürmeye devam etmiyorlar mı?

Siz şiirinizi bu katil sürüsüne okuyun. Sizin kullandığınız fakat dağdaki eşkıyanın kullanamadığı ne hak varmış, sorun öğrenin.

Hak elde etmenin yolunun “Silah-Öldürme” olmadığını onlara anlatın.

Siz Türk Milleti tarafından sevilen bir sanatçısınız.

Cesur adamsınız.

Siz şiirinizi Kandil’de okuyun.

Dağdaki gençlerimizi takın peşinize getirin.

Bunu yapamıyorsanız, yıllarca damla-damla biriktirerek büyüttüğünüz
Orhan Gencebay adını, Devlet-Millet-Bayrak düşmanı bölücülerin ayaklarına paspas yapmayın.

Sizin yaratacağınız ortamdan yararlanan AKP Hükümeti, ülkeyi bölecek kararlar alır ve bir iç savaş çıkarsa, yine barış şiirleri  yazabilecek misiniz ?

Siz  hiç  hırsıza,  “aman  hırsızlık  yapma,  barışalım”  denildiğini  duydunuz  mu ?

AKP  Hükümeti  ve  hiç  kimse  şunu  asla  unutmamalıdır ;

Okumaya devam edin ‘DEVLET ÇÖKERTİLİRSE’




İstatistikler

  • 2.406.122 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Nisan 2013
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930  

En fazla oylananlar