Aralık 2012 için arşiv

31
Ara
12

Ezberlerin bozulacağı yıla giriyoruz !

Biriktirdi, biriktirdi; “Uyanın-aydınlanın- hesap sorun- saydamlık isteyin- her söylenene Necati  DOĞRUaldanmayın.

Çok büyük yalanlar söyleniyor artık kanmayın”  diyerek  bırakıp  gidiyor.

Böylece;
Uyuşukluk  dönemi.
Biat  etme  dönemi.
Ne  söyleniyorsa  inanma  dönemi.
Bekleyip  görme  dönemi.
Bizim  için  çalışıyorlar  dönemi.

Çalıyorlar  ama  iş  de  yapıyorlar  dönemi.

Geçmişin  kötü  mirasını  tamir  ediyorlar,  biraz  daha  fırsat  verelim  deme  dönemi  bu  gece  saat  12’yi  vurduğunda  gidecek  olan  şu  2012  yılı  ile  bitmiş  olacak.

Xxx

2013’e  merhaba!
Yeni  yıldan  umutluyum.

Keskin  bir  yıl  olacak.

Bekliyorum;  fakir  ile  fukaranın,  garip  ile  gurebanın  gözlerinin  açılacağı  bir  yıl  yaşayacağız.

10  yıldır  ülkeyi  Cumhurbaşkanlığı,  Meclis  Başkanlığı,  Başbakanlık,  bakanlıklar,  devlet  kadrolarını,  polis  kadrolarını,  üniversiteyi,  iş  dünyasını,  İstanbul  sermayesi  ile  Anadolu  sermayesini;

yasamayı,  yürütmeyi,  basının  neredeyse  tamamını  ele  geçirmiş  olarak  yönetenlerin;

“Darbeciler…  Ergenekoncular…  Baasçılar….  Esad sevenler…  Statükocular…  Bizi engelliyorlar…”   laflarına kimsenin kulak kabartmayacağı bir yıla gireceğiz.

“Taş koyuyorlar, çalıştırmıyorlar. Kuvvetler ayrımı önümüzü kesen duvar”   kof yalanına artık yeni yılda çok az inanan bulacaklar.

xxx

2012  bahane  bitiren  yıl  oldu.
Temel  sorunları  çözmediler.
Ana  problemler  bitmedi.
İşsizlik  büyük.
Yoksulluk  arttı.
Gelir  eşitsizliği  düzelmedi.
Geçim  sıkıntısı  ağırlaştı.
Bölgesel  uçurum  açıldı.
Vergiler  ağırlaştı,  ağırlaşıyor.
Zamlar  durmuyor.
Memur  kıvranıyor.
İşçi  homurdanıyor.
Esnaf  kıvranmakta,
Çiftçi  daralmakta.
Emekli  sıkıntıda.
Orta  tabaka  nefes  nefese.
Devletin  bütün  malları  satıldı.
Devletin  bütün  gelirleri  satıldı.
Özelleşecek  mal  kalmadı.
Türkiye’nin  geleceği  de  satıldı.

xxx

**
Yeni  yıl;  “kof  bahanelere  kimsenin  inanmayacağı”  sıkışma – daralama –  küçülme sarsıntılarına  gebe  olarak  geliyor.
Bilen  biliyor.
Bu  tip  yıllar  değişim  getiriyor.
İktidar  halk  desteğini  yitiriyor.
Düzenin  menteşeleri  sarsılıyor.
1954’te  sarsıldı.
1958’de  sarsıldı.
1971’de  sarsıldı.
1980’de  sarsıldı.
2001’de  sarsıldı.
2002’de  de  sarsıldı
İktidar  partileri  çöktü.
Halk  onları  sandığa  gömdü.
Türkiye’de  darbeler  bitti.
Seçimle  gelen  seçimle  gidecek.

Xxx

Yeni  iktidar  10  yılını  doldurdu.

2012  yılı  biriktirdi,  biriktirdi.
Bu  gece  çekip  gidiyor.
Bu  gece  saat  12’de  merhaba  diyeceğimiz  2013  sarsılma  yılı  olmaya  aday  olarak  geliyor.
Giden  yıl  hüzündür.
Gelen  yıl  umut.
Ezberlerin  bozulacağı  bir  yeni  yıla  giriyoruz.
Yeni  yılınız  kutlu  olsun.
Sağlıklı  olsun.
Mutlu  olsun.

Necati  DOĞRU

Sözcü

31
Ara
12

Ümit Kocasakal : “TÜRKİYE BUGÜN İŞGAL ALTINDADIR”

“KAÇ  ANA  DİLİMİZ  VAR  BİZİM ??   BEN  TÜRKÇE  BİLİYORUM,, VE  ANAYASADA  ÜNİTER  YAPININ  GEREĞİ  VAZGEÇİLMEZİ..  TEK  DİL, TEK  DEVLET, TEK  MİLLET  İLKESİNİ  HATIRLATMAK  İSTİYORUM  SİZ  DEĞERLİ  VATANSEVERLERE..”
Milliyetçi  Hareket  Partisi  (MHP)  Fatih  İlçe  Başkanlığı  tarafından  düzenlenen   “Anadilde  Eğitim  ve  Savunma  Hakkı  ile  Yerel  Yönetimler  Yasası”  konferansına  katılan  İstanbul  Barosu  Başkanı  Avukat  Doç. Dr.  Ümit  Kocasakal,  “Türkiye  bugün  işgal  altındadır”  dedi.

MHP’NİN   KONFERANSINDA   KONUŞTU

MHP Fatih İlçe Başkanlığı, Zübeyde Hanım Kültür Merkezinde “Anadilde Eğitim ve Savunma Hakkı ile Yerel Yönetimler Yasası” adlı bir konferans düzenledi. Konferansa konuşmacı olarak katılan İstanbul Barosu Başkanı Avukat Doç. Dr. Ümit Kocasakal, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

“TÜRKİYE   BUGÜN   İŞGAL   ALTINDADIR”

Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’ndaki gibi işgal edildiğini, bunun eskisi gibi silahla değil, zihinlerin işgaliyle olduğunu savunan Kocasakal, “Ülkenin genleriyle, değerleriyle oynanıyor. Toplumsal benliğine format atılıyor. Ve o şekilde tek bir mermi atılmadan o ülke işgal ediliyor ve bu demokratik değerlerle, insan hakları, özgürlük gibi o güzelim değerlerle içi boşaltılarak yapılıyor. Benim bugünkü saptamama göre Türkiye işgal altındadır. Bu yapılırken bir algı mühendisliği, psikolojik-zihinsel operasyon, bir gen mühendisliği ile yapmışlar, yapmaya devam ediyorlar” diye konuştu.
“Yüz yıllık bir hesaplaşmayı yaşıyoruz, bunu herkes bilsin” diyen Kacasakal, “1923′ten beri bu planlar yapılmıştı. Türkiye şu an bir kırılma noktasındadır. Birinci kırılma noktası 10 Kasım 1938 saat 09.06 geçe; ikincisi Türkiye’nin NATO’ya girmesi, üçüncüsü 12 Eylül 1980″ ifadelerini kullandı.

“SAHTE   ATATÜRKÇÜLERDEN   KURTULACAĞIZ”

Birilerinin bugüne kadar din ile toplumu kandırdığını ileri süren Kocasakal, “Ama en az bunun kadar vahim olan, birileri de Atatürk ile aldattı, aldatmaya devam ediyor. Ama önce bu sahte Atatürkçülerden kurtulacağız. Vahdettin nasıl gittiyse, bunlar da öyle gidecek. Teknoloji gelişiyor. Ama bunlar helikopter ya da uçakla gidecekler. İşte bu anadilde savunma ve eğitim de bu 90 yıllık emperyalist planların bir ürünü” diye konuştu.

31
Ara
12

2013 Özel Bir Yıl Olarak Kayda Geçecek !

70  yıldır  batının  uydusuyuz..

Tüm mazlum ülkelere ÖRNEK olmuş bir ülke, bugün kasabın bıçağını yalayan ve diğerlerini mezbahaya götürmek için seçilmiş kara koyun durumundadır!

Tüm dünyaya örnek olmuş bir zafere imza atan bir ülke, başına atanan zevat sayesinde Batı emperyalizmine uydu edilmiş, tüm bölge ülkelerine düşman hale getirilmiş ve kendi coğrafyasında yalnızlaşmıştır.

Önce ‘Yabancı Eğitim’ sultası kabul edilerek batının deli gömleğini giydik.. ‘Kültürel İğdiş’ projesi on yıllarca ülkede uygulandı, ‘Batıya İtaatkar kuşaklar’ yaratıldı.. Sonrası çorap söküğü gibi geldi, mazlum milletlerin lideri Türkiye, o ülkelerin karşına Amerika’nın elçisi olarak çıktı/çıkarıldı. 1952’de NATO’ya girerek kendi köleliğini taçlandırdı!

10 yıldır başımızda Amerika’da kurulmuş bir ‘iktidar partisi’ var.. Yine uluslararası sermaye tarafından güdülen bir muhalefet ona eşlik ediyor.. İktidar da muhalefet de aynı siyasi elitlerin temsilcileri olarak halka kan kusturuyor.. ‘Demokrasi’ teranesi ile aldatılan halk, yurttaşlık bilinci bulanık, oyla sandıkla seçimle oyalanıyor, emperyal oyunlara konu mankeni oluyor.

Geldiğimiz noktada, Türkiye yabancı askerler tarafından kuşatılıyor. Rejimi değiştiriliyor, parçalara bölünüyor, toprak kaybediyor. Yıllardır düşman edildiği komşuları için en saldırgan pozisyona sokuluyor. Ve nüfusunun yüzde 17′si açlık sınırı altında yaşıyor.

Halkı, işçiyi köylüyü esnafı temsil eden siyasi ve sosyal tüm direnç odakları dönüştürülüyor, yok ediliyor, tüm direniş odakları baskılanıyor.

5 yıldır Ümraniye soruşturmaları vasıtasıyla baskı en üst noktaya taşındı, gerçek bir muhalefetin ses çıkarması ve bu sesin duyulmasının tüm yolları kesildi.. Çıkan SESler arasına ajanlar, sahte muhalifler konuşlandırıldı. Direnen kesimlerin bir araya gelmesinin önüne setler çekildi. Kanaat önderleri, aydınlar, lider özelliği olan gerçek öncüler bir araya gelme konusunda fikir birliği içine giremedi.

Bir kısmı binde bir oy alan partilerine yapıştı, bir kısmı dar alanda fikirlerini beyan etmekle iktifa etmeyi seçti. Farklı ‘cenahlardan’ vatanseverler, yerel ve ulusal ÇATI konusunda bir fikir jimnastiği yapmada bile ‘çekingen’ tavır sergilediler… Bunun bazı haklı sebepleri olabilir. Süreç içinde, her ‘çatı’ çalışması içinden fırlayan emperyal ‘görevliler’ malumdur.

Sürecin tüm yorucu ögelerine, aydınlar arası çatışma ve ‘hastalıklara’ rağmen, şu kesindir ki, Türkiye’nin en ince tünellerden birine girdiği 2013’de TARİH vatanseverlerin bir araya gelmesini emrediyor! Bunun kolay olmayacağı bellidir.. Geçmişte de benzer yollardan geçilmiştir.

Sivas Kongresi’ndeki karmaşayı Attilâ İlhan şöyle anlatmıştı:

‘Bir sürü adam gelmiş, Amerikan mandası için karar çıkartmaya çalışıyorlar, Hüseyin Rauf Bey bile onlarla beraber. Atatürk bir yandan onlarla uğraşıyor, bir yandan reisliğini geri almaya çalışanlarla uğraşıyor. Harput Valisi Ali Galip Bey Kürtleri ayaklandırmış, askerlerle beraber Sivas Kongresi’ni başmaya geliyorlar. Gâzi, kongreden çıkıp telgrafhanede sabahlara kadar, askeri birliklere, gelenleri engellemesi için telgraf çekiyor. Böyle bir durum içindeler.. ’ (İlk İsyan söyleşisi)

Sivas Kongresi’nde o mücadele içinde İttihat ve Terakki, Gâzi’ye bir parti kurulması için diretmiştir. Gâzi bu öneriye karşı çıkmış, Türkçüsünü, İslami hassasiyeti olanı, Solcusunu bir araya getirmiş, bu arada ‘Vatan için’ görünen mandacılarla, batı müritleriyle, Kürtçülerle mücadele etmiş, Müdafaa-i Hukuk ÇATISI altında yerel örgütleri sistematize etmeyi başarmıştır.

Bu süreç asla kolay olmamıştır AMA mücadele zaferle sonuçlanmıştır..

O halde somut olarak önümüzde duran bu tarihi mücadele tam da bu süreçte iyi incelenmeli ve DERS alınmalıdır!

2013  hayırlı  olsun !

Banu  AVAR

http://www.ilk-kursun.com/haber/132419

29
Ara
12

2013’E GİRERKEN SİYASİ GÖRÜNÜM

2013

Siyasi  partiler  ülkelerin  ulusal  temel  değerlerine  ve  anayasalarına  uygun  olarak  kurulurlar.

Daha  en  baştan  bu  çerçeve  içinde  kalmaya  söz  verirler.

Halkın güvenini kazanarak, onayını alarak iktidar olmaya çalışırlar. Bu amaçla uzmanlar çalıştırır ve siyasi kadrolar oluştururlar.

Halkın erinç, gönenç ve mutluluğuna daha iyi hizmet etmek amacıyla yeni yöntemler ve programlar önerirler.

İşbaşındaki  iktidarı  denetler  ve   ona  yol  gösterirler.

Dünyada  böyledir.

Olması  gereken  de  budur.

Ama  Türkiye’de  böyle  değildir.

Daha cumhuriyetin birinci yılında kurulan “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” dinci şeriatı ve liberalizm (özgürlükçülük) adına ekonomide dışa bağımlılığı savundu. Yani devlete, yeni düzene karşı tavır aldı.

1930 yılında “Serbest fırka” da ekonomik aynı anlayışı savundu. Devrim karşıtlarının odağı oldu, kapatıldı.

1945-1960 arasında Türkiye’nin kaderinde önemli yer tutan “Demokrat Parti” önceleri savunduğu demokrasiyi sonradan kendisi yok etti.

1969 yılındaki Erbakan Nizam Partisi’ni kurarak “Atatürk ve cumhuriyet” karşıtlığı ile sahneye çıktı.

Adalet Partisi 1970 li yıllarda- sırf iktidarda kalmak uğruna- dinci gericiliğe inanılmaz ödünler verdi. Gladyoyu korudu. Faşist oluşumları destekledi. Kan gövdeyi götürürken demokrasiyi seçim sandığından ve sadece parlamentodaki 226 oydan ibaretmiş gibi değerlendirdi.

1980 cuntası ve arkasından seçimi kazanan ANAP döneminde de; bir yandan Türkiye Cumhuriyetinin temellerine dinamit konurken, öte yandan da cumhuriyetin kuruluş değerleri, dahası insanlık değerleri çiğnendi. Atatürk Cumhuriyetini içten içe kemiren bu siyasetler ve ABD den getirilen deneyimsiz, birikimsiz toy gençler prens adıyla yutturuldu…

1990 lı yıllardaki koalisyonlar döneminde ise kişisel amaçlar, mafya ilişkileri ve küçük çıkar grupları duruma egemen oldu.

Görüldüğü gibi, siyasi partilerimiz Türk Devriminin yolunda yürümek yerine, daha çok çıkar gruplarına hizmet ederek devrimin hedefe ulaşmasına zarar vermişlerdir. Ülke, keyfi ve bireysel anlayışlarla yönetilmiştir.

Siyasi partilerin Türkiye’de sessiz ve derinden oynadığı bu büyük ihanet oyununu açıkça sergileyen parti ise AKP dir.
Özellikle 1970 lerde yaratılan siyasi partilere ve parlamentoya güvensizlik 90 lı yıllarda doruğa çıktı.

Türkiye; küreselleşme yaygaraları arasında yönünden, yolundan, ilkelerinden ayrıldı. 28 Şubat’ta yapılan sözde düzeltme hareketi başarısız kalınca da bütünüyle dış güçlerin emrine girdi. Kendilerine liberal denen işbirlikçi döneklerle birlikte her gün borsa, küreselleşme, AB, ABD haberleri toplumu iyice uyuttu, aptallaştırdı.

AKP; geçmişteki iktidarların verdiği popülist ödünlerle büyütüldü.

AKP; geçmiş iktidarların neden oldukları siyasal- ekonomik-sosyal bunalımların sonucudur.

Türkiye Cumhuriyetinde kuruluşundan bugüne kadar egemen olan siyasi partiler, Türk Devrim’inin ana çizgisine şu veya bu şekilde ihanet etmişlerdir.

Ama AKP bambaşka bir oluşumdur.

AKP; dinci gericiliğin emperyalizmle yasa dışı ilişkisinden doğan bir veledi zinadır.

İlk yıllardaki tedirginliğini üstünden atlattıktan sonra, asıl amacına ulaşmak için bin yıllık klasik “din bezirganlığı” stratejisine yeni yöntemler ekledi.

Ağızlarda sakız gibi çiğnenen “demokrasi” söyleminin koca bir yalan olduğunu iktidar sözcülerinin her konuşmasında ve hükümetin her uygulamasında görebilirsiniz.

Bu kafa yapısı iktidara bir kez tutunduktan sonra bırakmayı asla düşünmez…

Olmayacak iştir; ama tarihin tekerleğini tersine döndürmek ister.

İşte bu yüzden acımasız, insafsız, hukuksuz, sinsi, korkak, sahte, ahlaksız yöntemlere sarılır.

Türkiye’de yapılan budur.

Bu yöntemlerden birincisi; cumhuriyet dönemini bütünüyle kötülemek oldu.

Devrim yıllarını insafsız, acımasız, halkın inancına düşman olan, baskı ve zulümle iktidarda kalan bir diktatörlük olarak suçladı. Hakaret etti. İftira attı.

Toplumu buna inandırmak için medyaya bütünüyle egemen oldu.

Satın aldığı uşakları gazete ve televizyonlarda görevlendirdi.

Geçmişin şanlı ve parlak sayfalarını karartmak, halkın aklına kuşku düşürerek sürekli ve planlı bir şekilde Devrim tarihimizin her aşamasına iftiralar atılmaya devam ediliyor…

Hem de en iğrenç yalanlarla…

İkinci yöntem olarak; kendisine muhalefet edebilecek bütün güçleri kurulan komplolarla susturdu. Bilim insanları, saygın yazarlar, gazeteciler, siyasi parti yöneticileri, Türk ordusunun değerli komutanları, toplum önderleri uydurma terör örgütleriyle; olmayan fuhuş ve casusluk çeteleriyle bağlantılı gösterilerek yıllarca infaz edildi.

Toplumda onlara karşı düşmanlık ve güvensizlik uyandırıldı. TSK tasfiye edildi. Yandaş emniyet güçleri yaratılarak ordu ikame edildi.

Devam ediyor…

Başka bir yöntem ise; bugün yapılan bütün yanlışları, ihanetleri, kötülükleri çok büyük başarılar gibi göstermek…

Öylesine ki; medya hükümetin özellikle başbakanın kıçından hiç ayrılmıyor! Ne yaparsa bir hikmet buluyor!.. Parlatıyor. Hatalarını örtüyor. Özellikle başbakanın kızacağı hiçbir olay haber olamıyor!.. Yanlışlar medyadaki özel görevliler tarafından düzeltiliyor. Başbakanın ya da bir AKP linin öyle demek istemediği, yanlış anlaşıldığı yazılabiliyor!..

Gerçekler karartılıyor!.. Cinayetler, yolsuzluklar gizleniyor. Büyük toplumsal olayları bile haber yapamıyor!.. On binlerin katıldığı eylemlerden hiç haberi yokmuş gibi davranıp, o saatlerde salak magazin programlarını utanmazca yayına koyuyor!..

Suriye’ye karşı hükümetin ABD nin emirlerini yerine getirdiği, terör örgütlerini desteklediği, silahlandırdığı, sakladığı, eğittiği, geçişlerini sağladığı ve para desteğini hiç bilmiyormuş gibi yapıyor!.. Üstüne üstlük; bu terör örgütlerinin vahşi katliamlarını Suriye ordusunun yaptığı şeklinde insanlık düşmanı yayınlar yapabiliyor!.. Uludere katliamından doğrudan başbakanın sorumlu olduğunu ağzına alamıyor… FG örgütünün hükümete yaptığı açık şantajlardan, operasyonlardan ve bu örgütün arkasındaki güçten söz edemiyor!..


Bir başka taktik de; Kürtçü milliyetçiliğini beslemek, onları umutlandırmak… Bu konuda kaygan ve sinsi bir siyasetle terör eylemlerine anlayışlı davranmak!..

Sonra sertleşme gösterileri yaparak, terör odaklarıyla anlaşma yolları aramak…

Öte yandan ise, din söylemleriyle ve sadakalarla Kürt yurttaşların oylarını almak…

Kararsız, tutarsız, duruma göre hareket ederek, sorun çözmek yerine oyalamak ve sadece aldığı oyları düşünen bir siyaset…

Yani, ahlaksız bir siyaset!..

Hükümet bu yöntemlerle ve bu aşağılık medya sayesinde ayakta duruyor…

Bir taşla da birkaç kuş vuruyor…

Cumhuriyet tarihimiz iftira ve karalamalarla kötüleniyor…

İktidar, yalan ve demagoji ile sürekli olarak parlatılıyor…

Bu karartılmış ortam içinde yapılan kötülükler gizleniyor. Emperyalizmin taşeronluğuna devam ediliyor… Bu bağlamda ABD nin yeryüzü egemenliği projesi Dışişleri bakanı Davitoğlu tarafından Türkiye’nin “stratejik derinlik” konsepti diye kopyalanıp yutturuluyor!..

Bu işbirliği ile AKP kendi ideolojik düzenini kurmayı umuyor!..

Cumhuriyetçi, demokrat, Kemalist, çağdaş, aydın insanlar acımasız saldırılarla susturuluyor…

Sözde bir muhalefetin aksesuar olarak bulunması ve AKP nin her yaptığını onaylaması isteniyor… Bu olmadığı zaman ağlayıp ve sızlama eşliğinde muhalefet suçlanıyor. Emir altındaki büyük medya gücü yoluyla muhalefetten ve herkesten şikayetci olunuyor. Hakaret ve sövgü de cabası…

Gerçekler gizlendiği için halkın geleceğe ilişkin sağlıklı düşüncelere sahip olması zorlaşıyor.

Dinci siyasal gericiliğin kadim stratejisi içinde sıralamaya çalıştığımız bazı taktik ve yöntemler kuşkusuz bu kadar da değil.

Ama ne olursa olsun bu gidişin çok da uzun sürmeyeceği ortaya çıkmaya başlamıştır.

İktidarın çözülmeye başladığını görüyoruz.

Ne   diyordu   usta   şair :

“sürülmüş   toprağın   ve   şehirlerin   bahtı  

bir   şafak   vakti   değişmiş   olur,

bir   şafak   vakti karanlığın   kenarından

onlar   ağır   ellerini   toprağa   basıp

doğruldukları   zaman …”

Uyanış   başlamıştır…

2013  yılına  bu  umutlarla  giriyoruz.

Yeni  yılda  aydınlanma  güneşinin  yeniden  fethedildiği (*)  yıl  olması  dileği  ile…

Altan  ARISOY

http://www.ilk-kursun.com/haber/132172

29
Ara
12

“Yasal temizlik”, “Kürt Baharı” için mi ?

Gerilen  siyaset  gündemi  yüzünden  yan  başlıklarda  kaldı;   AKP’nin  “darbe  kanunlarını  temizleme”  harekâtı…
Ahmet  TAKANAKP’nin gerçek hedefi, Türk Silahlı Kuvvetleri iç hizmet kanunu ile iç hizmet yönetmeliğini değiştirmek.

Mevcut yasal düzenimizde hüküm süren anti-demokratik kanunlardan bahseden yok!..

Zaten niyetlerini saklamıyorlar, açık açık söylüyorlar.

Topluma yerleştirilen genel algı ise şu meşhur 35’inci madde.

Askeri darbelerin dayanağı olarak ilan edilen.

Kimsenin çıkıp sorduğu yok “darbenin yasal dayanağı olur mu” diye.

Kimsenin merak edip araştırdığı da yok; “bu ve benzeri maddelerin kaldırılması operasyonunun arkasında neler yatıyor? diye.

Her zamanki gibi askeri konuların titiz ve dikkatli uzmanı eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Ümit Yalım’a baş vurduk.

Emekli Kurmay Albay Yalım, “Değişikliklerin yapılması halinde, Silahlı Kuvvetler ile vatan topraklarını korumak, terörle mücadele etmek, Arap Baharı benzeri isyanlara müdahale etmek mümkün değildir” dedi.

Oldukça  çarpıcı  ve  önemli  bir  tespit.

Madde  madde  açmasını  istedik  Ümit Yalım’dan.

Aldığım  geniş  kapsamlı  yanıtı  paylaşıyorum :

“İç Hizmet Kanunu’nun 35’inci Maddesi ile Silahlı Kuvvetlere, Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevi verilmiştir. Kanunlar gerekçeli ve açıklamalı olarak yazılır. 35’inci maddenin gerekçesinde, Silahlı Kuvvetlere verilen görevler ayrıntılı olarak yazılmıştır. Silahlı Kuvvetlere;
*T.C. Anayasası ile tayin edilmiş olan Devletin esas ve niteliklerini değiştirmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik hareketleri bertaraf etmek,
*Muhtelif antlaşmalarla saptanmış Türk yurdunun sınırlarını korumak,
*Türk kara, deniz ve hava sınırlarına vaki olacak bir tecavüz ve tehlikeyi defetmek,
*Devletimizin topraklarının tamamının veya bir kısmının yabancı bir devletin egemenliği altına konulmasına engel olmak,
*Halkı hükümet aleyhine isyana teşvik edenlere engel olmak,
*TBMM’yi ortadan kaldırmaya ve vazifesini yapmaktan men etmeye teşebbüs edenlere engel olmak görevleri verilmiştir.
35’inci maddede yapılacak değişiklik ile ‘cumhuriyeti kollamak ve korumak’ ifadesi çıkarılıyor. Ayrıca askerlik yeminindeki ‘amirlerime itaat’ ifadesi ile kanun ve yönetmeliğin diğer maddelerinde yapılacak değişiklikler kapsamında ‘mutlak itaat’, ‘cumhuriyeti içe karşı korumak’ gibi ifadeler kaldırılıyor. AKP Hükümeti bu değişiklikleri yaparak ne yapmak istiyor?..

Cumhuriyet tarihinde ilk ve en büyük toprak kaybı AKP Hükümetleri döneminde yaşanmış ve Ekim/Kasım 2004 tarihinden bugüne kadar Ege ve Akdeniz’de toplam 16 adamız Yunanistan tarafından işgal edilmiştir.

Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu üçlüsü tarafından işgalin önlenmesi için Silahlı Kuvvetlere Hükümet Direktifi verilmemiş ve Yunanlılar elini kolunu sallayarak, tek kurşun atmadan ve hiçbir engelle karşılaşmadan adalarımızı, vatan topraklarımızı işgal etmiştir.

Hükümet Direktifi verilmese bile, İç Hizmet Kanunu’nun 35’inci maddesi ile Silahlı Kuvvetlere, 17/30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması ve 24 Temmuz 1913 tarihli Lozan Antlaşması ile saptanmış Türk yurdunun sınırlarını korumak, Türk kara, deniz ve hava sınırlarına vaki olacak bir tecavüz ve tehlikeyi defetmek görevi verilmiştir.

İşgalin başladığı 2004 yılının Ekim/Kasım aylarında Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı sıfatıyla, Yaşar Büyükanıt Kara Kuvvetleri Komutanı sıfatıyla görev yapıyordu.

Silahlı Kuvvetlerin Komutanı Özkök ve Ege Denizi’ndeki hak ve menfaatlerimizi korumak için 1975 yılında kurulan Ege Ordusu’nun bağlı olduğu Kuvvet Komutanı Büyükanıt, 35’inci madde ile kendilerine verilen görevi yerine getirmediler.
TCK 302’ye göre, adalarımızın işgalinden sorumlu olarak yargılanacaklar arasında ilgili hükümet üyeleri ve Patrik ile birlikte Özkök ve Büyükanıt da var.

Ancak 35’inci maddede değişiklik yapılırsa, sorumlulukları kalmayacağı için Özkök ve Büyükanıt yargılanmaktan kurtulacaklar.

Terörist başına af çıkması halinde, işgalden sorumlu hükümet üyeleri ile birlikte Patrik de yargılanmaktan kurtulacak.

Görüldüğü  üzere  AKP  Hükümeti  derin  hesaplar  yapıyor.

İç Hizmet Kanunu’nun 35’inci maddesi ile birlikte diğer maddelerde sözü edilen değişiklikler yapılırsa, Silahlı Kuvvetlerin vatan topraklarını koruma görevi ile iç tehdit kapsamındaki terörle mücadele görevi sona erecektir.

Ayrıca Silahlı Kuvvetlerin, sıkıyönetim kapsamında, halkı hükümet aleyhine isyana teşvik edenlere engel olmak görevi de sona erecektir.

Silahlı Kuvvetlerde disiplin “Mutlak itaat” ile sağlanmaktadır.

Disiplini olmayan Silahlı Kuvvetlerin hiçbir etkinliği kalmayacaktır.

Değişikliklerin yapılması halinde, Silahlı Kuvvetler ile vatan topraklarını korumak, terörle mücadele etmek, Arap Baharı benzeri isyanlara müdahale etmek mümkün değildir.

Böyle bir düzenleme, Büyük İsrail Projesi önündeki bütün engelleri ortadan kaldırır ve Türkiye’nin bölünmesini kolaylaştırır.

Ahmet  TAKAN

Yeniçağ

29
Ara
12

Büyük Buluşma’nın Ardından (Ya da Bir Türkiye Fotoğrafı)

23  Aralık  2012  Pazar  günü  Bostancı  Gösteri  Merkezi’nde  büyük  bir  buluşma  gerçekleşti.

Ataol BEHRAMOĞLUUzun  süreli  bir  emeğin  ürünü  olan  bu  buluşma  gerçekten  büyüktü.

Çünkü sanatımızın çeşitli alanlarından, seçkin ve çok sayıda bir topluluk, yaklaşık beş bin kişilik bir izleyici kitlesiyle buluşmuştu.

Her sanatçının kendi sanat alanına ilişkin sunumlarından ve konuşmalardan oluşan ücretsiz gösteride, sanatçılar da Sanatçılar Girişimi’nin çağrısıyla, ortak bir toplumsal eyleme katılmanın özverisi ve coşkusuyla yer aldılar.

“Diktaya, korkuya, adaletsizliğe, sanat ve sanatçı düşmanlığına karşı” Büyük Buluşma, Kadıköy ve Maltepe belediyelerinin büyük katkılarıyla, Beşiktaş ve Adalar belediyelerinin destek ve katkılarıyla gerçekleşti. Bu belediyelerimizin başkanlarına, ilgili birimlerine teşekkür borçluyuz.

Büyük Buluşma’da ayrım gözetmeksizin soldaki siyasal partilerimiz ve İstanbul Barosu en üst düzeyde onur konuklarımızdı. Diyebiliriz ki toplumsal muhalefet tam kadro olarak orada, sanatçıların yanındaydı. Köşe yazısının sağladığı olanakla, Ortak Girişimimiz adına, bütün katılımcılara içten teşekkürlerimizi sunuyorum.

***

Bütünüyle bir özveri ürünü olan Büyük Buluşma’da yaşanan kimi aksaklıklar, olmaması gereken bazı olaylar, beklenilebileceği gibi, “medyatik medya”ya malzeme oluşturdu. Birtakım çevrelerin de düşmanca saldırılarına olanak sağladı… Gerçi bu türden saptırma ve saldırılar bunlarsız da olacaktı, fakat yine de fırsat vermemek gerekirdi…

***

Programın en yakın izleyicilerinden ve başlıca sorumlularından biri olarak tanıklık ve gözlemlerimi özetliyorum:

Ahmet Kaya şarkısının yuhalandığı iddiası, büyük ve seçkin izleyici kitlesine ağır bir hakaret ve iftiradır. Böyle bir şeye en önce ben tepki gösterirdim. Ahmet Kaya’yı kardeş yakınlığında tanır ve severim. Bir şiirimi de bestelemiş olan, seçkin, özgün ve zulme uğramış bir sanatçımızdır. Bu iddiada bulunan, ya da belki onun ağzından böyle bir yalanın söylendiği sanatçı arkadaşımız, o gün karşısındaki kitlenin coşkusunu anlayamadı.

Sahneye çıkar çıkmaz izleyiciyle kendisi arasında bir gerginlik yarattı. Sonrasında da, “O toplantıya katılmamalıydım, hata ettim” diyerek, iktidar yardakçılarının Sanatçılar Girişimi’ne yönelik düşmanca salvolarına ne yazık ki işaret fişeği oldu. Asıl hatasının böyle bir şeye yol açmak olduğunu umarım gecikmeksizin anlayacaktır. (Ahmet Kaya şarkısını yuhaladığı iddia edilen topluluk, acaba neden daha sonra Bilgesu Erenus’un söylediği Kürtçe şarkıyı alkışlarla karşıladı? Bir şey söylediğimizde, bir suçlama yaptığımızda, sonuçlarını düşünmek aydın ve insan olma sorumluluğumuzun başında gelmelidir. Tabii önyargılı ve kasıtlı değilsek…)

***

Levent Kırca olayı tam bir talihsizlik, kötü rastlantılar zinciri oldu. Sanatçılar Girişimi’nin öncülerinden bu değerli sanatçımız, bilemeyeceğim bir nedenle akıştaki sırayı beklemeksizin ve anons edilmeksizin sahneye fırladığında, sırf Büyük Buluşma’yı selamlamak için İzmir-Ankara rotasını İstanbul üzerinden değiştiren Sayın Kılıçdaroğlu da Ankara uçağına yetişmek için ayrılma öncesinde ricamız üzerine birkaç söz söylemek için sahneye çıkıyordu. Bu beklenmedik ve öngörülmedik karşılaşma nedeniyle kulise dönmek zorunda kalan değerli sanatçımızın bu nedenle bir an şaşkınlık yaşaması ve kırgınlık duyması anlaşılır bir şeydir. Ama keşke ölçü kaçmasaydı…

***

Büyük Buluşma, hiç abartısız büyük bir buluşmadır ve daha büyükleriyle devam edecek…

Dostlarımızın uyarı ve önerilerine elbette kulak vererek…

“Taraf”taki, “Dört Bir Taraf”taki bazı ihbarcı kalem ve ağızları ve “Eskiden Türk Silahlı Kuvvetleri vardı, şimdi Türk Sanatçı Kuvvetleri” gibi akıllarınca sözcük oyunu yapan erken emekli solcu müsveddelerini kendi karanlıklarıyla baş başa bırakıyorum.

Büyük Buluşma’ya ilişkin olarak asıl kendileri için “utanç” verici bir haber yapan “Evrensel” gibi bir gazete ise, umarım Sanatçılar Girişimi’nden özür dileme fırsatı bulacaktır.

Ataol  BEHRAMOĞLU

Cumhuriyet

29
Ara
12

Suriye’de Necmettin Erbakan Taburu…

SURİYE  ORDUSU

“Arap   Baharı”   adı   altındaki   Batı   darbesinin   son  

halkalarından   biri   olan   Suriye   uzun   zamandır  

dünyanın   bütün   çakallarına   rağmen   dayanıyor !

Onlarca  kurgu  video  internette  dolaşıyor,  haberler  gerçek  dışı  yayın  yapıyor,  küresel  basın – yayın  olanlara  ‘tarafsız’  değil !

Hepsi  de  ‘Suriyeli’  muhalif  teröristleri  tutuyor !

‘Muhalif’ teröristler ise, işbirlikçileri ile el ele vermiş, Suriye’ye müdahaleye bir türlü ikna olmayan Türk milletini ikna etmek için her yolu deniyor!

Bu ikna çabalarının başında İslâmi hassasiyet geliyor…

Sözde ‘Müslüman(!)’ Suriyeli ‘muhalif’ler, gerçek Suriye halkını, Suriye ordusunun Müslüman askerlerini katlederken ‘Allah-u ekber’ (onlar Allah-u akbar diyor) kelâmıyla bağırıyor… ‘Müslüman’nın(!)’ Müslüman’a zulmü, ilahi bir terimle ‘meşrulaştırılıyor’!

Ve bu günlerde; Ameri’kan üsleri ve füze kalkanıyla kaynayan, NATO postallarının Türk topraklarını çiğneyerek patriot füzelerinin kalbimize sokulduğu bu günlerde, Türk milletini ikna faaliyeti yeni bir boyut kazanıyor… Bu kez, artık hayatta olmayan Türk siyasiler devrede!..

Ellerinde Amerik’an malı silahlar, önlerinde yüce Kur’an-ı Kerim ve eski Refah Partisi önderi Necmettin Erbakan resimleri…

İslami duyarlılığı fazla olan siyasi bir şahsın adı Suriyeli muhalif teröristlerin, gerçek Suriye halkına ve askerlerini öldürmeye ant içmiş bir tabura verilmiş…

Taburun  adı ;   Necmettin  Erbakan  Taburu…

Taburun sözcüsü internette yayımladıkları izlencede şöyle diyor :  “Bizler ömrünü emperyalizm ve siyonizme karşı mücadeleye adamış Necmettin Erbakan’ın talebeleri olarak 30 yıldır Siyonist İsrail’in bekçiliğini yapan ve Golan’ı işgal eden Yahudi devleti ile bu süreçte bir defa bile çatışmayan Zalim Esad güçlerine karşı direnişimizi sürdüreceğiz.”

Böylece hem yüce Kur’an-ı Kerim, hem siyasi bir Türk şahsiyet ve Amerikan silahları aynı karede birleştiriliyor.

Algı, “Esad’a karşı savaşan Müslüman muhalifler ve Müslüman bir siyaset” yönünde geliştirilmeye çalışılıyor…

Bu teröristlerin arkasında Batılı güçler var!

Birçok yerli ve yabancı kuruluş, Suriyeli muhalif teröristlerle işbirliği içinde…

Birçoğu ülkemizde saklanıyor, İstanbul ve Ankara’daki toplantılara katılıyor, Urfa’da, Kilis’te, Antep’teki otellerde toplantılar düzenliyor, basın açıklamaları yapıyor…

Her şey; “Biz haklıyız ve Suriye halkını öldürmek, Esad’ı devirip ‘demokrasiciliği’ getirmek ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni geliştirmek görevimizdir” oyununun bölge insanlarınca benimsetilmesi için…

Oysa   ki   bizler ;  “Haksızlık   karşısında   susan   dilsiz  

şeytandır !”   düsturu   ile   yetiştirilmiş   olan   bizler,  

haksızlık   karşısında   susamayız !

Gerçek   birdir   ve   er   geç   ortaya   çıkar !

İş  ki,  büyük  kayıplar  olmadan  anlaşılsın,  önüne 

geçilsin  ve  emperyalizm  – yine – kuyruğunu  kıstıra 

kıstıra  kaçıp  gitsin !

Çünkü  geçtiğimiz  yüzyıl,  bugün  de  – bir  canavar  gibi  –  karşımızda  duruyor…

Ömür KURT

 http://www.ilk-kursun.com/haber/132163

29
Ara
12

IRAK’ı ABD Askerlerine Teslim Eden Kesnizani Tarikatı… ( BİZİM ÜLKEMİZİ DE TESLİM EDE(BİLE)CEK OLANI “BİL(E)MEYEN VAR MIDIR HÂLÂ..!!!!!)

MÜSLÜMAN...    MIŞ...

Bu  yazımda  sizlere  Ramazan  Kurdoğlu’nun  çok  değerli  bir  çalışması  olan ;

“Hollywood   ve   Kabala’nın   13.  Havarisi   Evanjelizm” —  (sayfa 292 – 296)  adlı  

kitabından   sunacağım   bir   kesit ;   Türkiye’de  olanlara   da   net   bir   ayna   tutuyor :

ABD  Irak’a  vurduğunda,  Irak  ABD’ye  adeta  altın  tepsi  içinde  teslim  edilmişti.

Herkes  “Esas  savaş  Bağdat’ta  olacak”  derken  Bağdat  savaşmadan  teslim  edilmişti.

Tarih   10  Nisan  2003’ü  gösteriyordu.

Teslimatı   yapan,   gerçekte   Irak’ta   herkesin   bildiği   ama   ortalıkta   gözükmeyen 

KESNİZANİ   tarikatıydı.

Tarikat  “Körfez  Savaşı”ndan  sonra  Saddam’ın  etrafını  örümcek  ağı  gibi  sarmıştı.

Saddam’ın   karısı,   çok   güvendiği   generalleri   ve   istihbarat   kuruluşlarının   başındakiler…

Hepsi   tarikat   “müridleri”ydi.

Kesnizani   tarikatı,   MOSSAD   ve   CİA   tarafından  

Saddam’ı   içten   yıkmak,   Irak’ı   kolayca   teslim  

almak   için   organize   edilmişti.

Saddam 33 yıllık diktatörlüğünde, birçok karşı ihtilal, suikast vartalarını atlatmıştı.

Ancak   “tarikatın”   metodu   hepsinden   farklıydı.

Tarikatın   “müridleri”   Saddam’ın   en   yakınında   olanlardı.

Onun her hareketini, her adımını an be an tarikat şeyhinin oğlu Nehru’ya aktarıyorlar, sonra da bilgiler kuş olup MOSSAD ve CİA istasyonlarına doğru uçuyordu.

Şeyh Muhammed Abdülkerim Kesnizani, zikirden ziyade, siyasete meraklıydı. Müridlerine de Kur’an eğitimi yerine adını zikretmeden Kabala öğretilerini /mistizmini anlatıyordu.

Kesnizani tarikatı, baba Abdülkadir zamanı da dahil Saddam’a bağlılıkta kusur etmiyordu. Kürt, Türkmen, Arap rejim muhaliflerini anında BAAS Parti istasyonlarına bildiriyordu.

Şeyh Muhammed kitap yazmaktan da geri durmamıştı. Tarikatın dönüşümü şeyh efendinin etrafındaki İslam alimlerince, gerçekte MOSSAD ajanı hahamlarca hızlandırılmıştı. Şeyh’in kitabı, Kabala öğretilerini İslam mistizmi adı altında imanlı müridlerin beyinlerine ve kalplerine ince ince enjekte etmek için başucu kitabı olarak kullanılmaktaydı.

Müridlere MOSSAD’ın hahamlıktan tövbekar hocaları ders veriyordu.

Aslında tarikatın asıl hedefi Irak ordusuydu.

Öncelikle generaller ve subaylar Keznizani tarikatının müridleri haline getirildiler.

Genelkurmay Başkanı, Genel Askeri İstihbarat Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, hepsi Şeyh Muhammed Abdülkerim Kesnizani’nin ayağını öperek müridler arasına girmişti.

Irak’ın acımasız El-Muhaberat’ının sivil-asker elemanları da tarikatın müridleri olmuşlardı.

Müridler arasında bir isim vardı ki, Saddam’dan sonra BAAS’ın en kudretlisiydi: İbrahim İzzet El Duri. Duri bütün karanlık odaklarla ilişki kuruyor, Saddam’ın bütün pis işlerini organize ediyordu. Duri şeyhin ayağını öpenler arasına çoktan dahil edilmişti.

Öte yandan Saddam’ın karısı Sacide Hayrullah, Saddam’ın kardeşleri Vatban ve Barzan ile oğul Uday da müridler arasındaydı.

Birinci körfez savaşında Baba Bush, Bağdat’ı işgali reddetmişti.

İsrail bu duruma çok bozuldu.

Irak  hızlı  bir  şekilde  parçalanmalıydı.

Gözüne kestirdiği Kürt tarikatı Kesnizani’lik üzerinden Irak’ın İslami hayatını da kontrol altına alacaktı.

MOSSAD Kesnizani tarikatının önde gelenleriyle muhtelif yollardan temasa geçti ve ilişkileri hızla geliştirdi.

Irak Devleti’nin mekanizması içinde yer alanlar, medya mensupları uhrevi yollardan ikna edilemezlerse MOSSAD’ın cömertçe tarikata aktardığı dolarlarla ikna ediliyor, mürid yapılıyordu.

Saddam’ın yatak odası dahil, istihbaratçı müridlerden derlenen bilgiler oğul Nehru’da toplanıyor, Nehru’da bunları MOSSAD’a aktarıyordu.

Artık Saddam ve çevresinde neler olup bittiğinden Kesnizani tarikatı ve şeyhi vasıtasıyla MOSSAD anında bilgi sahibi oluyor ve gereği yapılıyordu.

Tarikatın içine MOSSAD iyice yerleşmişti. Şeyh adına rahat rahat operasyon yapar hale gelmişti.

Kısaca, Güneyde Şii Müslümanlar Kuzeyde ise Türkmenlerin büyük çoğunluğu hariç sivil Araplar, Kürtler ile Irak devlet mekanizmasını elinde bulunduranlar Kesnizani tarikatı kullanarak MOSSAD ve CİA tarafından devşirilmişler ve psikolojik harbin kurbanı olmuşlardı.

Saddam en yakınlarının bile tarikat tarafından mürid yapıldığını, her hareketinin CİA ve MOSSAD’a ulaştırıldığını fark ettiğinde iş işten geçmişti.

Amerika, İngiliz birlikleri Irak’a saldırdılar.

Güneyde müthiş bir dirençle karşılaştılar.

Dünya medyası, bu arada Türk medyası, akademisyen, emekli asker, strateji uzmanları asıl savaşın Bağdat ve çevresinde olacağını dile getiriyorlardı.

YENİ  ORTADOĞU

Halbuki  Bağdat  ve  çevresi  Saddam’ın  askerleri  tarafından  hiçbir  direnç  gösterilmeden  Amerikan  askerlerine  teslim  ediliverecekti.

Niçin  böyle  olmuştu ?

Tarikat  yoluyla  Irak  devlet  mekanizması  devşirilmişti.

Şeyh  Muhammed  müridlerine  Amerikan  askerlerine  direnmemelerini  öğütlemişti.

Şeyhin emrindeki mürid generaller vatanlarının bağımsızlığı için savaşmak yerine Şeyh Muhammed’in emrine uydular.

Bu arada İzzet El Duri de boş durmamış, Bağdat’ın Kuzeyini de o teslim etmişti Amerikalılara. Şeyhin isteğinde mutlaka bir keramet vardı.

Bağdat  Bağdat  olalı  böyle  bir  şerefszilik  görmemişti.

Buraya   kadar  anlattıklarım   muhtelif   kaynaklarca  teyit  edilmiştir.

En  önemlisi  Türk Milletinin  ve  devletinin  “Kesnizani  Tarikatı  Operasyonu” ndan  çıkaracağı  bir  ders  var  mıdır ?

Dr. Ramazan  Kurdoğlu’nun  verdiği  bu  bilgiler,  Türkiye’de  hâlâ  uyuyuyanlara  ders  gibi  bir  uyarıdır.

NAZIM  USTA

Türkiye’de  devlet  mekanizmasını  ele  geçirenler,  geçiremedikleri  kesimlere  savaş  açanlar,  Türk  Ordusu’nu  hedefe  oturtanlar  kim ?

Ordu’nun  kalbine  girip  en  mahrem  bilgileri  ele  geçirenler,  devletin  gizli  bilgilerini  “iddianame  adıyla”  ortalığa  saçanlar…

İletişim,  Milli  Eğitim,  Polis  İstihbarat  Şube  gibi  önemli  birimlerin  ezici  çoğunluğunu  ele  geçirenleri…

Devlet   mekanizması   içinde   kanserli   bir   hücre   gibi

METASTAZ   yapan   dindar   görünümlü   örgütü   herkes  

biliyor.

Onlar   da   Kur’an   okumuyor.

Okudukları ;   tek   kişinin   adını   taşıyan   kitaplar   içinde   ne   kadar   Kabala   öğretisi  

var   bilmiyoruz.

Taraftarları  gece  gündüz  bu  kitapları  hatmediyor.

Kelimelerin  tekrarı  beyinleri  esir  alıyor.

Efendileri   Amerika’da.

Onlar  Amerika’da  olmasını  “hicret”,  yani  Peygamberimizin  sünnetini  işlemesi  olarak  kabul  ediyor.(!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!)

Dinlerarası  diyalogun  öncüsü  de  olan  Hoca  efendilerinin  buyruğunu  Allah’ın  buyruğu  gibi  kabul  ediyorlar.

10 Yıllık süre içinde gördük ki, hedef yaptıkları kurum ve kişileri bertaraf ederken hiçbir ahlaki kurala uymuyorlar.

En  ahlâksız  yöntemlerle  saldırıyorlar.

Acımaları yok.

Hedeflerine karşı imha edici bir silah gibiler.

Dr. Ramazan  Kurdoğlu  yazısında;

“Tarikatın içine MOSSAD iyice yerleşmişti. Şeyh adına rahat rahat operasyon yapar hale gelmişti.”

Diyor.

Türkiye’de   cemaat   görüntülü   örgüt   adına   MOSSAD  

ve   CİA   ne   kadar   operasyon   yaptı   acaba ?

Bu yapılanmaya YILLARDIR izin veren, destek çıkan bütün kurum ve kuruluşlar gösterdikleri açık zaaf ve görev ihmalinden dolayı hesap verip yargılanmalıdır.

Bu yapıların Türk devletlerinde ve Türkiye’de açtıkları okul ve dershaneler aslında MİSYONER okullarıdır. Amaç küresel elite hizmet edecek “tek dinli- tek dilli-mankurtlaşmış” köle nesiller yetiştirmektir.

Bu  durumu  hâlâ  görmeyenler  gaflet,  dalalet  ve  hatta  hıyanet  içindedir.

Tehlike  görünenden  büyüktür.

Nazım  HİKMET

Çürümenin ne kadar derinleştiğini anlamak için illâ Türkiye’nin de savaşa girip Ankara ve İstanbul’u  teslim  mi  etmesi  gerekiyor ?

16  adamız   Ege’de   Yunanistan’a   teslim   edildi,   yetmedi   mi ?

TEHLİKENİN   FARKINDA   MISINIZ ?

Zahide  UCAR

http://www.zahideucar.com/index.php?option=com_content&view=article&id=179%3Airak-abd-askerlerine-teslim-eden-&catid=1%3Ayeni-makaleler&Itemid=5

28
Ara
12

Mehmet Âkif de uyandıramadı..!!!

Âkif, aşk ve ıstırabının Leylası bildiği, ‘İslam dünyasının uyanışı’na özlem içinde bu dünyadan ayrıldı. Leyla’yı görememenin, ona yol açamamanın acıları içinde kendi derinlerine çekildi ve bütün yaratıcı ruhlar gibi,  iniltilerinden  gök  kubbeye  destanlar  bıraktı.   Şu  sızlanışlara  bakın :

Yaşar  Nuri  ÖZTÜRK“Bana dünyada ne yer kaldı emin ol, ne de yar
Ararım göçmek için başka zemin, başka diyar
Bunalan ruhuma ister bir uzun boylu sefer
Yaşamaktan ne çıkar, günlerim oldukça heder
Bir güler çehre sezip güldüğü yoktur yüzümün
Geceden farkını görmüş değilim gündüzümün”

*

“Artık, ey yolcu, bırak ben yalınız ağlayayım.”

*

“Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz,
İnler, Safahat’ımdaki hüsran bile sessiz.”

Âkif’in, bu iniltilerle gözyaşı döktüğü sırada İslam dünyası gerçekten perişandı.

Emperyalizmin, sömürgeciliğin, zulmün, ezilmişliğin, yokluğun, sefaletin pençesinde kan ağlıyordu. Bugün elliye yakın bayrak ve iki milyarlık kitleye ulaşan İslam dünyası, ekonomik bakımdan da iyi noktalara gelmiştir. Peki, Leylası göründü mü Âkif’in? Bitti mi çile, dindi mi acı? Hayır! Âkif’in ıstırabı, belki de, biraz daha büyümüş olarak, ortadadır.

Âkif’in Leylası ekonomik, askerî, politik, coğrafî bir ülkünün sembolü değildi. O, bir şuur ve uyanış peşindeydi. O halde, onun Leylası ancak insan unsuru beklenen çizgiye gelince ortaya çıkacaktır. Ve bu, İslam dünyasında henüz gerçekleşmemiştir.

Âkif’de, bir toprak ve tarih şuuru vardır. Bu, onu, önce Millet (Türk milleti), ikinci olarak da ümmet (İslam milletleri) için konuşturur. Türk vatanı ve Türk tarihi bu bakımdan kutsal beşiktir Âkif için. Bakın İstiklal Marşı’na, bakın Çanakkale Şehitleri’ne, bakın Bülbül’e…

ÜÇ   BÜYÜK   MUSİBET

Âkif,  ideal  insanın  vücut  bulmasına  engel  üç  musibet  görüyordu :

Yobazlık,   hareketsizlik   ve   Kur’an’dan   kopuş.

Bu üç musibeti saf dışı bırakmak için, bir beyin-ruh seferberliği istiyordu.

Bu, onun dilinde inkılâp diye anılır ve bu inkılâbın esasını, ilme ve Kur’an’a dönüş oluşturur. Buna; İslam’ın, Kur’an’dan kaynaklanan öz çehresini değiştiren uydurmaların, hurafelerin saf dışı edilmesi de diyebiliriz.

Safahat’tan  bazı  mısralar  okuyalım :

“Ya  taassup!   ya  taassup!   o  kadar  maskaraca
Bir  yol  almış  ki,  bakarsın  başı  misvaklı  hoca
Mütehassısken  edepsizliğin  eşkâlinde
En  ufak  şeyden  olur  dini  hemen  rencide.”

“Müslümanlık  denilen  ruh-i  ilahi  arasak
Müslümanız  diyen  insan  yığınından  ne  uzak!”
“Müslümanlık  nerde,  geçmiş  bizden  insanlık  bile
Âdem  aldatmaksa  maksat,  aldanan  yok,  nafile
Kaç  hakiki  Müslüman  gördümse  hep  makberdedir
Müslümanlık,  bilmem  amma,  galiba  göklerdedir.”

Şu  dize,  bugünlerde  ‘Arap Baharı’  denen  alçaklığın  bir  tasviri  gibidir.

“Gaza  namıyla  dindaş  öldüren  bîçare  dindaşlar !”

Âkif’in ıstırabını, acısını besleyen sebepler, ortadan kalkmak şöyle dursun, beraberine politik destek ve parayı da alarak kitlelerde derin yaralar açmaya devam etmektedir.

Âkif,  Kur’an’ın  vicdanı  kadar  berrak  ve  ölümsüzdür…

Yaşar  Nuri  ÖZTÜRK

YURT  GAZETESİ

28
Ara
12

Damat Ferit’ler, Ali Kemal’ler, İştirakçi Hilmi’ler

Barış  DOSTEREmperyalizmin gözüne girmek isteyen numaracı cumhuriyetçiler, etnikçiler, liberaller, “yetmez ama evetçiler”, “özür diliyoruz.com” ekibi, milli- mukaddes değer simsarları bir parça tarih okusalar görürlerdi :   Emperyalizm, az gelişmiş ülkelerde en çok işbirlikçiyi, en çok devşirmeyi, en çok uyduyu etnikçilerden ve dincilerden bulur.

Tarihsel  ve  evrensel  bir  tunç  yasasıdır  bu.

Ortadoğu’da  da  böyledir,   Anadolu’da  da.

Dün  İngiltere  böyle  yapmıştır,  bugün  ABD  böyle  yapmaktadır.

Mesela, Kürtçülük yapanların Irak’ta “Kuzey Irak” dediği yere, onları maşa olarak kullanan ve de emperyalizmin kitabını yazan İngilizler “Güney Kürdistan” derler. Bölgedeki petrol kaynaklarını ele geçirmek için dün dedesini İngilizlerin kullandıkları adamı, yani Barzani’yi, bugün ABD kullanır. Ve eş başkanın partisinin büyük kongresinde bu adama “Türkiye Seninle Gurur Duyuyor” diye alkışlarla tempo tutanlar, aslında Mehmetçiğin katillerinin adamını, işbirlikçisini, koruyucusunu, alkışladıklarını bilmezler. O nedenle, emperyalizm bu bölgede çok kolay zemin, taban, yandaş bulur. Rahat adam devşirir. Ekranlara, gazete sütunlarına, üniversite kürsülerine, sivil tahrip kuruluşlarına (STK) bakın, bu yalın gerçeği görürsünüz.

Emperyalistler açısından bu iş çok da zor değildir. İşgale, askeri müdahaleye oranla çok düşük maliyetli bir iştir. Kansızdır da üstelik, fazla tepki çekmez. “İnsan hakları, özgürlük, demokrasi, sivil toplum, hukuk devleti” laflarını ağızlarından düşürmeden yaparlar. Bağımsızlık sözü verirler. Olmadı, özerklik vaat ederler. Örneğin, Sevr’in yırtılıp atıldığı Milli Mücadele sonrasında, Lozan müzakerelerinde ısrarla gündeme getirilmiştir İngilizler tarafından. Lord Curzon, Türkiye’nin Kürtlere “azınlık statüsü” tanımasını istemiştir. İsmet Paşa ise bu talebin bağımsız bir Kürt devleti niyeti taşıdığını belirterek, karşı çıkmıştır. O gün İngiltere’nin gündeme getirdiği planın günümüzdeki sahibi ABD’dir. Yardımcılığını ise İsrail ve AB yapmaktadır. İngiliz Muhipleri, Damat Ferit’ler ve Ali Kemal’ler ise çoğalmıştır. Meslek örgütleri, üniversiteler, sendikalar, medya, siyasal partiler onlarla doludur.

Milli Mücadele’nin başlamasından sonra patlak veren Kürt isyanları, Cumhuriyet’in ilanından sonra da sürmüştür ki, arkasında emperyalizmin olduğunu sadece bizim arşivlerimiz değil, İngiliz ve Rus arşivleri de yazar. Kimi kendini bilmez cahillerin “solculuk, devrimcilik” adına sahip çıktıkları etnikçilik, mezhepçilik, bölgecilik, aşiretçilik, hemşericilik gibi feodal bağlar, şeyhlik, şıhlık, dedelik, babalık gibi Ortaçağ kalıntısı aidiyet, mensubiyet ve kimlikler (Şeyh Saitler, Saidi Kürdiler, Seyit Rızalar, Derviş Vahdetiler) hep emperyalizmin maşası olmuşlardır. Menemen’de de Tunceli’de de… Şeyh Sait İsyanı’nda da, Kubilay ve arkadaşları katledilirken de, Dersim İsyanı’nda da… Emperyalizm, etnik, dinsel, mezhepsel bağları bugün Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Türkiye’de kaşıdığı gibi, dün de kaşımıştır.

Bunu yaparken bir taşla birkaç kuş vurmuştur. Bir kuzudan birkaç post çıkarmıştır. Güçlü, bağımsız, etkili, onurlu bir Türkiye istemediklerinden, Güneydoğu Anadolu bölgemizde emperyalizmin güdümünde bir Kürdistan’ın, Doğu Anadolu’nuzda yine emperyalizmin uydusu bir Ermenistan’ın, Karadeniz bölgemizde emperyalizmin maşası bir Pontus Devleti’nin varlığını Türkiye’nin küçültülmesi, bölünmesi, parçalanması açısından zorunlu görmüşlerdir. Böylece kendilerine mecbur, mahkûm, muhtaç küçük devletçikler yaratarak, tüm bu coğrafyaya yerleşmenin yolunu açmak istemişlerdir. Niyetleri bu uydu devletçiklere Ortadoğu’da ileri karakol vazifesi gördürmek, Mezopotamya’daki petrol kuyularının bekçiliğini yaptırmaktır. Planları aynı zamanda yurttaş kimliğinin, sınıf bilincinin gelişmesini de önlemektir.

Emperyalizmin bu adımlarına karşılık, Cumhuriyet’in feodalizmi tasfiye etmeye dönük adımları, hamleleri, çabaları ise hem emperyalizmi hem de onun uzantısı, uydusu, işbirlikçisi olan aşiret reislerini, tarikat şeyhlerini, ağaları, dedeleri, babaları, seyitleri rahatsız etmiştir. Ve aynen Arap coğrafyasında olduğu gibi bu feodal bağlar, Anadolu’da da İngiliz emperyalizminin çok işine yaramıştır. İngilizler, Anadolu’daki antiemperyalist Milli Mücadele’yi ve ardından da Cumhuriyet’i, Hindistan başta olmak üzere İngiliz sömürgelerine ilham vereceğinden, örnek olacağından korktukları için, daha başında boğmak istemişlerdir.

Bu gerçekleri bilmeden siyaset yapılmaz. Solcu da, sağcı da, milliyetçi de, devrimci de, muhafazakâr da olunmaz. Emperyalizmin uydusu olanlar bilmezler, ama onların solcusu da, komünisti de, liberali de milliyetçidir. Ama bizimki gibi mazlum milletler milliyetçisi, yurtsever, ulusalcı değildir. Irkçıdır, faşisttir, yayılmacıdır, sömürgecidir. Alman Sosyal Demokrat Partisi de böyledir, ABD’nin her işgalini desteklemiş olan, asker yollayan İngiliz İşçi Partisi de böyledir, Sarkozy’nin Libya politikasını alkışlayan Fransız Sosyalist Partisi de böyledir. Ve bunların uzantıları elbet Türkiye’de de vardır. Nitekim adında Türkiye olan sosyalist- komünist partilerin, Atatürk’le, Cumhuriyet’le, Türk bayrağıyla ne kadar mesafeli olduğu herkesin malumudur. Ve bunlar o denli cahillerdir ki, bu tavırlarının sadece ideolojik bir yanlış olmadığını, aynı zamanda onları emekçilerden de, geniş kitlelerden de kopardığını göremezler. Nitekim bu cehalet ve körlük, oy oranlarına da, seçmen tabanlarına da yansır. Ustam Attila İlhan’ın sık sık yazdığı gibi, bilinç solcusu olmadıklarından, ulusal kimlik ve ulusal kültürle kavga ettiklerinden, yurt, ulus ve tarih bilincinden yoksun bulunduklarından, onlar majestelerinin muhalefetidir. Hikmet Kıvılcımlı gibi istisnaları hariç tutarsak, çoğunluğu yerli ve milli solcu değildirler. Yine Attila İlhan’a atıfla, dönek bereketi en bol olan kuşağın 68 kuşağı olması, 11 Eylül 1980’de hızlı, keskin devrimci olanların, 13 Eylül sonrasında en hızlı Özalcı kesilmeleri, bunun kanıtıdır.

Terör örgütünün parasıyla, toprak ağalarının paltosunu tutarak, aşiret reislerinin çantasını taşıyarak, ağızlarına “emek, eşitlik, sınıf bilinci, antiemperyalizm, aydınlanma, bağımsızlık, toprak reformu, sömürü” kavramlarını almayanlar, etnikçiliği devrimcilik, mezhepçiliği solculuk, bölgeciliği ilericilik sananlar, majestelerinin muhalefetidir.

Emperyalizmin maşalarıdır.

Tarihte de hep kullanılıp, çöpe atılmışlardır.   Örneğin, ağababaları İştirakçi Hilmi gibi…

İngiliz Muhipleri Cemiyeti kadar solcu, Hürriyet ve İtilaf Fırkası kadar komünist olan İştirakçi Hilmi İşgal yıllarında İngilizlerden para almıştır.

Mütareke İstanbul’unda ona dokunan olmamıştır.

Arabasıyla gezip tozmuş, bol bol para harcamıştır.

Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkmanın, karşılığını almıştır İngiliz emperyalizminden bu “sosyalist”, aynen siyasi torunları gibi…

Yazıyı  ustam  Attila  İlhan’la  noktalayalım :   “Türkiye’de  hain  kontenjanı  yüksektir”.

Barış  DOSTER

http://www.ilk-kursun.com/haber/132044

28
Ara
12

MUNDAR

Geçtiğimiz hafta ODTÜ’de yaşanan şiddetin ardından başlayan ve tüm üniversitelere dalga dalga yayılan eylemler bir türlü dinmiyor.

Bu kapsamda öğrenciler, öğretim üyeleri ve eski mezunlar ODTÜ’de işgal eylemi başlattı.

Eylem nedeniyle U3 amfisine toplanan eylemciler iki gün boyunca buradan çıkmayacaklarını, paneller, film gösterimleri ve atölye çalışmaları gibi etkinlikler düzenleyeceklerini basına açıkladılar ve amfinin girişine “ ODTÜ ayakta AKP’ye direniyor “ pankartı astılar.

Biliyorsunuz bu olaylar 18 Aralık 2012 Salı günü ODTÜ yerleşkesinde bulunan TÜBİTAK binasına Göktürk-2 uydusunun Çin’deki rampadan fırlatılışını izlemek için gelen Başbakan Erdoğan’ı yaklaşık 300 öğrencinin protestosu ile başlamıştı.

Biz biliyoruz ki tüm demokratik ve uygar ülkelerde hükümetler, başbakanlar ve bakanlar sürdürdükleri siyaset nedeniyle eleştirilirler ve protesto edilirler, hem de en ağır şekilde. Dünyada bunun örnekleri çoktur. Ayrıca üniversiteler bilim ve düşünce üreten yerler olarak eleştirel aklın egemen olduğu her şeyin ama her şeyin sorgulandığı ve sorgulanabildiği kurumlardır.

Erdoğan ODTÜ’ye geldiğinde bir kısım öğrenci “ emperyalizme peşkeş çekilen ulusal değerlerimiz, üniversitelerde yok edilen bilimsellik ve Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalede yapılan taşeronluk nedeniyle “ başbakanı protesto etmeyi planlamıştı.

Saldırı  tugay  gücünde

Erdoğan ise ODTÜ’ye 3600 polis, 105 koruma aracı, 20 zırhlı araç, 8 TOMA ( Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı ) ve yeterince kimyasal silahla birlikte cenge gelmişti. Bu polis gücü yaklaşık tugay seviyesindedir. Sormak isteriz, savaşa mı gidiyorsunuz?

Olayların çıkmasının nedeni polisin öğrencilere kimyasal silahlarla saldırmasıdır. Bu tespit bizzat öğretim üyeleri tarafından yapılmıştır. Olay çıkmasını önlemek için protestocu öğrencilere yakın bulunan öğretim üyelerinin gözü önünde hiçbir neden yok iken ve öğrenci grubundan herhangi bir hareket gelmeden polis yoğun gaz bombası kullanmaya başlamıştır. Kışkırtma amaçlı bu saldırının aynısı 29 Ekim’de Ulus’ta da meydana gelmişti.

Amaç çok açık bellidir ki; muhalefetin, eleştirinin, protesto eyleminin en küçüğüne bile tahammül edecek demokratik gelenek ve birikim yoktur. Farklı ses mutlaka ezilmelidir. Çıbanın başı ODTÜ olarak görülmektedir. Burada AKP faşizmi gövde gösterisi yaparak diğer üniversitelere mesaj vermek istemiştir.

Olaylardan sonra Erdoğan ODTÜ’yü, hocalarını ve öğrencilerini hedef tahtasına koymuş onlar hakkında ipe sapa gelmez ve terbiye sınırlarını bir hayli zorlayan açıklamalar yapmış ve “ Bu hocalar öğrencilerini böyle yetiştiriyorsa onlara yazıklar olsun “ demiştir.

Bugün ülkemizde bir üniversite enflasyonu vardır. Bilimsel anlamda çok büyük bir bölümü gerçekte yüksek lise seviyesindedir. Ülke olarak sahip olduğumuz üniversite sayısı 168’e ulaşmasına rağmen gerçekten üniversitedir diyebileceklerimiz iki elin parmaklarını geçmemektedir.

Erdoğan’ın hakaretamiz sözlerine maruz kalan ODTÜ ise kurulduğundan bugüne kadar hem akademik anlamda hem de mezunlarının ülkemize sağladığı katma değerler açısından medarı iftiharımız sayılabilecek bir üniversitemizdir. Göktürk-2 uydusunu bile onlar tasarlamıştır.

ODTÜ 2012’de dünyanın “ En ünlü 100 Üniversite “ listesine Türkiye’den giren ilk ve tek üniversitesidir. Yine ODTÜ 2012’de İngiliz Times Higher Education ( THE ) kurumu tarafından yapılan dünyanın en iyi 400 üniversitesi arasında 203’üncü olmuştur. Bu listede ülkemizden Bilkent Üniversitesi 238, Koç Üniversitesi 242, Boğaziçi Üniversitesi 276 ve İTÜ ise 290’ıncı sırada yer almıştır. ODTÜ yine 2012’de İspanya’nın Cybermetrics Lab. kurumu tarafından yapılan dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına 342’inci sırada giren tek üniversitemizdir.

Üniversiteye  yalnız  başına  gelebilir  mi ?

ODTÜ’ye karşı kimyasal silahla saldırılması ve çamur atılması yakışıksız ve düşmanca bir tavırdır. Bakınız geçtiğimiz Salı günü beraber olduğum Cumhuriyet kadını olan 88 yaşındaki Türkan Erkin bana ne anlattı; “ 1944’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesinde İngiliz Filolojisi bölümünde okuyordum. İsmet İnönü okulumuza sıkça gelir ve koridorlarda yalnız başına dolaşırdı. Bir defasında koridorda karşılaştık, selamladım bana hatırımı sordu. Sonradan öğrendim ki dekanımızdan İngilizce dersi alıyormuş “

Şimdi soruyorum Erdoğan ODTÜ’ye yalnız gelebilir ve yanında koruma ordusu olmadan üniversite koridorlarında dolaşabilir mi? Erdoğan’ın dil bilmediğini biliyoruz ama öğrenme gayreti içinde olup olmadığını bilmiyoruz. Tekrar sormak isteriz, Erdoğan dil öğrenme gayreti içinde olsa, öğrenmek için hocanın ayağına mı gider yoksa hocayı ayağına mı getirir?

Türkçemizde güzel bir söz vardır; Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş. “

Buradan hareketle ODTÜ’yü karalamak ve mundar ilan etmek beyhude bir gayretkeşliktir.

ODTÜ, geçmişi, mezunları, hocaları ve öğrencileri ile ülkemizin bir onur abidesidir.

Aydın kafaların ve sorgulayıcı aklın egemen olduğu bu üniversitede ülkemizin sorunlarına karşı gösterilen duyarlılık ve AKP faşizmine karşı gösterilen direniş nedeniyle kendilerini kutluyorum.

Saygılar  sunarım,

Türker  ERTÜRK

http://www.ilk-kursun.com/haber/132041

28
Ara
12

Yeni Gündem — BÖCEK

Türk  Milleti  AKP  iktidarı  ile  birlikte  “bulgura  güve  düşmüş”  misali  böceklendi.

Zat-ı şahane  ülkeyi  “şantaj  demokrasisi”  ile  yönetirken  pek  mutlu  idi.

Kendine  bağlı  TİB’İN  USULSÜZ  DİNLEMELERİ  ORTAYA  ÇIKTI.

Sorumlular  korundu.

Erdoğan  işine  gelmeyeni;  “Bizde  bildiklerimizi  söylersek…“  diyerek  tehdit  etti.

Oysa  böyle  bir  tehdit  suç  oluşturuyordu.

Çünkü bildiklerinde bir suç vars…a, yargıya iletmesi gerekirdi.

İletmediği zaman suçluyu KORUMUŞ oluyordu.

Ama yumuşakçaların, yani omurgasızların hakim olduğu medya sayesinde bu kepazelikler normalmiş gibi millete pazarlandı.

Milletin yatak odalarını dinlettirenler şimdi konuşuyor.

Erdoğan Baykal’a yapılan ahlaksız tuzağı dalga geçerek kullandığını ne çabuk unutmuş.

Yasal olmayan bir yoldan elde edilen bir CD yi seçim meydanlarında kullanmaktan zerre kadar utanmadığı gibi, yüzünde porno film seyredip mutlu olan bir zatın gülümsemesi vardı.

Sadece adliyelik değil, psikologluk bir vaka…

Gene seçim öncesi MHP’nin üst kadrosuna kurulan CD tuzağını da unutmuş.

Orduyu yargı ile, muhalefeti böcek ve özel dinlemeler ile dizayn eden iktidar, şimdi kendi yaktığı ateşten dert yanıyor.

Türk Genel Kurmay Başkanının konuşmasını piyasaya düşürenler şimdi böcek mağduriyetine yatıp “mağdur ve mazlum tarafa” hoplayacak. Yok öyle yağma!!…

Fettul – CİA  ortaklığınız  iyiydi…

Her  çıkar  örgütünde  olduğu  gibi  çıkarlarınız  çatıştı.

Gayri meşru çıkar ilişkileri böyledir işte…

Erdoğan kendisi ile ilgili hangi kasetlerin çıkmasından korkuyor da, peşin peşin “böcek” diye ağlıyor acaba?
Bu böcek isyanının aslı; “meşru olmayan çıkar ilişkisi kuranların” çıkarlarının, ortağın biri tarafından fazlaca ve hoyratça kullanılmasına verilen tepkidir. Tepki verirken de “mağdur” rolü oynayarak mağdur ettikleri nezdinde “ben de dinlendim” diyerek aklanma kurnazlığıdır.

Kısacası; “artık ayrılmalıyız, mektuplar bende, resimler sende kalsın” muhabbetinden başka birşey değildir.
Tabii bir de başvekilin;
“Gündemi ben belirlemesem başbakanlık yapamam” itirafında olduğu gibi:
Gündem  değiştirme  meselesidir.

Sahi, Erdoğan savaş ortamındaymış gibi kullandığı örtülü ödenekten kaç dinleme cihazı ve dinleme aracı alınmıştır sizce? Hani şu dinlemede kullanılan seyyar dinleme araçları::::)))))

Erdoğan; “MİT, Emniyet, TİB, Özel Güvenlik Dairesi ve AKP özel örgütü gibi” adeta istihbarat ağından kurulu bir tahtta oturduğunu bile unutmuş(!)….

Her güç elinde ama hala ağlıyor gariban(!)…

Can korkusu ile balıklara para atan Osmanlı Padişahına benzerse, kimse şaşırmasın.

Zahide  UÇAR

27
Ara
12

“ATATÜRK BİRŞEY YAPMADI” DİYEN GÂVUR TOHUMLARINA İTHAFEN..!!!

“ATATÜRK   BİRŞEY   YAPMADI”   DİYENLERE   GELİYOR   ÖZELİKLE   BU   LİSTE…

1923 — 1938   ARASINA   DİKKAT…

OSMANLI’NIN   TÜM   BORÇLARINI   ÖDEYEN   VE   TEK   KURUŞ   BORÇLANMADAN   TÜM 

BUNLARI   YAPAN,   TÜRK   PARASININ   EN   DEĞERLİ   PARA   HALİNE   GETİREN  

CUMHURİYET’İ   KARALAMAK   İSTEYENLERİN   BİLGİSİNE   SUNULUR…

1923
•Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu kuruldu.

1924
•Gölcük’te ilk tersane ünitesi kuruldu.
•Devlet Demiryolları kuruldu.
•İstanbul – Ankara arasında ilk yolcu uçağı seferi yapıldı.
• Türkiye İş Bankası kuruldu. (İş Bankası özel bir bankadır, devlet bankası değildir.)
• İlk planlı şehir olarak Ankara tanzim edildi.
• Türkiye Tütüncüler Bankası kuruldu.
• İlk milli sigorta Anadolu Sigorta faaliyete geçti.
• Bursa’da Karacabey Harası kuruldu.
• İstanbul’da Liman İşleri inhisarı kuruldu.
• 1920′de Atatürk tarafından kurulan Anadolu Ajansı, Anonim Şirkete dönüştürüldü.
• Gazi Orman Çiftliği kurulmaya başlandı.

1925

• Eskişehir Cer Atölyelerinde demiryolu malzemesi üretecek birimler hizmete girdi.
• Adana Mensucat Fabrikası üretime başladı.
• Türkiye’nin ilk betonarme köprüsü Menderes Nehri üzerine yapıldı.
• İlk Cumhuriyet altını basıldı.
• Tayyare Cemiyeti’nin katkılarıyla Ankara’da Türk yapımı ilk planör uçuruldu.
• Şeker Fabrikaları kurulmasına ilişkin kanun kabul edildi.

1926

• Demir Çelik Sanayii’nin kurulmasına ilişkin kanun yayımlandı.
• Türk Telsiz Telefon Şirketi kuruldu.
• Eskişehir Uçak Bakım İşletmesi açıldı.
• Yabancı gemilere tanınan ayrıcalıkları kaldıran Kabotaj Kanunu yürürlüğe girdi.
• İlk şeker fabrikası Alpullu Şeker Fabrikası işletmeye açıldı.,
• Ankara otomatik telefonu işletmeye açıldı.
• İstanbul’da inşaat demiri üreten ilk haddehane açıldı.
• Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri kuruldu.
• Kayseri Uçak ve Motor Fabrikası açıldı. (1950′li yıllarda Adnan Menderes hükümetince kapatılana kadar bu fabrikada toplam 112 savaş uçağı üretildi.)
• Bakırköy Çimento Fabrikası kuruldu.
• Uşak Şeker Fabrikası işletmeye açıldı.

1927

• Teşviki Sanayi Kanunu kabul edildi.
• Bünyan Dokuma Fabrikası hizmete girdi.
• Ankara – Kayseri demiryolu açıldı.
• Samsun – Havza – Amasya demiryolları açıldı.
• Bursa Dokumacılık Fabrikası açıldı.
• İlk basketbol ligi düzenlendi.

1928

• Anadolu Demiryolu Şirketi yabancılardan satın alındı.
• Haydarpaşa-Eskişehir-Konya ve Yenice-Mersin Demiryolları yabancılardan satın alındı.
• Ankara Çimento Fabrikası açıldı.
• Ankara Numune Hastanesi açıldı.
• Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü kuruldu.
• İstanbul Bomonti’de Türk Mensucat Fabrikası hizmete girdi.
• Amasya – Zile demiryolu açıldı.
• Malatya Elektrik Santralı açıldı.
• Kütahya – Tavşanlı demiryolu açıldı.
• İstanbul’da Üsküdar, Bağlarbaşı ve Kısıklı’da tramvay hatları açıldı.

1929
• Gaziantep’te Mensucat Fabrikası işletmeye açıldı.
• Mersin- Adana demiryolu yabancılardan satın alındı.
• Ayancık Kereste Fabrikası açıldı.
• Trabzon Vizera Hidroelektrik Santralı hizmete girdi.
• İstanbul’da Fatih-Edirnekapı tramvay hattı hizmete girdi.
• Anadolu-Bağdat, Mersin- Tarsus Demiryolları yabancılardan satın alındı.
• Haydarpaşa Limanı yabancılardan satın alındı.
• Kütahya- Emirler, Fevzipaşa-Gölbaşı demiryolları açıldı.
• Paşabahçe Rakı ve İspirto Fabrikası hizmete girdi.

1930
• Ankara – Sivas Demiryolu Hattı ulaşıma açıldı.
• Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası açıldı.
• Kayseri – Şarkışla demiryolu açıldı.
• İstanbul Galata Köprüsü’nden 70 yıldan beri alınan köprü geçiş ücreti kaldırıldı.

1931
• Bursa- Mudanya demiryolu yabancılardan satın alındı.
• Gölbaşı – Malatya demiryolu açıldı.
• Tekel Genel Müdürlüğü kuruldu.
• Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kuruldu.

1932
• Devlet Sanayi Ofisi (DSO) kuruldu.
• Samsun- Sivas demiryolu açıldı.
• Diyarbakır Tekel Rakı Fabrikası işletmeye açıldı.
• Sanayi Teşvik Kanunu ile toplam 1473 işletme teşvikten yararlandırıldı.
• İzmir Rıhtım İşletmesi yabancılardan satın alındı.
• Türkiye Sanayi Kredi Bankası kuruldu.
• Kütahya – Balıkesir demiryolu açıldı.
• Ulukışla – Niğde demiryolu açıldı.

1933
• Eskişehir Şeker Fabrikası açıldı.
• Sümerbank resmen faaliyete geçti.
• İstanbul – Ankara arasında düzenli uçak seferleri başladı.
• Adana-Fevzipaşa demiryolu açıldı.
• Ulukışla – Kayseri demiryolu açıldı.
• Yerel Yönetimlere finansal yardım için İller Bankası kuruldu.
• Zonguldak Yatırım Bankası ve Kayseri Milli İktisat Bankası kuruldu.
• Havayolları Devlet İşletmesi kuruldu.
• Samsun- Çarşamba demiryolu hattı yabancılardan satın alındı.
• Halk Bankası kuruldu.
• Ankara’da Yüksek Ziraat Enstitüsü açıldı.

1934
• Bandırma- Menemen- Manisa demiryolu yabancılardan satın alındı.
• İzmir -Kasaba demiryolu yabancılardan alınarak devletleştirildi.
• Keçiborlu Kükürt Fabrikası üretime başladı.
• Turhal Şeker Fabrikası açıldı.
• Isparta Gülyağı Fabrikası üretime başladı.
• Kayseri Uçak ve Motor Fabrikasında yapılan ilk uçağın deneme uçuşu yapıldı.
• Basmane (İzmir) – Afyon demiryolu yabancılardan satın alındı.
• Sümerbank Bakırköy Bez Fabrikasının açılışı yapıldı.
• İlk Süttozu Fabrikası Bursa’da açıldı.
• Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası işletmeye açıldı.
• Demiryolu Elazığ’a ulaştı.

1935
• Aydın Demiryolları yabancılardan satın alındı.
• Amortisman Sandığı kuruldu.
• MTA Enstitüsü kuruldu.
• ETİBANK kuruldu.
• Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. kuruldu.
• Türkkuşu kuruldu.
• İstanbul Rıhtım Şirketi yabancılardan satın alındı.
• Ankara’da troleybüs hattı işletmeye açıldı.
• Fevzipaşa – Ergani – Diyarbakır demiryolları açıldı.
• Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası üretime başladı.
• Zonguldak Türk Antrasit Fabrikası işletmeye açıldı.
• Afyon – Isparta demiryolu açıldı.
• Sümerbank Kayseri Dokuma Fabrikası’nın açılışı yapıldı.
• Ankara Mamak’ta Gaz Maskesi Fabrikası açıldı.

1936
• Kabotajın Deniz Yolları İdaresi’ne geçmesi sağlandı.
• Ankara Çubuk Barajı açıldı.
• Edirne-Sirkeci Şark Demiryolları yabancılardan satın alındı.
• Haydarpaşa Numune Hastanesi hizmete girdi.
• Sümerbank Malatya İplik ve Bez Fabrikası kuruldu.
• İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası hizmete girdi.
• Elazığ Şark Kromları İşletmesi kuruldu.
• İzmir Havagazı Şirketi yabancılardan satın alındı.
• İstanbul Telefon Şirketi yabancılardan satın alındı.
• SEKA’nın İzmit’teki fabrikasında ilk kağıt üretildi.

1937
• Sümerbank Konya Ereğlisi Dokuma Fabrikası üretime başladı.
• Kozlu Kömür İşletmeleri yabancılardan satın alındı.
• Çatalağzı – Zonguldak demiryolu açıldı.
• Ankara’da ilk Bira Fabrikası kuruldu.
• Toprakkale – İskenderun demiryolu yabancılardan satın alındı.
• Ankara’da Motorlu Tayyarecilik Okulu açıldı.
• Urfa’da Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği açıldı.
• Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası açıldı.
• Denizbank kuruldu.
• İstanbul ve Trakya Demiryolları yabancılardan satın alındı.
• Diyarbakır – Cizre Demiryolu açıldı.
• Yozgat Termo-Elektrik Santralı hizmete verildi

1938
• Gemlik Suni İpek Fabrikası açıldı.
• İzmir Telefon Şirketi yabancılardan satın alındı.
• Ankara Radyoevi hizmete girdi.
• Divriği Demir Madenleri üretime başladı.
• Bursa Merinos Fabrikası faaliyete geçti.,
• Murgul Bakır İşletmeleri satın alındı.
• Devlet Havayolları Genel Müdürlüğü kuruldu.
• Eskişehir İspirto Fabrikası açıldı.
• İstanbul Elektrik Şirketi yabancılardan satın alındı.
• Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) kuruldu.
• Sivas – Erzincan demiryolu açıldı.
• Giresun’da Fiskobirlik kuruldu.

1939
• Ergani Bakır İşletmesi hizmete girdi.
• Karabük Demir Çelik Kok Fabrikası üretime başladı.
• İstanbul’da yabancıların işlettiği Tramvay Şirketi tesislerini hükümete devretti.
• İstanbul’daki Tünel İşletmesi tüm tesislerini hükümete devretti.
• Bursa ve Mersin elektrik tesisleri devletleştirildi.
• Adana Elektrik Şirketi devletleştirildi.
• Sivas Demiryolu Makinaları Fabrikası kuruldu.
• Aydın’da 4000 köylüye toprak dağıtıldı.
• İstanbul’da İETT kuruldu.
• Karabük Demir Çelik Fabrikası Yüksek Fırınları hizmete girdi.
• Ankara Havagazı Şirketi devletleştirildi.
• Karabük Demir Çelik Boru Fabrikaları hizmete girdi.
• İlk Türk denizaltısı Haliç’te denize indirildi.
• Sivas – Erzurum demiryolu açıldı. (Cumhuriyetin ilk 15 yılında yapılan demiryolu 3.000 km.ye ulaştı.)
• Tekirdağ Şarap Fabrikası hizmete açıldı.

1940
• Kozabirlik kuruldu.
• Türk Petrol Şirketi kuruldu.
• Ereğli Kömür İşletmesi kuruldu.
• Haliç’te yapılan ikinci Türk denizaltısı donanmaya katıldı.
• Garp Linyitleri İşletmesi kuruldu.

1941
• Gebere Barajı açıldı.
• Petrol Ofisi kuruldu.
• Türk Hava Kurumu Ankara’da uçak fabrikası kurdu.
• THY Yurtiçi uçuş merkezlerini 11′e çıkardı.
• Elazığ’da Cüzzam Hastanesi açıldı.

1942
• Ankara Etimesgut’ta üretilen ilk Türk uçağı deneme uçuşları yaptı.
• Dalaman ve Hatay Devlet Üretme Çiftlikleri kuruldu.
• Bursa, Denizli, Mersin, Çorum ve Urfa’da Kız Sanat Enstitüleri açıldı.
• İlk büyük Türk ilaç fabrikası Eczacıbaşı İlaç Fabrikası Levent’te açıldı.

1943
• Ticaret ve Sanayi Odaları, Esnaf Odaları ve Ticaret Borsası Kanunu kabul edildi.
• Zonguldak – Kozlu demiryolu açıldı.
• İstanbul’da Atatürk Bulvarı açıldı.
• Ankara’da Gençlik Parkı açıldı.
• Diyarbakır – Batman Demiryolu açıldı.
• Seyhan Regülatörü açıldı.
• Sivas Çimento Fabrikası açıldı.
• Ankara Fen Fakültesi açıldı.

1944
• Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK) kuruldu.
• İzmit Klor Alkali Fabrikası hizmete girdi.
• İzmit Selüloz Fabrikaları işletmeye alındı.
• Türk Hava Kurumu’nun Ankara’daki uçak fabrikasında 140 eğitim uçağı, ambulans uçakları ve çok sayıda planör üretildi. (Ankara, Kayseri ve Eskişehir’deki Uçak ve Uçak Motoru Fabrikalarının tamamı 1950′li yıllarda Adnan Menderes hükümeti tarafından kapatılmıştır.)
• İzmit’te Gazete ve Sigara Kağıdı Fabrikası açıldı.
• Yeşilköy’de yerli sermaye ile üretilen ilk Türk özel yolcu uçağının denemesi yapıldı.
• Mersin Limanı hizmete açıldı.
• Gaziantep Havaalanı açıldı.
• Fevzipaşa – Malatya, Diyarbakır – Kurtalan demiryolu hizmete girdi.
• Sakarya’da Ziraat Alet ve Makinaları Fabrikası üretime başladı
• İzmir’de Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu açıldı.

1945
• Şirketi Hayriye devlet tarafından satın alındı.
• İskenderun Limanı hizmete girdi.
• Türkiye ilk defa yerli ampul üretimine başladı.
• Çiftçiyi ve Köylüyü Topraklandırma Kanunu kabul edildi.
• Ormanlar koruma amacıyla devletin mülkiyetine geçti.
• İstanbul -Londra, İstanbul – Paris uçak seferleri başladı.

1946
• İşçi Sigortaları Kurumu yürürlüğe girdi.
• İstanbul – Ankara arasında yataklı tren seferleri başladı.
• Elazığ Tekel Şarap Fabrikası açıldı.

1947
• Heybeliada Sanatoryumu hizmete girdi.
• Açıkhava Tiyatrosu açıldı.
• Palu – Genç demiryolu açıldı.
• Rize Çay Fabrikası hizmete girdi.
• Eskişehir Demiryolu Takım Fabrikası hizmete girdi.

1948
• Köprüağzı – Maraş demiryolu açıldı. (Açılan son demiryolu hattı oldu, 1950 DP-Adnan Menderes hükümetinden itibaren demiryolu yapımları durduruldu.)
• Çatalağzı Termik Santralı hizmete girdi.
• Ankara Etimesgut’ta kurulan Uçak Motor Fabrikası hizmete girdi.

1949
• Porsuk Barajı açıldı.
• Emekli Sandığı kuruldu.
• İstanbul’da Kartal- Yalova araba vapuru hattı açıldı.
• Sümerbank Ateş Tuğla Fabrikası Filyos’ta açıldı.
• Muş’ta Alparslan Devlet Üretme Çiftliği kuruldu.
• Murgul Bakır İşletmeleri üretime başladı.

Yepyeni  bir  devlet kuruluyor,

Osmanlı’dan kalan borçlar ödeniyor,

borç  ödenirken  dış  borç  alınmıyor,

dünya  büyük  ekonomik  krizini  aşıyor,

II. Dünya Savaşı  patlak  veriyor.

Ve  siz  yapılanlara  bakın.

Bir  de  bu  dönemi  eleştirenlere  bakın…

Biraz  utanma  duygunuz  olsun  yahu,  biraz  edep be  kardeşim.

27
Ara
12

ALMANYA’DAN SİZE MESAJ GÖNDERDİLER, İNSAN EVLÂDI OLAN HER TÜRK OKUMALIDIR..!!!

Erdal SARIZEYBEK

“Sevgili  Komutanım, öncelikle Duisburg’da yaptığınız konferans için size, ben ve ailem adına binlerce teşekkür ediyorum.

Yazılarınız ve kitaplarınızdan sonra,bu ihanet oyununu anlatmak amacıyla burada bizlere ulaşmanız,dokunmanız,gözlerimize bakmanız beni oldukça gururlandırdı.

Sabırla okumanızı temenni ederek şunları söylemek istiyorum komutanım :

Kitaplarınızın ve yazılarınızın sıkı bir takipçisiyim.

Yazdığınız hiç bir kelimenin boşa gitmediğine emin olabilirsiniz çünkü :  ‘Ya Gazi Paşa duyarsa’da  birlikte  gördük  atılan  iftiraları.

Kıralın kızına, Dumanlı Dağa ve solundaki Alan Karakoluna birlikte baktık haritalarınız yardımıyla.

Ülke, faili meçhuller adı altında herkes hapislere tıkılırken, kitaplarınızda haykırmanızı işittim gözlerim yaşlı.

İşte  size  katil..!!!

Düğün yapıyor,şehidimizin katili burada dediniz savcılarımıza.

Ben bunları işittim fakat, işitmesi gerekenlerden bir şey duymadım.

Bülent Arınç sizinle hesaplaşacakmış sözde.

Verdiğiniz cevabı işittim komutanım, meydan okumanıza ben ve tarih şahit komutanım fakat bu devlet görevlisinden bir cevap duymadım konuyla ilgili.

Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz, her satırınızda sizinle birlikteydik komutanım. Bunu özellikle bilmenizi istiyorum.

Avrupa’da konferanslar vereceğinizi öğrenince çok sevinmiştim ve bence bu çok önemliydi. Bazı fikirlerim ve tespitlerim var, müsaadeniz ve izninizle bunları sizinle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle ilk geldiğim dönemde her evde Samanyolu televizyonunun izlendiğini gördüm. Ekranlarda ne verilirse en yakın akrabalarım dahil herkes düşünmeden kabul ediyor ve onaylıyordu. Bu bana çok zor geldi. En yakın akrabalarım diyorum komutanım. Aynı evi paylaştığımız, aynı sofrayı paylaştığımız,dertleri,sevinçleri paylaştığımız insanlar bu kanallarla aşırı derecede siyasallaşıyor,en ufak bir fikir ayrılığında tüm akrabalık ilişkilerini bir kenara bırakıp düşmanca davranabiliyorlar.

Şuan da Almanya ve Avrupa’da yaşayan Türk kardeşlerimizin çoğunun böyle olduğunu düşünüyor ve Türkiye hakkında çok bilgi sahibi olduklarına inanmıyorum.

Sadece malûm medyanın söylediklerine inanılıyor sorgusuzca.

Sohbet ettiğim gençlerin büyük çoğunluğu Gazi Paşa hakkında olumlu şeyler düşünmüyor.

Sohbet sırasında biraz olsun tarihten bahsedince, neden Gazi Paşanın önemli olduğunu biraz olsun anlatınca fikirlerinin değiştiğini görüyorum. Ama onlara da kızamıyorum çünkü evlerinde 24 saat Samanyolu ve onun psikolojik harekatı söz konusu hem görsel, hem işitsel. Ve haber bültenleri genelde beyin yıkama seansı olarak geçiyor.

Bir  örnek  vermek  istiyorum.

Bir akrabamızın evinde bu kanalın haber bülteni izlenirken bir haber cıktı. Ekranda bir Korgeneral şapkası ve apoletleri ve Korgeneralin telefon konuşması, kimse yok mu, sır kapısı vs. gibi programların seslendiricisinin sesiyle seslendiriliyor.

Korgeneral diyor ki kısaca: “Eşlerimiz artık dekolte giysinler, balolara davetlere böyle gitsinler, toplumu böyle yönlendirelim”.

Evde bulunan kapalı bir akrabamız hemen yorum yapt ı:   “Yaaa. Görüyor musunuz neler yapıyorlar, nasıl olmamızı istiyorlar”

Herkes bu haberi irdelemeden hemen aldı ve onayladı.

Ben  de  sordum :

– Peki Yenge, sen hiç korgeneral gördün mü?
– Hayır
– Peki korgeneral eşi gördün mü?
-Hayır
– Nasıl eminsin bu haberin doğru olduğuna?
– İşte televizyon gösteriyor ya…
– Televizyon bir şey göstermiyor. Sadece apolet ve şapka var, sesler bile sonradan eklenmiş.sence bir Türk erkeği böyle bir şey düşünür mü?
– Aaaa doğru haklısın Volkan. Ne bileyim televizyon söyleyince…

Söylemek istediğim şu komutanım, burada vatanından ayrı,vatanına özlem duyan ve dinini yaşamaya çalışan insanları psikolojik harekatlarıyla çok rahat etkileyebiliyorlar.

Bazı sohbetlere şahit oluyorum inanın zaman gazetesi okuyormuş yada samanyolu televizyonu izliyormuş gibi hissediyorum kendimi.

Ama her şeye rağmen kötü niyetli olduklarını düşünmüyorum, sadece iyi niyetlerinin kullanıldığını düşünüyorum.

İşyerinde bir sohbet; “Asker istemiyor terörün bitmesini”.

Birisinin oğlu askere gitmiş , “Komutan demişi sakın ateş etme,onlar bizden”.

Komutanım ama inanın bu insanlar bunları vatan düşmanı oldukları için söylemiyorlar.

Soruyorum onlara :  Türkiye’de kanı akan bir kurum söyleyin?

İç işleri bakanlığı mı?

Başbakanlık mı?

Sivil Savunma Bakanlığı mı?

Hadi çekinmeyin söyleyin.

Cevap geliyor  –  Askeriye.

– O  zaman,  diyorum  daha  neyi  tartışıyoruz..??!!!!!!!!

Herkes  hak  veriyor.

Devam ediyorum, ismini bile bilmediğiniz insanların söyledikleriyle koskoca bir kurumu idam etmemelisiniz.

Eğer bir anı dinleyecekseniz gelin Kastamonu’ya götüreyim sizi.

Gazi akrabamla tanıştırayım yüzünde ve vücudunda 38 şarapnel parçasını görün ve ondan dinleyin.

Ben gittim konuştum diyorum.

Cebinde silah taşıyor.

–  Neden diye sorduğumda,

–  “Volkan,biz bin kilometre ötede savaştık fakat şimdi bin kilometre beri geldiler. Bu köylerden geçtiler, nasıl taşımam”  diyerek anlatıyorum bildiklerimi ve herkes hayretle dinliyor ve “gerçekten  mi” diyorlar.

Anlatalım komutanım,anlatalım bildiklerimizi,öğrendiklerimizi.

Siz  beşbin  kişiye,  ben  beş  kişiye.

Anlatalım.

Doğu Türkistan Kültür Merkezinden çıktıktan sonra Estergon Ülkü Ocakları Derneğine gittiniz.

Ben ve ailem sizinle geldik.

Orada da beraberdik.

Sizi onlar davet etti, fakat orada konuşulanlar hiç içime sinmedi komutanım.

Ben özür dilerim komutanım.

İnsanlar hala “biz ondan emir alırız, şundan talimat alırızın” derdinde.

Hala “ulusal kanala neden cıktınız” gibi laflar…

Hiç bir kurum ve kuruluşa üye olmamakla birlikte kendimi; Atatürk milliyetçisi ve ülkücü olarak tanımlıyorum.

Çıkın komutanım.

Ulusal  Kanal’a  çıkın.

Banu  Avar  da  çıksın,  Hulki Cevizoğlu  da  çıksın.

Sesini duyursun.

Nereden sesini duyurduğu umurumda bile değil.

Sesinizi susturmaya çalışıp sonra reklam arası veriyor ve reklamdan sonra bambaşka bir haber sunuyorlarsa, diğer taraftan, ceviz kabuğu programının yapıldığı ilçenin elektriğini kesiyorlarsa,sizde istediğiniz yerden rahatça konuşma hakkına sahipsiniz.

Şuraya çıktı,burada konuştu diye kimseyi yargılama zamanı değil.

Çünkü biz İhaneti Gördük.

18 aylık askerlik hayatım boyunca komutanlarım ‘evlâdım’ diye hitap etti.

Kızmış  bile  olsa  da,  ‘evlâdım’  dedi.

Sizde bir komutan olduğunuza göre, evladınız olarak size içimi döktüm.

İnşallah bir hata veya kusur etmemişimdir.

İnşallah yazdıklarım size ulaşır ve zaman ayırabilmişsinidir.

Değerli vaktinizi bana ayırdığınız için şimdiden teşekkür eder, en derin saygılarımı sunarım.”

İŞTE  YÜREK  BU,  SEVGİ  BU,  MİLLİYETÇİLİK  BU,  ÜLKÜCÜLÜK  BU,  VATANSEVERLİK  BU,  YURTSEVERLİK  BU,  ULUSALCILIK  BU !

AMA  GARİP  OLAN  ŞU ;  MİLLİYETÇİYİM  DİYENLER  ULUSALCIYIM  DEMİYOR,   YURTSEVER  OLAN  VATANSEVERİM  DEMİYOR,  MİLLİ  DEVLET  DİYEN ULUS  DEVLET  DEMİYOR,  AMA  HEPSİ  AYNI  AMAÇ  İÇİN  YÜRÜYOR;  TÜRK  MİLLETİ  VE  DEVLETİ’Nİ  VE  CUMHURİYETİ  İLELEBET  YAŞATMAK,  YÜKSELTMEK  VE  YÜCELTMEK !


VE  AYNI  YOLDAKİ  GERÇEK  YÜREKLER  BİR  TÜRLÜ  BİRLEŞEMİYOR,  ÇÜNKÜ  BU  YOLDAKİ  SÖZÜM  ONA  “ÖNDER”LER  VE  “LİDER”LER  BUNU  İSTEMİYOR !

Ama   biz   milletçe   UYANACAĞIZ..!!!

ÇÜNKÜ    BAŞKA    HİÇ – BİR – ÇA – RE    YOK..!!!

Erdal  SARIZEYBEK

http://www.ilk-kursun.com/haber/131895

24
Ara
12

Şenlikgiller Çadır Tiyatrosu

PATRIOT

Bir  “meclis”  var  ülkemde.

“Meclis”te  dört  “parti”

Biri  PKK’nın  uzantısı…

Biri  CFR’nin  Türkiye  şubesi.

Birinin  başına  TESEV’ciler  oturdu.

Öteki  “yumurtam  soğumasın  diye”  (Anadolu  halkı  yerinden  kalkmayan  tembeller  için  söyler)  yerinden  kalkmıyor.

Ya da  guguklu  saatin kuşu  gibi  olduğu  yerden  bir  görünüp  kayboluyor.

Muhalefet   Türkiye   gerçeklerinden   kopmuş,   CFR’nin  

atadığı   esas   oğlanın   belirlediği   gündem   peşinde  

koşarak   halkı   oyalıyor.

Küresel   elitin   atadığı   memur   on   yıldır   adım  

adım   Türkiye   Cumhuriyeti   Devletini   tasfiye   ediyor.

Ülkeyi   küresel   bankerlere   peşkeş   çekiyor.

Yandaş  muhalefet  sadece  gak – guk  ile  işi  geçiştiriyor.

Bir  ülke  düşünün.

Savaşa girmemiş.

Savaş kaybetmemiş ama 16 adası iflas ettiği söylenen Yunanistan tarafından İŞGAL ediliyor.

Muhalefet bu işgali halka duyurmuyor.

Muhalefetin böyle bir durumda kıyameti koparması gerekirdi değil mi?

Ne gezer…

Üç maymunu oynadılar.

Şimdi diyecekler ki; “basın duyurmuyor. “

Biz de diyoruz ki;

Muhalefet seçmenlerini, halkı Ege’de toplasa, deniz taşıtları ile işgal edilen adalara çıkmaya çalışsa…

Adalara çıkamadığında işgali duyuramaması mümkün mü sizce?

Mümkün değil.

Öyleyse bu satışa göz yumdular.

Bunun başka bir açıklaması yok!!.

Ya Deniz Kuvvetlerinde üst düzey komutanı kalmayan Ordu nerede?

Bu işgalleri halka neden duyurmadılar?

Türk Ordusu Ege de savaş mı kaybetti?

Muhalefet; Rum, Ermeni, İsrail, Petrol Şirketleri ve İsrail çıkarları adına çalışan hükümetin hangi oyununu millete anlatabildi?

HİÇ !!

PKK Kaymakam, asker, öğretmen, sivil vatandaşlarımızı kaçırdı. Hadi bu hükümetin küresel bankerlerin verdiği ev ödevlerini yapmaktan başka bir derdi yok.

Ya  muhalefet ?

Muhalefet olsa; her gün bu vatandaşlarımızın akıbetini sorar, ailelerini ziyaret eder, dertlerini dinler değil mi?

Ama yapmıyorlar.

Sizce neden?

AKP’yi sıkıntıya sokmamak için olabilir mi?

Türkiye ev kiliseleri ile dolduruldu.

Misyonerler cirit atıyor.

Bu ev kiliselerin amaç ve faaliyetlerini halka duyuran Türk aydınları Silivri’ye tıkıldı.

CFR’nin memuru iktidar misyonerliği serbest bıraktı.

Kilise evleri ibadet yeri olarak yasallaştırdı.

Cami yaparak halkın din duygularını sömüren iktidarın; misyonerlik faaliyetleri ve kilise evlerini ibadet yeri olarak yasallaştırdığını bu millete muhalefetin anlatması gerekmez mi?

Gerekir !!

Ama anlatmıyorlar.

Çünkü böyle bir dertleri yok !!.


Kalkınma ajansları ile hükümet bir yerlere para aktarıyor.

Bütün devlet memurları F tipi örgüt tarafından fişleniyor.

Gene muhalefet yok.

Vatandaş elinde 5-10 kredi kartı ile geçinmeye çalışıyor.

Yani Ali’nin külahını Veli’ye geçiriyor.

Ekonomi tefeci, üçkağıt ekonomisi olunca, vatandaş da tefeciler(bankalar) arası koşturup duruyor.

Hiçbir ekonomik krizde yaşanmayanlar yaşanıyor.

İstanbul esnafı ilk defa eriyor.

Para hızla yabancıların eline geçiyor.

Kısacası ekonomik işgal de tamamlanıyor.

Bizim altın kızlar takımından gene ses yok.

Irak Türkmenleri artık bağırmıyor, çığlık atıyor.

Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı Mehmet Tütüncü, özellikle Türkmenlere yönelik saldırı ve suikastların büyük bir hızla arttığına işaret ederek, tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekiyor.

Türkiye’ye güvenerek zamanında silahlanmayan Türkmenler Barzani’nin insafına terk edildi.

Adında milliyetçilik bulunan partinin başkanı nerede?

İktidar bütün yolsuzluk söylemlerine karşılık kendi belediye başkanlarına dokundurtmuyor.

Diyarbakır’ın PKK sever belediye başkanını koruyor.

CHP ve MHP’li belediye başkanlarına kan kusturuyor.

Görevden alıyor.

Muhalefet kendi belediye başkanlarına bile sahip çıkmaktan aciz.

İktidar neden her belediyeyi istiyor?

Rant için.

AKP’li belediyelerin çoğunun önemli bir seçim taktiği var.

Örnek verecek olursak: 5 liralık bir ihale 7 liraya veriliyor.

İhaleyi alan yandaş müteahhite; “aradaki farkı seçimde bize yardım olarak vereceksin” deniyor.

Böylece yolsuzluk tespit edilemiyor.

O paralar milletin cebinden seçim yardımı adıyla seçim rüşveti olarak dağıtılıyor.

Muhalefet güzellik uykusunda(!)…

Özel mahkemeler…

Erdoğan+Fetullah+Gül hukuku

WikiLeaks belgelerinde bu davaların ne olduğu açıklandı.

CİA ile işbirliği yapanlar sahte veriler üzerinden ABD güdümüne girmeyen askerleri, halkı uyandıran aydınları bertaraf etti.

Yargı ile esir alınan milli güçlere kim sahip çıktı?

Sahip çıkanlar arasında MHP yok.

Asrın CİA operasyonunu seyrediyor.

Neden aday gösterdiklerini kavrayamadığım Engin Alan’a bile sahip çıkamıyor.

MHP parti olarak 19 Mayısta yok.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramında yok.

10 Kasım’da yok. Silivri’de yok.

Kubilay’ı anma törenlerinde yok.

Bu durumda ne mi oluyor?

Bu analizimi iyi okuyun ve Bahçeli’nin bu ihanetini bir yere not edin:

Türk halkının bir özelliği vardır.

Radikal görüş ve uçlara kayan siyasetten aslında hoşlanmaz.

Bu yapı bizlerin beğenip beğenmemesine bağlı bir durum değil, 80 yıllık geçmişimize bakarak yapılan bir tespittir.

Bu yapıyı iyi bilen küresel elit önce merkeze operasyon yaptı.

AKP’ye sorunsuz bir muhalefet hediye etti.

Baykal sorun çıkarınca operasyon geçirdi.

TESEVCİ Kılıçdaroğlu partiyi ele geçirdi.

Üstte Sorosçular, altta ulus devletten yana olanlar.

Kısacası partinin başı ayrı, gerisi ayrı oynar hale geldi.

Muhafazakar seçmene gerçekleri sadece MHP anlatabilirdi.

Ayrıca Hasdal, Silivri ve Maltepe’de yatanların birçoğu MHP çizgisinde olan insanlardı.

12 Eylül ve 28 Şubat döneminde işkence gören milliyetçi askerler vardı.

MHP hiçbirine sahip çıkmadı.

Öyle olunca davayı çok iyi bilenler dışında sağ kesim asrın CİA operasyonuna karşı tavır alamadı.

Bush ile anlaşarak kurulan özel mahkemeler…

CİA-F operasyonları.

Esir alınan milli kesim…

Esir alınanlara sahip çıkanlar kim?

Erken uyanan vatandaşlar, mağdurların aileleri, az sayıda gazeteci ve aydın, İP ve İP’ne yakın olan sivil kuruluşlar, belli aşamadan sonra kerhen CHP

Muhalif sağı temsil eden MHP ortada yok.

Bu durum AKP ve küresel güçlerin çok işine geldi.

Davaya marjinal gruplar ve İP dışında sahip çıkan yok imajı yaratıldı.

Davanın toplumun geniş kesimlerince anlaşılmasının önüne geçildi.

MHP bu davalara uzak durarak CİA-F operasyonlarına dolaylı destek sağlamış oldu.

Başta Bahçeli olmak üzere ülkenin geldiği noktada MHP’nin vebali büyüktür.

MHP bu davalarda tavrını Türk Halkından yana koysaydı, daha geniş bir kitle olanların farkına varacaktı.

Gelecekte bu hesap sorulur.

Bahçeli MHP’yi tasfiye etmekle görevlidir.

Gene WikiLeaks belgelerinde ABD Konsolosluğuna bilgi veren vekiller arasında CHP ve MHP’li vekiller de var.

Bu kepazelik çok normal bir durummuş gibi, Amerika adına ajanlık yapanlar yerlerinde oturuyor.

Tabii, ABD adına ajanlık yapanların afişe edilenlerden ibaret olduğunu düşünmek saflık olur.

Afişe edilenler önemli olmayanlardır.

Önemini kaybedenleri afişe ederseniz, diğerlerini gizlemiş olursunuz.

CFR’nin atadığı iktidar Malatya-Kürecik’e Amerika’nın füze kalkanı kurmasına izin verdi.

Bu izin meclisten geçmedi.

İzmir’e NATO askerleri yerleştirildi.

Libya İzmir NATO üssünden vuruldu.

Bu karar da meclisten geçmedi.

Hatay’a paralı asker denilen katiller yerleştirildi.

Yabancı ülke askerleri ülkeye yerleşti.

Meclis kararı gene yok.

Erdoğan “Türkiye NATO toprağıdır” dedi.

Yani demek istiyor ki: “Adam kendi toprağına geliyor. Neden izin alalım(!)”

Ne zaman, hangi anlaşma ile ülkeyi NATO’ya, yani ABD’ye verdin diye hesap soran bir kurum da yok.

Şimdi de sözüm ona Türkiye’yi korumak için patriot sistemleri kuruluyor.

Gene meclis kararı yok.

Patriot sistemlerinin nerelere kurulacağını bile NATO’dan öğreniyoruz.

NATO, Almanya’nın Kahramanmaraş’a, Hollanda’nın Adana’ya ve ABD’nin Gaziantep’e Patriot yerleştireceğini duyurdu.

Erdoğan TBMM’ni yok sayıyor.

Muhalefete “sen kimsin” demeye getiriyor.

Ve muhalefet işlevini yitirmiş bir mecliste oturmaktan utanmıyor.

Muhalefet gerçek bir muhalefet olsaydı, böyle rezil bir durumda işlevini yitirmiş bir mecliste oturmak yerine “sine-i millete” dönerdi.

Oysa onlar Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiye edilmesi demek olan yeni anayasanın çıkartılması aşamasında(ABD ve PKK’nın istediği yasa) AKP’nin yanında oturuyor.

Böylece çıkarılması planlanan yeni anayasa halk nezdinde meşruluk kazanıyor.

Yazıyı okuyanlar şunu bilsin ki;

AKP iktidarı; Ermeni, Rum, Yunan, İsrail çıkarlarını korumaktadır. AKP ülkeyi sadece bölmekle değil, tasfiye etmekle de görevlidir.

AKP üzerinden SEVR uygulanmaya geçilmiştir.

İstanbul’da ikinci Vatikan Patrikhane üzerinden kurulacaktır.

Pontus Rum devleti Sümela üzerinden hayata geçirilmeye çalışılıyor.

Trakya Türkiye’den koparılmaya çalışılıyor.

Kürt Devleti planı üzerinden Nil’den Fırat’a Büyük İsrail kurulmaya çalışılıyor.

Bir de Ermenistan genişletilerek Türklerin Türk devletleri ile bağı koparılmak isteniyor.

Türkleri  Anadolu’da  boğma  planı…

Bunlar  olmaz  diyorsanız,  ben  de  sizlere  diyorum  ki ;

O  zaman  16  adamızın  Yunanistan  tarafından  işgal  edilmesine  neden  izin  verildi ?

Türkiye;  bizden  olmayan,  dışarıdan  programlanmış  bir  iktidar  tarafından  parçalanmanın  eşiğine  getirilmiştir.

Muhalefet  AKP’nin  normal bir  parti  olarak  algılanmasını  sağlıyor.

BDP  zaten  parti  değil,  terörün  pati  şemsiyelisidir.

Y-CHP  ve  MHP  küresel  güçler  tarafından  dizayn  edilmiştir.

Okumaya devam edin ‘Şenlikgiller Çadır Tiyatrosu’

24
Ara
12

SANATÇILAR ÜLKEYE SAHİP ÇIKTI…

sanatcilar_girisimi_ferman_padisahin_ulke_bizimdir

Tarık Akan, Edip Akbayram, Ataol Behramoğlu gibi bir çok sanatçıdan oluşan “Sanatçılar Girişimi” “Reddediyoruz/Ferman Padişahın Ülke Bizimdir” sloganıyla Bostancı Gösteri Merkezi’nde Büyük Buluşma isimli bir etkinlik düzenledi.

İSTANBUL –  Tarık Akan, Edip Akbayram, Ataol Behramoğlu gibi bir çok sanatçıdan oluşan “Sanatçılar Girişimi” “Reddediyoruz/Ferman Padişahın Ülke Bizimdir” sloganıyla Bostancı Gösteri Merkezi’nde Büyük Buluşma isimli bir etkinlik düzenledi.

SANATÇILAR  GİRİŞİMİ

Düzenlenen etkinliğe CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, CHP İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt, CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ile Tarık Akan, Levent Kırca, Bedri Baykam, Aytaç Arman,Edip Akbayram, Ataol Behramoğlu, Gülriz Sururi’nin de aralarında bulunduğu bir çok sanatçı ve vatandaş katıldı.

Saat 17.00′de başlayan etkinliğe CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 17.30′da katıldı.

“DEMOKRASİMİZ  KAN  KAYBEDİYOR”
Gazetecilerin soruları üzerine Kılıçdaroğlu, “Türkiye’de demokrasi kalitesiz. Demokraside kalite sorunu var. Gittikçe demokrasimiz kan kaybediyor. Bunun için hep beraber mücadele etmek zorundayız. Çocuklarımız için güzel bir Türkiye için” dedi.

TARIK  AKAN :  ATATÜRKÇÜLER  HER  ZAMAN  AYAKTA  OLACAĞIZ
Sanatçı Tarık Akan, “10 yıldır iktidarda olan bir partinin 10 yılda ülkeme yapmış olduğu karanlık, acı noktaların nasıl hallolacağını gerçekten bilemiyorum. Gittikçe derinleşiyor herşey. Sanatçılar olarak halkı vatandaşları bilinçlendirmeye çalışıyoruz. Herşey ülkemiz için. Çünkü Cumhuriyeti Cumhuriyet yapan Mustafa Kemal’imizi, Atatürk’ümüzü yok etmeye çalışan bir zihniyete karşı biz Atatürkçüler herzaman ayakta olacağız” ifadelerini kullandı.

EDİP  AKBAYRAM :  ÇAĞDAŞ  BİR  TÜRKİYE  BIRAKABİLMEK  İÇİN  MÜCADELEMİZİ  SÜRDÜRÜYORUZ
Edip Akbayram, “Bu gecenin anlamı bu ülkede yaşayan sorumluluğunu bilen aydın geçinen sanatçıların son 10 yıldır, ülkenin tahribatında büyük payı olan şuanki yönetime karşı olan bir başkaldırısıdır. Çünkü bir ülkenin aydınlık geleceğini o ülkenin aydınlık sanatçıları belirler. Türkiyenin siyasal ve sanatsal olumsuzluklarına baktığınız zaman hepimiz bu ülkenin sanatçıları olarak çok üzüldüğümüzü ifade ettik. Sanatçılara karşı sansür baskı, öğretim görevlilerine karşı yapılan ağıza alınmayacak saldırılar, Türkiye’nin ekonomik durumu, satılmayan kamu malı kalmadı ,Cumhuriyet’in temel değerlerinin tek tek elden gitmesi, Türkiye’nin çağdışı bir karanlığa doğru gitmesinden endişe duyduğumuz için gecemizin adını da koyduk zaten, “Ferman Padişahın ama bu ülke bizimdir”. Bu ülke bizim olduğu için de evrensel güzellikleri yaşayana kadar gelecek nesile çok çağdaş bir Türkiye bırakabilmek için mücadelemizi sürdürüyoruz. Kazanacağız” diye konuştu.

 
Bedri Baykam, “Kararlıkla demokrasiyi, özgür Türkiye’yi eşitliği, adaletin üstünlüğünü, hukuku, ve insanların özgürce konuşabildiği hertürlü baskıya karşı kararlılıkla dik durabildikleri onurlu bir ülke istiyoruz. Tabi ki bunu koruyacağız ve elde edeceğiz. Özgür yarınlar için” şeklinde konuştu. Şair Ataol Behramoğlu, sanatçılar olarak haksızlıklara karşı çıkacaklarını belirterek, “Gerçekten özgür demokrat uygar bir Türkiye’ için. Cumhuriyet değerlerine sahip çıkarak, emekçi haklarına ve insan haklarına sahip çıkarak. Sonuna kadar ayaktayız. Mücadelemizi sanatın diliyle sürdüreceğiz” diye konuştu.

İSTANBUL  BARO  BAŞKANI :  İNSANLAR  GERÇEKLERİ  GÖRMEYE  BAŞLADI
Salonda alkışlarla karşılanan İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, “10 yıldır , 15 yıldır topluma söyledikleri yalanların ışığındaki o uyuşma ve narkoz etkisi geçiyor artık toplumda. İnsanlar gerçekleri görmeye başladı. Sanatçılar ayakta, üniversiteler, Barolar ayakta. Bu giydirilmek istenen deli gömleğini reddediyor. Cumhuriyetle olan hesaplaşmada, cumhuriyetin aydınlığın yanında yer alıyor. Ve bu yalan saltanatı, bu koyu sivil dikta sona ermek üzeredir. Hep beraber göreceğiz bunu bu nedenle buradayız” dedi.

SALONDA  GERGİNLİK
Sanatçı Melike Demirağ da gecede ‘Arkadaş’ şarkısını söyledi. Melike Demirağ konuşması sırasında slogan atılması üzerine “Aman lütfen şarkı sırasında slogan atmayalım” diyerek ricada bulundu. Ancak etkinliğe katılanlar Demirağ şarkı söylediği sırada “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” şeklinde slogan atmaya devam edince, “Arkadaşlar lütfen slogan atılmasın. Ben gittikten sonra slogan atabilirsiniz. İşte böyle yaparsanız dengeleri bozuyorsunuz yapmayın lütfen. Arkadaşlar provakasyona gelmem. Slogan atmayın. Sevmiyorum ben sahnede slogan atılmasını. Ne kadar çabuk kavga edebiliyorsunuz ” ifadelerini kullandı. Sloganların atılmasına devam edilmesi üzerine Demirağ, Ahmet Kaya’nın “Vay aman” şarkısını söyleyerek devam etti.

TUNCAY  ÖZKAN’IN  MEKTUBU  OKUNDU
Şarkıların söylendiği, tiyatro gösterilerinin izlendiği gecede bazı sanatçılar da konuşma yaptı. Gecede Şair Şair Ataol Behramoğlu da Ergenekon Davası’nda tutuklu bulunan Gazeteci-Yazar Tuncay Özkan’ın mektubunu okudu. İsviçre’den gelen komedyen ve şarkıcı Mathieu Chardet de gecede şarkılar söyledi.  Etkinlik  23.00′da  sona  erdi.

 

24
Ara
12

İneğe Tapanlar Bile Uyandı

KUTSAL  İNEK

ODTÜ’nde  Başbakanı  protosto  eden  öğrenciler  kameralardan  tespit  edildi.

Çünkü   alçak   PKK lılar   gibi   yüzlerini   poşu   ile   kapatmamışlardı.

Demokratik  haklarını  kullandılar.

Bay  diktatör  çok  rahatsız  oldu.

Gençleri  evlerinden  topladılar.

Yetmedi;  Sayın  diktatör  ODTÜ  hocalarını  da  hedefe  koydu.

Biz  de  Sayın  diktatörü  yetiştiren  hocalara  sürekli  sevgilerimizi(!)  yolluyoruz  aslında…

PKK  yakıp  yıkar.

Molotof  atar.

Milletin  arabalarını  ateşe  verir.

Okul  yakar,  devlet  malını  yakar  ama  evlerinden  toplanmaz.

PKK’lılar  ara  sokaklara  kaybolunca  iş  tamamdır.

“Ara  sokaklarda  kayboldular”  diye  haber  geçilir.

Kaçak Ermeni işçileri birileri organize eder.

Bir  saat  içinde  “hepimiz  Ermeniyiz”  diye  pankarlar  eşliğinde  Taksim’e  çıkarlar.

Türk  Milletini  katil  ilân  ederler.

Ne savcılık soruşturma açar, ne de diktatör ve yardakçıları hesap sorar.

Bu ülkede PKK lı ve Taşnak Ermenisi olmayan bütün vatandaşlara gösteri yürüyüşü, milli bayramlarına sahip çıkmak, vatanı için yürümek yasaktır.
HİNDİSTAN’DA  BİR  KADINA  TECAVÜZ  EDİLİP  DÖVÜLÜNCE  HALK  SOKAKLARA  DÖKÜLDÜ.

Yani   elin   memleketinde   İNEĞE   TAPANLAR   BİLE   UYANDI.

Uyanmayanlara   duyurulur…

Zahide  UÇAR

http://www.zahideucar.com/index.php?option=com_content&view=article&id=176%3Anee-tapanlar-bile-uyand&catid=1%3Ayeni-makaleler&Itemid=5

23
Ara
12

Türk “DIŞ” “POLİTİKASI”nın “MAT”ematiği

Gelin   önce,   matematiğin   ne   olduğuna   ilişkin   kısa   bir   açıklama   yapalım.

Bu konuda daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler için bu yazı için de yararlandığım şu internet adresini öneriyorum : http://matematik.nedir.com/#ixzz2FmcjnKUb

Matematik, yeni bilgilerin elde edilmesi, elde edilen bilgilerin açıklanması, denetlenmesi ve sonraki kuşaklara aktarılmasında yer ve zamana bağlı olmayan güvenilir bir bilimsel araçtır.

Eski Yunancada “matesis” kelimesinden gelen matematik, “ben bilirim” anlamına gelmekteydi.

Bilim, bilgi ve öğrenme anlamına gelen máthema sözcüğünden türemiş olduğuna da inanılan “mathematikós”, öğrenmekten hoşlanan anlamına gelir.

Osmanlı Türkçesinde ise matematik için “riyaziye” kavramı kullanılmıştır. Matematik, Türkçeye Fransızca “mathémtique” kelimesinden geçmiştir (http://matematik.nedir.com/#ixzz2FmcjnKUb)

Matematiğin ne olduğunu az çok hepimiz biliyoruz.

Sayılar, matematikte olmazsa olmazlardır.

Ancak, sayıların bir soyutlama olduğu gerçektir. Ancak, soyut sayılardan yola çıkarak gerçeğe ulaşmak anlamında matematiğin bugünkü bilimde ve insan yaşamındaki vazgeçilmez rolü yadsınamaz. Geçen yüzyılın ünlü düşünürlerinden birisi olduğuna inandığım Louis P. Althusser, gerçekte üç bilim olduğunu ve bunların da matematik, fizik ve tarih olduğunu ileri sürmüştü. Althusser, Thales’i matematiğin, Galileo’yu fiziğin ve Marx’ı da tarih biliminin kurucularından olarak görmüştü. Bugün de fizik ve tarih gibi matematik de önemini koruyan ve arttıran bir bilimsel disiplindir.

Gerçekten de matematik, çok eki zamanlardan bu yana kullandığımız bir bilim dalıdır. On binlerce yıl önce (yaklaşık 39 bin yıl önce), matematik ile insanlığın ilişkisi bulunduğu, kemik parçalarına atılan çentiklerden anlaşılmaktadır. 10 Türk Lirasında resmi bulunan ünlü Türk matematikçi Cahit Arf, matematiğin insanı ölümsüzleştirdiğine inananlardandır. 39 bin yıldır kullanıldığına göre, matematik de ölümsüzleşecek bilim dallarından birisi olmaya adaydır.

Özünde matematik, toplama, çıkarma, çarpma ve bölme işlemidir. Bu işlemler olmaksızın matematik düşünülemez. Gelin bu noktada, Türk dış politikasının dört işlemini yapalım.

Toplama

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türk dış politikasında yeni bir çığır açacağı iddiasıyla “Sıfır Sorun” politikası temelinde işe başlamıştı. Bugün geldiğimiz noktada Türk dış politikasında “Sıfır Başarı” olduğunu söylemek abartma olmaz. Bütün komşu ülkelerle “düşman” olma noktasına ulaşmış durumdayız.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu öncesinde başta Irak olmak üzere Suriye, İran ve Rusya ile sorunsuz ilişkiler yaşayan Türkiye, bugün için bu ülkelerin hepsi ile düşman olmuştur. Bir toplama hesabi yaparsak, Türk dış politikasında sorunlar büyümüş, dolayısıyla da başarısızlıklar artmıştır.

Çıkarma

Dış politikada çıkarma işlemi yaptığımızda, dost olduğumuz ya da iyi ilişkiler kurduğumuz ülke sayısına bakmak gerekir. Türkiye, ABD yanlısı politikası ile komşu ülkelerinin hemen tamamı ile köprüleri atmış durumdadır. Bu nedenle, Türk dış politikasında toplama işleminden çok, çıkarma işlemi yapıldığı gözlerden kaçmamaktadır.

Önce Irak, dost ülke olmaktan çıkarılmış, sonra Suriye ve İran da dostlar kervanını terk etmiştir. İlerleyen günlerde ne kadar daha çıkarma işlemi yapacağımızı göreceğiz.

BÖLÜCÜ  AKEPEÇarpma  ve  Bölme

Matematiğin diğer iki işlemi olan çarpma ve bölme konusunda da başarılı sonuçlar alındığı söylenemez.

Öncelikle komşu ülkeler ile sorunlarımız çarpılarak büyümektedir.

Davutoğlu’nun dış politika anlayışı, ülkemizin dış politika sorunları açısından çarpan etkisi yapmaya devam etmektedir.

Diğer yandan, ülkemizin dostları ve dış politikada başarılı olduğumuz alanlar da bölme etkisi altındadır.

Bir diğer konu ise son dönem dış politikasının ülkeyi de bölünme noktasına getirmiş olmasıdır.

Önce Irak’ta işgal ve bölünme yaşanmış, şimdi de Suriye’de yabancı işgali ve bölünme yaşanmak üzeredir.

İran’da  da  aynı  bölünme  sürecine  girildiğinde,  Türk  toprakları  da  bölünmeden  nasibini  alacak  gibi  görünmektedir.

Allah  Korusun  diyelim.

Görüldüğü gibi matematik, dış politikanın muhasebesi açısından çok basit ipuçları vermektedir.

Matematiksel  düşündüğümüzde,  son  dönem  Türk  dış  politikası  başarısızdır.

Şimdi  anladınız  mı,  matematik  ve  dış  politika  arasındaki  yakın  ilişkiyi !!!

Birol   ERTAN

http://www.ilk-kursun.com/haber/131477

23
Ara
12

“ODTÜ”YE BAKARAK NEYİ KAPATIYORUZ ?

Geçmişi  çok  çabuk  unutan  bir  toplum  olduk.

Dünü ve bugünü karşılaştırma yapacak olursak her şey gözümüzün önünde, gözümüze baka, baka suratları  kösele  olmuş  idareciler  tarafından  bu  topluma  yaşatıldığını  görüyoruz.

Bu   gün   kırk   yaş   üstü   her   yurttaşımız   hatırlayabilir,   1980’de   ülkemizin   nüfusu  

45 milyon   iken,  büyükbaş – küçükbaş   hayvan   sayısı   yaklaşık   olarak   80 – 85  milyon  

civarında   idi.

2009 – 2010  yılları   rakamı   ise   sıkı   durun   patlama   yapmışız :  30 – 35  milyona  

düşmüş   —   “ODTÜ”lü   öğrencilerin   yüzünden..!!!

Nüfusumuz  ne  kadar  olmuş  70 – 75  milyon  nasıl  ama  harikalar  yaratmışız.

En   az   üç   çocuk   yapmaya   devam…

2010   yılında   büyükbaş   hayvan   ithal   ettik.

Adı   ne   idi   “ANGUS”.

2011 yılında “Anguslar” çok ilgi görmedi hemen markayı değiştirdik, bu sefer “LİMUZİN”oldu bu isimler kurban bayramında çok ilgi çekti.

Hemen yeni bir markayı devreye soktular yüce büyüklerimiz 2012’de “HEREFORD”adını kurban bayramına yetiştirdiler.

Bizim yerli üreticiler yetişemeyince yabancı markalar yetişti imdadımıza.

Şimdi bu kadar malı beslemek için ne lazım?

Saman bizde yok ne yapalım hemen saman ithalatına gidelim dediler.

Bu kez saman fiyatları tutulamaz oldu.

Üretici gibi görünen üreticiler ithalat üreticileri zaten, üretmediği için teşvik alıyordu ama bazı direnen üreticiler perişan duruma düştüler.

İthal saman bile bulamıyorlar.

Tarım ülkesi olmaktan birileri utanmalıdır.

Düştüğümüz hale bakar mısınız.?

Kösele suratlar utanmaz buna da hamdolsun diyelim.

Bu darboğazdan çıkışın yollarını arayalım.

Ülkemizi kalkındıracak olan eğitim kurumları vazgeçilmezdir.

Üniversiteler ar-ge çalışmalarıyla bütün sıkıntılarımıza birer çare olmalılar, ama bu öğrencilerimizin önlerine set olmak, engel olmak ,senin benim adamım düşüncesini yok etmek gerekir.

Henüz Göktürk biri nerede diye ararken bir den Göktürk iki karşımıza çıktı.

Tamamen yerli üretim diye ne kadar sevindik anlatamam derken sorgulayan soran vatandaşlarımız bir araştırdı ki bu yerli uydumuzun sadece adı bizim diğer her çeşit parçaları farklı, farklı ülkelerden gelmiş toplanmış yaklaşık 55-60 kg ağırlığında bir uydu üretilmiş.

Yurdumuzun örnek üniversitelerinden ilk sırada yer alan “ODTÜ”ye getirilerek fırlatılacak nereden “Çin”den ne alaka derken olanlar oldu.

Bu uyduyu gerçekten yapabilecek öğrencilerimize gazlar, coplar, panzerler savaş alanı gibi, medya hemen son dakika haberlerini geçiyor.

“ODTÜ”de Başbakan’a karşı yapılan protesto eylemlerini, bunlar öğrenci değil bunların amacı başka gibi haberler veriliyor.

Oysa o öğrenciler yaşadıkları bu ülkeyi tam bağımsız kendi ayakları üzerinde duran, emperyalizme meydan okumuş o şanlı tarihini yok sayanlara karşı eylem yapmışlardır..

Ülkemizin hayvancılığı yok ediliyor “ODTÜ”lü öğrenciler mi yok ediyor?

Yurdumuzun toprakları satılıyor “ODTÜ”lü öğrenciler mi satıyor?

Memleketimizde bizim üretmediğimiz uyduyu biz ürettik diyen yalancılara ses çıkmaz iken “ODTÜ”lü öğrenciler mi suçlu oluyor?

Mübarek kurban bayramında kestiğimiz kurbanlar bile yurt dışından nelerle beslendiği belli olmayan hayvanlar ithal ediliyor bunları da mı “ODTÜ”lü öğrenciler yapıyor ?

Kar  yağıyor  İstanbul  halkı  tepki  veriyor.

Birileri  de  halka  bas , bas bağırıyorlar  diyor.

Faturayı  halka  çıkarıp  “MANHATTAN”a  bakın diyor,  olur  bakalım  bu  “MANHATTAN”  ülkemizin  neresinde  doğu, batı, güney, kuzey  ne  tarafa düşüyor.

Ama biz kendi ülkemize bakmak istiyoruz bizi bizim ülkemizde olanlar ilgilendirir.

Ülkemizin gelişmesi ve tam bağımsızlığı için öğrencilere gaz değil kendi uydumuzu yapacak olanaklar sunalım.

Ücretsiz  eğitim fırsatı  verelim.

Ar-ge çalışmaları için maddi ve manevi problemlerini çözelim ve görelim bu gençler neler, neler yaratacaklar.

Basit  bir  samanı  bile  ithal  etmeyi  bırakın,  uyduyu  fırlatmak  için  uzay  istasyonunu  yapacaklarına  inanmalıyız.

Salih  ÖZKAN

http://www.ilk-kursun.com/haber/131489

23
Ara
12

AKP – ABD İttifakının YeniOrtadoğu’daki Misyonu

YENİ  ORTADOĞU

Ortadoğu’da son iki yıl içerisinde yaşanan değişimler kavgaya malzeme yapılan gerçekleri de iyice su üstüne çıkardı.

Sorunlu bölgenin politik merkezleri İsrail ve Filistin arasındaki kavgadan çıkıp İran körfezine doğru kaydı ki bölgede İran bir tarafta Suudi Arabistan, Türkiye ve şimdi de Mısır diğer tarafta yerini aldı.

Ortaya çıkan kavga bölgedeki Şia ve Suni Müslümanlar arasında tezgahlandı ki bu da İslam tarihinin en eski hikayelerinden birinin tekrarı idi.

Yani Hz. Muhammed 632 yılında ölüm döşeğinde iken vasiyetini engelleyen güçler saltanat adına kavgayı devam ettiriyorlar.

Trajik olanı Hz. Muhammed’i dahi yok sayan bu kavgayı Hıristiyanlar’ın görüp, fitneyi de bilerek körüklemeleri. ABD ve Avrupa’nın fitne tezgahları, İslamiyet tarihinin açmazı olan mezhepsel kavganın yeniden zeminini oluşturmak için Suni ve Şia İslam arasına molotof kokteyli atıyor ve ellerini oğuşturarak “kırın birbirinizi it oğlu itler” diyorlar. Her ölen ve her yıkılanı kazanç hanesine bir çentik olarak işaretlerken, İslam adı altında kendilerini destekleyen şerefsizlere ise makamlar, mevkiler ve mülkler veriyor..

Bugün ağzı köpürmüş bu guruplar, Suriye’de yaşanan iç savaşı körüklüyor ve yeni kavgalara zemin yaratmak yani İran’ı yok etmek için Suriye’deki bu savaşın sonucunu bekliyorlar. Suriye başkanı Beşar Esad, Alevi/Şia olarak suçlanıyor ve Suriye ulusal bütünlüğü bir çıyanın ustalığındaki incelikle yani mezhepçilikle yok ediliyor. Peki Suriye rejimi çöktüğünde ne olacak? Aynen Mısır’daki gibi Müslüman Kardeşler devamı bir yapı Suriye’de iktidara gelecek ve Sunni politik İslam, bölgede güçlenecek. Sunni politik İslam’ın güçlenmesini İran’ın zayıflaması olarak değerlendiren İsrail’in, durumu stratejik hedeflerine uygun bulup sürece çanak tutması işte bu yüzdendir. Bölgede Hamas’a, AKP-ABD hükümetinin aleni olarak, İsrail’in gizli olarak destek vermesi de işte bu nedenledir. Müslüman kardeşlerin ve onun uzantılarının bölgede Arap milliyetçiliğini ve askeri diktatoryasını güçlendirdiği de malumunuz. Peki Mısır’da batı tarafından kurulan yapı daha Mısır’da bile stabilite sağlamadan Suriye’de stabilite ummak mümkün mü?

Gazze’de son yaşanan olaylar dünyanın bilinen en kanlı ve eski hikayelerinden birinin tekrarı şeklinde idi. Dünya İsrail ve Hamas arasında yaşanan kanlı ve sorumsuz kavgayı izlerken esas kurbanlar masum sivil insanlardı. Filistin’in lideri Mahmud Abbas’ın önderliğinde BM’de gözlemci pozisyonuna ulaşması da Hamas’ın pozisyonunda hiçbir değişiklik yapmamıştır. Hamas’ın bölgedeki batı işbirlikçiliğini algılayan İran, Hamas’ı dışlamış durumda. Filistin’de iki devletli çözüm alternatifi ne İsrail’in ne de Hamas’ın talebi. Müslüman kardeşlerde iki devletli çözüm taraftarı değil. Bölgedeki suni İslam’ın terörist yapısını temsil eden Hamas’ın Müslüman Kardeşlerle ittifakı da mümkün değil. Ancak Hamas’ın ve Müslüman Kardeşlerin bu tavrı İsrail’in politik amaçlarına son derece uygun.

Esad’ın çökmesi diğer bir sorunu da doğurabilir ki bu da Ürdün’ün de gerçek Filistin toprağı olduğu iddiasının canlanmasıdır. Bu koşuda Filistin-Ürdün işbirliği beklemek mümkün olamayacağına göre Ürdün’ün de Ortadoğu’daki kavgaya dahli mümkün görünmekte.

AKP-ABD ittifakının misyonu terminolojisi zorlama bir terminoloji olup ittifak çıkarlar açısından değerlendirildiğinde Türkiye’ye avantası 6 Patriot Bataryası; Irak’da 5-6 Milyar dolarlık ticaret hacmi ve mevcut hükümetin varlığının devamı adına yıllık ülkeye sokulan 15 milyar dolar civarı Arap parası olarak söylenebilir. Karşılığında ise bölünme sürecinde, bölgesel güvenliği olmayan bir bölge, bu zafiyet nedeniyle ölen on binlerce asker ve ordusu başka ülkelere hizmet eden bir ordunun döküntüleri vardır. Yani ittifak terimi yerine ABD misyonunun, AKP ittifakı terimi daha doğrudur.

Hıristiyan’la işbirliği yapıp İran’ın mezhepsel bir kavga zemininde yok edilmesi senaryosu ise adeta İslamiyet ideolojisinin bittiğinin resmi. İran binlerce yıllık inancı olan Zerdüşt dininden vazgeçip İslamiyet’e dönerken İslam içi kavgada Hz. Muhammed ve ailesinin tarafını tutmuştur. Şimdi ise Hıristiyan işbirlikçileriyle birlikte hazırlanmış İslamiyet’e ihanet guruplarının yıkıcı senaryosuna karşı kavgaya hazırlanıyor. Şurası bilinmelidir ki İran’da Şia İslam öncesi bir Pers medeniyeti mevcuttu ve bu medeniyet Şia İslam’da kendini ifade etmekte idi. Ancak Sunni İslam öncesi Arabistan’da bir Arap medeniyeti yoktu. Dünyanın dinler tarihinden önce medeniyetler tarihi vardır ki bu medeniyetler dünya var olduğundan beri vardır. Mezhep bazında bir medeniyeti yok edeceğini zanneden cahiller, medeniyetlerin yok olmayacağını algılayamazlar.

Bilindiği  üzere  Yeni-Ortadoğu’da  her  şey  ama  her  şey  değişmiştir.

Ortadoğu’da değişmeyen tek şey, bir sokağı döndüğünüzde neyle karşılaşacağınızı kestirememenin bedeninizde salgılattığı adrenalin seviyesidir.

Bu adrenalinin seviyesi bazen o kadar yüksektir ki birlikte yürüdüğünüz insanın gözü dönüp bir dönemecin ardından sizi de patlatabilir.

Dr. Gülümser  HEPER

http://www.ilk-kursun.com/haber/131487




İstatistikler

  • 2.406.204 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Aralık 2012
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31  

En fazla oylananlar