Artık bu konularda yazmayayım diyorum; ama ne mümkün..
Memleket meselesi diğer tüm meselelerin önüne geçmiş; işgal, sinsice her yanımızı sarmış, kompleksli aydınlar, sanatçılar ve de çıktığı deliği beğenmeyen yeni bir tür insan nesli egemen olmuşken, yaşadığım ve de mecburen nefes aldığım her yana..
acaba diyorum; ben mi yalnızlaşıyorum,
acaba sorun bende mi, derken buluyorum kendimi gecenin bir vakti;
kalem ve kâğıt elimde ve de hatırlamak bile istemediğim ve artık olağan günlük ihanetler ezberimde..
yazıyor buluyorum kendimi, hep de sabahın beşinde, hep de; şimdi, şu an olduğu gibi, bundan sonra yazacaklarımdan habersizce, bakalım ne çıkacak…
İnsanlığın onca sorunu var değil mi; hatta yaşayan tüm canlıların sorunu; açlık, hastalık, gelir dağılımındaki adaletsizlik, kimi kimsesi olmayan çocuklar, kimsesiz yaşlılar, bir yaz tatilinde sevgiye boğulup tatil dönüşü kendisini sokakta bulan minnacık köpekler veya yavru iken alınıp biraz büyüyünce terk edilen kediler…
Balinaların soyu tükenmekte imiş, fok yavruları her sene kafalarına çivili sopalarla vurula-vurula katledilmekte imiş, Bülent Ersoy denen varlık örtünsün diye, en az iki yüz çinçilyanın derisi yüzülmüş, o çok medenî batının sözde duyarlı ve de yardımsever vatandaşları dağ keçilerini, gergedanları ve de filleri avlasın diye safariler düzenlenirmiş..
kimin umurunda !..
Bir kişinin serveti adalar ve hatta ülkeler almaya yetiyorken, bir başkası ameliyat parası bulamadığı için ölüyor; Fransa nükleer santral sayısını ellinin üzerine çıkartırken, İran’ın bir tane yapmasına herkes karşı -ben de; ama Fransa’dakine de-…
Fransa sabah kalktığı vakit Mali’ye asker yollayabiliyor ve zaten Afrika’nın anasını ağlatmışlarken kimseden ses çıkmıyor ve lâkin benim ülkem yanı başında şer yuvası kurulurken, binlerce şehit vermişken; bir de üstüne üstlük ‘şer’in başı ile beni temsil ettiğini söyleyen birileri sözde ‘barış’ adı altında buluşuyor, pazarlıklar yapıyor ve utanmadan ve sıkılmadan ve de onursuzluklarını arşa ilân ede-ede bir yerlere hizmet etmeye devam ediyor…
Halk bu onursuzluğa karşı çıkınca, başkaldırınca; ‘üç-beş çapulcu’, ‘marjinal grup’ ya da oturma organımın kenarı sanatçılardan bazıları tarafından da, ‘çoluk-çocuk’ ilân ediliyor!..
Hayatlarında bir gün olsun köy kahvelerinde oturup bir bardak çay içmişliği olmayan bu organımın kenarlarından bazıları ve yıllardır Atatürkçü diye milleti uyutan bazı tiyatrocu müsvetteleri ise; devlet görev verdiği taktirde mağaralara ziyarete gidebileceklerini beyan ederken.. geldikleri yeri de açık ediyorlar-dı..
Ha biz bunları on sene önce söylüyor, beş senedir yazmıyor muyduk, yazıyorduk; ve lâkin kaç kişiye anlatabildik!..
Suç kimin? Suç bizim; demek ki yeterince anlatamamışız, yeterince yazmamış ve de söylememişiz..
Şimdi adam sabahın köründe tarlasına gitmiş, akşamın ayazında nöbet tutmuş; benden haberi yok, senden haberi yok, suçlu! öyle mi!..
Değil !
Biliyorsan, anlatacaksın; onun senden haberi olmuyorsa, ayağına gidip haber vereceksin; bak, onun kapısını çalanlar bugün iktidardalar ve de memleketi parselleyip satmaktalar ve bu satış, artık gizliden açığa dönmüş, cami duvarına kokudan yanaşılmaz hale gelmiştir…
Ama yine en pahalı okullar sözde Atatürkçü ve de başında ‘kolej’ ibaresi bulunan okullar ve sen çocuğunu oraya kaydettirmek için bir yerlerini yırtarken, yakana taktığın o ‘rozet’ten bile utanmayacak kadar saçma-sapan bir Atatürkçüsün; zaten Kemalist hiç değilsin!..
Tarladaki adam bilmiyor, çünkü o bilmemeye mahkûm edilmiş, bilmesine gerek görülmemişken ihanete ortak oluyor; peki ya sen.. işte sen ve senin gibiler yüzünden yazıyoruz ve sen ve de senin gibiler yüzünden yazacak onca sorun varken, -yukarıda bahsettim- oturup-oturup ve de dönüp-dolaşıp aynı şeyleri yazıyoruz!
Neden?.. Belki içinizden bazıları bir şeyleri anlar, anlar da, eleştirdiği sistemin değirmenine su taşımaz diye…
Hakan Şükür; ‘ben Türk değilim’ demiş, Arnavut’muş!..
Bunu neden söylemiş anlamadım; zîrâ biz onun Türk olmadığını zaten biliyorduk; ağa babasının Türklüğün en büyük düşmanı olduğunu her seferinde yazdık-çizdik..
Zaten Türk olmak için ‘onur’ kavramı çok önemlidir; kişi onursuz olduktan sonra, ‘ben Göktürk’üm’ dese de beş para etmez, demese de…
Bugün 12 Eylül mağduru olduğunu her fırsatta dile getiren eski solcu yeni kapitalist ve dolayısıyla liberaller ile günümüzün sol(!) örgüt ve grupları ise; her ne hikmetse ABD’nin planı olan kürdistan fikrine alenî olmasa da destek vermekte, ayrılıkçı fikir ve kişilere sahip çıkmaktadır. Peki burada sorulması gereken soru şu değil midir?
‘’12 Eylül’ü ABD’nin organize ettiği ve -our boys- diyerek destek verdiği ortada iken, bugün ABD planı olduğu bariz olarak ispatlanmış bir projeye –hem de Amerikan karşıtı söylemlerle- destek veriyor olmak nasıl bir tutarlılıktır!..’’
Hem de kendilerine komünist süsü vererek !..
İşte burası, saksafonun ‘düt’ dediği yerdir !..
Çünkü bu cenâh -bizi her ne kadar solcu saymasa da- gerçekte, öyle veya böyle; menşei ‘Türk’ olmayanlardan müteşekkildir!
Yani seksen öncesi de dahil, Türkiye’de sol; gerçekte hiçbir zaman ‘sol’ olmamıştır; çünkü bölünmeyi tasvip eden bir anlayışın ‘sol’ olması mümkün değildir ve bundan dolayıdır ki; -birkaç nefer hariç- bütün sol fraksiyonların arkasında, özünde ‘Türk’ olmayan ve ‘Türk’ kavramı ile kavgalı etnik milliyetçiliğin olduğu bugün aklı başında olan herkesçe malumdur…
Vatanından ve de memleketinden ve de halkından imtinâ ile söz eden
birilerinin ‘solcu’ olması, maddenin tabiatına aykırıdır ; çünkü vatan sevgisi
sağ ya da sol’a bölünemeyecek kadar insanî bir duygudur !..
‘Ben aykırıyım, sınır falan tanımam, vatan da neymiş!’’ gibisinden cümle kuranlar ise; aykırılığın ‘a’sından haberi olmayan ve pek çok kereler dediğim gibi, iki tane yabancı kitap okumuş, dünyadan bîhaber tiplerdir; zira vatan sevgisi olmayan bir kişilik, bir kadını ya da bir erkeği de sevemez…
‘’Ben aştım bunları, sınırlarım yok!’’ diyen bir kişi ise; neyi ne kadar aşarsa aşsın, tuvalete gittiğinde bıraktığı iz kadardır; o izi, yaşayan tüm canlılar bırakır, farkı olsa.. başka bir şey olurdu.. kibirli böcek!..
‘Sol’ diyorduk..
Dün bu ülkede sağ ve sol kavgalarının arkasında ABD vardı ve her iki düşünceye sızan ajanlar, 12 Eylül’ün zeminini hazırladı; yani, dün ‘sol’ un içine sızan ABD, bugün de Atatürkçülük adı altında faaliyet gösteren bazı parti ve STK’lara sızmış durumdadır; bunları sıradan bir bakış açısıyla halkın görmesi ve anlaması elbette zordur.
AKP’nin iktidara getirilmesi sürecine girildiğinde, bu süreci yönetenler AKP karşıtlığının yanında, Kemalist güçlerin de savunma pozisyonu alacağını ve direnişe geçeceğini öngörerek bu tehlikeyi bertaraf etmek için kurnazca bir planı devreye soktular.
Kemalist düşünceyi ‘Menderes’ zamanında ‘Atatürkçülük’ sloganıyla etkisizleştirme operasyonuna girişenler bu kez de, doğabilecek Kemalist kalkışmayı engelleyebilmek için ‘Onu’ bir partiye hapsetmeyi düşündüler ve bugün itibarıyla da başarılı olduklarını varsayabiliriz!
Ancak BDP denen işbirlikçi partinin Sinop ve Samsun ziyaretleri göstermiştir ki; halk, partili-partisiz, genç-yaşlı, kadın-erkek Cumhuriyetine sahip çıkmıştır ve şu mesajı vermiştir;
‘’Bu iş, sizin sandığınız kadar kolay değildir ve olmayacaktır da !’’…
Çünkü bu Cumhuriyet, bu halkın ‘namusudur’ ve halk, namusuna sahip çıkmıştır !
Mesaj açık ve nettir !
Cephe ‘Namus Cephesi’dir ve vatan toprağı artık bir cephedir; işte bu sebepten ve de mecburiyetten ‘hazır olun’!..
Parti ayrımı gözetmeksizin üçer-beşer kişi bir araya gelin ve nerede Cumhuriyete karşı ve de ‘Türk’e karşı bir eylem ya da nümâyiş var, orada bitin!
Elinize alacağınız tek bayrak ‘Türk Bayrağı’ olmalı; çünkü bayrak birleştirir, parti bayrakları ya da flamaları ise böler!
Artık bölünmeden savunmaya geçme zamanıdır; hangi partili olursanız olun o sizi ilgilendirir, vatan ise hepimizi; işte bu sebepten, tüm ayrılıkları bir kenara bırakıp bu ülkenin düşmanlarına karşı omuz omuza vermeliyiz, başka çaremiz yok!..
Ya özgür yaşayacağız ya da yok olup gideceğiz; dedelerimiz bizim için canlarını verdiler ise, biz de torunlarımız için aynı şeyi neden yapmayalım!
Yapacağız ; ‘Ya İstiklal, Ya Ölüm’…
Bana her gün vatanın pek çok yerinden ‘Namus Cepheleri’nin kurulduğuna dair haberler geliyor ve Cumhuriyet kadınlarının bu cephelerin en başında yer alıyor olmaları bana şu gerçeği hatırlatıyor; bu ‘vatan’ ‘ANAVATAN’…
İşte ben bu yüzden her defasında ‘geleceğiz yarısında bir gecenin’ derken;
Geleceğiz!..
Mor kaneviçeli akşam ayazlarının mineli sabahlarına doğru,
gecenin âhenginden geçip geleceğiz!
Fatma Seher’lerle (Kara Fatma) geleceğiz, Gördesli Makbule’lerle,
Binbaşı Ayşe’lerle, Nene Hatun’larla geleceğiz!
Daha niceleriyle, akın-akın, yol-yol geleceğiz… diyorum…
Hiçbir endişeye kapılmayın, ‘geç kaldık’ gibisinden vesveselerle ümitsizliğe mahkum olmayın; ‘Türk’ henüz son sözünü söylemedi.. nedir, ne diyecektir diye merak edenler var ise; etmesinler, çünkü…
..öğrendiklerinde, onlar için zaman durmuş olacaktır; azıcık tarih bilgisi olan bunu bilir; bildiği halde ihanete devam edenler ise.. kendileri bilir!..
‘Kemalizm’in tek bir tanımı vardır; ‘’TAM BAĞIMSIZLIK’’, bu tanım ‘altı ok’un da üzerindedir; zira ‘altı ok’un hedefi ‘’TAM BAĞIMSIZLIK’’tır!..
Yani ilkeler gerek olandır; hedef, bağımsızlıktır; işte bu sebepten tek başına bir ilkeyi bayrak yapıp Atatürkçülük yaptığını iddia edenlere kanmayınız, medyatik olmalarına aldanmayınız; zira, hem bizim medya, hem de dünya çapındaki tüm medya kuruluşları şu an insanlığa karşı yürütülen ‘böl-parçala-yönet’ politikasının tetikçileri konumundadır ve dolayısıyla medyada fazlasıyla yer bulabilenlerin sorgulamasını iyi yapmak ve arka planda kime ve neye hizmet ettiğini anlamak da sizlerin görevi olmalıdır!..
Hayatın şifrelerini çözmeden dönen dolapları anlamanız imkânsızdır.
Size gösterilen ve anlatılanla gerçekte olan aynı olmayabilir; ki çoğu zaman da bu böyledir, bu yüzden halk düşmanları her zaman iktidarı elinde bulundurmuşlardır.
Okumaya devam edin ‘VATAN ONURUMUZDUR, PAYLAŞILAMAZ..!!!’
Son Yorumlar