Günler birbirini kovalıyor. Birdenbire bastıran sıcaklar insanın gücünü de etkiliyor. Hem ruhsal, hem beyinsel bağlamda belirtiler yaşlanan bedenlere ağırlık veriyor. Yine de yurtseverliğin, gerçekçiliğin, namuslu ve onurlu yaşamının gereklerini yerine getirmek özeninden geri kalınmıyor. Doğru bildiğini söyleyip yazmak erdemi kişiliğinizi dokuyor, yaşamınızı anlamlı kılıyor. Para-pul, mevki-makam, ün-şan, rütbe-konum peşinde koşanlar, çıkarlarının uşağı olanların durumlarını gördükçe vicdan huzurunun doldurduğu esenlik yetiyor da artıyor bile.
Haziran 2009 için arşiv
Görünen Köy
Hürriyet’in Fethullah açılımı
|
Hürriyet’te değişim devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Hürriyet’teki açılımlardan bahsetmiştik. Ayşe Arman’ın soyunması ve Kelebek’te yazmaya başlayan Yonca Tokbaş’ın bir türlü gelişemeyen uzuvları Hürriyet “ailesi”nin başlıca gündem maddelerini oluşturuyordu. Son Yiğit Bulut olayı da gösterdi ki, Ertuğrul bazı yazarları sansürlerken bazılarını ise sansürlemiyordu. Hatta Ertuğrul ile ilgili “kadın olsaydı şimdiye kadar çoktan soyunurdu” gibi yorumlar da yer aldı. Bu yorumları görünce açıkçası Ertuğrul iyi ki kadın değilmiş diye sevindik.
Her neyse. Hürriyet geçen hafta künyesinde birtakım değişiklikler yaptı. Bu değişiklikleri de bizzat Ertuğrul köşesinden duyurdu. Yapılan değişiklikler Ertuğrul’u o kadar heyecanlandırmıştı ki, yazı günü olmamasına rağmen Ertuğrul Pazartesi günü köşesinden okurlarına müjdeyi verdi: “Hürriyet’in ekonomi servisinden başlayıp, sonra Haber Koordinatörlüğü görevine gelen ve bu görevde, yeni haber merkezini kuran Ankara Temsilcimiz Enis Berberoğlu, şimdi ikinci bir görev daha yükleniyor. Berberoğlu, bundan böyle Hürriyet’in en üst icra organı olan İcra Kurulu üyeliğini de yapacak. Böylece Ankara temsilcilerinin gazete içindeki önemli rolü, daha da artacak. Haber Koordinatörlüğü görevine ise, Eyüp Can Sağlık geldi. Eyüp Can, Hürriyet bünyesinde çalışmaya 5 yıl önce Referans Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olarak başladı ve gazeteyi, ekonomi ve iş dünyasının vazgeçilmezleri arasına soktu. Eyüp Can, bir süre önce Hürriyet’in ekonomi sayfalarında da yazmaya başladı. Şimdi Hürriyet’in güçlü haber sistemini daha da güçlendirmek için çalışacak. Yazıişleri müdürlerimizden Emre İskeçeli, hafta sonu eklerimizin yöneticiliğine getirildi. Dördüncü önemli değişiklik ise, Temuçin Tüzecan’ın, Hürriyet Kurumsal İletişim Koordinatörü olarak künyeye girmesi oldu.”
Yemezler Yiğit yemezler
Ve sonunda beklenen oldu. Doğan Medya Grubu’nun “en ulusalcı” yazarı Yiğit Bulut, Turgay Ciner’in Habertürk’üne geçti. Böylece Habertürk kadrosuna bir eski Doğan Medya yazarı daha katılmış oldu. Bildiğiniz gibi Habertürk daha kuruluş aşamasında Hürriyet’ten Pakize Suda, Ercan Kumcu ve Yaşar Nuri Öztürk gibi isimleri bünyesine katmıştı. Böylelikle Fatih Altaylı Doğan Grubu’na da esaslı bir darbe indirmiş oldu.
Sen neymişsin be Erhan!
|
Geçtiğimiz hafta Ali Özsoy’un ulusalcı gurulardan bahsederken verdiği isimlerden biri de Erhan Göksel’di. Önceki yıllarda Flash TV gibi küçük bir kanalda program yapmasına rağmen ortaya attığı tezlerle ulusalcı kesimler içinde oldukça etkili olan Göksel, son olarak geçtiğimiz hafta Nazlı Ilıcak ile girdiği polemikle gündeme geldi.
Nazlı Ilıcak, geçtiğimiz hafta ATV’de yayınlanan ve kendisinin hazırlayıp sunduğu “Siyaset Kazanı” programında Erhan Göksel ile ilgili bir iddia ortaya atmış. İddiaya göre 28 Şubat’tan önce Genelkurmay Göksel’e bir araştırma yaptırmış Refah Partisi kapatılsa ne olur diye. Erhan Göksel de Nazlı Ilıcak’a danışmış “RP kapatılsa ne olur?” İşte bizim Erhan da buna bozulmuş ve bir internet sitesinde zehir zemberek açıklamalarda bulunmuş. Ancak açıklamasında öyle bir laf etmiş ki, adeta kendi kendini ele vermiş.
|
Musavi melek, Ahmedinejad şeytan mı?
İran seçimlerinden Ahmedinejad galibiyetle çıktı çıkmasına ama İran’da sular bir türlü durulmuyor. Bir taraftan sonuçları kabul etmeyen Musavi taraftarları gösterilerini sürdürüyor, diğer taraftan da Ahmedinejad’a bağlı güçler gittikçe tavırlarını sertleştiriyor. Karşımızda nereye gittiği çok da belli olmayan bir İran tablosu var. Sonuçta Ahmedinejad duruma hakim olmayı başarsa bile İran’da artık hiçbir şeyin çok da eskisi gibi olamayacağı anlaşılıyor…
İran seçimlerinin ve ardından yaşanan olayların Türkiye’ye yansıması da her zamanki gibi Amerikan penceresinden oldu. İşbirlikçi basın olayları Batılı ajanslardan takip etti ve yine gazetelerin yorum sayfaları birbirini tekrar edip duran yazılarla doldu taştı. Bunlara kalırsa yaşanan çok basitti. Bir tarafta Şeriatçı şeytan Ahmedinejad varken bunun tam karşısında İran’da laik ve demokratik hareketin öncüsü melek Musavi vardı!
Basın Musavi’yi o kadar yüceltti ki, karşımızda çizilen portre radikal bir İslamcıdan ılımlı bir demokrata evrilen bir azizdi sanki…
Okumaya devam edin ‘İran olaylarında antiemperyalist yaklaşım ve faşist “sol”’
|
“Sivil Anayasa”yı yapacak
“sivil”lere bakın
Bir Abant Platformu daha toplandı. 19. kez “Demokratikleşme: 12 Eylül’den AB’ye Siyasi Partiler” adıyla başlayan ve demokrasinin tartışılan toplantının ne kadar demokrat olduğu ise ayrı bir tartışma.
Geçen sefer birisi Abant’ta diğeri de anlamlı bir şekilde Erbil’de düzenlenen “Kürt sorunu”nun tartışıldığı “Barışı ve geleceği birlikte aramak” konulu toplantıda hep bir ağızdan Kürtçülük yapılmıştı. Tek bir farklı fikrin olmadığı bir tartışma yapılmıştı.
Bu seferki de aynı şekilde gerçekleşti. Bütün “demokrasi” sevdalıları, demokratikleşmeyi tartıştılar, ama yine hepsi aynı şeyleri söyledi, “filanın dediği gibi” laflarla birbirlerinden alıntı yaptılar. Mesele tartışmak değildi tabii ki…
“Tartışma”nın merkezinde en son çıkan “İrticayla mücadele eylem planı” adlı belge vardı. Bunun üzerinden Türkiye’de demokrasinin gelişmesindeki engeller masaya yatırıldı. Burada da hedef tahtasına tabii ki Ordu oturtuldu. Bununla birlikte 82 Anayasası’nın yerine geçecek “sivil anayasa” tartışıldı. “Tartışma” derinlere indikçe Türkiye’nin demokrasi macerasından karelerle, sivillikten neyin kastedildiği gün yüzüne çıktı.
Okumaya devam edin ’19. Abant Platformu Cumhuriyet’e karşı toplandı’
|
“Karnten yazıtlarından birinde şöyle deniliyor:
BENÜK EDİS ALTUÇ ESİZİS: Ebedi anıt Kral hatırasınadır.
Bu yazıttaki BENÜK (ebedi anıt) sözü yalnız Asya yazıtlarına mahsus bir sözdür. Avrupa (ve Etrüsk) yazıtlarında geçmiyor. Buna karşılık, ALTUS sözü yalnız ve yalnız Etrüsk yazıtlarına mahsus bir söz, diğer yazıtların hiçbirinde geçmiyor. Bu da bize Qazaqstan’dan gelen Etrüsklerin ilk önce Avusturya’ya yerleştiklerini ve Avusturya’dan Po Ovasına indiklerini kanıtlayan en güzel delil.” sf. 23
“(…) Yani, Erken Etrüskler ON-UYUL halkıdırlar ve onların Karnten’de bıraktıkları yazılar D.Ö. 3000 yıllarına aittir.”
“Piacenza Yazıtındaki2 ehram üç doğrultuyu gösteriyor: Güney kısmı Etruria’yı, kuzey-doğu kısmı Etrüsklerin anavatanı olan Avusturya’yı ve kuzey-batı kısmı Etrüsklerle kardeş halk olan Glozelllilerin (doğu Fransa, M.İ.) yaşadığı yeri(…)” sf. 25
“(…) Protogreklerin (Pelasglar, M.İ.) dili ile Etrüsklerin dili ve adetleri aynı bir kökene dayanmaktadır. Yani, Attikalılar kadar Etrüskler de Prototürk’tür.” sf. 37
“(…) Etrüsklerde gördüğümüz demokrasi müesseselerini, zamanının tekniğini, adalet ve milli müdafaa kavramlarını -şimdi artık Etrüsklerden çok daha sonraları hüküm sürmüş oldukları açıkça anlaşılmış olan- ne Fenikelilerde ne Yunanlılarda ve ne de Romalılarda bulabilmekteyiz.” sf. 38
Okumaya devam edin ‘Roma’dan önce İtalya’daki Türkler – Etrüskler-2-‘
Kriz bitti söylemi ekonomik değil ideolojikti
1945 ile 70 yılı arasında dünya sisteminin maddi büyümesi sürecinde ekonomi teorisyenlerinin vurguladıkları, 1930’lu yıllardaki gibi bir krizin artık kapitalizmin gündeminden düştüğü idi. 70’li yılların başlarında petrol fiyat şoku nedeniyle, dünya ekonomik sistemindeki maddi büyüme dönemi sona erdi. Ve bu süreçte euro-dolarlar petro- dolarlar olarak para sermaye; sanayi üretiminden önce ticari sonra da tefeci sermayeye dönüşmeye başladı. Yeni Marksist teorisyenler bu dönemde sistem krizinin beklendiği söylemini ileri sürdüler.
Oysa bu mali genişleme döneminde para sermaye, Amerikan maddi sermayesinden ayrılarak Japonya ve Almanya’da klasik endüstrilerde yeni bir büyüme sürecini başlattı. Ve bu dönemde yani 80’li yıllar döneminde dışa açık büyüme tezi ile yeni liberal ekonomik görüşler egemenleşmeye başladı. 45’le 70 dönemi arasında devletin müdahalesinde ve kontrolünde çevre ülkelerde gelişen ithal ikamesi, maddi büyüme, yeni Keynesci tezleri egemenleştirmiştir.
Oysa dışa açık büyüme döneminde devletin üretimden ve ekonomiden koparılması, gümrük duvarlarının yani ulusal devlet ekonomik koruyuculuğunun kaldırılması, finansın liberalleşmesini öne çıkaran Monoterist Freidmancı politikalar dünya ekonomik sisteminde kriz sözünün artık kalmadığı söylemine geldiler.
Bu ekonomipolitik söylem giderek yerini ideolojik ve politik söylemlerle sağlamlaştırma yoluna girdi. Fukuyama’nın ünlü “tarihin sonu” söylemi, liberal demokrasi ve serbest pazar ekonomisi toplum biçimlerinin gelişimlerinin son aşamasıdır tezini ileri sürdü.
Okumaya devam edin ‘Finansal depremin küresel stratejik analizi’
|
Tarihsel materyalizmi tartışmak
Sevgili İlyas Salman geçtiğimiz haftaki yazısında benim “Aleviler İlerici Sünniler Gerici mi” yazımı okuyunca “kirpiye döndüğünü” yazmış.
Geçtiğimiz hafta ikimiz de ara vermiştik, bu hafta tartışmaya devam edeceğiz. Çünkü İlyas Ağabey de gayet iyi bilir ki, önemli olan kirpiye dönmek değildir, asıl kaçınmamız gereken devekuşuna dönmektir.
Bu arada tamamen habersiz bir şekilde sevgili hocam Şener Üşümezsoy da tartışmaya dahil olmuş oldu. Geçtiğimiz sayılarda çıkan iki yazısı da konunun stratejik ve ideolojik içeriğini dört dörtlük açıklıyor.
Devrimciler arasında ideolojik, kültürel, stratejik meseleler üzerine tartışma her zaman için kaçınılmazdır ve son derece de doğaldır. Çünkü ideolojinin kendisi ancak karşılıklı tartışma içerisinde gelişebilir. Senteze ulaşmak için her tez kendi anti-teziyle yüzleşmek zorundadır. Bu da sosyalist felsefenin, diyalektik düşüncenin olmazsa olmazıdır.
Ama tartıştığımız meselenin çok derin tarihi kökleri zaten var. Mesele Marksizmin en temel kavramı üzerinde düğümleniyor; tarihsel materyalizm doğru mu değil mi?
Tarihsel materyalizm, Marks’ın bulduğu bir kavram. Bu kavrama göre tarihsel olarak tüm toplumları sınıflandırabileceğimiz bir şablon mevcuttur. Bu şablon içinde ilkel komünal toplumdan sosyalizme giden toplam beş aşama vardır. Bu beş aşama da tarihsel zorunluluklardır, yani tüm toplumlar bu beş aşamadan geçmek zorundadır. Beş aşamanın sonunda sosyalizme ulaşılacaktır, sosyalizm bu nedenle insanlığın kaçınılmaz geleceğidir.
Okumaya devam edin ‘Aleviler Sosyalist Olamaz mı..? Hızır Paşa’dan Marx’a’
|
“Yunanca Tyrrhenoi/Tyrsenoi, Latince Turci/Etruski, Mısır yazıtlarında Tursha, kendi dillerinde ise Rasenna-Rasna adlarıyla anılan Etrüskler, MÖ 8. yy.da İtalya yarımadasında oluşan kültür evriminin yaratıcılarıdır.”
“Etrüsklerin, Orta İtalya’ya doğudan gelerek yerleştiklerini, MÖ 5. yy. terihçilerinden Halikarnassoslu Herodotos uzun uzadıya hikaye eder. Ona göre, Etrüsklerin anavatanı Batı Anadolu’daki Lydia bölgesidir. Yıllar süren kıtlık sonucu, kura ile saptanan bir grup halk, Kral Atys’ün oğulları Tyrrhenos ile Tarkhon (bildiğimiz ‘Tarkan’, M.İ.) önderliğinde Smyrna’dan (Eski İzmir) gemilere binerek, yeni bir yurt edinmek için denize açılmış, sonunda İtalya’nın Umbria kıyılarında karaya çıkmış, kentler kurmuş ve adını başkanlarının ismine hürmeten Tyrsenler şeklinde değiştirmişti.”
“Bu arada Etrüsklerin MÖ 7.-6. yy.larda denizcilikte çok ilerlediklerini, dolayısıyla Akdeniz’deki üstünlüklerini hatırlamak gerekir. bugün dahi Akdeniz’in İtalya’nın batısında kalan kısmına ‘Tiren Denizi’ denilmektedir.” sf. 13
Okumaya devam edin ‘Roma’dan önce İtalya’daki Türkler – Etrüskler (1)’
|
James Jeffrey’nin Diyarbakır “aşk”ı
ABD’nin yeni büyükelçisi James Jeffrey, geçtiğimiz hafta Çarşamba günü Diyarbakır’daydı. Jeffrey, daha İstanbul’u bile görmeden Diyarbakır’a gitti. Vali, belediye başkanı, İHD, baro, ticaret ve sanayi odaları ve dini cemaatlerle(!) ayrı ayrı görüşen büyükelçi adeta ayrı bir devleti ziyaret ediyor gibiydi.
Büyükelçi Jeffrey tıpkı Abdullah Gül’ün Diyarbakır ziyaretinde olduğu gibi Kürt meselesi ile ilgili konuştu. “Bölge”nin (bu deyimi PKK sözde Kürdistan için kullanıyor) bütün dünya için çok önemli olduğunu belirten büyükelçi şöyle konuştu: ‘Eskiden Türkiye’de istikrarsız bir bölge vardı. İstikrarsızlık halen devam ediyor. Fakat aynı aşamada Irak’ta daha kötü bir durum vardı. Kuzey Irak’ta birkaç seneden beri huzur var. Bu sebeple ticaret, ihracat ve yatırım imkânları Irak ile Türkiye’de büyüyor ve bu sizin bölgenizi iyileştirebilir.’
Jeffrey, ABD olarak teröre karşı olduklarını ancak askeri tedbirlerin çözüm olmadığını vurguladı: ‘Aynı zamanda siyasi ve kültürel başka iyileştirmeler lazım. Bütün istikrarsız bölgelerde kalkınma çok önemlidir.’ Jeffrey, bütün partilerin DTP’ye destek olması gerektiğini vurguladı. DTP’li belediye başkanı Osman Baydemir, Jeffrey’nin yaptığı konuşmadan oldukça memnun görünüyordu. Jeffrey’ye Kürtçe, ‘Hoşgeldiniz, başımız gözümüz üstüne’ diyen Baydemir, diyalog ve ortak akılla herkesle işbirliği yapacaklarını belirtti.
Büyükelçi, başta belediye başkanı olmak üzere pek çok görüşmesini basına kapalı olarak yaptı. Anlaşılan birtakım planlar yapıldı, kimilerine birtakım görevler verildi.
Okumaya devam edin ‘ABD Büyükelçisi göreve Ankara’da değil Diyarbakır’da başladı’
Obama’nın Kahire konuşması ve Netanyahu
ABD emperyalizmi, Barack Obama’nın Başkanlık koltuğuna oturmasıyla beraber yeni bir maske ile karşımıza çıktı. İşin özünde emperyalist her zamanki emperyalistti ama başta Şeriatçılar olmak üzere bazı kesimler, Obama’dan bir melek yaratmak için çok heveslilerdi. Obama’nın kölelerin torunu olarak ezilenleri anlayacağından tutun da babasının Müslüman kökenli bir aileden gelmesine dayanarak kendisinden sürekli Hüseyin olarak bahsedilmesine kadar geniş tutulan bir çarpıtma-aklama kampanyası yaşanıyordu.
En başından beri bu imajı destekleyen ve her anlamda faydasını görmek için çırpınanlar da ABD’lilerden başkası değil. Bizim Şeriatçılarsa bu oltaya bilerek ve isteyerek gelen balıklar konumunda. Amerikancılıkları her türlü inançlarını ve bağlılıklarını bastırdığı için onlar Obama’dan bir ‘gizli Müslüman’ kahramanı yaratmaya çalışıyorlar.
Obama bilindiği gibi son gerçekleştirdiği Mısır gezisinde ‘esselamünaleyküm’lü bir konuşma yaptı. Bu konuşmayla da Arapları büyük oranda tavlamayı başardı. ABD’den başka kıblesi olmayan bizim Şeriatçılar ne kadar heveslilerse; Arap sağcıları da Obama’ya kul köle olmaya o kadar açık olduklarını kısa zamanda kanıtlamış oldular.
Okumaya devam edin ‘Obama stratejisi: ABD’nin Filistin’i tasfiye planı’
|
AKP’liler Nâzım’ın mezarını Türkiye’ye getirmek istediklerini söylediğinde bazı kesimler ne kadar demokratik bir davranış diyerek AKP’ye alkış tutmuşlardı. Hatta Nâzım’ın Türkiye’deki mezarı için yer gösterenler dahi çıkmıştı. Ancak Devlet Bakanı ve yeni AB Baş Müzakerecimiz Egemen Bağış, AKP’nin Nâzım planının altında yatan gerçeğin ne olduğunu geçtiğimiz hafta açıkladı.
Egemen Bağış, geçtiğimiz hafta Müstakil Sanayiciler ve İşadamları Derneği’nin (MÜSİAD) bir toplantısına katılarak AB-Türkiye ilişkileri üzerine MÜSİAD üyelerine bilgi verdi. Ancak bizim meselemiz AKP’liler ve AB taraftarları için artık kaçmış bir tren olan AB’ye girip girmeyeceğimiz değil. Toplantıda katılımcıların sorularını da yanıtlayan Bağış, MÜSİAD Kurucu Başkanı Erol Yarar’ın “Nâzım Hikmet’in mezarının getirilmesi çok adildir. Sultan Vahdettin’in mezarının getirilmesi konusunda fikrinizi beyan eder misiniz?” şeklindeki sorusuna şu cevabı verdi: “O da son derece adildir. Nâzım Hikmet’in mezarının getirilmesine ailesi sıcak bakmıyor. Devlet teklif etti, onlar oradan taşınmasına sıcak bakmıyor. Ama bu topraklara sevgisi, muhabbeti olan herkesin bu topraklarda yatma hakkı olmalıdır. Bunu onlardan almaya da hiçbirimizin hakkı olmamalıdır.”
Bu sözler, AKP’nin Nâzım üzerinden ne kadar çirkin bir oyun oynamaya çalıştıklarını ortaya koydu. Zaten AKP bir süredir Vahdettin ile çok sık ilgilenir oldu. Önce Vahdettin’in İstanbul’daki mekanları restore edilmeye başlandı. Sonra sıra Vahdettin’in Suriye’deki mezarının restorasyonuna geldi. Şimdi de Vahdettin’in mezarı Türkiye’ye getirilsin mi getirilmesin mi onu tartışıyoruz.
Okumaya devam edin ‘Sıra Vahdettin’in kemiklerine mi geldi?’
|
Fethullahçıların bitmeyen
Nâzım düşmanlığı
Fethullahçı Aksiyon dergisi son sayısında Nâzım Hikmet’le ilgili bir dosya hazırlamış ve Nâzım Hikmet’in yurtdışına çıkış öyküsünü incelemiş.
Hani Nâzım’ın ölüm yıldönümü desek değil, o geçti. Ama buna rağmen sürmanşetten bir Nâzım fotoğrafı ve ne için gündeme getirildiği anlaşılamayan bir dosya ile karşımıza çıkıyor Aksiyon. Tabii “bayram değil seyran değil, nereden çıktı şimdi Nâzım” diyoruz, ister istemez.
Aslına bakarsanız bu Aksiyon’un Nâzım’la ilgili olarak yaptığı ilk haber değil. Yalnız Nâzım da değil, Deniz Gezmiş’ten Mahir Çayan’a Türk solunun önemli pek çok değeri ve Türk solu tarihinin pek çok önemli olayı hemen her fırsatta Aksiyon gibi Şeriatçı dergilerde, çoğu zaman da kapaktan işlenir.
Tesadüfe bakın ki, bu tür dergilerin en çok tiraj yaptığı sayılar da hep bu “özel” sayılardır.
Ama tabii Fethullahçı bunu yapmak zorundadır; çünkü çok iyi bilmektedir ki, örneğin kendi ağababaları Said-i Kürdi’yi kapağa taşısalar hiçbir zaman bir Deniz Gezmiş ya da Nâzım kapağı kadar tiraj alamayacaklardır. Aslında yalnızca bu bile tek başına Şeriatçıların itibarsızlığını ve acizliklerini gösteren bir kanıttır. Fethullahçı okur bile Said-i Kürdi’yi değil, Deniz’i ya da Nâzım’ı merak etmektedir.
Ama elbette işin ticari boyutunun dışında çok daha önemli bir boyutu da vardır ve bu Şeriatçının kendi karanlık tarihini ve kendi sahte kahramanlarını aklama çabasıdır.
|
Ufuk diyet borcunu ödüyor
Geçen hafta okuduk ki, ÖDP’li “tatlısu sosyalisti”, şovmen milletvekili Ufuk Uras, CHP statükoculuğuna karşı yeni bir sol oluşum için “A’dan Z’ye (Adana’dan Zonguldak’a)” adlı eylemin startını Adana’da vermiş.
Yanına da bazı Prof. yancılarını almış, çıkmış yollara.
Onun sosyalistliğinden bir hayır gelmeyeceğini ve ipiyle de kuyuya inilemeyeceğini mürekkep yalamışların çoğu biliyordur. Anımsarsınız, bu arkadaş bağımsız(!) milletvekili olarak seçildikten sonra mazbatasını almaya gittiğinde “1969’da Behice Boran ve Mehmet Ali Aybar’ın seçilmesinden beri ilk kez bir sosyalistin mazbata aldığını” söyleyerek ve “%10 barajını nasıl geçtim” diyerek bayağı bir afra tafra yapmıştı. Tabii bunu duyan da, Behice Boran ve Mehmet Ali Aybar örneğinde olduğu gibi Ufuk Uras’ın kendi partisinin oylarıyla milletvekili seçildiğini filan zanneder. Ama kazın ayağı öyle değildi. Çünkü onu oraya taşıyan Kürtçü partinin destek oylarıydı. Eğer o oylar olmasaydı Ufuk yoldaş ancak nal toplayacaktı. Zaten kendisi de “… tabii ki DTP’nin desteğini aldım…” diyerek, birileri tarafından oraya taşındığını ve dolayısıyla da onlara bir diyet borcunun olacağını hiç gocunmadan itiraf etmişti.
|
Tayyip fırtınası geçtiğimiz hafta da dinmek bilmedi. Meclis çalışmalarının aksaması üzerine Tayyip geçtiğimiz haftaki grup toplantısında partisinin milletvekillerini sert bir şekilde uyardı.
AKP’nin 6 küsur yıllık iktidarı döneminde ayar vermediği kesim kalmayan Tayyip, bu kez ayarı kendi partisine verdi. Bunun sebebi ise Tayyip’in Meclis çalışmalarından beklediği verimi alamaması. Daha doğru bir ifadeyle Türkiye’nin zararına olan yasaların Meclis’ten Tayyip’in istediği hızda çıkmaması. Çünkü son zamanlarda AKP milletvekilleri Meclis çalışmalarına (siz el kaldırıp indirmek suretiyle yapılan bir tür sportif etkinlik diye de okuyabilirsiniz) disiplinli bir şekilde katılmaması.
Okumaya devam edin ‘Tayyip’ten vekillere fırça üstüne fırça’
|
Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy, İspanya’da gördüğü bağırsak kanseri tedavisi sırasında yaşamını yitiren 73 yaşındaki Gabon Devlet Başkanı Ömer Bongo’nun cenaze töreni için geldiği Gabon’un başkenti Libreville’de halk tarafından protesto edildi. 73 yaşında yaşamını yitiren Ömer Bongo’nun naaşına çiçek bırakmak için devlet başkanlığı sarayına giden Sarkozy aracından indiği anda çevrede bulunan halk, “Sizi istemiyoruz, defolun!”, “Fransa’ya hayır!” sloganları attı. Kalabalığın içinden bir Gabonlu ise “Siz Fransızlar buraya Gabon’u yemeye geldiniz. Buraya giren tüm cumhurbaşkanları cepleri dolu çıktı, ama sonra bizi eleştirdi.” diye bağırınca Sarkozy apar topar içeri kaçmak zorunda kaldı.
Okumaya devam edin ‘Nicolas Sarkozy cenaze töreninde yuhalandı’
|
AP seçimleri sonrası…
Geçtiğimiz haftalarda 27 AB ülkesinde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından ortaya çıkan tablo, Avrupa’nın genelindeki bir eğilimi de dışa vurmuş oldu. Tablo oldukça netti: Türkiye karşıtlığı.
Türk karşıtlıklarını gizlemeyen ırkçı Batılılar, seçimler döneminde ırkçılıklarını içlerine atan “sol”cu Batılılara üstün geldi.
Seçimleri yerinde izlemek için Almanya’ya giden Türk gazeteciler, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) merkezi WillyBrandtHaus’ta, iktidar ortağı SPD’nin lideri ve Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier’le görüştüler.
Bununla birlikte CHPSosyalist Enternasyonal tartışması başlamış oldu. Ama diğerlerinden farklı…
SPD liderinin ağzından dökülen CHP eleştirilerini gazeteler sırayla sayfalarına taşıdılar. Aslında Steinmeier, SPD’nin “kardeş partisi” CHP üzerine bir şey söylemeyecekmiş, ta ki “AB ve demokrasi” fetişisti Hasan Cemal konuyu CHP’ye getirene kadar. Hasan Cemal, “AB konusunda Türkiye’nin ev ödevleri var” başlıklı yazısında bunları geçti. Hasan Cemal, tıpkı Karayılan’la yaptığı “görüşme”de olduğu gibi bir kuryelik işini daha yerine getirmiş oldu diyebiliriz.
Okumaya devam edin ‘Baykal’ın “milli” görevi Talabani’yi memnun etmek’
AKP ve DTP’nin Türk düşmanlığı
|
“Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü
Türk’ün hafızasından siliniyor
Sözde Kürt sorunun çözümüne yönelik yeni açılımlarla başlattıkları Kürtçülük faaliyetlerini, Abdullah Gül’ün de belirttiği gibi 2009 yılının; “fırsat yılı”na çevrilmesine yönelik tüm Kürtçülerin elbirliğiyle, davalarından sapmadan devam ettirdiklerini görmekteyiz.
Özellikle DTP’lilerin haddini aşan sözlerine karşılık, iktidardaki A-Ke-Pe denilen yerden bitme Kürtçü partinin, bırakın karşı çıkmayı DTP’yi destekler sözlerine şahit oluyoruz. Hatta bazı AKP’li milletvekillerinin DTP’lilerden daha Kürtçü ve bölücü takıldığına da şahit olmaktayız. Kimi zaman da AKP’li ve DTP’li milletvekillerinin arasında karşılıklı paslaşmalara varan yardımlaşmaların olduğunu gözlemliyoruz.
AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan’ın sözde Kürt sorununun çözümü konusunda yapmış olduğu açıklamada: “Çözüm sürecine girdik. Doğrusu artık hiç kimsenin, ülkenin bu sorun nedeniyle bedel ödemesine tahammülü yok. Dolayısıyla denenmiş her çareye başvurulacak… Dağlardaki ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ yazısının sosyal tedbir çerçevesinde silinmesi gerekir. Bunlar daha önce başçavuşun talimatıyla yazılmış yazılardır. Bugün de başçavuşun talimatıyla silinir.” demişti.
|
Ulusalcı Gurular
Türkiye’de, ne yazık ki, en kolay manipüle edilen insanlar Atatürkçüler ve ulusalcılar. Oysa bu kesim aynı zamanda en okumuş kesimdir. Televizyonlardaki tartışma programlarını izlerler, gazeteleri, çıkan en son flaş “ulusalcı” kitapları okurlar. Aydındırlar ama yine de en kolay oltaya bizim insanlarımızı atlar.
Çünkü yine biraz önce bahsettiğimiz gibi, gazete okumak ve televizyon izlemekten ibaret bir siyasi eylem kültürleri vardır. Gazeteleri ve televizyonları ciddiye alan insanın da beyni ne yazık ki bir müddet sonra balık beynine dönüşür. Nerde olta orada ulusalcı amca…
Gazeteler ve TV kanallarının yarısı AKP yandaşı, geri kalanı ise Aydın Doğan’ın. Bir insanın bu kanallarda çıkan ve gazetelerde yazan herhangi bir yazarı, araştırmacıyı veya gazeteciyi Atatürkçü, ulusalcı görmesi, ciddiye alması, hatta peşinden gitmesi için son derece saf olması gerekir. Ancak ne yazık ki burası Türkiye ve böylelerinden milyonlar var.
Ulusalcı gurular bu kitlenin saflığı ve iyi niyetini kullanıp köşe dönen Titancılar gibi… Bunu başarınca da ilk fırsat siyasi görüşlerinde de dönüp hemen AKP’ci oluyorlar. Bizim Atatürkçü amca ve teyzeler de şaşkın şaşkın ekranın başında kala kalıyorlar: “Hanım bu adam ne diyor? Bu da mı Tayyipçi olmuş.”
Her biri bir operasyon
İyi niyetli düşünürsek, bu tür isimleri fırsattan istifade isim yapmaya çalışan, biraz ün, biraz para meraklısı uyanık kimseler olarak düşünebiliriz.
Ama olay hiç de bu kadar basit değil. Bu adamları televizyonlardan milyonlar izliyor. Ulusalcılık adına yumurtladıkları saçmalıkları doğru kabul ediyor. Kitaplarını alıyor.
Ve hepsinden önemlisi milyonlarca Atatürkçü ve ulusalcı
bu sayede susturuluyor, yanlış yönlendiriliyor, AKP ve
ABD’nin istediği yöne manipüle ediliyor.
Bu sahte ulusalcı guruların her biri bu yüzden bir
operasyondur. Gizli servis operasyonudur. Görevlerini
yerine getirirler. Kitlelere en dost ifadelerle en düşman
tezleri benimsetirler.
Ve en sonunda istisnasız hepsi gerçek yüzünü belli eder.
Örneğin Hulki. Aziz Nesin’in TV’de haşladığı bir dinci, hurafelerle uğraşan garip bir araştırmacıydı. Sonra ansızın en kahraman ulusalcı kesildi. Programlarında anlatılan ipe sapa gelmez şeyleri kitap olarak bastı. Bunlardan köşeyi döndü. En sonunda bir gece yarısı Atatürkçü gençlere karşı PKK’yla birlikte saldırmaya çalıştı. Büyük ulusalcı, Diyarbakır’daki dostlarıyla özel bir program düzenlemiş ve TÜRKSOLU’nu aklı sıra bitirmeye çalışmıştı.
Bu bir operasyondu. Yıldız’da katledemedikleri gençlerin işini akılları sıra TV’de bitireceklerdi. O gün rezil oldu. Gerçek kimliği de ortaya çıktı. Ama Atatürkçülerin parasıyla geçinmeye uzun yıllar devam etti.
Sonra Yalçın Soner ve Yalçın Küçük. Birdenbire en büyük ulusalcı kesildiler. Atatürkçü çevrelere Yahudi düşmanlığı, Sabetayist avcılığı ve komploculuk mikrobunu soktular. Millet ABD’yi emperyalizmi bıraktı, deliler gibi harfleri toplayıp çıkarmaya başladılar. Mezar taşlarıyla kafayı yiyenler, Atatürk’e bile Yahudi diyenler türedi. Bu da bir operasyondu.
En büyük operasyon Tuncay’ınkiydi. Milyonları peşine taktı. Cumhuriyet Mitinglerini tam AKP’nin ve ABD’nin istediği hizaya soktu. Sonra bir gün milyonların telefon numaralarıyla birlikte ulusalcı TV kanalını Fetoculara sattı. Şimdi Obama’ya mektuplar yazıyor, Apo’yu göklere çıkarıyor. Peşinden artık kimse gitmiyor. Ama Atatürkçülerin en kritik iki yılını çaldı.
Son Yorumlar