30
Ara
08

Şeyh Bedreddin: Sosyalizmin bu topraklardaki kökleri

Şeyh BedreddinŞeyh  Bedreddin :  Sosyalizmin

Türk  topraklarındaki  kökleri

Şeyh Bedreddin, yalnızca Anadolu topraklarında gerçekleşmiş bir devrimci ayaklanmanın lideri değil; bütün insanlık için adil ve eşit bir toplumsal düzen fikrinin ilk yaratıcılarındandı. Belki de bunun için aradan geçen neredeyse altı yüzyıldan sonra bile sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için yürütülen mücadelelere ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Bedreddin günümüzden altı yüzyıl önce insan toplumunun içine sürüklendiği sapmanın farkına varmış, bu yanlışın kaynaklarına ve kökenlerine inerek yeni bir toplumsal düzenin nasıl mümkün olabileceğini araştırmaya girişmişti.

Bedreddin’in ilk fark ettiği gerçek, insanların eşit olarak doğmaları gerekirken eşitsizliğin hüküm sürdüğü bir dünyada ve adaletten tümüyle uzak bir toplumsal düzen içinde yaşadıklarıydı. Bedreddin aslında binlerce yıllık bir gerçekliğin bilincine varmıştı. Gerçekten de insanlık tarihinin bilinen en eski ilişki biçimlerinden birisi insanların topluluk halinde yaşaması ise diğeri bu topluluk yaşantısı içinde ortaya çıkan ezen-ezilen ilişkisidir.

Bu tarihsellik içinde, her dönemin egemen ideolojisi bu gerçekliğin egemen güçler lehine devam etmesi için çeşitli yöntemler denedi. Buna karşılık insan toplumlarının eşitlik arayışı her seferinde türlü yöntemlerle bastırılmaya çalışılsa da bir şekilde kendisini ortaya koymayı başardı.

Ancak belki de ilk kez kapitalist toplumun ortaya çıkışı ile bu mücadelede ciddi bir farklılaşma yaşandı. Kapitalist düzen ezen-ezilen ilişkisini derinleştirmekle kalmadı, yarattığı ideolojik hegemonyanın o büyük yalan çarkı içinde “tarihin sonu”nu ilan ederken aslında böylesi bir tahakküm ve sömürü düzeninin varlığını da inkâra kalkıştı.

Bu açıdan kapitalizmin ideolojik hegemonyası sadece kendi toplumsal yapısını ve hükmetme biçimlerini dayatmak ve korumakla sınırlı kalmadı; buna karşı gelişebilecek muhtemel tepkileri de sistematik olarak yok etmeye girişti. Kapitalizm, insan topluluklarının eşit ve özgür bir toplumsal düzen kurma mücadelesinin ideolojik ve tarihsel dayanaklarını ortadan kaldırmaya, bunları bilim dışı, gerçeklik dışı ilan etmeye kalkıştı. Kapitalizm yalnızca kendisine alternatif bir düzenin kurulmasını engellemekle de yetinmedi, insanlığın ütopyalarını bile yoketmeye girişti.

Bugün kapitalizm en ağır darbelerini insanların ruhuna ve beynine indiriyor.

Ütopyaların bile yasaklandığı bir kapalı devre sistem, devrimin ve eşitlikçi bir toplum idealine ulaşmanın imkansızlığı propagandasını yapıyor.

Şeyh  Bedreddin  ise  eşitsizliğin  kutsandığı  günümüzden  asırlar  öncesinden  kopup

gelen  hakikat  çağrısıyla  bütün  insanlığa  yeniden  hakikat  yolunu  gösteriyor  bugün.


Büyük Türk şairi Nazım Hikmet, Türk devrimcilerini “Şeyh Bedreddin Destanı”yla Şeyh Bedreddin ve yiğitlerinin isyanı ile tanıştırana dek Türk devrimcileri için sosyalizm dışarıdan gelen, Türk toplumunun tarihsel gerçekliğiyle uyuşmayan bir toplumsal düzendi. Büyük Türk şairi ve sosyalisti Nazım, bu algılamayı tümüyle tersine çeviriyor ve Türk topraklarında, Batıdaki örneklerinden çok önce, Türk sosyalizminin ilk örgütlü ayaklanma girişimini gün yüzüne çıkarıyordu.

Ütopyadan  gerçeğe :  Toplumsal  devrim

Şeyh Bedreddin’e gelinceye dek insan toplumunun eşitlik arayışı daha çok bir “cennet arayışı” şeklinde, kendiliğinden gerçekleşmesi beklenen bir ütopyadan ibaretti. Bedreddin ve talebelerinin öncülük ettiği ayaklanma ile birlikte örgütlü ve disiplinli bir devrimci örgütlenme yoluyla yeni ve eşitlikçi bir toplum kurma mücadelesi ete kemiğe bürünmüş oluyordu.

Bedreddin’e kadar tarihsel ilerleme ve medeniyetlerin gelişimi daha çok fetihler ve yağmalar şeklinde gelişen tarihsel devrimlerle gerçekleşmekteydi. Bedreddin isyanından sonra ise sosyalizm bir “cennet” beklentisinin ötesine geçerek örgütlü kitlelerin bir ideoloji etrafında ve bir örgütsel yapı öncülüğünde gerçekleştirecekleri bir yeni düzen olarak ortaya çıkıyordu.

Bedreddin de bu mücadeleyi tek başına değil Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal gibi “hizmetkarları”yla birlikte verir. Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa da tek başlarına değildirler, etraflarına topladıkları binlerce köylü ile birlikte hareket ederler. Artık ortada eşitlikçi bir fikir ve onu gerçekleştirmek için biraraya gelen insanlardan oluşan bir toplumsal mücadele söz konusudur. Ortaklaşmacı bir düzeni kurmak için ortak bir dava yaratılması söz konusudur.

Böylelikle Bedreddin’le birlikte ilk kez mevcut düzenin ezilenler lehine değiştirilmesini hedefleyen ve bunu kitlelere bilinç götürme yoluyla gerçekleştiren bir toplumsal mücadele-toplumsal devrim fikri yaratılmıştır. Toplumsal yapıya bilinçli bir müdahale ve bunun yolu olarak örgütlü mücadele fikri, Bedreddin’in sosyalist mücadele birikimine yüzyıllar öncesinden yaptığı en önemli katkıdır.

Bu toplumsal mücadeleyi de en güzel şekilde yine Nazım anlatır Şeyh Bedreddin Destanı’nda;

hep bir ağızdan türkü söyleyip hep beraber
sulardan çekmek ağı, demiri oya gibi işleyip beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarın yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
onbinler verdi sekiz binini…

Gerçekten de Bedreddin, daha 15. yüzyılda, özel mülkiyetin sorgulanmasının bile akla gelmediği bir dönemde özel mülkiyeti tümüyle ortadan kaldırmak için yola koyulmuştu. Bedreddin’in talebesi Börklüce Mustafa şeyhinden öğrendiklerini şu sözlerle özetliyordu; “ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeyim, sen benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmesin. Kadınlar hariç bunların hepsi hepimiz içindir ve hepimizin ortak malıdır”

Bu dönemde özel mülkiyet henüz toprak mülkiyeti ile özdeşleştiği için toprağın ve bu toprağın ürünü olan her şeyin de aynı şekilde bütün insanların ortak malı olduğunu söylemektedir Bedreddin. İnsanların tarihsel ihtiyaçları olan yiyecek ve giyecek dışında, binek hayvanlarından tarımsal aletlere kadar bütün diğer malların da ortak kullanılmasından yanadır. Oysa mevcut düzen içinde tam tersi bir durum söz konusudur. Bu nedenle Bedreddin’in başlattığı mücadele ortaklaşmacı bir düzen kurmak için eski düzenin yıkılmasını hedefler. Bedreddin ayaklanmasının kısa bir sürede farklı inançlara mensup Rum, Hristiyan ve Yahudi binlerce köylüyü etrafında toplayan bir toplumsal hareket haline gelmesi ise “insanların eşit doğdukları ve eşit yaşamaları gerektiği” fikrini tarihin en devrimci ve kapsayıcı fikri olarak ortaya çıkarır. Bedreddin, dinsel tutuculuğun ve hoşgörüsüzlüğün egemen olduğu bir çağda tüm halkların ve dinlerin eşitliği çağrısını yaparken, eşitsizliklerden kurtulmanın biricik yolu olarak da kitlelerin ayaklanma hakkını ve düzeni yıkma ihtiyacını ortaya koyar.

Senin  ilacın  sende..!!!

Eski düzeni yıkmak ve yeni bir düzen kurmaksa artık hem bir dava haline gelmiştir hem de insanın kendi benliğini ve özünü yeniden yaratmasını sağlayacak bir yeni insan yaratma sürecidir. Bu açıdan Bedreddin’in eylemi sadece kurulu düzenin yerine yeni bir düzen koymak değil, yeni bir insan ve yeni bir toplum yaratmayı da hedefler.

Bu dönüşümü de önce kendinde uygular. Bedreddin, Edirne’ye bağlı Simavne kasabasının Kadısı olan babası dolayısıyla varlıklı ve ayrıcalıklı bir sosyal sınıfa mensuptur. Başlangıçta bu sosyal konumunun yarattığı ayrıcalıklarla ciddi bir dinsel eğitim alır. Aradan geçen süreçte ise ünü bütün Osmanlı coğrafyasına yayılır. Artık İslam hukukunun en büyük bilginlerinden birisidir.

Bu sırada Osmanlı tahtı kardeş kavgalarıyla ve iktidar hesaplarıyla sarsılmaktadır. Bedreddin de, öğretmeni olduğu Musa Çelebi’nin Edirne’de hakimiyeti kurması üzerine Musa Çelebi tarafından Kazasker olarak görevlendirilir. Ancak içine doğduğu sosyal yapı ve edindiği ilmi ve siyasi mevkiler onu mutlu etmez. Bedreddin, toplumdaki eşitsizliklerin ve adaletsizliğin her geçen gün daha da derinleştiğini görmektedir. Bu eşitsizliklerin kaynağını araştırmaya giriştiğinde ise iktidarın ve zenginliğin, mülk sahibi olma ve yoksulluğun tanrısal bir düzenin kuralları olarak kutsandığı toplumsal düzenle karşı karşıya kalır. Mısır başta olmak üzere Osmanlı’nın ve İslam dünyasının pek çok önemli merkezinde geçirdiği zaman, onun bu fikirlerinin daha da olgunlaşmasına yardımcı olur. Bu gerçeği kavramasıyla birlikte ise kendisine büyük din bilgini sıfatını kazandıran bütün kitaplarını Nil nehrinin sularına atarak yok eder. O güne kadar kazandığı bütün ünvanları reddeder ve servetinin tümünü yoksullara dağıtarak kendisini bu adaletsiz düzenin bir uzvu haline getiren herşeyden kurtulmaya girişir.

Bu noktadan itibaren önünde açılan yol yeni bir arayışın ilk adımıdır. Bedreddin, artık bir hakikat arayıcısıdır.

Şeyh Ahlati’nin hizmetine giren Bedreddin artık sıradan bir din adamı değil bir Sufi’dir. Sufi, bütün zamanını iç dünyasını temizlemeye çalışarak geçiren kişiydi.

Bedreddin, hakikate ve eşitliğe ancak bütün kirlerinden arınmış temiz bir ruhla ulaşılabileceği düşüncesiyle, kendisini acıyla terbiye eden bir arınma sürecine girdi. Bu ruhunu acıyla terbiye etme arayışı, O’nun halkın çektiği acıları kendi benliğinde ve vücudunda hissetmesine ve böylelikle gerçek eşitliğin ve adaletin dinsel kitaplarda vaaz edildiği şekilde öbür dünyada değil, tam tersine bu dünyada olduğu fikrine ulaşmasına yol açtı.

Bedreddin’in Sufilik yaşantısının önemli aşamalarından birisi olan “erbain” de bu doğrultuda kişinin kendisini dünyaya bağlayan zevklerden kurtularak kendi benliğini yeniden kazanması için ruhunu açlıkla terbiye etmesine ve çile çekmeye dayanan bir yoldu. Bedreddin “erbain”in mantıksal açıklamasını Varidat’ta, “ölmeden önce ölmek” şeklinde yapar. Bu, insanın bütün dünyevi zevklerden, hayvani hırs ve şehvetlerden sakınmasıdır. Bunu yapan insan hakiki varlığına kavuşmuş olacaktır. Ancak insanlar dünyanın binbir türlü çekici, aldatıcı zevklerinden ve yakıcı hırslarından kurtulamadıkları için bu yola girmezler.

Bedreddin ise talebelerine olabildiğince çok insanı hakikat yoluna çekmenin önemini anlatıyordu. Bu aynı zamanda insanları gerçekten özgürleştirmenin de tek yoluydu. Dünyada hiçbirşey insansız olamazdı. Ama bu insanların çoğu, küçük çıkarlar ya da anlık zevkler uğruna bütün insanlığın gerçek çıkarlarını göremeyecek derecede körleştirilmişlerdi. Bu nedenle Bedreddin’in talebelerine verdiği görev mümkün olduğunca fazla sayıda insanı hakikat yoluna çağırmak, onlara gerçekleri anlatmak ve onları doğrunun ve adaletin safına çekmekti.

Bedreddin, hakikati önce kendisi aramaya koyulmuştu ve talebelerine de tavsiyesi aynı yönde oldu: Senin ilacın sende!

Bedreddin insanın ruhundaki bütün hastalıkların çözümünün yine insanın kendisinde olduğunu söylüyordu. Dolayısıyla insanın kendi kendisiyle hesaplaşması ve kendi gerçek özünü yeniden ortaya çıkarması gerekiyordu. Bedreddin’in insanın kendi özünü ortaya çıkartması olarak da adlandırılabileceğimiz yeni bir insan ve yeni bir ahlak oluşturma çabası da böylelikle netleşmiş oluyordu.

Şeyh Bedreddin, ölümünden sonra söylediklerinin yazıya geçirilmesiyle oluşan ve kendisinden kalan tek yazılı eser olan Varidat’ta, ideolojik-dinsel niteliği ağır basan bir yorumla bütün insanların eşitliğine dayanan bir düzen kurma fikrini ve bu düzeni kuracak yeni insan karakterini, günümüzden neredeyse 600 yıl önce ortaya koymaktaydı.

Hakikati  arayan  insanlar  varoldukça…

Bedreddin bunu yaparken, dinsel inanıştan tümüyle kopup materyalizme geçmekte ve ahiret, cennet, cehennem düşüncelerine karşı çıkarak herşeyin bu dünyada olup bittiğini söylemekteydi. Ama kendisinin de belirttiği gibi “bilginlerin her şeyi olduğu gibi söylemeleri mümkün değildi, yoksa onları hemen öldürürlerdi.”

Buna rağmen yine de insanlara gerçekleri göstermek gerekiyordu ve bunun yolu da gerçeği insanların en kolay anlayacakları şekilde onlara anlatmaktan geçiyordu. Müritlerine tavsiyesi de bu oldu. Belki de bu nedenle olsa gerek, dönemin gerçekliğinin dayattığı bir biçimde Bedreddin ayaklanması, dinsel söylemlerin de kullanıldığı bir isyan olarak ortaya çıktı. Ancak amaç dinin öbür dünyada vaadettiği cenneti bu dünyada kurmak ve bütün insanları bu ideal etrafında biraraya getirmekti. Bu açıdan Bedreddin hareketi dinsel bir ayaklanma değil, sosyalist mücadelenin tarihsel süreç içindeki ilk önemli deneyimlerinden birisi olarak tarihteki yerini aldı. Bedreddin ve talebeleri bunun için ortaya atıldılar ve etraflarına topladıkları binlerce köylü ile birlikte isyan ettiler. Börklüce Mustafa Aydın’da, Torlak Kemal ise Manisa yöresinde Bedreddin’in fikirleri doğrultusunda örgütledikleri binlerce köylüyle birlikte büyük bir başkaldırıya giriştiler.

Ancak isyan başarısız oldu. Bedreddin’in öğrencisi Musa Çelebi’nin iktidar kavgasında mağlup olması ile birlikte Osmanlı’daki iktidar yapısı tümüyle değişmişti. Mehmet Çelebi’nin iktidarı devralmasıyla birlikte Osmanlı iktidarı bu ayaklanmayı büyük bir güç kullanarak bastırma yoluna girdi. Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa mağlup edildiler ve yakalanarak öldürüldüler. Bedreddin ise bu haberleri aldıktan sonra Musa Çelebi’nin yenilgisinin ardından sürgüne gönderildiği İznik’ten ayrılırken yakalandı. Hicri takvime göre 27 Şeval 819, Rumi takvime göreyse 18 Aralık 1416’da Serez’in Bakırcılar Çarşısı’nda kurulan bir darağacında idam edildi Bedreddin.

Nazım, “Şeyh Bedreddin Destanı”nda mevcut koşulların uygun olmadığı erken bir devrimci ayaklanma olarak nitelendirdi Bedreddin ve talebelerinin hareketini.

Ama yine de onların mücadelesi önünde saygıyla eğilmek gerektiğini vurguladı:

Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
zaruri neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim,
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, ‘hey gidi kambur felek,
hey gidi kahpe devran hey’
der.
Ve teker teker,
bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,
yüzleri kan çinde
geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
geçer Aydın ellerinden Kara’burun mağlupları.

Gerçekten de dönemin özellikleri düşünüldüğünde böyle bir ayaklanma için erken davranılmıştı ve yenilgi kaçınılmaz olarak gelmişti. Ama insanlık tarihi her zaman ezilenlerin zaferini değil, çoğu zaman da yenilgilerini yazdı ne yazık ki. Ancak bugün, aradan geçen yüzlerce yıldan sonra bile, insanların eşit ve özgür bir düzen içinde yaşamaları için yürütülen bütün toplumsal mücadeleler için bir esin kaynağı olduğu düşünülürse, Bedreddin’in düşünce ve eyleminin o gün olmasa bile bugün büyük bir zafer kazandığı da görülecektir. Elbette her ayaklanmanın başarıyla sonuçlanması da beklenmemelidir ve zaten bu mümkün de değildir. Ancak tıpkı Bedreddin örneğinde olduğu gibi kendisinden sonraki mücadeleler için yolu açan ve gelecekteki zaferleri içinde taşıyan bir miras bırakılması bile başlı başına bir zafer değil midir aslında?

Bedreddin darağacına giderken, kendi sonunun insanlık için bambaşka ve yeni bir yolun başlangıcı olduğunu biliyordu. Ve bunun için talebelerine “Hakikat bizimle!” diyordu. Bedreddin’in son sözü ise sanki bütün insanlığa bir çağrıydı: “Beni kara toprakta değil, hakikati anlamış insanların yüreklerinde arayın!”

Hakikati  arayan  insanlar  varoldukça  Bedreddin  de  yaşamaya  devam  edecek.

Aradan geçen altı yüzyıl bu hakikat arayışının bitirmedi, aksine çok daha büyük bir ihtiyaç haline getirdi.

Onun  öldüğünü  kim  söyleyebilir..!!!


0 Yanıt to “Şeyh Bedreddin: Sosyalizmin bu topraklardaki kökleri”



  1. Yorum Yapın

Yorum bırakın


İstatistikler

  • 2.406.122 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Aralık 2008
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
293031  

En fazla oylananlar