15 Eki 2011 için arşiv

15
Eki
11

SERBEST BÖLGE

Artık  tüm  güçlerini  seferber  ettiler.

Bazen magazin sayfalarının hızlı delikanlısı oluyorlar, sonra hedef okuyucunun beklentisi oranında biraz vatan-millet’çi birkaç kelam edip, çaktırmadan sözü dönüp dolaştırıp Tayyip’in vazgeçilmezliğine getiriyorlardı.

Artık yeni anayasa için gerekli kamuoyu oluşturmak için tüm güçleriyle çalışıyorlar.

Hiçbir konuda uzlaşamayan partiler nedense yeni anayasa konusunda uzlaşı halindeler. Sanki yeni anayasadan taraf olmamak parti kapatma nedeniymiş gibi cansiperane savunuyorlar.

ABD’de Time dergisi 223 yıl önce yazılmış anayasanın artık değişmesi gerektiğini savunan yazıya yer vermiş. ..    223  yıl  önce  yazılmış  anayasa. . .

Her fırsatta örnek gösterilen ABD anayasasına kutsal kitap gibi dokunmazken biz 90 yılda kaç anayasa değiştirdik ?

Fatih Çekirge bir haftadır Hürriyet’te yırtınıp duruyor. Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’a Karayılan ve Abdullah Öcalan’la sık sık görüştükleri için methiyeler dizdikten sonra, buna sebep olarak da şu meşhur “analar ağlamasın”ı gösteriyor.

Görüntülü yorum diye bişey yapmış, kaç gündür manşette. PKK’lı bir teröristin cenazesinde annesinin ağlayışını gösterip ardından Şehit Askerin annesini gösteriyor. Her ikisini de eşit gösterecek alçaklıktan çekinmiyor. Birisinin kalleşçe öldürmek için saldıran, diğerinin vatanını savunan olduğu gerçeğini gizlemek için tüm hünerini sergiliyor. Hüzünlü bakışlar, ustaca kurgulanmış kelimeler, görsel malzemeler ve alabildiğince ajitasyon. . .

Normal standartlardaki bir ülkede hükümet düşürecek rezilliklerin bazen hiç, bazen de yarım saatten fazla yer bulamadığı haberlerde, günlerce demokrasi ! ve ağlayan ana konusu işlemek iyi niyetli değil. Fatih Çekirge’yi okurken aklıma “sık sık ve ısrarla iki kardeşin ne kadar birbirine benzediği söyleniyorsa, kardeşlerden biri başkasındandır” cümlesi geldi. Teröristle Türk Askerini aynı kefeye koyacak kadar alçaklaşan bu adamlar hainlikleri karşılığında aldıkları dolgun maaşlarını huzur için harcayabilsinler diye ölen gençlere daha fazla üzülüyorum.


Türkiye Cumhuriyeti’nin karakoluna saldırırken ölen teröriste üzülenlere verilecek en güzel cevap
hemen hepimizin bildiği o meşhur hikaye;

Mustafa Kemal 1933 senesinin bir bahar akşamı Dolmabahçe Sarayında yabancı ülkelerin elçilerinin ve ateşelerinin de yer aldığı bir akşam yemeği verir. Yemek boyunca Atatürk’ün yüzüne dik dik bakan İngiliz askeri ateşesi olan Binbaşı, Atatürk’ün gözünden kaçmamış. Yaverini çağırıp Binbaşıya derdini sormasının istemiş. Yaveri de gidip Binbaşıya neden böyle davrandığını sordu ve ardından da Ata ya gelip Binbaşının cevabının iletti: Paşam, siz onun Çanakkale’de babasını öldürmüşsünüz.

İstifini hiç bozmayan Ulu Önder de yaverine,
-Git sor bakalım, babasının Çanakkale’de ne işi varmış?

Bu sözü üzerinden 17 sene sonra Menderes tanesi 23 sentten Mehmetçiği Kore’ye gönderdi. Pazarlama mesleği Tayyip’in icadı değil, önderleri Menderes zamanından kalma.

Fatih Çekirge ve onun gibiler çıkıp da doğuda devletin hakimiyetini bilerek sonlandırıp meydanı boğazına kadar kara paraya bulaşmış aşiretlere ve PKK’ya bırakılmasını hiç eleştirmiyor. 30 yıldır süren bu çatışma ortamının askerle çözülemeyeceğini, demokratik haklar verilmesi gerektiğini savunan çok bilmiş akademisyen-yazar tayfası da orada dönen kara para trafiğinin kontrol atına alınması gerektiğinden hiç bahsetmiyorlar. Toplam Türkiye bütçesinin 17 (on yedi) katı olduğu söylenen bu kara paranın büyüklüğü sanırım tüm bu hainliği özetliyordur.

Ülkelerin “serbest bölge” olarak adlandırılan yerleri vardır. Serbest Bölgeler genel olarak, bulundukları ülkenin siyasi sınırları içinde yer alan fakat dış ticaret, vergi ve gümrük mevzuatı açısından gümrük hattı dışında sayılan bölgelerdir.

Doğuda ki o savaşta da, oradan beslenenler için gayri resmi “serbest bölge”nin varlığını devam ettirmek içindir.

Ne   PKK’nın,  ne  BDP’nin   Kürt  vatandaşlar  umurunda  değil.

Paranın  milliyeti  yoktur.

Ortada  dönen  bu  devasa  miktarın  sebep  olduğu  kirli  ilişkiler  zaman  zaman  aralanmaya  çalışılsa  da  bu  pek  mümkün  olmadı.

Mesela Uğur Mumcu devlet içerisinde bazı grupların Talabani üzerinden PKK’ya (100 bin adet) silah satışını, uyuşturucu trafiğini, örgüt ve devletin içindeki bazı odakların ilişkisini bulduğu için öldürüldü.

Öldürülüşündeki  derin  koalisyon  bile  durumu  apaçık  ortaya  koyuyor.

Jandarma  İstihbarat  Astsubayı  Hüseyin Oğuz’a  göre  bu  cinayeti  Alaattin Çakıcı  ve  Korkut Eken  planlamıştı.

Bombayı  arabaya  yerleştirense  PKK’lı  Velit Hüseyin.

O  da  daha  sonra  zehirlenip  öldürülmüş  olarak  bulundu.

Yani   hiç   kimse   demokrasicilik   falan   oynamasın.

Anaların   gözyaşını   dert   edinenler   gerçekten   Türk 

olsaydı,   Anadolu’da   anaların  hep  ağladığını   bilirdi…

Bu   kadar   basit…

Hainin  bu  kadar  bol  olduğu  bu  ülkeyi  ayakta  tutan  da  anaların  oğullarına,  vatanına  kendini  adarcasına  döktüğü  gözyaşları.

Angelina Jolie’nin  Hatay’da  parası  peşin  ödenmiş  gözyaşından  Suriye  savaşı  devşirmeye  çalışanların  Şehit  Analarının  gözyaşına  dokunuşları  çok  iğrenç  ve  kirleticidir.
Okumaya devam edin ‘SERBEST BÖLGE’

15
Eki
11

Aptal Kutusu Gettodan Notlar…

“Yeni anayasa hiçbir özel fikrin, partinin, ideolojinin ve doktrinin mührünü taşımamalıdır. Anayasanın taşıması gereken tek mühür, milletimizin mührü olmalıdır”

Bu veciz (!) ifade kimin olabilir ki?

Alın size bilmece, bildirmece, dil üstünde kaydırmaca…

Bulabildiniz mi?

İki Abdullah’tan biri olabilir ama hangisi ?

Ya İmralı’daki mahkûm, terörist başı Abdullah Öcalan, ya da 864 rakımlı tepenin kiracısı Abdullah Gül…

Her ikisi de siyasete yol haritası çizmekte birbirleriyle adeta yarışmaktadırlar. Son dönemde bazı söylemler ve eylemler öyle örtüştü ki gel de çık işin içinden…

Trafik karışıyor, hangi Abdullah ne söylemiş, bilemiyoruz.

Yaz lafı tahtaya, bul cevabını…

Aslında cevabını almasına alıyoruz da, malum hafızayı beşer nisyanla malûldür.

Amerikalıların “aptal kutusu” dedikleri televizyon, milletin kapatıldığı dev bir gettoya dönüştürülmüştür. Yazılı ve görsel medya yayınları gettoya kapatılan millete, öldürücü zehirli gazdan önce, uyuşturucu vermektedir…

Getto deyince ilk akla gelen, azılı faşist Hitler’in 1940’lı yılların Almanya’sında Yahudileri kapattığı gettolardır. Gettoların uzantısı ise toplama kampları ve gaz odalarıdır.

Günümüzde “ileri demokrasi”nin ustalık dönemindeki gaz odaları ise televizyon izlenen her yerdir. Mikro çipli banka kartları ile izliyorlar ne aldığımızı, yiyip içtiğimizi. Cep telefonları “Büyük Abi”nin gözetleme noktalarına sinyal göndermektedir bulunduğunuz yeri, ne neler konuştuğumuzu kimlerle.

Kısacası hiç farkında olmadan, sabun fabrikalarına gönderileceğimiz günleri beklemekteyiz.

Acı eşiği böylesine yüksek bir çağı zor yazar tarihler… Borç, borç üstüne… Al birinden, ver ötekine… “Aman kemerleri çözmeyin…” buyurmuş Merkez Bankası Başkanı…

Kemerleri çözmesine çözmeyelim de, birileri kemer yerine artık Türk milletinin Made in USA sicimleri kullandığını fark etmelidir. Ama, aması var işte…

Elektrik, doğalgaz, benzin zamları çapraz tarıyor… Ne bir ses, ne de nefes… Temel fıkrası gibi hayatlar. Benzin zammını duyan Temel, “Ben hep 50 liralık alıyorum, fark etmez…” demiş ya… Aynen öyle…

Biz de başta devlet olmak üzere her gün biraz daha borçlanıyoruz. Fark etmez işte…

Toplum mühendisliği denen icat harikalar yaratıyor… “Gel…” denince, gelen… “Git…” denince giden, uzaktan kumandalı robotlar yaratma sanatı bu olsa gerek. Japonlar hâlâ fabrikada çalışacak robot peşinde koşsunlar… Biz, övünmek gibi olmasın, hiç masraf etmeden, üstelik hiç çaba göstermeden robotlaştırıldık. Yaşasın aptal kutusu gettolar…
Düşünmekten, üretmekten kurtardı bizi…

Bir ses… “Ülkelerden ırak… Yüzünüze güller… İleri demokrasiler olsun. Sen de pek ideolojik konuşuyorsun arkadaş… Gül gibi geçinip gidiyoruz şunun şurasında… Ortadoğu, Balkanlar bizden soruluyor…”

Ortadoğu ve Balkanlar bizden sorulur (!) lâkin “Büyük Abi”nin tavsiyelerine ve bize verdiği görevler çerçevesinde yerine getiririz sorumluluğumuzu… !!!

Nereden başlasak, nasıl söylesek?

Topluma karşı psikolojik harekât uzun yıllardır sürmektedir. Şu insan belleği ah, bir de unutma özürlü olmasa… Milli hafıza yok olmasa…

Yıllarca bu toplum daha televizyonun tek kanallı olduğu yıllardan başlayarak yakalanan silahlar ve bombalarla kitapların birlikte sergilendiği haberleri izleyerek şartlandırılmıştır.

“İdeolojik yayın”, “İdeolojik örgüt”… “İdeolojik parti”…

Emperyalizmin uzantı dosyası anlayışlar ideoloji kavramını “kötü kadın”, “vurun kahpeye” amaçlı olarak kullanmışlardır. Burada asıl amaç, mevcut iktidarların, kitleleri, bir yandan var olan sosyal muhalefetin kötü ve zararlı olduğuna inandırmak, bir yandan da baskı altına alarak kendi egemenliğini pekiştirmektir. Bu uygulamada yalan haberle, suyu bulandırma ve toplumsal algıyı güdüleme esastır.

Bugün “Sen ideolojik düşünüyorsun…” diyenlerin büyük bir çoğunluğu bu psikolojik savaşın mağdurları ve onların çocuklarıdır.

Bir arkadaşım, “Ben çocuklarımı siyasi görüşünüz olsun, ama siyasi mensubiyetiniz olmasın diye yetiştirdim…” demektedir.  Eskiler askere gidenlere nasihat ederlerdi, “Kaçma, karışma, çalışma…” diye… Ekende yok, biçende yok… Fikri var, zikri yok… Bilmece gibi oldu galiba… Bu nedir? Arkadaşın ifadesiyle söyleyelim, “İkisi de Atatürkçü…”  Bu arada değinmeden geçemeyeceğim. Yapılan bir ankete göre AKP’ye oy veren üç buçuk milyon kişi kendini “Atatürkçü ve Kemalist” (!) olarak nitelemiş. Bu üç buçuk milyon Kemalist ve Atatürkçü iseler, altmışına merdiven dayamış bendeniz de Marlon Brando’yum…

Hâlbuki her düşünce ve davranış biçimi bir ideolojinin karşılığıdır. Günümüz Türkiye’sinde “Ben politikadan nefret ediyorum…”, “Ben çocuğumun politikayla ilgilenmesini istemiyorum…” diyenler çoğunluktaysa, bu ifadelerin kökleri 1970’li, 1980’li yıllarda egemen güçlerin ektikleri tohumlarda aranmalıdır. Ayrıca 12 Eylül 1980’den sonra toplumun apolitize edilmesi göstere, göstere uygulanmıştır. Şöyle bir etrafımıza bakalım, “Biz politikayla uğraştık da ne oldu? Bari çocuğum bulaşmasın…” diyen ne çok insan görürüz. Ancak bu ifade ve duruşa Cumhuriyet düşmanı, karşıdevrimci cenahlarda rastlayamazsınız. Onlar çocuklarını kendi ideolojileri doğrultusunda yetiştirmiş ve yetiştirmektedirler.
“Ben Atatürkçüyüm, laikim, Cumhuriyetçiyim…” diyenler ise apolitik rüzgârlarla yelkenini şişirtmiş, tekneyi karaya oturtan acemi kaptanlardır. Geldiğimiz kara taş, en 30 yılın hasadıdır.

Eskiler, “tarif, ağyarına mani, efradına cami olmalıdır” demişlerdir. Anlamı, tarifin tarif edilen hususa ait bütün nitelikleri toplaması, ondan farklı olan nitelikleri dışta bırakması, bulundurmaması demektir.

İdeoloji: Genel olarak siyasi ya da toplumsal bir öğreti meydana getiren, siyasi ve toplumsal eylemi yönlendiren düşünce, inanç ve görüşler sistemidir. Bir topluma, bir döneme ya da toplumsal bir sınıfa özgü görüş ve inançlar bütünüdür. Toplumsal bir durumu yansıtan düşünceler dizgesidir. İnsanların kendi varoluş koşulları ve ilişkilerinden doğan yaşam tarzlarıyla ilgili tasarımların tümüdür. Veya özetlersek,  politik bakış açılarıyla birleşen ve siyasi bir öğretiyi meydana getiren genel düşüncelerdir.

Konumuz anayasa olduğuna göre bu bağlamda söylenecek her şey de ideolojiktir. Birileri tıpkı 12 Eylül 2010 referandumunda olduğu gibi yapılacak değişikliğin nelere mal olacağını Türk milletinden saklamak için dört kol çengi olmuş dönmektedir.

Ama bazıları da çengiliği bırakın bir kenara, tarafsızlık duvarının dibine çökmüş bir köçek olarak sıranın kendisine, gelmesini beklemektedir.
O gün bir gelsin, siz seyredin hali pür melâli… Salon toplantıları, kültür merkezlerinde paneller… Vatandaşın kapısını çalmak mı? Bırakın canım o eğitimsiz cahil halkı…

ABD ve AB’nin dayattığı Anayasa eğer hayata geçerse gözlerini açtığında topraklarını yitirmiş, elinde İncil’le bakakalan Afrikalılara dönecek olduğumuzu kanla, irfanla, devrimle kurulmuş Cumhuriyet’in güzel insanlarına anlatmak ve anlatmak zorundayız. “Kapılar çalan benim, amca teyze bir imza ver” der ya Nazım Hikmet… Çalınacak kapılar arasında majestelerinin muhalefeti haline getirilmiş partilerin de olduğunu söylemeliyim. Ey partiler, sendikalar, dernekler… Demokratik kitle örgütleri… Siz de mi CFR’nin memorandumu ile kuruldunuz?

Yoksa…

Yoksa  sizi  inceden  inceye  içerden  dönüştürdüler mi ?

Yıkın,  şu  aptal  kutusu  gettoyu…

Okumaya devam edin ‘Aptal Kutusu Gettodan Notlar…’

15
Eki
11

AKP Hükümeti Akdeniz’deki Egemen Güçleri Kabullendi mi ?

Akdeniz’de petrol ve gaz enerji kaynakları keşfi ve çıkarılması üzerine yaşanmakta olan Türkiye, Kıbrıs ve İsrail merkezli gerginlikte bilindiği üzere İsrail savaş jetlerini ve gemilerini dahi kullanarak Akdeniz’de bir gövde gösterisi yapmıştır.

Kıbrıs Rum Kesiminin yayın yapan kuruluşları, Noble sondajlama şirketinin araştırmalarını yaptığı bölgenin yakınına İsrail’in savaş jetleri ve gemilerini de içeren bir komplex kurduğunu ve İsrail’in bölgede askeri operasyonları artırdığını bildirmiştir.

İsrail’in bu gövde gösterilerinin amacının ise Türkiye’ye mesaj göndermek olduğu tüm dünya medyasında konuşulmakta.

Verilen mesajın net ifadesinin ise “Türkiye’nin Akdeniz’in bekçisi olmadığını öğretmek” olarak belirtilmekte.

Bilindiği üzere Akdeniz’de gaz aramaları, Kıbrıs ve Houston ortaklı Noble Enerji şirketi tarafında yapılmakta.

ABD İsrail’in bölgedeki gövde gösterilerini yeterli görmemiş olacak ki hemen sürece müdahil olma gereği hissetmiştir.

Önce üst seviyede bir Amerikalı diplomat, Akdeniz’de yaşanacak bir gerginliğin ABD’nin Akdeniz’deki çıkarlarına engel olacağına dikkat çekmiştir.

Ardından Erdoğan’ın Akdeniz’de İsrail ile yaşanan gerginlik sürecinde kullandığı ifadeler sonrası ABD, bölgedeki belirleyici rolünü vurgulamayı gerekli görmüştür.

Enerji tartışmalarının yaşandığı bir süreçte bilindiği üzere Başbakan Erdoğan, Kıbrıs etrafındaki sulara Türk savaş gemilerini dahi gönderebileceği tehditini yapmış ve ardından Türkiye’nin tek araştırma gemisi olan Piri Reis’i Akdeniz’e göndermişti.

Wall Street Journal Gazetesi’ne göre, ABD Sekreteri Hilary Clinton Türkiye’yi, Kıbrıs konusundaki tehditleri nedeniyle sesini kesmesi için uyardı. Batı basını, bu uyarının ardından Türkiye’nin tek araştırma gemisi olan Piri Reis’in geçen hafta içinde Kıbrıs’ın doğu kıyılarındaki Famagusta limanına çekildiği söylemekte.

Bu durumda bizler kamu vicdanı olarak bazı sorular sorma ihtiyacı hissetmekteyiz:

Türkiye bölgede varlığının simgesi olarak sunduğu Piri Reis’i geri çekmeyi ve susmayı ne ölçüde hazmedecektir ?

Son bir haftadır Türk Genel Kurmayı’nın ve AKP Hükümetinin kamuoyuna hiçbir beyanat vermemesi Akdeniz’deki egemen güçlere karşı teslim bayrağı olarak algılanabilir mi ?

Türk kamuoyunun ve medyasının tartışmadığı bu konu teslimiyetin algılatılmaması için bir üstünü örtme, soğutma, gündemden çıkarma çabası olabilir mi ?

Akdeniz’de ısınan sular ve gerginleşen ortam ABD-Türkiye ilişkilerini ne boyutta etkileyecek ve değiştirecektir ?

Bölgede ve ülke sınırları içerisindeki varlığını ABD ile ilişkileri üzerine kurgulayan, ABD’nin Orta-Doğu’nun yeniden yapılanması projesinde merkez olarak görülen Ankara hükümeti, Akdeniz’de milli çıkarları mı yoksa ABD’nin hegemonyasını mı tercih edecektir ?

Batı basını, Washington yönetimindeki ve Avrupa’daki bazı stratejistlerin Obama’yı arayarak daha yoğun bir diplomasi ve ABD ordusunun gücünü kullanarak Akdeniz’deki kırmızı hatların acilen belirlenmesini talep ettiklerini belirtmekte.

Akdeniz’in  paylaşılması  olarak  kabul  edilecek  bu  süreç  kuşkusuz  Akdeniz’e  kıyısı  olmayan  birçok  ülkeyi  de  ilgilendirmekte.

Tarihsel  süreçte  Akdeniz’de  emelleri  olan  Rusya’nın  sürece  müdahil  olmaması  kaçınılmaz  bir  gerçek.

Bu  süreç  Orta-Doğu’nun  kaderi  için  de  oldukça  belirleyici.

Tüm  bu  faktörleri  birlikte  düşündüğümüzde  AKP  hükümetinin  dış  politik  ifadesindeki  bu  son  suskunluğun  şaşkınlıktan  olabileceğini  düşünüyoruz.

Galiba  Davutoğlu’na  bu  sorular  bilmediği  yerden  soruldu…

Okumaya devam edin ‘AKP Hükümeti Akdeniz’deki Egemen Güçleri Kabullendi mi ?’

15
Eki
11

K. Piri Reis’ten ne bekliyordunuz ki..!!!

DEÜ’ne ait sismik araştırma gemisi Koca Piri Reis, Rumların Akdeniz’deki sondaj çalışmalarına karşı kısa bir  süre  önce  göstermelik  bir  misilleme  olarak  oraya  gönderilmişti…

Göstermelik diyorum çünkü kapasitesinin sismik araştırmalar için bile yeterli olduğunu  sanmıyorum.

Örnek vermek gerekirse, Akdeniz’de petrolün 2 bin metrede olduğu, Piri Reis’in ise  sadece  1200 metre  derine  inebildiği  söyleniyor.

Biz bugün araştırmalarımızı kendimiz yeterince yapabiliyor olsaydık yabancı sismik araştırma gemileri, yönetmelik gereği bir – iki uzmanımız nezdinde ülkemiz karasularında araştırmalarını yapıp neticede, ‘bizim bilmemizi istedikleri kadar bilgi’yi yönetime raporlayarak işlerini tamamlayıp gitmezlerdi.  3 tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak yabancı gemilerin takdiri doğrultusundaki raporlara ikna olmayıp kendi işimizi kendimiz görebilseydik, bugün denizlerimizin altındaki her tür bilgiyi haritalandırmış olurduk.

Bu harita ve raporlara göre gerekli donanımla sondaj çalışmalarını başlatmış hatta neticelendirmiş de olurduk.

Bugünkü haber ve yorumlarda, Rumların petrole ulaşmak üzere olduğu, Piri Reis’in ise kayıp olduğu ifadeleri yer alıyor. Öncelikle altının çizilmesi gereken husus; Koca Piri Reis, sismik araştırma gemisidir yani petrol olup olmadığını elindeki imkânlar ölçüsünde araştırmakla görevli neticede zaten petrolü bulup, çıkaramazdı.

Rumlar ise gereken sismik araştırmalarını yerine getirip sondaj araştırmalarına geçmiş bulunuyor yani 1-0 zaten öndeler ve doğal olarak petrole daha yakınlar…

Kayıp olduğu konusuna gelirsek; K.Piri Reis, konu gündemden düşünce Gazimağusa Limanı’na tacizsiz olarak dönüp demirlediği haberlerini okumuştuk.

Haritaya göre muhtemelen de halen oradadır; ilgilenen okurlar http://www.marinetraffic.com/ais/tr/shipdetails.aspx?mmsi=271015037 sitesinden takip edebilirler.

Kardeşim, gemilerde baş çarkçı olarak çalıştığı için biliyorum ki zaman zaman uydudan görüntülemediği anlar olur; gemi aynı yerde olsa bile “kapsama alanında değil” uyarısı görebilirsiniz ama günün farklı saatlerinde denerseniz, bulursunuz.

Ülkemizin  temel  sorununun  eğitim – öğretim  ve  sistemsizlik  olduğuna  inanmaktayım.

Ülkemiz  bu  kadar  geniş  karasuları  alanına  hâkimken, 

siyasilerimize  uçaklar  ve   makam   arabaları   sürekli 

yedeklenirken,   neden   koskoca   DEÜ   deniz   Bilimleri 

Fakültesi’nin   son   teknolojiyle   donanımlı   bir   sismik 

araştırma   gemisi   daha   yok ?

Özellikle  TPAO,  TÜBİTAK,  üniversiteler  v.b.   gibi  belli  başlı  kurumların  başında  bulunan  kişilerin,  dönemin  siyasetine  göre  atanmaları  yerine  liyakat  esasına  dayandırılan  atamalar  yapılması  gerekmez  mi ?

TPAO  demişken,  acaba  gelirlerinin  ne  kadarı  petrol  ve  gaz  arama  faaliyetlerinde  kullanılıyor ?

Coğrafyamızda uğruna kanlı savaşlar yapılan enerji konusunda, ülkemizin ‘Petrol ve Enerji Politikası’ var mı ?

Varsa  ayrılan  bütçeleri   nedir ?

Meclisimizin  gündeminde  bugün  kravat – pantolon – türban  vardı !

Bütün bunlara karşılık yazık ki bugün biz halen parasız eğitim taleplerinden dolayı hapiste 1,5 yıllarını kaybeden gençleri, lisede kız-erkek öğrenci arasında 1 metreden az yakınlaşma olmaması, İHL katsayısı düzenlemeleri, sınav ve sonuçlarındaki şaibeler gibi haberleri okuyup öylece geçiyoruz ve sonra soruyoruz:  Piri Reis  nerede,  diye…

Bir taraftan kolayca savaş çığlıkları atılırken diğer yanda özellikle eğitimden sorumlu komutan ve subaylarımız, üst düzey kuvvet komutanlarımız her gün hapse atılırken biz, “Piri Reis, şimdi ne yapıyor” diye merak ediyoruz…

Hani muhteşem yüzyıl Osmanlısına özeniliyor ya bugün, o dönemde de saltanat tutkusuyla ekonomik olarak Batı tahakkümüne girmesinin yanı sıra din fetvalarının uyuşturucu etkisi altındaki yönetim ve de halk yüzünden, Osmanlıyı çöküşe götüren etmenlerin başında o muhteşem Osmanlı donanmasının bakımsızlıktan yosun tutarak, çürümeye terk edilmesi gelmiştir…

Nurten  AKYAZILILAR

Kaynak:

http://nurtenakyazililar.blogspot.com/view/magazine#!/2011/10/k-piri-reisten-ne-bekliyordunuz-ki.html

http://www.turkcelil.com/?p=39722




İstatistikler

  • 2.406.451 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ekim 2011
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31  

En fazla oylananlar