03 Şub 2009 için arşiv

03
Şub
09

“Türkiye’ye yazık olacak”!

ABD’nin saygın gazetesi buyurmuş; böyle giderse Türkiye’ye yazık olacak! Hem “endişe”, hem de “üstü kapalı tehdit” içeren bir başlık! Bunu söyleyenlere soruyorum; bugüne kadar aklınız neredeydi!

2001 krizinde Türk Halkı “inim inim inlerken, ekonomik zorluklar sonucu siyasi tercihleri kayarken, aşırı uçlar güçlenirken” AB ve ABD ne yaptı?

Türkiye ile gerçekten “halkın dertlerine” çare olabilecek samimi ilişkiler kurmak yerine “alabileceklerinin daha fazlasını” almak için buraya adam gönderme, istedikleri “kanunları geçirtme” peşindeydiler!

Hatta aldıkları faiz, bu ülkeden kazandıkları yetmedi; Kıbrıs’ı da istediler, “Kuzey Irak’ta bir devlet dayatır mıyız” peşine düştüler. Gözleri o kadar “kararmıştı ki; Türk halkının askerinin başına çuval geçirdiler”!

“Laik devlet tavsasın, üniter yapı bozulsun” diye bu ülkenin “DNA’sı ile oynayan” ılımlı İslam “modelini” biraz olsun canım diyerek bu ülkeye dayatan, halkın maddi-manevi değerlerini “manipüle eden”, olmayan AB senaryosu ile bu toprakların insanlarının duyguları ile oynayan sizler değil miydiniz!

İşte eseriniz “kına yakın”! Türkiye “aşırı” uçlara doğru kayıyor! Türkiye’nin üstüne çok geldiniz! Bu halkın değerleri ile çok oynadınız ve şimdi “halk radikalleşiyor”! Ama siz asla umursamayın; Kıbrıs’ı almaya, Güneydoğu’yu koparmaya, KİT’leri ele geçirmeye, ekonomide daha fazla faiz geliri yaratmaya çalışın! Aklınızca “bu ülkeye kendi kafanıza göre bir şeyler biçmeye” devam edin!

Ama şunu da asla unutmayın; Türkiye radikalleştikçe, Atina’da, Paris’te, Washington’da rahat uyuyamayacaksınız! Burada huzur olmazsa “orada da asla” olmayacak! Bunu göremeyecek kadar “kafasız olduğunuza” ve “nasıl bir sürecin” yolunu açtığınızı anlayamamanıza inanamıyorum!

Sonuç: Yazım Erdoğan’ın çıkışını desteklemediğim anlamına gelmiyor. Belli sınırlar içinde sonuna kadar destekliyorum ve Türk Milleti için bir “uyanış” olmasını da umuyorum. Yukarıda anlatmak istediğim farklı bir gerçek. Halk çok sıkıntı çekmiş ve üstüne çok gelinmişse; siyasetçiler çok temiz duygular ile yola çıkıp bir süre sonra bu yapıyı kullanabilirler. Bu tehlike Erdoğan için de var; bir hareket yaptı, biz samimi diye destekledik ama getirisi fazla olursa “aynı hareketler sertleşerek” çoğalacak!

Son söz: Türkiye “radikalleşiyor”, bir noktaya kadar olumlu ama “Erdoğan daha da sertleşir ve ondan çok daha radikal biri çıkıp, bu halkı peşine takarsa, herkes kaybeder”!

YİĞİT BULUT

03
Şub
09

Olmert, Tayyip Erdoğan’ı Palandöken için mi kolluyor?

Davos tiyatrosunun perde arkası, her geçen gün somut delillerle ortaya çıkıyor. İsrail’in Haaretz gazetesi, İsrail Başbakanı Olmert’in danışmanı Şalom Turjeman’ın, gerginlikleri azaltmak amacıyla Başbakan Erdoğan’ın bir yardımcısı ile görüşmeler yaptığını yazdı.
İsrail Bakanlar Kurulu toplantısında Türkiye konusunda yapılan konuşmaları da aktaran Haaretz, Başbakan Olmert’in “Türkiye’nin göz önüne alması gereken iç siyasi konuları var. Seçim arifesindeki Müslüman bir ülke. Aramızdaki bağlar önemlidir” dediğini yazdı. Bu arada aynı toplantıda Savunma Bakanı Barak da “Türkiye ile geniş ve önemli tarihi bağlarımız var. Gerginlikleri ne kadar erken giderirsek ve onunla terörle nasıl mücadele edileceği konusunda karşılıklı bir anlayışa varırsak o kadar iyi” dedi.
Peki, bu tutum Cumhurbaşkanı’na “Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz” denilen bir ülkenin tutumuna benziyor mu? Neden böyle alttan alıyorlar?
Türkiye’deki seçimler, Olmert’i neden bu kadar ilgilendiriyor? Olmert, bakanlardan biri yanlış bir konuşma yapar da uygulanan senaryoyu bozarak bir çuval inciri berbat eder diye mi düşünüyor? Olmert, seçim öncesinde Tayyip Erdoğan’a zarar vermemek için neden bu kadar titiz?

* * *

İkincisi, okurlarımızdan Lütfiye Uzun, “Sayın Bulut, sizce 14 Mart 2009’da İstanbul’da yapılacak olan uluslararası su konsorsiyumu adlı toplantı neyin başlangıcı olabilir? Fırat ve Dicle ile kimler ilgileniyor?” diye soruyor.
Konuyla ilgili uyarıları AB belgelerinin yayımlanması sırasında Yeniçağ’da biz yapmıştık. Son Katılım Müzakereleri Çerçeve Belgesi’nde, Fırat ve Dicle sularının aralarında İsrail’in de bulunduğu uluslararası bir konsorsiyum tarafından yönetilmesi isteniyordu! Üstelik, Fırat ve Dicle sularının kontrolü demek, Erzurum’daki Palandöken Dağları’nın kontrolü demektir. Çünkü su kaynağı orasıdır!
Nitekim 57’nci hükümetin Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp, GAP’ta, sulama projelerinin senelerdir İsrail, ABD ve AB ülkeleri tarafından engellendiğini açıklamıştı.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bu durum üzerine, konuyla ilgili çalışması olan akademisyenlerin, bürokrat ve teknokratların, ilgili kuruluşların temsilcilerinin bulunacağı bir GAP komisyonu kuracağını açıklamıştı. Bu komisyon kuruldu mu, kuruldu ise ne yaptı bilmiyoruz.
Eski Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp  “Fırat ve Dicle’nin toplandığı suların havzası sadece Şanlıurfa veya Mardin’le sınırlı değildir. Kuzeyde Erzurum Palandöken Dağı’na kadar uzanır bu sınır. ‘Suların idaresi’ne demek? Bu, Palandöken’den itibaren, idareyi onların eline vermektir.Ayrıca bu konsorsiyumda İsrail’in işi ne? Bu ülke Avrupa Birliği’nde midir? Belli ki ABD’nin AB’ye baskısıyla bu şart Türkiye’ye dayatılmaktadır. Bu şart asla kabul edilemez” demişti.

* * *

Bu arada, sonradan Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in görevden aldığı GAP İdaresi Başkanı Olcay Ünver, önce ABD’nin Ohio Kent State Üniversitesi’nde istihdam edildi, sonra da “Dünya Su Değerlendirme Programı” nın başına getirildi! Hüsnü Yusuf Gökalp, Olcay Ünver’in görev yaptığı 13 yıl boyunca projeleri engellediğini söylemiş ve “Ben bir ziraat profesörü ve Tarım Bakanı olarak onun bir başarısını görmedim” demişti.
Lütfiye Uzun’un, su konsorsiyumu toplantısını hatırlatması iyi oldu. Türk halkı, Davos örneğinde olduğu gibi, kurgulanmış senaryolara aldanmamalı, somut olaylara dikkat etmelidir.



ARSLAN BULUT

03
Şub
09

ORGANİZE İŞLER BUNLAR..

Yazı tarihlerim nedeniyle yazmakta geç kaldım şu Davos krizini.
Aslında “Yemişim Davos’unuzu” deyip geçmek var. Ama, halk bu şovları beğendiği için, “seçmene yedirilmesin” diye de yazmak gerek.
Başlıktaki söz, bir film adıydı.
Şimdi bu, seçim öncesi siyasette sergileniyor.


YANDI KEBAP!..
Davos’a gitmişsin. Ne için? “Dünya Ekonomi Toplantısı” için. (Yesinler bu toplantıya “Forum” diyen dillerinizi.)
Ne işin var, İsrail Cumhurbaşkanı ile siyasi açıkoturumda? Hani Davos, ekonomi devlerinin geldiği ve ülkemizin ekonomik olarak uçurulacağı büyük bir “fırsatlar ortamı” idi?
Ne oldu?..
Aslında Davos, daha önceden işini bağlamış tuzu kuruların “kebap yapmaya” gittikleri, iki-üç gün şömine başında ayaklarını uzatıp pahalı içki içtikleri bir ortam. Bunu herkes biliyor da telaffuz etmiyor.
Biz Ceviz Kabuğu’na davet ettiğimiz zaman, “sorularınızı fakslayın” diyen Başbakanlık Basın Merkezi, Davos’ta ne sorulacağını ve konuşulacağını önceden araştırmamış olabilir mi?
Geçiniz!..


BU MUDUR?..
Olayın iki yönü var. Ama bilerek birbirine karıştırılıyor ki, yerel seçim öncesi siyasi kazanca dönüşsün.
1- Başbakan Erdoğan’ın toplantıyı terk etmesi,
2- İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e “katil” demesi.
Birinci şıkkın tartışması ayrı. Toplantı nasıl yönetilir, konuğa göre nasıl soru sorulur, konuk nasıl yanıt verir, vücut dili nasıl kullanılır, bulunulan ortam, izleyiciler, toplantının boyutu ve etkisi ayrı bir konudur. Yazmak buraya sığmaz. Başbakan’ın toplantıyı terk etmesi halkın beğendiği nokta olmuştur.
İkinci şık ise, acaba ne kadar şıktır?
Eğer gerçekten çok şık ise, Erdoğan niçin kapıdan çıkar çıkmaz gazetecilere, panikle “Benim tavrım İsrail’e, İsrail Cumhurbaşkanı’na, İsrail halkına değildir, moderatöredir” demek zorunda kalmıştır?
Yani oradaki ifadelerle “insanları öldürmeyi çok iyi bilen”, “plajdaki çocukları öldüren” moderatör müdür?
Bu mudur, Atatürk’ün Çanakkale’deki kahramanlığının Davos’taki kopyası?
Bu mudur, Atatürk’ün “Ben size ölmeyi emrediyorum” sözü? (Bu sözler, sayın Erdoğan’ın Atatürk’ü bile nasıl yanlış anladığını gösteriyor.)
Bu mudur, “dikleşmeden dik durmak?”
Halkımız, sabahın köründe bunu alkışlıyorsa herhalde odur!..


ÜZERİNE SU DÖKÜLEN FOTOĞRAF
Siyaset çoğu zaman bir satranç gibidir. Bir hamle yaparsınız. Ummadığınız bir sonuç çıkar. Çok iyi “fotoğraf hafızanızın” olması gerekir. Bu bile tek başına yetmez.
Şimdi siz, bravoları alırken, öte yandan Yahudi düşmanlığını -istemeden de olsa- körüklemiş olursunuz. Çünkü bu yıllardır çok duyarlı bir konudur.
Sonra, Allah korusun, fanatik katiller türer.
Davos’ta “kendiliğinden oluşan” (!!) bu gelişmeden sonra, nasıl bu kadar hızlı organize olundu? Gece yarısı Başbakan’ı kitleler halinde AKP’lilerin karşılaması, metro seferlerinin açık tutulması, bedava seferler yapılması, televizyon bağlantıları, vs.
Bunları ulusalcılardan biri yapsaydı, anında götürürlerdi. Hem de öyle moderatörün (şuna “oturum yöneticisi” diyelim be kardeşim!) Başbakan’ın omzuna dokunması gibi değil, kafasına bastırarak.
Uluslararası ilişkiler öyle “Ben Hamascıyım” ya da “Ben İsrailciyim” demekle olmaz. Genelkurmay’ın dediği gibi, “millî menfaatler esas alınarak” tutum alınır. Bir ülkenin başbakanı kendisini bu kadar tarafgir yapamaz!.. (Kimse insan öldürülmesini, çocukların plajlarda katledilmesini istemez. Bunu slogan yapanlar, Türkiye’deki bebek katilleri çetesine ve siyasi uzantılarına nasıl davranıyor biliyoruz. İşgal ve Direniş kitabımda midem bulanarak yazmıştım. 1919 işgal yıllarında bebek ve kadınlarımıza tecavüzde bulunanlara bugün benzer ödünlerin verilmeye çalışıldığını da herkes biliyor..)


KIÇ ÜSTÜ OTURTMAK!..
Bu işler çok risklidir.
İşinize geldiği için bir gün “Öfke hitabet sanatıdır” deyip öfkelenmek; başka bir gün ise “diklenmeyeceğiz” diyerek uysal koyun(!) olmakla olmaz. “Öfke kontrolünü” başaramayan liderlerin dünyanın başına ne sorunlar açtığına tarih tanıktır.
Öfke sanatının(!) benzer bir ifadesi “Kıç üstü oturtmak” sözüdür. Bu, eski Başbakan (ve Cumhurbaşkanı) Turgut Özal’a aitti.
Sonra neler yaşandığını hepimiz gördük.
Bugün yaşananlara bakalım. Ermenistan’ın Türkiye’nin toprağında yüzyıldır gözü var. Ama oraya AKP zihniyeti “futbol maçına” giderken; Davos’a ne hikmetse “boks maçı” yapmaya gidiyor!..
Uluslararası ilişkilerde yumruğun nereden geldiğini çoğu zaman göremiyorsunuz.
İşte o yüzden yılların kurt politikacısı Demirel uyarıyor, faturası çıkarılır diye.

Not: Kusura bakmayın, yazı biraz light(!!) olmuş olabilir. Malum, hastalığımın etkisi tam olarak geçmedi.


Hulki CEVİZOĞLU

03
Şub
09

“One minute” sayın Başbakan!

Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin boyutu ve Başbakan Erdoğan haftalardır İsrail’e bağırıp çağırırken iki ülke arasında süren derin ilişki, Davos’ta yaşananların tam bir şov olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

<!–

–> İsrail’in ulusal gazetelerinden The Jerusalem Post, üst düzey bir İsrail savunma yetkilisine dayandırdığı haberinde, “Savunma Bakanlığı, Türkiye’nin ileri teknoloji İsrail yapımı askeri platformları satın alma taleplerini reddetmeyi değerlendiriyor” diye yazdı.

Aynı yetkilinin, “Türkiye ılımlı Arap ülkelerine göz kırpıyor, bağlarını güçlendirmeyi umuyor. Nasıl biz Ürdün ve Mısır’a ileri teknoloji askeri platformları satmıyorsak, Türkiye’ye de satmamaya karar verebiliriz” dediği öğrenildi.

“Kısa zaman” önce talepte bulunulmuş
“Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkiler ‘yıkılmaya’ devam ederken, iki ülke arasında, diğer alanlardaki yakın bağların da gözden geçirilmekte olduğu”nu yazan Jerusalem Post’un, İsrail Savunma Bakanlığı’na bağlı Dış Savunma Destek ve Savunma İhracat Örgütü’ne (SIBAT) Türkiye tarafından kısa bir süre önce iletilen bazı taleplerin iki ülke arasındaki siyasi bağlarda ortaya çıkan değişiklikler nedeniyle yeniden gözden geçirilmesi gerekeceğine ilişkin haberi, Türkiye’nin İsrail’den taleplerinin neler olabileceği ve söz konusu taleplerin ne zaman iletildiği sorusunu da beraberinde getirdi.

Türkiye’ye uzun mesafeli insansız hava aracı Heron’ları satan İsrail Havacılık ve Uzay Sanayi (IAI) ile Elbit Systems adlı savunma sanayi şirketlerinin, 2008’in Aralık ayında, Türkiye ile 140 milyon dolarlık savaş uçağı hedef sistemi satışı anlaşması yaptıklarına dikkat çekilerek, söz konusu şirketlerin iki devlet arasında yaşanan sorunların Türkiye’ye gerçekleştirilecek satışları etkilemeyeceği yönündeki beklentilerini dile getirdikleri de belirtildi.

Gazete haberi, İsrail savunma yetkililerinin ayrıca, diplomatik kriz nedeniyle Türkiye’nin İsrail Hava Kuvvetleri’nin Türk hava sahasında eğitim yapması ve uçmasına olanak veren anlaşmayı iptal etmesinden kaygılandıklarını kaydetti.

Yaşanan diplomatik krize rağmen, Türkiye ve İsrail’in silahlı kuvvetleri arasındaki ilişkinin “çok iyi” olduğu belirtilen haberde, Türk ordusunun hükümet üzerindeki gücü ve etkisini kaybediyor olmasından duyulan “endişe” de resmi bir kaynak tarafından dile getirildi.

Ekonomik ilişkiler, yıllık 4 milyar dolar tutarında…
Jerusalem Post’ta yayımlanan habere göre, İsrail’le Türkiye’nin askeri ilişkilerinin yanı sıra ekonomik ilişkilerinin etkilenmesinden kaygılanan İsrailli yetkililer de var. Gazete, iki ülke arasındaki askeri olmayan ekonomik ilişkinin, yıllık 4 milyar dolar tutarında olduğunu, bunun yüzde 60’ını da Türkiye’nin İsrail’e ihracatının oluşturduğunu aktardı. Turizm gelirlerinin de önemli bir yer tuttuğunu ortaya koyan İsrail resmi verilerine göre, geçtiğimiz yıl Türkiye’ye 580 bin İsrailli’nin geldiği, İsrail’in Gazze’ye saldırısıyla başlayan diplomatik tartışmaların ardından, Türkiye’ye yapılan havayolu rezervasyonlarının yüzde 70 oranında düştüğü açıklandı.

Bununla birlikte, İsrail ve Türkiye arasındaki ortak ekonomik girişimlerin hiçbirinin iptal edilmediği vurgulandı.

BTC boru hattını Hayfa’ya bağlama planı yürürlükte…
Yaşanan sorunlara rağmen, iki ülke arasındaki hiçbir ekonomik anlaşmanın iptal edilmediği bildirilen haberde, özellikle de Ceyhan ve Hayfa limanları arasındaki enerji koridoru planlarının iki devlet arasında devam ettiğine işaret edildi.

İsrail’in bölgedeki enerji açılımlarından en önemlisini oluşturan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının, hattın terminali olan Ceyhan Limanı’ndan İsrail’in Hayfa limanına kadar uzatılması ve iki liman arasında deniz altından bir hat döşenmesi girişimleri 2000’li yılların başından bu yana istikrarlı bir şekilde yol alıyor. Ofer grubunun, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının Hayfa’ya uzatılması için “incelemeler”de bulunmak üzere Türkiye’yi daha önceleri birçok kez ziyaret ettiği de biliniyor.

Stratejik ortaklar “boru döşüyor”
2000’li yılların ortalarında gündemde daha fazla yer almaya başlayan proje, Rus-Azeri-Hazar doğalgaz ve petrolü ile Türkiye`nin su ve elektriğinin İsrail`e ulaştırılmasını, özetle, bölgenin oldukça karmaşık enerji transferi koridoru denkleminin, İsrail`in Avrasya bölgesinde “enerjinin son durağı ve dağıtım musluğu” olması yoluyla “çözüm”ünü beraberinde getiriyor.

Gazze saldırılarının, Gazze’nin sahil şeridindeki zengin doğalgaz rezervlerine el koyma ve transferin İsrail’in doğalgaz hattı terminali Eliat’tan Aşkelon’a, oradan da Hayfa Limanı’na bağlanması planlarının bir parçası olduğu dile getirilirken, boru hattı çalışmalarında, güneyde İsrail’in, kuzeyde ise Türkiye’nin, “stratejik” ortaklıkları dikkat çekiyor.

03
Şub
09

‘Van minut!’ yoksa planlı mıydı?

Bandı  geri  sarınca !

Erdoğan’ın Davos çıkışını planlı bulan Milliyet yazarı Can Dündar, oturumdaki süre dağılımının adaletsiz olmadığını fakat 1 saatin yetersiz olduğunu yazdı. Eş zamanlı çeviride de Erdoğan’ın bazı sözlerinin atlandığını belirten Dündar, program yöneten bir kişinin gözüyle Davos’u yorumladı:

Davos  bandını  yeniden  izleyince…

Televizyonda tartışma programı yöneten biri olarak, farklı görüşten konuklara adil davranma zorunluluğunu ve ateşli bir tartışmada eşit süre ilkesine sadık kalmanın zorluğunu iyi biliyorum.

Bu gözle, Gazze oturumunu Davos’un resmi sitesinden bir kez daha, dikkatle izledim.
Gözlemlerimi aktarayım:

Planlı  bir  çıkıştı

1) Paneli Türkiye istemiş. Erdoğan’ın hem dünyaya hem de “içeriye” yönelik bir çıkışı önceden planladığı anlaşılıyor.

2) Oturumu, Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Schwab’ın yönetmesi planlanmış. İki gün önce Ignatius adı ortaya çıkmış. Türkiye itiraz etmiş, ama üstelememiş. Erdoğan’ın ilk hatası, hakkaniyetinden emin olmadığı bir moderatörle yola çıkması…

3) İkinci hata; süre… Böyle netameli bir konu ve önemli konuklar için 1 saat, çok az…

4) Genelde âdet, konukları ilk turda kısa konuşturmak, ikinci turda birbirlerini yanıtlamaları için yeniden söz vermektir. Moderatör öyle yapmadı; ilk turda uzun konuşmalarına fırsat verdi; tartışmaya zaman bırakmadı.

Süre  hesabı  yanlış

5) Erdoğan, moderatörü haşlarken “Peres 25 dakika konuştu, ben 12 dakika konuştum” demişti.
Kronometreyle ölçtüm. Durum şu:
Ban Ki-moon 7 dakika 20 saniye konuşmuş.
Erdoğan 16 dakika konuşmuş.
Amr Musa 12 dakika 45 saniye konuşmuş.
Peres 21 dakika konuşmuş.
Yani Erdoğan kendi konuşma süresini olduğundan 4 dakika az, Peres’inkini ise olduğundan 4 dakika çok söylüyor.

8  tane  “One  minute”

6) Peres’in kendisini eleştiren diğer 3 konuşmacıya birden cevap vermeye çalıştığı düşünülürse bu süre adil sayılır.

7) Oturum tam 1 saatte tamamlanıyor. Moderatör, “Bu tartışma gece boyu sürebilir” diyerek kapatırken, Erdoğan söz isteyince, koluna dokunarak (evet, ilk o dokunuyor) engellemeye çalışıyor. Bunun üzerine Erdoğan da onun kolunu tutarak “one minute”lere başlıyor. Ve 8 kez (saydım; tam sekiz kez) “Bir dakika” diyerek söz istiyor.

8 ) Ama “1 dakika”da kalmıyor. 1.5 dakika konuşup önündeki kâğıtları açınca, moderatör “Süremiz doldu” diye uyarıyor. “Sözümü kesmeyin” diyor
Erdoğan ve 2 dakikayı buluyor. Ignatius’un eli o zaman omuza konuyor. Erdoğan bu kez ona patlıyor. Ve 3 dakika sonunda duruyor.

Tercümedeki  eksik

9) Gelelim asıl sürprize:
Bandı İngilizce izleyince simültane tercümanın belki telaştan, belki diplomatik bir skandala engel olmak için bazı sert sözleri atladığı ya da dozunu düşürdüğü anlaşılıyor.
Mesela Erdoğan Peres’e, “Sesin yüksek çıkıyor. Sesinin çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisiyledir” diyor. Çeviri şöyle:
“Çok güçlü bir sesiniz var. Belki de kendinizi biraz suçlu hissettiğinizden sesiniz güçlü çıkıyor.”
Erdoğan’ın “Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz” sözü tercüme edilmemiş.
“Benim için Davos bitmiştir” sözü de…
Dolayısıyla, Peres ve Türkçe bilmeyen dünya, Erdoğan’ın diklenişini bizimle aynı dozda hissetmemiş.

10) Son  bir  gözlem:

Erdoğan paneli terk ederken Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa onu ayakta tebrik ediyor, sonra da peşinden gitmeye teşebbüs ediyor. Tam gidecekken BM Genel Sekreteri’nin “Gel otur” işaretiyle koltuğuna dönüyor.
Futboldaki gibi, bazı pozisyonlarda kimin kime faul yaptığı, hakemin nerede şaştığı, bandı başa sarıp yeniden izleyince daha iyi anlaşılıyor.




İstatistikler

  • 2.406.214 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Şubat 2009
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
232425262728  

En Çok Okunan Yazılarımız

En fazla oylananlar