06 Şub 2009 için arşiv

06
Şub
09

Kimden yana olacağız!!?

Zaten sersem sepelek bir vaziyetteydik, şimdi de nur topu gibi bir  “Davos’umuz”  oluverdi!
Ahali zaten bölünmeye hazırdı, şimdi iyice yön bulma zorluğu yaşıyor:  “Acaba ne tarafta yer almalı!?.”
“İsrail’e çakan Başbakan iyi mi yaptı, yoksa şimdiden sonra ayvayı iyice yemiş mi olacağız?!”  Soru bu.
Bir kısım umutsuz vaka (!)  “Öyle de öldük böyle de hiç olmazsa şimdi şanımız var. Ölmüş eşek kurttan mı korkar!!?”  diye takılıp işin tadını çıkarıyor. Yiğitliği seçime bağlayanlara,  “Ula, sanki bu iş olmasa Tayyip sandıkta sizi katlamayacak mı?!”  diye soranlara cevabı verin bakalım. Öyle ya erzak torbaları varken, elin Şimon’u da piyangodan çıktı, ama zaten sonuç belli değil mi?!. (Sandıktan partisini çıkaramayan öfkesini bizden çıkarma peşinde, Tayyipçi oldun diye!)
Haşa!..
Abdestimizi  sorgulayanlara sükûnet ve zamanı görmelerini dileriz. Başbakan’ın rotası bizim gibi olduysa tamam,  “Tayyip iyidir”  ama eski tasları görürsek, okuyucu da ne yazdığımızı görür!..


***

Türk isimli infaz timi!
Davos’taki adamı hatırlayınız, Başbakan’ı çekiştiren zatı… Harput göçmeni Ermeni ailenin diaspora yanlısı mensubu. Kendileri aynı zamanda sıkı bir Yahudi sempatizanı olan bay David Ignatius. Washington Post gazetesi köşe yazarı. Adamın gazetesi WP Tayyip’e giydirdi, sebep çifte intikam ve ABD ihtarı!..
Makalede AKP yönetimindeki Türkiye’de liberal siyasi eğilimlerin yok olduğu, AB ile müzakerelerin adeta durduğu, Batı karşıtı ülkelerle bağlar iyileşirken İsrail ile ilişkilerin kötüleştiği öne sürüldü. ’Eğer Türkiye, NATO gibi Atlantik yapılara olan bağlılığında tereddüt gösterirse, Başkan Obama’nın favori Müslüman ülkesi olmayı bekleyemez’ denildi…
Yazıdaki imza ilgi çekici, Soner Çağatay. Bu Soner beyin adı Türkçe de kendileri kim?.. Bilgi şu:  “Washington Enstitüsü’nün uzmanlarından Soner Çağatay.”
Washington Enstitüsü ne?.. ABD’nin en güçlü Yahudi kuruluşlarından biri!.. İlişkilere bakın ve bu kadar da değil!..


***

İstanbul’da derin toplantı
Geçtiğimiz yıl Amerikalılar, Yahudiler, İngilizler, uluslararası sermaye temsilcileri ’Global Liderlik Forumu’nda İstanbul’da buluştular!..
Toplantının en önemli konuğu  “Ilımlı İslam Projesi’nin mimarı Rand Corporation’ın Avrupa Güvenlik Masası Başkanı Stephen Larrabee”  olarak açıklandı.
Bu kişiye eşlik eden önemli şahsiyetler  “Amerikan-Yahudi Komitesi Stratejik Araştırmalar Müdürü Barry Jakobs ve Alan Makovsky’nin yerine geçen Washington Enstitüsü Türkiye Masası Şefi Türk asıllı Amerikalı Soner Çağatay.”  (Alan Makovski adına dikkat) Bu foruma, Amerika ve İsrail’den çok önemli isimlerin de katıldığını öğreniyoruz!.. Ele alınan konular:  “Ortadoğu’nun geleceği, 11 Eylül sonrası Türkiye-ABD ilişkileri, Amerikan başkanlık seçimleri ve dünyaya etkisi, Türkiye-ABD ilişkileri ve gelecek projeksiyonları, AB-Türkiye ilişkilerinde son durum, küresel terörizmin etkileri ve çareleri, küreselleşen dünyada enerji politikaları, diplomasının uluslararası arenadaki önemi, Azerbaycan enerji kaynakları ve dünyaya yansıması, güvenli enerji için Türkiye-ABD işbirliği, 21. yüzyıl Türkiye’sinde enerji politikaları, küresel güç politikaları çerçevesinde alternatif enerji stratejileri, küresel güvenlik politikaları, uluslararası organizasyonların dünya siyasetindeki rolü ve önemi, geniş Ortadoğu’da çatışma noktaları.”


***

Rand Corporation
Organizasyon Rand Corporation’ın dedik… Rand Corporation 1948 yılında kuruldu. Sovyet Bloku’na karşı CIA ile birlikte çalıştı. Sovyet Bloku’nun çözülmesinde en etkili kuruluşlardan biri oldu. Şimdi  “Ilımlı İslam Projesi”  üzerinde çalışıyor. Forumun diğer önemli bir konuğu ise, Amerikan-Yahudi Komitesi Stratejik Araştırmalar Müdürü Barry Jakobs. Amerika’daki Yahudi lobisinin en etkin kuruluşlarından AJC, Başbakan Erdoğan’a  “Cesaret Madalyası”  vermişti. Başka önemli bir konuşmacı ise, Amerikalı Soner Çağatay…
Ne anlıyoruz?.. O sıralar bu teşkilat ile hükümetin arası iyi!.. Katılımcılar arasında, AKP karşıtı ABD’liler de var,
American Enterprise Enstitüsü Kıdemli Dış Politika Analisti Michael Rubin gibi. Forumda Türk akademisyenler, işadamları, bürokratlar ve emekli askerler de
katılımcı…
Uzun sözün kısası, bu ülkenin vatandaşı bu ülkede olan biteni anlamadan ömrünü tamamlar!..
İlişkiler muhteşemdir!..


BEHİÇ KILIÇ

06
Şub
09

ATATÜRK: “EVLERİMİZİ BASıYORLAR”

Bugünlerde nedense (!) Atatürk’ün bir anısını paylaşmak istiyorum.
Mustafa Kemal, tedavi için geldiği İzmir’de yeni vefat eden annesinin mezarı başında, duygulanarak bir dönemi anlatıyor.
Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi bunu 29 Ocak 1923’te yazıyor:
Paşa Hazretleri validesinin kabri önünde büyük bir dindarâne huşu ve ulvi olduğu kadar metin bir üzüntüyle bir müddet sessiz ve suskun durmuşlar ve merhumenin ruhuna Fatiha okuduktan ve hazır bulunanlara hitaben hasbıhalden ve hatıraları canlandırdıktan sonra şu sözleri söylemişlerdir:

“HAYATA İLK ADIMI
ZİNDANDA ATTIM!”
Zavallı validem bütün millet için mefkûre olan İzmir’in mukaddes topraklarına vücudunu vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm yaratılışın en tabii bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne hazin tecelliler arz eder. Burada yatan validem, zulmün, cebrin bütün milleti felaket uçurumuna götüren keyfi bir idarenin kurbanı olmuştur.
Bunu izah etmek için müsaade buyurursanız ıstıraplı hayatının bariz birkaç noktasını arz edeyim.
Abdülhamit devrinde idi. 320 (1905) tarihinde mektepten henüz erkânıharp yüzbaşısı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana tesadüf etti.

“…BİR GÜN BENİ ALDILAR”
Hakikaten bir gün beni aldılar ve müstebit (despot) idarenin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım.
Validem bundan ancak hapishaneden çıktıktan sonra haberdar olabildi. Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç-beş gün görüşmek nasip oldu. Çünkü tekrar müstebit (despot) idarenin hafiyeleri, casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Validem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Beni sürgün yerime götürecek olan vapura bindirirlerken benimle görüşmekten men edilmiş olan validem, gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında elemler ve kederler içinde terk edilmiş bulunuyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim mücadeleler onun hayatını ıstıraplar ve gözyaşları içinde geçirtmiştir.

“İKAMETGÂHI BİN TÜRLÜ SEBEP VE VESİLELERLE BASILIRDI”
Bir başka nokta daha: Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğim vakit, validemi mustarip bir halde İstanbul’da terke mecbur olmuştum. Yanımda kendisinin refakatime verdiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman validem, bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberdar olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının infaz edildiğini zanneylemiş ve bu zan kendisini felce uğratmıştı. Ondan sonra bütün mücadele seneleri onun hayatını elem, ıstırap içinde geçirtmişti. Padişah ve hükümetinin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. İkametgâhı bin türlü sebep ve vesilelerle basılır ve aranır, kendisi rahatsız edilirdi. Validem üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları ona gözlerini kaybettirdi. Nihayet pek yakın zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddeten ölmüştü, yalnız manen yaşıyordu.

“VALİDEMİN KABRİ ÖNÜNDE YEMİN EDİYORUM”
Validemin kaybından şüphesiz çok üzgünüm. Fakat bu üzüntümü gideren ve beni teselli eden bir husus vardır ki, o da anamız vatanı mahv ve haraplığa götüren idarenin artık bir daha dönmemek üzere yokluk mezarına götürülmüş olduğunu görmektir. Validem bu toprağın altında, fakat milli hâkimiyet ilelebet payidar olsun. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet, milli hâkimiyet ilelebet devam edecektir.

Validemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna ahdetmiş olduğum vicdan yeminimi tekrar edeyim. Validemin kabri önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği ve sağlamlaştırdığı hâkimiyetin muhafazası ve müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milli hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.



HULKİ CEVİZOĞLU

06
Şub
09

“Gazze’den beter olurduk”

KKTC Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Turgay Avcı, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın ziyareti sırasında yaptığı konuşmada, Rum tarafının “Garantörlüğe gerek yok” tartışması yaptığına işaret etti ve “Son yaşanan Gazze olayları anavatanımızın garantörlüğünün ne kadar önemli olduğunu bir kez daha dünyaya göstermiştir. Anavatanımız olmasa Kıbrıs Türkü’nün bugünkü hali Gazze’den de beter olurdu. O bakımdan garantörlüğümüz tartışılmaz, garantörlük Kıbrıs Türkü’nün güvenidir, huzurudur, geleceğidir” dedi.

***

Bu sözleri duymak beni heyecanlandırdı. Zira Kıbrıs’ta kaldığım bir sene boyunca, Barış harekâtına aktif olarak katılmış birkaç dostun olumlu yaklaşımları dışında, Türkiye hakkında hep eleştiri duymuştum.
Hatta o zaman Lefkoşe’de bir ortaokulda okuyan oğlum, sınıfta Türkiye aleyhine kötü laflar edilince daha ağır bir şekilde karşılık vermiş ve ister istemez kavgaya tutuşmuştu. 10 kişilik bir grubun arasında kalan çocuğu, yine Kıbrıslı arkadaşları kurtarmıştı. Doğrusu, Kıbrıs’ta uzun yıllar kalmak niyetindeydim. Bu olay yüzünden bir fırsat çıkınca bütün konforumu bırakıp döndüm. Benim için bir mesele yoktu, çok değerli arkadaşlarım vardı ama çocuklarımın bu atmosferde yetişmesini istemedim.
Turgay Avcı’nın “Anavatanımız olmasa Kıbrıs Türkü’nün bugünkü hali Gazze’den de beter olurdu” sözleri, belki de bu sebeple beni etkiledi.

***

Turgay Avcı, Türkiye eleştirisi yapan bir siyasi  gelenekten de geliyor. Dolayısıyla bu sözler Kıbrıslı Türk gençlerinin kulağına küpe olmalı.
Yine, KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da “Siyasi vasiyetiniz nedir?” soruma “Benim vasiyetim gençliğe. Egemenliğinizden vazgeçtiğiniz an, siz azınlık statüsünü kabul etmiş olursunuz. Devletinize sahip çıkmadığınız an, devletsiz kalırsınız. Rum toplumu içinde, onların idaresinde küçük bir topluluk olursunuz. Bunları bilerek yaşayınız. İç sıkıntılar sebebiyle devletinden vazgeçmiş bir topluluk dünyada görülmemiştir. Bugün, Filistin gençliğinin bizim mertebemize ulaşmak için, egemen bir devlet sahibi olabilmek için katlandığı mücadeleye bir bakınız. İsrail’in devletinden yoksun bırakılmamak için katlandığı mücadeleyi gözünüzün önünde tutunuz. Ve Allah’a şükrediniz ki,  Türkiye sayesinde, Anavatan sayesinde devlete kavuştunuz, egemenliğe kavuştunuz. Bunun bedeli yoktur” diye cevap vermişti.
Bugün, Turgay Avcı ve temsil ettiği siyasi parti de aynı çizgiye gelmişse ne iyi. Nitekim Avcı, Rumların, “İki halk yoktur, iki eşit kurucu devlet yoktur”! düşüncelerinden vazgeçmesi gerektiğini de söylüyor.

***

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad da Batılı büyük devletlere tavsiyede bulunuyor:
“Barışçıl ve kültürlü İran halkının sizi dinlemesi için saygılı konuşmayı öğrenin. Biz diyalog yanlısıyız. Dünyada doğru söz söyleyenleri ve dünyanın sorunlarını çözmek için yapılan teklifleri dinliyoruz. Sizin tiranlığınızın devri geçti.”
Ahmedinecad, sadece ülkesindeki gelişmelere değil dünya dengelerine de dayanarak böyle konuşabiliyor. Rus gazeteleri, Rusya’nın Sovyetler’den ayrılan cumhuriyetlerle birlikte “Acil müdahale gücü” oluşturmasını “NATO”ya benzetiyor.
Rusya Jeopolitik Sorunlar Akademisi Başkanı Leonid İvaşov, “Acil müdahale gücü kurulmasında Şanghay İşbirliği Örgütü içinde bir askeri güç oluşturma amacı bulunuyor” diyor.
Kıbrıs Türkleri, işte bu denge sayesinde varlıklarını koruyabildi. Dolayısıyla, yeni nesillere yakın tarihin iyi öğretilmesi gerekiyor.


ARSLAN BULUT

06
Şub
09

Herkes “yerinin hakkını” verdi mi?

İşte size küçük bir hikaye; “… Afrika savanlarında yaşayan kalabalık bir yaban öküzü sürüsü varmış. Tabii, etraflarında da aç arslanlar eksik olmazmış. Ancak sürü çok kalabalık olduğu için, bunlara saldıran arslanlar hırpalanır, geri çekilmek zorunda kalırlarmış. Bir gün, yaşlı topal bir arslan, sakin bir şekilde tek başına sürüye yaklaşmış. Sürünün lideri ile konuşmak istediğini söylemiş. İri yarı, genç bir öküz öne çıkmış.

Arslan, “Bakın öküz kardeş, biz sizinle bu savanda sulh içinde yaşamak istiyoruz, ama sizin içinizde şu sarı öküz var ya, o bizim sinirlerimizi çok bozuyor. Onu görünce çılgına dönüyoruz. Size saldırmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Onu bize verin, biz bir daha size saldırmayız. Barış içinde yaşarız” der.

Öküz, “Bunu bir düşünelim” diyerek sürünün içine döner ve arslanın söylediklerini aktarır. Öküzler, bundan böyle rahat edeceklerini düşünerek, sarı öküzün arslanlara verilmesine karar verirler. Sadece sürünün en yaşlısı olan tecrübeli bir öküz buna karşı çıkar, “Sarı öküzü vermek bizim sonumuz olur” der. Diğerleri dinlemezler. Sarı öküz arslanlara verilir.

Bir süre sonra, yaşlı topal arslan tekrar görünür. Aynı hikaye tekrarlanır. Bu sefer kısa kuyruklu, kara öküz onların sinirini bozmakta, çılgına döndürmektedir. Onu verirlerse barış sürecektir. Kısa kuyruklu siyah öküz de verilir.

Günler böylece geçer, arslanlar acıktıkça bir bahane ile sürüden bir öküz isterler, öküzler de, barış bozulmasın diye yeni bir kurbanı arslanlara teslim ederler. Böylece, arslanlar semirir çoğalırken, öküzlerin sayısı giderek azalmaya, arslanların gücü arttıkça, öküzleri tehdit etmeye başlarlar, “Şu öküzü vermezseniz size saldırırız, bu öküzü vermezseniz size saldırırız” boyutlarına ulaşır. Öküzlerin artık güçlenen arslan sürüsüne karşı koyacak gücü kalmamıştır. Toplanıp “Biz nerede hata yaptık da bu savaşı kaybettik?” diye tartışmaya başlarlar. Sarı öküzün verilmesine karşı çıkan yaşlı öküz, “Biz bu savaşı sarı öküzü arslanlara verdiğimiz gün kaybetmiştik” diye durumu özetler…

Sevgili dostlar, “O değişti mi, bu değişti mi?” diyen herkese, en “sağlam kalması” gereken koltuktan, sokakta dolaşan vatandaşa kadar herkese soruyorum:

“Herkes üstüne düşeni yaptı mı?” Bugün “Ah, vah” diyenler, “sarı öküzler” verilirken nerelerdeydiler?


YİĞİT BULUT

06
Şub
09

Çok uzak olmayan bir gelecekte ananı alıp da nereye gideceğini şaşırırsan aklın başına gelir

Başbakan Erdoğan’ın Davos resti, İlhan Selçuk’ı kızdırdı…

İlhan Selçuk’un Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yazısının ilgili bölümü:

Türkiye PKK terörüne karşı mı?..

Hem de nasıl…

Teröre karşı olmak, hem insanlık borcu, hem uygarlık gereği hem de Cumhuriyetimizin varoluşunu savunmak anlamıyla birebir örtüşüyor değil mi…

*

Peki, Türkiye’de teröre karşı gibi görünen AKP hükümeti, İsrail-Filistin coğrafyasında neden terörün yanında yer alıyor?..

RTE Türkiye’de teröriste karşı..

İsrail’de teröristten yana…

Gel de kafayı yeme…

*

PKK’ye karşı olup da dünya âlemin, terörist olduğunda birleştiği Hamas’ın yanında olmak, kim bilir, belki de çok yüksek bir politikadır…

Hem dış politikadır..

Hem iç politikadır..

Al birini vur ötekine, dağıt zıvanayı, parçala şirazeyi; çok uzak olmayan bir gelecekte ananı alıp da nereye gideceğini şaşırırsan aklın başına gelir, ama, iş işten geçmiş olur…

06
Şub
09

Hamas

Ortada garip bir durum, bir tezat var.

Bu hükümet Avrupa Birliğinin 29 Kasım 2005 tarihinde yayımladığı Ortak Tutum Belgesinin ekinde Hamasın da yer aldığı terör örgütü listesini imzalıyor.

Bu hükümet Gazze saldırısıyla birlikte terör örgütü diye tanımladığı Hamasın avukatlığına soyunuyor.

Terör örgütü Haması Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde savunacağını açıklıyor.

Bu hükümet, CHPnin önerdiği TBMMde Gazze ile ilgili genel görüşmeden sonra İsrail saldırısını kınayacak ortak bir karar metnini reddediyor.

CHP yetkililerine göre, AKPnin ortak açıklamayı reddetmekteki amacı Gazze saldırısından iç politikada yararlanmak.

***

RTE, Hamasın avukatlığını yaptığı sürece Dışişlerimizden (veya Bakan Ali Beyden) ne bir yorum ne de bir açıklama!

Medyadan da, uzman kişilerden de Hamasın hem terörist örgüt olduğunu kabul eden, hem de avukatlığını savunan hükümeti eleştiren yazı da yok yorum da!

Kamuoyu da RTEnin Şimon Perese karşı sert çıkışını sindirmiş mi sindirmiş

Öyleyse? RTEyi eleştirmek, diplomasiye yansıyan siyasal anlayışındaki tezada değinmek hasıraltı. Gülücükler, övgüler sana, ey SezarArap mahallesinin yeni kahramanı!”

Oysa, sağduyu diyor ki: “…Filistinde yaşanan savaşa karşı çıkmak, Hamasa destek anlamına gelmemeli…”

Neden? Avrupada birtakım mihraklar Türkiye Hamascı oldu bakışını benimsediğiiçin…

Bu imajın silinmesi lazım. Hamas bir örgütün adıdır. Bu örgüt Filistin halkının bir bölümüne dayanır. Buradaki savaş bir din savaşı değildir, siyasidir. Burada sivil halka verilen destek, Hamasa verilmiş gibi gösterilmemeliydi…” (Süleyman Demirel)

***

Hamas nedir, ne değildir; bu sorunun yanıtı nedense kamuoyundan esirgendi.

İki değerli diplomat, Onur Öymen ile Şükrü Elekdağ 29 Ocak 2009 tarihinde düzenledikleri basın toplantısında Hamasın gerçek yüzünü açıkladılar, anlattılar.

Lakin açıklamalar muhterem ulusal medyamızda tek satır yer almadı.

Başbakanın hararetle savunduğu Hamas acaba nasıl bir örgüttür? Örgütün 1988 yılında kabul ettiği tüzüğüne göre hedefi İslami cihat yoluyla İsraili haritadan silmektir.

Tüzüğün 2. maddesine göre Hamas, (Mübarekin de şikâyetçi olduğu) merkezi Mısırdaki Müslüman Kardeşler örgütünün bir kanadı.

Hamas, Kuranı anayasa olarak görüyor ve dünyadaki bütün Müslümanların aynı yaklaşımı benimsemelerini istiyor.

Tüzüğün 12. maddesinde milliyetçiliği düşmana karşı cihat olarak tarif ediyor.

Tüzüğün 13. maddesi Filistin sorununun çözümü için barışçı çözümlerin ve uluslararası konferansların Hamasın inançlarına aykırı olduğunu belirtiyor.

Hamas liderlerinden örgütün Suriyedeki sorumlusu Halit Meşalın bir zamanlar Dışişleri Bakanı iken bugün Çankayadaki AKPli ile yaptığı görüşmeden sonra Tempo dergisine verdiği demeçte; AKPyi örnek aldıklarını veAKP ile siyasal olaylara bakış açılarında benzerlikler olduğunu…” söylüyor.

Meşa, AKP ile çeşitli konularda temasa geçtiklerini de açıklıyor. AKPyi örnek aldık. AKP bizim için önemli bir model…” diyor.

TC Başbakanı RTE, bu kimlikteki bir terör örgütünün avukatlığını yapıyor!


CÜNEYT ARCAYÜREK

06
Şub
09

Ben Olsaydım!..

Ümit Zileli

Ben Olsaydım!..

Sen olsaydın ne yapardın?..

Davosta yaratılan müthiş oyundan yalnızca saatler sonra Radyo Tatlısesteki Sesli Gazete programımda sıcağı sıcağına yaptığım yorumla birlikte günlerdir bana sorulan soru bu… Öncelikle belirtmem gerek; olay soğuduktan, Tayyip Beyin olay anında yaptıklarını, Türkiyeye döndükten sonra söylediklerini izledikten sonra da ilk yorumumda hiçbir değişiklik olmadı, tam tersine olayı çok doğru yorumladığıma karar verdim!..

Kısaca tekrarlamam gerekirse; Davosta önceden planlanmış, tamamen seçimlere dönük (ve de Arap dünyasında yaratacağı tepki bilinen) bir senaryo uygulandı ve başarıya ulaştı!.. Zaten başarılı olmaması da düşünülemezdi, çünkü panelin konusu, katılanların kimliği ve Tayyip Beyin özenle hazırlanmış sözlerinin yaratacağı dalga önceden inceden inceye hesaplanmıştı Buna bir de söz konusu oturumun Türkiyenin talebiyle gerçekleştiğini eklersek, senaryo tabak gibi çıkıyor ortaya!.. Şimdi gelelim bana sorulan soruya:

– Ben olsaydım ne yapardım?..

***

Ben olsaydım, düzeyi düşük bazı cümleler ve toplantıyı terk etmesi hariç, Tayyip Beyin yaptığını yapardım!..

Öncelikle omzuma dokunmaya, elimi tutmaya cüret eden yöneticiyi ağır biçimde haşlardım (ki Tayyip Bey bunu yapmadı!)… Yüksek sesle konuşan ve tahrik edici sözler söyleyen İsrail Cumhurbaşkanı Perese de anlayacağı dilden karşılık verirdim ama bambaşka ve çok daha etkili olacak, üstelik Batı kamuoyunda da anlaşılacak sözcüklerle…

Başbakanla benzeştiğimiz noktalar bu kadar!.. Burada sorulması gereken ikinci ve çok daha önemli soru ise şu:

– Ben ne yapmazdım?..

Öncelikle, o toplantıya asla önceden hesaplanmış bir senaryonun oyuncusu olarak katılmazdım. Vereceğim tepki o an, o salonda gelişirdi.. İçeride İsrail Cumhurbaşkanının yüzüne o kelimeleri söyledikten on beş dakika sonra Tavrım İsraile değil, moderatöre idi cümlesini asla kullanmazdım, kullanamazdım..

Siyaset arenasında yapılan hareketler, söylenen sözler doğal olarak eksi ya da artı hanenize yazılır bunu anlarım. Bunlar malzeme olarak da kullanılır, bunu da anlarım. Ama ben böylesine bir olayı bu kadar vıcık vıcık bir seçim malzemesi yapmazdım, yapamazdım. Üstelik İsraille Büyük Ortadoğu Projesinde böylesine sıkı fıkı işbirliği içindeyken, milyarlarca dolarlık silah alım anlaşmalarının altında imzam varken, Gazzeye bomba yağdıran İsrailli pilotların Konya Ovası’nda eğitildiği bilinirken, düzeyi biraz olsun yüksek tutmaya çalışırdım…

Tabii ben yukarıda sıraladıklarımıhesabı olmayan bir başbakan olarak yapardım!.. Yoksa Tayyip Bey, önünü arkasını bilerek girdiği o toplantıda, kendi mantığına göre en doğru olanı yapmış, hakkını da fazlasıyla vermiştir!..

– Başbakanla farkımız budur!..

Halife!..

Tam da düşündüğüm gibi oldu… Doğudan yükselen bir ses dedi ki:

– Erdoğan padişah ve halife olsun!..

Lübnanda yayımlanan Dar El Hayat gazetesinde yer alan Cihad El Hazen imzalı yazıda aynen şu satırlar yer aldı:

Erdoğan bir Müslüman olarak bizi gururlandırdı… Osmanlı Devleti yeniden kurulmalı. Erdoğan halife ve padişah ilan edilmeli. Tüm Müslüman dünyasının başına geçmeli

Lübnanlı yazar bilerek ya da bilmeyerek geçenlerde ölen ünlü Medeniyetler Çatışması kitabının yazarı Samuel Hunthington ve eski CIA Türkiye Masası şefi Graham Fullerin tezini tekrarlamış!. Onlar da yıllarca aynı nakaratı tekrarlamıştı:

– Türkiye artık bıraksın Atatürkü, Kemalizmi filan, Müslüman dünyasının başına geçsin, Batı ile İslam arasında köprü olsun!..

Yıllardır Batıda da konuşulan Yeni Osmanlılık”, “halifelikmeselesine gelince; ABDnin hem padişahlık hem de halifelik makamının aynı kişiye verilmesine göz yumacağını hiç sanmam. Öyle olsa ne diye Fethullah Efendiye yıllardır kol kanat gersin?.. Şöyle bir düşünce olabilir:

– Padişah Tayyip, halife Fethullah!..

e-posta: umitzileli@gmail.com

06
Şub
09

Sorular?

Davosta Başbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Peres arasında yaşanan olay büyük olasılıkla bir dönüm noktasını vurgulayacak gibi görünüyor.

Olaya duygusal, öfkeli, tepkili yaklaşmak, bugün ülkelerini ve dünyayı yönetenler açısından olası değildir.

Türkiyede ve İslam coğrafyasında ise Başbakan Erdoğan bol bol alkışlanabilir; ama bu, yaşanan ve yaşanacak gerçekler açısından yalnız başına hesaba katılacak bir gösterge sayılamaz.

Batıdaki bakış açısı -Amerikan Yahudi lobisi bu deyişin içindedir- Davos olayıyla birlikte nasıl bir değerlendirmeye yönelecektir?

*

Eski Başkan Bush yönetiminde Türkiyeye yakıştırılan rol açık seçik ortadaydı.

Irakı işgal etmek kararında olan Amerika, zamanın Başbakanı Eceviti Türkiyeyi bu yolda kullanma tasarımı için ikna edemeyince devirdi; Ilımlı İslam Devlet Modelini öngören bir yeni iktidarın oluşmasında başrolü üstlendi.

Türkiyede Milli Görüş diye nitelenen antiamerikan İslamcılıktan vazgeçen Tayyip Erdoğan ve AKPnin geniş kadrosuyla tarihsel bir dönüşüm yaşandı.

Öyle görünüyor ki bu dönemin de sonuna doğru yol alınmaktadır. 29 Mart yerel seçimlerinde AKP oylarını yükseltse de gidişatın rotasını saptamak kolay değildir.

*

Bugün yakın geleceğin hesaplanmasında dünya çapında işlevi bulunan kesimlerde soru işaretleri ilginçtir.

ABD Başkanı Obamanın benimseyeceği tutum önemlidir.

Arap ülkeleri pasif davranmaktadırlar.

Irak işgalinde edilginliği yeğleyen Başbakan Erdoğanın Haması destekleyen ısrarı ve öfkesini Ortadoğuda liderlik hevesiyle açıklamaya çalışanlar ise kimi gerçekleri unutmuş görünüyorlar; bu kapsamda Nasırın yenilgisi ve hüsranıyla Saddamın trajik sonu unutulmaz örneklerdir.

Bağdatta eski ABD Başkanı Bushun kafasına ayakkabısını fırlatan gazeteci, Araplarca ve Türkiyede kahraman sayılsa da hapiste, Irak ise işgal altındadır.

Bu kadar muhataralı, karmaşık, çelişkili bir coğrafyada Türkiyenin daha serinkanlı bir yaklaşıma ihtiyacı olduğu kesindir.

*

Türkiye henüz boyutları ve geleceği belli olmayan bir dönüşümün sancılarını yaşıyor.

Vaktiyle Bush yönetiminin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında iktidara tırmanmış olan Erdoğan ve AKPnin artık dış desteğe ihtiyacı kalmamış olabilir mi!

AKP liderinin neler düşündüğünü kestirmek zordur.

Batının olaylara serinkanlılıkla bakacağı; ama, Erdoğana artık ne kadar güvenilebileceğini de sorgulayacağı öngörülüyor.

Erdoğanın Davos çıkışı, Bağdatta ABD Başkanına ayakkabısını fırlatan Iraklı gazetecinin eylemi gibi mi kalacaktır? Yoksa Türkiyenin dış politikasında ve Ortadoğudaki konuşlanmasında bir değişimin ilk işareti mi olacaktır?

*

Türkiye, eğer Başbakan Erdoğanın dediği gibi bir kabile devleti değilse, yaşanan olayları en az Batıdaki uygar coğrafya kadar serinkanlılıkla ve ulusal çıkarları açısından değerlendirmek zorundadır.

Öfkeye dayanan gösteriyi yalnız bolca alkışlamakla yetinirsek, çağdaş bir devlet olmak niteliğini yitirmiş olmaz mıyız?

2 Şubat 2009 – Cumhuriyet




İstatistikler

  • 2.406.009 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Şubat 2009
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
232425262728  

En fazla oylananlar