Archive for the 'Almanya' Category

08
Eki
07

İngiliz BBC’nin PKK tanımı şok etti

Image13 askerimizin şehit edilmesi dünya basınında da geniş yankı uyandırdı. BBC yayın akışını kesip canlı bağlantı yaptı ama ekrandaki ifadeler görenleri şok etti. BBC İstanbul muhabiri hem Şırnak’taki hem de İstanbul’daki patlamalarla ilgili bilgi verdi..

Canlı yayında ise ekranda “KURDS REBELS” ifadesi dikkat çekti… Rebels “asi” “isyancı” anlamına geliyor..

Yani dünyaca ünlü haber kanalı PKK’lılara terörist demekten kaçındı ve askerlerimizi şehit edenleri Kürt isyancılar diye niteledi…

22
Eyl
07

AİHM’den Türkiye’ye işkence cezası!

AİHM 17 yaşındayken işkence gören Onay’ın davasında işkence ve işkencenin etkili soruşturulmaması nedeniyle Türkiye’yi mahkum etti. Onay 5 bin avro tazminat alacak.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2002’de 17 yaşındayken Diyarbakır’da gözaltında işkence gören Sıddık Onay’ın davasında, Türkiye’yi işkenceden ve işkenceyi etkili soruşturmamaktan dolayı mahkum etti; Onay’a beş bin avro manevi tazminat ödenmesine karar verdi.

Onay Mayıs 2002’de gözaltına alındı. Kötü muamelenin izleri adli tıp raporlarınca saptandı. Sorgu yargıcıyla görüşmesinde de kayda geçti. Savcılık polislerle ilgili başlattığı soruşturmayı iki buçuk yıl sonra sonuçlandırdı ve dava açmamaya karar verdi. Onay mahkemede itiraz etti; ama Ağır Ceza Mahkemesi savcılığın kararından iki ay sonra bu itirazı da reddetti.

Mahkeme dün (20 Eylül) verdiği kararında Onay’a işkence yapıldığını, savcılığın işkence iddiasını soruşturmadığını saptadı; Onay’ın gözaltı süreci boyunca alınan tıbbi raporların hepsi işkence izlerini gösterirken, “işkence bulgusu yok” diyen bir tıbbi raporun hiçbir bulgusunu dikkate almadığını da yazdı.
Dört günlük gözaltı

AİHM kayıtlarına göre, Diyarbakır Asayiş Şubesi’ne bağlı polisler Onay’ı Mayıs 2002’de kapkaççılık şüphesiyle gözaltına aldı. Gözaltı öncesi Adli Tıp raporunda, Onay’ın vücudunda bazı kesikler olduğu ama işkence, kötü muamele izi olmadığı yazılıydı.

Ertesi gün, 27 Mayıs’ta alınan bir başka raporda da Onay’ın vücudunda dayak veya fiziksel kuvvet kullanımına dair bir iz bulunmadığı yazıldı. Aynı gün savcılık, polisin isteğiyle gözaltı süresini Onay’ı görmeksizin iki gün daha uzattı. Polisin raporuna göre, Onay, Çocuk Şubesi’ne teslim edildi.

28 Mayıs’ta Onay yeniden tıbbi kontrole getirildi. Bu seferki raporda, üst kolunda 10×2 santimetrelik iki çürük, omzunun hemen altında 5×1 santimetrelik bir başka çürük olduğu, bunların iki yada üç günlük olduğu yazılıydı. Rapor, gözaltı öncesinde varolan kesikleri de saptamıştı.

Onay için aynı gün öğleden sonra bir tıbbi rapor daha alındı. Bu da bir önceki raporun bulgularını doğruluyordu. İki rapor da Asayiş Şubesi’nin isteği üzerine alınmıştı.

29 Mayıs’ta Çocuk Şubesi bir rapor daha aldı. Ama bu raporda gözaltı öncesi kesikler saptanırken, önceki raporlarda yer alan işkence izlerine dair hiçbir bulgu yoktu.

Aynı gün savcılığa çıkarılan Onay, kendisine yönelik suçlamaları reddetti. Baro’nun görevlendirdiği avukatı, Onay’ın gözaltında kötü muamele gördüğünü, vücudunda izleri olduğunu söyledi ve tam bir tıbbi rapor istedi.
İzleri yargıç da kayda aldı

Onay aynı gün görüştüğü soru yargıcına işkence gördüğünü, polislerin gözlerini bağladığını, vücuduna elektrik verdiğini, coplarla dövdüğünü ve kendisini suçlamaları itiraf etmeye zorladıklarını söyledi.

Yargıç da Onay’ın sağ üst kolunda serçe parmak kalınlığında, 7 santimetrelik, sol omzunun altında aynı kalınlıkta 3 santimetrelik çürükler, sol dizkapağında kabuk bağlamış bir yara, sol ayak bileğinde şişlik ve eski kesikler bulunduğunu saptadı.

Ancak Onay yeniden gözaltına gönderildi.
Savcının aldığı ifade

30 Mayıs’ta Onay’ın avukatı savcılıktan gözaltında görevli polislerle ilgili işlem yapmasını istedi. Tam bir tıbbi rapor isteğini de yineledi. Bunun ardından savcılık soruşturma başlattı.

Aynı gün, savcı Onay’dan ayrıntılı bir ifade aldı. İfadede Onay’ın yargıca söylediklerini tekrarladığı, ancak Çocuk Şubesi’ne aktarıldıktan sonra artık kötü muamele görmediği, kollarındaki yaralarıysa, kötü muamelenin acısına dayanamadığı için, hücre penceresinden söktüğü metal tellerle kendisinin yaptığı yazılıydı.

Savcılık Adli Tıp Enstitüsü’nden ayrıntılı bir inceleme ve yaraların nedeni hakkında açıklama istedi.

Adli Tıp Enstitüsü’nün 30 Mayıs’ta hazırladığı rapor koldaki çürüğün üç, dört günlük olduğunu ve kaba kuvvet kullanımından kaynaklandığını saptadı. Raporda yaraların hayati olmadığı, ancak bir gün iş göremezliğe neden olacak nitelikte olduğu yazılıydı.
2,5 yıl sonra takipsizlik

18 Kasım 2004’te, savcılık yaraların hepsinin gözaltı öncesine ait olduğunu, kol ve gövdedeki izlerinse Onay’ın kendisi tarafından yapıldığını belirterek polis memurları hakkında kovuşturma yapmamaya karar verdi.

Onay bunun üzerine Siverek Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme 19 Ocak 2005’te bu başvuruyu reddetti.

22
Eyl
07

fıkralar

  FAHRİ DOKTORA

………Zenginlerden biri bir üniversiteye yüklü miktarda bagis yapmis. Yaptigi bu bagistan ötürü ona “Fahri Doktora” lik vermisler. Ancak eve geldiginde karisi :

– Sen doktor oldun. Bende istiyorum. Git bir bagista benim için yap. Banada doktoralik al demis.

– Yaw etme eyleme. Bak ya verirler ya vermezler.

. . ….Adam yine gitmis üniversiteye. Rektörle görüsmeye baslamis.

– Yaw ben doktor oldum. Ancak benim karimda istiyor. Evde huzur kalmadi. Bir bagis daha yapsam

onada doktoralik alabilir miyiz ?

– Tabii. Neden olmasin.

…….Adam yine yüklü miktarda bagis yapmis üniversiteye. Karisi da doktor olmus. Bir süre sonra karisi :

– Beey. Git bizim ata da doktoralik al. Sen doktor oldun, ben doktor oldum hayvan komplekse girdi.

– Yaw olur mu hanim. Ata doktorluk verirler mi.

– Ama hayvan yemeden içmeden kesildi. Çabuk git ona da doktorluk al.

– Valla ya olur, ya olmaz. Ben giderim rektörle görüsmeye.

……..Adam yine üniversitede. Rektörle görüsüyor.

– Rektör bey. Ben doktor oldum, karim doktor oldu. Bizim at bunalim geçiriyor. Hayvan komplekse girdi

Bir bagisda onun icin yapsam ona da doktorluk verir misiniz?

. ….Rektör bir süre düsünmüs.

– Tabii. Neden olmasin. Simdiye kadar ne eseklere doktorluk verdik… . . . :)))


Yüzme Yarisi

. . . . . Bir gün çok özürlüler arasinda yüzme yarisi yapilacak. Yarismacilar geliyorlar

kulvarlarin basina. Bir tanesinin kollari yok, bir tanesinin bacaklari yok, bir tanesinin

belden asagisi yok ve bi tanesi de sadece kafa.

. . . . .Diziliyorlar kulvarlarin basina. Silah sesi duyuluyor. Hep birden atliyorlar havuza

Yaris basliyor. Kollari olan kollarini çirpiyor, bacaklari olan bacaklarini çirpiyor. Ama

kafa meydanda gözükmüyor. Aradan 2 dakika geçiyor. Diger yarismacilar 2. tura basliyorlar

ama kafadan hala haber yok. Yarisi durduruyorlar. Hemen bir dalgiç ekip yolluyorlar

havuzun dibine. Bir bakiyorlar kafa havuzun bir kösesinde duruyor. Hemen tutup çikartiyorlar

disari. Kafa disari çikar çikmaz derin bir nefes aliyor.

Soruyorlar.

– Yaw noldu birader.

Kafa cevap veriyor.

– Sorma abi kramp girdi. Kramp. . . . . : D


Polis oluyor.

…. Polisin biri birgün kumsalda gezinirken kumla garip sekiller yapan cocuk gormus.

Yanina gitmis.

-Cocugum sen ne yapiyorsun

-Polis yapiyorum

-Nasil yapiyorsun

-Kum katiyorum, su katiyorum, bok katiyorum polis oluyor.

-Ne ! Bok katiyorsun haa !

-Al sana

Cocugu bir guzel dovmus. Ertesi gun gelmis bakmis cocuk yine orada

-Cocugum sen ne yapiyorsun

-Polis yapiyorum

-Nasil yapiyorsun

-Kum katiyorum, su katiyorum, bok katiyorum polis oluyor.

-Ne ! Bok katiyorsun haa !

-Al sana

Cocugu yine dovmus. Ertesi gun gelmis bakmis cocuk yine orada. Gitmis yanina.

-Cocugum sen ne yapiyorsun

-Asker yapiyorum

-Nasil yapiyorsun

-Kum katiyorum, su katiyorum asker oluyor.

-Bok katmiyor musun ?

-Yoooo. Bok katinca polis oluyor ! ! !


Müdürler

…. Bir gün insanin iç organlari toplanmis bir karara varmaya çalisiyorlar.

“Durumumuz hiç iyi degil. Yeni bir sistem gerek. Yeni bir yönetici gerek”

Beyin ilk yönetici adayi olarak geliyor…

– En iyi düsüneniniz benim. Ben olmasam düsünemezsiniz. Ben yönetici olucam

Arkadan ayaklar geliyor…

– Sizi ben tasiyorum. Ben olmasam yürüyemezsiniz.

Sonra mide geliyor…

– Yediklerinizi ben sakliyorum ben müdür olucam.

Böylece bütün organlar geliyor ben müdür olucam diyor.

Ama bu görüsmeye götü çagirmiyorlar bile. Bu duruma göt çok bozuluyor ve kendini kapatiyor.

Aradan bir hafta geçiyor. Bakiyorlar durum daha kötüye gidiyor. Gidiyorlar götün yanina…

-Ne olur aç kendini

diyorlar. Götde

-Müdürlügü bana verirseniz açarim kendimi diyor.

Vermiyorlar müdürlügü. Bir hafta geçiyor üstünden. Durum hepten kötüye gidiyor. Diger

organlarda derman kalmiyor. Gidiyorlar götün yanina.

-Tamam. Aç kendini. Müdürlükte senin olsun. diyorlar

. . . . . . . . O gün bugündür bütün götler müdür…


Felsefe

. . . . . Temel kahveden içeri girmis. Bir bakmis adamin biri gömülmüs kitaplarin arasina

biseyler okuyor. Merak etmis gitmis yanina. Sormus.

– Hemserim. Sen ne okuyon böyle.

– Sssshhhttt. Felsefe okuyorum.

– Felsefe mi ? O ne ula ?

– Simdi sana anlatsam anlamazsin. Ben iyisi sana bir örnek vereyim. Senin evinde akvaryum var mi?

– Heee. Vaaar.

– Evinde akvaryum varsa demek ki sen hayvanlari seviyorsun.

– Heeee seviyorum.

– Hayvanlari seven insanlari da sever.

– Heee seveeeer.

– Sen evlisindir.

– Evet evliyiim.

– Senin çocuklarinda vardir.

– Heee vaaaaar.

– Demekki sen ibne degilsin !!!

. . .

. . Bu is Temel’in çok hosuna gitmis. Ertesi gün ayni kitaplardan kendiside almis. Oturmus

kahveye baslamis okumaya. O sirada Dursun gelmis.

– Ula Temel ne okuyorsun öyle ?

– Sssshhhhttt. Felsefe okuyorum.

– Ula felsefede neymis.

– Simdi sana anlatsam anlamazsin. Ben iyisimi sana bir örnek vereyim. Senin evinde akvaryum

varmi?

– Hayiir. Yoook.

– Hadi ordan ibne seni ! ! !

22
Eyl
07

“YONETIMLER”

“YONETIMLER”
“Baba hayat bilgisi dersinde yonetimleri isliyoruz, bana demokrasiyi anlatirmisin?” demis. Babasi: “anlatmasina anlatirimda yavrum ama senin bazi tanimlari bilmen gerekiyor” demis, “Bak simdi benim fabrikam var ve eve para getiriyorum, ben kapitalistim; paranin nasil harcanacagina annen karar verir,o hukumet; hepimiz senin icin calisyoruz, sen halksin besikteki kardesin gelecek; hizmetcimiz ise isci sinifi. Sen bunlari ogren. Ben sana sabah demokrasiyi anlatirim” demis. Gece cocuk uyanmis bir bakmiski kucuk kardesi altini pisletmis ve durmadan agliyor. Hemen anne ve babasinin odasina gitmis. Annesi horul horul uyuyor. Uyandirmaya calismis ama basaramamis. Babasi yatakta degil, gecerken hizmetcinin odasina bir bakmiski hizmetci ile babasi sevisiyor. Caresiz donup yatmis. Ertesi sabah babasi” gel oglum sana demokrasiyi anlatayim” demis. Cocuk: “gerek yok baba, ben artik biliyorum” yanitini vermis ve anlatmaya baslamis: “Kapitalistler isci sinifini becerirken hukumet uyuyor, halk endiseli, gelecek ise bok icinde”.

15
Ağu
07

Amerika darbe söylentisi yayıyor!

söylentisi yayıyor!

Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına aday olması ve en geç 3. turda seçileceğinin kesinleşmesiyle birlikte yurtdışında Türkiye aleyhinde söylentiler arttı.

Abdullah Gül’ün AKP’nin oylarıyla Cumhurbaşkanı olmasına kesin gözüyle bakılırken, yurtdışı ekonomi çevrelerinde Türkiye aleyhinde spekülasyonlar başladı.

Haberne.com sitesinin haberine göre Bear & Stearns ve Lehman Brothers isimli iki Amerikan yatırım bankası “darbe” spekülayonları piyasalara yayılmaya başladı.

Uzmanlara göre bu spekülasyonların amacı ABD’nin yaşadığı likidite krizinde Turkiye piyasalarında sıcak para şeklinde yatırım yapan Amerikan sermayesinin ülkeye geri çekilmesi

15
Ağu
07

AP ve Reuters arasında Gül farkı!

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün AKP’nin cumhurbaşkanı adayı olması dış basında geniş yankı buldu.

Bu adaylığın yeni bir gerginliğe neden olma ihtimali bulunduğu belirtilirken, Cumhurbaşkanı adayı olan Gül’ün ‘siyasi kimliği’ uluslararası haber ajanslarında farklı yorumlandı. Amerikan haber ajansı AP Gül’ü ‘İslami eğilimli’ olarak tanımlarken, İngiliz haber ajansı Reuters ‘eski İslamcı’ ifadesini kullandı.

AP konu ile ilgili ‘İslamcılar yeniden Cumhurbaşkanlığı için çabalıyor’ başlıklı haberinde, “Türkiye’nin iktidar partisi güçlü laik muhalefete rağmen İslamcı birini Cumhurbaşkanlığı için yeniden aday gösterdi” denildi. AKP’nin İslami merkezli parti olarak tanımlandığı haberde, “Adaylık, ordunun da içinde bulunduğu laik kesimler ile karşı karşıya gelme ihtimalini arttırıyor” ifadesi kullanıldı. Gül’ün bir önceki adaylığına ordudan ve laik kesimden büyük bir tepki geldiği bilgisine yer verilen haberde, muhalefetin cumhurbaşkanlığı adayını uzlaşma ile seçilebileceği yönündeki sözleri hatırlatılarak muhalefetten bu konuda gelebilecek tepkiye dikkat çekildi.

ESKİ İSLAMCI

Reuters ise, “Kutuplaşan aday cumhurbaşkanlığı için ikinci kez deniyor” başlığı ile gelişmeyi aktardı. Türkiye’nin iktidar partisi olan AKP’nin pazartesi günü ‘eski İslamcı’ Dışişleri Bakanı Gül’ü, yeniden cumhurbaşkanlığı için sunduğu kaydedilen haberde, Gül için ‘eski İslamcı’ ifadesinin kullanılması dikkat çekti. Reuters’in daha önce ‘İslamcı olarak tanımladığı Gül’ü son aylarda ‘eski İslamcı diye nitelemeye başlaması dikkatlerden kaçmadı. Reuters’in neden bu ifadeyi kullandığı bilinmiyor.

TÜM DÜNYA BASINI GÜL’Ü TARTIŞIYOR

Uluslararası basın kuruluşlarının bir kısmı Gül’ün adaylığı ile yeni bir krize girileceği görüşünü savunurken, diğer bir kısmı Gül’ün laikliğin korunacağı yönündeki sözlerine dikkat çekiyor. Önde gelen gazetelerde yer alan yorum ve haberlerden bazıları şöyle:

-INDEPENDENT: “GÜL KARİZMATİK BİRİ”-

İngiltere’nin en saygın gazetelerinden Independent, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı görevine ikinci kez aday olmasıyla, Türkiye’deki siyasi krizin yeni ve muhtemelen nihai bir evreye girdiğini yazdı. Abdullah Gül’ün eşinin başörtülü olduğu vurgulanan haberde, Gül için de “alçak gönüllü ve karizmatik” ifadesi kullanıldı.

-GUARDIAN: “LAİK TÜRKİYE KARGAŞADA”-

İngiltere’nin önde gelen gazetelerinden bir diğeri olan Guardian, “eski İslamcı Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı olması ile laik Türkiye’nin bir kargaşada olduğunu” yazdı. Haberde, Türkiye’nin yenilenmiş bir siyasi krizle karşı karşıya bulunduğu değerlendirmesini yaptı. Gül’ün “sıkı bir Müslüman olduğu ve karısının başörtüsü takmakta ısrar ettiği” ifadelerine yer verilen haberde ” Türkiye’de kapalı kadınların bırakın içinde yaşamayı Cumhurbaşkanlığı köşküne girmesinin bile yasak olduğu” belirtildi.

-EL CEZİRE: “GÜL LAİKLİĞİ KORUYACAĞINI SÖYLEDİ”-

Televizyon kanalı El Cezire, Cumhurbaşkanlığına tekrar aday olan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, laikliği koruyacağı söylediğini vurguladı. Haberde Gül’ün daha önceki adaylığının siyasi bir krize neden olduğu kaydedildi. Ana muhalefet partisi CHP’nin bundan önceki Cumhurbaşkanı seçimlerini boykot ettiği hatırlatılan haberde, CHP’nin bu tavrını sürdüreceği ayrıca Gül’ün seçilmesi halinde resepsiyonlar ve dış gezileri de protesto edeceği ifade edildi.

-EURONEWS:“MUHALEFET OYLAMAYI BOYKOT EDECEK”-

Euronews haber kanalı, muhalefetteki CHP’nin, Cumhurbaşkanı oylamasına katılmayacağını vurguladı. Haberde Gül’ün “İslami kökenli AKP’nin Dışişleri Bakanı olduğu” kaydedildi.

-DW:“TÜRKİYE’NİN GÜVENİLMEZ SEÇMENLERİ”-

Deutsche Welle’nin haberinde ise “Ordunun, laik elitlerin, Anayasa Mahkemesi’nin ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Gül’ün adaylığını engellemek istediklerini ve bunun için demokratik bir bakış açısıyla hoş görülemeyecek taktiklere başvurdukları” ifade edildi. Haberde, “bunun sonucunda seçmenlerin onları cezalandırdığını ve Dışişleri Bakanı Gül’ün tekrar aday olduğu” ifade edildi.

-TIME:“TÜRKİYE TEKRAR UÇURUMUN KENARINDA MI”-

Dünyanın önde gelen haftalık haber dergilerinden Time, “Türkiye tekrar uçurumun kenarında mı” diye soru sorduğu haberinde Gül’ün tekrar aday olmasıyla, Türkiye’yi erken seçime götüren siyasi krizin yeniden yaşanıp yaşanmayacağı kaygılarını yenilediğini yazdı. Haberde, Vecdi Gönül, Mehmet Ali Aydın gibi AKP’den başka adayların da gelecek günlerde aday olabileceğini ifade edildi.

-DAILY TIMES:“GÜL DESTEK ARIYOR”-

Pakistan’da yayınlanan Daily Times gazetesi, “Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün destek aradığını ancak İslami geçmişinden endişe duyan laiklerin ona karşı olduğunu” yazdı.

-WP: “GÜL LAKLİĞİ KORUYACAĞINI SÖYLEDİ”-

Washington Post gazetesi, “Gül’ün Cumhurbaşkanı adaylığının cami ile devlet arasındaki çizgiyi belirsizleştireceği korkusu olduğunu ancak Gül’ün adaylık başvurusu ardından laikliği koruyacağını söylediğini” yorumunu yaptı

15
Ağu
07

Amerikan Köpekleri

Hürriyet yazarları Yalçın Doğan, Özdemir İnce Bağdat’ta ABD askerlerince tutuklandı, gazetecilerimiz ‘biz CNN’de çalışıyoruz’ dediler, askerler yemedi, gözaltına aldı, inceleme yaptılar, baktılar ki hakikaten CNN’de çalışıyorlar, ‘bizimkilermiş’ deyip bıraktılar. Peki, başka gazete­cilerimiz, CNN’den değiller, ne olacak?.. Ama aklıma bir şey geldi. Türk askerleri de Aydın Doğan’dan ‘CNN basın kartı’ pekala alabilir, böylelikle ‘çuval geçirilmeyi’ önlemiş oluruz, ‘bizim­kiler’ muamelesi görürüz… Amerikalıların ‘bizimkiler’ muamelesi çektiği bu yazarlar, Türkiye yazarları, Türk’ün yazarları olurlar… Rezilliklere, şaka bile yapılmıyor.Nükleer tehditlerle gezegenimiz yıkılıyor, tarihin en acımasız haksız savaşlarıyla dünya yıkılı­yor, herifin derdine bak, oturmuş plazasında klimalı odasında ‘asker gönderelim’ diye fetva veriyor. Doktor, hemşire, mühendis, elektrikçi, gıda yardımı gönderelim, aklından geçmiyor.Ertuğrul Özkök, Sedat Sertoğlu, Sedat Ergin, Altemur Kılıç vb. bir yığın üfürükçü sallıyor. Şu Altemur Kılıç, herif, aksırık tıksırıklarını fikir sanıyor, aksiliklerini Türk Milleti’nin onuru sa­nıyor, Türkiye’yi üç kişiden ibaret sanıyor, babası, Atatürk ve kendisi. Ya şu Sedat Sertoğlu…Bazı yazarlarımız kendini satmış olabilir, ama kendileri satıldı diye Türkiye’yi de satılmış ka­bul etmeleri, artık rezillik değil, palyaçoluğun dik alası.Irak savaşı öncesi, hatırlayın. Tüm ekranlar, büyük medya, istinasız Amerika’nın yanında kılıç sallıyordu. Birkaç küçük gazete, birkaç küçük TV, Amerikan aleyhinde ancak propagan­da yapabiliyor ve aşağılanıyorlardı. Ne oldu? Büyük medya Meclisin ve Türk halkının tükürükleriyle boğuldu. Vatan haini, kalleşler, işbirlikçiler olarak beş-on kişi ortada kaldı. Kaçtır dün­yaya rezil oluyorlar.Bakın kimleri çıldırtıyor, ekmeklerinden ediyorlar. Ülkemizde birçok elçilik görevlisi, yaban­cı medya mensubu, ABD’de de birçok düşünce kulübü (Think-Tank) işte bu medyamızı izle­yerek, Türkiye’deki havayı koklayıp bilgi edindiğini sanıyor, işte kızıl kıyamet burada kopuyor. Ülkemizi ısrarla büyük medya üzerinden koklamaya çalıştıkları için göt üstü düşüp, her defa­sında çuvallıyorlar. Düşünün, elçilik görevlisi ya da muhabirsiniz, gazetelere bakıp, Türkiye böyle düşünüyor’ diye yıllardır rapor veriyorsunuz ve tüm dünyayı aldatıp yanıltıyorsunuz. Tezkere günlerini hatırlayın, tüm dünya işte böyle şaşırdı, afalladı. Medyadan aldıkları izlenim­lerle fos çıktılar, şaşırdılar. Artık yabancı elçilikler, yabancı muhabirler kafayı yemiş durumda, artık onlar da gazetelerimizi okuyup, ‘asker gönderelim’ sloganlarını görünce, golüyle gülü­yorlar, bu gülünçlükleri dünyaya yansıtmıyorlar!Ancak, inanılmaz şaşırtıcı, yanlış bir siyasal hava yaratılıyor, iletişim araçlarıyla tüm dün­yanın karıncalan, böcekleri izlendiği halde, Türkiye halkının görüşlerini kimse bilemiyor. Bu da bizim işimize geliyor, hem yabancı basın, hem elçilikler, Türkiye’deki havayı koklamakta zor­lanıyor. Bizim medya yine bir balon şişiriyor, koskoca Pentagon bu balona inanıyor, kararlar alıyor, bakıyor ki sonra kazın ayağı böyle değil, bokun bokun oluyorlar. Sonra da Türkiye bizi yanılttı diye tehditlerde bulunuyorlar, sizi yanıltan Türkiye değil, köpekleriniziişte, Abdullah Gül Amerika’ya giderken, yine Türkiye asker gönderecek, pazarlığa geliyo­ruz diye raporlar-yazılar verdiler, yine burunlarında sinek şaplattılar. Büyük medyamız başımız­dan eksik olmasın. Hep yanıltsın. Medyamız, Türkiye halkının düşüncelerine hiç itibar etme­yerek, aynı zamanda Türkiye halkının gerçek düşüncelerini de saklamış oluyor ve Amerika her defasında bozum oluyor. Bu iyiliklerini unutmayacağız.(Abdullah Gül’ün danışmanı Ahmet Davutoğlu çok değerli bir bilim adamıdır, Türk halkının derin hassasiyetlerinin farkındadır. Bir düşünün bu koltukta bugün Demirel, Tansu, Ağar otur­saydı, halimiz nice olurdu? Verilmiş sadakamız varmış.)Şimdi Pentagon da ayılmaya başladı, köpeği gazetecileri kendilerini sürekli yanıltmasından bıktı, ‘adam sandım eşeği, altına serdim döşeği’ yine bir bok çıkmadı, diyorlar. Neyse, köpek­lerle sahipleri arasındaki bir sorun, fazla karışmayalım.Dünya siyaset tarihi, borçlu ülkelerin fazlasıyla tavizler verdiğini yazar, ancak, borçlu ülke­lerin her denileni yapmak zorunda kaldıklarını yazmaz. Dünyada, batağa saplanmış işgal­ci Amerikan askerlerinin yanına asker göndermek isteyen tek ülke var mı? Sadece bizim ‘şar­latan’ yazarlarımız var. Ülkemizin, halkımızın, meclisimizin ‘lavuk’ olmadığını, ‘satılmadığını’ tezkerede gördünüz. Bu cahil ve satılmış yazarlar gibi düşünen bin kişi dahi olmadığını gördü­nüz. bu ülkenin onuru, ahlakı, stratejisinin bu büyük medyanın hiç konusu olmadığını, onla­rın hayatlarının ‘pazarlık’ olduğunu da gördünüz. Avrupa Uygarlığının ahım şahım devletleri, değerden, insanlıktan şampiyon olmuş ülkeleri dahi Amerika’ya karşı sus-pus olurken, beş kuruşsuz bu zavallı ve yoksul ülkenin tezkeredeki kararını hep birlikte gördünüz. Yine görecek­siniz. Sizlerin çuldan çuvaldan siyasetleriniz ortada. Dünya coğrafyasında bu kadar fütursuz­ca, bu kadar haince üfürüp sallayan tek bir yazar, gazete gösterin. Yok. işte, köpekleriniz sayesinde, kaçtır Irak’ta, havanda su dövüyorsunuz! Bu medya on yıllar boyu bizi çok rezil etti, biraz da sizin ağzınıza sıçsın, öğrenin, köpeklerle siyaset olamayacağını!Neyse… Araplar bizi arkadan vurdu edebiyatı, medyada hâlâ iş yapıyor. Tarih dışı kalmış bu düşünceye hâlâ itibar eden ajanlar var aramızda. Önce İngilizler, sırasıyla, Fransızlar, İsra­il ve Amerika, Türk-Arap düşmanlığı için bu edebiyatı yüzyıllardır kullanıyor. Aynı ülkeler, Arap­lara da Türkler sizi altı asır sömürdü’ edebiyatı yaptılar, yüzyıldır.Türk yazarlarının 2003 yılında hâlâ bu gerici, provakatif ajanların fikirleriyle yazı yazıyor ol­ması cahillik, acıdan da öte, tam bir gülünçlük.Önce bilmeniz gereken tarihi bilgi şudur, bizi arkadan vuran Araplar bugün tarih sahnesin­de yoktur, İngilizlerin kurduğu tüm krallıklar Arap milliyetçileri tarafından yıkılmıştır. Arap ba­ğımsızlık savaşları iki aşamada olmuştur, birinci cihan harbinde Türklere karşı, ellili yıllarda İngilizlere karşı. Hatta, bizi arkadan vuran Arapların oğlu Kral Faysal, yani Mustafa Kemal’e kar­şı cephede savaşan Şerif Hüseyin’in oğluyla Atatürk, Saadabat paktını kurarak, bağımsızlığı­na kavuşan Araplara karşı kin gütmediğini, dosta düşmana ve bizlere karşı milli bir devlet po­litikası olarak göstermiştir.Ayrıca, I. Dünya Savaşı’nda ve istiklal Savaşı’nda varolma-yok olma savaşı verdiğimiz halde, bugün hiçbir Türk’te, Araplar kadar büyük İngiliz nefreti yoktur. Arap demek, tepeden tırnağa İngiliz nefreti demektir. 19601ı yıllara geldiğimizde Arap topraklarında tek bir İngiliz kal­mamıştır, İngilizlerin kukla krallıklarını Araplar alaşağı etmiş, tarih sahnesinden silmiştir. Yani, bizim, bizi, arkadan vurdular dediğimiz Araplar bugün tarih sahnesinden silinmiştir. Vahdettin’in, Abdülhamit’in silindiği gibi.Ama hâlâ zavallı, cahil yazarlarımız yaygara koparıyor, bu fikirlerimizin Ortadoğu toprakla­rında hiçbir anlamı ve karşılığı kalmamıştır. Arap yazarlar, ‘Allah’ını seversen ne diyor bu Türk­ler’ diye şaşkın şaşkın bizi izliyor.Aksine, İngiliz muhipliğini Ortadoğu topraklarında yalnız ve yalnız bizler yapıyoruz. Bizi ar­kadan vuranların elinden tutup Arap milliyetçilerinin karşısına eski kralları bir güç diye çıkarı­yoruz. Buyrun, hatırlayın. Irak Savaşı günlerinde, büyük gazetemizin manşetini. Ordumuzdan İngilizlere tarihi tokat. Güya, İngilizlere l. Cihan Harbi’ni hatırlatıp, yardım isteklerini geri çevir­mişiz. Yalan. Oysa, bu manşetle bir hainliği maskelemeye çalıştılar. O da, biz Türklerin milli düşmanı Şerif Hüseyin’in torunu, devrik kralın oğlunu Irak’a götürdük. Üstelik adamla NTV’ de röportaj yaptık. Bizi vuran Arap’ı, bizler ağırladık, karşıladık, yatırdık, yedirdik, otellere yerleş­tirip kapısına güvenlik koyduk. Bizi vuran Arap’ın çocuğunu el bebek gül bebek saklayıp, giz­leyip emaneti Irak topraklarına, yani Arap milliyetçilerine karşı savaşsın diye biz gönderdik!..Mesela bir Türk çocuğu olarak benim Şerif Hüseyin’e karşı öyle bir kinim var ki, hâlâ onun yedi kuşaktan torununu yolda görsem, öldürürüm, diyorum kendime. Ama devletimiz, med­yamız, Türkçülerimiz hem Araplar bizi arkadan vurdu diye edebiyat yapacak, hem de bizi vu­ran Arap’ı ağırlayıp besleyip, Irak’a gönderecek.Peki, bu kadar haince, ajanca yalanlara nasıl kanıyorsunuz? Çok basit, yakın tarihimizi hiç okumamakla!Neyse… Yakın tarihimizde devletimiz adına onur duyacağımız entelektüel çabalar da oldu. 1961 yılında ülkemizde, çok değerli yazarlarımız Şevket Süreyya Aydemir ve Y. Kadri Neyse… Yakın tarihimizde devletimiz adına onur duyacağımız entelektüel çabalar da oldu. 1961 yılında ülkemizde, çok değerli yazarlarımız Şevket Süreyya Aydemir ve Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun çıkarttığı ORTADOĞU adında bir strateji dergisi çıkar. Yani, çok sağlam el­lerimiz, büyük bir düşünce vicdanı ve içtenlikle ülkemize büyük çapta bir hizmet yapar. Bugü­ne kadar bu yoğun kapasite ve derinlikte ve içtenlikte bir dış politika dergimiz olamadı. Dergi­nin 67’ye kadar çıkan 60’ın üstünde sayısını inceledim. Genç cumhuriyetimizin bu iki güzel öğretmeni Ortadoğu ülkelerine ağır bir saygı ve yetenekle birbirinden güzel dostluklar, mesaj­lar gönderir. Cihan harbinin yaralarını güzelce ve ahlak temizliğiyle sarmaya, Ortadoğu’daki kardeşlerimizle kutsal bir beraberliğe doğru yol alırlar. Derginin 11. sayısından sonra dergi yö­netimi tümüyle Celal Tevfik Karasapan’ın eline geçer. Yani, bu güzel duyguları ve politikaları, mit müsteşarlarımız, büyükelçilerimiz yazılarıyla paylaşır. Iran, Irak, Suriye, Mısır, krallıklar, Mağrip (Kuzey Afrika), Yemen, Kızıldeniz, Basra hakkındaolaylar, antlaşmalar, iklim, seyahatler, yumuşak bir dil­le ve bir aydın iyiliğiyle kaleme alınır. Neler öğreniyor­sunuz, neler, Libya’nın kazandığı paraları harcayacak bir halkı olmadığı için, komşu ülkelerden halk ithal etti­ğine, Pakistan’ın taşı olmadığı için, yüz binlerce Pakis­tanlı çocuğun yüzyıllarca tuğla fabrikalarında çalışmak zorunda kaldığını, Arap sosyalizminin saniye saniye gelişimi, çatışmaları…Dergiyi okudukça ağlayası geliyor insanın. Şevket Süreyya Aydemir ve Karaosmanoğlu’nun bu sert ve acımasız coğrafyaya bir ağbi, baba yumuşaklığıyla derin dostluklar kurmaya yönelik yazılan, mesajları, ha­berleri ve yeniden siyasal ilişkilerimizi örme çabaları. Ölümcül düşmanlara karşı ağır hastalığımız milliyetçi­liğin yolunu şaşırmış militanlarına tatlı tatlı dersler veri­yorlar. Ve zaman zaman bizlere: ‘Geleceğin aydınlan, Ortadoğu’yla dost olmadan yaşamayız. Ortadoğu kar­deşliğine katkısı olacak geleceğin aydınlarına…’ gibi ibareler, duygudan öldürüyor insanı. Araplarla, iç içe, samimi, tam bir kardeşlik rüzgarı estiriliyor.Son kırk yıldır işte birileri tarafından bu ‘dostluk’ ağ­ları parçalanıyor. Bir zamanlar, kırk yıl önce devletimiz, aydını, mit müsteşarı, elçisiyle bu dostluğu yeniden kurmanın derdindeydi… Şimdi o dergideki Şevket Sü­reyya, Karaosmanğlu’yla aynı fikirleri söylemeye çalı­şıyoruz, ama artık marjinal kalıyoruz. O günlerde dev­letimizin fikri, meşhur ve güzel yazarlarımızın fikirleriy­di. Bugünlerde, Ortadoğu bizim kardeşimiz dedikçe, devletin içinden birileri tarafından neden dışlanıyoruz.Bu dostluk nasıl bir fırtınayla altüst oldu, inançları­mız, kardeşliğimiz nasıl çatırdayarak yıkıldı, hangi fikir­ler bozdu bu birliği?.. Bizi, komşularımıza ve coğrafya­mıza son kırk yıl içinde kimler düşman etti!.. Türk Dev­leti son kırk yılda ne oldu da, bu Ortadoğu siyasetinden vazgeçti?., işte birileri bu ‘tarih’i öldürdü, bizi Araplara düşman yaptı…(Dergide bir tuhaf durum gördüm, bugün Daily News Gazetesi’nin sahibi İlnur Çevik’in babası, Türki­ye’nin tescilli meşhur masonlarından ilhan Çevik’tir. Nasıl olmuşsa derginin on birinci sayısında bizim ya­zarlarımız Şevket Süreyya, Karaosmanoğlu gönderil­miş, imtiyaz müdürlüğüne ilhan Çevik getirilmiş. Mev­zuu çözemedim. Komplo teorilerine de inanmam. Gö­rünüyor ki masonlar, derin devletimizin strateji dergi­sinde dahi boy göstermeyi başarmışlar.)Yani, bugün devletin strateji dergisi Avrasya Dosyası’nın Türkçü politikalarına bizi kimler getirdi? O büyük ve büyülü dünyadan bizleri kimler ayırdı?Bugün, genel bir kanaat halini almış çok yanlış bir düşünce var. Sanki bizler, Cihan harbinden sonra kü­süp Ortadoğu’ya arkamızı döndük. Hayır. Atatürk’ün Saadabad paktını düşünün, karşı cephede savaştığı Melik Faysalla el sıkışıp antlaşmalar imzaladı. Bizlerin Araplara karşı düşman vaziyet almaya başlayışımızın tarihi, İsrail Devleti’nin kuruluşuyla başlar. Yani, bizim Ortadoğu’da temel politika değişikliğimiz cihan harbi yenilgisiyle değil, Menderes ve sonrası hükümetlerle başlar.1950’lerde Afrika ve Ortadoğu’da bağımsızlık rüz­garları eser, tek bir bağımsız ülke yokken, 19601ı yılla­ra geldiğimizde otuz, kırk, elli ülke bağımsızlığına kavu­şur. 1950’den sonra Arap topraklarında çok kuvvetli milliyetçilik akımları güçlenir. Araplar tek tek bağımsız­lıklarını kurarlar. Burası önemli.Çünkü, yedi yüzyıl siyaset yapamamış ve başkala­rının emrinde çalışmış Araplar, Baas rüzgarıyla sarhoş olur. ilk işleri tüm Arapları birleştirmek. Mısır ismini kul­lanmaz, Suriye’de, Birleşik Arap Cumhuriyeti’™ kurar­lar. Bu fikirlerini kendi kültürlerine uygun bir sosyalizm teorisini inşa ederek tarih sahnesine sokarlar.Mısır’da Cemal Abdül Nasır bir Arap devi olarak gümbür gümbür konuşur. Arapların ufku gelişir ve do­ğuya ve batıya, yani Rusya ve Amerika’ya karşı bir üçüncü güç olarak naralar atarak siyasete girerler. Na­sır kadar, Ortadoğu topraklarında, İngiltere’ye, Ameri­ka’ya ve Batı’ya karşı, onun kadar sert, kararlı ve net konuşan tek bir Arap lideri çıkmadı. Müthiş bir adam­dı. Arap halkı radyo başında onu dinleyip kendinden geçiyordu. Altı günlük İsrail Savaşı’yla Nasır’ın simleri döküldü, gözden düştü ve sonra öldü.Nasır’ın gümbür gümbür ateşli konuşmalar yaptığı bu günlerde Araplar Türkiye’yi çok seviyordu, hatta Baas, bizim Kemalizm’e tıpkı benziyor, taklitti. Zaten Baas’ın ileri gelenleri Osmanlı okullarında okumuş, çoğu Konyalı, İzmirli, Urfalı, Osmanlı’nın aydınlarıydı. Bizle­re, kardeşlikleri ve hayranlıkları hiçbir zaman bitip tü­kenmedi.Ve her defasında bizimle, ölçülü, mesafeli, saygıyla konuşmaya çalıştılar. Ancak, 1950’den başlayarak, Türkiye Devleti’nin önce İsrail’e sonra İngilizlere taraf olmasına dayanamadılar, ipler, biz İsrail’le yakınlaştık­ça, İngilizleri destekledikçe koptu. Mısır’ın milli davasıkanal savaşında İngilizleri tutunca bizler, tarihsel bü­yüklüğümüz bir günde yok oldu. Araplar Türklere düş­man olmamak için çok çaba sarf etti, mesela tüm Arapların milli ve ortak davası Filistin’e güç vermemizi istediler… Mesela kanaldan hiçbir İsrail gemisi geçe­mez, hiçbir Arap toprağına İsrailli ayak basamaz. An­cak, bizler Ortadoğu’da siyasetimizi İsrail’le kurmaya çalıştık. Ve İsrail’in Ortadoğu topraklarında cirit attığı, alışverişe girip allem kullem ettiği tek Müslüman devlet olduk.Türk yazarlarının en büyük cahilliği, Arapların hem İngiliz hem Amerika nefretlerini derinliği bilmiyorlardı, ciddiye almayıp, Arapları küçümsemeye çalıştılar. Bi­zim Amerika yörüngesine girdiğimiz yakın tarihte Arap­lar Amerikalılara karsı varolma-yok olma savaşına girdi. Araplar tarih sahnesinde henüz ‘otuz yıl’ bağımsız ka­lamadılar, bugün yarısı işgal edildi, diğer yarısı Ameri­ka’nın uydusu.Bunun sebebi trajiktir; Araplar, özgürlük sarhoşlu­ğuna alışamadılar. Asırlar sonra ilk defa bağımsız dev­let kurmanın sarhoşluğundan kurtulamadılar, hem do­ğu blokuna, hem batıya, yani emperyalistlere külliyen meydan okuyup, naralar attılar. Boylarından çok büyük nutuklarının kurbanı oldular. Meydan okumalarla ba­ğımsızlıklarını yaşatacaklarına inandılar. Yüzyılların ezikliğiyle, bağımsızlığı, İngiltere ve Amerika’ya karşı topyekün bir savaş sandılar, İngilizleri hızla toprakların­dan defeden Arapları, çok geçmeden Amerika kıskaca aldı ve şimdi boğup, öldürmektedir. Nasır’a, ‘Ameri­ka’dan gıda yardımı alıyorsunuz’ diyorlardı o günlerde. Nasır bu laflan asla kaldıracak adam değildi: ‘Gerekirse aç kalırız, gerekirse halkımız et yemez, gerekirse tek öğün yemek yeriz, bağımsızlığımızı kimseye, asla çiğ­netmeyiz!’…Arapların bir hayat üslubu seçtikleri büyük Ameri­kan nefretlerine bir küçük misal vereyim. Dünya vahşet tarihinin hiç kabul edilmez en zalim katliamlarından bi­ri Esad tarafından Hama’da, diğeri Saddam tarafından Halepçe’de yapıldı, gaz bombalarıyla kasabalar yok edildi. Birinde Kürtler, diğerinde İslamcı grup Müslüman kardeşler tarihten kazındı, iki katliamında baş sebep, bir tarafta Kürtlerin Amerika politikası, diğer tarafta islamcıların Amerika’yla işbirliği yapıyorsun suçlamalarıdır. Hafız Esad, henüz geç bir subay­ken, 1964’lü yıllarda Amerikan işbirlikçisi , gördüğü Müslüman kardeşlerin ayaklanmasını affetmemiş. katliamından tam otuz yıl önce, hepsini bir gün geberteceğinin yeminini radyo başında alenen yapmıştır!Araplar, milliyetçilik manyağı olmuştu, tüm Arapları birlik içinde, tek devlette toplayacaklar, büyük, birleşik Arap cumhuriyetini kuracaklardı, üç-dört yıl kurdular, Mısır-Suriye yan yana geldi, sonra bu deneyi Irak-Suriye yaptı, sonra iç karışıklık, darbelerle çözüldüler. Arapları bizi tanıtacak en büyük siyasi girişim, Arapların dünya siyaset sahnesindeki en büyük başarısı ‘tarafsızlar’ blokuna Baas partilerinin tam tekmil katıl­masıdır. Tarafsızların büyük bir lideri Tito, Nehru ise di­ğer büyük lideri Cemal Nasır’dı. Tarafsızlar bloku, dün­yayı kıskaca almış, Varşova paktı ve Amerika ve Nato’ya karşı, meydan okuyordu. Bugün dahi insanlığın tek kurtuluşu olan şu madde, tarafsızlar blokunun üçüncü maddesiydi: ‘Elinde nükleer bomba bulundu­ran ülkelerle ilişkiye girilmeyecek, antlaşma yapılmaya­cak, elinde nükleer bomba bulunduran ülkelerin malla­rı alınmayacak!’.Biz ise o yıllarda, elinde nükleer bomba bulunduran­ların kucağındaydık. Bugün, tüm dünyamız büyük bir insanlık çığlığı arıyor. Bu çığlık, bloksuzların o günkü bu maddesinde yazılı, hepimiz, dünyamız için insanlık için harekete geçeceksek, ve insanlığın tek bir şansı kalmışsa, o da, doğuda ve batıda hepimiz nükleer silah barındıranlara karşı tek cephe olmalıyız…Tarafsızlar bloku, insanlığın ruhu ve vicdanıydı, bun­ları bu kadar çabuk unutmak, ahlaksızlıktır, özgürlüğün peşinden koşanlarla, köpekliğin, uyduluğun, köleliğin peşinden koşan halkların tarihlerini iyi öğrenmemiz ge­rekir!Amerika, kısa zamanda, 70’lerin başında, Arapları içerden vurmanın yolunu fundamentalist İslami grup­larla bulmuştu, ya da petrol şeyhlerini Baas’a karşı kış­kırtarak.Bugün Araplar, çözülmeye, heyecanlarını yitirmeye başlamışsa, bunun sebebi, dünya devi İngiliz, İsrail, Amerika’yı karşılarına almalarıdır. Sonunda Baas’ı, Arap Birliği’ni çökerten İslami gruplar da ters tepmiş, 1980li yıllardan itibaren bu gruplar Amerika’yı vurma­ya başlamıştır. Yani, Arap çöllerinde her kum tanesi Amerikan nefreti taşır. Amerikan düşmanlığı Arapların kültürel ölçüsünü, temkinini, özenini kaybettirmiş, gö­zünü döndürmüş, birer vahşi terörist görüntüsüne sok­muştur. Araplar, yani Müslümanlar bu kadar ‘sert’ bir millet değildi, önce İngiliz, sonra İsrail sonra Amerika’nın cehennem politikaları onları birer şizofren man­yağa çevirdi.Arap milliyetçiliği, bağımsızlık ve onurun anlamını,, bugün dahi İngiliz ve Amerikalılardan, İsrail’den kurtul­mak olduğu düşüncesiyle anlar. Nasır’dan sonra Enver Sedat’a Amerika’nın barış ödülü vermesinin sebebi, ni­hayet bir Arap’ın Amerikalılarla masaya oturmuş olma­sıdır. Bu olay, son elli yılın hâlâ en büyük siyasi olayı ve Arap coğrafyasının yırtılmasıdır. Arap dünyası Enver Sedat’ı aradan geçen 25 yıla rağmen hâlâ affetmiş de­ğildir, zaten, bir İslamcı terörist tarafından bu yüzden öldürülmüştür. Ve Arap dünyasının büyük birleştirici abisi Mısır gözden düşünce, ortalıkta hokkabazca dö­nen, Kaddafi, Saddam gibi adamların eline kalmıştır, büyük Arap davası!Kendi topraklarındaki amansız, emperyalizm savaşı bir yana, Arap gençleri Afganistan’a koşup, Rusya’ya karşı Afganistan bağımsızlık savaşını verdiler. Arapların varolma-yok olma savaşı verirken şehirleri, idareleri, kasabaları katliam, vahşet yerlerine döndü, birbirlerini öldürdüler, birbirlerini suçladılar. Kan gövdeyi götürdü­ğü bu elli yıl içinde, Türkiye ne yaptı, Araplar karşısın­da, İngiliz ve Amerika ve Nato, ve İsrail siyaseti izledi. Başka bir dünyanın menfaatlerine doğru uçtu…Arapların birlik ve milliyetçi neşeleri bugün heyecanını kaybetmiştir, ancak Irak topraklarından direnişçi­ler Amerika’yı kazıdıklarında, o eski sağlıklı, kanlı, can­lı Arap neşesi, bağımsızlık keyfi yeniden yerine gele­cektir. Belki hayaldir, ama herkesin bilmesi gereken şu­dur, ama beş yıl, ama on yıl, Araplar, Amerika’yı bir gün mutlaka kovacaktır, çünkü başka türlü yaşamaları mümkün değildir. Ve unutmayın, günümüzün Arap mu­cizesi, muazzam bir direniş muazzam bir fedakarlıkla yaşayan Arap gençleridir!İsrail saldırılarıyla Filistinliler tarih sahnesinde yalnız kalıyor, Arap topraklarının işgali karşısında, Avrupa, in­sanlık, susuyor, işgalci güçlerin tanklarını susarak sey­rediyoruz. Petrolü çalınan, talan edilen, tecavüz edilen Araplar karşısında, hiçbirimiz insanlığın vicdanından konuşmuyoruz!Türkiye’yi bir uçuruma düşürecek dü­şünce de budur, NATO’ya, AB’ye girmesi, ABD çıkarlarını ilerletmesi, ülkemizin, insanlık vicdanından konuşmasını zora sokmakta. Ama artık, Ortadoğu topraklarında kurnazca, hileyle atılacak bir adım kalma­dı, Amerikalılar bütün siyasi puştlukları de­nediler. Türkiye’nin atacağı yanlış bir adım, bizi Araplar karşısında birkaç dolar için devleti­ni, onurunu, şerefini, askerini, tarihini satmış köleler gibi yapacaktır.Bugünlerde hepimiz, bizi, Arapların düşmanı haline kimler ve neler getirdiğini yeniden düşünmek zorunda. Bakın doğu topraklarına dönük, CENTO’muz vardı, Türkiye-İran-Pakistan. 60’lı yıllarda CENTO sayesinde Trabzon ve Mersin limanına büyük vinçler gelip geniş­letilmiş, halen ülkemiz dünyaya bu limanlarla açılıyor, İran’a demir yolu döşenmiş ve üstüne CENTO sayesin­de 60’lı, 70’ii yıllarda komşularımızla tek bir sorun ya­şamadık! Şimdiyse, Gümrük Birliği antlaşması yüzün­den, bu ülkelere, Avrupa’dan izinsiz mal satamıyor, on­lardan, Avrupa’dan izinsiz mal alamıyoruz…Nato, Varşova Paktının Avrupa kıtasına yönelmiş binlerce tümenine karşı Avrupa kıtasını korumak için kuruldu. Bizler tam elli yıl NATO’nun bekçiliğini yaptık. Bunun maliyeti olarak silahlara milyarca dolar, darbeler, kardeş kanı. Avrupa’nın Allah’ı olsa hiç değilse bu ülke bizim için silahlara milyarlar ödedi ve bugünkü ekono­mik çıkmazının bir sebebi de budur, der. Avrupa’nın Al­lah’ı olsa, eski dostumuz, der. Avrupa’nın Allah’ı olsa elli yıl sarıldığı dostunu, Sovyetler çöker çökmez sü­mük gibi kapıya fırlatıp, yedi kat yalnızlığa fırlatmaz. Avrupa’nın Allah’ı yoktur ve şimdi bizi eşit bir üye de­ğil, boynumuza bir demir halkayı antlaşmalarla bağla­mak istiyor. Eğer Avrupalıların Allah’ı olsaydı, AB’ye imza attığımız kırk yıl öncesinden beri, bu birliğin kuru­luş planları aşamasında birliğin içinde olurduk. Kırk yıl­dır, planlanıyor birlik, siyasi, sosyal, iktisadi, sınırlar, nüfus, parası planlanırken Türkiye hesaba katılırdı. Pro­jeler bitti, inşaat tamamlandı, şimdi de Türkiye’nin yük­leyeceği sosyal ve siyasi yükleri tartışıyorlar. Bu yük, bugünün sorunu değil ki başımıza kakıyorlar. Bu yük, kırk yıl öncesinden beri gelen bir maliyet! Şimdi, bina­yı bitirmişler, alırız da, almayız da, sonra gelin de… Tür­kiye’nin AB’ye sığmayacağı elli yıldır bilinen bir gerçek, AB’nin uzmanları, bilim adamları elli yıldır bu gerçeği bi­liyor. Oyalamalarının sebebi, bizim NATO’da köpeklik yapıyor oluşumuz.işte Türkiye’de yüzünü Avrupa’ya içtenlikle dönmüş aydınlar arasında kafa karışıklığı ve gittikçe büyüyen Avrupa nefreti burada başlıyor. Avrupa Birliği’nin hak­sızca hukuk dinlemeden, attığı imzalan hiç dikkate al­madan Türkiye’yi kullanıp bir çöp gibi sokağa atması­nın sebebi olarak Türkiye’de yeni bir milliyetçilik rüzgarı esmeye başlamıştır. Oysa Türkiye, NATO’dan kalan alacaklarını kuruşu kuruşuna ödetene kadar, AB’nin ya­kasını asla bırakmamalı, onların istediği her antlaşma­yı yerine getirip, getirdikçe AB’yi köşeye sıkıştırarak el­li yılın intikamını almalı.Kardeşlerim, Türkiye’nin NATO’da köpek gibi kullanılıp sümük gibi fırlatılıp atılması, en batıcı Türk ay­dınlarının dahi kafasını karmakarışık yapmıştır. Ülke­mizde yeni estirilen milliyetçilik rüzgarları tanıdık değil­dir, bu rüzgarlar, ne Namık Kemallerin, ne Mustafa Ke­mallerin ne de bizim şaşkın MHP’lilerin milliyetçiliğe benzememekte. Ne de kaba, gerici, ilkel, sebeplerle doğal olarak oluşmuş bir milliyetçilik türü değildir. Ak­sine, dikkat edin, çok okumuş, onlarca yıl batıya yönel­miş, batılı değerleri benimsemiş aydınlar arasında bu yeni Avrupa düşmanlığı patlak vermiştir.Avrupa’nın bu kalleşliği batıda okumuş aydınlarımı­zı kışkırtmıştır, ilginç ve çağ dışı bir bağımsızdık rüz­garları estirmesine sebep olmuştur. Türkiye bu yeni tür Avrupa düşmanlığını yavaş yavaş içselleştirerek bir di­namit haline gelmekte. Ülkemiz, milliyetçi ve taşkın profesörlerle dolup taşmakta, ekranlarımız, akıl hastası Avrupa düşmanlarıyla boğulmuş durumda. Bu yeni tür düşmanlığın sahiplerine bakın! Yüzyıldır batı esaslarıy­la batılı okullarda batılı terbiyeyle batılı sanatlarla batılı bilimle büyüyen insanlardır. Bu insanların sonradan görmüş ‘milliyetçilikleri de’ çok daha körleşmiş, bir akıl hastalığı türüne dönmüştür. Her şeyden pirelenen, her şeyi batının ajanı savan, Avrupa’nın bizi sömürgeleştirip feshedeceğine inanan, batıdan gelen tüm kitap ve metinleri ‘ajan’ ve ‘komplo’ gibi okuyan yeni bir mil­liyetçilik türü!Yani, aklıselim yine kaybedildi, yani uğraşıp duralım artık binlerce profesör manyağıyla… Bu terbiye edilme­miş, yatıştırılması imkansız milliyetçilik, ekranlarda kan çıbanı gibi patlayan çılgın bir düşünce dünyasını da Türkiye’ye yavaş yavaş öğretiyor!Yani, eskiden bu toprakların gençleri azgın milliyet­çi olurdu, şimdi yer değiştirildi, şimdi, aydınları ve pro­fesörleri vahşi milliyetçileri oluyor!Batıda doğup batıda ölseler dahi, doğu kökenli ay­dınların zihnini yönlendiren batı kültürüyle doğulu ay­dınlar bir türlü duygudaşlık kuramıyor. Duygudaşlık ku­rulmayan bir kültürü tasvip etmeleri mümkün değil. Tam tersine, öğrendiği ve yetiştiği batı biliminin bilim ve hukuk kılığında, doğulu halklara baskı uyguladığına inanıyor.Beyni, batılı hukuk, demokrasi, siyaset gibi batılı de­ğerlerle ortak bir söylemi paylaşsa dahi, asla içselleştiremiyor. Yani, hepimiz yüreği başka, beyni başka adamlar olduk. Mesela, doğulu aydınlar batının bilimin­den vazgeçmeseler de, batının sanatsal başarılarını çoktan küçümseyip hiç ciddiye almamaya başladılar. Şimdi, bu kafa karışıklığıyla tamamen başka bir kültü­rün içine girebilmek mümkün mü? Çözülmesi imkan­sız bu sorunlar basit değil, şimdi yüzlerce profesörü­müz batılı gibi düşünmeyi ‘bozulma’ kabul ediyor, bu kadar büyük bir tuhaflığı bu ülke kaldırabilir mi?Bizi batıya satan aydınlarımız*. Doğallığını kaybet­memek için direnen halkımızdı. Şimdi aydınlarımız, tür­külerimizi, sanat müziğimizi, tarihi eserlerimizi, Yunus’u, Mevlana’yı, doğuyu merak ediyor, ‘dur’ diyor. Halkımız ise bugün batı özentisinin en aşağılık örnekle­riyle çorbaya dönmüş Aşmalı Konak gibi dizileri izliyor. Bunları sonra tartışırız…Bir halkımız daha var, halkımızdan içeri. Ülkemiz, dünyanın en büyük en zengin ekonomisine dahi sahip olsa, asla tatmin olmayacak, Bosna, Afganistan, Çeçenistan ve Irak’ta yaşadığı vicdan sızısını gidermeden rahat etmeyecek, bir halk.Irak ve Bosna işgaline sessiz kalan Avrupa karşısın­da, halkımız ve aydınlarımız, bir ‘insanlık’ sesi arıyor, kendi kültürlerinin içinden bir adalet duygusu, bir iyilik fikri devşirmek istiyor.Karşılıksız iyilik, iyilik, mal gibi, borsa gibi, dolar gi­bi yükselen ya da Avrupa’nın yasaları gibi dünya alem görsün diyen hukuki metinler değil, hiçbir tanımı ve ta­rifi ve kuralı olmayan bir iyilik.iyilik, hızla yayılır, iyilik, her insanın, her devletin in­sanlığın yasaması için olmazsa olmaz en temel duygumuzdur. insanlığın en büyük değeri. Bir küçük iyilik, dünyanın neresinde olursa olsun fırtınalar yaratır, çok çabuk çoğalır, etkileri asırlar sürer.Şimdi, kapısı sabah vakti Amerikan askerlerince kı­rılıp parçalanan, annesi babası don gömlek yataktan fırlatılıp duvara dizilen dört yaşındaki Iraklı çocuklar, bizlerden bir ‘iyilik’ beklemekte. Uçsuz bucaksız çöller­de kendi halinde yaşayan bir Iraklı çoban hepimizden Allah rızası için ‘adalet’ beklemekte.Bizi, aydınlarımızı, halkımızı, insanlığı yüceltecek olan değer, iyilik’tir. Rusya, ABD ve Avrupa kültürünün karşısında bizi yüceltecek ve elimize insanlık meşalesi-ni verecek olan duygu, Allah rızası için kardeşlerimize iyilik’tir. Küçük bir iyilik, devletlerin tüm maddi yasala­rından ve zenginliklerinden ve kudretinden daha büyük anlamlar taşır! İnsanoğlu’nun kaybolmuş ruhu, ezilmiş vicdanı ve hâlâ insanoğlunun evrendeki en büyük mu­cizesi, yardımlaşma, el sıkışma, paylaşma, bir küçük yardım paketi gönderme, komşusunu düşünüp, üzülmesidir!Petrol ve madenlerimizi ve inançlarımızı bilmeksizin yağmalayanlar karşısında insanoğlunun acısını din­dirmenin tek yolu, iyilik’tir. Hem kendimiz hem halkımız hem devletimiz hem insanlık, zalimlerin işgal ettiği bu dünyada ancak iyilikler yaparak, varolabilir.Topraklarını, çoluk çocuklarını, inançlarını, sokakla­rını, dünyanın en manyak en delirmiş silahlarına karşı savunan insanların yanında ‘iyiliklerimizle’ durabilmeli-yiz. Milli menfaatler, devlet çıkartan ve politikalar dü­şünmeden yapabileceğimiz iyilikler tüm insanlığın özle­diği ve aradığı ‘insanlık çığlığıdır’.Ortadoğu toprakları kan ağlıyor. Şarkı söyleyen bir Arap çocuğunu en son ne zaman gördünüz? Yoksul, mazlum, silahsız insanlar, dünyanın en büyük şeytanları Amerika ve İsrail’e karşı ayakta durmaya çalışıyor. 15 yaşındaki evlatlarını intihar bombalarıyla havaya uçurmaktan başka şansları kalmamış.Isa, bugünlerde ne yapıyor? Hazret-i Musa’yla, Ku­düs’te, ölen, yağmalanan, talan edilen Müslüman ço­cukların ardından kahkahalarla mı gülüyor?Batı, kültürümüzü ve insanlarımızı neden yağmala­yıp, tarihten silmeye çalışıyor. Batı, kültürümüzü işe yarar, verimli bulmadı mı?Ama, karanlığımızı çok işlevsel buldu. Öyle verimli karanlığımız var ki, sürekli aydınlatmaya geliyorlar. Ne komik, batının dört yüzyıllık aydınlatma düşüncesi bizi kendi petrolümüzle aydınlatmaya geliyor.Batı, inançlarımızın ve tarihimizin eski olduğunu, bu kadar eskimiş şeyin asla modern olmayacağını, bu ka­dar eskimiş kültürün ancak zalim diktatörler yetiştire­ceğini iddia ediyor, işte bu yüzden, onurumuzu ve inançlarımızı bombalarıyla örseleyerek, artık bu hırpa­lanmış tarihten ve inançlardan kurtulup atmamızı bek­liyorlar. ABD askerlerinin sırt çantalarında getirdikleri, ‘hukuk ve özgürlükleri’ bayramlar yaparak kullanmamı­zı istiyorlar.Bağdat müzesini yağma etmelerinin sebebi, bizim kültürel zengin geçmişimizdi. Ancak, karşılığı dolar olarak belirtilmemiş eserlerdi. Batı, karşılığı dolar ola­rak yazılmamış hiçbir şeyden hoşlanmaz, bu yüzden yağmaladılar, şimdi bu değerli eserler el altı serbest pi­yasada dolar karşılıklarıyla değerlendirildi ve artık bu eserler de batının envanter zenginliklerine girdi.işgal güçlerine zorluk çıkarttığı için Iraklılara tazmi­nat davası açacak kadar delirmiş, akıl hastası batı me­deniyeti!Artık, gasp edilmiş bir şirketin malı Irak, iki ortağı yarın birbirine girer. ABD, İngilizlere, ‘üç milyar ver, sa­na bırakıp çekileyim’ demeye başlar. Ya da ikisi de ar­tık çamura saplanmış bu ihaleyi Japonlara satabilir.Şu anda, Avrupa ve Amerika’nın üniversitelerindeki bilim adamları bu kadar sessiz kalacak hangi yoğun ça­lışmalar içindeler.insanlık sorunu kalmadığına göre, ahlak bittiğine göre artık yapacakları, ‘kesin bilimdir’. Bilim tarihi de hep bu kesin bilimi arayıp durmadı mı? Çocukları öldü­rüp, ülkeleri yağmalatıp sarsılmayan tek insan türünü onlar bu kesin bilimle icat etmediler mi?Irak’ın ne kadar barbar, geri, zalim, İslam’ın ne ka­dar vahşi bir din olduğunu dünya ekranlarından reklam etmek için Irak’ı atom bombalarıyla yağma ettiler. Bu sefer bilimsel inceleme için değil, askeri bir inceleme için geldiler. Bu ülkeyi işgal ve halkını topyekün öldür­mek, batı kayıtlarına ye idrakine, tamamen profesyonel bir çalışma olarak girdi. Bu profesyonellere yardımcı olmak hiçbir ülke ve modern insan için utanç verici de­ğil, artık.Ama bilmedikleri bir şey var! Güneşin neden bu ka­dar parlak olduğunu hâlâ bilemiyor bilim adamları! Rüzgarın meteorolojinin konusu olduğunu sanıyor bu adamlar, rüzgarın Tanrı’nın soluğu nefesi olduğunu unutmuş, bu adamlar!O kaskatı, sert, çelik silahlarıyla, hala iyilikten, ada­letten bahseden Allah’ın çocuklarını ve Allah’ı öldürme­ye yemin etmişler!Yer, gök, doğu, batı, uygarlıkları, bilim adamları… Görecekler, ilahiler mi deliyor bu gök kubbeleri, atom bombaları mı? Şimdi, hepimiz dua ediyoruz, karanlık ve kutsal yal­nızlıklarına gömülmüş Iraklı çocuklara!Ve hepimiz artık, Bağdat’ta bir Amerikalı asker daha öldürülünce, bir çentik daha atıyoruz

Nihat GENÇ

15
Ağu
07

Cezaevlerinde en az 4 bin çeteci var

Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal, çetelere karşı operasyonların aralıksız sürdüğünü belirterek, “Sokakta bir araya gelen üç beş kişi çete kurmuş” dedi
15 Ağustos 2007 08:16
Yazı boyutunu büyütmek için            
#haberImage { float: right; margin: 0 0 4px 8px; } #haberImage img { border: solid 1px #900; width: 272px; height: 204px; } #nealsak { border: solid 1px #990; width: 272px; height: 204px; background: url(http://image.haber7.com/ads/nealsak/market-bg.jpg) no-repeat; cursor: pointer; }

Cezaevlerinde en az 4 bin çeteci var

Evin Göktaş‘ın haberi

Polisin çetelere karşı başlattığı “Temiz Eller Operasyonu” devam ediyor. Türkiye’de son 2 yılda yapılan 324 operasyonda 4 bin 273 çete mensubu yakalandı. Operasyonlar sonucu dışarıda faaliyet gösteren ‘ünlü’ çete lideri hemen hemen kalmadı

Polisin çetelere karşı başlattığı “Temiz Eller Operasyonu” devam ediyor. Çetelere en büyük darbe AK Parti Hükümeti döneminde vuruldu. Son 2 yıl içinde Türkiye genelinde yapılan 324 operasyonda toplam 4 bin 273 kişi çete mensubu olmak suçlamasıyla yakalandı. Sadece İstanbul’da 27, Ankara’da 17 ayrı çete operasyonu gerçekleştirildi. Bu operasyonlarda 578 kişi yakalanarak adalete teslim edildi. Önümüzdeki günlerde başta İstanbul olmak üzere bir çok ilde eş zamanlı bir çete operasyonun daha gerçekleştirileceği öğrenildi. Şu ana kadar yapılan operasyonlar sonucu dışarıda faaliyet gösteren önemli bir organize suç örgütünün hemen hemen kalmadığı belirlendi.

‘BABALAR’ CEZAEVİNDE

Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal, Yeni Şafak’a yaptığı açılamada çetelere karşı operasyonlara aralıksız devam edileceğini belirterek, “Sokakta bir araya gelen üç beş kişi çete kurmuş” dedi.

Bu arada, “Alaattin Çakıcı, Ergin kardeşler, Kürşat Yılmaz, Sedat Peker, Hasan Heybetli, Sedat Şahin, Melih Turgut, Yaşar Öz, Kasım Gençyılmaz, Kasım Zengin” gibi yer altı dünyasının ünlü isimleri şimdi cezaevinde gün sayıyor.

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, halen içeride çete suçundan yatanların hükümlü ve tutuklu sayısında son bir yıl içinde yüzde yüz artış oldu. Bu sayının 31 Temmuz 2007 itibariyle 3 bin 933’e ulaştığı bildirildi. Çetelere karşı yürütülen mücadelede ortaya çıkan rakamlar ürkütücü nitelikte. Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı’nın koordinesinde sadece geçen yıl 53 ayrı ilde çetelere karşı yapılan 229 operasyonda 3 bin 43 kişi yakalandı. 2007 yılında da 36 ilde 95 ayrı çete çökertildi. Şu ana kadar yakalananların sayısı ise 1230. Sadece bir buçuk yılda çete suçlaması ile yakalananların sayısı 4 bin 273 kişi.

Cezaevlerinde 4 bin çeteci var

Adalet Bakanlığı’nın verilere göre, tutuklu ve hükümlü çete mensuplarının sayısında son bir yıl içinde patlama yaşandı. Halen cezaevlerinde toplam 3 bin 933 çete elemanı gün sayıyor. Çete suçlarının sayısında ilk kez bu yıl yüzde 100’e yakın bir artış yaşandı. Bu sayı 2004’te 1396, 2005’te 1358 iken 2006’de 2 bin 634’e çıktı. Bu yılın ilk 7 ayında tutukluların sayısında büyük bir patlama yaşanarak 3 bin 933’e yükseldi.

İsim geleneğini Tantan başlattı

Çete operasyonlarının her birine farklı bir isim veriliyor. Bu gelenek, eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan döneminden beri devam ediyor. İllere göre dağılım yapıldığında İstanbul’un ilk sırada geldiği ve daha sonra Ankara, İzmir, Bursa ve Adana’nın bu sıralamayı izlediği dikkat çekti. Buna göre son 2 yıl içinde İstanbul’da 27 ayrı çete operasyonu yapıldı ve “Rulet, Ayışığı, Şah, Piyon, Mat, Kule ve” isimli operasyonlarda 323 kişi silahları ile birlikte yakalanıp adalete teslim edildi. Ankara’da gerçekleştirilen “Maske, Tuzak Halka, Dere, Hijyen, Küre, Atabeyler, Maske-2, Kaldırım ve Girdap” isimli operasyonlarda 255 kişi yakalanarak mahkemeye sevkedildi.

(Yeni Şafak)

14
Ağu
07

Hürriyet’in haberine vekillerin isyanı

small font medium font large font

Hürriyet
Eşleri başörtülü olan milletvekillerinin isim listesini manşette yayınlayarak yeni bir skandala imza atan Hürriyet gazetesi

Yayın Tarihi:14/08/2007-11:20
Toplam 434 kez okundu.
Bugün 434 kez okundu.
0 yorum var.

Haberi YazdırHaberi Tavsiye Et

Eşleri başörtülü olan milletvekillerinin isim listesini manşette yayınlayarak yeni bir skandala imza atan Hürriyet gazetesi, milletvekillerini adeta isyan ettirdi. Vekillerin tepkisi sertti.  Başörtüsü üzerinden Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmasını engellemeye çalışan çevreler bu defa da eşleri başörtülü olan milletvekillerinin isim listesini yayınlayarak yeni bir skandala imza atmıştı. Hürriyet’e tepki gösteren milletvekilleri, “bu yapılan densizlik, hem de bölücülüktür” dediler. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığını engellemek için her yolu mübah sayan kartel, gelişmelerin istedikleri istikamette olmamasından olsa gerek iyice zıvanadan çıktı. Çankaya’ya eşi başörtülü bir cumhurbaşkanı çıkacak olmasını içini sindiremeyen kartelin amiral gemisi Hürriyet’in, eşleri başörtülü olan vekilleri fişlemesi ve bunu suçmuş gibi lanse etmesi tepkilere neden oldu. 28 Şubat’ın hazırlayıcılarından olan ve fişlemeleriyle ünlü olan Batı Çalışma Grubu’nun (BÇG) faaliyetlerini hatırlatan bu skandala imza atan Hürriyet gazetesine milletvekillerinden tepki geldi.

BÖLÜCÜLÜK YAPIYORLAR

AK Parti Genel Başkan Yrd. Hayati Yazıcı olayı “densizlik ve bölücülük” olarak değerlendirdi. Yazıcı “Eşlerimizin başörtülü olması kimseyi ilgilendirmez, bunlar kasıtlı olarak yapılan girişimlerdir” dedi. Bazı çevrelerin gerginlik peşinde olduğunu belirten Yazıcı, bu tür beklentisi olanların başarıya ulaşamayacaklarını söyledi. AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil de din ve inanç özgürlüğünü tartışmaya açmanın sağlıklı sonuçlar doğurmayacağını vurguladı. “Toplumun böyle bir korkusu ve kaygısı yok” diyen Pakdil, “Farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul etmeliyiz” dedi.

TÜRKİYE BUNLARI AŞMALI

Muş’tan bağımsız olarak milletvekili seçildikten sonra Demokrat Toplum Partisi’ne katılan Sırrı Sakık da Türkiye’nin korkularından sıyrılması gerektiğini belirtti. “Kimse, bir başkasının özel hayatına girme hakkını kendisinde görmemelidir” diyen Sakık, “Türkiye bunları aşmalıdır” dedi.

YAPILAN EDEPSİZLİK

Sivas Milletvekili ve Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu da bu tür maksatlı haberlerin amacını kışkırtıcılık olarak niteledi. “Eşimin başörtülü olması ne bir imtiyazdır ne de dışlanma sebebidir” diyen Yazıcıoğlu, “Bunu gündeme taşımanın hadsizlik ve edepsizlik olduğunu” söyledi.

KARTEL NE DERSE DESİN!

Eşi başörtülü olduğu gerekçesiyle ismi Hürriyet’in listesine alınan AK Parti Burdur Milletvekili Bayram Özçelik, haberin, 28 Şubat sürecinde deşifre edilen illegal BÇG kafasının ürünü olduğunu söyledi. Bu tür fişleme türünden haberlerle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı başörtüsü düşmanlığı alevlendirilerek baskı oluşturulmak istendiğini söyleyen Özçelik, “Büyük medya ne derse desin, vatandaş cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül’ü görmek istiyor. AK Parti yönetimi de cumhurbaşkanı adaylığı konusunda Hürriyet’e değil, halkın sesine kulak verecektir” dedi.

İNKÂR ETSELER DE DERTLERİ BAŞÖRTÜSÜ

Özçelik, Gül’ün cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkanların, eşinin başörtüsü dışında bir mazeret ileri süremediklerine dikkat çekerek, “Temsil noktasında Abdullah Gül, başbakanlık yapmış, dışişleri bakanlığı yapmış, dil bilen, yurtdışında ikili ilişkileri fevkalade iyi ve halkın sevdiği bir siyaset adamı. Diyebiliyorlarsa, ‘Gül’ün ikili ilişkileri şöyle kötü, şu ülkede Türkiye’nin itibarını şöyle zedeledi’ gibi gerekçeler ileri sürsünler. ‘Yok, konu başörtüsü değil’ deseler de açık bir şekilde görülüyor ki dertleri başörtüsüyle. Bir zamanların Marksistleri, komünistleri şimdi tek tüfek Atatürkçü kesildi, ‘laiklik elden gidiyor’ diye millet iradesiyle harp ediyor” diye konuştu.

HÜRRİYET HABERCİLİK YAPMIYOR

Hürriyet’in, ‘eşi başörtülü vekil’ listesinde adı geçen MHP Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul, Hürriyet’in haberini ciddiyetsiz bulduğunu dile getirirken, MHP Kütahya Milletvekili Âlim Işık da, “Eşim 30 yıldır başını örtüyor. İnancı gereği başını örtmesi en temel hakkıdır. Haber değeri olmayan meselenin manşete taşınmasının bir anlamı ve değeri yoktur. Bu habercilik değil” şeklinde tepki gösterdi.

GAZETECİLİK DEĞİL AJANLIK YAPIYORLAR

DTP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ise, Hürriyet’in haberini başörtülü ve başörtüsüzler arasında ayrımcılık olduğunu dile getirerek, haberi provokatif bir tavır olarak niteledi. Binici şöyle konuştu: “Utanmasalar neredeyse evimize girecekler. Benim eşimin başörtüsünü haber konusu yapmaya kimin ne hakkı var. Bu yapılan gazetecilik değil, ahlaksızlıktır. Bana sorup eşimin başının kapalı olduğunu öğrenmediklerine göre ajan gibi çalışıp fişleme yapıyorlar, utanç verici bir durum.”

YILDIRIM: LİSTE UTANÇ VERİCİ

Listede eşi çarşaflı gösterilen AK Parti Sakarya milletvekili Recep Yıldırım, haberi görünce çok büyük bir üzüntü duyduğunu ve bu tavrı utanç verici olarak değerlendirdiğini belirtti. Bu haberle ayrımcılık yapıldığını ifade eden Yıldırım, “Bu çağda, demokrasi için mücadele verildiği bu ortamda, bütün insan hak ve hürriyetlerine aykırı olarak ele alınmış bu haber sebebiyle çok büyük bir üzüntü içerisindeyim. Bizim ve eşlerimizin birer suçlu gibi liste yayınlanması çok acı ve utanç verici bir olaydır. Böyle bir habere hiç gerek yoktu. Bir kez daha demokrasi ile yönetilen bir ülke olarak dünyayı kendimize güldürmeyi başardık” dedi. Artık milletin inancı ve kişisel tercihi olan konulardan herkesin elini çekmesi gerektiğini ifade eden Yıldırım, bu haberin cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yayınlanmasının da manidar olduğunu vurguladı. Eşinin örtüsüne saygı duyduğunu ifade eden Yıldırım, hukukçularla görüşerek, ayrımcılık yapan bu habere dava açabileceklerini kaydetti.

‘Eşimize değil, işimize baksınlar’

Meclis Başkanlığı seçim sürecinden bu yana sürekli olarak “eşinin başı açık olmasıyla” öne çıkartılan yeni Başkan Köksal Toptan da bu duruma adeta isyan etti. “Ben Meclis Başkanlığı görevinin gereklerine ne kadar uygunum?.. Daha önceki görevlerimde nasıl bir performans sergilemişim, bu performansım görevimi hakkıyla yerine getireceğim konusunda neler vaat ediyor? Birikimlerim, azmim, çabam bunlar bir kenara bırakılır da salt eşim üzerinden bir tartışma yürütülürse gerçekten üzülürüm. Ve üzülüyorum. Simgelerle değil, icraatlarımızla değerlendirelim. Başarı, liyakat öne alınsın. Eşlerin kılık kıyafetleri ile bizim göstereceğimiz performansın alâkası ne?..”
Toptan, Abdullah Gül’ün adaylığı ile ilgili olarak şunları söyledi: “Ben, artık Meclis Başkanı’yım. Konumum itibarı ile adaylığı sözkonusu olanlardan herhangi biri hakkında değerlendirmede bulunmam elbette doğru olmaz. Ancak, şu kadarını söyleyebilirim ki, Sayın Gül’ün liyakatının, devlet adamlığının değil de, eşinin kılık kıyafetinin öne çıkartılması son derece yanlıştır. Türkiye bu tartışmaları aşmalıdır. Ancak maalesef birileri sürekli olarak farklı kıyafet tercihlerine sahip eşlerin durumlarını öne çıkartıyor. Bu durum da bizi elbette çok üzüyor.”
Toptan, “Siz eşinizin başının açık olmasıyla, Sayın Gül de kapalı olmasıyla gündeme taşınıyorsunuz. Asimetrik olarak aynı mağduriyeti yaşıyorsunuz, katılır mısınız?” şeklindeki soruya şu karşılığı verdi: “Maalesef, böyle bir durum var. Ülkemde, bu tür ideolojik ve verimsiz yaklaşımlar yerine, her makam için liyakata, ideolojik birikime bakılsa. Kişilerin bütün birikimleri arka plana itilmese… Maalesef, ‘Eşi başı açık olduğu için Meclis Başkanı oldu’ denince… Üzülüyoruz.”
 

14
Ağu
07

Küçük Amerika’da makarna dağıtım sistemi

Seçim sonuçlarını açıklayan çeşitli görüşler var. Bunlardan en yaygını, AKP’nin özellikle yoksul yurttaşlara küçük çıkarlar sağlayarak oy topladığı yönündedir. Bu açıklamaya göre, şu anda Küçük Amerika sistemi makarna ve kömür paketleri üzerinde durmaktadır.
Kuşkusuz her sistem, öncelikle bir yaptırım gücüyle, silahlı kuvvetle ayakta durur. Ancak bu yetmez, en zalim rejimler bile, toplumun rızası olmadan varlıklarını uzun süre devam ettiremezler. Bizim rıza dediğimize, Batılılar consensus diyorlar; uzlaşma veya oydaşma da denebilir. Halkı ne kadar ezerse ezsin, her sistem, toplumun karnını az çok doyurmak ve ülkede asayişi az çok sağlamak zorundadır. Seçimlerde oy toplamak için makarna ve kömür dağıtımı, bir bakıma her sistem için geçerli olan bir yaşam sırrını simgelemektedir.

BİR DE BÜYÜK MAKARNA PAKETLERİ VAR

AKP’nin tepesinde oturduğu Küçük Amerika sisteminin oy toplama mekanizmaları açıklanırken, hep küçük makarna paketlerine gönderme yapılmaktadır. Örneğin Cumhurbaşkanlığı da, Küçük Amerika sisteminin en yüksek makamı değil midir? Peki Cumhurbaşkanlığı her şeyin parayla ölçüldüğü ve parayla değişildiği bu serbest piyasa sisteminde kaç ton makarna eder?
Küçük Amerika sistemi, evet doğudur toplumun rızası açısından küçük makarna paketleri üzerinde durmaktadır. Ancak sistemin asıl yaşam sırrı, toplumu yöneten kendi örgütlenme sistemidir. Bu açıdan baktığınız zaman, Küçük Amerika’da bütün makamların ve konumların makarna paketleriyle ölçülecek bir değeri ve sorumluluğu bulunmaktadır.

 SİSTEMİN GÖREV VE SORUMLULUKLARI

Özellikle sorumluluğa dikkat çekmek istiyoruz. Daha somut açıklayalım. Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 3 Kasım 2002 seçiminden sonra, ABD’nin isteği doğrultusunda Tayyip Erdoğan’ı önce milletvekili, sonra başbakan yapmakta üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiştir. İkiz İhanet Yasaları’nı da uyarılara rağmen onaylamıştır. Tayyip Erdoğan, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin görevlisi olduğunu açıkladığı zaman, kılını kıpırdatmamıştır. Yine Cumhurbaşkanı, Tayyip Erdoğan, “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır’ı merkez yapacağız” diyerek, Türkiye’yi bölme görevini açıkladığı zaman, kendisini istifaya davet etmemiştir. Cumhuriyet mitingleri sırasında bu istifaya davet sorumluluğu bir kez daha önüne gelmiştir, fakat yerine getirmemiştir. Sayın Ahmet Necdet Sezer’in Atatürk Devrimi’ni savunma kararlılığı olsaydı, Tayyip Erdoğan’lar yıkılır giderdi. Ancak makarna paketlerini Atatürk devrimi dağıtmamaktadır. Sistem, Küçük Amerika sistemidir ve sorumluluklar da bu sistemde ABD’nin çıkarları ekseninde belirlenmektedir. Bütün bu olgular, Cumhurbaşkanlığına da bu Küçük Amerika sisteminde, büyük bir makarna paketi tahsis edildiğini kanıtlamaktadır. Cumhuriyetçi olmakla övünen yayın organlarımıza bakın, ilan sayfaları Fethullah Hoca’nın gazetelerinden farklı değildir. Avrupa Birliği’ne yemin billah bağlıdırlar ve Ortadoğu’da “Şeriatçılığa karşı ABD ile işbirliği” yapmaktan yanadırlar. Tayyip Erdoğan ile aynı sistemin içindedirler. Ve o sistem, CHP ve MHP’den PKK ve Barzanisine kadar hepsini kucaklamaktadır.
Sistem, Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığını sürdürmeye karar vermişse, sistemin tepeden aşağıya kadar bütün sorumluları görevlerini yerine getirmektedir. Bakın şimdi AKP’si, CHP’si, MHP’si; hepsi nasıl tek bir parti gibi oldular. Amentüleri ise, uzlaşma! Bu uzlaşmanın temeline bakınız, en büyüğünden başlayarak sistemin dağıttığı makarna paketlerini göreceksiniz.  

 SİSTEM KİME DAYANIYOR

İşte makarna dağıtım teorisinin yanlışını keşfetmiş bulunuyoruz. Bu teori, daha çok AKP karşıtı laik küçük burjuva çevrelerinden yayılmaktadır. En belirgin özelliği, sistemin küçük makarna paketleri üzerinde durduğunu varsaymasıdır. Bu teoriye göre, AKP iktidarı en sonunda yoksul insanların kandırılması sayesinde devam ediyor. Kuşkusuz o yoksulların AKP’ye boyun eğişleri var. Ancak AKP’nin tepesinde bulunduğu sistem, o yoksullardan önce Cumhurbaşkanına, devletin diğer güçlerine, CHP, MHP ve diğer sistem partilerine de dayanmaktadır. Sistem, büyük makarna paketlerinden küçük makarna paketlerine uzanan bir ast üst ilişkileri mekanizması kurmuştur ve o mekanizmanın da tepesinde, şu anda ABD ve BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan bulunmaktadır.

 ORDU SİSTEMİN NERESİNDE

Dikkat edilmiştir, hep Küçük Amerika sisteminden söz ettik; Türkiye adını bilerek kullanmadık. Çünkü sistem, artık bize Atatürk’ün bıraktığı Türkiye değildir. 1945 sonrasında adım adım kurulan Küçük Amerika, bütün kurum ve ilişkileriyle oluşmuştur.
Peki Ordu, bu sistemin neresindedir? Bu soru çok önemli, hatta en önemli. Çünkü Ordusu olmayan bir devlet, ordusu olmayan bir sistem olmaz. Soru şudur: Türk Silahlı Kuvvetleri, Küçük Amerika’nın ordusu mudur, yoksa Türkiye’nin ordusu mudur?
Kuşkusuz bu sorunun cevabını verecek olan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendisidir ve cevap tarihsel sürecin içinde yatmaktadır. Biz biliyoruz, Türk Silahlı Kuvvetleri, Küçük Amerika’nın ordusu olmayacaktır. Ordu, cephesini Türkiye’nin altına mayın döşetenlere karşı dönmüştür. Türk Ordusu, bugün ABD emperyalizmine şehit veren dünyanın birkaç ordusundan biridir. Aslında Türk Ordusu, bugün ABD emperyalizminin dolaylı ve kısmen doğrudan kuvvetlerine karşı küçük veya orta yoğunluklu bir silahlı çatışmanın içindedir. Bu gerçek ışığında, Tayyip Erdoğan’ın ordusu, doğrudan doğruya ABD silahlı kuvvetleridir.
Ancak süreç, bu kadar yalın değil. Arkamızda Atlantik döneminin büyük yıkımı var. Türk Ordusu da, bu yıkımdan nasibini almıştır ve sistemin güçleri tarafından hem içerden hem dışardan ve hem de Türk Ordusunun içinden kuşatılmış bulunmaktadır. O kadar ki, bir önceki Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ü hatırlayalım. Hiç üstüne vazife olmadığı halde, ABD’den gelen yönlendirmeyle 12 Kasım 2002 günü Tayyip Erdoğan’ı Genelkurmayda kabul etmiş, onun Siirt Milletvekili ve Başbakan olmasında sistemin verdiği sorumlulukları üstün bir gayretle yerine getirmiştir.
Yaşadığımız bütün olaylar, Türk Ordusu’nun ABD ile cephe cepheye geldikçe, arkada kalan Atlantik döneminin yüklerinden arındığını ve Atatürk Devrimi cephesinde daha kararlı ve tutarlı mevzilere girdiğini göstermektedir.

DEVLETSİZ VE VATANSIZ KALMAK YA DA ASİ OLMAK

Yalnız Ordunun değil, milletin bütün yurttaşlarının durduğu yer artık şurasıdır: Ya devletsiz ve vatansız kalacağız; ya da Küçük Amerika sistemine asî olacağız.
 Peki bu sistem, makarna ve kömür paketi dağıtarak varlığını sürdürebilir mi? İşte bu mümkün değil. Türkiye’yi makarna ve kömür dağıtarak bölemezler. Sistemle hesaplaşma, daha bugünden silahlı boyutlara ulaşmıştır. Türkiye’nin altında mayınlar patlamakta ve her gün şehit cenazeleri gelmektedir. Kentler susuzluktan kavrulmakta ve millet borç batağında çırpınmaktadır.
Cumhuriyet Mitingleri, milletin sisteme asî olma yönündeki ilk büyük eylemleriydi. Ahmet Necdet Sezer, Baykal ve sistemin diğer güçleri Tayyip Erdoğan’ı kurtardılar. Tarih böyle gelişir; kurtaramayacakları bir gün gelecektir. Çünkü sistem, bu millete, esaret, yoksulluk ve şerefsizlikten başka bir şey vaat etmiyor.
Asî olmak, hiçbir millet, hatta hiçbir insan için kolay değildir. Toplumlar, boğulma tehdidine asî olarak cevap verirler. İşte sistemin, kendisini kurtaramayacağı nokta orasıdır. Ve Türkiye, hızla oraya gitmektedir.

NİÇİN GÜLÜYORUM

Osmanlı devletinin son yenilgisinden sonra İttihat Terakki yöneticisi yurtseverleri İstanbul’da Bekirağa Bölüğü’nde hapse atmışlar. Herkes büyük acılar içinde, fakat Ziya Gökalp koğuşun bir köşesinde gülümseyen bir çehreyle oturuyor. En sonunda koğuştakiler kızgınlıklarını bastıramıyorlar, Ziya Gökalp’e, “Devlet batıyor, millet sefalet içinde, ailelerimiz perişan, sen burada gülerek oturuyorsun” diyorlar. Ziya Gökalp’in cevabı, tarihin cevabıdır:
“Siz, batan devlete ağlıyorsunuz, ben doğacak devlete gülüyorum.”
Aynı cevap, bugün fazlasıyla geçerlidir.
Türkiye, toplumu ve devletiyle, Türk Devrimi temelinde yeniden örgütlenecektir.

14
Ağu
07

Dünya medyasında Gül yorumu

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, tekrar Cumhurbaşkanı adayı olması, yurt dışında da geniş yankı buldu. Dünyanın önde gelen basın kuruluşları, Gül’ün bundan önceki adaylığında yaşananları hatırlatarak, Türkiye’de yeni bir krizin yaşanabileceği değerlendirmesinde bulundu.

-BBC: “GÜL YENİDEN ADAY OLDU”-

İngiliz yayın kuruluşu BBC, AKP’nin Cumhurbaşkanı adayı oyarak tekrar Gül’ü gösterdiğini belirtti. Haberde, Gül’ün daha önce seçilememesi nedeniyle erken seçime gidildiği ve seçim sonuçlarında AKP’nin ciddi bir çoğunluk elde etti kaydedildi. Haberde Gül’ün üçüncü turda seçilebileceği vurgulandı.

-FT: “KRİZ OLASILIĞI VAR”-

Financial Times gazetesi, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün tekrar Cumhurbaşkanı adayı olması nedeniyle Hükümet ile laik ve askeri elitler arasında yeni bir krizin yaşanabileceği değerlendirmesinde bulundu. Gül’ün daha önce Nisan ayında aynı görev için aday olduğu hatırlatılan haberde, o dönemde Türkiye’nin en ciddi siyasi krizlerinden birini yaşadığı yorumu yapıldı. Haberde, Abdullah Gül’ün AKP içinde oldukça popüler isimlerden biri olduğu ifade edildi.

-TIMES: “GÜL’ÜN SEÇİLMESİ KESİN GİBİ”-

Times gazetesi, Dışişleri Bakanı Gül’ün, AKP tarafından üç ay sonra yeniden Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterildiğine dikkat çektiği haberinde, Gül’ün bu kez seçilmesinin kesin gibi olduğu değerlendirmesinde bulundu. Gül’ün İngiltere’de eğitim aldığı vurgulanan haberde, Gül’ün daha önce aday gösterilmesinin ardından Ordu’dan tehditler geldiği, binlerce kişinin de sokaklarda protesto gösterileri yaptığı vurgulandı. gazete ayrıca AKP’nin Gül’ü tekrar aday göstermesinin orduya açık bir mesaj olarak değerlendirildiğini yazdı.

-NYT: “CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ YENİDEN ÇATIŞMA BAŞLATACAK”-

New York Times gazetesi ise Abdullah Gül’ün yeniden aday gösterilmesini “parti ve onun dindar takipçilerini Türkiye’nin laik kesimi ile bir koalisyon noktasına taşıdı” şeklinde değerlendirdi. Haberde, “Bu ay mecliste gerçekleştirilecek olan ve bir kaç turu bulması beklenen oylama ile yapılacak seçim, ülkenin gidişatını, İslami orta sınıfın 1923’ten beri Türk devletini kontrol eden laik kesimin karşısına çıkmak sureti ile değiştireceğe benziyor” değerlendirmesi yapıldı.
Öte yandan ABD’de yayın yapan CNN ve ABC gibi televizyon kanallarından yayınlanan haberlerde de Gül’ün yeniden aday gösterilmesinin bir gerginliğe neden olma ihtimali bulunduğu kaydedildi.

14
Ağu
07

Adaylığa ilk tepki CHP kanadından

AKP’nin Abdullah Gül’ün ikinci kez cumhurbaşkanı adayı olarak desteklemesine ilk tepki CHP’li Ali Toğuz’dan geldi.

Ali Topuz, Çzankaya sürecinde gerginlik çıkacağını söyledi ve başbakan Erdoğan için “yazıklar olsun” ifadesini kullandı.

CNN TÜRK televizyonuna konuşan CHP Genel Başkan Yardımcısı Ali Topuz, “Başbakan sözüne güvenilmeyen bir devlet başkanı olarak tarihe geçecektir. Artık çıkacak krizlerin, gerginliklerin sorumlusu Erdoğan ve AKP olacaktır. Kendilerini izleyeceğiz. Demek ki meclis başkanlığı sırasında edilen sözler aldatmacaymış, yazıklar olsun onlara” dedi

14
Ağu
07

5 bin MİT ajanı deşifre oldu!

Alternatifbank’ın Yunanlı Alpha Bank’a satışını engelleyen ‘casusluk skandalı’ Aksiyon dergisinde yer alan bir haberle yeni bir boyut kazandı.

Derginin haberine göre 2001 yılında kamu bankalarının yazılım ihtiyacını karşılamak için kurulan Finansal Teknoloji Hizmetleri AŞ (Fintek) şirketi üzerinden çok gizli bir casusluk faaliyeti gerçekleştirildi.

Ziraat ve Halk Bankasında saklanan tüm verileri özel bir yazılımla ele geçiren ABD Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) ve İsrail Gizli Servisi (MOSSAD) bu operasyonla maaşını kamu bankalarından alan 5 bin MİT mensubunun da gerçek kimliklerini tespit etti.

Şirketin örtülü bir operasyonda kullanıldığını doğrulayan bir istihbarat yetkilisi çok operasyonun amacını şu sözlerle özetledi: “Birincisi bankacılık sisteminin omurgasını oluşturan kamu bankalarının yapısı hakkında bilgi edindiler. İkincisi maaşını bu bankalar eliyle alan kamu görevlileri özellikle de istihbaratçıları tespit ettiler. Üçüncüsü ise Türk ekonomisinin kırılganlıkları hakkında bilgi edinip, yeni operasyonlar için zemin oluşturdular.”

Uzmanlar yabancı gizli servislerin benzer bir yolla Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’na ait gizli bilgileri de ele geçirdiklerini hatırlatıyor. Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) tarafından hazırlanan ‘Promis’ isimli özel bir yazılım programını satın alan bu iki kurum, programdaki açıkları fark etmemiş ve üye ülkelerin bankacılık sırlarının CIA ve Mossad’ın eline geçmesine neden olmuştu. Skandalın bağımsız gazeteciler tarafından ortaya çıkartılmasının ardından IMF ve Dünya Bankası yetkilileri programı kullandıklarını kabul etmiş ve kamuoyundan özür dilemişti.

Derginin haberine göre Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan değişime ayak uyduran istihbarat örgütleri 1992 yılından itibaren ” ekonomik casusluk” faaliyetlerine büyük önem vermeye başladı. Eskinin hızlı silah çeken ve araba kullanan, o davetten bu resepsiyona koşan diplomat kisveli James Bond tipi casuslar dönemini kapatıp, işadamı görünümlü casusları çalıştırmaya başlayan gizli servislerin bir numaralı hedefi ise finansal kuruluşlar yani banka ve sigorta şirketleri oldu.

Bu tarihten itibaren ekonomik nitelikli operasyonların gizli servislerin başlıca uğraş alanı haline geldiğini kaydeden istihbarat yetkilileri Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT)’in Alpha Bank’ın satışında oynadığı rolün ülke güvenliği açısından büyük önem taşıdığına dikkat çekiyor.

MUHABERET’IN OPERASYONU EMNİYET’E TAKILMIŞ!

Yine Aksiyon’un ilk kez gündeme getirdiği bir diğer bankacılık operasyonunun perde arkasında ise Saddam Hüseyin’in gizli servisi El Muhaberat yer alıyor. Kemal Derinkök’ün sahibi olduğu İşçi Kredi Bankası’nın Irak Gizli Servisi El Muhaberat tarafından satın alınması Emniyet İstihbaratı tarafından engellenir. 10 şubesi ve 150 çalışanıyla küçük ölçekli bir banka olan İşçi Kredi Bankası’nın kasasında ise topu topu 15 milyon dolar bulunmasına karşın neden Irak gizli servisinin hedefi olduğu bugün dahi esrarını koruyor.

11
Ağu
07

ABD dergisinden darbelere övgü!

Hasan Esen bildiriyor – Irak’ta başarının sağlanması için “Türkiye modeli” benimsenmesi istendi. ABD’de yayınlanan “American Thinker” dergisi, Irak için askerin seçimsel demokrasinin koruyucusu olduğu, Atatürk’ün Türkiye modelini örnek gösterirken ABD ordusunun uzun zamandır darbe yapmak için Iraklı askeri yetkilileri seçmekte olduğunu iddia etti.
“American Thinker” dergisi yazarlarından James Lewis, ‘Irak’ta Türk Çözümü Mü?’ başlıklı makalesinde, Irak’ta çözüm için Türkiye’yi adres gösterdi.
Bir çok Müslüman ülkenin seçimsel demokrasiyi sürdüremediği, bunun tarihsel bir sorun olduğu ve ABD Başkanı George W. Bush’un 11 Eylül’den sonra Ortadoğu’da daha fazla demokrasi için bastırdığı kaydedilen makalede, Filistin’de Hamas’ın kazandığı, Mısır’da ise Müslüman Kardeşler’in son seçime katıldığı, Irak’ın da başarılı bir biçimde üç kez 3 açık seçimde oy kullandığı vurgulandı.

-ALTERNATİF: TÜRK ÇÖZÜMÜ-

Buna karşı “siyasi uzlaşma” alışkanlığının yavaş yerleştiğine dikkat çeken makalede, “Irak’ta muhteşem demokrasi için alternatif bir plan var. O da, başka ülkelerde olumlu sonuçlar veren, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923’teki agresif reformları ile başlayan Türk çözümü. Bu da, ordunun seçilmiş hükümetlerin garantörü haline gelmesidir” denildi.
Türkiye’de askerin, seçilmiş hükümetlerin koruyucusu haline geldiği belirtilen makalede Türkiye’nin, modernizmden gericiliğe kadar uzanan bir yelpazedeki siyasi ve dinsel grupları bünyesinde barındırdığı belirtilirken 50 partiden bir kısmının katıldığı son seçimde sadece 3 partinin yüzde 10 seçim barajını geçtiği ve İslamcı AKP’nin zafer elde ettiğinin altı çizildi.
Kazanan partinin tüm parlamenter sistemi ele aldığı, bunun da İslamcılar’ın tüm bakanlar kurulunu kontrol edeceği anlamına geldiği vurgulanan makalede, Türk Ordusu’nun Batı standartlarına göre olmadığını ancak Ortadoğu için çok iyi olduğu kaydedildi.
Ordu’nun siyasi sistemin yürümediği zaman ülkenin yönetimini ele aldığını, ardından da kışlasına geri döndüğü belirtilen yazıda, “Soru, Amerikalılar tarafından yeniden yapılandırılan yeni Irak Ordusu’nun yeni Irak’ta modernist ve birleştirici bir güç olup olamayacağıdır. Bu belki kabul edilir tek çözüm olabilir. Zira şimdiye kadar Iraklı siyasetçiler parlamenter sistemlerini çalıştıramadılar” denildi.

-LAİK IRAK’IN ATATÜRK VERSİYONU-

Bunun, Bush yönetimi için çok hassas bir konu olduğu ifade edilen makalede, Irak’taki güvenlik sorunlarının yanı sıra İran’ın yönetime nüfuz etme isteğine değinilerek, “İşte bu yüzden soru, Irak ordusunun Türkiye ve Pakistan’da olduğu gibi seçim demokrasisinin koruyucusu olup olamayacağıdır. Alternatif İran’ın kuklası olan ya da Saddam’ın yeni Şii versiyonu haline gelebilecek ilkel diktatör Mukteda el Sadr gibilerinin yükselmesidir. Irak laik bir geleneğe sahip. Bunu son haftalardaki uluslararası futbol zaferi gösterdi. Saddam bile komşusu İslami diktatör Humeyni’den daha çok Hitler ya da Stalin gibiydi. Laik Irak’ın Atatürk versiyonu, dinsel gruplar, aşiret şeyhleri modernistler için tek çıkış yolu olabilir” ifadelerine yer verildi.

-DARBE HAZIRLIĞI İDDİASI –

Amerika’nın Irak ordusunu eğittiği anlatılan yazıda, “Anahtar soru, Irak askeri yetkililerinin modern ve demokrasi yanlısı bir hale gelip gelemeyeceğidir” ifadesi kullanıldı. Makalede şu değerlendirmesini yapıldı:
“ABD Iraklı askeri yetkililerini yıllardır analiz etmekte ve seçmekte. Biz, bu rolü oynamaları için Asya ve Güney Amerika’daki üçüncü dünya ordularına şekil verme konusunda soğuk savaş süresince büyük bir sicile sahibiz. Ve biz nasıl yapacağımızı biliyoruz. Irak Ordusu, gelecek 10 yıllarda modernleşmenin merkezi olabilir.”
“American Thinker” deki makaleye son verilirken Irak’ın Özgür Dünya için kritik bir test olduğu savunularak “Türk çözümü katliamların yaşanmadığı ve yeni bir Saddam Hüseyinsiz Irak’ı dengede tutmak için en iyi çözüm olabilir” görüşü vurgulandı

07
Ağu
07

‘Türkiye Musul-Basra’yı almalı’

Almanya, İran ve PKK, Türkiye ve Arap devletlerine karşı Orta Doğu güç yarışında.

Bu saldırgan politikanın esasıysa, Irak’a, Türkiye’ye ve Suriye’ye karşı, Kuzey Irak’ta bulunan ve bugün fiilen ABD’nin himayesinde olan PKK üslerinden PKK’yı bir şahmerdan olarak kullanmaktır. Irak, Türkiye ve Suriye parçalandıktan sonra da Orta Doğu’da, Almanya-İran ekseni desteğinde yeni bir süper güç olarak bir PKK Kürdistanı ortaya çıkacaktır. Ağustos, Orta Doğu’da barış veya savaş için kritik bir ay.

The Conservative Voice’dan Scott Sullivan yazdı

ABD, Washington: Erdoğan, Türk ordusunun güçlü muhalefetine rağmen, tüm Türk kadınlarının başörtüsü takmasını; Almanya, İran ve PKK yandaşı olan Kürt devlet başkanı Mesut Barzani ile dost Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü yine Türkiye’nin cumhurbaşkanlığına aday göstermek istiyor.

Bu durumda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türk ordusu ile Türk milliyetçilerinden gelen desteği muhafaza etmek için ne yapabilir? Bunlar, Almanya, İran ve Kürtlerin, Irak, Türkiye ve Suriye’den başlayarak Arap devletlerini parçalama planlarından korkuyorlar. Yanıtı basit. Başbakan Erdoğan, ABD’ye danıştıktan sonra Türk barış gücü askerlerini ABD güçlerine destek için Musul’a göndereceğini açıklamalıdır. Türkiye, ABD ve İngiltere’den, Musul ile Basra güvence altına alınırken asker azaltımına gitmekten şimdilik vazgeçmelerini talep etmelidir. Bir başka seçenekse, Türkiye’nin Suriye ve Arap devletlerinden Irak’taki Türk barış gücüne katkıda bulunmalarını istemesidir. Böylece Türkiye PKK’yı, Musul dışında kalması, İran’ı da Basra dışında kalması için uyarmış olacaktır. Bir cesur adımla Türkiye Irak’ın toprak bütünlüğünü güvenceye alabilecektir. Böylelikle PKK, Kuzey Irak’tan bir Kürdistan yaratma planlarından cayacak, İran da Irak’ın güneyinde bir Şiistan yaratma planlarından… Üstelik Irak’ın kuzeydeki sınırlar da güvence altına alındığında Erdoğan, Türkiyeli Kürtlerle uzlaşmak için yeterince güçlü bir konuma erişmiş olacaktır. Bir Irak Kürdistanı’na katılacak ayrılıkçı bir Türkiye Kürdistanı seçeneği masadan büsbütün kalkacaktır. Gerçekten de Türk güçleri o zaman, kuzeyden güneyden saldırılarla PKK’yı kapana kıstırmış olacaktır.

Öte yandan Basra’ya barış gücü göndermekle Türkiye, İran’ı, ABD askerlerinin, Irak’ın tek büyük limanı Basra üzerinden çekilmesine karışmak gibi bir niyeti varsa da bundan caydıracaktır. Son olarak belirtelim; Musul ve Basra’yı güvence altına alma kararı ile Türkiye, ordusuyla PKK peşinde Kuzey Irak’a saldırmakla elde edeceğinden daha üstün bir konumda olacaktır. Zira bu tür askeri saldırılarla Türkiye’ye PKK sorununu kökten çözemez. Sözün kısası, Türk güçlerini Basra ve Musul’a konuşlandırarak Başbakan Erdoğan, PKK ve İran’ı birer tehdit olmaktan çıkarıp Türkiye Kürtlerine daha fazla esneklik göstermek konusunda pazarlık konumunu güçlendirecek, Türk ordusu ve milliyetçilerinden gelen desteği muhafaza edecek ve Basra’yı ABD askerlerinin çekilmesi için güvenli hale getirecektir. Neden harekete geçilmesin ki?

“Erdoğan, PKK’yı Nasıl Durdurabilir?”

Almanya, İran ve PKK -ABD politikasının da yardımıyla- Türkiye, Suriye ve Arap devletlerine karşı bir Orta Doğu güç yarışında. Bu saldırgan politikanın esasıysa, Irak’a, Türkiye’ye ve Suriye’ye karşı, Kuzey Irak’ta bulunan ve bugün fiilen ABD’nin himayesinde olan PKK üslerinden PKK’yı bir şahmerdan olarak kullanmaktır. Irak, Türkiye ve Suriye parçalandıktan sonra da Orta Doğu’da, Almanya-İran ekseni desteğinde yeni bir süper güç olarak bir PKK Kürdistanı ortaya çıkacaktır.

Ağustos, Orta Doğu’da barış veya savaş için kritik bir ay. Almanya, İran ve PKK bu ay İran ve Türkiye’ye son bir hamle yapmayı planlıyor. PKK, Kerkük’ü Irak’tan çalarak başlayacak bir yayılma kampanyasını belirgin biçimde hızlandıracak.

Orta Doğu hakettiği istikrar, barış ve refahın yerine PKK’nın cebri sınır düzenlemeleri, büyük oranda Arap nüfusu hedef alan geniş ölçekli bir etnik temizlik kampanyası ve artan dış müdahalelere gebe bir yola girecek.

Bereket versin Başbakan Erdoğan, son seçimleri PKK karşıtı açıklamalarından sonra artık bu Almanya-İran-PKK ekseninden savaşa iten hamleleri engellemek için güçlü bir halk desteğine sahip. Savaşa sürüklenmemek için yanıtlanması gereken büyük soru şudur: Dışişleri Bakanı Gül’ün Başbakan Erdoğan ve Türkiye için artı mı eksi mi olduğudur?

Başbakan Erdoğan şimdi Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı olarak Dışişleri Bakanı Gül’ü tekrar aday göstermek istiyor. Ne yazık ki Gül; çoğu kez, Avusturya’nın geçen hafta PKK için para toplayan Ali Rıza Antal’ı güvenliği için bir uçakla Kuzey Irak’a, yani Türk adaletinden uzakta bir yere gönderme kararını onaylayan Almanya; Türkiye ve Suriye’yi bölmek için PKK ile işbirliği yapan İran; hiçbir şekilde PKK’ya hayır demeyen ABD ve Kürt devlet başkanı ve PKK yandaşı Mesud Barzani gibi Türkiye düşmanlarının en iyi dostu görüntüsü veriyor. Bu noktada Dışişleri Bakanı Gül, Türk milliyetçilerinin desteğini kazanmak için ne yapabilir? Yine açık konuşmak gerekirse Türkiye’nin milliyetçileri Dışişleri Bakanı Gül’ün dışarıdaki dostlarının Türk devletini toptan parçalamak değilse de, Türkiye’yi ikinci sınıf bir güce dönüştürme planları olduğundan korkuyorlar. Dışişleri Bakanı Gül, şu üç öneriyle Türk milliyetçilerini yatıştıracak bir adım atabilir:

1) Bakan Gül, PKK finansörü Antal Türkiye’ye iade edilmedikçe Kuzey Irak’ın bir parya devlet olarak kabul edileceğini ve Barzani ile ilişkileri koparmayı öngören bir ortak politika üzerinde anlaşmak üzere Berlin, Tahran ve Washington’daki mevkidaşlarıyla temasa geçsin;

2) Bakan Gül, ABD’ye, PKK ve İran’ın saldırılarına karşı Irak’ın toprak bütünlüğünü güvence altına almak için derhal harekete geçmesi gerektiğini bildirsin. Gül, MideastWeek.com’da “ABD PKK’yı Caydırmalıdır” başlıklı yazıda, ABD’nin Irak’ı korumak için PKK’ya karşı atması önerilen adımların bir listesini bulacaktır.

3) Bakan Gül, ABD’ye, Türkiye’nin ABD güçlerini desteklemek için Musul’a, İngiliz güçlerini desteklemek için de Basra’ya barış gücü birliği göndereceğini bildirsin. Ayrıca Bakan Gül, Suriye’den ve Arap devletlerinden Musul ve Basra’daki Türk barış gücüne katkıda bulunmalarını isteyebilir. Bu yolla PKK’ya, Musul’dan, İran’a da Basra’dan çıkması için bir uyarıda bulunmuş olur. Üstelik Türkiye’nin güney sınırlarının güvenceye alınmasıyla Türkiye Başbakanı Erdoğan, Irak’ın toprak bütünlüğünü de korur. Musul’da Türk ve Arapların varlığı sayesinde Erdoğan Kürt bölgelerindeki ekonomik kalkınmayı destekleyebilir ve Kerkük’ün statüsü konusundaki referandumu da kabul edebilir (Bkz: Turkey plus Northern Iraq Equals to Golden Age/ Türkiye+Kuzey Irak = Altın Çağ, 3 Temmuz 2007).

Son olarak da Musul’da Türklerle Arapların varlığı Kürt devlet başkanı Barzani’yi PKK’yı kovmaya ikna edecektir. Bu olursa da ABD’nin Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yapacağı hava saldırıları gibi, herkes de kabul ediyor ki, bir uç seçeneğe gerek kalmayacaktır. Kısacası Musul’da Türklerle Arapların varlığı PKK’nın, savaşçı ve yayılmacı PKK süper devleti çatısında birleşecek Türkiye Kürdistanı seçeneğinin de sonu olacaktır. Orta Doğu güvenli sınırlara kavuşacaktır. Bir diğer deyişle Irak’ı korumak Türkiye’yi korumaktır, Türkiye’yi korumak Suriye’yi ve geri kalan Arap dünyasını korumaktır. Türklerin ve Arapların Musul’daki varlığı İran’ın Basra’yı ilhak planlarını da boşa çıkaracaktır. Dışişleri Bakanı Gül tüm bunlara katılıyor mu? Bakan Gül bunları yapabilir mi? (ABD’li bir muhalif oluşuma ait internet sitesi The Conservative Voice’un 26 Temmuz 2007 tarihli web sayfası)

dunyagundemi.com

07
Ağu
07

Almanya din devleti gibi!

Almanya’da tanınan yazar Zafer Şenocak, Türkiye’deki laik sistemle mukayese edildiğinde, “Almanya’nın neredeyse bir din devleti gibi göründüğünü” belirtti.

Şenocak, Frankfurter Rundschau gazetesi için “Türk Devrimi” başlığıyla yazdığı makalede, Türkiye’de din ve devlet işlerini birbirinden ayıran Atatürk’ün kurduğu laik sistemi överek, şu görüşlere yer verdi:

“Türk sistemiyle mukayese edildiği zaman, Almanya neredeyse bir din devleti. Kilise vergisi gibi bir şey Türkiye’de düşünülemez. Ayrıca Almanya’da devlet dinlere karşı tarafsız değil. Müslümanları, devlet tarafından yönetilen bir din işleri dairesi kontrol ediyor. Diğer dinlere de çok sayıda kısıtlama getiriliyor, misyonerlik zorlaşıyor, hatta imkansız hale geliyor. Bu sistemin reforma ihtiyacı var. Hatta şu sıralar, milliyetçi bir şekilde yönlendirilen İslamiyet’e karşı cephe olarak kullanılıyor.”

Birçok kişinin Türkiye’de “ılımlı bir İslam”ın varlığından söz ettiğine dikkati çeken Şenocak, demokrasiyle açık bir toplumu ve liberal düşüncelerle dini inançları birbiriyle bağdaştıran “modern bir İslam”dan söz edilmesinin daha doğru olacağını kaydetti.

Türkiye’de şeriat ve dini bir devlet isteyenlerin sayısının gittikçe azaldığını kaydeden Şenocak, “Türkiye’deki İslam, özellikle toplumda
gittikçe daha yoğun şekilde temsil edilen kadınlar sayesinde modernliğe ulaştı” görüşünü dile getirdi.

Şenocak, Türkiye’de insanların sadece büyük kentlerde değil, kırsal kesimde de tahmin edilenden çok daha hızlı bir şekilde geliştiğini belirterek, dünyada çok sayıda Müslüman teoloğun demokratik kurallarla dini kuralların birbirine uyumlu olup olmadığını tartıştığı bu dönemde, Türkiye’de bu uyumun çoktan hayata geçirildiğini kaydetti.

Avrupa’da çok sayıda insanın, Avrupa’nın temel kültürünün Hristiyan ve Yahudi inancına dayandığı düşüncesinde olduğunu hatırlatan Şenocak, orta çağda yaşayan Müslüman felsefecilerin düşüncelerini okuyan ve araştıran insanların, Avrupa kültürünün temelinde Müslüman inancının da yaygın olduğunu keşfedeceklerini belirtti.

Ankara’da 1961 yılında doğan Zafer Şenocak, 1970 yılında ailesiyle birlikte gittiği Münih kentinde Alman edebiyatı, felsefe ve siyaset bilimi üzerine eğitim görmüştü. Şenocak, 1990 yılından bu yana Berlin’de yaşıyor




İstatistikler

  • 2.406.134 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Mayıs 2024
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

En fazla oylananlar