Archive for the 'Arka Kapıdan Kaçanlar Partisi' Category

02
Tem
08

Laiklik Bir Yaşam Biçimi midir?

Yargıtay Başsavcısı Laiklik bir yaşam biçimidir diyor.

AKP, Hayır laiklik bir yaşam biçimi değildir diye itiraz ediyor.

Hüzün verici bir durum!

Hüzün verici bir durum, çünkü Türkiye’yi altı yıldır yönetenlerin dünya görüşü, felsefi yaklaşımı, siyaset anlayışı ve tabii bilgi düzeyi hakkında insanı umutsuzluğa sürüklüyor.

***

İnsanların yaşam biçimi, içinde yaşadıkları toplumsal yapı tarafından belirlenir.

Toplumsal yapıyı belirleyen ana öğe ise, üretim ilişkileridir.

Demek ki esas olarak yaşam biçimi, üretim ilişkileri tarafından belirlenir.

Örneğin köleci toplumda, insanların, işlerini sahip oldukları kölelere yaptırmaları doğaldır.

Örneğin feodal tarım toplumlarında, ağanın toprağa ve onun üstündeki bütün varlıklara sahip olması, köylülerin onun için üretim yapması doğaldır.

Örneğin kapitalist endüstriyel toplumlarda, işçilerin ücret karşılığında serbestçe çalışmaları ve kazandıkları parayı istedikleri gibi harcamaları esastır.

***

Hiçbir toplumda bütün bireyler homojen nitelik taşıyan tekdüze bir yaşam biçimini paylaşmaz.

Üretim ilişkilerinin belirlediği yaşam biçimi, sadece din, dil, ırk, milliyet, mezhep, yani manevi kültür bakımından çeşitlilikler göstermekle kalmaz, bireyin özgürlük alanlarında da farklılaşır.

Ama bütün bu çeşitlilikler ve farklılaşmalar, esas olarak üretim ilişkilerinin belirlediği toplumsal yapının egemen yaşam biçimini ortadan kaldırmaz.

***

Ayrıca, yaşam biçiminin temel belirleyicisi olan üretim ilişkileri dahi her toplumda tekdüze değildir:

Her toplumda egemen üretim ilişkisinin yanında, eski üretim ilişkilerinin kalıntıları ve gelecek üretim ilişkilerinin filizleri, yani farklı yaşam biçimleri vardır.

***

İşte bir yaşam biçimi olarak laiklik, kapitalist endüstriyel kent toplumlarının özelliklerinden biridir…

Aynen dinselliğin veya dinciliğin, feodal tarım toplumlarının bir yaşam biçimi özelliği olması gibi.

***

Her üretim biçimi kendi siyasal rejimini de yaratır.

Kapitalist endüstriyel üretim biçimi, zaman içinde laiklik, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti çizgisinde gelişmiştir.

***

Birey açısından, laik bir toplumdaki laiklik herkes için zorunlu bir yaşam biçimi midir?

Kuşkusuz hayır!

Aynen demokratik bir toplumda demokrasinin, bireylerin zorunlu yaşam biçimi olmaması gibi.

Doğal olarak, demokratik bir toplumda bireyler kendi özel yaşamlarında demokrat da olabilir, otoriter veya totaliter de…

Laik bir toplumda laik de olabilir, dinci veya ateist de…

Buradaki ince nokta, laikliğin de aynen demokrasi gibi, bireysel tutum ve davranışların dışında ve ötesinde toplumsal ve siyasal bir yaşam biçimi oluşturmasıdır.

Sorun kahvaltıda ne yendiği, ne tür müzik dinlendiği değil, insanların ortak etkileşim alanlarındaki (yani kamu alanındaki) egemen ilişkilerinin niteliğidir.

Hiç kuşkusuz, bu açıdan laiklik de, aynen demokrasi gibi, toplumsal ve siyasal bir yaşam biçimidir.

Tabii birey olarak demokrat olmayanlarla demokratik bir rejimi yürütmek ne denli güçse, laik olmayanlarla da laik bir rejimi sürdürmek o denli zordur.

03
May
08

TAYYİP ERDOĞAN “ERGENEKON”DAKİ ROLÜNÜ İTİRAF ETTİ

Tayyip Erdoğan, Ergenekon tertibindeki rolünü itiraf etti. Milliyet gazetesi yazarı Derya Sazak’ın bugünkü yazısında verdiği bilgiye göre Erdoğan, 1 Mayıs için kendisi ile görüşen sendika başkanlarına “Ergenekon’da bütün deliller Danıştay suikastine çıkıyor. Bilgileri gönderdik, ama nedense yargı bu bağlantıyı kurmaktan kaçındı” diye yakınmış. Erdoğan’ın 1 Mayıs kutlamalarına neden izin vermediği de ortaya çıktı. Erdoğan, Cumhuriyet mitinglerine benzer bir eylemin olabileceğinden korktu.

Tayyip Erdoğan, Danıştay saldırısı davası ile Ergenekon soruşturması arasında bağ kurmayan Ankara 11. Ağır ceza Mahkemesi’nin kararından rahatsız oldu.

Milliyet gazetesi yazarı Derya Sazak’ın bugünkü yazısında verdiği bilgiye göre Erdoğan, 1 Mayıs kutlamaları için kendisiyle görüşmeye gelen sendikacılara adeta dert yandı. Erdoğan, “Bütün bilgileri gönderdik, ama nedense yargı bu bağlantıyı kurmaktan kaçındı” diye konuştu.

Erdoğan’ın bu sözleri, Ergenekon tertibinin bizzat Tayyip Erdoğan tarafından yönetildiğini gözler önüne serdi. Erdoğan, 23 Ocak günü TESK’i ziyareti sonrası yaptığı açıklama da Ergenekon tertibinde yürütme ile yargının uyum içinde çalıştığını söylemişti. 

Derya Sazak’ın yazısında dikkat çeken bir başka yön de DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin AKP hakkındaki sözleri. AKP’ye destek veren Çelebi, “1 Mayıs’ta konuşsaydık, AKP’nin haklarını da biz savunacaktık. Partiler kapatılmasın, diyecektik” dedi.

Derya Sazak’ın yazısında önemli bir vurgu daha vardı. Tayyip Erdoğan 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına neden izin vermedi.? Derya Sazak şu sözlerle anlatıyor: “Cumhuriyet mitinglerine benzer bir organizasyon olma ihtimali, dolayısıyla sadece iktidarın suçlanacak olması”… 

Demek ki Tayyip Erdoğan, 1 Mayıs günü yüzbinlerce işçinin büyük bir protesto gösterisi yapacağını biliyordu. Eleştirilere tahammül edemeyen Tayyip Erdoğan bu mitingi ancak “provokasyon” olacak gerekçesiyle engelleyebilirdi.

Sendikaların taleplerine de işçiden ve eleştirilerden korktuğu için olumlu yanıt veremedi ve o korkuyla önüne gelene biber gazı sıktı.  

03
May
08

İP: “TAKSİM’E PROVOKASYON GRUPLARIYLA DEĞİL, TÜRK BAYRAĞI İLE ÇIKILIR”

Tayyip Erdoğan’ın “ayaklar başları yönetmeye kalkarsa kıyamet kopar” sözleri gerçek oldu. İstanbul bu yıl 1 Mayıs kutlamalarında Erdoğan’ın terörüne maruz kaldı. Yüzünü Taksim’e çeviren biber gazı yedi. Peki Taksim’e nasıl çıkılırdı? İşçi Partisi bugün bu soruya cevap verdi. Partinin Genel Başkan vekili Mehmet Bedri Gültekin, “Taksim’e PKK ve provokasyon grupları ile değil, Türk bayrağı ile çıkılır” dedi.

 

İşçi Partisi Genel Başkan vekili Mehmet Bedri Gültekin’in açıklamasının tam metni.

1 Mayıs 2008’in ardından çıkarmamız gereken sonuçlar şunlardır:
1. 1 Mayıs 2008’e Tayyip Erdoğan’ın, “Ayaklar başları yönetmeye kalkarsa felaket olur” sözleri ile ifade ettiği anlayış damgasını vurdu.

AKP iktidarı, 1 Mayıs Bayramı’nı kutlamak isteyen emekçilere görülmemiş bir terör uygulayarak, halk ve emekçi düşmanı yüzünü bir kez daha gösterdi.

Sosyal Güvenlik Yasası ile emekçilerin kazanımlarına saldıran, mezarda emekliliği getiren, sağlık hizmetlerini paralı yapan ve kıdem tazminatını ortadan kaldırmaya çalışan AKP, 1 Mayıs günü uyguladığı terör ile emekçilere yönelik ölçüsüz baskıyı devam ettireceğinin mesajını vermiştir.

AKP iktidarı, İstanbul’da uygulamaya koyduğu politika ile halk muhalefetine, bundan sonra uygulayacağı terörün pratiğini yapmıştır.

TAKSİME ÇIKMANIN YOLU
2. Türk iş ve diğer işçi sendikalarımızın çıkarması gereken ders ise şudur: Batı destekli bölücülük ve provokasyon grupları ile hiçbir hak mücadelesinin verilemeyeceği bir kez daha görülmüştür.

Sorun “Taksim’e çıkıp çıkmamak” değil, 1 Mayıs’a işçi sınıfının doğru program ve doğru hedefler temelinde yoğun katılımını sağlamaktır.

PKK ile kol kola girerek “Taksim’e” çıkamazsınız. Batı destekli bölücülük ile İşçi sınıfımızın hiçbir ortak yanı yoktur.

Ankara’daki ve Adana’daki 1 Mayıs kutlamalarının gösterdiği üzere, provokatif hareketleri ile polis saldırısına davetiye çıkaran grupçuklar ile de Emek Bayramı kutlanamaz.

Türkiye’nin yurtsever devrimci güçlerine karşı “Ergenekon Operasyonu” adı altında tertiplere girişen Fethullahçı Gladyo’nun psikolojik savaş yalanlarını tekrarlayan sol maskeli grupçuklar ile savunulabilecek bir işçi davası yoktur. Bunlar aslında Gladyonun hizmetindedir.

İşçi sendikaları; bölücülük ve provokasyon grupları ile aralarına bir sınır çekmedikleri müddetçe Taksim’e de çıkamazlar, hiçbir emekçi hakkını da savunamazlar.
“Taksime”, PKK ile kol kola girilerek çıkılmaz ama Türkiye’ye yönelik emperyalist saldırıya karşı direnişin sembolü olan Türk bayrağı ile çıkılır. Türk bayrağı altında verilecek mücadele, işçi sınıfını tüm milli güçlerle birleştirir, bölücüler ile provokatör grupçukları tecrit eder. Sınıfı başarıya ulaştıracak tek yol budur.

TÜRK-İŞ’İN TAVRI
3. 2008 1 Mayıs’ında ciddi bir önderlik zaafı yaşanmıştır. Türk-İş Genel Merkezi’ndeki bölünme, AKP’nin İşçi düşmanı tavrına cesaret vermiştir.

Türk-iş’in son gün saat 13.00 sıralarında açıkladığı karar;
– Birinci olarak İstanbul’daki kutlamalara katılımı engellemiştir.
– İkinci olarak AKP iktidarını, şiddet kullanma konusunda cesaretlendirmiştir.
– Üçüncü olarak son anda yapılan açıklama, alternatif kutlama yapma olanağını da ortadan kaldırmıştır.

Bu 1 Mayıs, İşçi Sınıfımızın Sosyal Güvenlik Yasası ile emekçi haklarına karşı gerçekleştirilen saldırıya tepkisini ortaya koyacağı bir gün olacaktı. Doğal olarak bu tepki, en fazla İstanbul’da gösterilecekti. Türk-iş Genel Merkezi son anda açıkladığı geri çekilme tavrı ile bu tepkinin ortaya konulmasını da engelledi.

İŞÇİ PARTİSİ 1 MAYIS’I BÜTÜN YURTTA KUTLADI
4. İşçi Partisi Emek Bayramı’nı Ankara’da Sakarya, İzmir’de Gündoğdu Meydanı’nda emekçilerle birlikte coşkuyla kutlamıştır. İşçi Partisi, ayrıca Anadolu’da 12 Merkezde emek örgütleri tarafından gerçekleştirilen kutlamalara da katılmıştır.

AKP İKTİDARI YIKILMAKTADIR
5. AKP iktidarının uyguladığı terör, yıkılırken çıkardığı gürültüden ibarettir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gayrımeşru ilan ettiği Parti, İşçilere uyguladığı şiddet ile gayrımeşru olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.
Ergenekon tertibi ile yurtseverliği terör kapsamına alan AKP, İşçi sınıfımıza ve sendikalarımıza karşı güvenlik güçlerini seferber ederek ve şiddet uygulatarak; terörle mücadeleden anladığının, halka terör uygulama olduğunu göstermiştir.
AKP iktidarı yıkılmaktadır. Sadece hakkında açılmış olan kapatma davasından dolayı değil, İşçilere ve halka uyguladığı terörden dolayı da yıkılacaktır.

30
Nis
08

AK Parti ön savunmasını sundu

Hakkında Anayasa Mahkemesi’ne kapatma davası açılan AK Parti ön savunmasını verdi. 3 klasör halindeki 126 sayfalık ön savunma mahkemeye sunuldu.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ile AK Parti Grup Başkan Vekilleri Sadullah Ergin ve Bekir Bozdağ, partinin 6 klasörden oluşan ön savunmasını saat 18.20 civarında Anayasa Mahkemesi’ne verdi.

AK Parti hakkında açılan kapatma davasında, Anayasa Mahkemesi, tensip tutanağı ile birlikte iddianameyi 2 Nisanda AK Parti’ye göndermişti. AK Parti’nin, tebliğden itibaren 1 ay içinde ön savunmasını vermesi gerekiyordu. Buna göre ön savunma süresi 2 Mayıs Cuma günü sona erecekti.

YALÇINKAYA SÖZLÜ AÇIKLAMA YAPACAK
Ön savunmanın verilmesinin ardından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, esas hakkındaki görüşünü bildirecek. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının esas hakkındaki görüşü AK Parti’ye gönderilecek, AK Parti de esas hakkındaki savunmasını yapacak.

Daha sonra belirlenecek bir tarihte Yalçınkaya sözlü açıklama, AK Parti yetkilileri de sözlü savunma yapacak. Bütün bu aşamalarda istenebilecek ek süre taleplerini de Anayasa Mahkemesi değerlendirecek.

Bu sürecin ardından, davaya ilişkin bilgi, belgeleri toplayacak raportör, esas hakkındaki raporunu hazırlayacak. Bu işlemler sürerken, gerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, gerekse davalı AK Parti ek delil veya yazılı ek savunma verebilecek.

Raporun, Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesine dağıtılmasının ardından, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç bir toplantı günü belirleyecek. Üyeler, belirlenen günde bir araya gelerek kapatma istemini esastan görüşmeye başlayacaklar.

KAPATMAYA 11 KİŞİLİK ÜYELER KARAR VERECEK
AK Parti hakkındaki kapatma davasını, 11 kişiden oluşan Anayasa Mahkemesi Heyeti karara bağlayacak. Asıl üyelerden herhangi birinin bulunmaması veya emekliye ayrılması halinde 4 yedek üyeden en kıdemlileri heyete katılacak.

Anayasa’ya göre bir siyasi partinin kapatılmasına karar verilebilmesi için nitelikli çoğunluğun oyu aranacak. Buna göre, kapatma kararı için Anayasa Mahkemesi’nin 11 asıl üyesinin en az 7’sinin oyu gerekecek.

Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 69. maddesine göre, ”temelli kapatma” yerine, dava konusu fiillerin ağırlığına göre ”Hazine yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakma” kararı da verebilecek.

FIRAT: SAVUNMANIN ÖZÜ HUKUKİ
Mahkemeye savunmayı sunduktan sonra gazetecilerin sorularını cevaplayan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, savunma için sürenin 2 Mayıs’ta sona erdiğini hatırlatarak, “Biz gerekli çalışmayı yaparak bugünden teslim ettik” dedi. Savunmanın özünün hukuki olduğunu söyleyen Fırat, “Hakkında yasaklama istenen kişilerle ilgili sabıka kaydı bizimle ilgili değildir. Cumhuriyet Savcılığı gerek görürse temin eder kayda kor. Biz bireysel savunma yapmaktan ziyade hukki savunma yapıldı.” diye konuştu

29
Nis
08

BAHÇELİ: AKP’NİN BİTİŞİ YAKIN YARGILANACAKLAR

 
 MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli grup toplantısında yaptığı konuşmada, AKP’nin iç ve dış politikalarını sert bir dille eleştirdi. Bahçeli, “AKP iktidarının bitişi yakındır, mutlaka yargı önünde hesap vereceklerdir” dedi. Bahçeli, Ermeni iddialarının önünü açanın da AKP olduğunu söyledi.MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, AKP’yi sert bir dille eleştirdi. Bahçeli, Atv- Sabah ihalesiyle AKP’nin mutlaka yargı önünde hesap vereceğini söyledi.

Gıda sektöründeki krizin boyutunun yüksek oldğunu ifade eden MHP lideri, fiyat artışları aniden ortaya çıkmadığını tarımda uygulanan yanlış politikaların Türkiye’yi krize sürüklediğini belirtti.

Devlet Bahçeli, 301. Madde yapılması planlanan değişikliğinde Halk oylamasına sunulmasını istedi. 

29
Nis
08

AKP İÇİNDEKİ ÇATLAK MİLLETVEKİLLERİNDEN PARTİ YÖNETİMİNE KADAR DERİNLEŞİYOR

 
 AKP’deki derin çatlak Ankara’nın ağırlıklı gündem maddesi haline geldi. Dün Fikret bila’ya adını gizleyerek açıklamalar yapan Cemil Çiçek’le Erdoğan’ın yollarının ayrıldığı konuşuluyor. Öte yandan AKP’nin kurucularından Abdüllatif Şener’in de çok sayıda AKP milletvekilini kopararak yeni parti kuracağı belirtiliyor.Parti içindeki görüş ayrılıkları nedeniyle, kapatma davasının ardından bir adım atamayan AKP, milletvekillerinden parti yönetimine kadar derin bir görüş ayrılığı yaşanıyor.

Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila’ya konuştuğu belirtilen Cemil Çiçek’in bu iddiaları yalanlamaması da AKP içindeki çatlağı bir kez daha gözler önüne serdi. “Bazı bakanların değişmesi ve laiklik konusunda halkın endişelerini giderecek adımların atılması gerektiğini” söyleyen Bakanın, Cemil Çiçek olduğu kaydedildi.

Cemil Çiçek’le Erdoğan’ın yollarını ayırdığı belirtiliyor. Bu AKP içinden şimdiye kadar çıkmış en dikkat çekici farklı ses olarak değerlendirildi. Önümüzdeki dönemde AKP’den çok sayıda milletvekilinin kopacağı da kaydediliyor.

AKP’li milletvekilleri çeşitli gruplar halinde Ankara’nın çeşitli yerlerinde toplantılar yapıyor ve ne yapacaklarını tartışıyor. Çok sayıda milletvekilinin Abdüllatif Şener’in kurmayı planladığı yeni partiye katılma eğiliminde olduğu ifade ediliyor.

Şener’den bağımsız olan grupların da olduğu belirtiliyor. Bu arada Abdullatif Şener’in de önümüzdeki döneme ilişkin ne yapacağı konusunda yarın bir açıklama yapması bekleniyor.

29
Nis
08

ZAMAN GAZETESİ AKP’Yİ KURTARMAK İÇİN ÇIRPINIYOR

 
 Fethullah Gülen’in yayın organı Zaman gazetesi, AKP’yi kapatma davasından kurtaracak formüller için çırpınıp duruyor. Zaman ilk olarak Fazilet Partisi kapatma davası sürürken gündeme gelen, ancak tepkiler nedeniyle yasalaşmayan Anayasa değişikliğini manşete taşıdı. Ardından Demokratikleşme paketi ve Bahçeli’nin açıklamalarına sarıldı. Son olarak, 30 sene önce Milli Selamet Partisi döneminde yapılan Anayasa değişikliğini AKP’yi kurtaracak çözüm gibi sundu.Fethullah Gülen’in yayın organı Zaman gazetesi, AKP’ye açılan kapatma davasının ardından ne yapacağını şaşırdı.

Zaman, AKP’yi kurtarmak için neredeyse her gün farklı bir formül ortaya atıyor. Zaman ilk olarak, 2000 yılında, Fazilet Partisi kapatma davası sürerken, DSP-MHP-ANAP hükümeti dönemindeki Anayasa değişikliğini gündeme getirdi. Zaman, MHP ve DSP de dava sürerken değişiklik yapmış başlığıyla duyurduğu haberde dava sürürken Anayasa değişikliği yapıldığını iddia etti. Oysa 2000 yılında gündeme gelen Anayasa değişikliği askıya alınmıştı.

1999 yılında Siyasi Partiler Yasası’nda yapılan değişiklik ise Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Baltayı taşa vuran Zaman, demokratikleşme paketine bel bağladı. CHP ve MHP’nin yanı sıra AKP içinde de destek bulmayan paket birkaç gün sonra gündemden düştü.

Zaman, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 23 Nisan resepsiyonunda yaptığı açıklamanın üzerine atladı. Zaman’a göre Ankara Bahçeli’nin formülünü konuşuyordu. Acaba Bahçeli, bir kez daha AKP’ye kurtarıcı rolüne soyunabilir miydi? Ancak bu da tutmadı.

Zaman son olarak 30 yıl öncesine gitti. O dönemde Milli Selamet Partisi döneminde yapılan Anayasa değişikliğini kurtarma formülü olarak ortaya attı. AKP’yi kapatmaktan kurtarmak için ne yapacağını şaşıran Zaman’ın MSP formülü de Tayyip Erdoğan’ın CHP Atatürk’ün resmini paradan çıkartmıştı açıklamasına bentildi. 

29
Nis
08

AKP’lilerden Kamer Genç’e linç girişimi

Önceki hafta hafta Meclis’in tansiyonu AKP’liler yüzünden epey yükseldi. Hemen her konuşmalarında “demokrasi”, “millet iradesi” gibi sözcükleri dillerinden düşürmeyen AKP’liler, Tunceli Bağımsız Milletvekili Kamer Genç’i dövmeye kalkıştı. Tayyip’in Katar ziyaretinden sonra bu ülke ile imzalanan anlaşmaların oylanması oturumunda söz alan Kamer Genç’in AKP hükümetini ve Tayyip’i eleştirmesi üzerine AKP Tokat Milletvekili Zeyid Aslan, Trabzon Milletvekili Mustafa Cumhur ve AKP Manisa Milletvekili İsmail Bilen, Kamer Genç’in üzerine yürüyerek onu dövmeye çalıştı. Girişim, CHP Giresun Milletvekili Eşref Karaibrahim ve MHP Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak tarafından engellendi. Oturumu yöneten TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu’nun oturuma ara vermesi nedeniyle CHP’li milletvekilleri tarafından kulise çıkarılan Kamer Genç’e yönelik saldırı girişimi burada da devam etti. Onlarca AKP’li tarafından saldırıya uğrayan Genç’i yine CHP’li milletvekilleri kurtardı. Bildiğiniz gibi Kamer Genç 22 Temmuz seçimlerinden sonra oluşan yeni mecliste tek başına etkili muhalefetiyle biliniyor.

Olaylardan sonra bir açıklama yapan Kamer Genç, bu tür olayların kendisini yıldıramaycağını, milletin meclisinde can güvenliğinin olmadığını, TBMM Başkanlığından koruma talep ettiğini ve can güvenliğinin sağlanamaması halinde genel kurul toplantılarına silahla geleceğini belirtti. Bu konuda bazı çevreleri esas şaşkınlığa düşüren ise Tayyip’in tavrı oldu. Konu ile ilgili açıklama yapan Tayyip, asıl provakatörün Genç’in kendisi olduğunu söyledi. Tayyip’ten de zaten kimse kendi milletvekillerini kınamasını beklemiyordu. Zaten AKP’nin bu konuda defteri epey kabarık. AKP Van Milletvekili Mustafa Bayram’ın karakol basmasını da, Isparta Tarım İl Müdürü’nün AKP’li milletvekilleri tarafından dövülmesini de, AKP Mardin eski milletvekili Selahattin Dağ’ın kendisine kimlik soran polis memurunu hastanelik ettiğini de kimse unutmadı.

Zaten Tayyip de izin verip arkasında durduktan sonra kim tutar bunları.

29
Nis
08

Sızlanma! Kasti faul yaparsan kırmızı kart görürsün

AB’ye “Maç başladıktan sonra kural değişmez” diyen Tayyip’e yanıt:
Sızlanma! Kasti faul yaparsan kırmızı kart görürsün

İzinli Kuran kursları sayısını dört yılda 4 bin 332’den 7 bin 367’ye, kurslardaki öğretici imam sayısını 6 binden 11 bin 682’ye ve öğrenci sayısını 128 binden 250 bine çıkaranların bir adım geri atması neyi çözer?

İzinli Kuran kursları sayısını dört yılda 4 bin 332’den 7 bin 367’ye, kurslardaki öğretici imam sayısını 6 binden 11 bin 682’ye ve öğrenci sayısını 128 binden 250 bine çıkaranların bir adım geri atması neyi çözer? Türban takanların oranı son 4 yılda yüzde 3.5’tan yüzde 16.2’ye, türban takan lise mezunlarının oranı yüzde 2.5’dan yüzde 17.2’ye ve türban takan üniversite mezunlarının oranı yüzde 2.6’dan yüzde 11.4’e yükselmiş ise bir adım geri gitmek neyi çözümler?

Parti kapatılması
milli iradeye aykırı değildir

İspanya’da BASK Komünist Partisi, Almanya’da Nasyonel Sosyalist Partisi ve Komünist Partisi, İtalya’da Faşist Parti’yle Avusturya’da ırkçı FPÖ kapatıldı. Almanya’da aşırı ırkçı Ulusal Demokrat Parti (NPD) kapatılıyor. ABD’nde komünist ve faşist parti kurmak yasak olmasına rağmen Başbakan RTE; “parti kapatma anlayışı milli iradeye karşı tavırdır” ve Anadolu Aslanları Derneği kongresinde ise; “darbe çığırtkanları var” diyebiliyor. Oysa darbecilerin hukuka saygısı ve inancı yoktur.

Franco, Hitler ve Mussolini gibi tek adam yani “yarı tanrı liderler” ancak faşist yönetimlerde olur.

Ayrıca Başbakan RTE geri adım atmıyor; “Geri adımın ne olduğunu anlayamadım. Böyle bir şey söz konusu değil.”, “Açıklamaların hedefi ne? İktidar nasıl adım atmalı?” “Anlatsınlar da öğrenelim.” ve “Ben bin düşünüp bir adım attım” diye beyanat veriyor.

Anayasa Mahkemeleri, ülkelerin kuruluş felsefelerinden ve anayasalarından yana taraftır ve bunun için kurulmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının devamı için Anayasa Mahkemeleri vardır ve istemeyenlere rağmen olacaktır.

Anayasamız gereğince yeni anayasa yapılması mümkün olmadığı, Anayasa’cılarca açıklanmasına rağmen kendilerine yakın isimlere Anayasa taslağı ısmarlayıp, hazırladıkları taslağı kamuoyuna ve muhalefete göstermeden ABD’ne gönderip, görüş alanlar bir adım geri atsalar, toplumca kabul gören bir Anayasa meydana çıkar mı?

Stockholm’de yaptığı konuşmada, Türkiye’nin tam üyeliğini kastederek; “Maç başladıktan sonra kural değişmez” diyen Başbakan RTE, Türkiye’de, Anayasa Mahkemesinde başlamış olan maçın kurallarını değiştirmeyi düşünebilir mi?

Milli iradeye yabancı müdahalesi

Newsweek, ABD eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz ile Türkiye Uzmanı Dr. Henry Barkey ikilisinin yazdığı, “Türkiye’de Yargı Darbesi” başlıklı yorum yazılarının değerlendirmesinde; “AKP kazansa da kaybetse de sonuç kötü olacaktır. ABD kenarda oturup bekleyemez. Türkiye’nin istikrarına yönelik tehdit çok büyük boyutlarda ve ABD’nin çıkarlarını etkileme olasılığı da yüksek. bu nedenle ABD ciddi bir müdahalede bulunmalı. Bunu özel olarak da yapabilir, açık olarak da.”

“Türkiye’ye özel veya açık olarak müdahale yapılmalıdır” diyenlere, Başbakan RTE bu milli iradeye karşı bir tavırdır diye neden tepki koymuyor?

Irak’a “demokrasi” götüren ABD’ne şimdi Türkiye’ye güç kullanarak “istikrar” getirmesi önerilmektedir. ABD’nin Türkiye’ye müdahaleyi göze alacak kadar AKP neden vazgeçilmezdir?

Osmanlı’nın son döneminden çok daha ağır bir cüretkârlık ve saygısızlıkla karşı karşıyayız. ABD’nin ürettiği “Ilımlı İslâm” modelinden sonra şimdi de AB yeni bir model üretti; “Demokratik laiklik.”

Yabancıların haddini aşan küstah söylemleri AKP’yi tahrik etmesin. Kapatma davasının karar vericisi ne ABD’dir ne AB’dir ne de TBBM ‘dir. Tek karar verici vardır, oda Büyük Önder’in dediği gibi “Yüce Mahkeme”dir.

Türkiye’de rejimin yasal çerçeve içerisinde kendisini korumaya geçmesi neden yabancıların çıkarlarına ters düşmektedir? Bu müdahaleye sebep olanlar, bu utancı sahiplenmelidirler. AKP’nin çıkarları,ABD ve AB’nin çıkarlarıyla nasıl örtüşebilir?

AKP, menfaati gereği taraf olduğu konularda uluslar arası kişi ve kurumları ve son olarak da Jose Manuel Barroso örneğinde olduğu gibi destek alabileceği kişileri, milletin egemenliğinin karar ve kullanılma yeri olan TBMM’ de konuşturuyor.

AKP’nin birden “demokrasi paketi” aşkı depreşiverdi.

İktidarın bu tutumundan cesaret alan Rehn “Türkiye demokrasinin laiklikten önemli olduğunu göstermeli,” Barroso “Zorla laiklik dayatılamaz” ve en son da Solana “Mahkeme mantıklı olsun” küstahlığını yapabilecek konuma gelmiştir..

Terör örgütüne ve Türkiye’yi din devletine dönüştürmek isteyenlere destek veren AB’ne 2 yıldır sırtını döndükten sonra kapanma süreci başlayınca AB’den destek arayanlar AB’ne girmek istiyor mu? Veya girebileceğine inanıyor mu?

Hukukun kimse elini tutmaya kalkmasın. Yargıya müdahale kimsenin haddine değildir. Herkes konumunu ve yerini bilmelidir.

Hukuk meselesi değil siyaset ve ideoloji meselesidir.

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay; “Öyle anlıyor ve üzülüyorum ki Türkiye’nin ileriye gitmesini istemeyen çevreler çok önemli yerlere sızmıştır.” diyor ve devam ediyor; “Türkiye bununla hesaplaşacaktır meraklanmayın.Türkiye demokrasisi bu tuzağı aşmayı başaracaktır. Halka güveniyoruz, Hak’ka güveniyoruz. Gerisi boş.” bunları söyleyebilen bir Bakan, hesaplaşmadan vazgeçer mi?

Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç; “ Endişemiz yok, düşe- kalka doğru hedefe gideceğiz!..” Hedefe yönelmiş olan bir kişiyi bir adım geri getirebilmek mümkün müdür?

“Meclis’i kapatın,” “İyice şımardılar,” “Abdullah Gül Başsavcıyı azletsin,” Milli iradeye kilit vurulamaz” ve “Velev ki kapattın!” diye manşetler atabilen dinci medyanın geri bir adım atması medyayı Artin Kemal’lerden kurtarabilir mi?

Araf Suresi 179. ayetinden “Gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar” bölümünü alarak kendileri gibi düşünmeyenleri “biz ve ötekiler” dinsel yorumuyla eleştirenlerin bir adım geri atmaları insanları birleştirir mi?

“Laik bir ordunun askerleri şehit olamaz, türbanı reddeden laiklerden şehit olmaz” diyen bir emekli imam ve onun gibi düşünenlerin bir adım geri atması şehitlerimizin onurunu kurtarır mı?

“Karar 9’a 2, ya da 8’e 3 çıkacak. Bu bir hukuk meselesi değil, bir siyaset ve ideoloji meselesidir” diye TRT-1’deki “Enine-Boyuna” programında yorum yapan ve “ Anayasa Mahkemesi 367 ayıbını yapabilmişse bunu da yapar” diyebilen eski Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel, bir adım geri atsa Anayasa Mahkemesi aklanır mı?

Bir Başbakan… Hukuka zarar getirmeyin diyen Hukuk Fakültelerinin Dekanlarına; “iş dekanlara mı düştü” diye sesleniyorsa o ülkede bağımsız hukuk eğitimi yapılabilir mi?

Sosyal ve ekonomik çöküntü

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, “Sanayimiz bitti. Pakistanlının, Çinlinin, Hindistanlının komisyoncusu olduk” diye feryat ediyor. Sanayicinin ihraç ettiği malın içindeki işlenmiş ara malı ithalat payı yüzde 59 oranına çıkmış bir ekonomi kolay, kolay düzelir mi?

Kendi kontrolündeki SHÇEK çocuk yuvaları ile öğrenci yurtlarındaki kimsesiz çocukların yıllardır arka arkaya tecavüzüne ve hatta grup tecavüzüne uğramalarını engelleyemeyip sesi çıkmadan seyredenlerin bir adım geri atması kimsesiz yavruların ırzını kurtarabilir mi?

Yoksuldan al zengine ver. Devletten al özel sektöre ver ve Türk insanından al sömürgeci yabancılara ver. Dışarı daim servet transfer et.

Ekonomik yokluktan; Evde şiddet, sokakta şiddet. adliyede dahi şiddet. Neyi çözdünüz de bunları çözeceksiniz? 5 yıldır türbanla yattılar, İmam Hatiple kalktılar.

Sekiz yılda tam 9 mahkeme dolaşanların ve 35 kişiden 25’i hakkında zaman aşımı dolan ve kendisinin de zaman aşımına 2 yıl kalan ve son celsede de; Mahkeme Heyeti Başkanı ve 2 üye hakimin de; “haklarında iftira ve suçlamalar olduğu” gerekçesiyle davayı bırakma kararı almalarını görmezden gelen bir yerde hak’tan, adaletten ve demokrasiden kim söz edebilir?

Bu davanın mağduru hanım bir daha ne olursa olsun mahkemeye gitmem noktasına gelebiliyorsa hukukun üstünlüğünden bahsedebilir misiniz?

Kadınımızı; “Çarşafı çıkarıp pardösü giysem Allah beni cezalandırır mı? Günaha girer miyim?” diye insanlarımızı din adamından görüş alabilecek duruma getirenlerin bir adım geri atması bu kadının vicdanını rahatlatabilecek mi?

Emekli İmam Abdullah Cihangir, katıldığı cenazede; “Kadınların sesi 4 duvar arasından dışarıya asla çıkmayacak. Kadın sesi 4 duvar arasından çıktı mı bu haya perdesinin yırtılmasıdır,” “ Televizyonlarınızı fazla seyretmeyiniz göz nurunuz, yüz nurunuz gitmesin,” diyen bir imamın bir adım geri gitmesi cenaze namazlarına bir huzur getirecek mi ?

Bolu İlinde yapılan Risale-i Nur Enstitüsü’nün konferansına katılan Said-i Nursi’nin öğrencisi 80 yaşındaki Mustafa Sungur’un elini öpmek için sıraya giren Bolu İl Milli Eğitim Müdürüne soruşturma açıldı mı?

Kendi göbek deliğini dünyanın merkezi sananlar, tarihe bakarlarsa göbek deliklerini dünyanın merkezi sananların feci sonlarını görürler. Akıl, bilim ve mantıktan uzaklaşmış halkı aptal sanan kurnazların sonu hep aynı olmuştur.

Türban için 5 yıl sabrettik

Başsavcının iddialarına gönderme yaparcasına konuşmalarında ayetlere referans verip, Türban için “5 yıl beklediklerini” açıklayanlar bir adım geri atsa geriye 4 yıl 364 gün kalır. Bu kayıp kolay telafi edilebilir mi?

Ayet-i Kerimelerle, Hadis-i Şeriflerle, şiirlerle, atasözleri ve hakaret dolu ifadelerle dolu eleştirilerden bir adım geri gitmek neyi çözer?

Dinci hamlelerin ucu devamlı açık tutuluyor. Önce fiil yaratılıyor ve daha sonra yaratılan fiili duruma çözüm getirmek amacıyla hukuki yollar zorlanıyor. Hukuki olmayan yolları açmak içinde herkes demokrat, özgürlükçü ve AB’ci oluyor.

Hem “başı açık olan zina yapmakla eşdeğerdir” diyeceksin hem de Yüce Peygamberimize kurban kesmek için cemaatten para toplayacaksın. Kurban Allah için kesilir. En büyük mertebeye ulaşmış Yüce Peygamberimizin bu din sömürücülerinin göndereceği ne kurbana, ne de sevaba ihtiyacı vardır?

28 Şubat 2006 tarihinde TSK’da görev yapan dönemin komutanlarını fotoğraflarını yayınlayıp terör örgütlerine hedef gösterdikleri iddiasıyla yargılanıp suçlu bulunanlar yine daha sonra resim yayınlamaya devam etmişlerdir.

Muhalefet, 22 Temmuz seçimlerinin ardından 9 ayda iktidarın çıkardığı kanun ve Anayasa değişikliğinin iptali için Yüce Mahkemeye gitmek zorunda kalıyorsa iktidar bir adım geri atsa muhalefet Yüce Mahkemeye sadece 8 kez gitmek zorunda kalırdı. Sekiz veya dokuz. Sekiz kere giden dokuz kere de gider.

İzinli Kuran kursları sayısını dört yılda 4 bin 332’den 7 bin 367’ye , kurslardaki öğretici imam sayısını 6 binden 11 bin 682’ye ve öğrenci sayısını 128 binden 250 bine çıkaranların bir adım geri atması neyi çözer?

Türban takanların oranı son 4 yılda yüzde 3.5’tan yüzde 16.2’ye, türban takan lise mezunlarının oranı yüzde 2.5’dan yüzde 17.2’ye ve türban takan üniversite mezunlarının oranı yüzde 2.6’dan yüzde 11.4’e yükselmiş ise bir adım geri gitmek neyi çözümler?

İşe alınırken, kadının türbanı ve erkeğin badem bıyığının referans alındığı ve bu doğrultuda üst bürokraside artık inkâr edilemez biçimde örneklerin yer aldığı kadrolaşmadan bir adım geri neyi çözer?

Hamdolsun 79 yıldan daha fazla borçlandık

“Hamdolsun enflasyon hedefini tutturduk,” “Hamdolsun askerimiz görevini yerine tam anlamıyla getirdi,” “Hamdolsun 79 yılın en büyük büyümesini yaptık,” diyerek dini kavramlarla kendini yüceltirken kendinden önceki dönemi küçümseyen Başbakan RTE, “Yargı dini kararlar alırken bize sorsun” diyen Diyanet İşleri Başkanı ile maçı kazandıktan sonra “çok çalıştık Allah da yardım etti” diyen Beşiktaş Kulübü teknik Direktörü Ertuğrul Sağlam bir adım geri atsa dünya şampiyonu mu olacağız?

Başarıyı Allah’a bağlayanlar başarısızlığı da şeytana mı bağlayacak? Böyle bir yaklaşımı akıl ve mantığın kabul etmesi mümkün değildir.

2004 yılında kapatılmış olan Milli Gençlik Vakfı’nın bir devamı olarak kabul edilen Anadolu Gençlik Derneği, Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Töreninde, şehitlikte alternatif anma töreni düzenlemişler ve bu dernekle İzmit-Gölcük’ten gelen Sabri Göney; “Çanakkale Zaferi için melekler indi” yorumunu yapmıştır.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kayseri’de üniversite açılış töreninde “Üniversiteler, tüm inançların serbestçe yaşandığı yerler olmalı” diyerek akıl ve bilim merkezi Üniversiteleri, ibadethaneler merkezi gibi tanımlamıştır.

Kurulan tuzakların bir an önce çökmesi için suni uzlaşma yok.

Tam bağımsız gerçek çözüme evet. Mevcut yoz sömürüye hayır.

“Demokrasi, çoğunluğun borusu değil, azınlığın korunmasıdır.”

AKP ve zihniyeti gitmeden hiçbir hiçbir şey çözülemez.

Büyük önderin dediği gibi: “Karar Türk hakimlerinindir.”

28
Nis
08

Ne Kadar Özelleştirildik?

Aşağıda geçen işletmeler 5 yıl önce devlete ait, şirketlerin kimi hisseleri ise dolaylı yoldan ya da doğrudan millete ait idi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül mü olsun diye referandum yapan zihniyet, millete ait şirketleri satarken millet uyanmasın diye bin takla atıyor. Ancak aşağıdaki liste devletin ve milletin kaynaklarının nasıl yağmalandığını gözler önüne seriyor. İleride çok daha detaylı bir şekilde özelleştirmelere değineceğiz. Ancak bu yazıyı da tarihe not düşüyoruz:

 

Türk Telekom, Arap’ ın.

Telsim İngiliz’in.

Kuşadası Limanı İsrailli’nin.

İzmir Limanı Hong Konglu’nun..

Araç muayene işi Alman’ın.

Başak Sigorta Fransız’ın.

Adabank Kuveytli’nin.

İETT Garajı Dubaili’nin.

Avea Lübnanlı’nın.

Petkim? Ermeni’nin. (Kazak’a sattık, dediler. Kazağı bi çıkard ık..Ermeni…)

Rakı , Amerikalı’nın.

Finansbank Yunanlı’nın…

Oyakbank Hollandalı’nın.

Denizbank Belçikalı’nın.

Türkiye Finans Kuveytli’nin.

TEB Fransız’ın.

Cbank İsrailli’nin.

MNG Bank Lübnanlı’n ın.

Alternatif Bank Yunanlı’nın.

Dışbank Hollandalı’nın.

Şekerbank Kazak’ın.

Yapı Kredi’nin yarısı İtalyan’ın.

Turkcell’in yarısı Finli’nin Rus’un.

Beymen’in yarısı Amerikalı’nın.

Enerjisa’n ın yarısı Avusturyalı’nın.

Garanti’nin yarısı Amerikalı’nın.

Eczacıbaşı İlaç, Çek’in.

İzocam, Fransız’ın.

TGRT(Fox) Amerikalı’nın.

Demirdöküm Alman’ın.

Döktaş Fransı z’ın.

Süper FM Kanadalı’nın.

 

Bunların Hepsi TÜRK’tü.

Sadece 4.5 yıl önce.

Daha önce de söylemiştik. Sırada Etibank özelleştirmesi var ki Türkiye’nin Bor rezevrlerini bu banka elinde tutuyor. Banka satılırsa bankayı alacak olan taşınmazlara da sahip olacak. Bu demek oluyor ki Bor madenleri ve işletmeleri satılan kişilerin ellerine geçecek…

Bu yağmaya dur demek için Ulusal düşüncede bir parti başa gelmelidir. Amerikan’ın Kuşatma Partisi daha fazla iş başında kalamaz. Yoksa sonumuz Meksika’dan beter olur.

Saygılar

28
Nis
08

AKP–TERÖR VE PKK

Silah Sivil halka yöneltiliyor, beşikteki çocuklar katlediliyorsa, trenler, otomobiller uzaktan kumandalı mayınlarla havaya uçurulmak isteniyorsa, çarşıya, pazara, intihar saldırıları düzenlenerek bombalar patlatılıyorsa; Terörün vicdanı, merhameti, dinide yok demektir.

Başkent Ankara’nın merkezinde, insanların tedavilerini yaptırmak için geldiği Ankara’da, limon satıp evine döneceği bir vakitte, hain bir saldırının yapılmasının insani ve vicdani izahı olamaz.

23 yıldır Türkiye’yi insanımızı bölmeye çalışan ve binlerce kahraman Türk evladını şehit eden terör belası son günlerde daha fazla kendini göstermeye başladı. Vatan hainleri yine işbaşında. Her gün bir-iki gencimizi toprağa veriyoruz. Eli kanlı terör örgütü PKK dış güçlerinde kışkırtmasıyla hain emellerini gerçekleştirmek için çaba sarf ediyorlar.

Terör, kapkaç ve şiddet ülkemizde hemen, hemen her gün can almakta, vatandaşlarımızın malları zarar görmektedir. Tablo iç açıcı değildir. Terör konusunda izlenen pasif politikalar ve terörün tırmanışı karşısında dışa bağımlı hareket etmenin ülkeye fayda getirmediği artık görülmektedir. Hükümet terör konusunda sınıfta kalmıştır. Başbakan Recep Tayip ERDOĞAN bölünmeyi bir tehlike, etnik ayrışmayı ise tehdit olarak algılamadığı için olsa gerek bölücülük ve terörle mücadeleyi önemsememiş hatta demeçleri ile bölücülüğü heveslendirip heyecanlandırmıştır. Bugün geldiğimiz noktada 2002 yılında sıfıra yaklaşan eylemler yeniden artmış ve her gün bir-iki şehit haberi duyulmaya başlamıştır.

Türk Milleti, Anadolu’yu vatan yaparken ve bu coğrafyada yüzyıllardır varolma mücadelesi verirken, bunun bedelini de canıyla ödemiştir.

Dün olduğu gibi bugün de vatan evlatları, Türk Milletinin devleti ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğü uğruna toprağa düşmektedir. Hiç düşünmeden, arkalarında ailelerini, çocuklarını, eşlerini, analarını, babalarını ve tüm sevdiklerini bırakarak gitmektedirler. Türk Milleti de toprağa düşen vatan evlatlarına son görevlerini yerine getirmeye çalışmaktadır. Dua ve hayır niyazlarla “ölümsüzleri” uğurlamaktadır. Artan terör olayları karşısında yeterli tedbirleri almayan, terör destekçisi unsurlara tolerans gösteren bütün sorumlulara da haklı ve demokratik tepkilerini göstermişlerdir. Tekbir getirmişlerdir, PKK aleyhine sloganlar atmışlardır, sorumlular göreve davet edilmiştir. Bunlar yapılırken, şehit cenazelerindeki hükümet aleyhine gösterilen tepkiler farklı bir yöne çekilmeye başlanmıştır. İnsanlarımız ortak bir acıyı paylaşmak için bir araya gelmelerini; üzüntülerini ve tepkilerini dillendirmelerini sorgulamak ve değersizleştirmek iyi niyetli bir yaklaşım değildir.

İktidarın çaresizliği yüzünden, ülkemizde her gün ana baba kuzuları şehit oluyor, toprağa veriliyor.

Her şeye karşı tepkisiz hale getirilen Türk Milleti bunlara da mı susacak? Bunlara da mı göz yumacak? Bunlara da mı tepki vermeyecek? Bu Milli tepkinin adı ne zamandan beri “siyaset yapmak oldu?

PKK’lıları devletin kurumlarında ağırlayanlar, yemekli toplantılar yapanlar, şehitlerin cenazesine katılıyor , bu siyaset yapmak olmuyor ama şehitlerin ana-babası ve yavrusu ile ağlayan, bağıran gençler-insanlar şehitleri istismar ediyorlar, öyle mi?

Türk Milleti ve şehit aileleri şehidini, evladını istediği şekilde uğurlamak istiyorsa, bu engellenmemelidir.

Şehit cenazelerinde atılan sloganlar ve tekbirlerin inançlarımıza göre uygun olmadığı ve yapılan törenlerde bunun yanlış olduğu açıklamaları, şehit yakınlarını, şehitlere sahip çıkan kesimleri incitmekte ve üzmektedir. Bu yönde yapılan açıklamaları talihsiz bir açıklama olarak değerlendiriyorum.

Şehitlere sahip çıkmak ülkeye sahip çıkmaktır, atılan sloganlar getirilen tekbirler neden siyasi iradeyi bu kadar rahatsız ediyor, doğrusu bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Şehit törenlerinde slogan atmak, tekbir getirmek yanlış ise bu tüm törenleri inkar anlamına gelir ki, buna da kimsenin hakkı yoktur. Şehitlerimiz bu milletin değerleri için çarpıştı ve şehit oldu aziz şehitlerimizin ve milletimizin arzu ettiği şekilde uğurlanması onlara yakışandır.

“Tekbir getirmeyin, slogan atmayın” gibi açıklamalar hiç kimseye bir iyilik sağlamaz. Bu tür davranışlarla milli ve manevi refleksler yok edilir. Tepkisiz toplumlar oluşturulur ki, buna kimsenin hakkı da olmamalıdır.

Kimse unutmasın ki; Türk toplumu zamanı geldiğinde “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” terslemesi ile bölücü başı Apo’ya “Sayın” ve şehitlerimize “kelle” tabirini uygun gören zihniyetin yaklaşımı ile “Benim yavrum neden öldü” diyerek sitem eden şehit ailesine telefonla taziyede bulunup bulunmadığı sorulduğunda, Başbakan’ın “Arayıp ta bunlarımı dinleyeceğim” umursamazlığını sorgulayacaktır.

Şunları da sorgulayacaktır. İçinde bulunduğumuz hassas günlerde adeta halkı askere karşı kışkırtmak istercesine “Erlerimiz savaşıyor-ölüyor, subaylarımız nerede?” başlığı altında, “er çok ölüyor-subay niye az ölüyor” demek isteyenleri sorgulayacaktır. Ertesi gün PKK terör örgütü ile mücadele de bir yarbay, bir binbaşı ve de bir er ile bir de korucumuzu şehit verdik. Herhalde bu gazetecinin yüreği soğumuştur. Bunlar art niyetliler, bunlar gaflet uykusunda olanlardır. Güya bunlar dindarlardır.

Terörü önlemek için kararlı olmak lazım. Bu kararlılıkta AKP iktidarında yoktur. Devletin kurumlarına saldırılar düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel kavramları her gün aşındırılmıştır, Türk kimliği tartışılır hale getirilmiştir. Başbakan Erdoğan Türkleri sürekli Türkiye’yi oluşturan 36 etnik gruptan biri olarak tanımlamış, Diyarbakır’da Kürt sorunu var demiş, ülkemizi kimlik karmaşası içinde göstermiştir. AKP iktidarı süresince Türkiye dış politika da hep kaybetmiştir. Türkiye Milli kararlar alırken AB’nin ABD’nin ağzına bakar hale gelmiştir. AKP Avrupa birliği zorbasına karşı çaresizmiş şekilde teslimiyetçi bir politika izlemektedir. Her ne pahasına olursa olsun Avrupa birliği’ne girmek gibi bir misyon oluşturan iktidar sahipleri; Vatanın ve Milletin bütünlüğünü hiçe sayarak, AB’nin dayattığı Öcalan projelerini bir-bir hayata geçirmektedir. Teröristler de bundan cesaret almaktadır.

Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içerisinde olanlara Atatürk’ün şu vecizesini hatırlatmayı bir görev addediyorum;

“Efendiler!

_ _ _ _ _ _ Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki; hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir.”

Terörün kaynağı kurutulmamış, özellikle Irak’ın kuzeyinde açık zafiyet doğmuştur. Bu bölgedeki oluşuma zamanında müdahale edilmemiş, Türkiye ve güney doğusu 2 aşiret reisinin müdahalesine maruz kalmıştır. Hükümet askerin gerektiğinde Irak’ın kuzeyine müdahale edebilmesi için gerekli izini bir türlü meclisten çıkarmamıştır.

Bununla ilgili kamuoyu yanlış yönlendirilmiştir. Başbakan Tayip Erdoğan, sınır ötesi operasyonla ilgili açıklamalar yaparak sınır ötesi operasyonunun en son düşünülmesi gerektiğini belirterek “İçerdeki 5 bin terörist bittimi mi ki dağlardaki da ki 500 ile uğraşalım” demiştir. Daha sonra başbakan bu rakamları içeride bin 500, sınır dışında 3 bin 500 diyerek düzeltme yapmıştır. Bunlar bir devlet adamına, bir başbakana yakışmamıştır.

Başbakanın sınır ötesi operasyonun yapılmamasına hemen kendi gibi düşünenlerden destek gelmiştir. TÜSİAD, sınır ötesi operasyon senaryolarına ilişkin “ümit ediyoruz ki Türkiye, bu duruma itilmez, böyle bir şeyi yapmak zorunda kalmaz. Ama bu tür gelişmeler olursa tabii bunların ekonomi piyasalarında, finansal piyasalarda olumsuz etkileri olabilir” diyerek, şehit olan vatan evlatları göz ardı edilmiştir. ABD dışişleri sekreteri Condoleezza Rice’dan da sınır ötesi operasyonunun Irak ve Türkiye için iyi olmayacağı açıklaması gelmiştir. PKK sürekli ABD’ye şikayet edilmiştir. ABD’den yardım istenmiştir. ABD’den sözler alınmış, sözler tutulmamıştır. Kuzey Irak’a girmemek adına para karşılığı sözleşmelere imza konulmuştur.

14 Kasım 2006 Tarihinde 250 bin Mehmetçik sınıra gönderilmiş, müdahale edilecek ken, ABD’den PKK meselesini biz çözeceğiz sözü alınmış, müdahale ertelenmiş, çözüm bulunamamıştır.

Siyasi ve ekonomik çıkarlar hayati çıkarların önüne geçirilmiştir. Hükümet Güneydoğu Milletvekillerinin feodal ağaların, tarikat liderlerinin ve malum danışmanların paralelinde davranmıştır.

Yıl 2007 sınır ötesi operasyonu hala tartışılıyor. ABD “aman ha, sakın ha sınır ötesi operasyon yapmayınız” diyor. (AB)’ de böyle bir müdahale olursa, Türkiye AB’ne girmeyi unutsun diyor.

Bize bunları söyleyenlere şunu sormak lazım. “Amerika, Irak’a girdiğinde niçin sesiniz çıkmadı? ABD’de “demokrasiyi getireceğiz dediniz, orayı kan gölüne çevirdiniz, demokrasi geldi mi? Niçin girdiniz? Aranızda binlerce km olmasına rağmen, Irak’ı ve liderini kendiniz için tehlike olarak gördünüz. İnsanları katlettiniz idam ettiniz. Peki ya her gün bir-iki vatan evladını şehit eden terörist PKK’yı tehlike olarak görmüyormusunuz, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonuna hayır, ama siz Irak’a girince iyi, öylemi. Bu mu demokrasi, bu mu insan hakları. Durum ortada herkes dost, düşman şunu iyi bilmeli; Amerika artık bizim müttefikimiz değil. Onlar taraf. Onlar PKK’nın yanında. Amerika bizim dostumuz değil, düşmanımız. Nerede Türkiye aleyhinde bir faaliyet varsa batılı müttefiklerimiz ve Amerika o işin içinde ve başında yer alıyor. ABD’de açıkça PKK’ya destek veriyor. ABD, hükümetin teslimiyetçi politikalarından yaralanarak hava sahamızı kullanıyor,incirlik üssümüzü kullanıyor, habur sınır kapısının açık olmasından dolayı peşmerge, çapulcu Barzani’nin Türkiye’den para kazanması sağlanıyor.

Artık bu gidişe mutlaka “DUR” demenin zamanı gelmiştir.

Türk askeri mutlaka kuzey Irak’a girmelidir. Türk dostunu ve düşmanını bilmelidir.

AKP iktidarına 22 Temmuz’da hak ettiği ders verilmelidir.

Vatan topraklarından beslenmesine karşın “Vatan” kavramına yabancılaşan nankörlerin, ihanetleri bedelsiz kalmamalıdır. Ülkemizi kemirmeye çalışan farelere, şehitlerimizin kanını içmeye yeltenen vampirlere göz yumulmamalı; toprağımıza, bayrağımıza uzanan eller mutlaka kırılmalıdır.

Unutulmasın ki; Türk Milleti Bölünemez, parçalanamaz, yok edilemez. Milletimizin içine nifak tohumları ekmeye çalışanlar ve Türk Milletini kamplara bölmek isteyenler hiçbir zaman amaçlarına ulaşamayacaklar. Akıttıkları kanda bir gün boğulacaklardır

28
Nis
08

Müslüman Değil Bunlar ‘Uğursuz’…

Müslüman Değil Bunlar ‘Uğursuz’…

AKP’nin iktidarı simdiye dek esine rastlanmayan bir hortumculuğun hırsızlık, rüsvet,
sömürü, üçkâğıt, yolsuzluk, fırsatçılık, alavere dalavere mesherine döndü…
Oğullar..
Damatlar..
Yeğenler..
Hısım, akraba, taallukatın seferberliğinde ye takıyyeci ye!..
Bunlar mı Müslüman?..
Bunlar kutsal Đslamı, memleketi soymak, yabancıya satmak, devleti hortumlamak için
kullanıyorlar…
Đslamiyete düsman bunlar…
Müslümanlığı kirli siyasetlerine alet eden üçkâğıtçılar bunlar…
*
AKP’nin kodaman takımı ne diyordu?..
“Hani bu düzen bozuktu… Bunun yerine hak bir düzen getirilecekti…
Adalet, huzur, güven, haysiyet olacaktı…
Heyhat heyhat heyhat…
Böyle diyenlerin bir kısmı ellerine fırsat geçer geçmez bozuk dedikleri düzenin
kemiklerine, menfaatlarına, rantlarına köpekler gibi saldırdılar.
Gençliklerinde ‘Bu düzen bozuktur’ diye küçük dilleri görünecek sekilde avaz avaz
bağıran nice uğursuz simdi mücahitliği bıraktı, müteahhitlik yapıyor.
Rant rant rant…
Onların aklı fikri ranttadır.
Dinleri paradır, kıbleleri karıdır o hâbislerin.
Ya Rabbi, su saf Müslümanlar ne korkunç tuzaklara, ne dipsiz uçurumlara düstüler.
Meskenin en iyisi ve lüksü..
Yazlığın en iyisi ve lüksü…
Giysilerin en iyisi…
Yemeklerin en iyisi…
Allah Allah!.. Peygamber bize böyle mi öğüt veriyor?
……………………………
Hani mensubu olmakla övündüğümüz Đslam dini ve seriatı haram yemeyi yasak
etmisti?
Su sahtekârlar bunca serveti sâmânı malı mülkü nereden ve nasıl kazanmıslar?
Kimi devleti soymus, kimi eyidelebleri talan etmis, kimisi de saf ve akılsız
Müslümanları…
Çatlayıncaya, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar yemisler, sismisler…
Dinimiz haram yemeyi yasak kılmıstır… Dinimiz süpheli seylerden kaçınmayı
öğütlemektedir… Dinimiz ‘Helalin hesabı, haramın azabı vardır’ demektedir…
Uğursuzlar dilleriyle bunları söylerler, uygulamada ise tam tersini yaparlar…”
*
Yukarıda italikle dizilmis bölüm Mehmed Sevket Eygi ‘nin dün Milli Gazete’de
yayımlanan yazısından aktarılmıstır.
“Uğursuzlar” ın Müslümanlık pazarlamasıyla “saf ve akılsız Müslümanları”
ketempereye getirdiklerini söylemektedir, ki doğrudur…
Bunlar kimlerdir?..
Bunlar eslerine basörtüsü yerine türban taktıranlardır…
Bunlar Müslümanlığa yürekleriyle değil, mideleriyle bağlı olanlardır…
Bunlar Evangelist Bush takımına biat ederek iktidar koltuğuna oturanlardır…
Cumhuriyet tarihinde bunlar kadar üçkâğıtçı iktidar görülmedi!..
Allah Türkiye Cumhuriyeti’ni bu üçkâğıtçı sahte Müslümanlardan kurtarsın…
Amin!..

28
Nis
08

TAYYİP ERDOĞAN-ABDULLAH GÜL İKTİDARI GAYRIMEŞRUDUR

15-16 Mart 2008 günlerinde Ankara’da toplanan İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu, milletimize ve dünya kamuoyuna aşağıdaki bildiriyi yayınlamayı oybirliğiyle kararlaştırmıştır.

AZİZ MİLLETİMİZ!

Türkiyemizin toprak bütünlüğünü ve Atatürk Devrimi’yle kurulan Cumhuriyeti savunmak ve hayata geçirmek, bütün milletimizin, bütün yurttaşlarımızın, siyasal partilerimizin ve özellikle devlet organlarının görevidir.

Milletimizin çeşitli kesimleri ve millî devletimizin kurumları, eylem ve uygulamalarıyla bu görevi yerine getirmektedirler. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, AKP hakkında açtığı kapatma davasıyla, Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül iktidarının gayrimeşru olduğunu saptamış ve Cumhuriyet hukukunun gereğini yapmıştır.

– En son iki saatlik iş bırakma eylemini başarıyla gerçekleştiren emekçi hareketi,
– Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Danıştay ve diğer yargı kurumlarımız,
– Hava ve Kara Kuvvetleriyle sınır ötesi harekâtı başarıyla uygulayan Türk Ordusu,
– Türban bölücülüğüne karşı direnen üniversitelerimiz,
– Ortaçağa ve bölücülüğe karşı toprak talebiyle harekete geçen Doğu ve Güneydoğu köylümüz,
– Cumhuriyet mitinglerinde, Mehmetçik yürüyüşlerinde ve Şehit cenazelerinde AKP iktidarından kurtulma özlemlerini haykıran halkımız;

bir bütün olarak aynı cephede mücadele ediyorlar. İşçi Partisi, milletimizin bu büyük mücadelesinin hizmetindedir.

CUMHURİYETİ HEDEFİNE GÖTÜRECEK
DİNAMİKLERİN BULUŞMASI

Yükselen emekçi hareketi; vatan savunması mevzisindedir, Cumhuriyet ekonomisini korumaktadır, halkçılık ilkesine dayanan sosyal güvenlik sistemine siper olmaktadır; bu nedenle sonuna kadar haklıdır.

İşçi Partisi, emekçi hareketini; Cumhuriyetimizi hedefine ve güvenceye ulaştıracak temel dinamik olarak görmektedir; bu hareketin en ön safında görev yapmaktadır.

Milyonlarca emekçi, “Kahrolsun ABD, işbirlikçi AKP” sloganlarıyla Türkiye’nin yüz yüze geldiği dış ve iç tehdidi dünyaya ilan etmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, AKP’yi kapatma talebiyle halkın vicdanından yükselen iddianameyi yazmıştır.

Cumhuriyet’in sahipleri, Cumhuriyet’e yönelik tehditleri alt etmek için, aynı cephede buluşmuş ve ayağa kalkmışlardır. Bu büyük buluşma Türkiye’nin geleceğinin biricik güvencesidir.

ABD VE AB’NİN KÜSTAHÇA MÜDAHALELERİ
ABD ve AB yetkililerinin, AKP iktidarını desteklemek için yargı organlarımıza karşı küstahça suçlamalarını, Türk devleti içinde temizlik yapılmasını istemeye varan dayatmalarını ve ülkemiz yönetimine müdahalelerini mahkûm ediyoruz. Onları hadlerini bilmeye, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğine saygılı olmaya davet ediyoruz.

Bu müdahaleler, Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül yönetimin hangi dış kuvvetlere dayandığını bir kez daha gözler önüne sermiştir.

ABD MARİFETİYLE İKTİDAR KOLTUKLARINA OTURTULANLAR MİLLİ İRADEYİ TEMSİL ETMİYOR

ABD makamlarının daha 1996 yılında Tayyip Erdoğan’ı Başbakan, Abdullah Gül’ü Dışişleri Bakanı yapmayı kararlaştırdığı belgelerle kanıtlıdır. AKP iktidarı, Türkiye’nin devlet egemenliğini dışta ABD ve AB’ye devretmiştir. Bütün uygulamaları bu yöndedir. O nedenle
Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül yönetimi, millî iradeyi temsil etmiyor.

Tayyip Erdoğan, başka bir devletin hizmetinde bulunduğunu, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanı olduğunu ve bu kapsamda “Diyarbakır’ı merkez yapma” görevini yaptığını, 15 Şubat 2004 gecesinden başlayarak, 11 ayrı konuşmasında itiraf etmiştir.

Yine Abdullah Gül, 2 Nisan 2003 günü ABD Dışişleri Bakanı Powel ile “2 sayfa 9 maddelik gizli bir anlaşma yaptığını” itiraf etmiştir ve bu itiraf, 24 Mayıs 2003 günlü Vatan gazetesinde manşetten yayınlanmıştır.

İşçi Partisi, Tayyip Erdoğan yönetiminin gayrimeşru olduğunu daha iktidara oturtuldukları ilk günlerde, Kasım 2002’de saptamış ve milletimize ilan etmişti. Buna bağlı olarak Partimiz, 29 Temmuz 2004 tarihinden başlayarak en son 26 Mart 2007 günü Yargıtay Başsavcılığı’na başvurarak, AKP hakkında kapatma davası açılması için üç kez talepte bulunmuştu.

Bu başvurularımızda, AKP’yi kapatma gerekçesi olarak, laiklik karşıtı faaliyete odak olmak yanında, AKP yöneticilerinin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmesine yönelik faaliyetini de bütün kanıtlarıyla sunmuştuk.

ABDULLAH GÜL VE TAYYİP ERDOĞAN İSTİFA ETMELİ

Şehit cenazelerinden, emekçi hareketinden, üniversitelerden yükselen taleplere ve Yargıtay Başsavcılığı’nın açtığı davaya uygun olarak, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ı yasadışı yollardan işgal ettikleri ve yasadışı uygulamalarla Cumhuriyet yıkıcısı amaçlarına alet ettikleri makamları millete iade etmeye çağırıyoruz.
Türkiye’yi bölme hedefini dünyaya haritalarıyla ilan eden ABD ile gizli anlaşma yapanlar, Çankaya’yı işgal edemez.

Başka bir devletin proje görevlisi olanlar, Türkiye’yi bölen Büyük Ortadoğu Projesinde görev üstlenenler, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlık koltuğunda oturamaz.
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün artık yapabilecekleri tek icraat. istifa etmektir.
Yalnız ABD ile yaptıkları gizli anlaşmalar ve ABD’den üstlendikleri yasadışı görevler nedeniyle değil, AKP’yi kapatma davasının sağlıklı bir biçimde yürütülmesi için de, istifaları şarttır.

KRİZDEN ÇIKIŞ,
MİLLİ HÜKÜMET GÜNDEMDE

Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül yönetimi, Türkiye’nin içine girdiği, derin ekonomik krizin baş sorumlusudur. Bu yönetim, küresel merkezlerden dayatılan üretimi çökertme politikasıyla ülkemizi borç batağına saplamıştır. Türkiye’nin mal varlığını “babalar gibi” yabancılara satmak yoluyla Türkiye’yi sömürgeleştirmektedir. Halkımız, bu ekonomik felaketi, işini, toprağını, mülkünü, tezgâhını, dükkânını kaybederek özetle yoksullaşarak yaşamaktadır.

ABD ekonomisinin derinleşen krizi Türkiye’yi daha vahim boyutlarda sarsmaktadır. Sıcak para kanallarının tıkanması, Merkez Bankası Başkanı’nın da itiraf ettiği kaçınılmaz iflası tetiklemiştir. Yabancı devletlere bağlanma ve Cumhuriyet yıkıcılığı yanında derinleşen ekonomik kriz, hükümet krizini getirmiştir. AKP hakkında açılan kapatma davası, bu hükümet krizinin en yüksek savcılık makamı tarafından ilan edilmesi anlamını da taşımaktadır.

Bu koşullarda Tayyip Erdoğan- Abdullah Gül yönetiminden kurtulmak ve ülkemizi bir Milli Hükümet’e kavuşturmak yakıcı sorundur ve gündemdedir. İşçi Partisi, Türkiye’yi bu krizden kurtaracak Milli Hükümet Programı’nı halkımıza sunmuştur. Önümüzdeki temel mesele, çeşitli cephelerde ilerleyen halk hareketinin başına geçerek ülkemizi Milli Hükümet’e kavuşturmaktır.

İşçi Partisi, milletimizden aldığı güçle görev ve sorumluluğunu yerine getirme kararındadır.

Milletimize saygıyla duyururuz.

28
Nis
08

O bir halk düşmanı

O bir halk düşmanı

Tayyip Erdoğan

Halk erzak şaklabanlıklarınızı unutur, yaptığınız yolları, köprüleri, parkları, bahçeleri unutur da bunları nasıl yaptığınızı, sömürgecilerinize verdiğiniz sözleri, AB, ABD turlarınızı, PKK’yla el sıkışmanızı, Anayasal sahtekarlıklarınızı, Ordu’ya yönelik saldırılarınızı, Mehmetçiğe hakaretlerinizi unutmaz. Unutmaz ve hesap sorar. Bu hesabı başta size oy veren yoksul halk olmak üzere işçisiyle, köylüsüyle, aydınıyla tüm Türk milleti bir gün hesap sorabilir. Çoğunluk da budur. Ayak takımından korkunuz bundandır.

AKP halk düşmanı bir parti,
Tayyip de halk düşmanlığının sözcüsüdür

AKP’nin iktidara geldiği ilk günden beri işbirlikçi, gerici ve faşist yönünü ortaya koymaya çalıştık. Hatta onu sıradan Şeriatçı bir parti olarak değil Kürt-İslam Faşizminin de temsilcisi olarak tanımladık. Yargının ortadan kalktığı, Ordu’nun etkisiz hale getirildiği bir ortam yaratmaya çalışan bu parti, kendisine muhalif olan herkesi ve her kurumu da ortadan kaldırmaya çalışarak bir baskı düzeni yaratmayı başardı.

“Beni halk seçti her istediğimi yaparım” demenin de ötesinde özellikle son dönemde “milli irade” kavramını dillerine dolayanlar, ne kadar gizlemeye çalışsalar da halk düşmanı olduklarını yaptıkları gaflarla ortalığa seriveriyorlar. Bunun sözcülüğünü de genellikle Tayyip üstleniyor.

Tayyip en son geçtiğimiz hafta “Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar” diyerek “beyni ile ağzı arasındaki bağlantının kopmadığını” bir kez daha gösterdi..

Bunu 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen işçilere ve işçi sendikalarına söyledi. Yani “milli iradenin” temsilcilerine, % 47’yi oluşturan ve kendisine oy veren en kitlesel kesime, her zaman yanında olduğunu söylediği, “yola devam” diyerek desteğini istediği işçilere, halkın yoksullarına söyledi.

Elbette bu aşağılama ilk değildi.

Halka tahammülü olmayanların halkın isteklerine de tahammülü olmuyor. En küçük bir tartışmada ya da zorlukta bu tahammülsüzlüklerini ortaya çıkarıveriyorlar.

Seçimlerden 1,5 yıl önce Mersin’de Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıkan bir çiftçi, Tarım Bakanının Anayasa’yı ihlal ettiğini söylemiş, “Çiftçiyim, sizin hükümetinizin tarım politikaları yüzünden ekinden verim alamıyoruz, anamız ağlıyor.” diye yakınmıştı.

Tayyip Erdoğan’ın, hakkını arayan Türk emekçisine cevabı “Ananı da al git buradan!” olmuştu.

Dikkat edilirse Tayyip’in bu gergin tavrı ve söylemleri hiçbir zaman sermaye çevrelerine, AB’ye ya da ABD’ye yönelik değildir.

Ancak mesele halkla, hani o oylarını istediği ve aldığı yoksul halkla, işçiyle çiftçiyle tartışma noktasına geliyorsa Tayyip sinirlerine hakim olamaz.

Benzer tartışmalar şehit aileleriyle de defalarca yaşanmıştır.

Şehit ailelerine karşı tahammülsüz olan Tayyip, onların çocuklarından “kelle” diye bahsetmiş, “şehit cenazesi görmek istemiyoruz” diyen şehit ailelerine ise “askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyerek yanıt vermiştir.

Aynı Tayyip, şehit ailelerine aldığı sert tavrı PKK’ya ya da DTP’ye hiçbir zaman göstermemiştir. Şehitlere “kelle” demektedir, o şehitlerin katili Apo’dan ise “sayın” diye bahsetmektedir.

Aslında ortada hiçbir çelişki yok. Anlaşılamayacak bir tablo da yok. Hele hele siyasi bir gaf ya da dil sürçmesi hiç yok.

Bunlar, düşündüklerini açıklıkla ifade edecek kadar “cesur”, güçlerinin yettiği halkı aşağılayacak kadar da halk düşmanıdırlar.

Ayakların başı yönettiği yerde kıyamet kopar

Tayyip Erdoğan çiftçiyi azarlerken

Cenaze namazı barikatle engellendi

Askerlik yan gelip yatma yeri değildir

Şehide düşman, çiftçiye düşman,
işçiye düşman, halka düşman

Tayyip’in işçilere “ayak takımı” deyişi ve “Ayakların başı yönettiği yerde kıyamet kopar” söylemi Türk Milletine karşı ilk saygısızlığı değil… Herhalde cenazelerde en çok protesto edilen iktidar AKP olmuştur… Danıştay saldırısının ardından, Mustafa Karabilgin’in cenaze törenine katılan AKP’li bakanlar Türk milleti tarafından linç edilmekten son anda kurtulmuştu. Arınç’tan Gül’e, Tayyip’ten Şener’e pek çok AKP’li şehit cenazelerinde de büyük protestolarla karşılaştı. AKP’lilerin gönderdiği çelenkler bile parçalandı. AKP son çare olarak şehit cenazelerine şehit yakını olmayanların katılımını engellemekte buldu. Böylece dünya tarihinde belki de ilk kez cenaze namazına katılmayı yasaklayan bir iktidarla karşılaşmış olduk.

AKP halka rağmen ayaktadır

“Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar” lafı durup dururken sarfedilmiş bir cümle değildir.

AKP halkı “ayak takımı” kendisini de o ayak takımını idare edecek “baş” olarak görmektedir.

Bu öyle bir baştır ki Meclis çoğunluğu sayesinde vatanı parsel parsel satma, Kürt devletinin kurulmasına göz yumma ve hilafeti getirme yetkisini halka rağmen de olsa elinde bulundurmaktadır.

Halka rağmendir çünkü halk ayak takımıdır.

Halk, aç bırakılıp sonra da kapısına pirinç ve kömür atılıp seçim zamanı geldiğinde de bunların karşılığı olan “oy” istenecek, sonra da o oylarla yaratılan meclis diktası ile ezilecek kadar değersizdir.

AKP halk düşmanıdır, çünkü tüm icraatları halka karşıdır.

Kıbrıs’ı satarken halka sormamış ve satmıştır.

PKK’yla masaya otururken halka sormamış oturmuştur, el ele kol koladır.

301’i değiştirirken de sormamış, Türklüğe hakareti serbest bırakalım mı dememiştir.

AB’ye ve ABD’ye yalakalık yaparken, IMF’nin direktiflerini kabul ederken de sormamıştır.

Özelleştirmeleri yaparken, milli varlıklarımızı yabancı sermayeye satarken da sormamıştır.

Çünkü bilmektedir ki halk bunların hepsine karşı çıkacaktır.

Dikkat edilirse yaptığı en önemli eylem satma eylemidir ve Tayyip’in kendi ifadesi ile Türkiye’yi en iyi o pazarlamaktadır. Bu nedenle de “ayaktakımı”nın ne fikrine ihtiyacı vardır ne de itirazlarına tahammülü.

Daha önce de söylemiştik. Halk ABD’ye karşıdır ama AKP “şeytan” dediği ABD’nin emri altındadır. Bu nedenle halka rağmen hâlâ ayakta durmaktadır.

Türk topraklarını Amerikan askerlerine açma stratejisi, İran’a ve Afganistan’a karşı ABD’nin yanında durma stratejisi halkın değil Vahdettin takipçilerinin “uzlaşı” programıdır.

Uzlaşı, halkla değildir, muhalefetle değildir, Ordu’yla ya da yargıyla hiç değildir. Varsa yoksa emperyalizmle uzlaşılır.

Halk İsrail’e de karşıdır. Üstelik AKP’ye oy veren kesim daha da karşıdır. Antisiyonizm propagandası yaparak bunlardan oy alan AKP ise bugüne kadar İsrail’le en sıkı ilişkiler geliştiren Hükümet olma “başarısını” göstermiştir. Bu nedenle halk düşmanıdır.

AKP iktidarına en çok sevinen büyük sermaye olmuştur. İlk günden itibaren tam kadro destek vermişler, iş çevreleri oylarıyla AKP’yi ayakta tutmuştur. Bunun karşılığını da özelleştirmelerde yapılan peşkeşlerle almışlardır.

Bunlar daha da zenginleşip yurdışındaki güvencelerini artırırken Tayyip’in ayak takımı dediği sıradan halk daha da yoksullaşmış, AKP’nin dağıttığı erzaklara daha da muhtaç hale gelmiştir. Bu nedenle halk düşmanıdır.

Ona dost yüzünü gösteren, yeri geldiğinde sofralarına oturup yemek yiyen, çocuklarını kucağına alıp seven, ama her daim sinsi sinsi kuyularını kazan bir düşmandır.

Milli irade tam bağımsızlık fikrinden ayrı tutulamaz

Şimdi ise milli iradenin temsilcisi olduğunu iddia ediyor. Bu öyle bir milli irade ki milletin sorunlarından uzak, emperyalizmin çıkarlarına yakın bir irade. AKP’nin kendisinin de değil, emperyalizmin iradesi aslında. Meclis çoğunluğu, demokrasi, milli egemenlik gibi kavramlar havada uçuşa dursun inandırıcılıktan uzak bir halk dalkavukluğu ile karşı karşıyayız.

Tayyip son günlerde CHP’yi eleştiriyor. CHP millete uzak, milletin sorunlarına sağırmış, egemenlik kayıtsız şartsız milletin sözünü sahiplenmiyormuş, vs. vs… “Demokratik siyaseti, sivil siyaseti, özgürlükçü siyaseti örselemeye çalışmak bir millete yapılabilecek en büyük haksızlıktır.” diyor.

Tayyip’in bu sözleri kulağa çok hoş geliyor. CHP’yi bu noktada savunacak değiliz. Ancak, Tayyip’in konuşmalarına baktığınızda Şeriat çığlıkları atan, zamanında demokrasiye küfürler eden bir hareketin başı değil de sol bir partinin lideri konuşuyor sanırsınız. “Yeter söz milletin” diyerek milletin elinde ne varsa alan ve on yıllar sürecek bir açlığa mahkum eden Menderes’in çıkışları gibi “halkçılık” kokuyor.

Sonra devamı geliyor. Bazı çevreler vatandaşa “Siz çalışın didinin, verginizi verin, askerliğinizi de yapın, her türlü krizin faturasını ödeyin ama oy vermeyin, oyunuzun takipçisi olmayın, iktidara gelmeyin” diyormuş. Yani AKP bu yüzden çok muzdaripmiş. Meğer bunlar yıllardır çok büyük bir demokrasi mücadelesi veriyor, halkın sorunları için uğraşıyormuş.

Tayyip şöyle devam ediyor: “Demokrasinin aslen ne olduğunu bu millet 3 Kasım seçimlerinde açık seçik göstermiş, 28 Mart ve 22 Temmuzda da demokrasiden taviz vermeyeceğini net biçimde haykırmıştır.”

Yani Tayyip’e göre demokrasi halkın AKP’ye oy vererek onu meclise sokmasından başka bir anlam ifade etmiyor. Çok partili hayattan anladığı şey ise AKP’nin bu çok partili sistem içinden sıyrılarak bir çoğunluk diktası yaratması.

“Laiklik ilkesi 1937’de TBMM’de görüşülüp oylanarak Anayasamıza girmiştir” diyor. Demek istiyor ki bugün de görüşülüp oylanarak Anayasamızdan çıkarılabilir. Elde ettiği çoğunluk ile Anayasanın temel maddelerini bile değiştirebilmenin hayalini kuruyorlar. AKP bu yüzden halk düşmanı ve halka karşıdır. Kurtuluş Savaşı ile, bağımsızlık mücadelesi ile elde ettiği kazanımlarını elinden almaya çalışmaktadır çünkü.

“Milli egemenlik” milletin iradesinin dikkate alınacağı dönemlerde değil de tersine milletin karşı çıktığı ve AKP’nin çaresiz kaldığı durumlarda daha çok gündeme geliyor. Ordu’ya karşı çıkmak gerektiğinde, yargıya karşı çıkmak gerektiğinde “millet” ve “% 47” akla gelivermekte, sadaka demokrasisi sayesinde elde edilen çoğunluk ön plana çıkarılmaktadır.

Ama AKP’nin atladığı çok önemli bir şey var. Milli egemenlik ve tam bağımsızlık fikri bir bütündür, hiçbir durumda ayrı tutulamaz. Tam bağımsızlık fikrinden uzak tutularak oluşturulan millet iradesi, milletin değil emperyalizmin iradesini yansıtır.

Tayyip kendini aklamak için zaman zaman Atatürk’ten ve Kurtuluş Savaşı’ndan örnekler veriyor. “TBMM Kurtuluş Savaşı’nın karargahı olmuştur. En zor zamanlarda bile meclis devre dışı bırakılmamıştır” diyerek bizi de devre dışı bırakmayın demeye getiriyor.

Evet Meclis devre dışı bırakılmamıştır ama o Meclis emperyalizme, saltanatçılara, hilafetçilere, Sevrcilere karşı kurulmuş bir meclistir. Mustafa Kemal’e başkomutanlık yetkisini veren, onun isteği ile onu sınırsız yetki ile donatan bu Meclis emperyalizme karşı, içerideki Kürt-İslam ayaklanmalarına karşı duruşun simgesi olmuştur.

Ancak içinden çıkan hainlere karşı da tavizsiz bir Meclistir. “Halkın oyuyla gelmiştir” diyerek Atatürk, mandacıları, ajanları, kendisine suikast düzenleyenleri, Kürtlerle işbirliği yapan, hilafeti savunan vekilleri affetmiş değildir.

Tersine İstiklal Mahkemeleri bu hainler için kurulmuştur.

Meclisin kutsallığı, oraya seçilen vekillerin aldığı oy oranlarından değil, halkın çıkarları için ülkenin bağımsızlığı için harcadığı çabadan gelir.

İhanet ettiği andan itibaren de haindir ve oylar hainlikleri gizlemez.

AKP’nin tahammülsüzlüğü de ihanetten gelmektedir

Çiftçiye tahammülsüzdür ve konuşmasını istemez sadece oyunu ister.

Çünkü bilir ki konuştuğu andan itibaren tarımı nasıl çökerttiklerini, köylüyü nasıl bitirdiklerini yüzüne vuracaktır.

O yüzden “Ananı da al ve git” der.

Şehit ailesine tahammülü yoktur. Çünkü o “kelle”lerin sorumlusu kendisidir. İktidarı döneminde şehit cenazelerinde çok büyük artış olmuştur. Şehitlere sahip çıkmak yerine DTP ile el sıkışarak terörü meşrulaştırmaktadır.

Buna verilecek cevabı yoktur da o yüzden “askerlik yan gelip yatma yeri değildir” der.

İşçiye tahammülü yoktur. 1 Mayıs’ta meydanlara inecek olan PKK’dan, bölücü örgütlerden, sol görünümlü vatansız partilerden ya da kendisine oy veren AKP’li sendikalardan falan korktuğu yoktur. Olay çıkarmak dışında yapabilecekleri bir şey olmadığını da bilir ama işçiyi söz sahibi yapmanın deyim yerindeyse “yüz vermenin” yarın öbür gün başına iş açacağının farkındadır. “Ayak takımı”, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan bu ayak takımı, AKP’nin ihanetinden örgütlü bir güçle hesap sormaya kalkarsa, bunun o çok sevdiği Meclis çoğunluğunu elinden alacağını, o çok korktuğu Yargı ve Ordu’dan daha da büyük hesaplar sorabileceğini bilmektedir.

AKP’nin halk düşmanlığı bundandır. Halka verilecek bir hesabı yoktur. Her geçen gün de köşeye sıkışmaktadır.

AKP’nin Meclis’teki muhalefete bile tahammülü yoktur. Aleyhinde konuşan, hesap soran vekiller dövülerek yaka paça dışarı atılır. Adeta sokak kabadayısı gibi “bu ülke benden sorulur, bana karşı çıkan karşısında beni bulur” şeklinde bir tavırla saldırganlaşmıştır.

Şehit cenazelerini hatırlayalım. Hani seçimlerden önce… Cenazelerde AKP çelenkleri parçalanıyor. ABD, AB ve AKP’ye nefret kusuluyor. “Kahrolsun PKK, işbirlikçi AKP”, “Ordu Irak’a”, “Askere uzanan eller kırılsın”, “Hepimiz Türk’üz, Hepimiz Mustafa Kemal’iz” sloganlarıyla her yer inliyordu.

Hani AKP doğduğu yer olan camilere giremiyordu…

AKP’li bakanlar seçim bölgelerinden kovuluyor, şehit yakınlarının saldırısıyla karşılaşıyordu.

Bunun yeniden olmasından korkuyor. Sadece şehit cenazeleriyle ilgili değil, bir gün, sen benim fabrikalarımı bankalarımı neden özelleştirdin diyecek diye, toprağımı neden IMF’ye sattın diyecek diye, Kıbrıs’ı satarken bana sordun mu, Kürtlere devlet kurdurur, federasyon hakkı tanırken, Apo’yu serbest bırakırken bana sordun mu diyecek diye, bayrağım yakılırken seyretmeye utanmadın mı diye soracak diye korkmaktadır.

Onların korkusu bundan. Halk unutmaz ve hesap sorar.

Halk erzak şaklabanlıklarınızı unutur, yaptığınız yolları, köprüleri, parkları, bahçeleri unutur da bunları nasıl yaptığınızı, sömürgecilerinize verdiğiniz sözleri, AB, ABD turlarınızı, PKK’yla el sıkışmanızı, Anayasal sahtekarlıklarınızı, Ordu’ya yönelik saldırılarınızı, Mehmetçiğe hakaretlerinizi unutmaz.

Unutmaz ve hesap sorar.

Bu hesabı o dayanak noktanız olan militan güçler, militan türbanlılarınız ve ihale sevici işadamlarınız, size bağlı gazetecileriniz sizin sayenizde büyüyüp güçlenen bölücüleriniz sormaz belki ama başta size oy veren yoksul halk olmak üzere işçisiyle, köylüsüyle, aydınıyla tüm Türk milleti bir gün hesap sorabilir. Çoğunluk da budur.

Ayak takımından korkunuz bundandır.

Ayakların başları yönettiği yerde gerçekten kıyamet kopacaktır. Cennetten vaat ettikleri tapuların da hiçbir hükmü kalmayacak şimdi kandırdıkları halk o zaman dişlerini Tayyip’e de AKP’ye de gösterecektir.

28
Nis
08

1 Mayıs: Vatan ve emek savunması

“Kendisi için” emperyalist olmayı seçen proleterler

İşçi sınıfının kendiliğinden bir sınıf değil, kendisi için bir sınıf olabildiği koşullarda, kapitalizme karşı tarihsel devrimi gerçekleştirecek ve sosyalizmi kuracak yegâne güç olduğu 160 yıldır söyleniyor.

Emekçi kitlelere umut bağlayan ilk kişi Marks değildi, ama sosyalizmi bir ütopyadan çıkarıp, bilimsel bir öğreti haline getirmeye çalışan ilk kişiydi.

Ancak Batı işçi sınıfı, kendisi için sınıf olmayı öğrendiği andan itibaren farklı bir yola saptı.

Batıda, en devrimci slogan ve kızıl bayraklarla, en burjuvasından siyasetin yapılabileceği ve en bayağısından maaş pazarlığının gerçekleşebileceği toplumsal düzen mevcuttu.

Bu yüzden “kendisi için” sendikalarını, kooperatiflerini kuran, “kendisi için” partilerini oluşturan, önce hükümet ortağı, en sonunda da tek başına iktidar bile olan Batı işçileri, Marks’ın kuramıyla dalga geçercesine onun diyalektiğini doğruladılar: “Kişinin öznel bilincini içinde bulunduğu nesnel maddi koşullar belirler. Sınıfların bilinci ve tavrını da nesnel sınıfsal koşulları ve çıkarları…”

Batı işçi sınıfı “kendisi için” örgütlendiği andan itibaren, kendi sınıf çıkarının kapitalizmi yıkmakta değil, emperyalizmin masasında Batı burjuvazisiyle koyun pazarlığına oturmakta olduğunu anladı.

Böylelikle Batıdaki “kendisi için” burjuvalar ve “kendisi için” işçiler, “hepsi için” tarihte eşi benzeri görülmemiş bir refah ve zenginlik yaratan sömürgeciliğe dört elle sarıldılar.

Yine de haklarını verelim. Bu yolda şehitler de verdiler. Büyük mücadeleler de. Bu sayede Batıdaki bir işsizin aldığı işsizlik maaşı bizdeki en kıdemli ustabaşının maaşından 3 kat fazla oldu. Bu sayede haftada 35 saat çalışıp geri kalanında yaşamın keyfini çıkarabiliyorlar.

Burjuva “solculuğunun” ölümü

Ama artık “kendisi için” düşünmeyi öğrenen başka bir tarihsel güç bu “sol” masalı sorguluyor.

Neydi Doğunun emekçilerine yıllarca anlatılan? Batı işçileri bilinçliymiş… Büyük kavgalarla sendikal ve sosyal haklar kazanmışlar… Cahil ve geri bilinçli Doğu emekçilerinin gideceği çok yol, Batılı yoldaşlarından öğreneceği çok şey varmış…

İyi de Vietnam’da ABD ordusuna asker yazılan, Hindistan’da İngiliz katliamlarına katılan, Cezayir’de soykırım gerçekleştiren, Antep ve Maraş’ta dedelerime kan kusturan, Çanakkale’de denize döktüğümüz Batı emekçilerinin zenginlik kaynağı gerçekte ne? Paris sokaklarında verdikleri grev mücadeleleri mi, Bağdat sokaklarında yağmaladıkları zenginliklerimiz mi?

Kimse bizi peşin fikirli, ön yargılı Doğulu fanatikler olarak suçlamasın. Tarih bilimini ve diyalektiği biz de kavrayabiliriz. Batıdaki işçi mücadelesini küçümsemiyoruz. Sadece hangi “nesnel zeminde” yükselebildiğini sorguluyoruz.

Açıkçası şunu itiraf ediyoruz. Örgütlü ve bol gelenekli bir sol geçmişleri var. Ama Paris barikatlarında 8 saatlik mesai için kavga eden Fransız işçisi ile Napolyon’un ordularında dünyaya medeniyet taşıyan sömürgeci aslında yoldaş. Hatta belki de aynı kişi.

Kısacası sömürgeciliğin ganimetlerini bazen “neşe içinde” bazen de “çatık kaşlarla” ve hatta sokaklarda çatışarak paylaştılar.

Ama Batılı ne de olsa “uygar” insan. Boşuna kan dökmenin gereksizliğini öğrendiler. Kendi işçilerinin de tam bir burjuva gibi çetin ceviz pazarlıkçı ve rasyonel kapitalist olabildiğini keşfettiler. Ne gerek var sokaklara barikat kurmaya. Cezayir’e ilk bombayı komünist savunma bakanına attırırlar, Bağdat’ı da İngiliz İşçi Partisi’nin öncülüğünde yok ederler. Olur biter…

Batıda sınıflar efendi efendi çatışmayı(!) öğrendi. Ne de olsa emperyalizmin paylaşım masasında “uzlaşmaz çelişkiye” yer yok. Kanlı kavgalar bitti.

Ancak böylelikle 150 yıllık bir efsane de bitti.

21. yüzyıla geldiğimizde sömürgeci Batı burjuvazisi gibi “rasyonel” düşünen Batı işçilerinin, “kendileri için” yarattıkları sınıf bilincinin ve “solculuğunun” mazlum ulus emekçileri için tamamen öldüğünü ve çürüdüğünü artık söyleyebiliriz.

Burjuvaziyi egemen sınıf olarak Batı icat etti. “Burjuva solculuğu” da Batının icadı… Ama bizim için “burjuva solculuğu” artık mevta.

İşçi sınıfı ve milliyetçilik

Batı sömürgeciliğin enternasyonal ileri medeniyetini reddeden, Doğunun ve Güneyin köleleri, Batı icadı “burjuva sosyalizminin” enternasyonalizmini de reddetti.

Sağ olsun Batılı “yoldaşlarımızın” da bunda katkısı yadsınamaz. 1914’te enternasyonalin en ileri iki ülkesinin Almanya’nın ve Fransa’nın işçileri kendi emperyalist ordularında, Avrupa’nın orta yerinde birbirini boğazladılar.

Sonra da galipler mazlumların vatanına ganimet için çullandılar.

Doğunun emekçilerinin kendi adına “kendisi için” icadı da ezilen ulus milliyetçiliği oldu.

Mustafa Kemal’in emperyalizme karşı başlattığı devrim, sömürgecilerin mazlum uluslar karşısında tarihte tattıkları ilk yenilgi oldu.

Daha sonra bir ABD Başkanı, Kemalizm’in bu ilk zaferi için “Ulusal Kurtuluş Savaşı tarihte baruttan sonra bulunmuş en tehlikeli icattır” demişti.

Tıpkı 1848 Avrupa’sında “komünizm hayaletinden” korkan burjuvalar gibi, emperyalist devletler yeni bir hayaletten ezilen ulus milliyetçiliğinden ölesiye korkuyorlar artık.

“Komünizm hayaletini” evcilleştiren Batı kapitalizmi, bu sefer karşısındakiyle asla uzlaşamayacağının farkındadır.

100 yıldır devam eden amansız ve bitmeyen kavganın nedeni de budur. Asla aynı masaya oturamayacak iki düşmandan bahsediyoruz.

Onlar bizi küreselleşmenin, enternasyonalizmin ve evrensel medeniyetin düşmanı, barbar, yıkıcı, şovenist olarak görüyor. Dünyanın %90’ı onlara göre hizaya sokulması gereken fanatik, cahil sürüsü.

Bizse onlara Haçlı, talancı, sömürgeci ve gaddar diyoruz. Ulusumuzun düşmanı, vatanımızın düşmanı, emeğimizin düşmanı, ekmeğimizin düşmanı ve namusumuzun düşmanı olarak görüyoruz.

Mesele yüzdelik maaş artışı için örgütlenmenin ve bir burjuvanın yapış yapış elleriyle el sıkışıp hayvan pazarlığına girişmiş gibi kafa sallamanın çok ötesinde…

500 yıllık sömürgeci kapitalizmin temellerine saldıran ezilen ulus emekçileri bu yüzden Batının örgütlü, eğitimli ve “bilimle donanmış” işçilerinden çok daha farklı.

Batı işçi sınıfının “kendisi için” buluşu “burjuva sosyalizmi”, vıcık vıcık bir ekonomizm ve reformizmdi. Bu “tarihsel kazanımlarını” korumak için defalarca seve seve sömürgeci talan ordularına gönüllü olarak yazıldılar.

Ezilen ulusların işçi sınıfı ise sadece “kendisi için” değil, tüm ulus ve tüm mazlum milletler adına yegâne kurtuluş ideolojisi olarak Ulusal Solu, milliyetçiliğin ve sosyalizmin birliğini keşfetti. Mazlum ulus milliyetçiliği ve Ulusal Kurtuluş Devrimleri kapitalizmin kaymağına uzanan bir el değil, temeline vurulan bir balyozdu.

Maaş zammı için değil, vatan ve sosyalizm için 1 Mayıs

Bu yüzden sömürge ve yarı sömürgelerde kurulan her sendika Ulusal Kurtuluş içindi. Sendikalar yeraltındaki Ulusal Kurtuluş Örgütüne bağlıydı. Yoksa daha fazla maaş için çene çalan sendika ağalarına değil.

Kurulan her köylü birliği sadece toprak için değil, emperyalist işgalciye karşı silahlanmak için yola koyuluyordu. Ağa sadece sömürücü değil aynı zamanda vatan düşmanlarının uşaklığını yapan vatan hainiydi.

Kimse bir iki sanayileşmiş liman kentlerindeki fabrikalarda örgütlenmiş işçilerin şalteri indirmesini bekleyemezdi.

500 yıllık sömürgecilik ve zulmü “nicel birikimlerin nitel sıçramasını” bekletecek sendikalist sabrı kimse de bırakmamıştı.

Daha hangi “sıçramadan”, “sermaye birikiminden”, “üretici güçlerin gelişmesinden”, “sendikalarda sınıf eğitiminden”, “çelişkilerin derinleşmesinden” bahsediyorsunuz.

500 yıldır hep Batıya hep Batıya… Sermayeyi biriktire biriktire dev gibi gökdelenler, kocaman zırhlılar inşa etmedi mi Batı kapitalizmi? Ayağa kalkmak için geç bile kalmadık mı?!

Çelişkilerin derinleştiği anda mutlu sonu getirecek genel grev, kendisini öpecek prensi bekleyen Pamuk Prenses’inki gibi bir Batı peri masalıdır bizim için.

Bu yüzden Doğunun ve Güneyin işçi sınıflarının kahramanları şalteri indirin diyen komünarlar değil, Tupac Amaru, Simon De Bolivar, Jose Marti, Mustafa Kemal Atatürk, Ho Şi Minh ve Che Guevera gibi “Ya Özgür Vatan Ya Ölüm” diye emekçileri Ulusal Kurtuluş Ordusuna yazan Ulusal Kurtuluş Savaşı liderleridir.

1 Mayıs’ın çıkış noktası ABD’deki sonu kanla biten bir işçi direnişidir. Ama bugün ABD işçilerinin “davası” Seattle’da yüz binlerle toplanıp, Çin mallarına boykot çağrısı yapmak.

Bağdat bombalanırken klaksonlarla sokağa dökülüyorlar. Harıl harıl çalışan silah fabrikalarında yüksek maaşlarının keyfini çıkarıyorlar. Bu yüzden ABD’de işçiler 1 Mayıs’ı değil, Kongrelerinin kararıyla kendilerine emek bayramı olarak verilen 5 Eylül’ü kutluyorlar. Tarihin cilvesi…

Türkiye’de ise 1 Mayıs’ın tek anlamı vardır. Bizim ülkemizde “Mücadele ve Dayanışmanın” anlamı, vatan savunması için emekçileri Ulusal Kurtuluş Ordusunun en ön saflarına milliyetçi mücadeleye çağırmak demektir. Tüm ulusu ve işçi sınıfını emperyalizm ve kapitalizmden kurtarmak için de bütün devrimcileri sosyalizm kavgasına seferber etmek demektir.

Sendikal şarlatanlık değil, ulusal kahramanlık günü

AKP faşizmine karşı tek bir mücadele vermeyen, vatanın tüm toprakları, fabrikaları, zenginlikleri satılırken tek bir grev, tek bir protesto gösterisi düzenlemeyen sarı sendikalar ve ağaları bugün koltukları biraz sallanınca protestoculuk oyununa soyundular.

AKP ile kirli pazarlık masalarına oturdular. Emekçi kitlelerine, yıllarca sömürdükleri tabanlarına yalan söylediler. “Haklarınızı sonuna kadar savunacağız, mezarda emekli olmanıza izin vermeyeceğiz, fabrikanız satılsa bile maaşınızı, işinizi koruyacağız” dediler.

AKP’nin hiçbir faşist ve işbirlikçi girişimine karşı çıkmadan, emekçinin emeğini koruyabileceklerine dair utanmadan söz verdiler.

AKP ile birlikte Hrant’ın cenazesinde Ermeni oldular. Kıbrıs’ta AKP ile birlikte “barışçı”, AB’de teslimiyetçi, Güneydoğu’da “ver kurtulcu” oldular.

Bir tanesi, tek bir eylem yapmayarak, hiçbir özelleştirmeye karşı çıkmayarak, AKP’yle iyi geçinerek Türkiye’nin en büyük konfederasyonun başında kalabileceğini zannetti. AKP ona bile acımadı. AKP’ye karşı “tarafsız kalan” ağa, yerini AKP’li ağaya kaptırıyorken “siyaset sendikalara karışmasın, burada iktidar müdahalesi” var diye beyhude haykırışlarda bulunuyordu.

Diğeri ise şanlı tarihi olan devrimci işçilerin konfederasyonunu ABD konsoloslarının, AB komiserlerinin, AKP provokatörlerinin ve TÜSİAD’ın arkasına pankart tutucu ve kitle olarak meze etti. Her hareketi ve her eylemi, bağımsızlık ve sosyalizm için mücadelelerle dolu Türk işçi sınıfının şanlı tarihine bir lekeydi, hakaretti.

Şimdi güya iktidarla biraz zıtlaşıyor. PKK ile provokasyon peşinde. AKP’ye istediği her argümanı veriyor.

Bu tiyatro oyuncuları dışarıda keskin sözler ettiler, içeride AKP’li bakanın önünde ceket iliklediler. Utanmadan “kazanım” elde ettik diyerek, çocuklarımızın ve torunlarımızın emeklilik hakkını, tüm sosyal kazançlarını bir günde kurban ettiler. Ne adına? Bugünü kurtarmak adına…

İşçi sınıfı tarihinin hangi döneminde kendi evlatlarının istikbalini, kendi vatanının istiklâlini pazarlık masasına koydu.

“Batı solculuğunun” taklitçi şarlatanları bunu da başardılar. Türkiye sanki emperyalist bir ülkeymiş gibi ekmek- şarap sendikacılığıyla işi götürebileceklerini sandılar.

Ama artık Türkiye’de “Batı solculuğu” da, sosyal demokrasi de, Amerika’dan ithal sarı sendikacılık da öldü.

Faşist AKP’nin başı işçi sınıfına “ayak takımı” diyerek ettiği hakaretin yanıtsız kalacağını tahmin ediyordu. Çünkü o da, pazarlık masasında karşısında Batıdaki gibi çetin ceviz burjuva kafalı rasyonel sendikacılar değil, faşizme karşı çoktan boynunu bükmüş, AB paralarıyla beslenen yaşayan cesetler görmüştü.

Ama kahraman Türk emekçisine hakaret eden faşist zihniyetten de, işçiye hakaret ettiren sendika ağalarından da hesap soracak gerçek bir sol hareket geliyor.

Türk emekçisi artık kendi bağrından sendikal şarlatanlar değil, ulusal kahramanlar çıkaracak. Bekleyin çok yakında.

Ulusal Sol ve emeğin kurtuluşu

Vatanı savunmadan emek ve ekmek savunulamaz. Vatansız ekmek zehirdir. Vatansız emek köleliktir.

Nitekim maaş ve ekmek sendikacılığı yapanlar, AKP faşizmine karşı tek bir tepki göstermeyenler, emperyalizme ve bölücülüğe karşı mücadele etmeyenler, artık ekmeğimizi de savunamıyorlar.

“Çocuklarımızın emeklilik hakkı olmayacak mı” diyen, sendika ağalarına ve iktidara tepki gösteren emekçiler! Düşünün bir kere çocuklarınızın acaba vatanı olacak mı?

Ulusal Sol ideoloji ezilen ulusların gerçek kurtuluş yolunu gösteriyor.

Ezilen ulusların emekçi sınıfları uluslarına öncülük etmek için, hem vatanın hem de emekçilerin kurtuluşunu sağlayacak gerçek ideolojik bilinçle kuşanmalıdır. Bu Ulusal Sol ideolojidir.

Milliyetçilik ve Sosyalizm davasının Türkiye’deki yegâne tarihsel programı ise Atatürk’ün Altı Ok’udur.

Emekçiler AKP faşizminden sadaka dilenmek için ayağa kaldırılamaz. Emekçiler ancak, kapitalizme alternatif Devletçi ve Halkçı düzen için, kendi bağımsız vatanında yaşamak için, emperyalistleri ve işbirlikçileri Kürt-İslam faşistlerini kovmak için ayağa kaldırılabilir.

Gün hep böyle karanlık olmayacak. Emekçi Türk halkı bağrından örgütünü ve kurtarıcılarını yine çıkarıyor.

PKK’sız, AKP’siz, sömürüsüz ve bağımsız bir Türkiye için… Atatürk’ün Türkiye’si için. Seni de bekliyoruz. Çünkü kurtuluşumuz ancak kendi ellerimizdedir.

27
Eki
07

BARZANİ’NİN ŞİRKETİLERİ

İşte size Mesut Barzani’nin Türkiye’de sahip olduğu veya ilişkide bulunduğu şirketler:

* Golden Universal
* Feder Dış Ticaret
* Dolphin Dış Ticaret
* Sunset Adviser
* Sönmezler Nakliyat
* As Pazarlama

Irak’taki sigara şirketleri
* Kany Company
* Fahir İbrahim Muhammet

08
Eki
07

İnterpol de yardım istedi

Uluslararası Polis Teşkilatı Interpol, uzun süredir aradığı bir suçlunun bulunabilmesi için, tarihinde ilk kez kamuoyundan yardım istedi. Çocukları cinsel olarak istismar ettiği fotoğrafları internette yayımlayan bir kişiyi yakalamak isteyen Interpol, tacizcinin resmini yayımladı.

Tacizci, 200 fotoğrafta 12 erkek çocuğunu cinsel olarak istismar ederken görülüyor. http://www.interpol.int sitesinde verilen bilgilere göre, çocuklar 2002 ve 2003 yıllarında Vietnam ve Kamboçya’dan kaçırılmışlar.

Polis, yayımlanan fotoğraflardaki kişinin tanınmaması için resimlerin dijital olarak değişikliklere uğratıldığını ancak uzmanların bu değişikliklerin bir kısmını geri alabildiğini ve tanımlanabilir fotoğraflar üretebildiklerini açıkladı.

Interpol Başkanı Ronald Noble, “Bu kişiyi adalet önüne çıkarmak için diğer tüm yolları denedik ama bulamadık” dedi. Noble, kamuoyunun yardımı olmadan bu kişinin çocukları tecavüze ve istismara devam edeceğine kanaat getirdiklerini ve bu nedenle yardım istemeye karar verdiklerini söyledi.

Söz konusu kişinin ilk fotoğraflarının üç yıl önce Almanya’da yayımlandığını bildiren Interpol, tacizcinin 35 ila 40 yaşlarında olduğunu duyurdu.

186 ülkedeki polis güçlerinden oluşan bir ağa sahip olan Interpol’den yetkililer, tüm çabalarına rağmen, fotoğraflardaki kişinin kimliğini tespit edemediklerini belirtiyor. Teşkilat, şimdiye dek 31 ülkeden istismara uğrayan 600 kadar çocuğu kurtardı

08
Eki
07

İngiliz BBC’nin PKK tanımı şok etti

Image13 askerimizin şehit edilmesi dünya basınında da geniş yankı uyandırdı. BBC yayın akışını kesip canlı bağlantı yaptı ama ekrandaki ifadeler görenleri şok etti. BBC İstanbul muhabiri hem Şırnak’taki hem de İstanbul’daki patlamalarla ilgili bilgi verdi..

Canlı yayında ise ekranda “KURDS REBELS” ifadesi dikkat çekti… Rebels “asi” “isyancı” anlamına geliyor..

Yani dünyaca ünlü haber kanalı PKK’lılara terörist demekten kaçındı ve askerlerimizi şehit edenleri Kürt isyancılar diye niteledi…

08
Eki
07

Bu kitap Ertuğrul Özkök’ü bitirecek ve götürecek

Ve Emin Çölaşan’ın 22 yıllık Hürriyet macerası ”Kovulduk ey halkım unutma bizi” ismiyle yayınlandı.

Ertuğrul Özkök’ün Tayyip Erdoğan ve Aydın Doğan arasında, ”cambazlık yaptığını” Özkök’ün kendi ifadeleriyle anlatan kitap epey ses getirdi. Bu kitap belki de mesleki anlamda sık sık ”gel gitler yaşadığı anlaşılan” Ertuğrul Özkök’ün Genel yayın Yönetmenliği yaşamının da sonu olacak.

HACIBAYRAM’DA 22 YIL ARAYLA AYNI DUA

Emin Çölaşan adaşı ve baba dedesi Fizan sürgünü Yüzbaşı Emin Bey ile anne dedesi Adnan Menderes’in ilk Adalet Bakanı Refik Şevket İnce’den ”vatan sevgisi ve dürüstlük” genleri aldığını anlatarak kitabına başlıyor. Refik Şevket İnce’nin ”manevi mürşidi” olan Trablus sürgünü Hüsamettin Öztürk’ün oğlu Kazım Öztürk’ün kendisine 30 yıl önce gönderdiği mektubu yayınlıyor.

Hürriyet’te işe başladığı gün olan 7 Şubat 1977 tarihinde Hacıbayram’da Allah’a ”Beni dürüstlükten ayırma” duası ediyor. Kovulduğu 15 Ağustos 2007 tarihinde yani 22 yıl sonra yine Hacıbayram’da, ”şükür duası” ile Hürriyet günleri sona eriyor.

AYDIN DOĞAN VE AİLESİ SAYGIN, MÜTEVAZİ

Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi isimli kitap ”dört ana başlıkta topladığı” kırgınlıklar olsa da ne Aydın Doğan, ne Vuslat Doğan, ne Mehmet Ali Yalçındağ üzerine kurulmamış. Hatta, ”AKP iktidarına kadar patron iyi adam. Hoşgörülü, mütavazı, Çok düzgün bir ailesi var. Dört kızı da eşi de saygın insanlar” sözleriyle memnuniyet içeren ifadeler var.

Kitap Ertuğrul Özkök ile başlayıp Ertuğrul Özkök ile bitiyor…

Emin Çölaşan patronu ve tavla arkadaşı Aydın Doğan’ın kendisine Cem Uzan ile ilgili yazı yazmadığı, Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan’dan, ‘karı” diye bahsettiği için sık sık sitem ettiğini anlatıyor. Kendisinin ”karı koca” savunmasının dikkate alınmadığını, bu kırgınlıkların 2004 yılında başladığını ve dört ana başlıkta toplandığını Kelkit’te Atatürk Posteri yazısı ile iplerin koptuğuna vurgu yapıyor.

İlişkinin bozulmasında Ertuğrul Özkök’ün ”yönlendirmesi olduğunu” açık açık ima ediyor. İkili oynadığını ve kendisinin yanında durmadığı gibi yazılarını sürekli sansürlediğini örneklerle ortaya koyuyor.

ERTUĞRUL ÖZKÖK YÖNLENDİRMESİ

Ertuğrul Özkök’ün yönlendirmesi ile o dönemde ”en yakını” olan Fatih Altaylı’nın kendisinin aleyhine yazılar yazdığını da anlatan Emin Çölaşan, Mehmet Emin Karamehmet adına Serdar Turgut, Nuray Başaran, İsmail Küçükkaya, Turgay Ciner ve Fatih Altaylı adına da Yavuz Donat’ın, Cem Uzan adına da üç defa Fatih Çekirge’nin bu dört yıllık dönemde zaman zaman kendisini aradığını, bu açık iş tekliflerini çekinmeden reddettiğini Aydın Doğan’a anlattığını, buna karşılık Ertuğrul Özkök’ün ”iş teklifleri ve hükümet ile ilgili şikayetler” konusunda patronu tek yönlü atraksiyonlarla aleyhte etkilediğini sık sık vurguluyor.

DOĞAN AİLESİNDEN ŞİKAYETÇİ OLAN ÖZKÖK,
”BEN GAZETECİ DEĞİL CAMBAZ VE JONGLÖRÜM” DİYOR

Kendisini, ”jonglör ve cambaz” olarak tanımlayan Ertuğrul Özkök’ün 10 Mart 2004 tarihinde Sedat Ergin ve Bekir Coşkun’un yanında Aydın Doğan’dan şu sözlerle şikayetçi olduğunu anlattı:

Ben cambazım cambaz. Cambazlık yapıyorum. Siz bilmezsiniz. Benim zamanımın yüzde 20’si gazetecilikle yüzde 80’i cambazlıkla geçiyor. Karşımda patronum, kızları ve damadı var. Hangisine dert anlatacağımı şaşırıyorum. Yediğim fırçanın haddi var hesabı yok. Sen de takıntılarından arınacak ve dediğimiz gibi yazacaksın.”

TANSU DOĞALGAZ BORUSUNU AĞZINA TUTSUN

Zaman zaman da Aydın Doğan adına da konuşulan sohbetlerde Tayyip Erdoğan ve hükümet için, ”Şimdi erken zamanı gelince onlara dünyayı dar edeceğiz.” sözlerinin de aktarıldığı kitapta zaman zaman traji komik diyaloğlar da yer alıyor:

Topal’dan alıntı yapmışsın yapma
Topal kim?
Doğu Perinçek
……

Sen biraz frene bas. Keyfimize bakalım. Paramız iyi, maaşımız iyi, niye kendimizi sıkıntıya sokalım. Frenli git.
……
Yav Fethullah Gülen ve Zaman ile ilgili bir şey yazma
Niye?
Zaman’ın dağıtımını biz yapıyoruz. Her gün 500 bin gazete. Yoksa Sabah’a gider
…….
Patronu ara. Duygusal oldu son yıllarda. Bak yılbaşı geliyor. Bakarsın iyi bir prim verir. rahatımıza bakalım bu Dünya’da be. Bize ne yolsuzluktan, siyasetten.
…..
Medya’yı eleştirince Beni kasdediyorsun. Medya Benim..
….
Ben artık bu aracılık görevinden yorgun düştüm. İkiniz ne haliniz varsa görün arkadaş. Hesabını patrona verirsin
Benim kimseye verecek hesabım yok.
……
Ama Aydın bey kinleniyor. Ama zamanı gelince bunların (….)
……

Sen Beni öldüreceksin. Kendimi 11. kattan aşağı mı atayım?

Hayır Tansu’ya (eşi) söyle doğalgaz borusunu boğazına dayasın. Daha acısız oluyormuş.

İPİN KOPUŞU VE ÖZKÖK HEDEFTE

Emin Çölaşan’a, ”patronun gönlünü al” diye yılarca baskı yapan Ertuğrul Özkök muhalif yazar Yılmaz Özdil’i kadrosuna dahil ettikten sonra rahatlamış bir biçimde İzmir Deniz Restoran’da kovma işini bizzat ve keyifle tebliğ ediyor. Bu arada, ”bize iyi şaraplar alacak para veriyor” dediği Aydın Doğan’ı araması ve gönlünü alması yönündeki ısrarını sürdürüyor.

Herhalde ”hayır” cevabı ile refüze etmek ve yılların rövanşını almak için.

Kitapta özellikle onlarca sansür olayı satır satır örnekleriyle anlatılıyor.

Aslında Ankara’nın birinci Gündemi Anayasa değişikliği ve yüreğimizi yakan 13 şehidimiz başta olmak üzere yeniden hortlayan PKK terörü. O konuya bir sonraki yazıda değişik bir açıdan bakacağız.

Medya’nın iç gündemi ise şu:

Bu kitap Özkök’ü götürecek mi? Aydın Doğan daha ne kadar Özkök’ü taşıyabilecek? Emin Çölaşan Ertuğrul Özkök’ü anlatan müstakil bir kitap yazacak mı?

08
Eki
07

Yönetmenden Kanal 24 övgüsü

Karaalioğlu, Moderatör kavramını köşesine taşıdı. Star gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu, Kanal 24’teki “Moderatör” programını ele aldığı yazısında ilginç tespitlerde bulundu.

İlk haftanın raporu: Tiraj ve kalite artışı

Gazetecilik mesleğinin en keyifli yanlarından birisi, okurla sahici ve iki tarafın birbirini anlayabildiği diyaloglar kurabilmektir. Gazetenin ve okurun ayrı dünyalarda gezindiği değil; iki tarafın birbirini yakalayabildiği bir ilişki kurabilmek. Bir gazete kültürü yaratabilmenin, medya sisteminde var olabilmenin yolu da buradan geçmektedir.

star, okuruyla her dönemde kalıcı bir ilişki kurabilmeyi başaran bir gazete oldu. Kendine has tarzı, sert, agresif gazetecilikle başlayan ama zaman içinde durulan hareketli seyrine rağmen star her dönemde adından söz ettirmeyi başardı.

Herkesin fark ettiği gibi şimdi yeni bir star’la karşınızdayız. Son haftalarda sadece sayfalarımızı yansıttığımız yenilikler değil, farklı ürünlerle ‘yeni’leniyoruz. Hafta içi günlük ilavemiz Mola ve hafta sonu düşünce ilavemiz Açık Görüş yeni dönemin ürünleri olarak ilk haftadan büyük ilgi gördü. Pazar ilavemizin sayfa sayısı arttı ve rakipleriyle boy ölçüşebilecek duruma geldi. Şampiyon ilavesi star’ın spordaki geleneksel üstünlüğünü perçinledi…

star, yeni mizanpajı, yeni yazarları ve ilaveleriyle Eylül-Ekim dönemine en hazırlıklı giren gazete oldu. Bunların yanı sıra, pazar payımızı genişletmek için güçlü promosyonları da başlatıyoruz.

Amacımız, Türkiye’ye toplumun ortak değerleriyle barışık, demokrat, yenilikçi, haberci ve heyecanlı bir gazete kazandırmaktır. Yalansız, insana ve insan haklarına saygılı, spekülasyonsuz bir gazete. Herkesin okuyabileceği, kimsenin zekasını hafife almayan bir gazete için kolları sıvadık.

Rakamlar da bize daha ilk günlerden doğru yolda olduğumuzu gösteriyor… Tirajımız 100 binlerden, 125 bin düzeyine çıktı ki medyadaki sert rekabet şartlarında bunun ne kadar değerli bir sıçrama olduğu ortadadır.

En az tirajdaki sıçrama kadar bir başka değişim de içerikte ve ürün çeşitliliğindeki isabeti doğrulayan okur kalitesi değişiminde yaşandı. Belki de Türk medya tarihinde benzeri görülmeyen bir değişimle star’ın okur grubu C’den daha eğitimli, daha çok kazanan ve toplum içinde etkisi yüksek okurların oluşturduğu AB’ye doğru yöneldi. Gazetelerin okur kalitesi, eğitim, tüketim ve ilgilerini araştıran BİAK raporuna göre, sadece 3 ay önce yüzde 12.5’lar seviyesinde olan AB grubu okurumuz bugün yüzde 21’lerin üzerine çıktı. Medyada, okur karakterinde böylesine yüksek ve olumlu değişim bu kadar kısa süre içinde görülmedi.

star’ın ‘yeni’lenme çabasının hem doğruluğunu hem de kısa süre içinde pozitif algılandığını gösteren tiraj ve BİAK raporları bizim için cesaret vericidir.

Bu değerler aynı zamanda; iyi gazete okumak, ciddiye alınmak ve sağduyunun sesine kulak vermek isteyen okur kitlesinin gücünü de göstermektedir. Gazetedeki değişim durmaksızın devam edecek. Şu kadarını söyleyeyim… Bayramdan hemen sonra, yıl sonuna kadar gittikçe güçlenen bir çizgi için start veriyoruz.

Bir kalite markası: 24

Artık daha fazla evde uzaktan kumandalar yeni bir haber kanalına ayarlanıyor. Bir yıla bile varmayan kısa bir sürede Türkiye standartlarının üzerinde yayın kalitesi yakalayan 24’ün yükselişi dikkat çekiyor. Grubumuzun televizyonu 24, haber kanalları içinde rekabete yeni bir soluk getirmeyi başardı ve önce kendiyle rekabet ederek ‘marka’ olmayı başardı. 24, Türk televizyon yayıncılığına getirdiği yüksek standartlar sayesinde özel bir projedir. Bir yıl öncesine kadar kimsenin bilmediği ‘moderatör’ kavramının bugün sıradan bir televizyon deyimi haline gelmesi bile bunu anlatmaya yeterlidir.

Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Hoş ve arkadaşlarının mesleki birikimleri üzerine koydukları özverili bir çalışmanın sonucunda 24 yeni yayın dönemine, yıllardır yayında olan televizyonlar gibi yüksek hedefler koyarak giriyor. 24’ün kalitesi ve giderek artan erişimi star gazetesine de büyük bir güç katıyor. Herkes gibi biz de 24’ün yeni yayın dönemini sabırsızlıkla bekliyoruz.




İstatistikler

  • 2.406.131 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Mayıs 2024
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

En fazla oylananlar