“Kendisi için” emperyalist olmayı seçen proleterler
İşçi sınıfının kendiliğinden bir sınıf değil, kendisi için bir sınıf olabildiği koşullarda, kapitalizme karşı tarihsel devrimi gerçekleştirecek ve sosyalizmi kuracak yegâne güç olduğu 160 yıldır söyleniyor.
Emekçi kitlelere umut bağlayan ilk kişi Marks değildi, ama sosyalizmi bir ütopyadan çıkarıp, bilimsel bir öğreti haline getirmeye çalışan ilk kişiydi.
Ancak Batı işçi sınıfı, kendisi için sınıf olmayı öğrendiği andan itibaren farklı bir yola saptı.
Batıda, en devrimci slogan ve kızıl bayraklarla, en burjuvasından siyasetin yapılabileceği ve en bayağısından maaş pazarlığının gerçekleşebileceği toplumsal düzen mevcuttu.
Bu yüzden “kendisi için” sendikalarını, kooperatiflerini kuran, “kendisi için” partilerini oluşturan, önce hükümet ortağı, en sonunda da tek başına iktidar bile olan Batı işçileri, Marks’ın kuramıyla dalga geçercesine onun diyalektiğini doğruladılar: “Kişinin öznel bilincini içinde bulunduğu nesnel maddi koşullar belirler. Sınıfların bilinci ve tavrını da nesnel sınıfsal koşulları ve çıkarları…”
Batı işçi sınıfı “kendisi için” örgütlendiği andan itibaren, kendi sınıf çıkarının kapitalizmi yıkmakta değil, emperyalizmin masasında Batı burjuvazisiyle koyun pazarlığına oturmakta olduğunu anladı.
Böylelikle Batıdaki “kendisi için” burjuvalar ve “kendisi için” işçiler, “hepsi için” tarihte eşi benzeri görülmemiş bir refah ve zenginlik yaratan sömürgeciliğe dört elle sarıldılar.
Yine de haklarını verelim. Bu yolda şehitler de verdiler. Büyük mücadeleler de. Bu sayede Batıdaki bir işsizin aldığı işsizlik maaşı bizdeki en kıdemli ustabaşının maaşından 3 kat fazla oldu. Bu sayede haftada 35 saat çalışıp geri kalanında yaşamın keyfini çıkarabiliyorlar.
Burjuva “solculuğunun” ölümü
Ama artık “kendisi için” düşünmeyi öğrenen başka bir tarihsel güç bu “sol” masalı sorguluyor.
Neydi Doğunun emekçilerine yıllarca anlatılan? Batı işçileri bilinçliymiş… Büyük kavgalarla sendikal ve sosyal haklar kazanmışlar… Cahil ve geri bilinçli Doğu emekçilerinin gideceği çok yol, Batılı yoldaşlarından öğreneceği çok şey varmış…
İyi de Vietnam’da ABD ordusuna asker yazılan, Hindistan’da İngiliz katliamlarına katılan, Cezayir’de soykırım gerçekleştiren, Antep ve Maraş’ta dedelerime kan kusturan, Çanakkale’de denize döktüğümüz Batı emekçilerinin zenginlik kaynağı gerçekte ne? Paris sokaklarında verdikleri grev mücadeleleri mi, Bağdat sokaklarında yağmaladıkları zenginliklerimiz mi?
Kimse bizi peşin fikirli, ön yargılı Doğulu fanatikler olarak suçlamasın. Tarih bilimini ve diyalektiği biz de kavrayabiliriz. Batıdaki işçi mücadelesini küçümsemiyoruz. Sadece hangi “nesnel zeminde” yükselebildiğini sorguluyoruz.
Açıkçası şunu itiraf ediyoruz. Örgütlü ve bol gelenekli bir sol geçmişleri var. Ama Paris barikatlarında 8 saatlik mesai için kavga eden Fransız işçisi ile Napolyon’un ordularında dünyaya medeniyet taşıyan sömürgeci aslında yoldaş. Hatta belki de aynı kişi.
Kısacası sömürgeciliğin ganimetlerini bazen “neşe içinde” bazen de “çatık kaşlarla” ve hatta sokaklarda çatışarak paylaştılar.
Ama Batılı ne de olsa “uygar” insan. Boşuna kan dökmenin gereksizliğini öğrendiler. Kendi işçilerinin de tam bir burjuva gibi çetin ceviz pazarlıkçı ve rasyonel kapitalist olabildiğini keşfettiler. Ne gerek var sokaklara barikat kurmaya. Cezayir’e ilk bombayı komünist savunma bakanına attırırlar, Bağdat’ı da İngiliz İşçi Partisi’nin öncülüğünde yok ederler. Olur biter…
Batıda sınıflar efendi efendi çatışmayı(!) öğrendi. Ne de olsa emperyalizmin paylaşım masasında “uzlaşmaz çelişkiye” yer yok. Kanlı kavgalar bitti.
Ancak böylelikle 150 yıllık bir efsane de bitti.
21. yüzyıla geldiğimizde sömürgeci Batı burjuvazisi gibi “rasyonel” düşünen Batı işçilerinin, “kendileri için” yarattıkları sınıf bilincinin ve “solculuğunun” mazlum ulus emekçileri için tamamen öldüğünü ve çürüdüğünü artık söyleyebiliriz.
Burjuvaziyi egemen sınıf olarak Batı icat etti. “Burjuva solculuğu” da Batının icadı… Ama bizim için “burjuva solculuğu” artık mevta.
İşçi sınıfı ve milliyetçilik
Batı sömürgeciliğin enternasyonal ileri medeniyetini reddeden, Doğunun ve Güneyin köleleri, Batı icadı “burjuva sosyalizminin” enternasyonalizmini de reddetti.
Sağ olsun Batılı “yoldaşlarımızın” da bunda katkısı yadsınamaz. 1914’te enternasyonalin en ileri iki ülkesinin Almanya’nın ve Fransa’nın işçileri kendi emperyalist ordularında, Avrupa’nın orta yerinde birbirini boğazladılar.
Sonra da galipler mazlumların vatanına ganimet için çullandılar.
Doğunun emekçilerinin kendi adına “kendisi için” icadı da ezilen ulus milliyetçiliği oldu.
Mustafa Kemal’in emperyalizme karşı başlattığı devrim, sömürgecilerin mazlum uluslar karşısında tarihte tattıkları ilk yenilgi oldu.
Daha sonra bir ABD Başkanı, Kemalizm’in bu ilk zaferi için “Ulusal Kurtuluş Savaşı tarihte baruttan sonra bulunmuş en tehlikeli icattır” demişti.
Tıpkı 1848 Avrupa’sında “komünizm hayaletinden” korkan burjuvalar gibi, emperyalist devletler yeni bir hayaletten ezilen ulus milliyetçiliğinden ölesiye korkuyorlar artık.
“Komünizm hayaletini” evcilleştiren Batı kapitalizmi, bu sefer karşısındakiyle asla uzlaşamayacağının farkındadır.
100 yıldır devam eden amansız ve bitmeyen kavganın nedeni de budur. Asla aynı masaya oturamayacak iki düşmandan bahsediyoruz.
Onlar bizi küreselleşmenin, enternasyonalizmin ve evrensel medeniyetin düşmanı, barbar, yıkıcı, şovenist olarak görüyor. Dünyanın %90’ı onlara göre hizaya sokulması gereken fanatik, cahil sürüsü.
Bizse onlara Haçlı, talancı, sömürgeci ve gaddar diyoruz. Ulusumuzun düşmanı, vatanımızın düşmanı, emeğimizin düşmanı, ekmeğimizin düşmanı ve namusumuzun düşmanı olarak görüyoruz.
Mesele yüzdelik maaş artışı için örgütlenmenin ve bir burjuvanın yapış yapış elleriyle el sıkışıp hayvan pazarlığına girişmiş gibi kafa sallamanın çok ötesinde…
500 yıllık sömürgeci kapitalizmin temellerine saldıran ezilen ulus emekçileri bu yüzden Batının örgütlü, eğitimli ve “bilimle donanmış” işçilerinden çok daha farklı.
Batı işçi sınıfının “kendisi için” buluşu “burjuva sosyalizmi”, vıcık vıcık bir ekonomizm ve reformizmdi. Bu “tarihsel kazanımlarını” korumak için defalarca seve seve sömürgeci talan ordularına gönüllü olarak yazıldılar.
Ezilen ulusların işçi sınıfı ise sadece “kendisi için” değil, tüm ulus ve tüm mazlum milletler adına yegâne kurtuluş ideolojisi olarak Ulusal Solu, milliyetçiliğin ve sosyalizmin birliğini keşfetti. Mazlum ulus milliyetçiliği ve Ulusal Kurtuluş Devrimleri kapitalizmin kaymağına uzanan bir el değil, temeline vurulan bir balyozdu.
Maaş zammı için değil, vatan ve sosyalizm için 1 Mayıs
Bu yüzden sömürge ve yarı sömürgelerde kurulan her sendika Ulusal Kurtuluş içindi. Sendikalar yeraltındaki Ulusal Kurtuluş Örgütüne bağlıydı. Yoksa daha fazla maaş için çene çalan sendika ağalarına değil.
Kurulan her köylü birliği sadece toprak için değil, emperyalist işgalciye karşı silahlanmak için yola koyuluyordu. Ağa sadece sömürücü değil aynı zamanda vatan düşmanlarının uşaklığını yapan vatan hainiydi.
Kimse bir iki sanayileşmiş liman kentlerindeki fabrikalarda örgütlenmiş işçilerin şalteri indirmesini bekleyemezdi.
500 yıllık sömürgecilik ve zulmü “nicel birikimlerin nitel sıçramasını” bekletecek sendikalist sabrı kimse de bırakmamıştı.
Daha hangi “sıçramadan”, “sermaye birikiminden”, “üretici güçlerin gelişmesinden”, “sendikalarda sınıf eğitiminden”, “çelişkilerin derinleşmesinden” bahsediyorsunuz.
500 yıldır hep Batıya hep Batıya… Sermayeyi biriktire biriktire dev gibi gökdelenler, kocaman zırhlılar inşa etmedi mi Batı kapitalizmi? Ayağa kalkmak için geç bile kalmadık mı?!
Çelişkilerin derinleştiği anda mutlu sonu getirecek genel grev, kendisini öpecek prensi bekleyen Pamuk Prenses’inki gibi bir Batı peri masalıdır bizim için.
Bu yüzden Doğunun ve Güneyin işçi sınıflarının kahramanları şalteri indirin diyen komünarlar değil, Tupac Amaru, Simon De Bolivar, Jose Marti, Mustafa Kemal Atatürk, Ho Şi Minh ve Che Guevera gibi “Ya Özgür Vatan Ya Ölüm” diye emekçileri Ulusal Kurtuluş Ordusuna yazan Ulusal Kurtuluş Savaşı liderleridir.
1 Mayıs’ın çıkış noktası ABD’deki sonu kanla biten bir işçi direnişidir. Ama bugün ABD işçilerinin “davası” Seattle’da yüz binlerle toplanıp, Çin mallarına boykot çağrısı yapmak.
Bağdat bombalanırken klaksonlarla sokağa dökülüyorlar. Harıl harıl çalışan silah fabrikalarında yüksek maaşlarının keyfini çıkarıyorlar. Bu yüzden ABD’de işçiler 1 Mayıs’ı değil, Kongrelerinin kararıyla kendilerine emek bayramı olarak verilen 5 Eylül’ü kutluyorlar. Tarihin cilvesi…
Türkiye’de ise 1 Mayıs’ın tek anlamı vardır. Bizim ülkemizde “Mücadele ve Dayanışmanın” anlamı, vatan savunması için emekçileri Ulusal Kurtuluş Ordusunun en ön saflarına milliyetçi mücadeleye çağırmak demektir. Tüm ulusu ve işçi sınıfını emperyalizm ve kapitalizmden kurtarmak için de bütün devrimcileri sosyalizm kavgasına seferber etmek demektir.
Sendikal şarlatanlık değil, ulusal kahramanlık günü
AKP faşizmine karşı tek bir mücadele vermeyen, vatanın tüm toprakları, fabrikaları, zenginlikleri satılırken tek bir grev, tek bir protesto gösterisi düzenlemeyen sarı sendikalar ve ağaları bugün koltukları biraz sallanınca protestoculuk oyununa soyundular.
AKP ile kirli pazarlık masalarına oturdular. Emekçi kitlelerine, yıllarca sömürdükleri tabanlarına yalan söylediler. “Haklarınızı sonuna kadar savunacağız, mezarda emekli olmanıza izin vermeyeceğiz, fabrikanız satılsa bile maaşınızı, işinizi koruyacağız” dediler.
AKP’nin hiçbir faşist ve işbirlikçi girişimine karşı çıkmadan, emekçinin emeğini koruyabileceklerine dair utanmadan söz verdiler.
AKP ile birlikte Hrant’ın cenazesinde Ermeni oldular. Kıbrıs’ta AKP ile birlikte “barışçı”, AB’de teslimiyetçi, Güneydoğu’da “ver kurtulcu” oldular.
Bir tanesi, tek bir eylem yapmayarak, hiçbir özelleştirmeye karşı çıkmayarak, AKP’yle iyi geçinerek Türkiye’nin en büyük konfederasyonun başında kalabileceğini zannetti. AKP ona bile acımadı. AKP’ye karşı “tarafsız kalan” ağa, yerini AKP’li ağaya kaptırıyorken “siyaset sendikalara karışmasın, burada iktidar müdahalesi” var diye beyhude haykırışlarda bulunuyordu.
Diğeri ise şanlı tarihi olan devrimci işçilerin konfederasyonunu ABD konsoloslarının, AB komiserlerinin, AKP provokatörlerinin ve TÜSİAD’ın arkasına pankart tutucu ve kitle olarak meze etti. Her hareketi ve her eylemi, bağımsızlık ve sosyalizm için mücadelelerle dolu Türk işçi sınıfının şanlı tarihine bir lekeydi, hakaretti.
Şimdi güya iktidarla biraz zıtlaşıyor. PKK ile provokasyon peşinde. AKP’ye istediği her argümanı veriyor.
Bu tiyatro oyuncuları dışarıda keskin sözler ettiler, içeride AKP’li bakanın önünde ceket iliklediler. Utanmadan “kazanım” elde ettik diyerek, çocuklarımızın ve torunlarımızın emeklilik hakkını, tüm sosyal kazançlarını bir günde kurban ettiler. Ne adına? Bugünü kurtarmak adına…
İşçi sınıfı tarihinin hangi döneminde kendi evlatlarının istikbalini, kendi vatanının istiklâlini pazarlık masasına koydu.
“Batı solculuğunun” taklitçi şarlatanları bunu da başardılar. Türkiye sanki emperyalist bir ülkeymiş gibi ekmek- şarap sendikacılığıyla işi götürebileceklerini sandılar.
Ama artık Türkiye’de “Batı solculuğu” da, sosyal demokrasi de, Amerika’dan ithal sarı sendikacılık da öldü.
Faşist AKP’nin başı işçi sınıfına “ayak takımı” diyerek ettiği hakaretin yanıtsız kalacağını tahmin ediyordu. Çünkü o da, pazarlık masasında karşısında Batıdaki gibi çetin ceviz burjuva kafalı rasyonel sendikacılar değil, faşizme karşı çoktan boynunu bükmüş, AB paralarıyla beslenen yaşayan cesetler görmüştü.
Ama kahraman Türk emekçisine hakaret eden faşist zihniyetten de, işçiye hakaret ettiren sendika ağalarından da hesap soracak gerçek bir sol hareket geliyor.
Türk emekçisi artık kendi bağrından sendikal şarlatanlar değil, ulusal kahramanlar çıkaracak. Bekleyin çok yakında.
Ulusal Sol ve emeğin kurtuluşu
Vatanı savunmadan emek ve ekmek savunulamaz. Vatansız ekmek zehirdir. Vatansız emek köleliktir.
Nitekim maaş ve ekmek sendikacılığı yapanlar, AKP faşizmine karşı tek bir tepki göstermeyenler, emperyalizme ve bölücülüğe karşı mücadele etmeyenler, artık ekmeğimizi de savunamıyorlar.
“Çocuklarımızın emeklilik hakkı olmayacak mı” diyen, sendika ağalarına ve iktidara tepki gösteren emekçiler! Düşünün bir kere çocuklarınızın acaba vatanı olacak mı?
Ulusal Sol ideoloji ezilen ulusların gerçek kurtuluş yolunu gösteriyor.
Ezilen ulusların emekçi sınıfları uluslarına öncülük etmek için, hem vatanın hem de emekçilerin kurtuluşunu sağlayacak gerçek ideolojik bilinçle kuşanmalıdır. Bu Ulusal Sol ideolojidir.
Milliyetçilik ve Sosyalizm davasının Türkiye’deki yegâne tarihsel programı ise Atatürk’ün Altı Ok’udur.
Emekçiler AKP faşizminden sadaka dilenmek için ayağa kaldırılamaz. Emekçiler ancak, kapitalizme alternatif Devletçi ve Halkçı düzen için, kendi bağımsız vatanında yaşamak için, emperyalistleri ve işbirlikçileri Kürt-İslam faşistlerini kovmak için ayağa kaldırılabilir.
Gün hep böyle karanlık olmayacak. Emekçi Türk halkı bağrından örgütünü ve kurtarıcılarını yine çıkarıyor.
PKK’sız, AKP’siz, sömürüsüz ve bağımsız bir Türkiye için… Atatürk’ün Türkiye’si için. Seni de bekliyoruz. Çünkü kurtuluşumuz ancak kendi ellerimizdedir.
Son Yorumlar