Archive for the 'Büyük Ortadoğu Projesi' Category

08
Eki
07

atv’ye meclisten tepki

Şehit  haberleri  geldiği  sırada  yapılan  program,  CHP  tarafından  Meclis’e  getirildi.

CHP İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek, Şırnak’ta 13 askerin şehit edildiğine ilişkin haberlerin verildiği sırada, televizyonlarda magazin programlarının kesilmemesini TBMM gündemine taşıdı.

Özyürek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın cevaplandırması istemiyle TBMM Başkanlığına sunduğu soru önergesinde, ”Şırnak’ta 13 askerin şehit olduğuna dair üzücü haberin televizyon ekranlarından halka duyurulurken, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) bünyesinde bulunan ATV televizyonunun, dansözlü magazin programını kesmek lüzumunu görmediğini” ifade etti.

Eğlence programlarının diğer bazı kanallarda da devam ettiğini belirten Mustafa Özyürek, ”Böyle bir durum ülkemizin bütünlüğünü borçlu olduğumuz şehitlerimizin aziz hatırasına saygısızlık değil midir? Böyle bir durum, söz konusu bazı televizyonlar tarafından artık terörün kanıksandığı ve aziz şehitlerimizin boşuna öldüklerinin düşünüldüğünü mü göstermektedir?” diye sordu.

CHP’li Özyürek, bir kamu kurumu olan TMSF bünyesinde yer alan ATV yöneticileri hakkında herhangi bir işlem yapılıp yapılmayacağının açıklanmasını istedi.

22
Eyl
07

fıkralar

  FAHRİ DOKTORA

………Zenginlerden biri bir üniversiteye yüklü miktarda bagis yapmis. Yaptigi bu bagistan ötürü ona “Fahri Doktora” lik vermisler. Ancak eve geldiginde karisi :

– Sen doktor oldun. Bende istiyorum. Git bir bagista benim için yap. Banada doktoralik al demis.

– Yaw etme eyleme. Bak ya verirler ya vermezler.

. . ….Adam yine gitmis üniversiteye. Rektörle görüsmeye baslamis.

– Yaw ben doktor oldum. Ancak benim karimda istiyor. Evde huzur kalmadi. Bir bagis daha yapsam

onada doktoralik alabilir miyiz ?

– Tabii. Neden olmasin.

…….Adam yine yüklü miktarda bagis yapmis üniversiteye. Karisi da doktor olmus. Bir süre sonra karisi :

– Beey. Git bizim ata da doktoralik al. Sen doktor oldun, ben doktor oldum hayvan komplekse girdi.

– Yaw olur mu hanim. Ata doktorluk verirler mi.

– Ama hayvan yemeden içmeden kesildi. Çabuk git ona da doktorluk al.

– Valla ya olur, ya olmaz. Ben giderim rektörle görüsmeye.

……..Adam yine üniversitede. Rektörle görüsüyor.

– Rektör bey. Ben doktor oldum, karim doktor oldu. Bizim at bunalim geçiriyor. Hayvan komplekse girdi

Bir bagisda onun icin yapsam ona da doktorluk verir misiniz?

. ….Rektör bir süre düsünmüs.

– Tabii. Neden olmasin. Simdiye kadar ne eseklere doktorluk verdik… . . . :)))


Yüzme Yarisi

. . . . . Bir gün çok özürlüler arasinda yüzme yarisi yapilacak. Yarismacilar geliyorlar

kulvarlarin basina. Bir tanesinin kollari yok, bir tanesinin bacaklari yok, bir tanesinin

belden asagisi yok ve bi tanesi de sadece kafa.

. . . . .Diziliyorlar kulvarlarin basina. Silah sesi duyuluyor. Hep birden atliyorlar havuza

Yaris basliyor. Kollari olan kollarini çirpiyor, bacaklari olan bacaklarini çirpiyor. Ama

kafa meydanda gözükmüyor. Aradan 2 dakika geçiyor. Diger yarismacilar 2. tura basliyorlar

ama kafadan hala haber yok. Yarisi durduruyorlar. Hemen bir dalgiç ekip yolluyorlar

havuzun dibine. Bir bakiyorlar kafa havuzun bir kösesinde duruyor. Hemen tutup çikartiyorlar

disari. Kafa disari çikar çikmaz derin bir nefes aliyor.

Soruyorlar.

– Yaw noldu birader.

Kafa cevap veriyor.

– Sorma abi kramp girdi. Kramp. . . . . : D


Polis oluyor.

…. Polisin biri birgün kumsalda gezinirken kumla garip sekiller yapan cocuk gormus.

Yanina gitmis.

-Cocugum sen ne yapiyorsun

-Polis yapiyorum

-Nasil yapiyorsun

-Kum katiyorum, su katiyorum, bok katiyorum polis oluyor.

-Ne ! Bok katiyorsun haa !

-Al sana

Cocugu bir guzel dovmus. Ertesi gun gelmis bakmis cocuk yine orada

-Cocugum sen ne yapiyorsun

-Polis yapiyorum

-Nasil yapiyorsun

-Kum katiyorum, su katiyorum, bok katiyorum polis oluyor.

-Ne ! Bok katiyorsun haa !

-Al sana

Cocugu yine dovmus. Ertesi gun gelmis bakmis cocuk yine orada. Gitmis yanina.

-Cocugum sen ne yapiyorsun

-Asker yapiyorum

-Nasil yapiyorsun

-Kum katiyorum, su katiyorum asker oluyor.

-Bok katmiyor musun ?

-Yoooo. Bok katinca polis oluyor ! ! !


Müdürler

…. Bir gün insanin iç organlari toplanmis bir karara varmaya çalisiyorlar.

“Durumumuz hiç iyi degil. Yeni bir sistem gerek. Yeni bir yönetici gerek”

Beyin ilk yönetici adayi olarak geliyor…

– En iyi düsüneniniz benim. Ben olmasam düsünemezsiniz. Ben yönetici olucam

Arkadan ayaklar geliyor…

– Sizi ben tasiyorum. Ben olmasam yürüyemezsiniz.

Sonra mide geliyor…

– Yediklerinizi ben sakliyorum ben müdür olucam.

Böylece bütün organlar geliyor ben müdür olucam diyor.

Ama bu görüsmeye götü çagirmiyorlar bile. Bu duruma göt çok bozuluyor ve kendini kapatiyor.

Aradan bir hafta geçiyor. Bakiyorlar durum daha kötüye gidiyor. Gidiyorlar götün yanina…

-Ne olur aç kendini

diyorlar. Götde

-Müdürlügü bana verirseniz açarim kendimi diyor.

Vermiyorlar müdürlügü. Bir hafta geçiyor üstünden. Durum hepten kötüye gidiyor. Diger

organlarda derman kalmiyor. Gidiyorlar götün yanina.

-Tamam. Aç kendini. Müdürlükte senin olsun. diyorlar

. . . . . . . . O gün bugündür bütün götler müdür…


Felsefe

. . . . . Temel kahveden içeri girmis. Bir bakmis adamin biri gömülmüs kitaplarin arasina

biseyler okuyor. Merak etmis gitmis yanina. Sormus.

– Hemserim. Sen ne okuyon böyle.

– Sssshhhttt. Felsefe okuyorum.

– Felsefe mi ? O ne ula ?

– Simdi sana anlatsam anlamazsin. Ben iyisi sana bir örnek vereyim. Senin evinde akvaryum var mi?

– Heee. Vaaar.

– Evinde akvaryum varsa demek ki sen hayvanlari seviyorsun.

– Heeee seviyorum.

– Hayvanlari seven insanlari da sever.

– Heee seveeeer.

– Sen evlisindir.

– Evet evliyiim.

– Senin çocuklarinda vardir.

– Heee vaaaaar.

– Demekki sen ibne degilsin !!!

. . .

. . Bu is Temel’in çok hosuna gitmis. Ertesi gün ayni kitaplardan kendiside almis. Oturmus

kahveye baslamis okumaya. O sirada Dursun gelmis.

– Ula Temel ne okuyorsun öyle ?

– Sssshhhhttt. Felsefe okuyorum.

– Ula felsefede neymis.

– Simdi sana anlatsam anlamazsin. Ben iyisimi sana bir örnek vereyim. Senin evinde akvaryum

varmi?

– Hayiir. Yoook.

– Hadi ordan ibne seni ! ! !

14
Ağu
07

Diyarbakır nerenin merkezi yapılacak?

 

07
Ağu
07

Arınç’tan ilginç sözler

Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, Meclis başkanlığına bu dönem aday olmayacağını açıkladı.

Eski TBMM Başkanı ve AK Parti Manisa Milletvekili Bülent Arınç, ”Ben, o (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan) rahat etsin diye Meclis Başkanlığına adaylığını koymamış değilim. Tekrar Meclis Başkanlığına devam etmek gibi bir düşüncem yoktu” dedi.

Parlamentoda basın toplantısı düzenleyen Arınç, gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. ”Başbakan’ı rahatlatmak için yaptığınız bu davranışa Abdullah Gül de dahil midir?” sorusuna karşılık Arınç, parti içi disipline ve bir parti olgusuna çok ciddi baktığını belirterek, geçmişte partilerde önemli görevlerde bulunduğunu, partilerin sorumsuz yerler olmadığını ve herkesin istediği zaman istediği şeyi yapamayacağını ve çekip gidemeyeceğini söyledi.

”Parti içi demokrasi vardır, ama parti içi disiplin de vardır” diyen Arınç, ad vermeden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı kastederek, şöyle konuştu:

”Geçtiğimiz günler için söylüyorum; bir genel başkan, partisi içinde toparlayıcı, başarılı olabilecek bir Cumhurbaşkanı adayı belirlemek için teşkilatına, milletvekillerine, MKYK üyelerine, MYK üyelerine sordu, bazı anketler yaptırdı, gazetecilerle konuştu. Ben bunların hiçbirisine katılamadım, çünkü Meclis Başkanı olarak konumum buna müsait değildi. Sadece Sayın Başbakan bana son gün geldi, benim düşüncemi sordu, düşüncemi ifade ettim. Yani, binlerce insandan sonra ben, sorulduğu için fikrimi ifade ettim.

Sayın Başbakana düşen bir tek görev var; o da nedir, bütün bu yaptığı görüşmelerden sonra bir karar vermektir. O kararı da 24 Nisandaki grup toplantısında ifade etti. Dolayısıyla artık biz, A da desek, B de desek, C de desek o partinin genel başkanı olan kişi, yaptığı çalışmalardan sonra bir kararı açıklıyor. Artık, ‘benim, senin düşüncen’ değil, varsa bir parti kararı buna böyle bakmak ve ona dört elle sarılmak gerekir.”

-”GENEL BAŞKANLARI GÜÇLENDİRMEMİZ LAZIM”-

Bir parti grubunda milletvekillerini çok farklı şeyler söyleyebileceğini, ama grup kararı çıktıktan sonra ”benim düşüncem şöyleydi” diye dışarıda bunu dillendirmenin doğru olmadığını belirten Arınç, parti disiplinin bunu gerektirdiğini vurguladı.

Kendisini Erdoğan’ın yerine koyduğunda da böyle düşüneceğini anlatan Arınç, ”Dolayısıyla, ‘ben bir fedakarlık yapıyorum’ anlamında söylemedim, ‘genel başkanları güçlendirmemez lazım, onlara rahat bir çalışma ortamı temin etmemiz lazım’ dedim. O rahat etsin diye ben Meclis Başkanlığına adaylığımı koymamış değilim” dedi.

İşin başından bu yana, dönemi başarıyla geçirmeyi kendisine hedef aldığına işaret eden Arınç, şunları söyledi:

”Dönem sonunu getirdim, emaneti yere düşürmedim ve kendi ölçülerime göre projelerimin hepsini de gerçekleştirdim. Dolayısıyla benim tekrar Meclis Başkanlığına devam etmek gibi bir düşüncem yoktu. Ben bu konuda bugünkü beyanımı, ‘acaba hala olabilir mi olamaz mı’ diye düşünenlere karşı, hem de size veda etmek amacıyla yaptım.

Her milletvekilinin de genel başkanına güvenmesi ve genel başkanı kendi fikrini sorduğu zaman samimi fikrini söylemesi lazım. Hem şahsi için hem de partiyle ilgili konular için… Dolayısıyla ben burada bu fikrimi söyledikten sonra diğer milletvekili arkadaşlarımızın da genel başkan kendilerine hangi konuda danışırsa, parti içi hangi görevi teklif ederse, bence bu konuda genel başkana çok daha değer vermesi ve çok daha güçlendirmesi gerekir. İsim olarak ‘Gül’dür, başkasıdır’ diye söylerseniz bunun başka noktaya çekilmesi mümkün olur. Ben kendi adıma bana düşeni, yakışanı yaptığıma inanıyorum.

Görev noktasında bir beklenti içinde değilim. Ben düşünülen görevlerin hepsini zaman içinde yaptım, çoğuna da meraklı değilim. Ben bir milletvekili olarak bu dönemi de başarıyla geçirmek istiyorum.”

Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı konusundaki ”Gül’ün adaylığını sürdürmesi halinde destekleyip desteklemeyeceği” sorusuna Arınç, bunun 20 defa konuşulduğunu, 21. defa tekrar cevap vermeyi uygun görmediğini söyledi.

-”PARLAMENTOYU HALKLA KUCAKLAŞTIRDIK”-

Arınç, Meclis Başkanlığında yaptığı ya da yapamadığından ötürü pişmanlık duyduğu bir şey olup olmadığı sorusuna, ”Bu, bugünün sorusu değil bence…” karşılığını verdi.

Parlamentoda bir gelenek başlattığını, 1 Ekimde yasama yılı başlarken o döneme ilişkin projelerini anlattığını, dönem sonunda da bunların ne kadarını yapabildiğinin hesabını verdiğini anlatan Arınç, ayrıca her yıl TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Meclis bütçesini savunduğunu hatırlattı. Kendisinden sonraki Meclis başkanlarının da şeyi yapmasını dileyen Arınç, ”4 yıl 9 ay sonra geriye dönüp baktığımda bunların hepsinin belgesi önümdedir. 100 projenin en az 90’nı yaptığımı görüyorum.” dedi.

Milletvekillerini daha geniş mekanlara kavuşturacak olan halka ilişkiler binasının temelinin 1-2 ay içinde atılacağını, Parlamento içinde çeşitli mekanları yenilediklerini belirten Arınç, ”Parlamentoyu halkla buluşturduk. 85. yılda Türkiye’de 1 milyon insanı Parlamentosuyla kucaklaştırdık. Çeşitli etkinlikler yapıldı. Parlamento halkın parlamentosu olarak bu dönemde biraz daha öne çıktı. Ben yaptıklarımızın başarılı olduğunu düşünüyorum. Milletvekillerimize imkan sunmakla kalmadık, personeli de TOKİ’nin yapacağı konutlara kavuşturacağız. Hayırlı olsun, Parlamentomuz ilk günkü kadar güçlü, ilk günü kadar halkımızın parlamentosu olacak” diye konuştu.

-”BENİM İŞİM CEZA….”

Arınç, ”Bülent Arınç olarak yeni dönemde milletvekilliği dışında en iyi yaparım dediğiniz makam veya bir görev var mıdır?” sorusu üzerine, bunun zekice bir soru olduğuna işaret ederek, eskiden hukukta çapraz sorgu usulü olmadığını, yıllarca avukatlık yapan bir kişi olarak bu konuda çok sıkıntıya düştüklerini anlattı. Arınç, ”Aslında çapraz sorgu usulü olsa -biraz şimdi ceza hukukuna girdi- gerçekler çok daha iyi anlaşılır” dedi.

İyi bir ceza avukatı olduğunu, biraz medeni usule baktığını, ancak hiç hayatında vergi davası almadığını, vergi mevzuatına hiç sempatisi olmadığını kaydeden Arınç, kendisine gelen vergi davalarını da başkasına gönderdiğini ifade etti. Sigorta mevzuatını biraz bildiğini, ama bununla ilgili davalara da girmediğini belirten Arınç, şöyle konuştu:

”Benim işim ceza… Adamı ipten alır ipe götürürüm. İşte biraz miras hukukunda ihtisasım vardı, ama vergi davası geldiğinde, ‘ben bu işi bilmiyorum’ derdim. ‘Bu adam nasıl avukat’ deyip çıkarlardı kapıdan. Şimdi de bana bir görev teklif edilmiş olsa, ben şunu yaparım bunu yapamam derim. Bu benim için dürüstlük göstergesidir. Çünkü bana 4 yıl 9 ay önce ikili bir teklif olduğunda bunu kabul etmiştim; Meclis Başkanlığını yapacağımı düşünüyordum. Şimdi teklif olursa düşüneceğim, yapabilir miyim yapamam diye…”

Bir gazetecinin geçen hafta Başbakan Erdoğan ve Abdullah Gül ile 4 saat süren görüşmede neler konuşulduğunu soran bir gazeteciye, bu görüşmenin çok garipsenecek, ayıplanacak, çok büyük puntolarla yazılacak bir şey olmadığını ifade eden Arınç, yeri geldiğinde zaman zaman bütün arkadaşlarıyla buluştuğu gibi Erdoğan ve Gül ile de buluştuğunu kaydetti.

Arınç, ”(Orada ne konuşuldu?) diyen bir kişiye 2 şey söyleyebilirim ama buna siz de inanmazsınız, ben de gülerim. Orada ‘küresel ısınmanın sonuçlarını konuştuk’ desem inanmazsınız, ‘tesadüfen oradan geçiyordum kapıyı açık buldum ve girdiğimde ikisi oturuyordu’ desem de inanmayacaksınız. Biz orada 4 saat boyunca her şeyi konuştuk” dedi.

VİDEOSU İÇİN:http://www.gercekgundem.com/?p=78772

07
Ağu
07

‘Gemicik’ 4 bin ton taşıyacak

Baykal’ın diline doladığı Erdoğan’ın oğlunun gemisi, Zonguldak’ta yükleme yapıyor.

Seçim sürecinde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın her mitinginde eleştirdiği, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ise ‘Gemicik’ diye savunduğu büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan’ın kuru yük gemisi, Zonguldak’ın Ereğli İlçesi’nde yükleme yapıyor. ‘Safran-1′ gemisi, 4 bin 200 ton boru profili İngiltere’ye götürecek.

Günde 800 ton yükleme yapılan gemide, yükleme işleminin haftasonuna kadar süreceği belirtilirken, gemiyi görüntülemek isteyen gazetecilerin limana girişine izin verilmedi. Gazeteciler, yükleme işlemini uzaktan görüntülemeye çalıştı.

Başbakan Erdoğan’ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan’ın, yakın arkadaşı Mecit Mert Çetinkaya ile birlikte kurduğu ‘MB Denizcilik Taşımacılık Limited Şirketi’, 6 Şubat 2007 tarihinde ‘Safran 1′ adlı kuru yük gemisini satın alarak deniz taşımacılığına ilk adımı attı.

07
Ağu
07

‘Türkiye Musul-Basra’yı almalı’

Almanya, İran ve PKK, Türkiye ve Arap devletlerine karşı Orta Doğu güç yarışında.

Bu saldırgan politikanın esasıysa, Irak’a, Türkiye’ye ve Suriye’ye karşı, Kuzey Irak’ta bulunan ve bugün fiilen ABD’nin himayesinde olan PKK üslerinden PKK’yı bir şahmerdan olarak kullanmaktır. Irak, Türkiye ve Suriye parçalandıktan sonra da Orta Doğu’da, Almanya-İran ekseni desteğinde yeni bir süper güç olarak bir PKK Kürdistanı ortaya çıkacaktır. Ağustos, Orta Doğu’da barış veya savaş için kritik bir ay.

The Conservative Voice’dan Scott Sullivan yazdı

ABD, Washington: Erdoğan, Türk ordusunun güçlü muhalefetine rağmen, tüm Türk kadınlarının başörtüsü takmasını; Almanya, İran ve PKK yandaşı olan Kürt devlet başkanı Mesut Barzani ile dost Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü yine Türkiye’nin cumhurbaşkanlığına aday göstermek istiyor.

Bu durumda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türk ordusu ile Türk milliyetçilerinden gelen desteği muhafaza etmek için ne yapabilir? Bunlar, Almanya, İran ve Kürtlerin, Irak, Türkiye ve Suriye’den başlayarak Arap devletlerini parçalama planlarından korkuyorlar. Yanıtı basit. Başbakan Erdoğan, ABD’ye danıştıktan sonra Türk barış gücü askerlerini ABD güçlerine destek için Musul’a göndereceğini açıklamalıdır. Türkiye, ABD ve İngiltere’den, Musul ile Basra güvence altına alınırken asker azaltımına gitmekten şimdilik vazgeçmelerini talep etmelidir. Bir başka seçenekse, Türkiye’nin Suriye ve Arap devletlerinden Irak’taki Türk barış gücüne katkıda bulunmalarını istemesidir. Böylece Türkiye PKK’yı, Musul dışında kalması, İran’ı da Basra dışında kalması için uyarmış olacaktır. Bir cesur adımla Türkiye Irak’ın toprak bütünlüğünü güvenceye alabilecektir. Böylelikle PKK, Kuzey Irak’tan bir Kürdistan yaratma planlarından cayacak, İran da Irak’ın güneyinde bir Şiistan yaratma planlarından… Üstelik Irak’ın kuzeydeki sınırlar da güvence altına alındığında Erdoğan, Türkiyeli Kürtlerle uzlaşmak için yeterince güçlü bir konuma erişmiş olacaktır. Bir Irak Kürdistanı’na katılacak ayrılıkçı bir Türkiye Kürdistanı seçeneği masadan büsbütün kalkacaktır. Gerçekten de Türk güçleri o zaman, kuzeyden güneyden saldırılarla PKK’yı kapana kıstırmış olacaktır.

Öte yandan Basra’ya barış gücü göndermekle Türkiye, İran’ı, ABD askerlerinin, Irak’ın tek büyük limanı Basra üzerinden çekilmesine karışmak gibi bir niyeti varsa da bundan caydıracaktır. Son olarak belirtelim; Musul ve Basra’yı güvence altına alma kararı ile Türkiye, ordusuyla PKK peşinde Kuzey Irak’a saldırmakla elde edeceğinden daha üstün bir konumda olacaktır. Zira bu tür askeri saldırılarla Türkiye’ye PKK sorununu kökten çözemez. Sözün kısası, Türk güçlerini Basra ve Musul’a konuşlandırarak Başbakan Erdoğan, PKK ve İran’ı birer tehdit olmaktan çıkarıp Türkiye Kürtlerine daha fazla esneklik göstermek konusunda pazarlık konumunu güçlendirecek, Türk ordusu ve milliyetçilerinden gelen desteği muhafaza edecek ve Basra’yı ABD askerlerinin çekilmesi için güvenli hale getirecektir. Neden harekete geçilmesin ki?

“Erdoğan, PKK’yı Nasıl Durdurabilir?”

Almanya, İran ve PKK -ABD politikasının da yardımıyla- Türkiye, Suriye ve Arap devletlerine karşı bir Orta Doğu güç yarışında. Bu saldırgan politikanın esasıysa, Irak’a, Türkiye’ye ve Suriye’ye karşı, Kuzey Irak’ta bulunan ve bugün fiilen ABD’nin himayesinde olan PKK üslerinden PKK’yı bir şahmerdan olarak kullanmaktır. Irak, Türkiye ve Suriye parçalandıktan sonra da Orta Doğu’da, Almanya-İran ekseni desteğinde yeni bir süper güç olarak bir PKK Kürdistanı ortaya çıkacaktır.

Ağustos, Orta Doğu’da barış veya savaş için kritik bir ay. Almanya, İran ve PKK bu ay İran ve Türkiye’ye son bir hamle yapmayı planlıyor. PKK, Kerkük’ü Irak’tan çalarak başlayacak bir yayılma kampanyasını belirgin biçimde hızlandıracak.

Orta Doğu hakettiği istikrar, barış ve refahın yerine PKK’nın cebri sınır düzenlemeleri, büyük oranda Arap nüfusu hedef alan geniş ölçekli bir etnik temizlik kampanyası ve artan dış müdahalelere gebe bir yola girecek.

Bereket versin Başbakan Erdoğan, son seçimleri PKK karşıtı açıklamalarından sonra artık bu Almanya-İran-PKK ekseninden savaşa iten hamleleri engellemek için güçlü bir halk desteğine sahip. Savaşa sürüklenmemek için yanıtlanması gereken büyük soru şudur: Dışişleri Bakanı Gül’ün Başbakan Erdoğan ve Türkiye için artı mı eksi mi olduğudur?

Başbakan Erdoğan şimdi Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı olarak Dışişleri Bakanı Gül’ü tekrar aday göstermek istiyor. Ne yazık ki Gül; çoğu kez, Avusturya’nın geçen hafta PKK için para toplayan Ali Rıza Antal’ı güvenliği için bir uçakla Kuzey Irak’a, yani Türk adaletinden uzakta bir yere gönderme kararını onaylayan Almanya; Türkiye ve Suriye’yi bölmek için PKK ile işbirliği yapan İran; hiçbir şekilde PKK’ya hayır demeyen ABD ve Kürt devlet başkanı ve PKK yandaşı Mesud Barzani gibi Türkiye düşmanlarının en iyi dostu görüntüsü veriyor. Bu noktada Dışişleri Bakanı Gül, Türk milliyetçilerinin desteğini kazanmak için ne yapabilir? Yine açık konuşmak gerekirse Türkiye’nin milliyetçileri Dışişleri Bakanı Gül’ün dışarıdaki dostlarının Türk devletini toptan parçalamak değilse de, Türkiye’yi ikinci sınıf bir güce dönüştürme planları olduğundan korkuyorlar. Dışişleri Bakanı Gül, şu üç öneriyle Türk milliyetçilerini yatıştıracak bir adım atabilir:

1) Bakan Gül, PKK finansörü Antal Türkiye’ye iade edilmedikçe Kuzey Irak’ın bir parya devlet olarak kabul edileceğini ve Barzani ile ilişkileri koparmayı öngören bir ortak politika üzerinde anlaşmak üzere Berlin, Tahran ve Washington’daki mevkidaşlarıyla temasa geçsin;

2) Bakan Gül, ABD’ye, PKK ve İran’ın saldırılarına karşı Irak’ın toprak bütünlüğünü güvence altına almak için derhal harekete geçmesi gerektiğini bildirsin. Gül, MideastWeek.com’da “ABD PKK’yı Caydırmalıdır” başlıklı yazıda, ABD’nin Irak’ı korumak için PKK’ya karşı atması önerilen adımların bir listesini bulacaktır.

3) Bakan Gül, ABD’ye, Türkiye’nin ABD güçlerini desteklemek için Musul’a, İngiliz güçlerini desteklemek için de Basra’ya barış gücü birliği göndereceğini bildirsin. Ayrıca Bakan Gül, Suriye’den ve Arap devletlerinden Musul ve Basra’daki Türk barış gücüne katkıda bulunmalarını isteyebilir. Bu yolla PKK’ya, Musul’dan, İran’a da Basra’dan çıkması için bir uyarıda bulunmuş olur. Üstelik Türkiye’nin güney sınırlarının güvenceye alınmasıyla Türkiye Başbakanı Erdoğan, Irak’ın toprak bütünlüğünü de korur. Musul’da Türk ve Arapların varlığı sayesinde Erdoğan Kürt bölgelerindeki ekonomik kalkınmayı destekleyebilir ve Kerkük’ün statüsü konusundaki referandumu da kabul edebilir (Bkz: Turkey plus Northern Iraq Equals to Golden Age/ Türkiye+Kuzey Irak = Altın Çağ, 3 Temmuz 2007).

Son olarak da Musul’da Türklerle Arapların varlığı Kürt devlet başkanı Barzani’yi PKK’yı kovmaya ikna edecektir. Bu olursa da ABD’nin Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yapacağı hava saldırıları gibi, herkes de kabul ediyor ki, bir uç seçeneğe gerek kalmayacaktır. Kısacası Musul’da Türklerle Arapların varlığı PKK’nın, savaşçı ve yayılmacı PKK süper devleti çatısında birleşecek Türkiye Kürdistanı seçeneğinin de sonu olacaktır. Orta Doğu güvenli sınırlara kavuşacaktır. Bir diğer deyişle Irak’ı korumak Türkiye’yi korumaktır, Türkiye’yi korumak Suriye’yi ve geri kalan Arap dünyasını korumaktır. Türklerin ve Arapların Musul’daki varlığı İran’ın Basra’yı ilhak planlarını da boşa çıkaracaktır. Dışişleri Bakanı Gül tüm bunlara katılıyor mu? Bakan Gül bunları yapabilir mi? (ABD’li bir muhalif oluşuma ait internet sitesi The Conservative Voice’un 26 Temmuz 2007 tarihli web sayfası)

dunyagundemi.com

07
Ağu
07

Ortadoğu’da yeni ABD planı!

“Irak’ta istediğini başaramayan, üstüne üstlük İran’ın daha da güçlenmesine neden olan ABD, çekilmeden önce bölgedeki İran karşıtı, bazıları şeriatla yönetilmesine rağmen ‘ılımlı İslam’ olarak nitelendirdiği Sünni bloğu silahlandırıyor.”

Analiz:
Mete Çubukçu – NTV

Türkiye seçim sathı mailinden henüz çıkmazken, Ortadoğu’da yeni bir yapılanmanın çalışmaları başladı. Irak’ın işgalinin hemen ardından sıkça dile getirdiğimiz, ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin yürümeyeceği ve rafa kaldırıldığı’ iddiamız artık doğrulandı. Savaş ve işgal politikalarının bölgeye demokratikleşme değil bilakis nefret tohumları ekeceğini söylemiştik; öyle de oldu.

ABD, işgalle birlikte hiçbir hesabını tutturamadığı gibi hiç beklemediği bir yapıyla karşı karşıya kaldı. Büyük Ortadoğu Projesi’ni rafa kaldıran ABD, şimdi de bölgeyi ‘yeniden silahlandırarak’ şekillendirmeye çalışıyor.

İSRAİL’İN GÜVENLİĞİ VE PETROL

Ortadoğu’da ABD için sadece iki konu önemlidir; İsrail’in güvenliği ve petrol. Yeni yapılanmada da bu iki konu öncelik taşıyor. Önünde ise iki acil sorun var: Filistin ve Irak. Irak’ta istediğini başaramayan, üstüne üstlük İran’ın daha da güçlenmesine neden olan ABD, çekilmeden önce bölgedeki İran karşıtı, bazıları şeriatla yönetilmesine rağmen ‘ılımlı İslam’ olarak nitelendirdiği Sünni bloğu silahlandırıyor.

Oysa birkaç yıl önce bu ülkeleri silahlandırmak bir yana, Saddam Hüseyin’in sonunu örnek göstererek Suudi Arabistan, Mısır vb. ülkelerdeki rejimleri de değiştirmek istiyordu. Ancak Irak’taki ABD politikaları, Lübnan ve ardından Filistin’deki gelişmeler İran’ı güçlendirdi; bölgenin önemli bir aktörü haline getirdi; sokaktaki insanlar nezdinde prim kazandırdı.

Hizbullah, Hamas, Müslüman Kardeşler gibi örgütler yükselişe geçti. Irak’tan çekildikten sonra kontrolü kaybedeceğini anlayan ABD yönetimi, çıkar politikası gereği hemen çark ederek, baskıcı rejimleri yeniden desteklemeye karar verdi.

İnsan hakları, demokrasi, sivil toplum, kadın hakları gibi konulardan bölgeye yönelik yaklaşımı hiç de inandırıcı olmayan ABD, kendi ve İsrail’in bölgedeki varlığı açısından, İran’a karşı Arap diktatörlüklerine kesenin ağzını açtı. Şimdi demokrasi yerine silah ihracatına başlıyor.

SAVAŞ DA BARIŞ DA PARA EDER
Önümüzdeki 10 yıl içinde İsrail’e 30, Suudi Arabistan’a 20, Mısır’a 13 milyarlık silah yardımında bulunacak. Bu silahların bir kısmı satılacak, bir kısmı hibe edilecek. ABD, İran’a karşı kendi çıkarlarını koruma işini, sadece kendi yandaşı olduğu için ‘ılımlı İslam’ diye pazarladığı ülkelere ihale ederken, bölgede yarattığı karmaşık yapıdan da silah satarak büyük paralar kazanmayı planlıyor.

Yani neo-kapitalist mantık gereği her durumu paraya tahvil etmeyi başarıyor. Yani büyük şirketler için savaş da ‘sözde barış’ da fark etmiyor. Her ikisinin de emperyalist pazarda bir değeri var.

7 YIL SONRA NE OLDU?
Ama, her şey bu kadar basit değil tabii ki. Ortadoğu’da ne yaparsanız yapın Filistin sorunu çözülmeden başka adım atılmayacağı biliniyor. Bölgede hatta dünyanın bazı bölgelerindeki sorunların kaynağı İsrail işgali ve Filistin’e yıllardır reva görülen muameledir.

Bu sorunun çözümsüzlüğünde ABD ve İsrail’in varlığı kadar, Filistin yanlısı gibi görünen birçok Arap ülkesi de pay sahibidir. Ancak, bu kez bölgede kartların İran’ın eline geçtiğinin, Hizbullah, Hamas gibi örgütlerin kitleleri harekete geçirdiğinin farkına varan ABD, yandaşı Arap ülkeleri ile ‘iki devletli çözüm’ üzerinden Filistin devleti kurulması için çalışmaya başladı. İsrail de işin içinde.

Arap Birliği’nin İsrail’le ilişkisi bulunan Mısır ve Ürdün’ün dışişleri bakanları, İsrail’e giderek, birliğin 2000 yılındaki çözüm planını bir kez daha İsrail’e sundu. İsrail ise 2000’de yanına bile yanaşmadığı bu plana şimdi ‘evet’ diyor. ABD de bunu destekliyor.

Yani, 7 yıl önce çözümlenecek konu şimdi masaya getiriliyor. Çünkü ABD ve İsrail için şu anki konjonktür daha uygun. Yani, Filistin devletini istediklerinden, Filistinlilere acıdıklarından, çözüme ve barışa susadıklarından değil, sadece yeni planın daha rahat uygulanabilmesi için bu adımın atılmasını gerekli görüyorlar. İsrail’in Sünni Araplarla barışmasının yolu Filistin sorununu çözmekten geçiyor. Filistin sorununun çözümü, İran’ın elindeki kozu alacak, Hizbullah, Hamas gibi örgütler zayıflayacak, İsrail ile Sünni, müttefik, baskıcı Arap ülkeleri yeni silahları ile İran’ın karşısında duracak. ABD de politikalarını uygulayacak.

Tabii ki bu planı bölgenin koşulları ve pratiğinde hayata geçirmek pek kolay, Filistin devleti için, barış için çaba gösterdikleri iddiası ise inandırıcı değil.

SAHTE BARIŞ, SAHTE DEVLET
İsrail, ABD, Arap ülkeleri ve her şeye ‘evet’ diyerek tamamen bir kukla haline dönüşen Mahmud Abbas yönetiminin, Filistin’deki çözümü halkına inandırması çok güç.
Bu plan Hamas benzeri örgütlere verilen desteği artıracaktır. Filistin’de karşı taraf ile fazla içli dışlı olursanız inandırıcılığınızı yitirir, puan kaybedersiniz.

İsrail ile her konuda uzlaşmaya çalışan Mahmud Abbas ve imzalamaya çalıştığı barış planının akıbetinin böyle olması kaçınılmazdır. Detaylarını başka bir yazıya bırakarak, iki devletli çözüm; yani Filistin için öngörülen devletin 1967 öncesi sınırlarda, başkenti Doğu Kudüs olan (ancak bunun nereleri kapsadığı belli değil, Haremülşerif ve Kudüs meselesi kolay kolay çözülmez), mülteci sorununun çözümlendiği (bu çözülmesi en zor bir diğer konu), Batı Şeria ve Gazze üzerinde bir devlet olması planlanıyor.

Plana göre Gazze ile bağlantı tünellerle sağlanarak bir Bantustan* devleti yaratılacak. İsrail Batı Şeria’nın yüzde 95’inden çekilmeyi kabul ettiğini de söylüyor. İlk bakışta “İşte barış” denebilir. Ama durum öyle basit değil. Filistin’de hala iki başlı yönetim var. Filistin’i kim temsil edecek? Hamas nasıl ikna edilecek? Hamas olmadan ‘oyun’ olmayacağını herkes biliyor. Filistin’e verilmek istenen toprak 1994’teki Oslo Anlaşması sırasında (tümü Filistinlilere ait olan) Batı Şeria’nın yüzde 25’i iken şimdi verilmek istenen toprak yüzde 14-15’i..

250 bin kişinin yaşadığı Yahudi yerleşimleri boşaltılırken, Ariel, Gush Etzion Ma’aleh Adumin gibi devasa yerleşimlerden çekilmeyi düşünmüyorlar. 600 kilometrelik duvar ne olacak? Üstelik hem İsrail Başbakanı Ehud Olmert hem Filistin lideri Mahmud Abbas bu anlaşmaları imzalayacak siyasi destekten yoksun. Filistin halkı da sadece ABD, İsrail istiyor diye ‘barış olmayan barışa’ imza atmanın anlamı olmadığını biliyor. 1994 Oslo Barış Anlaşması, 2000’de Yol Haritası ve Arap Biriliği’nin önerisini yerine getirmeyen ABD-İsrail girişimine ne kadar güvenilir ki!

ÇIKAR GEREĞİ HER ŞEY MÜBAHTIR!
ABD bölgeyi bir kez daha silahlarla donatarak herkesi birbirine kırdırmaya çalışıyor. Filistinlilere de sözüm ona barış vaat ediyor. Yıllarca İran’ı Saddam Hüseyin’le oyalayan Batı ve ABD, şimdi İran’ın karşısına başka ülkeleri çıkararak kendi petrol düzenini, İsrail’in güvenliğini yürütmeye çalışıyor.

Ancak, Ortadoğu’da işler böyle yürümüyor. Bölgeyi okuyamayan ABD, ülkeleri silahlandırırken, bölgedeki İslami muhalefeti de güçlendirdiğini bilmiyor olamaz.

* Bantustan: Güney Afrika ve Güneybatı Afrika’da (şimdiki adı Namibya) bulunan siyah Afrikalıların yaşadığı toplam 20 kabile bölgesine verilen isim. 10 tanesi Güney Afrika’da, diğer 10 tanesi komşu Namibya’da bulunur, ırk ayrımı siyasetinden dolayı aynı etnik kimliğe mensup insanlardan oluşur

30
Tem
07

ABD’DEN ENERJİ TEHDİDİ

 İran’la enerji anlaşması imzalayan Türkiye’ye, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’dan tehdit geldi. Wilson, Türkiye’nin İran’la enerji konulu mutabakat imzalamasının, Hazar Havzası doğalgazının, Türkiye’ye ve Uluslararası Pazarlara taşınmasını sekteye uğratacağını öne sürdü.

ABD Büyükelçisi Wilson, büyükelçiliğin internet sitesinde yer alan “Büyükelçi’ye sorun” köşesinde, “Türkiye’nin İran’la yaptığı anlaşma hakkında ABD neden yorum yapıyor? Bizler sizin Kanada ve Meksika’yla yaptığınız anlaşmalara hiç karıştık mı? Bu konu neden sizleri ilgilendiriyor?” şeklindeki soruya yanıt verdi.

Wilson, cevabında Türkiye’nin İran doğalgaz işbirliğine ilişkin ön anlaşmayla iki nedenden dolayı ilgilendiklerini ifade ederek, şunları söyledi:

“Birincisi, ön mutabakat belgesi, Türkiye ve ABD’nin on yıldan beri üzerinde çalışmakta olduğu Hazar Havzası doğalgaz kaynaklarının geliştirilmesi ve boru hatlarıyla bu kaynakların Türkiye ve uluslararası pazarlara taşınması çalışmalarını ciddi biçimde sekteye uğratabilir.”

Devamında gerekçelerini açıklayan Wilson, Türkiye’nin, Hazar Havzası doğalgaz boru hattı gibi projelere destek vermeyi sürdürerek, gerek kendi enerji ihtiyacı gerekse diğer Avrupa ülkelerinin enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında bölgesel liderlik üstlenmiş olacağını kaydetti.

Türkiye’nin doğalgaz alanında anahtar konumundaki geçiş ülkesi olmasıyla komşuları ile olan ekonomik ilişkilerinin de güçlenerek gelişeceğini savunan Wilson, “İran’dan Türkiye’ye ithal edilen doğalgazdaki büyük artış, Azerbaycan, Kazakistan ve batı Türkmenistan’dan Türkiye’ye gelebilecek doğalgaz kaynakları konusundaki gelişmeleri engelleyebilir” ifadesini kullandı.

14
Tem
07

Büyük Ortadoğu Projesi Colgate Misvaklı Diş Macunudur!

Başta Filistin, Irak ve Afganistan olmak üzere İslam dünyasına karşı hiçbir kural tanımayan bir vahşilikle saldırıya geçen ABD, bir tarafta Ebu Gureyb, Guantanamo, Bagram ve diğer gizli-açık işkencehanelerde tecavüz de dahil her türlü insanlık suçunu işlerken, diğer yandan da Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında İslam dünyasını ve hatta İslam’ı kendi çıkarları açısından şekillendirmeye dönük planlar yapmayı ve bu çerçevede Müslümanların İslam algısını tahrif etmeyi amaçlayan çeşitli adımlar atmayı ihmal etmiyor.

Evet, ABD ve İsrail ile İngiltere’nin başını çektiği avanesi, bir taraftan füzelerle, bombardımanlarla her gün onlarca Müslümanın kanına girerken ve Müslümanlara karşı akıl almaz iğrençlikler sergilerken, diğer taraftan da Büyük Ortadoğu Projesi adı altında, İslam dünyasına Ilımlı İslam adı altında yeni bir din pazarlamaya çalışmaktadır. Amina Vadud ve Esra Numani adlarındaki sözüm ona kadın imam senaryolarıyla, İslam’da reform talep eden çeşitli sempozyum ve raporlar tezgahlamakla, Allah’ın dupduru dinini kirletmek, kendisi olmaktan çıkarıp protestanlaştırmak istiyorlar. Hatta bu uğurda geçtiğimiz yıl Gerçek Furkan adı altında güya Kur’an-ı Kerim’e alternatif kitap yazma saçmalığına bile girişmişlerdi.

Günümüzde başını ABD’nin çektiği küreselleşme adı altında sömürü politikalarıyla insanlığın sahip olduğu tüm değerler emperyalist güçlerce satın alınmaya ve iğdiş edilmeye çalışılıyor. Uluslararası güç odakları bu politikaları çerçevesinde dinlere de, oluşturulmak istenen küresel kültürle çatışmayacak bir yapı kazandırmak istiyorlar. Globalitenin, dinlere ve özellikle de küresel sömürü politikalarına alternatif tek dinamik güç olarak görülen İslam’a yönelik politikaları bu çerçevede şekilleniyor.

ABD ve avanesi bunu deklare etmeseler de, bu hedefler çerçevesinde başlatılan Büyük Ortadoğu adı altındaki söz konusu projenin gayesi çok açık: Toprakları işgal edilen, mukaddes değerleri ve namusları çiğnenen Müslümanların direncini kırmak ve tüm İslam dünyasını ABD işgal ve sömürüsüne müsait hale getirmek. İslam’ın tevhid ve adalet merkezli inkılabçı mesajını tahrif ederek, sadece kişisel ibadetler ve özel gün ve gecelerin kutlanmasına dayalı suya sabuna dokunmayan, zulme ve sömürüye karşı durmayan muharref Hıristiyanlık benzeri yeni bir din peydahlanmak isteniyor.

ABD’nin bugün yapmak istediğine, geçmişte İslam dünyasına musallat olan diğer zalim güçler ve sulta rejimleri de teşebbüs etmişlerdi. İnsanların İslam algısını tahrif ederek İslam dünyasını zulme ve sömürüye açık hale getirme amaçlı şeytani girişimler ilk olarak Emevi sultası tarafından başlatılmıştı. Emevileri, zulmün ve fıskın bayrağını onlardan devralan Abbasi sultası takip etmişti. Bazı fıkıh kitaplarında halen yer alan, “Zalim de olsalar, fasık da olsalar, insanların malını zorla da gasp etseler yine de yöneticilere itaat etmek şarttır” şeklindeki sözde fıkıh kuralı işte bu Emevi-Abbasi tahrif projesinin ürünü idi. Aynı şekilde, İslam’ın şartlarını, içinden İslam’ın temel şartlarından olan cihad ve iyiliği emredip kötülükten nehyetmek de dahil zalimlerin işine gelmeyen esaslardan arındırıp tamamı kişisel ibadetlerden oluşan beş şarta indirgemek muhtemelen İblis’in aklına bile gelmezdi fakat Emevi ve Abbasiler onu da yapmışlardı. Ve halen birçok ilmihal ve fıkıh kitabında bu Emevi-Abbasi masalı, çocuklarımıza din diye öğretilmiyor mu? İman ve amelin arasını ayıran ve “İnsan inandıktan sonra her türlü günahı işlese ve Allah’ın hükümlerine tabi olmasa bile Müslümandır” inanışı da hep bu “suya sabuna dokunmayan din” projesinin ürünleriydi. Tabii ki asıl garip ve üzücü olan bu inanışların halen İslam adına yaşatılıyor olmasıdır.

Tarih boyu peygamberlerin ve muvahhidlerin sürdürdüğü tevhid ve adalet merkezli Rabbani davete karşı zulüm sistemlerinin başvurduğu yöntemler hep aynı olmuştur. Zulüm sistemleri, bir yandan muvahhid öncülerin yükselttiği tevhid ve adalet çağrısını baskılarla boğmaya çalışırken, diğer yandan da bu mesajı tahrif etmeye, sulandırmaya çalışmışlardır.

Tarih boyunca dinin iktidar talebi ile ortaya çıktığı her dönemde bu talebe muhatap olan iktidarlar önce dine karşı sindirme operasyonları başlatmış, bunu başaramayınca da dini manipüle etme yollarını aramışlardır. İktidar sahiplerinin dine yönelik manipüle çabalarında ön plana çıkan boyut ise, her zaman dini iktidar talebinden vazgeçirmeye, onu zulme ve sömürüye ses çıkarmayan mistik bir forma sahip kılmaya yönelik olmuştur.

Kısacası göklerin ilahlığı konusunda dine müdahale etme gereği duymayan iktidar sahipleri, yerlerin ilahlığı noktasında konumlarını ciddi manada tehdit eden dini tahrif edip iktidar talebinden soyutlamaya çalışmışlardır. Bunun tarihteki en bariz örneği, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği şekliyle zulme ve haksızlıklara karşı mücadeleyi öngören tevhidi bir din kimliği taşıyan Hıristiyanlığın, Roma İmparatorluğu’nun baskıları ve manipülasyonlarıyla iktidar talebinden soyutlanması ve neticede Roma zulmünün payandası haline getirilmesidir. Tarih boyunca süregelen Allah’ın Dini karşısındaki bu tahrif çabaları, günümüzde de tüm sinsiliği ve tüm çirkinliğiyle sürdürülmektedir. Son yıllarda Türkiye’de iktidar sahipleri tarafından ısrarla gündemde tutulmaya çalışılan dinde reform tartışmaları da bu çerçevede değerlendirilmelidir.

İslam düşmanı emperyalist güçlerin, küresel sömürü planları karşısında esaslı tek engel olarak gördükleri ve hedef tahtasında birinci sıraya yerleştirdikleri İslam’ı kendi çıkarları çerçevesinde tahrif etmeye ve suya sabuna dokunmayan mistik bir din haline getirmeye yönelik proje ve çabalarına “içimizden” bazılarının katkı sağlamakta olması ise meselenin asıl can alıcı noktasını teşkil ediyor.

Bazı kesimlerin, ABD, İsrail ve İngiltere üçlüsünün zulüm ve sömürü çarkları karşısında adeta üç maymunu oynamakta olması ve ABD’nin istediği şekilde “suya sabuna dokunmayan” bir din anlayışını kitlelere yaygınlaştırma çabası içerisinde görünmesi dikkat çekiyor. Hatta sır dizilerinde, ABD çıkarları uğruna Kore savaşında ölüme gönderilen askerlerle ilgili mucizevi mesajlar verilerek adeta ABD’ye sırlı destekler sunuluyor.

Söylemek istediğimizi daha iyi anlamak için, Hz. Peygamber’in doğum yıldönümü çerçevesinde, yaşadığımız coğrafyada düzenlenen “Kutlu Doğum” etkinliklerini şöyle bir gözümüzün önünden geçirmek yeterli olacaktır. Tevhid ve adalet bilincine sahip çevrelerin düzenlediği sayılı birkaç etkinlik dışında kalan kitlesel etkinliklerde nasıl bir Peygamber portresiyle karşılaştık?

“Beni, Hıristiyanların Meryemoğlu İsa’yı aşırı bir şekilde övdükleri gibi övmeyin. Ben, ancak bir kulum ve (benim için) Allah’ın kulu ve elçisidir, deyin.” (Buhari, Enbiya, 48) ihtarında bulunan Hz. Peygamber’in, ne yazık ki insanüstü bir masal kahramanı gibi sunulduğu, onun zulme ve sömürüye karşı mücadelesinin, tevhid ve adaleti hakim kılma cihadının söz konusu edilmediği, sadece mistik müzik parçalarıyla insanların kendinden geçip, gül ticaretiyle de başta Çin firmaları olmak üzere Müslümanların paralarıyla kapitalizmin tüketim çarkına destek olunmaktan başka bir sonuç alınmayan bu kutlamalarda Filistin’deki, Irak’taki, Afganistan’daki, Çeçenistan’daki işgal gündeme getirilmemektedir. Bu tür kutlamalarda adeta bir “tatlısu Müslümanlığı” tablosu çizilmektedir.

Zalime sözü olmayan, emperyalizme karşı duruş sahibi olmayan bir din anlayışı tabii ki emperyalistleri rahatsız etmez. Hatta tıpkı Hz. İsa’nın davetini kendisi için bir tehdit görerek O’nunla ve bağlılarıyla amansız bir şekilde mücadele eden Roma İmparatorluğu’nun daha sonra Pavlus’un elinde tahrif edilerek tevhid ve adalet ilkelerinden uzaklaştırılarak sevgi, dostluk, kardeşlik gibi soyut kavramlar üzerine bina edilen yapısıyla Hz. İsa’nın getirdiği dine atfedilen muharref Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesi misali, zalim güçlerin suya sabuna dokunmayan mistik din anlayışlarını destekleyip yaygınlaştırmaya çalıştıklarını da görmekteyiz.

Emperyalizm, İslam’dan hoşlanmaz. Zira, Kur’an’da bildirilen ve Hz. Peygamber’in pratize ettiği İslam dini, zulme boyun eğmemeyi, adaleti ayakta tutmayı, haksızlığa karşı koymayı, yoksulu koruyup gözetmeyi, mazlumun hakkını savunmayı, iyiliği emredip kötülükten nehyetmeyi, fitne ortadan kalkıp yeryüzünde tevhid ve adalet ilkeleri hakim olana dek Allah yolunda cihad etmeyi öğretir ve emreder müntesiplerine. Bu sebeple sömürgeci zalim güçler her zaman İslam’ı bu ilkelerden uzaklaştırmak için çeşitli şeytani planlar yapmış, projeler ortaya koymuşlardır. İşte ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) da, bu projelerden biri olarak karşımızdadır. İslam, kendisi olmaktan uzaklaştırılıp, zalime sözü olmayan, haksızlığa ve sömürüye ses çıkarmayan Hıristiyanvari bir din haline getirilmek istenmektedir.

Pentagon’un Büyük Ortadoğu Projesi’nin içerik ve amacı, ABD markası Colgate’in birkaç ay önce piyasaya sürdüğü “misvaklı diş macunu” ile aynıdır. İslam dünyasında dine yöneliş yükselişteyse, ABD kapitalizminin atacağı adım, bundan ABD ekonomisine katkı devşirmek için çeşitli ürünler piyasaya sürmek olacaktı. İşte Colgate misvaklı diş macunu bu düşüncenin ürünü. ABD emperyalizmi, dini duyarlılıklar ya da herhangi bir ideolojik akımın yükselmesi kendi çıkarlarına hizmet ediyorsa bu yükselişte hiçbir sakınca görmez, aksine onu destekler ve ondan siyasi ve ekonomik rant devşirmenin yolunu arar.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin kodları, Colgate misvaklı diş macununda saklıdır. Her ikisinde de temel alınan taktik şudur: İslam dünyasında yükselmekte olan dini duyarlılığın ABD karşısında oluşturduğu potansiyel tehditin manipülasyonlarla bertaraf edilmesi ve bu duyarlılığın ABD çıkarlarına hizmet edecek bir forma evrilmesinin sağlanması.

Biz, Colgate marka misvaklı diş macununa da, Büyük Ortadoğu Projesi’ne de hayır diyoruz

09
Tem
07

Yunanistan’A Nota

Yunanistan’da düzenlenen bir askeri seminerde “Kürdistanlı” Türkiye haritasının açılmasının ardından Dışişleri Bakanlığı’na çağrılan Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi Giogios Yennimatas’e Türkiye’nin tepkisi iletildi.
Büyükelçi Yennimatas, Kıbrıs-Yunanistan İşlerinden Sorumlu Dışişleri Müşteşar Yardımcısı Vekili Haydar Berk tarafından dün bakanlığa davet edildi.

Haydar Berk, Yennimatas ile yaptığı görüşmede Türkiye’yi bölünmüş gösteren harita olayı nedeniyle Türk hükümetinin tepkilerini iletti.

Benzer bir girişim de önümüzdeki günlerde Atina’da yapılacak.  Türkiye’nin Atina Büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu, Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’na gidecek. Diplomatik girişimlerde, Atina yönetiminden, “Bunu yapan bir sivil toplum kuruluşunun temsilcisi. Hükümeti ve askerleri temsil etmiyor” anlayışının arkasına sığınmaması istenecek. Buna gerekçe olarak da , “Kürdistanlı” Türkiye haritasını açan Prof. Dr. Mazis’in çalıştığı Savunma Analiz Enstitüsü’nün, Yunan Genelkurmay Başkanlığı ile Savunma Bakanlığı’ndan finans desteği alması gösterilecek. Ankara, diplomatik bir üslupla, Atina’ya “özür dileyin” mesajını da verecek.

25
Haz
07

ABD’nin PKK’ya yardımları

Askerimizin Tanık Olduğu Olaylar
Cudi Dağı’nda kıstırılan PKK’ya karşı 10 Ocak 1992 yılında yapılan operasyon sırasında, Irak sınırındaki Damlacı Karakolu, bir ABD helikopterinin Irak’tan gelip iç kesimlere doğru uçtuğunu bildirdi. Bu helikopterin Bisi Yaylası’nda alçalarak aşağıya malzemeler attığı belirlenmesi üzerine, askeri timimiz bu bölgeye giderek 27 çuval dolusu yardımı PKK’lılardan önce ele geçirdi.

Dönemin başbakanı Süleyman Demirel, olay hakkında yorum yapmazken, ABDli yetkililer olayı kabul ettiler; ancak olayın “yanlışlıkla” meydana geldiğini belirttiler.

Ayrıca öldürülen PKKlıların üzerinden ABD malı silahların çıkması da bir başka kanıttır. Genelkurmay, bu silahların seri numaralarını Amerikan yetkililerine bildirmesine rağmen, aylarca yanıt verilmemiştir.

1993/95 yıllarında Hakkari’de Dağ ve Komando Tugayı ve Güvenlik Komutanlığı yapan Tümgeneral Osman Pamukoğlu da ABD’nin, PKK’ya yardım ettiğine dair duyumlar aldığını belirtmiştir.

Yine dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, Tümgeneral Osman Özbek’e, yaptıkları operasyonlar sırasında İncirlik’teki Amerikan askerlerinin kullandığı gıda ve ilaç torbalarının Kuzey Irak’taki kamplarda bulunduğunu anlatmıştır.

Bunlar geçmişte yaşanan olaylar olsa da ABD, halen PKK’ya yardım etmektedir. Kuzey Irak’ta kurulan Kürt devletine yardım etmesi ve destek sağlaması, bunun en büyük göstergelerindendir. Bilindiği gibi, Kuzey Irak’taki kukla devlet yöneticileri, PKK’ya maddi ve manevi yardımlarını esirgememektedir.

16
Haz
07

İŞTE ABD’NİN K.IRAK’TAKİ BÜYÜK SIRRI

– ABD K.Irak konusunda neden bu kadar hassas?

– Neden Türkiye’nin K.Irak’a bir harekat yapması konusunda aşırı duyarlı?

– ABD, Afganistan, Somali, Bosna, Lübnan ve Kosava gibi dünyanın en karışık bölgelerinde Türk askerini hep yanında istiyor. Örneğin Afganistan’da ve Kosava’da komutayı Türk komutanlara bırakıyor. Buralarda güveniyor da acaba neden K.Irak’ta Türk askerini istemiyor?

– K.Irak’ta görev yapan irtibat subaylarına çuval geçiren ABD neden yine oradaki askerlerimize peşmergenin silah doğrultmasına göz yumuyor?

– Irak’ın Şii ve Sünni bölgelerinde güvenliği Şiilere ve Sünnilere bırakmayan ABD neden K.Irak’ta güvenliği peşmergelere veriyor?

– ABD neden K.Irak sınırımızda helikopterlerle teröristlere karşı yaptığımız mücadeleyi yakından takip ediyor?

– Bush Barzani’ye neden çok özel bir başbakan muamelesi yapıyor?

– Irak’ın her yeri kan gölüne dönmüşken neden K.Irak’ta hiç sorun çıkmıyor?

Tam tersine Erbil ve Süleymaniye’de muazzam bir yapılaşma ve şehirleşme var.

Bu sorular Türkiye’nin K.Irak’a yapması tartışılan harekatın stratejik derinliğini yakından ilgilendiriyor.
İşte önce stratejik cevap sonra da ABD’nin K.Irak’taki büyük sırrı.

FOTO ANALİZ İÇİN TIKLAYIN

(aslında ben kendim buraya resimleri koyacaktım.Fakat ABD oyununa gelmeyelim.Çünkü WordPress bu resimlere güvenlik nedeniyle izin vermiyor)

10
Haz
07

Akp – AntiTürk İttifakı mı?

Türk Ulusu, ‘Ilımlı İslam’ kisvesi altındaki gericiliğe, laiklik ve ulus devlet karşıtlarına, şeriat yanlılarına, Kemalist Cumhuriyet düşmanlarına ve emperyalizme karşı demokratik bir başkaldırı hareketine girişirken; ABD ve AB gibi güçlerle, Kuzey Irakta bir Kürt Devleti kurma hevesine kapılan Kürt Aşiret Liderleri ve Güney Kıbrıstaki “hakimiyetçi” Rum liderleri de AKP ve lideri Erdoğan’a destek yarışına girdiler. Görünen O ki; Türk’ün uyanışından kaygıya kapılan, uluslararası Anti-Türk cephesi ile Türkiye sevdalıları arasındaki kavga, erken Genel Seçimler nedeniyle iyice su yüzüne çıkmış bulunuyor.

ABD’nin Türkiye dahil, birçok Ortadoğu Ülkesinin haritasını değiştirmeyi ve yeni uydu devletcikler kurmayı amaçlayan ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığına soyunan Erdoğan’a ilk önemli desteğin; Neoconların ikinci ismi Dışişleri Bakanı Condolezza Rice’den gelmesi ilginç değil mi? AB Müzakere sürecini kullanarak Türkiye’yi istediği kılığa sokma projeleri yapan AB yetkililerinin arka arkaya Erdoğan ve AKP’ye destek atışında bulunmalarının sizce de bir anlamı yokmudur? Türkiye’nin Güneydoğusu’nu, ABD desteği ile Kuzey Irakta kurmayı tasarladıkları sözde ‘Kürdistan Devleti’nin sınırları içinde gösterme cüretine kapılan Kürt Aşiret Liderlerinin ‘bu dönemde Erdoğan’ı rahatsız edecek hareketlerden kaçınmamız gerekir’değerlendirmeleri, ABD- AB Emperyalizmi ile AKP Liderliği arasındaki Anti- Türk bir gizli ittifakın varlığını göstermez mi?

Ya CTP Liderliğinin, ikide birde ‘ilan-ı aşk’ da bulunup ne olur bize biraz daha yakın davran diye yalvardığı Hristofyas’ın “siyasette bir çok paradokslar vardır. Türkiyede şu an ılımlı İSLAMİ değerler üzerine kurulu AKP Hükümetini desteklemek zorundayız. Türkiye’deki seçimlerin neticesi ne olursa olsun, Kıbrıs sorununda durumun pek de kolay olmayacağını düşünüyorum. Çünkü Sn. Erdoğan galip gelse bile, korkarım ki Ordu ile yapacağı uzlaşma çerçevesinde Kıbrıs sorunu konusunda çok sert bir tutum sergilemekle yükümlü kalabilir” şeklindeki destek atışı ile ileriye yönelik değerlendirmelerinden çıkarılması gereken sonuçlar yokmudur?

Peki; inanmasa da bulunduğu makamın gereği KKTC’nin varlığını ve yüceltilmesini savunmakla Anayasal yükümlülüğü olan Sn. Talat’a ne demeli? AKP ve lideri Erdoğan’a KKTC den destek atışı için çıkarıldığı açık olan bir gazeteye geçtiğimiz gün verdiği bir demeçte bakın neler diyor “Kimi kesimler AK Partinin Kıbrıs’ı sattığını söylüyor, öyle birşey olmadığı ortada. AK Parti iktidarı değişse bile Türkiye’nin Kıbrıs sorununa bakış açısının değişeceğini düşünmüyorum.” Denktaş’ı ve UBP’yi tasfiye edip partisinin iktidara taşınmasında etkin destek aldığı AKP ve lideri Erdoğan’a vefa gösterişine kalkan Sn Talat’a şimdi sormak gerekmez mi: ‘Sn. Erdoğan ve Partisi eğer Kıbrıs konusunda ve diğer ulusal konularda milli politikalar izlediyse; ABD, AB gibi emperyalist güçlerle; Akel Lideri Hristofyas ve PKK yandaşı Peşmerge gürühunun; yeniden iktidarlık yolunda AKP ve Erdoğan’a destek çıkmalarının altında yatan ne ola ki?

Hem Sn. Erdoğanın bizzat kendisi değil mi “ Rumlar referandumda ‘hayır’ dedi ödüllendirildi, ‘evet’ dedirttiğimiz Kuzey Kıbrıs cezalandırıldı.” sözlerini söyleyen.Yine Sn. Erdoğan değilmidir “ Baldıran zehiri içtik, Kıbrıstan taviz verilmiş olsaydı Annan Planıyla verilmiş olacaktı” itirafında bulunan? Dikkat buyurun beyler! Kıbrıs’ı satışa çıkaranların elinden yine Kıbrıs’ı ENOSİS fanatizminin sabırsızlığı kurtardı.Yoksa AKP Liderliğinin vatanperverliği değil!. Sn. Talat’ında, Sn. Erdoğan’ında ‘Kıbrıs satılmadı’ sözleri ise sadece Laf-ı güzaftır.

Peki, sırf AB’den müzakere tarihi alma adına Rumları bütün Kıbrıs’ın meşru hükümeti sayan Gümrük Birliği Ek Protokolü’nü imzalayan, AKP iktidarına karşı, “eğer, Türkiye Rumlara hava ve deniz limanlarını açarsa yandığımız gündür” diyen Sn. Talat’ın kendisi değilmiydi? Şimdi ne oluyor da Sn. Talat; bütün emperyalistler ve eski yoldaşı! Hristofyasla birlikte AKP’nin yıldızını parlatma yarışına girdiler? Gerçekten AKP’ye kol kanat geren, Onun savunuculuğuna, hamiliğine soyunan bu ittifakın Türk Ulusu, Türk Ordusu, Cumhuriyet Türkiyesi , Kıbrıs Türk Halkı ve Onun Devleti için iyi niyetli olduğunu kim söyleybilir? Sn. Talat; “AK Parti değişse bile Türkiye’nin Kıbrıs politikasının değişmeyeceğini” söyleme gereği duyuyor. Sn. Cumhurbaşkanı kusura kalmayın ama, Türkiyedeki bu uyanıştan sonra; Hristofyas bile “AKP iktidarda kalsa bile Kıbrıs politikasının değişebileceğini”söylüyor. Siz bile son günlerde yarım ağızla da olsa “KKTC’nin tanınmasından, Kıbrıs Türkü’nün siyasi varlığının kabulünden ve iki devletli çözümden” söz etmeye başladınız. Bilmem yanılıyormuyum..

10
Haz
07

Akp – AntiTürk İttifakı mı?

Türk Ulusu, ‘Ilımlı İslam’ kisvesi altındaki gericiliğe, laiklik ve ulus devlet karşıtlarına, şeriat yanlılarına, Kemalist Cumhuriyet düşmanlarına ve emperyalizme karşı demokratik bir başkaldırı hareketine girişirken; ABD ve AB gibi güçlerle, Kuzey Irakta bir Kürt Devleti kurma hevesine kapılan Kürt Aşiret Liderleri ve Güney Kıbrıstaki “hakimiyetçi” Rum liderleri de AKP ve lideri Erdoğan’a destek yarışına girdiler. Görünen O ki; Türk’ün uyanışından kaygıya kapılan, uluslararası Anti-Türk cephesi ile Türkiye sevdalıları arasındaki kavga, erken Genel Seçimler nedeniyle iyice su yüzüne çıkmış bulunuyor.

ABD’nin Türkiye dahil, birçok Ortadoğu Ülkesinin haritasını değiştirmeyi ve yeni uydu devletcikler kurmayı amaçlayan ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığına soyunan Erdoğan’a ilk önemli desteğin; Neoconların ikinci ismi Dışişleri Bakanı Condolezza Rice’den gelmesi ilginç değil mi? AB Müzakere sürecini kullanarak Türkiye’yi istediği kılığa sokma projeleri yapan AB yetkililerinin arka arkaya Erdoğan ve AKP’ye destek atışında bulunmalarının sizce de bir anlamı yokmudur? Türkiye’nin Güneydoğusu’nu, ABD desteği ile Kuzey Irakta kurmayı tasarladıkları sözde ‘Kürdistan Devleti’nin sınırları içinde gösterme cüretine kapılan Kürt Aşiret Liderlerinin ‘bu dönemde Erdoğan’ı rahatsız edecek hareketlerden kaçınmamız gerekir’değerlendirmeleri, ABD- AB Emperyalizmi ile AKP Liderliği arasındaki Anti- Türk bir gizli ittifakın varlığını göstermez mi?

Ya CTP Liderliğinin, ikide birde ‘ilan-ı aşk’ da bulunup ne olur bize biraz daha yakın davran diye yalvardığı Hristofyas’ın “siyasette bir çok paradokslar vardır. Türkiyede şu an ılımlı İSLAMİ değerler üzerine kurulu AKP Hükümetini desteklemek zorundayız. Türkiye’deki seçimlerin neticesi ne olursa olsun, Kıbrıs sorununda durumun pek de kolay olmayacağını düşünüyorum. Çünkü Sn. Erdoğan galip gelse bile, korkarım ki Ordu ile yapacağı uzlaşma çerçevesinde Kıbrıs sorunu konusunda çok sert bir tutum sergilemekle yükümlü kalabilir” şeklindeki destek atışı ile ileriye yönelik değerlendirmelerinden çıkarılması gereken sonuçlar yokmudur?

Peki; inanmasa da bulunduğu makamın gereği KKTC’nin varlığını ve yüceltilmesini savunmakla Anayasal yükümlülüğü olan Sn. Talat’a ne demeli? AKP ve lideri Erdoğan’a KKTC den destek atışı için çıkarıldığı açık olan bir gazeteye geçtiğimiz gün verdiği bir demeçte bakın neler diyor “Kimi kesimler AK Partinin Kıbrıs’ı sattığını söylüyor, öyle birşey olmadığı ortada. AK Parti iktidarı değişse bile Türkiye’nin Kıbrıs sorununa bakış açısının değişeceğini düşünmüyorum.” Denktaş’ı ve UBP’yi tasfiye edip partisinin iktidara taşınmasında etkin destek aldığı AKP ve lideri Erdoğan’a vefa gösterişine kalkan Sn Talat’a şimdi sormak gerekmez mi: ‘Sn. Erdoğan ve Partisi eğer Kıbrıs konusunda ve diğer ulusal konularda milli politikalar izlediyse; ABD, AB gibi emperyalist güçlerle; Akel Lideri Hristofyas ve PKK yandaşı Peşmerge gürühunun; yeniden iktidarlık yolunda AKP ve Erdoğan’a destek çıkmalarının altında yatan ne ola ki?

Hem Sn. Erdoğanın bizzat kendisi değil mi “ Rumlar referandumda ‘hayır’ dedi ödüllendirildi, ‘evet’ dedirttiğimiz Kuzey Kıbrıs cezalandırıldı.” sözlerini söyleyen.Yine Sn. Erdoğan değilmidir “ Baldıran zehiri içtik, Kıbrıstan taviz verilmiş olsaydı Annan Planıyla verilmiş olacaktı” itirafında bulunan? Dikkat buyurun beyler! Kıbrıs’ı satışa çıkaranların elinden yine Kıbrıs’ı ENOSİS fanatizminin sabırsızlığı kurtardı.Yoksa AKP Liderliğinin vatanperverliği değil!. Sn. Talat’ında, Sn. Erdoğan’ında ‘Kıbrıs satılmadı’ sözleri ise sadece Laf-ı güzaftır.

Peki, sırf AB’den müzakere tarihi alma adına Rumları bütün Kıbrıs’ın meşru hükümeti sayan Gümrük Birliği Ek Protokolü’nü imzalayan, AKP iktidarına karşı, “eğer, Türkiye Rumlara hava ve deniz limanlarını açarsa yandığımız gündür” diyen Sn. Talat’ın kendisi değilmiydi? Şimdi ne oluyor da Sn. Talat; bütün emperyalistler ve eski yoldaşı! Hristofyasla birlikte AKP’nin yıldızını parlatma yarışına girdiler? Gerçekten AKP’ye kol kanat geren, Onun savunuculuğuna, hamiliğine soyunan bu ittifakın Türk Ulusu, Türk Ordusu, Cumhuriyet Türkiyesi , Kıbrıs Türk Halkı ve Onun Devleti için iyi niyetli olduğunu kim söyleybilir? Sn. Talat; “AK Parti değişse bile Türkiye’nin Kıbrıs politikasının değişmeyeceğini” söyleme gereği duyuyor. Sn. Cumhurbaşkanı kusura kalmayın ama, Türkiyedeki bu uyanıştan sonra; Hristofyas bile “AKP iktidarda kalsa bile Kıbrıs politikasının değişebileceğini”söylüyor. Siz bile son günlerde yarım ağızla da olsa “KKTC’nin tanınmasından, Kıbrıs Türkü’nün siyasi varlığının kabulünden ve iki devletli çözümden” söz etmeye başladınız. Bilmem yanılıyormuyum..

10
Haz
07

Büyük Ortadoğu Projesi, NATO Zirvesi ve “Ilımlı İslam”a Dair

Kurtuluş Cephesi‘nin Ocak-Şubat 2004 tarihli 77. sayısında, Amerikan emperyalizminin “Büyük Ortadoğu Projesi”ne ilişkin olarak Yeni Şafak gazetesinde 1 Şubat tarihinde yayınlanan bir haber-yorum üzerine bir değerlendirme yayınladık. Yazımızın yayınlandığı tarihten itibaren “Büyük Ortadoğu Projesi” neredeyse tüm “medya”nın en gözde konusu haline geldi. Tüm köşe yazarları “Büyük Ortadoğu Projesi”ne ilişkin yazılar kaleme alırken, “ılımlı islam” kavramı giderek politik söylemin odak noktasına yerleşti.
      Ancak şeriatçı kesimler, Yeni Şafak gazetesinin Amerikan emperyalizminin “Büyük Ortadoğu Projesi”ni olumlayan haber-yorumu karşısında tam bir şaşkınlık içine düştüler. Yeni Şafak gazetesinin manşetten verdiği haber-yorumunun, birkaç “ama” dışında, tümüyle “Büyük Ortadoğu Projesi”ni olumlaması ve bu projenin kendileri için yeni fırsatlar yaratacağı düşüncesini işlemesi şeriatçı kesimleri, tüm politikalarını yeniden gözden geçirmeye zorladı. Haber-yorumda “Büyük Ortadoğu Projesi”nin biraz “İsrail planı” koktuğu yolundaki yorumdan yola çıkan birkaç “islamcı yazar” (şeriatçı yazar) utangaç biçimde itirazlar kaleme alırken, geri kalanları tepkileri izlemekle yetindiler.
      Tepkilerin yoğunlaşması üzerine tüm şeriatçı yazarların ve şeriatçı “medya”nın Amerikan emperyalizminin “Büyük Ortadoğu Projesi”ne tavır almalarıyla, “proje”, şeriatçı kesimlerin geleneksel Amerikan karşıtlığının ajitatif söylemi haline dönüştü. Böylece Tayyip Erdoğan ve mehteran takımının yayın organı Yeni Şafak gazetesinin kendileri için yeni fırsatlar yaratacağı düşüncesiyle manşetine taşıdığı “Büyük Ortadoğu Projesi” BOP’laştı.
      Şeriatçı kesimlerin “medya” sözcüleri kendileri için büyük ve yeni fırsatlar yaratacağını düşündükleri “Büyük Ortadoğu Projesi”ni büyük pişkinlikle yerden yere vururlarken, Yeni Şafak‘ın manşetinde yer alan haber-yorumu unutmuş görünmektedirler. Bu haber-yorum Yeni Şafak‘ın manşetinde şöyle yer almıştı:
      “Amerikanın Yeni Projesi
      Türkiye modelli Büyük Ortadoğu
      ABD Başkanı George Bush’un, Başbakan Erdoğan ile görüşmesinde gündeme getirdiği, ‘Büyük Ortadoğu’ Projesinde Türkiye merkez konumunda ele alınıyor. ABD’nin bu çerçevede Türkiye’den imam, vaaz, müftü gibi yetişmiş din görevlilerinin Ortadoğu’ya gitmesini istediği ortaya çıktı.
      ABD’nin bu projeyle üç amaç belirlediği vurgulandı. Bunlar Müslüman ülkelerde demokrasinin yaygınlaştırılması, serbest piyasa ekonomisinin geliştirilmesi, radikal dini grupların örgütlenmelerinin önlenmesi, ‘İslami terör’ kavramının önüne geçilmesi.”
      Haber-yorum “ABD, imam-hatip istiyor” alt başlığıyla Amerikan emperyalizminin imam, vaaz, müftü isteği bir kez daha vurgulandıktan sonra şöyle devam ediliyordu:
      “Merkez İsrail mi İstanbul mu?
      ‘Büyük Ortadoğu’ projesi, Türkiye’ye ‘merkezi rol’ alacağı şeklinde sunuluyor. Bu teklif, Türkiye’nin de İslam ülkeleri ve Orta Asya’ya yönelik projeleriyle örtüştüğü için büyük destek buluyor. Ancak projenin fikir babasının İsrail olması kafaları karıştırıyor.
      Türkiye ne yapmalı

      Uluslararası ilişkiler uzmanları ve stratejistler, Türkiye’nin bu projeye dikkatli yaklaşması ve ‘merkezi Türkiye’ olacak bir ‘Büyük Ortadoğu’ projesi için daima teyakkuzda bir dış politika izlemesi gerektiği uyarısında bulunuyorlar. Uzmanlar, bu projenin çok uzun süreli bir proje olduğunu da hatırlatarak, bu teyakkuz ve güçlü pazarlık durumunun hükümetlerle değişmemesi gerektiğinin de altını çiziyorlar.”
      Görüldüğü gibi, Yeni Şafak gazetesinin manşetine çıkardığı “Büyük Ortadoğu Projesi”ne ilişkin haber-yorum, “Türkiye’nin de İslam ülkeleri ve Orta Asya’ya yönelik projeleriyle örtüştüğü için büyük destek gördüğünü” ve “Türkiye merkezli” olması koşuluyla projenin desteklenmesi gerektiğini savunmaktadır.
      Bu durumu Kurtuluş Cephesi‘nin Ocak-Şubat 2004 tarihli 77. sayısında şöyle değerlendirdik:
      “Amerikan emperyalizminin ‘enerji ve su kaynaklarının güvenliğini garanti altına almak’ olarak özetlenebilecek stratejisinin yeni adı ‘Büyük Ortadoğu’ olmaktadır.
      Tayyip Erdoğan ve mehteran takımı, Necip Fazıl’dan aldıkları ‘Büyük Doğu’ hayaline, Amerikan emperyalizminin ‘Büyük Ortadoğu’ planlarıyla daha fazla yaklaştıklarını düşünerek bu planın asli öğesi olmaya soyunmuşlardır.
      Onların sanısına göre, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirebilmesi için, ‘laiklik ile islamiyeti en iyi biçimde kaynaştırmış Türkiye’ bir model ülke olarak alınacaksa, ‘ılımlı islam yönetimi’ daha iyi bir model olabilecektir. Onlara göre, kendilerinin temsil ettiği ‘ılımlı islam’, ‘Büyük Ortadoğu’nun ideolojik temeli işlevini görmelidir. Ancak onlar ‘Büyük Ortadoğu’nun ‘coğrafi sınırlamadan çıkartılarak, Kafkaslar ve Orta-Asya ülkelerini de içine alarak geniş bir çerçeveye’, yani Necip Fazıl ‘üstadları’nın ‘Büyük Doğu’ çerçevesine oturtulmasının daha doğru olacağını düşünmektedirler.
      Böylece Türkiye’de iktidarı ele geçirecek olan ‘Büyük Doğu’cuların İBDA kıtalarıyla ‘doğu’nun fethi teorisinden, Amerikan emperyalizminin kıtalarıyla ‘büyük doğu’nun kendi önlerine serilmesi beklentisine geçmişlerdir. Bunun için tek yapmaları gereken ‘ılımlı islamcı’ portresi çizmekten ibarettir. Bu amaçla, yıllardır Türkiye’de tedrisatını yaptıkları takiyyeyi uluslararası planda sürdürmek yeterli olacaktır. Amerikan emperyalizminin her dediğini yerine getirerek ona şirin gözükmek, dalkavukluk yapmak, amaca ulaşmanın basit araçlarıdır.”[1*]
      İşte bu bakış açısıyla Tayyip Erdoğan ve mehteran takımı, Amerikan emperyalizminin istekleri doğrultusunda Kıbrıs’ta “kazı-kazan” süreci başlatmıştır. Ardından Colin Powell’ın Türkiye’yi “islam cumhuriyeti” olarak tanımladığı açıklaması gelmiştir. Ancak Nisan ayına girildiğinde Felluce’deki silahlı direnişin şiddetlenmesi ve giderek Amerikan emperyalizminin Irak işgalini içinden çıkılamaz hale getirmesi şeriatçı kesimlerin umutlarını önemli ölçüde kırmıştır. Yine de can çıkmayınca huy çıkmadığından bu kesimler yeni beklentilere yönelmişlerdir. İşte bu beklentilerin yoğunlaştığı yer, NATO’nun İstanbul zirvesi olmaktadır.
      Şeriatçı kesimin “tink-tank”cıları (ya da “stratejik araştırma” uzmanları) İstanbul’daki NATO zirvesinden emperyalist ülkeler arasında bir uzlaşmanın ortaya çıkacağını beklemektedirler. Özellikle Fransa-Almanya ile ABD-İngiltere arasında Ortadoğu’nun NATO görev alanına alınmasını sağlayacak bir uzlaşma sonucu, “ılımlı islam” portresi çizen AKP mehteran takımının önünün açılacağı beklenmektedir. Bu öylesine bir beklenti haline gelmiştir ki, AKP iktidarı, piyasalarda başlayan dalgalanmaları bile önemsememektedir. Ne de olsa “Türkiye merkezli Büyük Ortadoğu Projesi” “ılımlı islam”ın önüne büyük bir pazar açacaktır.
      Neredeyse AKP saflarında yer alan tüm şeriatçı kesim (“medya”sından sermaye kesimlerine kadar) “Büyük Ortadoğu Pazarı” hayaliyle “ılımlı islam”a doğru yelken açmakta tereddüt etmemişlerdir. Ama bütün sorun, Amerikan emperyalizmi dışında hiç kimsenin bilmediği bu “ılımlı islam”ın ne olduğu ve sınırlarının nereye kadar uzandığıdır.
      Şeriatçılara “muhafazakar demokrat” tanımı getirerek “imajmaker”lık yapan Tayyip Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan’ın “Devlet mi toplumu Müslümanlaştırmalı; Müslüman toplum mu devleti dinileştirmeli; yoksa her ikisi de mi birbirini ideolojik bir dönüşüme tâbi tutmamalı?” şeklinde formüle ettiği ve sonuçta devletin ve toplumun “birbirini ideolojik bir dönüşüme tabi tutmamalı”yla sonuçlandırdığı “ılımlı islam” çerçevesi dışında ortada bir ölçü bulunmamaktadır. Ama bu ölçü de fazla “akademik” olduğundan pratik bir değere sahip değildir. Dolayısıyla, pragmatizm, “ılımlı islam” portresi çizebilmenin tek yolu haline gelmiştir. Bugün için, devletin yürütme gücünü elinde tutan AKP, bu devlet gücüyle, YÖK yasası değişikliğiyle hem devleti hem toplumu dinileştirmeye yönelmiştir. Böylece Yalçın Akdoğan’ın “akademik teorisi” fiilen ortadan kalkmıştır.
      Şimdi sorun, Amerikan emperyalizminin “ılımlı islam”ı ile AKP’nin “ılımlı islam” yöneliminin ne denli çakışıp çakışmayacağına dönüşmüştür. Ve şeriatçı kesim NATO zirvesine gelecek olan W. Bush’tan bu sorunun cevabını beklemektedirler.
      Bu koşullarda “laik kesim”in “vurucu gücü” olarak sunulan Genelkurmay, bir yandan AKP’nin imam-hatiplere ilişkin anayasa değişikliğine açıktan muhalefet ederken, diğer yandan eski askeri ihaleleri iptal etmiştir.
      Genelkurmay’ın imam-hatiplere ilişkin açıklaması doların %20 değer kazanmasıyla beklenen sonucunu verirken, askeri ihalelerin iptal edilmesi sadece M. Ali Briand’ı harekete geçiren bir işleve sahip olmuştur.
      İptal edilen askeri ihaleler “ortak proje” kapsamında “yerli katkı” ile üretilecek saldırı helikopterleri ile tanklara ilişkindir. “Ortak proje” ile üretilecek 1.000 adet tank yerine doğrudan “üretici firmadan” 250 tank ve 145 saldırı helikopteri yerine 90 helikopter alınmasına karar verilmiştir. Saldırı helikopteri için her ikisi de Amerikan şirketi olan King Cobra üreticisi Bell ile Apache’nin üreticisi Boeing sözkonusuyken; “ana muharebe tankı” adayları Abrams A1 tanklarının üreticisi Amerikan General Dynamics Co. ile Leopard 2 tanklarının üreticisi Alman Krauss-Maffei Wegmann olmaktadır. Ağustos 2003’de Bell şirketi ile King Cobra için “prensip anlaşması” yapıldığı için ihalenin en önemli kesimi tanklar olmaktadır.
      Abrams ya da Leopard tanklarından hangisinin alınacağına ilişkin karar Türkiye ile ABD ve Almanya arasındaki ilişkileri belirleyecek niteliktedir. Özellikle ekonomik durgunluk içinde bulunan Almanya için Leopard tanklarının satışı büyük öneme sahiptir. Öyle ki, Claudia Roth’un son Türkiye “ziyareti” sırasında Yeşiller Partisi adına “Türkiye’ye silah satışını engellemeyeceklerine” ilişkin açıklama bu konunun Almanya için ne denli önemli olduğunu göstermeye yetmektedir.[2*]
      Böylece Genelkurmay “ortak proje” ihalelerini iptal ederek doğrudan alıma karar vermekle “ılımlı islam”ın tanımına ve sınırına ilişkin önemli bir araç ele geçirmiştir. NATO zirvesi öncesinde alınan bu karar, şeriatçı kesimin NATO zirvesine ilişkin beklentilerinin önünü büyük ölçüde kesecek niteliktedir.
      Diğer yandan saldırı helikopteri ve ana muharebe tankı alımlarının hızlandırılması, aynı zamanda “sınır ötesi harekâtlar”da yer alınmasının bir hazırlığı niteliğindedir. NATO zirvesinden, Almanya-Fransa ile İngiltere-ABD arasında NATO’nun görev alanlarının Ortadoğu’yu kapsayacak biçimde genişletilmesine ilişkin ortak bir kararın çıkması beklenmemekle birlikte, pazarlıkların her düzeyde sürdürüldüğü açıktır. Emperyalist ülkelerin kendi aralarında Ortadoğu’nun paylaşımına ilişkin varacakları “uzlaşma”ya paralel olarak Türk ordusunun savaş alanlarına gönderilmesi gündeme gelecektir. Emperyalist ülkeler arasında uzlaşma sağlandığı koşullarda emperyalist işgal güçlerinin yanında yer alacak olan Türk ordusunun gerekli altyapısı bu ihalelerle tamamlanmaktadır. Böylece sorun, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak” şekline dönüşmektedir. Bu da “ılımlı islam”a ilişkin Amerikan emperyalizminin tutumuyla belirlenecektir.




İstatistikler

  • 2.406.122 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Mayıs 2024
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

En fazla oylananlar