25 Ağu 2007 için arşiv

25
Ağu
07

Nihat Genç Röportajı

Son olarak ‘Amerikan Köpekleri’ isimli bir kitap çıkaran Nihat Genç, SKYTURK’te yayınlanan ‘Ne Var Ne Yok’ programına katıldı.. İşte programda Serdar Akinan’ın sorularını yanıtlayan Genç’ten çarpıcı açıklamalar…..

Serdar Akinan: Nihat 81.yılda Cumhuriyet ne ifade ediyor?

Nihat Genç: Derin mevzular konuşacağız yani bugün. Bugünlerde halkımız da derin mevzular konuşuyor. Cumhuriyet gitti gidiyor.Satıldı satılıyor.Önce ben bir cumhuriyet çocuğuyum, sonra da 81 yıl kutlu olsun ve bu cümleden hala heyecan duyuyorum.
Cumhuriyet çok büyük bir proje ve bu proje eğer bizler çalışırsak devam edecek. Devam etmesi için de yazarlık yapıyorum ben. Çok şey var tabi yani bugün Cumhuriyet’in üzerinde tartışacağımız.

Kör topal bugüne kadar geldik. Fakat unutmayalım ki, dünyanın çokta nedameli bir bölgesinde bir cumhuriyet kurduk. İsviçre öyle 2 tane kanton. Siyaset teorilerinde geçer İsviçre’nin demokrasi yani 2 milyonluk, 3 milyonluk. Yani çokta önemli değildir.. Bizim Of’ta da Of’un 2 tane köklü ailesi vardır; Çakıroğulları ve Sarıalioğulları.

Onlar da Belediye’yi yönetir öyle. Çok önemli değildir onların yaptığı, ordan bir ders çıkmaz bize. Ve aydınlar, yazarlar öyle İsveç diyerek, İsviçre diyerek bu toprağa bir şey getiremezler. Öyle belediye ilişkileridir onlar. Küçük biraz gelişmiş sivilleşmiş kabile anlaşmalarıdır. Bizim için çok şey ifade etmez. Bizim karşılaşacağımız kendi ülkemizdeki kavramları ve Cumhuriyet’ten ne anladığımızdır.. Karşılaştırdığımız ülkeler Fransa’dır, İngiltere’dir,Amerika’dır.

Serdar Akinan: Neden Fransa, ABD?

Nihat Genç: Çünkü biz büyük devletiz. Büyük tarihi devletler var. Biz her 200 yıl bir iki devlet doğuruyoruz. Bulgaristan’ı doğurduk, Yunanistan’ı doğurduk. Bir sürü devlet doğruyoruz. Ve bu topraklardan milyonlar akıp geçiyor. Yani mesela sadece Cumhuriyet döneminde bu topraklara Kırım’dan, Bosna’dan, Bulgaristan’dan, Suriye’den, Irak’tan ve İran’dan milyonlar aktı geçti. Mesela enteresandır yurttaşlık projesine en yatkın dışardan gelen göçmenler oldu. Yani çerkezler oldu, boşnaklar oldu. Büyük projedir ‘Cumhuriyet’. Üzerinde çok fazla konuşmamız lazım.

Serdar Akinan: Ama bugünlerde de en çok tartışılan şey bu…

Nihat Genç: Ben Cumhuriyet’e çok büyük haksızlık edildiğini düşünüyorum. Cumhuriyet’in şöyle bir hatası vardır, eleştirisi vardır. Eleştiriyi bizler getiriyoruz. Bu projeyi ulus devlet yani ulus ordu, ordu devlet üstlenmiştir. Yani cumhuriyeti korumayı çoktan halkın kendisinin alması lazımdı.. Uluslaşma projesini yani burdaki etnik coğrafyalarla renklerle, dinlerle bütünleşmeyi halkın kendisinin, ulusun kendisinin alması lazımdı. Bu bir şekilde halka verilmedi. Bizler üvey evlat gibi “Cumhuriyet’in çocuklarıyız” diyoruz kendimize ama Cumhuriyet bunu bir şekilde bize yedirmedi, koklatmadı, bunu halka vermedi. Devlet ve ordu geleneği içerisinde bu proje oluşturulmaya çalışıldı ama proje güzeldi ve ben bu projenin çocuğuyum. Ve Mustafa Kemal titreyerek konuşacağımız bir insandır her zaman. Yani bazı şeyleri insan duygulanmadan söyleyemiyor. Yani biz Mustafa Kemal’e din verdik, dinimizi aldık.

Osmanlıcamızı aldık hilafetimizi verdik. Niye? Bir yurttaş toplumu kursun diye. Eğer bugün gidip bu Cumhuriyet’i Avrupa’ya teslim ediyorlarsa bunların hepsini istiyorum ben. Bu toprakların denetimini ve bu projeyi halka vermediler. İsyanım yani benim şahsi isyanım, bu noktada.. Benim burdan söyleyeceğim çok hızlı bir şekilde öyle ya da böyle bu uluslaşma projesini bizim elimize almamız lazım devletten. Aslında bunu sosyal demokrat partilerin alması lazımdı ama sosyal demokrat partilerde bu ordu devlet geleneğine bitişti ve yapıştı, eklemlendi. Yani bir Ecevit döneminde Ecevit biraz mesafeyi aştı.

Biraz orduyla 75’li yıllarda. Keşke o dönemlerde Ecevit’in kurduğu sosyal demokrasi projesi 20-25 yıl yaşasaydı. Benim şahsi düşüncem şu, içinde bu toprağın çok büyük etnik kültürlerini barındıran sosyal demokrasi 20 yıl kadar önce uluslaşma projesini devletten ve ordudan ele geçirseydi kendi aydınları ve kendi sivil kurumlarıyla bugün çok daha mutlu konuşurduk. Ama biz yine umutlu konuşmak zorundayız. Mustafa Kemal’in kurduğu genç Cumhuriyet bugün Fransa’dan yaşlı. Fransızlar 2. Dünya Savaşı’nda bitirdi işi. Avrupa, 2. Dünya Savaşı’nda bitirdi işi. Ulus devletleri götüremedi. Şimdi bizi de götürmeyin diyor. Başka paradigma buldu kendine. Bunun arasında konuşmak isterim.

Etniği biraz açalım istersen. Hırvatları tanırsın. Orda damalı desenli bir elbiseleri var, formaları da öyledir. Başka da birşeyleri yoktur. Fakat folklorik bir şey milli giysi olmuştur onlar için. Ortaya da bir Bizans haçını koyup bayrak yapmışlardır. Mesela Galler, ekose etek giyer, ekose eteklerin içinde gayda çalar. Bunu bizim Trabzon ve Rize’ye de götürebiliriz. Rize’de de peştemallerin bir deseni vardır. Peştemalli kadınlar arkada düğün alayına giderken önde tulum.. İşte sana ordan folklorik bir değer.. Bu folklorik değerden tarih içerisinde milli bir şey olabilir mi? Bence son 300 yılın en büyük siyasal teorisi budur ve bütün teoriler bunun üzerine çalışıyor. Çarpışıyor da… Etnik kültürler tehlikeli de.. Mesela nedir tehlikeli olan… İşte önümüzde Yugoslavya örneği.. Şimdi bazı arkadaşlarımız sevk paranoyası gibi suçlamalar yapıyorlar. Bu, ciddi bir paranoyadır. Ama bugün onun örneği Yugoslavya’dır. Bence Yugoslavya çok ciddi..

Hepimizi hasta edecek kadar paranoyak bir şeydir. Bosna-Hersek gibi küçük bir şey kuruyorsun, içine de başka bir Sırp Cumhuriyeti diye birşey kuruyorsun.. Bunu şuna benzetebiliriz. Artık etniklerin üzerinde yürüdüğü zaman dünya, bir insanlık bahçesine değil,hayvanat bahçesine dönüyor. Zebralar ayrı, filler ayrı, gergedanlar ayrı.. Niye? Dalaşıyorlar! Demek ki, siyaset, başka bir şey yapmalı.. Bütün etnikleri de bir yanyana getiren birşey yapmalı. Bu yüzden yurttaşlık projesi yani Cumhuriyet projesi çok ciddi bir projedir. İçinde asimileyi barındırır.. Yalnız Fransa, ihtilali yaptıktan sonra birkaç cumhuriyet değiştirdi. İşte 3.Cumhuriyet 1. Dünya Harbi’ne kadar 2 şeyin çok üstünde durdu. Biri ordu, bir diğeri de okul. Okul ve ordudan bir Fransa yaratmaya çalıştı. İkisi de laik eğitimi esas aldı. 100 yıl okul ve orduyla dilini, Fransızcayı dağını taşına yazdığı halde ve ordan evrensel bir mesaj çıkardığı ve Fransa’yı dünyanın merkezine o yüzyılda koyduğu halde yine de 1. Dünya Savaşı’na girdiği zaman etnik kültürleri hazmedemedi.. İçine sindiremedi. Sanırım 1. Dünya Savaşı’nda 13-14’e yakın dil var Fransa’nın içinde.. Kendi etnik dili var. Hatta 1980’lere kadar başka dilde insanlar var. O yüzyılın büyük adamları da, büyük filozofları da bu sorunu çözülmez görmüşlerdir. Bu gerçekten çözülmez bir meseledir.

Nihat Genç: Avrupa Birliği yeni bir paradigma. Bu paradigma niye çöktü?Bir paradigma çöktü ki, bunu kuruyorlar. Bunu çok iyi anlamamız lazım. Ben bunlara çok iyi çalışmış bir arkadaşınızım.

Burda da bu projeleri görüyoruz. Bu projelerin üzerine hepimizin çalışması lazım. Şimdi ben size diyorum ki, her 20-25 yılda 5-10 tane ulus yıkılıyor, 5-10 tane ulus kuruluyor. Mesela bu yüzyılımızda milli bağımsızlıkları bırak, 3. Dünya bağımsızlıklarını, Sovyetler ve Balkanlar’da bir sürü ulus devlet yıkıldı ve yenileri kuruluyor. Ve daha büyük bir şey kuruluyor. Demek ki, insanlık, bütün filozoflar ve bütün televizyonlar devlet yıkıyor ve devlet kurmaya çalışıyor. Ve daha başka birşeyleri kurmaya çalışıyor. Peki o zaman bunun ne olduğunu anlamaya çalışalım. Şimdi bu ulus devlet girişimleri Ortadoğu’da da söz konusu. Mesela Lübnan.

Orda Haçlılar dönemlerinden kalma Maruniler var, müslümanlar var. Beyrut’ta iç savaş var ve hala orda bir ulus kuramıyorlar. Bu artık bir formüle döndü; kimya formülüne. Cumhurbaşkanlığı ne olacak, seçim ne olacak? Çünkü, bunlar soyut teoriler yani büyük filozoflar, demokrasinin ve siyasetin tabiata karşı olduğunu söylerler. İnsana karşı birşey yani yan yana duramıyoruz. Bir sürü formüller uyduruyoruz. Bu formüllerin gelişmesine çok iyi bakmamız lazım. Yani Batı paradigmasını bize göre değiştiriyor. Yani biz zayıf olursak biz güçsüz olursak Batı ona göre bizi çözmenin, bizi dağıtmanın paradigmasını kuruyor. Mesela 19.yy’da bize dayattıkları gayrimüslüm, azınlık diye birşey yoktu. Gayrimüslim aşağı, gayrimüslim yukarı.

Yani gayri müslimleri biliyorsun. Fatih geldi bunlara hoş görü gösterdi, “dininizi dilediğiniz gibi yerine getirebilirsiniz” dedi. Fakat Fatih’inki birşey değil. Fatih bunlara birşey bağışlamıyor. Bugün siyaset bilimciler bile padişahın bir bağışı olarak görüyor. Hayır.. Bu topraklardaki bütün sultanlar bunu bir devlet geleneği yapmıştır. Kesintisiz şekilde bütün gayrimüslimlerin haklarına saygı gösterilmiştir. Yani falan padişah geldi de ona kötü davranıldı diye birşey yok. O halde bizim hoşgörü diye tabir ettiğimiz yanlış..

Hoşgörü tabiri bir siyasi gelenektir. Ama Avrupa bu sorunu çözemedi. 30 yıl savaşları ile çözemedi, 100 yıl savaşları ile çözemedi, mezhepler birbirine girdi, haritalar birbirine karıştı. Sonra geldiler bize gayrimüslim dayatması yapılıyor dediler.. Neyle dayatıyorlar? Karlofça ile dayatıyorlar, Küçük Kaynarca ile dayatıyorlar. Sonra bu dayatmaları ciddiye aldığımızda Tanzimatla karşılaşıyoruz. Tanzimattan da 1. Cihan Harbi’ne kadar olan dönemde gayrimüslimlerin azınlıklaşması dönemi başlıyor. Bu dönem nedir?Bu dönemde 2 tane dünyayı saran felsefe var. Bir tanesi ABD’nin İnsan Hakları Beyannamesi. Ne diyor beyanname? En önemli cümlesi şu; İnsan doğuştan haklara sahip, Çinli, Japon.. kim olursa olsun hani etnik birşey vermiyor ona veya falan dinden demiyor. Bu insanoğlunun bulduğu teorilerin en büyüğüdür. Yani ‘bütün insanlar kardeştir’ cümlesine gönderme yapar.

Dinlerde de bu var. Hristiyanlarlıkta bütün insanları kardeş görür, müslümanlıkta.. Fakat bu sivillerin ortaya koyduğu birşey. Bu İnsan Hakları Beyannamesi burasına da iyi bakmak lazım. Bu adamlar bizim gibi devlet kurmamışlar ki, Amerikalılar. Gelmişler orda Kızılderilileri öldürmüşler. Soykırıma tabi tutmuşlar. Koloni kuruyor bunu. Yani koloninin tuzu kuru, arazi bomboş. Sığınmacılar ve göçmenler. Tabi yani çok rahatlıkla bağış yapabilir bomboş araziye. ‘Baba buyrun mal sizin’ diyebilir. Şimdi bizim Trabzon’da Akçaabatla Tonya arasında tam yüzyıllık yayla kavgası var. Yayla senin mi benim mi diye?Silahlı nöbetçiler hala bekliyor.

Çünkü toprağa sahip çıkıyor. Kökeni diye toprağın üzerinde hak iddia ediyor. Şimdi bu beyannameyi hazırlayanlar – ki o bugüne kadar geliyor- o toprağın kökenininde hak iddia etmiyor. Çünkü o toprağın kökeninde kızılderili var, onu atmış. Babalar gelmiş yanyana Polonyalı göçmenler, Romen göçmenler, Fransız göçmenler,İngiliz göçmenler bu sorunu bu şekilde bağış yaparak çözüyor. Çünkü bu soyut bir bağış. Bu soyut bağış, çok sonra hastalıklarını ortaya çıkarıyor. Demek ki, bomboş bir arazi olursa soyut bir cetvel kurup ordaki tüm hakları bağışlayabiliyoruz. Ama bulunduğumuz arazide bir takım insanlar ‘burası benim dilimdir, burda benim köküm var, dedem var’ dediği zaman ‘hepimiz kardeşiz’ diyemiyoruz. Biraz zorlanıyoruz.

Serdar Akinan: Peki ne yapacağız o zaman?

Nihat Genç: Orda bir aşağılanma başlıyor.

Serdar Akinan: Turan Yazgı hocanın birşeyi var diyor ki, Türkiye bir aşuredir.

Nihat Genç.: Tabi Nuh’un tufanıdır ve aşuredir. Ben bunu metinlerimde de getiriyorum. Şimdi burdan şuraya geleceğiz. Bu azınlıklar çok ciddi bir şekilde millileşmeye başlıyor. Çünkü burada ABD İnsan Hakları Beyannamesi’nin yanında Fransız İhtilalini’nde getirdiği değerler var. Hukuk diyor ki, ‘ben kilisenin sorunlarını mezheplerle çözemem.. Bir cetvel buldum. bunların adı bireydir. Hukukta herkes eşittir.’

Enteresan birşey bu azınlıklar.. 1890 Berlin Anlaşması’na geldiğimiz zaman gayrimüslimler birden azınlık diye görülmeye başlıyor. Cümle azınlığa dönülüyor. 1. Dünya Savaşı’na girmeye başladığımız zaman bunlardan artık azınlık hakları ve bir büyük felsefe geliyor bunun ardından. Halkların kendi kendini yönetimi. Wilson pat geliyor, önümüze koyuyor. 1.Dünya Savaşı’nın felsefesi. Halkların kendi kendini yönetimi. Bütün siyaset teorisyenleri ‘halkların kendi kendini yönetimi yalandır’ der. Ben demiyorum yani böyle birşey yok zaten de olmadı. Fakat bu güzel bir ütopya… Yani herkesi sarhoş ediyor. Bugün dahil insanları harekete geçiriyor. Burda şunu da ciddiye almamız lazım, azınlık haklarını, gayimüslim haklarını en fazla ciddiye alan Osmanlı. Bunlara öyle haklar veriyor ki, Anadolu’nun Merzifon’un, Trabzon’un içine binlerce okul kuruyor.

Bunlar askeri okul, ajan okulu gibi çalışıyor. Çünkü inanıyorlar. Kendi gelenekleride devlet gelenekleri de hoşgörülü olduğu için bunlara gayrimüslim hakları diye bakıyor. Yani bir azınlık hakkı diye bakmıyor. Sonra bunlar azınlık oluyor. Ordan ekaliyet dediğimiz Fransız tabiriyle şeyler çıkıyor ve 1. Dünya Savaşı bu ulusları doğuruyor.

Hakları ve cetveli getiriyor koyuyor, Suriye burası, Lübnan burası, bilmem ne… Şöyle izah edersek 1.Dünya Savaşı’na kadar olan dönem 2 büyük imparatorluk var; Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya- Macaristan İmparatorluğu.. Bunlar ciddi bir dağılmaya tabi oluyor ve bu cetvellerle bunlar dağılıyor. Nasıl Türkler orda kalıyor, burda kalıyor veya bunları nüfus mübadelesiyle Yunanistan’a taşıyoruz ki,, yine de kalıyor. İşte Almanlar’da öyle Polonya’da var, Romanyada bile var.. Macarlar karışık, Fransız sınırında var.. Yani karmakarışık cetvelle bir ulus devleti çizme güçlüğü ortaya çıkıyor…

Serdar Akinan: Yani tam orda bir kırılma oldu.

Nihat Genç: Tam orda bir kırılma oluyor. Paradigma orda birden değişiyor. Diyor ki, ‘her etniği ciddiye alamayız,her azınlığı ciddiye alamayız.’ Dünyada 80 bin etnik var diyor. Ne yapacağız? Ulus devletlerin bunları sindirmesine göz yumacağız. Böyle bir felsefe gelişiyor. Yani asimilenin önünü açıyor. Yani Osmanlı’yı çözerken asimile yapıyorsunuz ayıptır, rezilliktir, insanlık dışıdır diyenler, birden ağız değiştiriyor. Fakat burda sinmeyenler var. Bu ulus devletin kutsanma dönemi Türkiyeni’nde kutsanma dönemi. Yani bizim de tek partili dönemimiz ağır bir dönem.. Yani bizde bir takım sertlikler yapıyoruz. Azınlık vakıflarına el koyuyoruz. Ağır bir varlık vergisi çıkartıyoruz. Ama bunlar Batı’da bugünkü gibi ses vermiyor.

Batı’nın bu paradigmasını burdan yeniden takip edelim. Hitler diye bir adam geliyor. Ulus devletleri bu kadar şımartırsan hepsi Mustafa Kemal gibi böyle aklı başında bir adam çıkartamaz. Hitleri çıkartır. ‘Nerede Alman var orası vatanım diyor. Bütün dünya oraya savaş açıyor. Diyelim ki, en çok Alman Polonya’da Polonya’ya giriyor, Fransa’ya giriyor. 2. Dünya Savaşı bittiği zaman bu ulus devletlerinin şımartılma dönemi sona eriyor. Paradigma bitiyor. Şimdi 2.Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra bir süreç başlıyor. Bu süreç bugün Avrupa Birliği, parlamentosu, Kopenhag kriterleri dediğimiz yere geliyor. Bu süreci işleyelim. Bu süreçte bir sürü yeni yeni tanımlar geliyor.

Yeni bir tanım geliyor. Bir dönem 1. Dünya Savaşı’na kadar azınlıkları şımartan, ondan sonra 1. Dünya Savaşı’ndan Lozan’a kadar bundan vazgeçen ondan sonra ulus devletleri şımartan batı uygarlığında kan gövdeyi götürüyor. Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük faciasıyla karşı karşıyayız. Artık büyük bir ders çıkarıyor. Bütün kavramlar değişiyor. Artık azınlık yok, ulus devlet yok. Bir nevi ulus devletleri artık yıkmaya çalışıyor. Şöyle bir paradigma gelişiyor. Ulus devletleri kuran Batı, artık Avrupa Birliği ile ulus devletleri yıkmaya çalışıyor. Yani şimdiki süreç ulus devletleri asimile süreci… Yani şu anda biz ne yapıyoruz? Ulus devletleri asimile etmeye çalışıyoruz.

Yalnız bu 1989’a kadar yani Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar Batı’daki bu anlaşmaların geliştirilmesi çok tatlı, çok güzel. Şimdi inceleyelim bu tatlılığı. Bu iş, başta insan hakları ve birey hakları diye bir kavram çıkarıyor. İnsan hakları yine bildiğimiz insan hakları. Diyor ki, ‘her insan eşittir, kardeştir..’ Fakat ısrarla ulus devletine ve kökenine gönderme yapmıyor. 1989’da yine bir takım anlaşmalar ile Sovyetler Birliği ortaya çıkınca biz bu anlaşmaların birden ters düz edildiğini görüyoruz. Azınlık komisyonları kuruluyor, etnik komisyonlar kuruluyor, azınlık hakları savunuluyor.

Serdar Akinan: Neden böyle bir şeye ihtiyaç oluyor?

Nihat Genç: Balkanlar geldi, Sovyetler çözüldü. Yeni milli devletler geldi. İşte Yugoslavya..

Serdar Akinan: Dengeler bozuldu.

Nihat Genç.: Dengeler bozulmadı. Yine yağlı bir parça geldi Batı’nın önüne; birey hakları… Dedi Kİ, insan hakları evrensel birşeydir… Herkesin dini, dili, ırkı, kitabi önemli değil… Biz bunlara hukuk vereceğiz, mülk vereceğiz, seyahat edecekler ve etnik kökenlerini unutacaklar. Bunu 1989’a kadar söyledi.. Şimdi 89’dan sonra Kopenhag Kriterleri’ndeki dil değişmiştir. Mesela daha önce azınlık tanımını şöyle yapıyordu… Diyordu ki; bir insan seyahat edebiliyor, mülk edinebiliyor ve siyasal olarak seçilebiliyorsa cumhurbaşkanlığına kadar gelebiliyorsa bu azınlık değildir. Şimdi ise kendi dini etnik göndermesini yapıyor. Yani onun Hırvat ya da Gallerli oluşuyla ilgili göndermeler yapmaya başladı. Gerçekten bugün bir Hırvat Fransa’da bir işyerinde bir televizyonda çalışıyor. Yani önemli değildir milli kimlik. Onların eşit hukuk alması, zengin olması önemlidir. Eritmiştir gerçekten insan haklarını ve birey haklarını. Fakat bizim için etnik tartışma ki, Çeçenistan’da bunu görüyoruz hala.. 2.Dünya Savaşı için ulus devlet ve azınlıklar ne ifade ediyorsa bugün bizim için onu ifade ediyor. Çünkü bugün o bir bomba, patladı… Çeçenistan’dan çıkan ölü sayısı 250 bin.. Sadece Bosna’dan çıkan ölü sayısı 400 binin üstünde.. Demek ki etnik kavramını dün böyle tarif ediyoruz. Yarın böyle tarif edemeyiz. Ya da bunları tarif ederken dikkatli olacağız. Şimdi AB kendisi bir paradigma kuruyor.

Serdar Akinan: O zaman aynı şey Türkiye için geçerli mi? Çünkü Türkiye aynı şekilde o potansiyeli içinde taşıyor?

Nihat Genç: Tabii tabii. Türkiye şu anda aynı tehlikeleri içinde taşıyor. Bu bizim için şu anda bir Sevr paranoyası değil. Bunun paranoyası bir Yugoslavya paranoyasıdır. Bende de bir yugoslavya paranoyası var. Bugün hepimiz bir Yugoslavya haritasını önümüze koyalım.. İnsanoğlunun düştüğü en büyük trajedidir Yugoslavya. Yani artık burda etnikçilik öyle bir hale gelmiştir ki, hayvanat bahçesine dönmüştür. Gergedanlar böyle oturun, aslanların kafesi burda. Bu insanlık mı, siyaset bu mu? Siyaset bunları bir ülke etrafında ya da bir dünya kardeşliği etrafında ya da tarih etrafında yanyana getirecek. Bu kavramların gelişmesinde çok dikkatli olmamız lazım.. Biz bir koloni kurup Amerika gibi bomboş arazide bir devlet kurmadık.. Bu bir… İkincisi Fransa gibi ulus devleti rezil rüsva etmedik.

Fransızlar bize bu azınlıkları dayatırken, Cezayir’e gitti dedi ki, ‘sen Fransızsın. Fransız dili konuşacaksın.’ O zaman Cezayirliler dedi ki, ‘Bana Fransız vatandaşlığını ver’.. ‘Hayır vatandaş olamazsın’ dedi Fransızlar.. Şimdi ulus devleti kurmuş bir paradigma gidiyor Cezayir’i sömürgeleştiriyor, gidiyor oraya Fransız dilini mecbur kılıyor ama Fransız vatandaşlığını ona vermiyor. Ama daha öncesinden bu topraklardaki herkese din, dil, okul ve hepsini veriyor. Ve Osmanlı bunları verdi.

Burda Mustafa Kemal bu topraklarda cumhuriyeti bir teori olarak kurarken bu asimile sürecini çok ciddi bir şekilde ciddiye aldı. Eğer asimile sürecine inanmasaydı Mustafa Kemal, Rauf Orbaylarla kavgaya girmezdi, Meclis konusunda en yakın arkadaşlarıyla kavgaya girmezdi.. Ben ki başından beri bir Raruf Orbay yani Türkiye’nin tek partinin eline geçmemesi, siyasi partilerin çok daha erken kurulması taraftarıyım. Ama bugün gayet iyi biliyoruz ki, yurttaşlık projesi Doğu’da ve Batı’da bir asimile projesidir. Bunu kabul edelim bir eritme sindirme projesidir. Ne yapacağız? Ben lazlığımdan, sen Almanlığından sıyrılacaksın ve yavaş yavaş yurttaşlık adı altında eriyeceğiz. Bunun başka bir yolu yok!

Serdar Akinan: Bununla barışmak durumundayız diyorsun.

Nihat Genç: Hayır barışmak değil…

Serdar Akinan: Yani kabullenmek neyse bunun adı….

Nihat Genç: Şimdi böyle birşey var. Kimin gücü varsa bunu kabullendirecek. Ben bundan çok mutlu değilim. Yani ben cumhuriyeti çok zor sindirdim. Ben Osmanlı hayranı bir insanım. Ben Araplarla ilişkimizin bu kadar çabuk kesilmesini istemiyordum. Yani hilafeti de hemen sokağa atalım düşüncesinde bir insan değilim ben. Ama bunu sindirdim ben.. Bu toprağın bir yurttaşı oldum. Yani lazlığımı getirip koymuyorum, Osmanlılığımı getirip koymuyorum. Bu bir arada yaşamak için…

Serdar Akinan: Ama neden? Çevresel etkenlerden mi? Yani geldiğimiz noktada, dünyanın geldiği noktada öyle bir coğrafyada duruyoruz ki yanımızda çocuklar öldürülüyor. Belki bu saatten sonra bizde kendi etnik kimliğimizin peşine düşelim desek, belki de hakikaten parçalanma süreci tetiklenmiş olacak.. Bu kaygı mıdır senin için?

Nihat Genç: Kaygı şu, bütün dünyanın çok büyük bir uluslaşma problemi vardır. Bu en az Türkiye’dedir. Bugün İran’a girdiğimizde işin içinden çıkamayız. İranın çoğunluğu Türk’tür ama dil yasağı vardır. İranlılar’ın ırki bir iddiası yoktur, sadece dil iddiası vardır. Bu bütün coğrafyalarda böyledir. Siz Avrupa Konsey toplantılarını izlemiyor musunuz? Arkada yazıyor. Bir İngilizce, bir Fransızca yazıyor kavram. Büyük savaş halindeler. Bir dil bulamıyorlar. Kendi içindeki dilleri asimile etmişler ayrıca kendi dillerine karşı büyük savaşları var.

Şimdi bunların çok hassas oldukları bir konuda benim feragatli olmam mümkün değil. 1. Dünya Savaşı’nda bu kadar büyük tecrübelerde geçti bu toprak. Feragatlerin, okulların, dillerin, etniklerin hepsini verdin gittin. Şimdi ben Batı paradigma değiştiriyor diye fikir değiştiremem. İngiltere, Fransa, AB bu ulus devleti başaramadı. Ben başardım mı? Kör topal bu saate kadar getirdim. Şu anda Avrupa’nın en büyük ve en geçmiş, en eski ve hala ayakta duran cumhuriyeti benim. İyidir kötüdür sorunları vardır. Vardır kardeşim bizde eşek değiliz. Burda çalışacağız, yazacağız, çizeceğiz, bağıracağız, siyasi kavgasını vereceğiz.

Yok ben ulus devletini eritmek istiyorum. Yeni bir paradigma kurduk. Dur bir saniye öyle bir şey yok. Buraya şu şekilde imza atabiliriz. Ben AB’ye şu şekilde bakmak zorundayım.. Birliğin kuruluşuna göre bakmam.. O birliğin dağılmasında ve çözülmesinde ne olacak ona bakarım. Birlik dağıldığında ben de dağılacak mıyım? Eğer birlik dağıldığında ben de girdiğim gibi geri çıkacaksam ne kar ne zarar, ben oraya imza atarım. Şimdi biz mesela bu müzakerelere başlıyoruz. Müzakerelerin başlangıcından sonraki 10 yıl içinde de bu anlam ve tanımlar değişecektir. Başka sorunlar çıkar yeni tanımlar gelir. Kendini savunacak Avrupa.

Serdar Akinan: 1989’a kadar bu kavramlara geldik. Ama çok kritik bir şey söyledin. Ordudan bizim bu ulusallaşma projesine almamız lazım dedin. Bu da alması gereken kitleler ve yığınlar ve bu insanların bu kavramları anlaması için eğitimli, bir takım donanımlara sahip olması için bir takım mecraların bilinçlenmesi gerekmiyor mu sence?

Nihat Genç: Şimdi şunu koyalım. Doğramacı ile bu iş olmuyor. Ya da Doğramacı zekasıyla. Atatürkçülük böyle laplop artistlik yapan adamlarla bu iş olmuyor. Bu işi marşla, bilmem neyle şovla yapanları çok gördük. Ve bunların acısını çok çektik, çekiyoruz da. Ve ben bunların Mustafa Kemal’i ve bu projeyi anladıklarını sanmıyorum. Çünkü bu projeyi baltalayan insanlar. Yani biz orduya yalakalık ederek, yani ordu başka birşeydir. Biz başka birşeyiz. Şunu çok iyi anlayalım. Hem müfradattır, milli eğitimdir, hem de YÖK’tür, bu okulu kurmak için 50 yıldır bu topraklarda sağ siyaset geldiği için, okulun şeklini de kendine göre dizayn etti. Mesela çok iyi bildiğim bir Türk-İslam şeyi geldi. Bunlar hatalıdır, eksiktir demiyorum. fakat, sağ iktidarların bu kadar uzun kalışı bu projeyi bozdu.

Bugün bunun acılarını görüyoruz. Medyad a bir okul. Edebiyatta bir okul, burda yaptığımız tartışmalar da bir okul. Şimdi mesela televizyon dizilerini tartışıyorlar ve ne yapalım diyorlar. Bu tv dizilerinin hepsi iki şeyi öğretmek zorunda.

Bir, insanlık ülküsünü, ikincisi de kendi topraklarında ortak kahramanların ideal noktaları, sarılma noktaları ve bunların kaynaşması, erimesi. Hepimiz birer büyük insanlık ailesiyiz. Bizi eritecek ahlaki şeyler yapacağız. Bunların rodoslama pat onuncu yıl marşı ile değil, ama bunları yapacak ciddi bir okul çıkacak. Şimdi edebiyatçılarını kovmuşsun, yazarlarını kovmuşsun, gazetelerini tv’lerin patronlarına, üniversitelerini YÖK’e vermişsin. Ve Türkiye ne oluyor… Türkiye TÜSİAD raporuyla hocalarını çağırıyor. Alın size şu kadar para, bir Kürt raporu yazın diye. Adamlar hasbelkader birşeyler yazıyor. Bununla Türkiye’nin sorunları tartışılıyor.

Bu mümkün mü? Değildir. Aynı üç tane profesörü çağırıp bana bir Kürt raporu yazın diyen beyefendiler şimdi de müzakerenin başında bulunacağım diyor. Şimdi bu okulun gerçek sahipleri biziz. Bu uluslaşma projesinin aydınları ve yazarları bizler. Bizim TÜSİAD´a çıkıp posta koymamız, delikanlıkık yapmamız lazım. Sen kimsin neyi temsil ediyorsun, sen ne aldın kime satıyorsun? Sen bir kenara çekil bakayım. Ne anlıyorsun bu topraklardaki etnik hassasiyetlerden? Kültürel dini hassasiyetine, bu toprağın dinine hocasını, sokağını, sen ne billiyorsun da böyle ortaya atlıyorsun? şunu biliyor , güç bende, para bende. Para verdim satın aldım.

Demek ki vicdan sokabilmek için namuslu insanlara ihtiyacımız var. Okul, namuslu, vicdanlı bağımsız insanlara ihtiyacımız var. Yazarları televizyonun gazetecisine bağımsız yazarlara ihtiyacımız var. Ulusal bütünleşmeyi sağdan soldan para almış. Hala patronun yanında maaşla oturmuş, bu insanlarla bu ulusal proje olmaz. ve olmuyorda, gerçekten de biz bugün yanyanaysak hasbelkder bugün yan yana duruyorsak, dikkat edin çok onurlu insanların sayesinde, kimseye boyun eğmemiş insanlar sayesinde biz yanyanız.

İşte. Akif Ersoy, Nazım Hikmet… Ama buna benzer 30, 40, 50 tane namuslu insanımız var. Şimdi burda okulu ciddiye almamız lazım. Ben Fransa’nın 19. yy. ‘da Avrupa’nın ve hala bugün 7-8 üniversitesini çok ciddiye aldığını, burdaki müfredatın çok ciddi hazırlandığını, burdan sinemasının siyasal biliminin çok iyi yönlendirdiğini, hasbelkader düşünüyorum. Ve böylelikle, medyanın günübirlik tartışmalarının esiri olmadığını biliyorun. Çünkü toplumlar, çok derin akarlar. Çünkü medyadaki bir köşe yazarının internette bir sayfada, bir köşeden bulduğu bir cümleyle değil, yani bakın bizler burda oturup konuşurken, herkes bir takım laflar ediyor. Bir takım isimler geçiyor herkesin ağzından.

Ama bu saate kadar hiç Kızılırmak diye birşey geçmedi. Hiç onu dile getirmekdik. Ama Kızılırmak orda, akıyor sessizce, bize o sessizliği gösterecek o sessiz akışı, o Kızılırmak etrafındaki, kültürleri toplayan onlara analık eden Alevi kültürünü, Pir Sultan Abdal’ı ortaya çıkartan, bütün bunlarla bizi kucaklaştıran, bu onurlu insanları, hem üniversitede, hem siyasette, hem de medyada, çok ihtiyacımız var. Şimdi arkadaşlarımız, medyadan izliyoruz. ve bundan çok utanç duyuyuyorum. Utanç duyduğum şey şudur. Türkiye’nin Avrupa’ya tanıtılmasını bir reklam firmasına verdiler. Ve onlar gitsinler, reklam etsinler. Böyle birşey olmuş. Bunlar saçmalıktır. Şuraya bak. Bir ülke pazarlanıyor, ve bu reklam firmasıyla yapılıyor. Bir ülkenin dağları vardır. Irmakları vardır. Büyük yazarları vardır. Bu ayıptır. Atilla İlhan’ın çok güzel söylediği gibi, biz Fransızlar’ın çok güzel eserlerini okuduk. Ama Fransızlar bizim klasiklerimizi okumadı.

O halde bunlar çevrilecek ve okunacak. Bizi öğrenecekler, bizi öğrenmeden bize ne gel diyebilirler, ne de git. Ama bugün konuşmadan, bir taşra tv’si nasıl konuşabiliyorsa AB’ yi Fransa’da da bunlar oluyor. Fransa’nın büyük televizyonları ne diyorlar, bu Türkler çok kara. Bunlarda çok nüfus var. Çok problem. İşte alalım, almayalım. Bütün bunlar yeni bir hassasiyet noktasını doğuruyor. Bakın biz doğudaki sorunumuzu da çok kolay çabuk çözerdik. ve çözeceğiz. Çözemememizin nedenlerinden bir tanesi, orda bulunan insanlarımızın onurlarının yara almasıdır. ve bütün bir fedaratif oluşumlar, onurlu insan yara aldığı zaman onun acısıyla artık bir araya gelmek istemez.

Şimdi biz doğuda, o insanların onurunun yarasını giderecek birşeyler yapmak zorundayız. Yani o insanların onurunu, zedelemeden o insanlarla konuşmak zorundayız. Şimdi AB’de böyle bir süreç başlatıyor. Sürekli müzakere, ilerleme raporu. Bizim onurumuzda çok büyük bir yara açıyor. Yani yeniden bizde hiç olmayan milli tepkiler, bizde paranoyaklık oluşuyor. Bu kadar yaralı bir insanın, bu kadar onuru gururu çökmüş, bu kadar biz neyiz diyen bir insanın, hala AB’ye yürümesi kadar aptalca, saçma birşey olabilir mi? Bu yüzden biz bütün masalara yasaları getirmeden önce, onurumuzu ve vicdanımızı getirmek zorundayız. Yasaların her türlüsüne imza atabiliriz. Onurumuza asla.

Bugün Güneydoğu’daki sorunu çözemememizin sebebi budur. O insanları onuru zedelenmiştir. Bizler tarafından bizlerin aşırı milli tepkilerimiz tarafından yara almıştır. Biz bunun siyasi bir formülünü bilmiyoruz. Bildiğim tek şey, bir ulus projesidir, ve bu ulus projesi hepimizin gireceğiz. ve insanlık değerleriyle gireceğiz. Hakkari’deki bir çocuğa, Fatih kadar değer vereceğiz. Yada Hakkari’deki bir çocukta, hukuk, eğitim, bilmemne hakkını sonuna kadar alacak. Bildiğim budur. Ama bütün bunlar geçici şeylerdir. Aslolan onurdur. İnsanların onurlarına dikkat etmek zorundayız. Ve kendi onurlarımıza dikkat etmek zorundayız. Ben bu süreci takip edelim. AB’ye girme sürecinde, ben ilk, orta ve lisedeki çocukların şebek olacağını düşünüyorum. Ya bunlar her türlü lafı işitiyorlar. Ve Türkiye’de her gün şunu yap, bunu yap diye dalga geçiyorlar. Bir ülke buna dayanamaz. bizler buna dayanamayız. Ve bizler çok haklı, çok ciddi bir savaş verdik. ve bizim bu savaşımızı görmezden geliyorlar.

Ve bizim bu ulus projemize ne kadar yara alırsa alsın, -ki aldı- yaralar ve bu yaralardan bizde şikayetçiyiz. bu yaraları buralara koyanları da tanıyoruz. ama buna rağmen, biz bu projeyi devam ettirmek istiyoruz. Batı bu projeyi görmezden geliyor. kendi ulus projesini yürütemedi. Şimdi bizim ulus projemizi de yıkmak istiyor. Tamam benim daha önümde 40-50 yıl daha zamanım var. Bu müzakere sürecinin manşetten inmesini istiyorum.

AB’ye girmek kıbrıs sorununu hasbelkader ortaya çıkarmıştır. Medyamız ciddi bir şekilde bu projeye sarılıp, Avrupa ve Kıbrıs haberlerini 3’e, 4’e, 5’e indirmek zorunda. Ben size bir ulusallaşım projesinden bahsedeyim.

Bunlar halka çok soyut şeyler gelmesin. şimdi biz AB müzakere masasında 10 yıl duracağız. en az 10 yıl. bu 10 yıl içinde birşeyler tartışacağız. tabi bir şebek gibi tartışacağımız ortada. İşte o geldi, bu gitti, Avrupa komisyonunda mikrofon tutmadığımız insan kalmadı. Hepsi de her türlü aşağılama şeklinde kullanacak her fırsatta. Ben bağımsızlık mücadelesi vermiş bir insanım. Sen böyle beni nasıl şey yapabilirsin. Sen ikinci dünya savaşında Cezayir’de bir milyon insan öldürmüşsün. Kendi toprağında 5 milyon insan öldürmüşsün.

Oraya israil belasını gelip koymuşsun. sen beni gelip aşağılama hakkına sahip değilsin.

Böyle birşey yok. Benim toprağımda nükleer bomba yok. Sende dünyanın bütün nükleer bombaları var. Gelip beni aşağılıyorsun. ben baraj yaptım. burda bu çocukların bu memurların maaşlarından kesip barajlar yaptım. Bir tane nükleer santralim yok. Yüzbin tane nükleer santralin var. Ve insanlara bir tehdit oluşturuyorsun sen. Gelip beni aşağılıyorsun. Ve sen kalkıyorsun, dünyayı cetvelle, pergelle ve hukukla düzenlerim diyorsun.. Benim bu aşağılanmaya tahammülüm yoktur. Ben bu projeye karşıyım. Ancak size şu anda şunu söylüyorum. Bbu proje karşısında, şu 10 yıllık süre içerisinde, Türkiye’nin devasa bir sorunu trafik sorunu. Ulusallaşmamız için bir büyük sorunu, bir siyasal sorunu, önümüze koymamız lazımdır. Tüm büyük uluslar, mesela bunu demir yolları ile, büyük fabrikalaşmayla- bunu cumhuriyetin ilk yıllarında yaptı Türkiye-. Fransa yaptı.

Tüm büyük devletler yaptı. Kardeşim tüm medya, okullar, üniversiteler, aydınlar ve yazarlar, şu trafik sorunun bir büyük sorun olarak alalım. Ve koyalım önümüze. 10 yıl boyunca çalışalım bunu. Yani köşe yazarlarımız nerdeyse trafik memuru olacak kadar sokağa insinler. Gelin aramızda çalışalım, gelin bu sorunun üstüne gidelim. Biz müzakereler bitmeden Avrupa’ya zaten girdik. Çünkü bize gerekli olan, bir ciddi maddi sorun karşısında, bizim bilinçlenmemizdir. Yoksa şebek gibi, bir anlaşma metni, yok o anlaşma metnindeki cümleleri anlayıp, anlamamamız imza atmak sorun değildir. Biz ciddi bir şekilde, bu sorunu çözeceğiz. Ben bugün cumhuriyetin bu yılında, Mustafa Kemal’in ilk projesi çok ciddi bir şekilde, demiryolları, bu küçük fabrikalar. Beğenin yada beğenmeyin, fabrika, don fabrikası, ayakkabı fabrikası, yada don lastiği fabrikası. bunlar çok ciddi projelerdir.

25
Ağu
07

WordPress’i açmak için ne yapmalıyım?

Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.

T.C. Fatih 2.Asliye Hukuk Mahkemesi 2007/195 Nolu Kararı gereği bu siteye erişim engellenmiştir.

Access to this site has been suspended in accordance with decision no: 2007/195 of T.C. Fatih 2.Civil Court of First Instance.

Bizi rezil eden görsel :

erisim.jpg
Bu sansürden kurtulmanın yolu var. Hem de çok basit bir kaç adımla sansürsüz bir şekilde internet’te gezintinize devam edebilirsiniz. Yapılması gerekenler :
1- Denetim Masası > Ağ Bağlantılarım yolunu takip ediyoruz.
2- Açılan pencereden Yerel Ağ Bağlantısı üzerinde sağ tıklıyoruz ve Özellikler‘e tıklıyoruz.
3- Açılan pencereden İnternet İletişim Kuralları(TCP/IP) seçeneğine tıklayıp Özellikler butonuna tıklıyoruz.
4-

Yeğlenen DNS sunucusu : 4.2.2.1

Diğer DNS Sunucusu : 4.2.2.2

Veya

Yeğlenen DNS sunucusu : 208.67.222.222
Diğer DNS Sunucusu : 208.67.222.220

Not: kopyalayıp bir yere not edin bir daha lazım olabilir…




İstatistikler

  • 2.406.130 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ağustos 2007
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

En fazla oylananlar