04 Ağu 2007 için arşiv

04
Ağu
07

Mumcu-Ağar arasında Gülen sorunu!

Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu, Köroğlu Caddesi’ndeki bir büroda buluştular. Mumcu, 22 Mayıs’taki grup konuşmasında cemaatlere yönelik sert eleştiriler yapmıştı. Bu arada DYP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan da ABD’ye gidip dönmüştü. Ağar, Adan’ın bu ziyaretini ima ederek Mumcu’ya şunları söyledi: “Ya grup toplantında ne dedin ki Sayın Gülen, ’Erkan Bey bizi çok incitti’ demiş. Çok kırgın.”

DP projesinin 5 Mayıs günü iki genel başkanın basın toplantısıyla açıklanması bir krizle baş başa gelişti.

Anavatan, DP adının uhdelerinde olduğunu söylüyordu; Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı’na 4 Mayıs’ta yapılan ziyaret bunun gerçek olmadığını gösterdi.

Kapıda, DYP’li Nevzat Ercan ile Bekir Sami Daçe, muhatapları Mehmet Keçeciler ve Salih Uzun’a, “Kuruluşu siz üstlenin” dediler.

Uzun, işi hızla tamamladı, ama son anda DYP, “15 isim de biz gönderiyoruz” dedi. Uzun da 16.40’a kadar İçişleri Bakanlığı önünde boşuna bekledi.

DP ADI İÇİN OPERASYON

Cumartesi günü Ankara Büyükşehir Belediyesi çalışanı Cemal Şen ve arkadaşlarının DP’yi kurduğunu öğrendiklerinde şok geçirdiler.

Hemen araştırıldı: Tüm başvurular bireysel yapılması gerekirken savcılık toplu sicil kaydı vermiş, Çankaya Nüfus Müdürlüğü’nde birer dakika arayla nüfus suretleri alınmıştı. Üstelik bazı kurucular da sabıkalıydı.

Çare pazar gecesi 24 kurucunun sabaha karşı da olsa evlerinden imzalarının alınmasıyla bulundu.

Anavatan, iş yavaştan alınmasın diye hemen başvuruyu yaptı.

Ama DYP kanadı, bunu kendilerini atlatma olarak gördü.

Erkan Mumcu, 30 kurucunun imzasını DYP’ye teslim ederek krizi çözdü.

Diğer yandan yine aynı gün, aynı şey Yeni Demokrat Parti (YDP) adına olmasın diye arkadaşlarına bu partiyi kurdurdu.

Birleşme süreci boyunca, her gün bambaşka bir olumsuzluk ortaya çıkıyordu: Lütfi Kırdar’da yapılacak DP sunumu, Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan’ın, “Yeni A Takımı yaratmayalım” itirazı üzerine iptal ediliyor, ortak miting ve ortak TV programları gerçekleştirilemiyor, protokolün gereği olan DYP Kongresi için ilan verilmiyordu.

DYP tarafı, “2 Haziran’da toplarsak, 5 Haziran’da aday listelerini hangi Genel İdare Kurulu imzası ile vereceğiz” dedi.

Anavatan buna rıza gösterdi ve kongre tarihi 27 Mayıs’a çekildi; ama kongrede 25 Anavatanlının gireceği Genel İdare Kurulu seçimi yapılmadı.

28 Mayıs günü Taksim’de, Gezi Parkı’na bakan büroda Ağar ile buluştuğunda Mumcu dert yandı:

– GİK seçimini niye yapmadınız, partime ne diyeceğim?

– Yarınızı atacağım, diyemezdim. Merak etme, bana güven. Kongreyi daha sonra yaparız, listeleri birlikte yazarız.

ABD YOLCULUĞU

Aynı süreçte Celal Adan’ın da ABD’ye gittiği ortaya çıktı.

Geziden sonra 31 Mayıs’taki ilk buluşmada Ağar, Mumcu’ya ilginç bir soru yöneltti:

– Celal’i ABD’ye gönderdim. Ya grup toplantında ne dedin ki Sayın Gülen, ’Erkan Bey bizi çok incitti’ demiş. Çok kırgın.

– Cemaatlerin ekonomik yapılarını eleştirdim.

– Neyse; cumartesi günü onların Matematik Olimpiyatı’na gidiyorum. Biraz toparlayıp çiçek atacağım.

Oğlum bu adama güvenme, yarı yolda kalır bu iş

ERKAN Mumcu, “Tertemiz yüzler, yepyeni sözlerle çıkmalıyız” diyor; İlhan Kesici, Mehmet Ali Bayar, Meral Gezgin Eriş, Nevval Sevindi, Deniz Ülke Arıboğan gibi isimlerin DP çatısında olmasını şart görüyordu.

Ağar buna olumlu baktı; ama Kesici ile bir türlü buluşmadı.

Son çaba ile buluşma Mumcu’nun Levent’teki evinde olacaktı.

Saat 15.00’teki randevuya Ağar, 1.5 saatlik gecikmeyle geldiğinde, Kesici evden çıkalı birkaç dakika olmuştu.

14 Mayıs Demokrasi Günü yeni bir fırsattı.

Kesici de gelecek, Bayar’la birlikte Ağar ve Mumcu’nun yanında oturacaktı.

KESİCİ’NİN DÜŞÜNCESİ

Ama Ağar’ın tutumu Kesici’yi rahatsız ediyordu, Bayar araya girdi:

– Biz olmadan olmaz, güç vermeliyiz.

– Oğlum bu adama güvenme, yarı yolda kalır bu iş.

Aslında Kesici baştan beri farklı düşünüyordu.

Ona göre, Dörtlü Takrir’i anımsatacak 4 isme dayalı yapı gerekliydi:

Ağar, güvenlik, emniyettir; Mumcu, kültür, sosyal gelişme, eğitimdir; Kesici ekonomi, dünya ile ilişkidir; Bayar da dış politika, gençliktir.

13 Mayıs’ta Ağar, Kesici’ye, “Yarın mutlaka bizimle ol” çağrısı yaptı.

Kesici, Ağar’ı aradı, ama ulaşamadı; SMS mesajı geçmeyi de ihmal etmedi:

“Yanınızdayım; önemli işim var, yarın gelemiyorum. Bayar temsilcimdir.”

Kesici ile Ağar, 21 Mayıs sabahına kadar bir daha görüşemediler.

Ne tesadüf ki o sabah, ikisi de İstanbul’dan Ankara’ya yan yana uçtular; durumu değerlendirip ertesi gün için dörtlü yemek randevusu verdiler.

23.00’TEKİ TELEFON

Ama o gece 23.00’te Ağar’ın telefonu çaldı; arayan Süleyman Demirel’di:

– Haberin var mı, İlhan yarın CHP’ye katılıyor, yapacak bir şey yok.

Ağar, bunu beklemiyordu, şaşırdı; tabii ki dörtlü yemek de iptal edildi.

DP projesinin katılım konusunda aldığı ilk darbe bu oldu.

04
Ağu
07

Dudak uçuklatan dolandırıcılık!

‘Ben polisim Başbakanımızın hanımı bu telefondan taciz edliyor’ diye aranabilirsiniz!

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na son dönemde yapılan suç duyuruları, savcıları bile şaşırtan bir dolandırıcılık olayını ortaya çıkardı. Aralarında Meclis personeli ile avukatların da bulunduğu yüzlerce kişinin mağdur olması üzerine, savcılık vatandaşları dikkatli olmaları konusunda uyardı. Savcılık yetkilileri, dolandırılan kişi sayısının başvuranların çok üstünde olduğunu tahmin ettiklerini ve birçok kişinin bu şekilde kandırılmaktan rahatsızlık duyduklarından deşifre olmamak amacıyla savcılığa gitmediğini tahmin ettiklerini belirttiler. Adı açıklanmayan bir milletvekilinin de savcılığı telefonla arayarak aynı şikayeti ilettiği, kendisi gibi dolandırılan birçok kişinin olduğunu öğrenmesi üzerine, şikayetçi olmak istemediği öğrenildi.

NASIL DOLANDIRIYORLAR?

Telefon aboneleri arandıktan sonra “Bu telefon numarası size mi ait?” diye soruluyor. “Evet, ben kullanıyorum” yanıtını alan dolandırıcılar, “Size ait bu telefon numarasından Başbakanımızın hanımı, Meclis Başkanımızın eşi veya Deniz Kuvvetleri Komutanımızın eşi taciz ediliyor. Birisi hattınızı kullanıyor olabilir. Bize bu kişileri dinleme yaparak tespit etmemiz için en yakın büfeye giderek, kontör alın” yalanını söylüyor. İtiraz edenlere ise “hemen ekibi yolluyoruz sizi yüzleştireceğiz” diyor. Telefonda arka fonda telsiz konuşmaları dinletip sanki bir karakoldan arıyormuş süsü veren dolandırıcılara inanan mağdurlardan, satın aldıkları kontörlerin üzerindeki numara ve şifrelerin okunması isteniyor. Dolandırıcılar, bu yolla aldırdıkları binlerce YTL’lik kontörleri, ya başkalarına satarak kontörü paraya çeviriyor ya da bağlantıları bulunan 900’lü hatları arıyor.

04
Ağu
07

Yemin töreninden notlar

TBMM’nin 23. Dönem Milletvekili yemin töreni başladı. TBMM’de 23. Dönem Milletvekillerinin yemin töreni devam ediyor. ANKA muhabirlerinin yemin töreninden tespit ettiği izlenimler şöyle:

Törene dakikalar kala, Genel Kurul Salonu açıldı ve localara da ziyaretçiler alınmaya başlandı.
-Meclis yemin töreni öncesinde, Ankara emniyetinden çok sayıda polis, Meclis içinde ve dışında yoğun güvenlik önlemleri aldı.
-Meclis kulislerine, milletvekilleri dışında kimsenin geçmesine izin verilmedi.
Kulislere girmek isteyen ziyaretçilerle görevli memurlar arasında zaman zaman tartışmalar yaşandı.
-Dinleyici localarında, çok sayıda türbanlı izleyicinin bulunması dikkat çekti.
-İlk defa seçilen bazı milletvekilleri Genel Kurul Salonu’nu önceden gezdi. Özellikle Genel Kurul’daki dev avizeleri inceleyen yeni milletvekillerinin heyecanlı olduğu gözlendi.
-300’e yakın yerli ve yabancı basın mensubu yemin törenini izliyor. Çok sayıda ulusal kanal da yemin törenini canlı yayınlıyor.
-Özellikle milletvekillerine eşlik eden ancak ana binaya giremeyen çok sayıda ziyaretçi de Meclis’in arka bahçesinde adeta panayır görüntüsü oluşturdu.
-Bu arada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da 14.30 sıralarında Meclis’e geldi. Erdoğan Meclis’teki makam odasına geçerek tören saatine kadar çalıştı

-DTP milletvekilleri Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve Sırrı Sakık MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yanına gelerek tokalaştı.
-Eski Meclis Başkanı Bülent Arınç, kalabalık bir milletvekili grubu ile Genel Kurul Salonu’na geldi. Arınç, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile tokalaştı. Arınç, DTP milletvekilleri Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk ile de tokalaştı.
-CHP’den istifa eden DSP’liler Genel Kurul’da arka sıralarda oturdu.
-Yabancı misyon temsilcileri yemin törenine büyük ilgi gösterirken, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesi, yüksek yargı organı başkanları törene katılmadı. Törende sadece Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Muammer Aydın hazır bulundu.
-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ve bazı bakanlar, yemin töreninde Bakanlar Kurulu sıralarında oturdu.
-Yemin törenine, Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu ile DSP İzmir Milletvekili Recai Birgün geç katıldı.
-Yemin töreni öncesinde, trafik kazasında hayatını kaybeden İstanbul Milletvekili Mehmet Cihat Özönder için saygı duruşu yapıldı.
-Yemin eden ilk bayan milletvekillerinden CHP Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un altı oklu beyaz elbisesi dikkat çekti. Erbatur gibi, 4 bayan milletvekilinin de beyaz tercih ettiği görüldü.
-Rize Bağımsız milletvekili ve eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz muhalefet sıralarının en arkasındaki koltuklarda oturdu. Yılmaz’ın, yanına oturan Sivas Bağımsız Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu ile sık sık sohbet ettiği görüldü. Bu arada Yılmaz’a eşlik eden eski ANAP’lı kurmayları, dinleyici localarında yer aldı

04
Ağu
07

Sağlık Bakanlığından “depo” uyarısı!

Sağlık Bakanlığı, suların depolardan evlere ulaşması gerektiğini belirterek, böylece depo temizliğinin kendilinden sağlanmış olacağını açıkladı. İçi fayans olan su depolarının tercih edilmesini öneren Bakanlık, “su depoları standardı” oluşturmaya hazırlanıyor.
Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Turan Buzgan, Sağlık Bakanlığı olarak, su kesintileri nedeniyle tüm bakanlıklara birer uyarı yazısı gönderdiklerini belirterek, yazıda hijyen konusuna gereken özenin gösterilmemesi halinde sağlık sorunu yaşanabileceğini bildirdiklerini söyledi.

-“SU EVLERE DEPOLARDAN GELMELİ”-

Geçen yıl tüm okulların depolarının temizliğini yaptırdıklarını ve depo temizliğinin nasıl yapılması gerektiğini okul yönetimine öğrettiklerini anlatan Buzgan, depo temizliğindeki en önemli unsurun sirkülasyon olduğunu belirtti. Sağlık Bakanlığı binalarındaki tüm depoların dolaşım yoluyla temizlendiğini ifade eden Buzgan, “Bekleyen su sağlıklı olmaz. Bu nedenle vatandaşların kullandığı su önce depoya gitmeli sonra evlere ulaşmalı. Aksi halde sular 1 yıl sonra kesildi diyelim, bu bekleyen su ne kadar sağlıklı olabilir” şeklinde konuştu.

-“İÇİ FAYANS DEPOLAR KULLANIN”-

Buzgan, sirkülasyon olmayan depoların kesinti olan dönemlerde 3 ayda bir, kesinti olmayan dönemde ise 6 ayda bir temizlenmesi gerektiğine işaret etti.
Kısa bir süre içinde “su depoları stnadardı” hazırlayacaklarını kaydeden Buzgan, “İçi fayans olan su depolarını öneriyoruz” dedi

04
Ağu
07

Küçük Hikmet’in kaybolduğu gün

Çaycı ailesi, İstanbul’dan Balıkesir’e doğru yola çıkarken başına geleceklerden habersizdi. Ama yarım saatlik yemek molası hayatlarını altüst etti. 2.5 yaşındaki Hikmet, o gün aniden kayboldu ve bu, adli tarihe ‘Küçük Hikmet Davası’ olarak geçti
6 Kasım 1986… Çaycı ailesi saatlerdir yoldaydı. Ali Çaycı’nın kullandığı Mercedes’te, karısı Ayşegül Çaycı, annesi ve iki kadın akrabası vardı. 2.5 yaşındaki Hikmet, on dakika önce annesinin kucağında uyuyakalmıştı. Aile, saat 11.30’u gösterirken, Gemlik yolu üzerindeki Yıkıntı Restaurant’ın otoparkına girdi. Uyuyan Hikmet, arabada bırakıldı. Ali Çaycı, kapısını kilitleyip otomobilini görebileceği bir masaya oturdu. Sonrasını Ali Çaycı anlatıyor:
“Beş dakika sonra hanımlar tuvaletten geldi. Yemek siparişi verdik. Yemeğe başladıktan beş dakika sonra bir garson pencerenin dibindeki çiçekleri sulamaya başladı. O sürede otomobili göremedik. Sulama bitince yaşlı bir adamın hortumla arabama yaklaştığını gördüm.”
Yaşlı adam, restoranın otopark görevlisi Mümin Sezer’di. Otomobili yıkamasını Sezer’den, garson Levent Akdeniz istemişti.
İşte Mümin Sezer’in anlattıkları:
“Levent, çocuğa da gözkulak ol dedi. Arabanın yanına gelmiştim ki, 100 metre ileride kavuniçi bir Renault durdu. Biri indi. Sağ arka kapıyı açtı. Bir süre açık tutup, kapattı. Ve hızla uzaklaştı. Mercedes’i yıkamaya başladım. Sol ön kapı aralıktı. Su girmesin diye kapadım. Aklıma çocuk geldi. Baktım kimse yoktu.”
Otoparkta bunlar olurken, restoranda Çaycı ailesi garson Durmuş Tekirdaş’tan hesap istiyordu. Saat 11.55’ti… Devamı Ali Çaycı’dan: “Otoparka girerken garsona 500 lira bahşiş verdim. Bu sırada eşimin feryadını duydum. Bana koşuyor ve bağırıyordu: Çocuk yok!”
Ailenin feryadıyla bütün garsonlar ve müşteriler bahçeye çıktı. Herkes dereboyunda ve bahçede küçük Hikmet’i arıyordu. Bu sırada restoranın sahibi Kemal Özlü geldi:
“Lokantanın önüne geldiğimde bir hareket vardı. Garsonlar sırıklarla dereyi arıyordu. Şef garsonumuz Alaaddin Özişler koşarak geldi ve bir çocuk kayboldu dedi. Annesi köprünün üzerinde müthiş bir ıstırapla bağırıyordu.”
Kemal Özlü, restoranın sahibi olan babası Mustafa Özlü şehir dışında olduğu için kendisini sorumlu hissediyordu. Müşterileri sorgulamaya başladı. Biri, bahçede bir çocuk gördüğünü söylüyordu. Tarifi Hikmet’e uyuyordu. Bunun üzerine Kemal Özlü, fazla vakit geçirmeden jandarmaya haber verdi: “Jandarmanın elinde kokudan arama yapabilen köpekler vardı. Çocuğun eşyası köpeklere koklatıldı. Jandarma bütün bölgeyi aradı, ama bulamadı.”
Gemlik Cumhuriyet Savcısı Mevlüt Aydın başkanlığında yürütülen arama çalışmaları, onlarca jandarma eriyle beş gün, geceli gündüzlü devam etti. Hikmet’ten eser yoktu. Beş günün sonunda aramaya son verildi.

Hendekteki çocuk cesedi
Kayboluşudan dokuz gün sonra, Kadir Doğan adlı çiftçi Düzbağlar mevkiindeki zeytinliğinde bir hendeğin içinde çocuk cesedi buldu. Cesedin bulunduğu yer kuşbakışı, Yıkıntı Restaurant’ın 500 metre arkasındaydı. İlk incelemeyi, jandarma ekibiyle birlikte olay yerine gelen adli tabipler yaptı. Cesette ateşli silah ya da bıçak izi yoktu. Tecavüze uğramıştı.
Ceset, Bursa Adli Tıp Kurumu’na sevkedildi. Otopsiyi Adli Tıp Kurumu Uzmanı Prof. Dr. Atınç Çoltu yaptı: “Çocuk, derin bir çukurda bulundu. Ayak uçlarında, dizlerinde ve elbisesinde çamur vardı. Belli ki büyük bir çaba sarfetmiş. Dizlerini dirseklerini dayayarak tırmanmak istemiş. Tırnaklarının içi çamur doluydu.”
Büyükbaba Hikmet Çaycı, cesedi görür görmez tanıdı: Torunuydu… Artık bu bir kayıp değil, cinayet davasıydı. Peki ama katil ya da katiller kimdi? Hikmet’i neden öldürmüşlerdi? Savcı Aydın, işe garsonlardan başladı. Sorgulamalar dört gün sürdü. Basın, ‘Küçük Hikmet Davası’nı manşetten düşürmüyordu. Sorgulamaya devam eden savcıysa sona yaklaştığını düşünüyordu. Sonrasını Kemal Özlü anlatıyor:
“Jandarma ve savcının soruşturması günlerce sürdü. Durmuş Tekirdaş hariç garsonların hepsi olay günü ne yaptığını ispatladı. Çaycı ailesi restorana girdikten sonra ortadan kaybolmuş ve hesap istenene kadar görülmemişti. 15 dakikanın hesabını veremedi.”
Durmuş’un ifadeleri çelişkiliydi. Bir sorguda ‘Çatal siliyordum’ derken, başka sefer ‘Şömineyi yakıyordum’ diyordu. Savcı, Durmuş’u konuşturmayı 19 Kasım gecesi başardı!

‘Elini ayağını bezle bağladım’
Durmuş Tekirdaş suçunu kabul etti. Savcılıkta verdiği ifadesinde de şunları anlattı:
“Bir ara garson Selahattin, Mercedes’i göstererek şu arabaya bak, 50-60 milyon eder dedi. Bu sözler kulağımda çınlıyordu. Arabada çocuğun yattığını duymuştum. Birkaç bez alıp lokantadan çıktım. Kimseye görünmeden meşrubat kasalarının yanına gidip bezleri bıraktım. Maksadım çocuğu kaçırıp ailesinden fidye istemekti. Çocuk çınar ağacının dibinde dolaşmaktaydı. ‘Gel abicim’ diye çağırdım. Bıraktığım bezleri de alarak dere yatağının yanındaki patikadan tepedeki kulübeye götürdüm. Onu burada bağlayacaktım. Ama lokantaya yakındı. Bulurlar diye 100 metre ilerideki çalılığa götürdüm. El ve ayaklarını bezlerle bağladım. Sonra da lokantaya geri döndüm.”
Savcıya göre Durmuş, geceyi beklemişti. Sonrası yine Tekirdaş’ın savcılık ifadesinden: “Bütün gece arkadaşlar olayı konuştu. Geceyarısı, ‘yatacağım’ deyip çocuğun yanına gittim. Ağladığı için sesi kısılmıştı. Battaniyeyle sardım. Duyulmasın diye 50 metre ilerideki çukura bıraktım. Koşarak yatakhaneye geldim.”
Durmuş, savcıya iki gün boyunca çocuğun yanına dört kez gittiğini, bir keresinde tecavüze yeltendiğini de anlattı. Asıl amacı, fidye almaktı. Durmuş’un savcıya söylediğine göre, kaçırdıktan iki gün sonra yani 8 Kasım günü Hikmet’i bıraktığı çukurda ölü bulmuştu. Bir daha da Hikmet’in yanına uğramamıştı.
Durmuş Tekirdaş, 19 Kasım’da tutuklandı. Savcıya göre dosya tamamdı. Suçlu, suçunu itiraf etmişti. Tekirdaş ailesinin avukat tutacak parası yoktu. Bursa Barosu’ndan avukat istediler. Dava artık eski savcı avukat Necdet Öztürk’ündü: “Dosyada çocuğun bunu yapamayacağına dair o kadar somut veri vardı ki, savcı çocuğu nasıl suçlu bulmuş diye düşündüm.”

‘Yargılamadan asalım’
Küçük Hikmet davasına 26 Şubat 1987’de Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlandı. Mahkeme önündekiler Durmuş’un yargılanmadan asılmasını istiyordu. Necdet Öztürk’ün aklı ise kaybolan bir tutanağa takılmıştı:
“Gazeteciler olayı şöyle anlattı: ‘Karacabey’den köpekler getirdiler. Köpekler dolaştıktan sonra gelip asfaltın ortasında durdu. Buna dair tutanak düzenlendi. İçimizden bazıları da imzaladı bu tutanağı’ dediler. Ama tutanak dosyada yoktu. Ayrıca otoparkçı portakal renkli bir otomobilin köpeklerin gösterdiği yerde durduğunu söylemiş. Bu araba hiç araştırılmamış.” Savunmanın dikkatini çeken ikinci nokta ise, Çaycı ailesinin tavrıydı. Savunmaya göre Hikmet’in kaybolduğu gün ailenin İstanbul’a geri dönmesi normal değildi:
“2.5 yaşında dünyalar güzeli bir çocuk kayboluyor anne babası, jandarma arandıktan bir iki saat sonra İstanbul’a gidiyor. İfade vermek için dokuz gün sonra geliyorlar. Evlat şefkati, o derenin başında beklemeyi gerektirirdi.”
Ama yargının daha somut delillere ihtiyacı vardı. İlki, Adli Tıp Kurumu’ndan geldi. Otopsiyi yapan Prof. Dr. Atınç Çoltu, iddianamenin aksine Hikmet’in tecavüze uğramadığını tespit etti: “Savcı, Hikmet’in anüs çevresindeki bulguları ırza geçme belirtisi olarak yorumlamış. Oysa Hikmet yarı oturur halde bulunmuştu. Ölümden sonra çekim kuvvetinden kurtulan kan, yer çekimine uygun olarak aşağı iner. Hikmet’te yarı oturur vaziyette olduğu için anüsünde ölüm morluğu meydana gelmiş. Bunun tecavüz olmadığını tespit ettik.”
Durmuş’un hakkındaki iki suçlamadan biri, böylece düşmüş oluyordu. Davanın seyrini değiştiren rapor ise Adli Tıp Kurumu’nun Birinci İhtisas Kurulu’ndan geldi. Kurula göre Hikmet, Durmuş’un söylediği gibi 8 Kasım’da değil, 13 Kasım’da ölmüştü. Yani Durmuş çocuğu ölü bulmuş olamazdı… Üstelik çocuk dokuz gün boyunca çukurda tuvaletini yapmış olmalıydı. Ama çukurda dışkı yoktu…
Savunmanın önemli dayanaklarından biri de, Durmuş’un üç gece çocuğun yanına gittiğini söylemesiydi. Necdet Öztürk bu iddiayı da çürütecekti: “Durmuş, geceyarısı çocuğun yanına gitmiş. Halbuki Hâkim İsmet Eroğlu’yla birlikte aynı yere gündüz zor çıktık. Elektrik kullandı diyelim. Dört yanda Yıkıntı Restaurant’ın sahibi Mustafa Özlü’nün adamları nöbet tutuyormuş. Nasıl görülmedi.”
Öztürk, savunmasını güçlendirmek için Adli Tıp Kurumu’nun Astronomi Birimi’ne başvurdu. Birim, olay anındaki ay hareketlerini saptayabiliyor. Uzman Zehra Başarır’ın verdiği rapor bir kez daha iddianameyi çürütüyordu:
“6, 7, 8 Kasım 1986 günleri olay yerinde ay ışığı yokmuş. Kırsal alanda ayın olmaması zifiri karanlık anlamına gelir ki, bastığınız yeri göremezsiniz. Orada ışıksız yürünemezdi.”
İddianameye son darbeyi yine Adli Tıp Kurumu raporu vurdu. Durmuş çocuğu battaniyeye sarıp iki gece boyunca o hendekte baktığını söylüyordu. Öyleyse battaniyede bölgeye ait bitki parçaları olmalıydı. Ama yoktu.

Ve beraat…
Mahkeme heyeti çürütülen iddianameye rağmen Durmuş Tekirdaş’ı suçlu buldu. Durmuş Tekirdaş, 23 Kasım 1987’de, 13 yıl hapse mahkûm edildi. Savunmanın savaşı bitmedi. Savunma davayı Yargıtay’a taşıdı. İki yıl sonra 14 Kasım 1988’de Yargıtay deliller ışığında Durmuş’un beraatine karar verdi.
Ve Küçük Hikmet davası, suç dosyalarında bilimin ne denli önemli olduğunu göstermesi açısından adli tarihteki haklı yerini aldı.
Adı geçenlerin anlattıkları, dava dosyasındaki ifadelere sadık kalınarak hazırlanmıştır.


‘Fidye ne demek
Necdet Öztürk (Durmuş Tekirdaş’ın avukatı): “Durmuş Ardahan’dan gelmiş bir çocuk. İlkokulu yedi yılda bitirmiş. Savcı, Durmuş’un çocuğu fidyeiçin kaçırdığını iddia etmiş. Hâkimden Durmuş’a ‘fidye ne demek’ diye sormasını istedim. Bilmiyordu.”
Kemal Özlü (Yıkıntı Restaurant’ın sahibi Mustafa Özlü’nün oğlu): “Küçük Hikmet’in kaybolması bizi çok etkiledi. Bir süre sonra babam üzüntüsünden öldü. Hâlâ insanlar buraya geldiklerinde olayı hatırlıyor. Hikmet aranırken, bazı gazeteler babamın yeraltı dünyasıyla ilişkisi olduğunu ve bu olaya karışmış olabileceğini yazdı. Bu haberleri babama okuduğumda bana ‘Oğlum gazeteler yalan yazmış, ben yerin altına hiç girmedim ki’ diyordu. O, yeraltı deyince yerin altında insanların yaşadığını zannediyordu.”
Zehra Özlü (Yıkıntı Restaurant’ın sahibi Mustafa Özlü’nün kızı): “Durmuş, restoranda komiydi. Kendi halinde, itiraz edemeyen bir çocuktu. Babamın malvarlığı da güzeldi. Ben Ankara’ya yerleşmeden önce hep beraber çalışıyorduk. Benim de çocuklarım onun yakınındaydı. Eğer Durmuş böyle birşeyi yapacak olsaydı benim çocuklarımı kaçırırdı.”


BUGÜN
Durmuş Tekirdaş: Yıllarca işsiz gezdi. Birkaç yıl önce evlendi. Şimdi gemilerde komilik yapıyor.
Yıkıntı Restaurant: Olaydan sonra neredeyse bütün müşteriler restorandan elini ayağını çekti. Mustafa Özlü, kısa bir süre sonra vefat etti. Aile iflasın eşiğine geldi.
Ali Çaycı: İstanbul’da ticaretle uğraşıyor. Oğlu Hikmet’le ilgili olarak hâlâ konuşmak istemiyor.




İstatistikler

  • 2.406.122 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ağustos 2007
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

En fazla oylananlar