Bir dergide yayınlanan banka satışı sonrasında hesap kayıtları nedeniyle 5 bin MİT mensubunun deşifre edildiğine ilişkin iddiaya, MİT Müsteşarlığı’ndan açıklama geldi. Teşkilat mensuplarının maaş dağıtımının herhangi bir banka üzerinden yapılmadığının altını çizen Müsteşarlık, “Bu konuda gerekli güvenlik önlemleri de mevcuttur” şeklinde açıklama yaptı. Geçen günlerde yayınlanan haberlerde, 2001 yılında kamu bankalarının yazılım ihtiyacını karşılamak için kurulan Finansal Teknoloji Hizmetleri AŞ (Fintek) şirketi üzerinden çok gizli bir casusluk faaliyeti gerçekleştirildiği, Ziraat ve Halk Bankası’nda saklanan tüm verileri özel bir yazılımla ele geçiren yabancı gizli servisler, bunlara ilaveten kamu bankalarına ait birçok bilgiyi de ele geçirmeyi başardığı iddia edilmişti. Bu iddiaya Ziraat Bankası’nın ardından MİT Müsteşarlığı’da gerçeği yansıtmadığını açıkladı. MİT Müsteşarlığı’nın resmi internet sitesi üzerinden yapılan yazılı açıklamada şöyle denildi: “13-14 Ağustos 2007 tarihlerinde bazı basın-yayın organlarında 5 bin MİT mensubunun gerçek kimliklerinin, banka kayıtlarından istifade ile yabancı gizli servislerin eline geçtiği iddiasına yer verilmiştir. Bu iddialar doğru olmayıp gerçeği yansıtmamaktadır. Teşkilat personelinin maaş dağıtımında herhangi bir banka düzenlemesi söz konusu değildir ve esasen bu konuda gerekli güvenlik önlemleri mevcuttur” |
15 Ağu 2007 için arşiv
MİT’ten “banka” açıklaması geldi
söylentisi yayıyor!
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına aday olması ve en geç 3. turda seçileceğinin kesinleşmesiyle birlikte yurtdışında Türkiye aleyhinde söylentiler arttı. Abdullah Gül’ün AKP’nin oylarıyla Cumhurbaşkanı olmasına kesin gözüyle bakılırken, yurtdışı ekonomi çevrelerinde Türkiye aleyhinde spekülasyonlar başladı. Haberne.com sitesinin haberine göre Bear & Stearns ve Lehman Brothers isimli iki Amerikan yatırım bankası “darbe” spekülayonları piyasalara yayılmaya başladı. Uzmanlara göre bu spekülasyonların amacı ABD’nin yaşadığı likidite krizinde Turkiye piyasalarında sıcak para şeklinde yatırım yapan Amerikan sermayesinin ülkeye geri çekilmesi |
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün AKP’nin cumhurbaşkanı adayı olması dış basında geniş yankı buldu. Bu adaylığın yeni bir gerginliğe neden olma ihtimali bulunduğu belirtilirken, Cumhurbaşkanı adayı olan Gül’ün ‘siyasi kimliği’ uluslararası haber ajanslarında farklı yorumlandı. Amerikan haber ajansı AP Gül’ü ‘İslami eğilimli’ olarak tanımlarken, İngiliz haber ajansı Reuters ‘eski İslamcı’ ifadesini kullandı. AP konu ile ilgili ‘İslamcılar yeniden Cumhurbaşkanlığı için çabalıyor’ başlıklı haberinde, “Türkiye’nin iktidar partisi güçlü laik muhalefete rağmen İslamcı birini Cumhurbaşkanlığı için yeniden aday gösterdi” denildi. AKP’nin İslami merkezli parti olarak tanımlandığı haberde, “Adaylık, ordunun da içinde bulunduğu laik kesimler ile karşı karşıya gelme ihtimalini arttırıyor” ifadesi kullanıldı. Gül’ün bir önceki adaylığına ordudan ve laik kesimden büyük bir tepki geldiği bilgisine yer verilen haberde, muhalefetin cumhurbaşkanlığı adayını uzlaşma ile seçilebileceği yönündeki sözleri hatırlatılarak muhalefetten bu konuda gelebilecek tepkiye dikkat çekildi. ESKİ İSLAMCI Reuters ise, “Kutuplaşan aday cumhurbaşkanlığı için ikinci kez deniyor” başlığı ile gelişmeyi aktardı. Türkiye’nin iktidar partisi olan AKP’nin pazartesi günü ‘eski İslamcı’ Dışişleri Bakanı Gül’ü, yeniden cumhurbaşkanlığı için sunduğu kaydedilen haberde, Gül için ‘eski İslamcı’ ifadesinin kullanılması dikkat çekti. Reuters’in daha önce ‘İslamcı olarak tanımladığı Gül’ü son aylarda ‘eski İslamcı diye nitelemeye başlaması dikkatlerden kaçmadı. Reuters’in neden bu ifadeyi kullandığı bilinmiyor. TÜM DÜNYA BASINI GÜL’Ü TARTIŞIYOR Uluslararası basın kuruluşlarının bir kısmı Gül’ün adaylığı ile yeni bir krize girileceği görüşünü savunurken, diğer bir kısmı Gül’ün laikliğin korunacağı yönündeki sözlerine dikkat çekiyor. Önde gelen gazetelerde yer alan yorum ve haberlerden bazıları şöyle: -INDEPENDENT: “GÜL KARİZMATİK BİRİ”- İngiltere’nin en saygın gazetelerinden Independent, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı görevine ikinci kez aday olmasıyla, Türkiye’deki siyasi krizin yeni ve muhtemelen nihai bir evreye girdiğini yazdı. Abdullah Gül’ün eşinin başörtülü olduğu vurgulanan haberde, Gül için de “alçak gönüllü ve karizmatik” ifadesi kullanıldı. -GUARDIAN: “LAİK TÜRKİYE KARGAŞADA”- İngiltere’nin önde gelen gazetelerinden bir diğeri olan Guardian, “eski İslamcı Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı olması ile laik Türkiye’nin bir kargaşada olduğunu” yazdı. Haberde, Türkiye’nin yenilenmiş bir siyasi krizle karşı karşıya bulunduğu değerlendirmesini yaptı. Gül’ün “sıkı bir Müslüman olduğu ve karısının başörtüsü takmakta ısrar ettiği” ifadelerine yer verilen haberde ” Türkiye’de kapalı kadınların bırakın içinde yaşamayı Cumhurbaşkanlığı köşküne girmesinin bile yasak olduğu” belirtildi. -EL CEZİRE: “GÜL LAİKLİĞİ KORUYACAĞINI SÖYLEDİ”- Televizyon kanalı El Cezire, Cumhurbaşkanlığına tekrar aday olan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, laikliği koruyacağı söylediğini vurguladı. Haberde Gül’ün daha önceki adaylığının siyasi bir krize neden olduğu kaydedildi. Ana muhalefet partisi CHP’nin bundan önceki Cumhurbaşkanı seçimlerini boykot ettiği hatırlatılan haberde, CHP’nin bu tavrını sürdüreceği ayrıca Gül’ün seçilmesi halinde resepsiyonlar ve dış gezileri de protesto edeceği ifade edildi. -EURONEWS:“MUHALEFET OYLAMAYI BOYKOT EDECEK”- Euronews haber kanalı, muhalefetteki CHP’nin, Cumhurbaşkanı oylamasına katılmayacağını vurguladı. Haberde Gül’ün “İslami kökenli AKP’nin Dışişleri Bakanı olduğu” kaydedildi. -DW:“TÜRKİYE’NİN GÜVENİLMEZ SEÇMENLERİ”- Deutsche Welle’nin haberinde ise “Ordunun, laik elitlerin, Anayasa Mahkemesi’nin ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Gül’ün adaylığını engellemek istediklerini ve bunun için demokratik bir bakış açısıyla hoş görülemeyecek taktiklere başvurdukları” ifade edildi. Haberde, “bunun sonucunda seçmenlerin onları cezalandırdığını ve Dışişleri Bakanı Gül’ün tekrar aday olduğu” ifade edildi. -TIME:“TÜRKİYE TEKRAR UÇURUMUN KENARINDA MI”- Dünyanın önde gelen haftalık haber dergilerinden Time, “Türkiye tekrar uçurumun kenarında mı” diye soru sorduğu haberinde Gül’ün tekrar aday olmasıyla, Türkiye’yi erken seçime götüren siyasi krizin yeniden yaşanıp yaşanmayacağı kaygılarını yenilediğini yazdı. Haberde, Vecdi Gönül, Mehmet Ali Aydın gibi AKP’den başka adayların da gelecek günlerde aday olabileceğini ifade edildi. -DAILY TIMES:“GÜL DESTEK ARIYOR”- Pakistan’da yayınlanan Daily Times gazetesi, “Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün destek aradığını ancak İslami geçmişinden endişe duyan laiklerin ona karşı olduğunu” yazdı. -WP: “GÜL LAKLİĞİ KORUYACAĞINI SÖYLEDİ”- Washington Post gazetesi, “Gül’ün Cumhurbaşkanı adaylığının cami ile devlet arasındaki çizgiyi belirsizleştireceği korkusu olduğunu ancak Gül’ün adaylık başvurusu ardından laikliği koruyacağını söylediğini” yorumunu yaptı |
Başbakan Erdoğan başkanlığında önceki gün yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışılırken, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın “Abdullah Bey kardeşim kusura bakmasın. Bu meselelerde daha geniş perspektiften bakmak gerekir” dediği öğrenildi. 10 bakan renk vermedi 10 kadar bakan da sürecin gerginlik yaratılmadan çözülmesi gerektiği üzerinde durarak, Gül’ün lehinde veya aleyhinde ifadeler kullanmadı. Erdoğan ise kendisinin aday olmadığını daha önce açıkladığını belirtirken, Gül meydanların sesi doğrultusunda hareket etmesi gerektiğinin altını çizdi. Abdullah Gül, aday olduğunu da “Millet iradesine saygının gereğini yerine getirmem gerekir” sözleriyle dile getirirken, Erdoğan bunun üzerine “Abdullah Bey’in kararına saygılıyız” dedi. |
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, AKP’nin önceki akşamki MYK toplantısında cumhurbaşkanı adaylığını açıklarken, Başbakan Tayyip Erdoğan’a, “Aslında sizin hakkınızdı, ben orada sizi görmek isterdim, ama siz fedakarlık yaptınız” dedi. Erdoğan’ın, “Adayımız Abdullah Bey’dir,” diyerek, cumhurbaşkanlığı adaylığıyla ilgili tartışmalara son noktayı koyduğu MYK toplantısında, Gül de adaylığını şu sözlerle ilan etti: “Seçim sonuçları genel başkanımızın, partimizin başarısıdır. (Erdoğan’a dönerek) Aslında cumhurbaşkanlığı da sizin hakkınızdı. Ben orada sizi görmek isterdim. Ama fedakárlık yaptınız, yaptığınız değerlendirmelerin sonunda takdiriniz bu yönde oldu. Bu noktaya kendi arzumla gelmedim.” 28 AĞUSTOS’TA Gül, 28 Ağustos’ta yapılacak üçüncü turda cumhurbaşkanı seçilebilecek. TBMM Genel Kurulu geçen hafta cumhurbaşkanı aday sürecini başlatırken, seçim takvimini de belirlemişti. Buna göre, Gül’ün dışındaki diğer adaylar, 19 Ağustos saat 24.00’e kadar başvuruda bulunabilecekler. Başvuru süresinin sona ermesinin hemen ardından 20 Ağustos’ta ilk tur oylama yapılacak. Seçimlerin ilk iki turunda, AKP, MHP, DTP ve bağımsızlar salona gireceği için toplantı için gerekli olan 367 sıkıntısı doğmayacak. Gül’e AKP’nin 340 vekili dışında, DTP’li 20’i, bağımsız 6 milletvekili oy verse dahi, 366 sınırında kalacak ve 376’yı bulamadığı için Gül’ün seçimi üçüncü tura kalacak. İlk imza Erdoğan’ın ABDULLAH Gül, Cumhurbaşkanlığına adaylık dilekçesini TBMM Başkanı Köksal Toptan’a verdi. Gül’ü AKP Genel Başkan Yardımcısı Necati Çetinkaya 17, Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin de 34 milletvekilinin imzasıyla aday gösterdi. Çetinkaya, dilekçesinde ilk imzanın Başbakan Tayyip Erdoğan’a ait olduğunu söyledi. |
Türkçüler
Bir röportajımda kadın yazarlar soruldu, Nuray Mert, Perihan Mağden, Vivet Kanetti, Kırıkkanat, hatta Meral Tamer, bu son ismi yazmamışlar, önemlidir, dedim. Röportajı yapan, peki Ayşe Arman, Pakize Suda diye araya girdi, “tenezzül etmediğim isimler üzerinde laf söylemek zorunda bırakmayın beni” dedim…
Milliyet Eki’nde “Sarıkız’ın Anılan” başlığında bir köşe var. Adını saklıyormuş, ne boksa. Nükhet Duru’nun, Müjde Ar’ın donlarını anlatır, durur, hayatım boyu hiç dikkatimi çekmeyen bir köşe.
Vay sen misin Ayşe Arman’a, Pakize Suda’ya dil uzatan diye tam sayfa döşenmiş bana. Ne deseydim, kraliçemiz mi olurlar, deseydim.
Bu yazarlar Türk halkının midesini bulandırıyor, biri pedlerini anlatır, diğeri üçüncü sınıf pavyonlardan Hürriyet’e büyük yazar oldurulmuş, ne diyeyim..
Sarıkız köşesinde, kadın çıldırmış, inanılmaz cümleler. “Siz taşralılar, bizim gibi sarışınlara bayılırsınız, tüm derdiniz bizim gibi sarışınlarla yatmaktır. Sizi aramıza almayacağız. Sivri diliniz ve o taşralı komplekslerinizle aramıza giremeyeceksiniz!”… Şu cümleler de onun: “gençliğinizde bir türlü ilgilerini çekemediğiniz o sarışın kızları hatırlatıyoruz size. Zengin şehirli oğlanların tavladığı ama size bir türlü vermeyen kızları hatırlatıyoruz, o yüzden ulaşamıyor, kin kusuyorsunuz!”… Yazınım ana fikri şu: “Oh olsun size vermeyeceğiz!”… Şu cümle de onun: “(siz taşralılar) yazdınız yazdınız, şu ünlüler dünyasına kenarından köşesinden geldiniz, peki şu Ayşe Arman niçin hala sizin kollarınızda değil. Eminim hep bunu arzuluyorsunuz!”…
Ve devam ediyor. Bu hanımın gençliğinde bizim gibi kara kuru bir taşralı sevgilisi olmuş. Ama bunu kandırmış. Şimdi akıllanmış. Bir daha Anadolulu mu, artık vermeyecekmiş, dinleyin: “…Yıllarca onlar da insan, onlarla da ilişki kurmak, dışlamamak lazım gibi hümanist fikirler sahibi oldum, ama yanılmışım…”.
Neden yanılmış? Çünkü taşralıların bütün dertleri bu boyalı sarışın hanımların kollarına atılmakmış. Bu yüzden benim gibi insanlardan iğreniyormuş. “Oh olsun, bizi aralarına asla almayacaklarmış..”; Şu cümle de onun: “(Siz taşralılar) boşuna uğraşmayın, sizi aramıza almayacağız!”, Neye uğradığımı şaşırdım. Siz kimsiniz, orası ne, bizi niye aranıza alıp almamak gibi derdiniz var, orada, araya alınma diye bir şey mi var…
Böyle bir yazı olur mu, oluyor işte, geçen haftanın Milliyet Eki’nde.. Bu yazıları )i sizin vergilerinizle yazıyorlar.
Bir de küçücük beyniyle cinlik yapıyor, yazısında lafları gargaraya getiriyor, bakın: “şu bir yazar var ya, Zeki Müren’i, Selda’yı, Ayşe Arman’a kadar herkese hakaret eden!”.. Yalan. Aynı röportajda, bir yığın kadın yazarı övdüm, ayrıca Zeki Müren’i ve Selda’yı da fazlasıyla övdüm. Ayşe Arman’a da bir statü vermek istiyor ya.
Neyse, bize iş düştü. Hayatım boyu travesti gibi kırıtan, travesti ses tonuyla konuşan, travesti gibi giyinen, döt sümüğü bir yığın kadın gördüm. Hiçte küçümsemem, hayatı böyle seçmişler, ne yapayım…
Ancak, burada, sosyoloji dersi olacak cümleler var. Mesela, taşralıları neden küçümser, taşralılık eğlenilecek bir şey midir? Şimdi size birkaç taşralıdan söz edeyim: Mesela: Kanuni Sultan Süleyman, Mevlana, Yunus Emre, Pir Sultan, İbni Sina, Karacaoğlan… Bunların hepsi taşralı. Bu yüzden mi acaba, bu isimleri aranıza almıyor, yazılarınızda hiç bahsetmiyorsunuz. Mesela, Şekspir, Jack London, Hazreti İsa, daha bir yığın taşralı. Bunlar da taşralı olduğu için mi bu isimlerden hiç bahsetmiyor, yazılarınızda, Nükhet Duru ve Müjde Ar’ın donlarından başka bahis bulamıyorsunuz. Ayıptır söylemesi, hani, Aydın Doğan patronunuz da taşralı, Koç, Sabancı, hepsi taşralı.
Taşralılığın bir aşağılanma vasıtası olarak kullanılması, bu kafadan sakat boyalı böceklerin acıklı ruh halini anlatıyor. Şimdi kendisi sosyete mi oluyor. Saçları boyanınca, sarışın olununca, bir de arabesk sanatçılar Alişanlar’ın haberlerini gazete ilavelerinde yapınca, Ferdi Tayfurlar’a sinema senaryoları yazınca, “sosyete mi?” olunuyor.
Boğaz’da bir lokantada bir balık rakıya fit olan birçok kadın kendini sosyeteyim diye satıyor olabilir. Zavallılığı anlatmada Türkçe’de kelime yok.
Bırakın medyayı biz rezil etmeye çalışalım. Bu utanılacak yazılarınızla küstah, şımarık, düzeysiz suratlarınız acıklı bir şekilde ortaya çıkıyor. Ama o gazetenizde Melih Aşıklar, Meral Tamerler, Hasan Pulur’lar gibi bu tür cehaletleri midesi kaldırmayan, utanarak okuyan yazarlar var. Rezilliklerinizle onları üzmeyin!
Sanırım siz bu. sosyete fiyakanızla, bu yazarları da o gazeteden kovarsınız, hatta, patronunuzu da o gazeteden kovarsınız. Kimseyi beğenmeyen bir üslubunuz, maşallah, burnunuzu havaya kaldırmışsınız ama, biraz da beyninizle ilgilenmeliydiniz…
Bakın hanımefendi, “aranıza almayacakmışsınız” gibi çalımlı laflar etmeyin, burada ismini yazmaya terbiyem yetmez, o gazetede size verilen paranın yüzlerce katı para teklif ettiler, telefon edin, kimlerin kaç lira verdiğini söyleyeyim..
Nükhet Duru’nun donlarını yazarak bir yere varamadığınız için medya ahlaksızlık içinde can çekişiyor. Bakın, nasıl seçkin olunacağını öğreteyim size. Bu ülkenin, sanatına, sinemasına, romanına, siyasetine, yönetimine, hukukuna, bilimine bir “değer” katacaksınız. Bir fikir söyleyeceksiniz, işte o zaman “seçkin” insanlar sınıfına girersiniz. Müjde Ar sevgilisiyle yan odada sevişirken, siz öbür odadan duyduğunuz sesleri köşenizde yazarak, “seçkin” olamazsınız.
Müjde Ar’ın sevgililerini yazarak size “sosyetelik” bağışlayan patronunuz Aydın Doğanlarla işte sizin gibi insanları yazar yaptığı için hala mahkemelerde savaşıyorum.
Ben orada her şeye rağmen onurunu, kimliğini koruyan, kişilikli ve düzeyli bir edebi dil tutturmaya çalışan birçok kadın yazarı övdüm, övmediğim sadece Ayşe Arman, Pakize Suda. Bu yüzden, bana karşı hayatınızın en öfkeli, en kendini kaybetmiş yazısını yazdınız!.
Çünkü sizler, akıllı, zeki, ince fikirli, zarif ve hikayeler, makaleler yazmasını bilen kadınlardan hoşlanmıyor, kıskançlıktan çatlıyorsunuz. Kendine düzgün bir okuyucu kitlesi yapmış birçok başarılı kadınları çekemiyor, kuduruyorsunuz.
Ne yapayım, Müjde Ar’ın donlarını yazan, pedlerini yazan kadınlara kraliçe mi diyeyim. Belki şu arabesk sanatçısı Alişanlar, senaryolarını yazdığınız arabesk sanatçıları, onlar, böyle çalımlı, boyalı, boş laflarınıza inanıyordur. Ama işte düzeyiniz bu, ulaştığınız sosyetenin boyutu: Alişanlar, Özcan Denizler…
Kafayı yemiş kadın, Ayşe Arman, biz taşralılara vermiyormuş diye çok kızıp eleştiriyormuşuz. iyi de ben Ertuğrul Özkök’ü de çok eleştiriyorum. O da mı acaba vermediği için, eleştiriyorum. Yani, bu kadınlar aralarında oturup, şuna verelim, buna vermeyelim, diye mi tartışırlar. Sonunda da, “hani şu var ya bize yine laf atmış, çünkü, ona vermedik, o yüzden” diye bir sonuca mı ulaşıyorlar.
Neden şöyle bir sonuca ulaşmıyorlar! Bizler yazar olamayacak kadar basit insanlarız, insanlar bizleri okuyunca mideleri kalkıyor, çünkü zırvalıyoruz, bu yüzden halk bizi sevmiyor!..
Ama siz böyle yorumlanıyorsunuz. Yetmiş milyon taşralının sabah akşam sizi arzuladığını hülyalar içinde anlatıyorsunuz, iyi de, niye arzulayalım, orası gazete, arzular, şehvetlerle, gazete köşelerinin ne işi var.
işte böyle. Eskiden yazarlar birbirleriyle tartışır, fikir savaştan yaparmış.. Bakın şu işe, bu ünlü fikir tartışmaları, nereye kadar düştü, verdi, vermedi, sulandı, vermeyecek, sana vermem, ona veririm, meselesine kadar…
Ama pek fetbaz bir kadınmış, bak, verdin, vermedin, benim de içime bir kurt düşürdü.. Baksanıza pazarlığa başladık bile…
İçerde solcu arkadaşları ziyaretimde geyik çevirirdik, “baba, bu medya aleminden bize ekmek düşer mi?” diye takılırlardı..
Af haberini duydum.. Bakın şu Allah’ın işine, pazarlığa başladık bile… Çıktığında çocuklar, “bakın, ben pazarlığı buraya kadar getirdim, biraz da siz gayret edin, hadi hayırlısı” derim… ,
Üstelik Sarıkız hanımefendi, yıllarca bomboş yazılar yazdınız. Kürt gerçeğini de bu vesileyle görmüş olursunuz. Vermezseniz, açıkça vermeyin deyin, ben böyle şeylerden alınmam.
Vermezseniz ne yapayım canım, Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi’ne gidip, bizim sarışın yazarlar Kürtlere vermiyor diye dava açamam ya… Hadi fazla yormayın beni, işimiz-gücümüz var…
Irak’ta askeri konvoylara saldırılar başlayıp ABD’li ve İngiliz askerler ölünce Blair ve bazı medya, askerleri öldürenlerden katil diye söz etmeye başladı. Düne kadar Iraklı insanlardı bunlar. Ülkeleri işgal edildi, fethedildi. Şimdi işgalci güçlere karşı bölük pörçük direnmeye çalışıyorlar, adları hemen katil oldu. Bakalım bu toprağın çocukları bizlerin adı ne zaman katil olacak. Vatanseverlerin adlarını bir günde katil yapan bu uygarlığın sözcüsü de: Medya Kürtçe eğitim ve konuşmaya bir takım haklar veren devletimiz şimdi de PKK affı çıkartıyor. Bunları yirmi yıl önce yapsaydınız, otuz bin insan ölmeseydi. yüzlerce milyar dolar silaha gitmeseydi ve PKK savaşının arkasına gizlenen ve bu savaşı kullanan sağ iktidarlar bankalardan yüzlerce milyar doları soymasaydı, olmaz mıydı?
Şimdi niye barışıyorsunuz, sizi barıştıran kim, ne?
Irak savaşı sonrası hem Türkçülerin hem Kürtçülerin maskesi düştü. Bakın, tarih, bizim Türkçü-milliyetçilere ne oyunlar oynadı, nasıl komik, rezil oldular. Ülkemiz Türkçüleri elli yıldır Amerika’nın dümen suyunda. Türkeş’in hayatı, politikaları, derin devletimiz bunun delili. Komünizme karşı savaş veriliyordu, Amerika’nın gizli servisleriyle ülkemizin tüm derinleri ilişkiye girip Türk illerini koruyacaktık. Türkçü strateji olur mu? Elli yıl canımızı, malımızı, ülke onurumuzu sıfıra düşürdükten sonra bu oyun bugün bitti, Amerika Türkçüleri hızla korumasına aldı, üstüne bir de Arap düşmanlığını hediye ettiler, Orta Asya’dan kopacak yağlı parçaların kucağımıza düşmesini elli yıldır bekledik.
Güzel Allah’ımızın takdiri işte, aynı Amerika, Irak savaşı günlerinde Kürtlerin de hamisi, koruyucusu, oldu.
Türkçülerle Kürtçüler, Irak Savaşı’nda, biri Amerika’nın sağ cebinde keklik, diğeri sol cebinde keklik oldu. Sonra bunlar Kerkük’te karşı karşıya geldi. Savaş günlerinde alevlenen Kerkük, bizim sınırlarımızda olsaydı yüz bin ölü çıkardı. Ama artık yönetim Amerika’daydı. Amerika iki gözünü de sakınmayı becerdi. İkisine de mavi boncuk dağıtıp, tatlıya bağladı.
Şimdi Irak’ın sahibi Amerika Kuzey Irak’ta ses çıksın istemiyor. Bizim Türkçülerle-Kürtçüleri barıştırıyor. Aklınız almıyor değil mi, siz aklınızı .ikin.
Türkçü-milliyetçi alikıran bağkesenlerimiz yukardan mı emir aldı, bilemem, yirmi yıl birbirlerini yakıp, öldürüp, işkenceler edip, şimdi Amerika işini bitirince, susup, bir kenara çekildiler.
Biri Türk ırkı için savaştığını söyledi, diğeri Kürt ırkı için. Sonunda ikisi de Amerika’nın sevgilisi oldu çıktı.
Hem Türkçüler, hem Kürtçüler Irak işgale uğramış, dıngıllarında değildi, her ikisinin de derdi kapacakları yağlı parçalardı.
Ülkemizde yirmi yıl aralıksız cenazeler kalktı. Arada bizleri de yaktılar. Bizlere vatan haini, PKK’cı, her şeyi dediler. Susturdular, mahkemeye verdiler, saldırdılar. Otuz bin ölüden sonra birden sosyal huzur istemeye başladılar. Kim istiyor bu huzuru? Bizimkiler mi, Amerika mı
Yüzlerce insanın leşini bu devlet tarlalara atmadı mı? Önüne gelen herkesin evine baskın yapıp yüzlerce işadamını öldürmediler mi? Sokağa çıkan herkesi tutuklayıp hapislere tıkmadılar mı? Neymiş? Bizler Kürt propagandası yapıyormuşuz, onlar milliyetçiymiş..
Yeşiller vurdu, Murat Demirciler banka soydu, Kurtuluş Savaşı’nda da böyle oldu, Topal Osmanlar savaştı, boşalan Rum, Ermeni evlerine Koçlar leşten oturdu. Devletin silahşörleri dağları, köyleri yaktı, Ankara’da Demireller Mesutlar, Tansular bankaları soydu.
Uğur Mumcu solcu muydu, hayır, devletin ta kendisiydi. Kendi evlatlarını bile acımadan öldürdüler. Sonunda GATA askeri hastane, yüzlerce delirmiş subayla, yüzlerce bacağı-elleri kopmuş askerlerle doldu. Şimdi, sosyal huzur istiyorlarmış.
Bizler geçen yirmi senede Türkçü, Kürtçü olmadığımız için vatan hainliğiyle suçlandık. Bunların dümen suyuna gelmedik. Yirmi yıldan bugüne, yüzlerce değerli bilim adamı, yazar, kalem oynatıp, ülkenin bütünlüğünü savundu. Hakkari de benim, Edirne de benim, dedi. Vay sen misin diyen. Bu ülkenin her taşı, her canlısı, her otu, kutsaldır, değerlidir, dedi. Vay sen misin diyen. Bu topraklarda doğup büyüyen her insan Fatih kadar saygın, kutsaldır, dedi… Dediği için öldürüldü, sürüldü, Türkçüler gibi, Kürtçüler gibi, bu ülkeyi “kısmen; “parça-parça” değil, bütünüyle seven bu bilim adamları susturuldu. Kürtçülükle suçlanıp hapislere atıldı, işleri ellerinden alındı.
Türkçülerin gözlerini kan bürümüştü, sokakta, evde, gazetede yüzlerce faili meçhul. Türkiye halkını, köy, şehir demeden makineli tüfeklerle taradılar. Az buz değil, otuz bin ölü. Ne oldu şimdi? Devlet silahşörlerini kullanıp bankalar soydu, Türkiye’ye yirmi sene aralıksız nefes aldırmadan cenaze kaldırıp ülke yi tam bir ahlaksızlık ve mafyanın kol gezdiği sağ iktidar cennetine çevirdi.
Ne oldu? Ülkemizi bütünüyle sevme hakkını bize vermediler, ölenlerin dinini, ırkını ayırt etmeden artlarından üzülme hakkını bize vermediler!..
Amerika yeni politikasını uygulamaya koydu: Türkiye’de huzur, İran’da kargaşa. Bizde oynanan oyunlar artık İran’da oynanacak.
Hem Türkçülerine, hem Kürtçülerine emir verdi. Hayat nasıl hızlı geçiyor, bu satırları yazarken PKK İran’da karakol bastı.
İran’da, öyle böyle değil, otuz milyon Türk var. Güney Azerbaycan tabir edilen tüm bölge Iran topraklarında. Yani bizde ne kadar Kürt, onlarda o kadar Türk. Yakında Türk televizyonlarına Tebriz’den Türk profesörler gelip “bizi ezirler, bizi .ikirler” demeye başlar.
Hayat nasıl hızlı geçiyor, İranlı muhalifler Türk televizyonlarında konuşmaya başladı bile.
Amerika, İran’daki özgürlükçü ve aydın ve öğrenci hareketinden beklediğini bulamazsa, Kürtler, Türkler devreye girecek.
Türkiye’deki Türk-Kürt savaşı bitiyor, iç savaşımız hızla yan komşuya havale ediliyor.
Türkçüleri ne kadar tanırsınız? Silahşörlerini Susurluk’ta gördünüz, I MHP’nin yayın organlarına biraz bakmışlığınız da vardır. Size asıl büyük tezgahtan bahsedeyim.
Irak Savaşı günlerinde bir sürü adam ekranlara çıkıyor, bacak bacak üstüne atıyor, elinde çubuklar aylarca bir şeyler konuşuyorlardı. Ekranın altına da “stratejist”, “uzman” gibi laflar yazıyordu.
Üç ay süreyle, Peşmerge, Kerkük, strateji, diye güya analiz yapıyorlardı, iyice dinlediniz mi, ekrana iyice baktınız mı, neler anlatıyorlardı. Hani turist rehberleri vardır, bir takım genel ve basit bilgileri verir, “burası Süleymaniye olur, nüfusu şu, tarımı şu, Kürtler ikiye ayrılır Talabaniciler-Barzaniciler..” işte hepsi bu. Bu turistik rehber bilgileri onlarca TV’de bizlere, üstelik para karşılığı anlatan adamların menbaı: ASAM!.
ASAM (Asya-Avrupa Stratejik Araştırmalar Merkezi), Avrasya Dosyası diye üç aylık dergi çıkartır. Makaleleri inceleyin. Master düzeyinde, turistik tanıtım broşürü gibi. Diyelim Rusya Dosyası. Talebeler Rusya hakkında, coğrafyası, iktisadi, yüzölçümünü verir. Şüphesiz içlerinde birkaç kaliteli bilim adamı var, diyelim Ali Nihat Özcan, bu beyfendi de sık sık ekranlara çıkar. Teknik bir yığın bilgi! Dikkat edin, yeni bir “analiz” hastalığı, aşksız insanlar.
işte bu ASAM, devletimizin derininden milyonlarca dolar para alınıp kuruldu. Göya strateji geliştiriyorlar. Hemen hepsini inciğine cinciğine kadar tanırım. Ellerinde çubuk, harita başında bilgiler veren bu genç uzmanlar ordusu, eli yüzü düzgün tertemiz vatan evlatları görüntüsü veriyor. Ülkelerinin bütününü göremeyen, bu ülkeyi bir bütün olarak sevme alışkanlığı edinmemiş, yirmi yıldır Güneydoğu’ya raporlar yazıp, artık bu raporları kimlere verip, sağ iktidarların yirmi yıl bu ülkeyi soymasına hizmetleri büyüktür!
Cahillikleri strateji konusunda! Hiç Türkçülük gibi bir strateji olur mu? Bu büyük stratejik proje sonunda çöktü. Rezil oldular. Bosna’da dört yüzbin kişi öldü, bir şey yapılamadı. Çeçenistan iki defa işgal edildi, bir şey yapamadılar, aksine, Rusya’yla büyük bir dostluk kuralım diye strateji geliştirdiler. Afganistan topyekün fethedildi, bir General Dostumları vardı getirip götürdüler. Azerbaycan’ın yarısı Ermeniler tarafından işgal edildi, bu sorun hiçbir uluslararası arenaya taşınamadı, Ermeniler hala orada. Türkmenbaşı gibi, Kaddafi benzeri küçük padişahlarla bir yere varılamayacağını gördüler, Kazakistan gibi devasa ülkelerin Rus hayranlığını ve Rusyasız yapamayacaklarını görüp göt üstü düştüler. Başka ne kaldı, birkaç kültür kurumu, iki-yüz üç talebe okuturuz, bu kadar.
Kürt dağlarında yaptıkları gibi ellerine silah verdikleri birkaç silahşörle bu irili ufaklı Türk devletlerinde darbeler dahi denediler, rezil olup, tekmeyi yiyip kovuldular!…
Uyumayın, 1990’lı yılları hatırlayın, bu Türkçü stratejinin devlet politikası olarak hayata geçirildiği günlere, Özallar, Türkeşler bu Türkçü stratejinin sloganını herkese öğretmişti: “21. Asır Türk Asrı Olacak!”…
Doğudan batıya iflas etti bu proje. Şimdi, bu derin devlet kurumu ağız değiştirdi. Yeni bir strateji teklifiyle TV’lerde dolaşıyor. Neymiş yeni stratejileri?
Türkiye, bölgedeki Iran ve Suriye’yle komşuluk ve ticaret ilişkileri geliştirmeli, büyük devlet olmalı. Fikirleri bu. Büyük ve yeni stratejileri bu. Dünya tarihinde ve her bölgedeki devletler, komşularıyla ticaret ilişkisine girer, bu çok normaldir.. Bunun büyük bir strateji olmakla ne alakası var?..
Bunu uydurup söylediniz diye mi devletten milyon dolarlar alıyor, ekranlarda ahkamlar kesiyorsunuz.
Üstelik bu yeni stratejiyi takdim ederken lafların arasında tuhaf temkinler, korkular: “Amerika’yı bu stratejiye ikna etmeliyiz. Amerika’dan izin almalıyız!”.. Yani, komşumuzla basit bir ticaret yapacağız, bunun için dahi Amerika’dan izin alacağız!..
Türkiye’de medya ve bilim adamları uyuduğu, hiçbir şeyle ilgilenmediği için, kimse kalkıp size bir soru soramıyor, iyi de kardeşim, elli yıldır Türkçülük hastalığınızdan dolayı, Arap-Kürt-Molla düşmanlığını yayan, bu ülkeleri tehdit olarak gören, bu ülkelerle ülkemizi savaşın eşiğine getiren sizler değil misiniz? Ne oldu, Orta-Asya’dan iş çıkmadı mı?
Bu kurumun başında Ümit Özdağ var, babası 60 ihtilalinin ünlü subaylarından Muzaffer Özdağ. Muzaffer Özdağ, Türkeş’in sıkı arkadaşıydı ama Türkeş’i sevmezdi, o hayatı boyunca orduyla sıkı ilişkiler kurdu. Oğlu da sonunda bu kurumun başına geçti, Amerikalar’da özel eğitimler aldı, yetiştirildi. Ümit Özdağ on yıl var ki Amerika’ya gider gelir. Pentagonla görüşür.
Yine gitmiş. Ceviz Kabuğu programına çıktı. Saatlerce ekrandan Amerikalılar şunu söylüyor, bunu söylüyor, diyor. Göya Amerikalılar bilmediğimiz bir şeyler söylüyormuş. Hepsinde bir “analizcilik, uzmancılık” hastalığı. Bizim bilmediklerimizi gidip Pentagon’dan öğreniyorlarmış.
Tabii kendilerini önemli hale getirmek istiyorlar, devlete, millete, orduya “büyük işler” yapıyorlar görüntüsü vermeye çalışıyorlar.
Çünkü ASAM, bir fikir firması. Bir düşünce marketi. Piyasayı sağlam kuracaksın. Sonra TV’ye çıkıp bacak bacak üstüne atıp, Amerika onu dedi, bunu dedi, sallayacaksın. Ve Suriye’yle ilişkileri geliştirmeliyiz gibi yere göğe koyulmayacak büyük stratejiler konuşacaksın. Ne büyük laflar! Bin yıllık toprağımızla ticareti geliştireceğiz, bu işte büyük stratejiymiş!..
Başka ne yapıyorsunuz, Ermeni iddialarına karşı elinizde kazma Kars’ta mezar üstüne mezar açıyorsunuz!
Bölgemizde Amerika fetihleri yoğunlaşınca “strateji” kelimesi de gizemli bir laf salatası olarak ekranlarda satılmaya başlandı.
Şu ünlü strateji, jeopolitik gibi konularda birkaç basit şey söyleyeyim. Önce, şu Türkiye’nin coğrafi önemi, jeopolitiği gibi laflan yemeyin artık. Basra Körfezi’ndeki şu benzin istasyonları, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi devletlere girin, size Basra Körfezi’nin dünyanın en kritik bölgesi olduğunu söyleyecek.. Aynı şeyi size Yemenliler de söyleyecek..
Ama birileri karşımıza çıkıp, Amerika’nın bölgedeki yeni hesaplan, gibi laflar eder. Ya da Amerika’nın ünlü düşünce kulüpleri (Think Tank) var. Onların kitabında şu büyülü sözler yazıyor, gibi, alıntılar yaparlar. Gözlerinizi büyütür, hayretle kitabın kapağını açarsınız. Yeni bir bilgi bulmuşçasına ekrandan cahil halka, cahil spikere satarsınız… Siz zaten Amerika’dan ne duysanız şaşıracak bir zekaya sahipsiniz.
Neymiş bu eşsiz bilgiler. Bunları yalnız bizim eşsiz stratejistlerimiz biliyormuş..
Bakın, bugünün dünyasında yeni bir strateji yoktur. Mesela, İngiltere’nin Çin hakkındaki, Orta-Doğu hakkındaki fikirleri yüz elli yıldır, hiç değişmeden aynıdır, İngiltere 1880’de de Çin’in uyumasını, uyanırsa dünyayı yutacağını söylüyordu, bugün de, Orta-Doğu petrollerini hesap ediyorlardı, bu topraklarda irili ufaklı devletlerin olmasını ve birbirleriyle kavga halinde bulunmasını istiyorlardı. Strateji diye değişen yeni bir şey yoktur!.
Yüz binlerce sayfa tartışılan stratejilerin özeti budur. Bu bilgileri sokağımızda her bakkal, her kasap bilir. Bunları Amerika’nın, İngiltere’nin gizli hedefleri, bilinmeyen hedefleri diye ve bir takım bilimsel laflarla süsleyip ekranlarda satmak moda oldu!
Ayrıca ülkemizde yüze yakın akademik dergi çıkar, bu dergilerin de her biri bir düşünce kulübüdür, yani Think Tank’tır. Bu dergilerimizin hemen hepsi bölgedeki siyasi hesapların en az ASAM kadar farkındadır, dikkatlidir.
Savaş başladığında strateji-politika biter. Amerikan askerleri Güneydoğu’ya girdi yerleşti, bunların ellerinde hala çubuklar. Amerika’nın şu kadar topu, şu kadar tüfeği geveleyip duruyorlar. Savaş başladığında direniş kültürü başlar. Milli güçten, birlikten, dayanışmadan, heyecandan bahsedeceksin. Savaş başladığında Amerika’nın en ciddi gazeteleri fetih-zafer şarkıları-marşları yazmaya başladı. Bizimkiler hala analizlere gark olmuşlar. Amerika Güneydoğu’ya üs kurdu, depolar kurdu, yüzlerce askerini Mardin’e getirip yığdı, ülke elden gidiyor, Amerika işgal etmiş, bizimkiler ekranda bacak bacak üstüne atmış, derin tahliller yapıyorlar. Aynen şunları söylediler: Spiker soruyor: “Amerika Güneydoğu’ya yerleşiyor…” ASAM uzmanı cevap veriyor: “Evet… hımmm… eeee… mııımmm… şeyy.. efendim… Kuzey Irak’a girmek istiyorlar!”.. Bu ne büyük bilgi, biz Yeni Zelanda’ya girecekler sanıyorduk.. Bunları otuz ayrı TV’de sabahlara kadar gevelediler.
Oysa yapılacak tek şey vardı, hiçbir uzmanlık bilgisi olmayan hiçbir strateji dersi almayan Urfalı köylüler en doğrusunu yaptı. Amerikan jiplerini yumurta yağmuruna tuttu… Ve ASAM bu bilgiler yüzünden milyonlarca dolar aldı ve Urfalı köylüler tutuklandı!.. Türkçüler Tanrı Türk’ü Korusun diyordu, şimdi Amerika Türk’ü l korusun, oldu, gerçi Kürtler de artık Amerika Kürt’ü korusun demeye başladı. Korkmayın, İran’ı halledene kadar Amerika hepinizi koruyacak.
Stratejiler yüzlerce yılda oluşur, geliştirilir, bizimkiler on dakikada bir strateji değiştirip, geliştiriyor, hatta, her TV programına ayrı bir stratejik teklifle çıkıyorlar. Kanuni Sumatra adasına 19 kadırga göndermişti, bugün hala orada Türk köyleri var, bir Kanuni’nin ufkuna bakın, bir de hala komşularıyla ticaret yapmayı strateji sanan bizimkilerin haline bakın. Yine de benim en tuttuğum stratejik çalışma Er-bakan hükümetine aittir, bilindiği üzere, Nijerya’yla ilişkilere girmiş hatta milli takımlarımız arasında dostluk maçı yaptırmıştı, gülmeyin, Orta Afrika’ya Osmanlı dahi girememişti, Erbakan girdi. Yine güleceksiniz, Türkçülerin “stratejileri” bitince, Erbakan’ın Milli Görüşüne başvurmaya başladılar! Milli Görüş öteden beri komşu müslüman ülkeler diye diretir durur… Benim anlamadığım bu strateji dergisi ve sözcüleri hala Türkçülerin İsrail’e karşı tutumlarını dile getirmiş değiller. Oysa, derginin yönetiminde anti-siyonist söylemiyle şöhret bulmuş Anıl Çeçen var… Yoksa Anıl Çeçen orada kan kusup, kızılcık şerbeti içtim mi diyor… Yoksa yalnızlığından kahrolup, “bin cihana değişmem bu eşsiz Türklüğümü” şiirini arkadaşlarından gizlice hüzünle mi okuyor…
Gençler, askeri öğrenciler, yalvarırım artık ayılın, bu Türkçülük numaralarını yemeyin, Amerika’nın uşağı olmayın. Ülkenizi bir bütün olarak sevin, herkese bizim, her yere bizim demeyi öğrenin. Bakın ne acı trajedilerimiz, komikliklerimiz oldu. Türkçülük Türk ırkını savunduğunu söyler, peki Anadolu topraklarının hakiki Türkleri, özbeöz, bozulmamış, melezleşmemiş Türkleri kimler? Cevap: Aleviler! Peki Türkçülüğü savunan MHP neden Çorum’da Alevilerle iç savaş yaşadı. Uydurukçu Türkçüler hakiki Türklere neden savaş açtı. Bunlardan ders çıkartın. Siyonistler ve Amerikalılar bu topraklarda siyasetlerini Türkçüler üzerinden kurdu, Türk’ü, Arap’a-Farsa-Kürt’e düşman yapıp, işte şimdi gelip bu topraklara yerleşti.
Bu strateji dergilerini okuyun, ama, birazcık olsun, stratejinin ne olduğunu öğrenin. Mesela, gelin küçük bir ders çalışalım. Artık zihinlerimizde kalıplaşmış, bir daha çıkmayacak, temel kesin doğmalarımızdan birini söyleyip az da olsa tartışalım. Mesela deriz ki, Amerika ekonomisini düzeltmek için başka ülkelere saldırıyor. Petrolü kapıyor, madenlere dalıyor, silah satıyor. Bu kalıplaşmış düşüncelere bütün sert ideolojiler dahil herkes inanır. Strateji yazarları da bu konuda fikir birliği içindedir.
Şimdi bu fikri çürütmeye çalışalım. Amerika devasa bir ülke, toprakları, bakir sahaları, madenleri, sanayisi, bilim adamları, üniversiteleri, borsalarıyla, medyasıyla akıl almaz genişlikte, imkanları olan bir ülke. Bir an düşünün. Bu devasa ülke, kimselere saldırmadan kendi halinde yine büyük bir dünya devleti olamaz mı? Bal gibi olur. Peki neden, ekonomisini güçlendirmekle başka ülkelere saldırması arasında tam bir paralellik kurarız.
Gelin, düşünce kalıplarımızı kıralım, başka türlü düşünelim. Bizim gibi zavallı ülkeler, alevi, sünni, Türkçü, Kürtçü, İslamcı, Arap’a düşman, Yunanla savaş halinde, halkını kurşunluyor, halkını sürüyorsa, çok zayıf, parçalanabilir görüntü veriyor demektir.
Bu ülkelerin karıştırılması kolay demektir. Yani, bizlerin derin cahilliği onların iştahını ve savaş şehvetini artırıyor. Bizler ülkemize bir bütün olarak sarılmadıkça, Amerikalarda beş-on adam, bizleri cepte keklik görür, üsler açmak, iç savaş çıkartmak, sudan ucuz olur!
Yani kapitalistlerin bir savaş makinesine dönmesine en büyük sebep bizim siyasi aptallıklarımız. Bakın dünya tarihine, İskender, Sezar’dan beri, hiçbir ülke, üç ay gibi kısa zamanda Afganistan ve Irak gibi büyük fetihler yapamadı. Bu aynı zamanda şu demek, yaşadığımız topraklarda dünya tarihinde hiçbir ülke hiçbir halk bizim kadar cahil olup, oyunlara gelmedi. Yıllardır birbirimizi, halkımızı ve komşularımızı tehdit olarak gördük. Düşmanlıkları kaşıdık, halkımıza işkence yaptık, komşularımıza sudan sebeplerle ne kolay ucuz savaş çığlıkları attık. Birbirimizi, şeriatçı, laik, Kürt, yiyip bitirdik.
İsrail ve Amerikan oyunlarını bozmanın tek yolu, üstümüze kurulan stratejileri kırmanın tek yolu, “bir bütün olmaktır”.. Halkımızı güçlendirmek. Eğitim, sağlık, işsizlik, gelir dağılımı gibi siyasi-sosyal konularda ölesiye mücadele verip, banka soygunlarının önüne geçmek ve her bir bireyi mutlu, refah insanlar yapmak… Bu Türkçü stratejiler, hayatın hiçbir döneminde gelir dağılımını sorun yapmadı, ayrıca, ülkemizde eşitsizlik var diyen herkesi de tutuklayıp hapse attı.
Bir ülkenin kalkınmasında, büyümesinde, parçalanmamasında en büyük strateji, hak, hukuk, insanlık, mutluluk ve eşitlik olarak büyümesidir. Bunları tek bir gün gazetelerine yazmayan, bunları tek bir gün düşünmeyen insanlar, yirmi yıldır, elli yıldır başımıza alikıran baş-kesen olup, öldürdüler, cesetlerimizi tarlalara attılar, kurşunladılar.
Geçen şu yirmi yıl, bakın geriye, bunlarla sizi uğraştırdılar mı, sizin bu sorunları dile getirmenize müsaade ettiler mi? Neye müsaade ettiler peki.. Birinizi Kürt delisi, diğerinizi Türk delisi, diğerinizi laik akıl hastası, öbürünüzü şeriatçı manyağı olmanıza müsaade ettiler. Yirmi yıl gazeteler ve ekranlarda birbirinizi bu deliliklerle boğazlamanıza müsaade ettiler!..
Güçlü insanların, güçlü bireylerin, onurun, hakkın, hukukun bir Türkiyesini istemediler, bu ülkenin sosyal sorunlarını sırtlanmış gençlik, partiler, dernekler, sendikalar istemediler. Ve bir yığın stratejik hikayeler anlattılar!., işte gördünüz tarih başlarına düştü…
Ülkenizi otuyla, böceğiyle, Edirnesi, Hakkarisi, alkoliği, delisi, eşcinseli, manyağıyla sevecek, yani bir bütün olarak sevecek bir düşünceyi size öğretmediler. Komşularınızı bir “bütün” olarak dostça sevmeyi bu stratejiler size yıllarca öğretmedi. Öyle bir güvensizlik inşa edildi ki, herifçioğlu ta Amerikalardan geliyor, bölgede herkese güven sağlıyormuş…
Kürtler bize inanmıyor, Amerikalılara inanıyor. Türkçülerimiz bize inanmıyor Amerikalılara inanıyor. İranlılara inanmıyoruz. Amerikalılara inanıyoruz…
Ve Iran, doğunun bu en güzel ülkesi, dört yüz yıldır hiçbir toprağa saldırmamış, dünyanın en barışçı ülkesine, şimdi, karıştırıcı maşa olarak devreye giriyor gazetelerimiz, ekranlarımız, Türkçülerimiz, Kürtçülerimiz…
Gelin bu oyunu bozalım. Kürtlerle Türkler, öyle masada, andlaşmayla, afla değil, gerçekten, gönülden, yürekten barışsın. Tam anlamıyla kemiklerimize kadar kardeş olalım. Birbirimizin boynunu kopartırcasına sarılalım…
Ve Amerikan tankları ülkemize sınırdan girdiğinde, hudutlarımızda, kol kola, yan yana, aynı cephede, omuz omuza bulsun bizleri!
Eski günlerdeki gibi!..
Amerikan Köpekleri
Hürriyet yazarları Yalçın Doğan, Özdemir İnce Bağdat’ta ABD askerlerince tutuklandı, gazetecilerimiz ‘biz CNN’de çalışıyoruz’ dediler, askerler yemedi, gözaltına aldı, inceleme yaptılar, baktılar ki hakikaten CNN’de çalışıyorlar, ‘bizimkilermiş’ deyip bıraktılar. Peki, başka gazetecilerimiz, CNN’den değiller, ne olacak?.. Ama aklıma bir şey geldi. Türk askerleri de Aydın Doğan’dan ‘CNN basın kartı’ pekala alabilir, böylelikle ‘çuval geçirilmeyi’ önlemiş oluruz, ‘bizimkiler’ muamelesi görürüz… Amerikalıların ‘bizimkiler’ muamelesi çektiği bu yazarlar, Türkiye yazarları, Türk’ün yazarları olurlar… Rezilliklere, şaka bile yapılmıyor.Nükleer tehditlerle gezegenimiz yıkılıyor, tarihin en acımasız haksız savaşlarıyla dünya yıkılıyor, herifin derdine bak, oturmuş plazasında klimalı odasında ‘asker gönderelim’ diye fetva veriyor. Doktor, hemşire, mühendis, elektrikçi, gıda yardımı gönderelim, aklından geçmiyor.Ertuğrul Özkök, Sedat Sertoğlu, Sedat Ergin, Altemur Kılıç vb. bir yığın üfürükçü sallıyor. Şu Altemur Kılıç, herif, aksırık tıksırıklarını fikir sanıyor, aksiliklerini Türk Milleti’nin onuru sanıyor, Türkiye’yi üç kişiden ibaret sanıyor, babası, Atatürk ve kendisi. Ya şu Sedat Sertoğlu…Bazı yazarlarımız kendini satmış olabilir, ama kendileri satıldı diye Türkiye’yi de satılmış kabul etmeleri, artık rezillik değil, palyaçoluğun dik alası.Irak savaşı öncesi, hatırlayın. Tüm ekranlar, büyük medya, istinasız Amerika’nın yanında kılıç sallıyordu. Birkaç küçük gazete, birkaç küçük TV, Amerikan aleyhinde ancak propaganda yapabiliyor ve aşağılanıyorlardı. Ne oldu? Büyük medya Meclisin ve Türk halkının tükürükleriyle boğuldu. Vatan haini, kalleşler, işbirlikçiler olarak beş-on kişi ortada kaldı. Kaçtır dünyaya rezil oluyorlar.Bakın kimleri çıldırtıyor, ekmeklerinden ediyorlar. Ülkemizde birçok elçilik görevlisi, yabancı medya mensubu, ABD’de de birçok düşünce kulübü (Think-Tank) işte bu medyamızı izleyerek, Türkiye’deki havayı koklayıp bilgi edindiğini sanıyor, işte kızıl kıyamet burada kopuyor. Ülkemizi ısrarla büyük medya üzerinden koklamaya çalıştıkları için göt üstü düşüp, her defasında çuvallıyorlar. Düşünün, elçilik görevlisi ya da muhabirsiniz, gazetelere bakıp, Türkiye böyle düşünüyor’ diye yıllardır rapor veriyorsunuz ve tüm dünyayı aldatıp yanıltıyorsunuz. Tezkere günlerini hatırlayın, tüm dünya işte böyle şaşırdı, afalladı. Medyadan aldıkları izlenimlerle fos çıktılar, şaşırdılar. Artık yabancı elçilikler, yabancı muhabirler kafayı yemiş durumda, artık onlar da gazetelerimizi okuyup, ‘asker gönderelim’ sloganlarını görünce, golüyle gülüyorlar, bu gülünçlükleri dünyaya yansıtmıyorlar!Ancak, inanılmaz şaşırtıcı, yanlış bir siyasal hava yaratılıyor, iletişim araçlarıyla tüm dünyanın karıncalan, böcekleri izlendiği halde, Türkiye halkının görüşlerini kimse bilemiyor. Bu da bizim işimize geliyor, hem yabancı basın, hem elçilikler, Türkiye’deki havayı koklamakta zorlanıyor. Bizim medya yine bir balon şişiriyor, koskoca Pentagon bu balona inanıyor, kararlar alıyor, bakıyor ki sonra kazın ayağı böyle değil, bokun bokun oluyorlar. Sonra da Türkiye bizi yanılttı diye tehditlerde bulunuyorlar, sizi yanıltan Türkiye değil, köpekleriniziişte, Abdullah Gül Amerika’ya giderken, yine Türkiye asker gönderecek, pazarlığa geliyoruz diye raporlar-yazılar verdiler, yine burunlarında sinek şaplattılar. Büyük medyamız başımızdan eksik olmasın. Hep yanıltsın. Medyamız, Türkiye halkının düşüncelerine hiç itibar etmeyerek, aynı zamanda Türkiye halkının gerçek düşüncelerini de saklamış oluyor ve Amerika her defasında bozum oluyor. Bu iyiliklerini unutmayacağız.(Abdullah Gül’ün danışmanı Ahmet Davutoğlu çok değerli bir bilim adamıdır, Türk halkının derin hassasiyetlerinin farkındadır. Bir düşünün bu koltukta bugün Demirel, Tansu, Ağar otursaydı, halimiz nice olurdu? Verilmiş sadakamız varmış.)Şimdi Pentagon da ayılmaya başladı, köpeği gazetecileri kendilerini sürekli yanıltmasından bıktı, ‘adam sandım eşeği, altına serdim döşeği’ yine bir bok çıkmadı, diyorlar. Neyse, köpeklerle sahipleri arasındaki bir sorun, fazla karışmayalım.Dünya siyaset tarihi, borçlu ülkelerin fazlasıyla tavizler verdiğini yazar, ancak, borçlu ülkelerin her denileni yapmak zorunda kaldıklarını yazmaz. Dünyada, batağa saplanmış işgalci Amerikan askerlerinin yanına asker göndermek isteyen tek ülke var mı? Sadece bizim ‘şarlatan’ yazarlarımız var. Ülkemizin, halkımızın, meclisimizin ‘lavuk’ olmadığını, ‘satılmadığını’ tezkerede gördünüz. Bu cahil ve satılmış yazarlar gibi düşünen bin kişi dahi olmadığını gördünüz. bu ülkenin onuru, ahlakı, stratejisinin bu büyük medyanın hiç konusu olmadığını, onların hayatlarının ‘pazarlık’ olduğunu da gördünüz. Avrupa Uygarlığının ahım şahım devletleri, değerden, insanlıktan şampiyon olmuş ülkeleri dahi Amerika’ya karşı sus-pus olurken, beş kuruşsuz bu zavallı ve yoksul ülkenin tezkeredeki kararını hep birlikte gördünüz. Yine göreceksiniz. Sizlerin çuldan çuvaldan siyasetleriniz ortada. Dünya coğrafyasında bu kadar fütursuzca, bu kadar haince üfürüp sallayan tek bir yazar, gazete gösterin. Yok. işte, köpekleriniz sayesinde, kaçtır Irak’ta, havanda su dövüyorsunuz! Bu medya on yıllar boyu bizi çok rezil etti, biraz da sizin ağzınıza sıçsın, öğrenin, köpeklerle siyaset olamayacağını!Neyse… Araplar bizi arkadan vurdu edebiyatı, medyada hâlâ iş yapıyor. Tarih dışı kalmış bu düşünceye hâlâ itibar eden ajanlar var aramızda. Önce İngilizler, sırasıyla, Fransızlar, İsrail ve Amerika, Türk-Arap düşmanlığı için bu edebiyatı yüzyıllardır kullanıyor. Aynı ülkeler, Araplara da Türkler sizi altı asır sömürdü’ edebiyatı yaptılar, yüzyıldır.Türk yazarlarının 2003 yılında hâlâ bu gerici, provakatif ajanların fikirleriyle yazı yazıyor olması cahillik, acıdan da öte, tam bir gülünçlük.Önce bilmeniz gereken tarihi bilgi şudur, bizi arkadan vuran Araplar bugün tarih sahnesinde yoktur, İngilizlerin kurduğu tüm krallıklar Arap milliyetçileri tarafından yıkılmıştır. Arap bağımsızlık savaşları iki aşamada olmuştur, birinci cihan harbinde Türklere karşı, ellili yıllarda İngilizlere karşı. Hatta, bizi arkadan vuran Arapların oğlu Kral Faysal, yani Mustafa Kemal’e karşı cephede savaşan Şerif Hüseyin’in oğluyla Atatürk, Saadabat paktını kurarak, bağımsızlığına kavuşan Araplara karşı kin gütmediğini, dosta düşmana ve bizlere karşı milli bir devlet politikası olarak göstermiştir.Ayrıca, I. Dünya Savaşı’nda ve istiklal Savaşı’nda varolma-yok olma savaşı verdiğimiz halde, bugün hiçbir Türk’te, Araplar kadar büyük İngiliz nefreti yoktur. Arap demek, tepeden tırnağa İngiliz nefreti demektir. 19601ı yıllara geldiğimizde Arap topraklarında tek bir İngiliz kalmamıştır, İngilizlerin kukla krallıklarını Araplar alaşağı etmiş, tarih sahnesinden silmiştir. Yani, bizim, bizi, arkadan vurdular dediğimiz Araplar bugün tarih sahnesinden silinmiştir. Vahdettin’in, Abdülhamit’in silindiği gibi.Ama hâlâ zavallı, cahil yazarlarımız yaygara koparıyor, bu fikirlerimizin Ortadoğu topraklarında hiçbir anlamı ve karşılığı kalmamıştır. Arap yazarlar, ‘Allah’ını seversen ne diyor bu Türkler’ diye şaşkın şaşkın bizi izliyor.Aksine, İngiliz muhipliğini Ortadoğu topraklarında yalnız ve yalnız bizler yapıyoruz. Bizi arkadan vuranların elinden tutup Arap milliyetçilerinin karşısına eski kralları bir güç diye çıkarıyoruz. Buyrun, hatırlayın. Irak Savaşı günlerinde, büyük gazetemizin manşetini. Ordumuzdan İngilizlere tarihi tokat. Güya, İngilizlere l. Cihan Harbi’ni hatırlatıp, yardım isteklerini geri çevirmişiz. Yalan. Oysa, bu manşetle bir hainliği maskelemeye çalıştılar. O da, biz Türklerin milli düşmanı Şerif Hüseyin’in torunu, devrik kralın oğlunu Irak’a götürdük. Üstelik adamla NTV’ de röportaj yaptık. Bizi vuran Arap’ı, bizler ağırladık, karşıladık, yatırdık, yedirdik, otellere yerleştirip kapısına güvenlik koyduk. Bizi vuran Arap’ın çocuğunu el bebek gül bebek saklayıp, gizleyip emaneti Irak topraklarına, yani Arap milliyetçilerine karşı savaşsın diye biz gönderdik!..Mesela bir Türk çocuğu olarak benim Şerif Hüseyin’e karşı öyle bir kinim var ki, hâlâ onun yedi kuşaktan torununu yolda görsem, öldürürüm, diyorum kendime. Ama devletimiz, medyamız, Türkçülerimiz hem Araplar bizi arkadan vurdu diye edebiyat yapacak, hem de bizi vuran Arap’ı ağırlayıp besleyip, Irak’a gönderecek.Peki, bu kadar haince, ajanca yalanlara nasıl kanıyorsunuz? Çok basit, yakın tarihimizi hiç okumamakla!Neyse… Yakın tarihimizde devletimiz adına onur duyacağımız entelektüel çabalar da oldu. 1961 yılında ülkemizde, çok değerli yazarlarımız Şevket Süreyya Aydemir ve Y. Kadri Neyse… Yakın tarihimizde devletimiz adına onur duyacağımız entelektüel çabalar da oldu. 1961 yılında ülkemizde, çok değerli yazarlarımız Şevket Süreyya Aydemir ve Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun çıkarttığı ORTADOĞU adında bir strateji dergisi çıkar. Yani, çok sağlam ellerimiz, büyük bir düşünce vicdanı ve içtenlikle ülkemize büyük çapta bir hizmet yapar. Bugüne kadar bu yoğun kapasite ve derinlikte ve içtenlikte bir dış politika dergimiz olamadı. Derginin 67’ye kadar çıkan 60’ın üstünde sayısını inceledim. Genç cumhuriyetimizin bu iki güzel öğretmeni Ortadoğu ülkelerine ağır bir saygı ve yetenekle birbirinden güzel dostluklar, mesajlar gönderir. Cihan harbinin yaralarını güzelce ve ahlak temizliğiyle sarmaya, Ortadoğu’daki kardeşlerimizle kutsal bir beraberliğe doğru yol alırlar. Derginin 11. sayısından sonra dergi yönetimi tümüyle Celal Tevfik Karasapan’ın eline geçer. Yani, bu güzel duyguları ve politikaları, mit müsteşarlarımız, büyükelçilerimiz yazılarıyla paylaşır. Iran, Irak, Suriye, Mısır, krallıklar, Mağrip (Kuzey Afrika), Yemen, Kızıldeniz, Basra hakkındaolaylar, antlaşmalar, iklim, seyahatler, yumuşak bir dille ve bir aydın iyiliğiyle kaleme alınır. Neler öğreniyorsunuz, neler, Libya’nın kazandığı paraları harcayacak bir halkı olmadığı için, komşu ülkelerden halk ithal ettiğine, Pakistan’ın taşı olmadığı için, yüz binlerce Pakistanlı çocuğun yüzyıllarca tuğla fabrikalarında çalışmak zorunda kaldığını, Arap sosyalizminin saniye saniye gelişimi, çatışmaları…Dergiyi okudukça ağlayası geliyor insanın. Şevket Süreyya Aydemir ve Karaosmanoğlu’nun bu sert ve acımasız coğrafyaya bir ağbi, baba yumuşaklığıyla derin dostluklar kurmaya yönelik yazılan, mesajları, haberleri ve yeniden siyasal ilişkilerimizi örme çabaları. Ölümcül düşmanlara karşı ağır hastalığımız milliyetçiliğin yolunu şaşırmış militanlarına tatlı tatlı dersler veriyorlar. Ve zaman zaman bizlere: ‘Geleceğin aydınlan, Ortadoğu’yla dost olmadan yaşamayız. Ortadoğu kardeşliğine katkısı olacak geleceğin aydınlarına…’ gibi ibareler, duygudan öldürüyor insanı. Araplarla, iç içe, samimi, tam bir kardeşlik rüzgarı estiriliyor.Son kırk yıldır işte birileri tarafından bu ‘dostluk’ ağları parçalanıyor. Bir zamanlar, kırk yıl önce devletimiz, aydını, mit müsteşarı, elçisiyle bu dostluğu yeniden kurmanın derdindeydi… Şimdi o dergideki Şevket Süreyya, Karaosmanğlu’yla aynı fikirleri söylemeye çalışıyoruz, ama artık marjinal kalıyoruz. O günlerde devletimizin fikri, meşhur ve güzel yazarlarımızın fikirleriydi. Bugünlerde, Ortadoğu bizim kardeşimiz dedikçe, devletin içinden birileri tarafından neden dışlanıyoruz.Bu dostluk nasıl bir fırtınayla altüst oldu, inançlarımız, kardeşliğimiz nasıl çatırdayarak yıkıldı, hangi fikirler bozdu bu birliği?.. Bizi, komşularımıza ve coğrafyamıza son kırk yıl içinde kimler düşman etti!.. Türk Devleti son kırk yılda ne oldu da, bu Ortadoğu siyasetinden vazgeçti?., işte birileri bu ‘tarih’i öldürdü, bizi Araplara düşman yaptı…(Dergide bir tuhaf durum gördüm, bugün Daily News Gazetesi’nin sahibi İlnur Çevik’in babası, Türkiye’nin tescilli meşhur masonlarından ilhan Çevik’tir. Nasıl olmuşsa derginin on birinci sayısında bizim yazarlarımız Şevket Süreyya, Karaosmanoğlu gönderilmiş, imtiyaz müdürlüğüne ilhan Çevik getirilmiş. Mevzuu çözemedim. Komplo teorilerine de inanmam. Görünüyor ki masonlar, derin devletimizin strateji dergisinde dahi boy göstermeyi başarmışlar.)Yani, bugün devletin strateji dergisi Avrasya Dosyası’nın Türkçü politikalarına bizi kimler getirdi? O büyük ve büyülü dünyadan bizleri kimler ayırdı?Bugün, genel bir kanaat halini almış çok yanlış bir düşünce var. Sanki bizler, Cihan harbinden sonra küsüp Ortadoğu’ya arkamızı döndük. Hayır. Atatürk’ün Saadabad paktını düşünün, karşı cephede savaştığı Melik Faysalla el sıkışıp antlaşmalar imzaladı. Bizlerin Araplara karşı düşman vaziyet almaya başlayışımızın tarihi, İsrail Devleti’nin kuruluşuyla başlar. Yani, bizim Ortadoğu’da temel politika değişikliğimiz cihan harbi yenilgisiyle değil, Menderes ve sonrası hükümetlerle başlar.1950’lerde Afrika ve Ortadoğu’da bağımsızlık rüzgarları eser, tek bir bağımsız ülke yokken, 19601ı yıllara geldiğimizde otuz, kırk, elli ülke bağımsızlığına kavuşur. 1950’den sonra Arap topraklarında çok kuvvetli milliyetçilik akımları güçlenir. Araplar tek tek bağımsızlıklarını kurarlar. Burası önemli.Çünkü, yedi yüzyıl siyaset yapamamış ve başkalarının emrinde çalışmış Araplar, Baas rüzgarıyla sarhoş olur. ilk işleri tüm Arapları birleştirmek. Mısır ismini kullanmaz, Suriye’de, Birleşik Arap Cumhuriyeti’™ kurarlar. Bu fikirlerini kendi kültürlerine uygun bir sosyalizm teorisini inşa ederek tarih sahnesine sokarlar.Mısır’da Cemal Abdül Nasır bir Arap devi olarak gümbür gümbür konuşur. Arapların ufku gelişir ve doğuya ve batıya, yani Rusya ve Amerika’ya karşı bir üçüncü güç olarak naralar atarak siyasete girerler. Nasır kadar, Ortadoğu topraklarında, İngiltere’ye, Amerika’ya ve Batı’ya karşı, onun kadar sert, kararlı ve net konuşan tek bir Arap lideri çıkmadı. Müthiş bir adamdı. Arap halkı radyo başında onu dinleyip kendinden geçiyordu. Altı günlük İsrail Savaşı’yla Nasır’ın simleri döküldü, gözden düştü ve sonra öldü.Nasır’ın gümbür gümbür ateşli konuşmalar yaptığı bu günlerde Araplar Türkiye’yi çok seviyordu, hatta Baas, bizim Kemalizm’e tıpkı benziyor, taklitti. Zaten Baas’ın ileri gelenleri Osmanlı okullarında okumuş, çoğu Konyalı, İzmirli, Urfalı, Osmanlı’nın aydınlarıydı. Bizlere, kardeşlikleri ve hayranlıkları hiçbir zaman bitip tükenmedi.Ve her defasında bizimle, ölçülü, mesafeli, saygıyla konuşmaya çalıştılar. Ancak, 1950’den başlayarak, Türkiye Devleti’nin önce İsrail’e sonra İngilizlere taraf olmasına dayanamadılar, ipler, biz İsrail’le yakınlaştıkça, İngilizleri destekledikçe koptu. Mısır’ın milli davasıkanal savaşında İngilizleri tutunca bizler, tarihsel büyüklüğümüz bir günde yok oldu. Araplar Türklere düşman olmamak için çok çaba sarf etti, mesela tüm Arapların milli ve ortak davası Filistin’e güç vermemizi istediler… Mesela kanaldan hiçbir İsrail gemisi geçemez, hiçbir Arap toprağına İsrailli ayak basamaz. Ancak, bizler Ortadoğu’da siyasetimizi İsrail’le kurmaya çalıştık. Ve İsrail’in Ortadoğu topraklarında cirit attığı, alışverişe girip allem kullem ettiği tek Müslüman devlet olduk.Türk yazarlarının en büyük cahilliği, Arapların hem İngiliz hem Amerika nefretlerini derinliği bilmiyorlardı, ciddiye almayıp, Arapları küçümsemeye çalıştılar. Bizim Amerika yörüngesine girdiğimiz yakın tarihte Araplar Amerikalılara karsı varolma-yok olma savaşına girdi. Araplar tarih sahnesinde henüz ‘otuz yıl’ bağımsız kalamadılar, bugün yarısı işgal edildi, diğer yarısı Amerika’nın uydusu.Bunun sebebi trajiktir; Araplar, özgürlük sarhoşluğuna alışamadılar. Asırlar sonra ilk defa bağımsız devlet kurmanın sarhoşluğundan kurtulamadılar, hem doğu blokuna, hem batıya, yani emperyalistlere külliyen meydan okuyup, naralar attılar. Boylarından çok büyük nutuklarının kurbanı oldular. Meydan okumalarla bağımsızlıklarını yaşatacaklarına inandılar. Yüzyılların ezikliğiyle, bağımsızlığı, İngiltere ve Amerika’ya karşı topyekün bir savaş sandılar, İngilizleri hızla topraklarından defeden Arapları, çok geçmeden Amerika kıskaca aldı ve şimdi boğup, öldürmektedir. Nasır’a, ‘Amerika’dan gıda yardımı alıyorsunuz’ diyorlardı o günlerde. Nasır bu laflan asla kaldıracak adam değildi: ‘Gerekirse aç kalırız, gerekirse halkımız et yemez, gerekirse tek öğün yemek yeriz, bağımsızlığımızı kimseye, asla çiğnetmeyiz!’…Arapların bir hayat üslubu seçtikleri büyük Amerikan nefretlerine bir küçük misal vereyim. Dünya vahşet tarihinin hiç kabul edilmez en zalim katliamlarından biri Esad tarafından Hama’da, diğeri Saddam tarafından Halepçe’de yapıldı, gaz bombalarıyla kasabalar yok edildi. Birinde Kürtler, diğerinde İslamcı grup Müslüman kardeşler tarihten kazındı, iki katliamında baş sebep, bir tarafta Kürtlerin Amerika politikası, diğer tarafta islamcıların Amerika’yla işbirliği yapıyorsun suçlamalarıdır. Hafız Esad, henüz geç bir subayken, 1964’lü yıllarda Amerikan işbirlikçisi , gördüğü Müslüman kardeşlerin ayaklanmasını affetmemiş. katliamından tam otuz yıl önce, hepsini bir gün geberteceğinin yeminini radyo başında alenen yapmıştır!Araplar, milliyetçilik manyağı olmuştu, tüm Arapları birlik içinde, tek devlette toplayacaklar, büyük, birleşik Arap cumhuriyetini kuracaklardı, üç-dört yıl kurdular, Mısır-Suriye yan yana geldi, sonra bu deneyi Irak-Suriye yaptı, sonra iç karışıklık, darbelerle çözüldüler. Arapları bizi tanıtacak en büyük siyasi girişim, Arapların dünya siyaset sahnesindeki en büyük başarısı ‘tarafsızlar’ blokuna Baas partilerinin tam tekmil katılmasıdır. Tarafsızların büyük bir lideri Tito, Nehru ise diğer büyük lideri Cemal Nasır’dı. Tarafsızlar bloku, dünyayı kıskaca almış, Varşova paktı ve Amerika ve Nato’ya karşı, meydan okuyordu. Bugün dahi insanlığın tek kurtuluşu olan şu madde, tarafsızlar blokunun üçüncü maddesiydi: ‘Elinde nükleer bomba bulunduran ülkelerle ilişkiye girilmeyecek, antlaşma yapılmayacak, elinde nükleer bomba bulunduran ülkelerin malları alınmayacak!’.Biz ise o yıllarda, elinde nükleer bomba bulunduranların kucağındaydık. Bugün, tüm dünyamız büyük bir insanlık çığlığı arıyor. Bu çığlık, bloksuzların o günkü bu maddesinde yazılı, hepimiz, dünyamız için insanlık için harekete geçeceksek, ve insanlığın tek bir şansı kalmışsa, o da, doğuda ve batıda hepimiz nükleer silah barındıranlara karşı tek cephe olmalıyız…Tarafsızlar bloku, insanlığın ruhu ve vicdanıydı, bunları bu kadar çabuk unutmak, ahlaksızlıktır, özgürlüğün peşinden koşanlarla, köpekliğin, uyduluğun, köleliğin peşinden koşan halkların tarihlerini iyi öğrenmemiz gerekir!Amerika, kısa zamanda, 70’lerin başında, Arapları içerden vurmanın yolunu fundamentalist İslami gruplarla bulmuştu, ya da petrol şeyhlerini Baas’a karşı kışkırtarak.Bugün Araplar, çözülmeye, heyecanlarını yitirmeye başlamışsa, bunun sebebi, dünya devi İngiliz, İsrail, Amerika’yı karşılarına almalarıdır. Sonunda Baas’ı, Arap Birliği’ni çökerten İslami gruplar da ters tepmiş, 1980li yıllardan itibaren bu gruplar Amerika’yı vurmaya başlamıştır. Yani, Arap çöllerinde her kum tanesi Amerikan nefreti taşır. Amerikan düşmanlığı Arapların kültürel ölçüsünü, temkinini, özenini kaybettirmiş, gözünü döndürmüş, birer vahşi terörist görüntüsüne sokmuştur. Araplar, yani Müslümanlar bu kadar ‘sert’ bir millet değildi, önce İngiliz, sonra İsrail sonra Amerika’nın cehennem politikaları onları birer şizofren manyağa çevirdi.Arap milliyetçiliği, bağımsızlık ve onurun anlamını,, bugün dahi İngiliz ve Amerikalılardan, İsrail’den kurtulmak olduğu düşüncesiyle anlar. Nasır’dan sonra Enver Sedat’a Amerika’nın barış ödülü vermesinin sebebi, nihayet bir Arap’ın Amerikalılarla masaya oturmuş olmasıdır. Bu olay, son elli yılın hâlâ en büyük siyasi olayı ve Arap coğrafyasının yırtılmasıdır. Arap dünyası Enver Sedat’ı aradan geçen 25 yıla rağmen hâlâ affetmiş değildir, zaten, bir İslamcı terörist tarafından bu yüzden öldürülmüştür. Ve Arap dünyasının büyük birleştirici abisi Mısır gözden düşünce, ortalıkta hokkabazca dönen, Kaddafi, Saddam gibi adamların eline kalmıştır, büyük Arap davası!Kendi topraklarındaki amansız, emperyalizm savaşı bir yana, Arap gençleri Afganistan’a koşup, Rusya’ya karşı Afganistan bağımsızlık savaşını verdiler. Arapların varolma-yok olma savaşı verirken şehirleri, idareleri, kasabaları katliam, vahşet yerlerine döndü, birbirlerini öldürdüler, birbirlerini suçladılar. Kan gövdeyi götürdüğü bu elli yıl içinde, Türkiye ne yaptı, Araplar karşısında, İngiliz ve Amerika ve Nato, ve İsrail siyaseti izledi. Başka bir dünyanın menfaatlerine doğru uçtu…Arapların birlik ve milliyetçi neşeleri bugün heyecanını kaybetmiştir, ancak Irak topraklarından direnişçiler Amerika’yı kazıdıklarında, o eski sağlıklı, kanlı, canlı Arap neşesi, bağımsızlık keyfi yeniden yerine gelecektir. Belki hayaldir, ama herkesin bilmesi gereken şudur, ama beş yıl, ama on yıl, Araplar, Amerika’yı bir gün mutlaka kovacaktır, çünkü başka türlü yaşamaları mümkün değildir. Ve unutmayın, günümüzün Arap mucizesi, muazzam bir direniş muazzam bir fedakarlıkla yaşayan Arap gençleridir!İsrail saldırılarıyla Filistinliler tarih sahnesinde yalnız kalıyor, Arap topraklarının işgali karşısında, Avrupa, insanlık, susuyor, işgalci güçlerin tanklarını susarak seyrediyoruz. Petrolü çalınan, talan edilen, tecavüz edilen Araplar karşısında, hiçbirimiz insanlığın vicdanından konuşmuyoruz!Türkiye’yi bir uçuruma düşürecek düşünce de budur, NATO’ya, AB’ye girmesi, ABD çıkarlarını ilerletmesi, ülkemizin, insanlık vicdanından konuşmasını zora sokmakta. Ama artık, Ortadoğu topraklarında kurnazca, hileyle atılacak bir adım kalmadı, Amerikalılar bütün siyasi puştlukları denediler. Türkiye’nin atacağı yanlış bir adım, bizi Araplar karşısında birkaç dolar için devletini, onurunu, şerefini, askerini, tarihini satmış köleler gibi yapacaktır.Bugünlerde hepimiz, bizi, Arapların düşmanı haline kimler ve neler getirdiğini yeniden düşünmek zorunda. Bakın doğu topraklarına dönük, CENTO’muz vardı, Türkiye-İran-Pakistan. 60’lı yıllarda CENTO sayesinde Trabzon ve Mersin limanına büyük vinçler gelip genişletilmiş, halen ülkemiz dünyaya bu limanlarla açılıyor, İran’a demir yolu döşenmiş ve üstüne CENTO sayesinde 60’lı, 70’ii yıllarda komşularımızla tek bir sorun yaşamadık! Şimdiyse, Gümrük Birliği antlaşması yüzünden, bu ülkelere, Avrupa’dan izinsiz mal satamıyor, onlardan, Avrupa’dan izinsiz mal alamıyoruz…Nato, Varşova Paktının Avrupa kıtasına yönelmiş binlerce tümenine karşı Avrupa kıtasını korumak için kuruldu. Bizler tam elli yıl NATO’nun bekçiliğini yaptık. Bunun maliyeti olarak silahlara milyarca dolar, darbeler, kardeş kanı. Avrupa’nın Allah’ı olsa hiç değilse bu ülke bizim için silahlara milyarlar ödedi ve bugünkü ekonomik çıkmazının bir sebebi de budur, der. Avrupa’nın Allah’ı olsa, eski dostumuz, der. Avrupa’nın Allah’ı olsa elli yıl sarıldığı dostunu, Sovyetler çöker çökmez sümük gibi kapıya fırlatıp, yedi kat yalnızlığa fırlatmaz. Avrupa’nın Allah’ı yoktur ve şimdi bizi eşit bir üye değil, boynumuza bir demir halkayı antlaşmalarla bağlamak istiyor. Eğer Avrupalıların Allah’ı olsaydı, AB’ye imza attığımız kırk yıl öncesinden beri, bu birliğin kuruluş planları aşamasında birliğin içinde olurduk. Kırk yıldır, planlanıyor birlik, siyasi, sosyal, iktisadi, sınırlar, nüfus, parası planlanırken Türkiye hesaba katılırdı. Projeler bitti, inşaat tamamlandı, şimdi de Türkiye’nin yükleyeceği sosyal ve siyasi yükleri tartışıyorlar. Bu yük, bugünün sorunu değil ki başımıza kakıyorlar. Bu yük, kırk yıl öncesinden beri gelen bir maliyet! Şimdi, binayı bitirmişler, alırız da, almayız da, sonra gelin de… Türkiye’nin AB’ye sığmayacağı elli yıldır bilinen bir gerçek, AB’nin uzmanları, bilim adamları elli yıldır bu gerçeği biliyor. Oyalamalarının sebebi, bizim NATO’da köpeklik yapıyor oluşumuz.işte Türkiye’de yüzünü Avrupa’ya içtenlikle dönmüş aydınlar arasında kafa karışıklığı ve gittikçe büyüyen Avrupa nefreti burada başlıyor. Avrupa Birliği’nin haksızca hukuk dinlemeden, attığı imzalan hiç dikkate almadan Türkiye’yi kullanıp bir çöp gibi sokağa atmasının sebebi olarak Türkiye’de yeni bir milliyetçilik rüzgarı esmeye başlamıştır. Oysa Türkiye, NATO’dan kalan alacaklarını kuruşu kuruşuna ödetene kadar, AB’nin yakasını asla bırakmamalı, onların istediği her antlaşmayı yerine getirip, getirdikçe AB’yi köşeye sıkıştırarak elli yılın intikamını almalı.Kardeşlerim, Türkiye’nin NATO’da köpek gibi kullanılıp sümük gibi fırlatılıp atılması, en batıcı Türk aydınlarının dahi kafasını karmakarışık yapmıştır. Ülkemizde yeni estirilen milliyetçilik rüzgarları tanıdık değildir, bu rüzgarlar, ne Namık Kemallerin, ne Mustafa Kemallerin ne de bizim şaşkın MHP’lilerin milliyetçiliğe benzememekte. Ne de kaba, gerici, ilkel, sebeplerle doğal olarak oluşmuş bir milliyetçilik türü değildir. Aksine, dikkat edin, çok okumuş, onlarca yıl batıya yönelmiş, batılı değerleri benimsemiş aydınlar arasında bu yeni Avrupa düşmanlığı patlak vermiştir.Avrupa’nın bu kalleşliği batıda okumuş aydınlarımızı kışkırtmıştır, ilginç ve çağ dışı bir bağımsızdık rüzgarları estirmesine sebep olmuştur. Türkiye bu yeni tür Avrupa düşmanlığını yavaş yavaş içselleştirerek bir dinamit haline gelmekte. Ülkemiz, milliyetçi ve taşkın profesörlerle dolup taşmakta, ekranlarımız, akıl hastası Avrupa düşmanlarıyla boğulmuş durumda. Bu yeni tür düşmanlığın sahiplerine bakın! Yüzyıldır batı esaslarıyla batılı okullarda batılı terbiyeyle batılı sanatlarla batılı bilimle büyüyen insanlardır. Bu insanların sonradan görmüş ‘milliyetçilikleri de’ çok daha körleşmiş, bir akıl hastalığı türüne dönmüştür. Her şeyden pirelenen, her şeyi batının ajanı savan, Avrupa’nın bizi sömürgeleştirip feshedeceğine inanan, batıdan gelen tüm kitap ve metinleri ‘ajan’ ve ‘komplo’ gibi okuyan yeni bir milliyetçilik türü!Yani, aklıselim yine kaybedildi, yani uğraşıp duralım artık binlerce profesör manyağıyla… Bu terbiye edilmemiş, yatıştırılması imkansız milliyetçilik, ekranlarda kan çıbanı gibi patlayan çılgın bir düşünce dünyasını da Türkiye’ye yavaş yavaş öğretiyor!Yani, eskiden bu toprakların gençleri azgın milliyetçi olurdu, şimdi yer değiştirildi, şimdi, aydınları ve profesörleri vahşi milliyetçileri oluyor!Batıda doğup batıda ölseler dahi, doğu kökenli aydınların zihnini yönlendiren batı kültürüyle doğulu aydınlar bir türlü duygudaşlık kuramıyor. Duygudaşlık kurulmayan bir kültürü tasvip etmeleri mümkün değil. Tam tersine, öğrendiği ve yetiştiği batı biliminin bilim ve hukuk kılığında, doğulu halklara baskı uyguladığına inanıyor.Beyni, batılı hukuk, demokrasi, siyaset gibi batılı değerlerle ortak bir söylemi paylaşsa dahi, asla içselleştiremiyor. Yani, hepimiz yüreği başka, beyni başka adamlar olduk. Mesela, doğulu aydınlar batının biliminden vazgeçmeseler de, batının sanatsal başarılarını çoktan küçümseyip hiç ciddiye almamaya başladılar. Şimdi, bu kafa karışıklığıyla tamamen başka bir kültürün içine girebilmek mümkün mü? Çözülmesi imkansız bu sorunlar basit değil, şimdi yüzlerce profesörümüz batılı gibi düşünmeyi ‘bozulma’ kabul ediyor, bu kadar büyük bir tuhaflığı bu ülke kaldırabilir mi?Bizi batıya satan aydınlarımız*. Doğallığını kaybetmemek için direnen halkımızdı. Şimdi aydınlarımız, türkülerimizi, sanat müziğimizi, tarihi eserlerimizi, Yunus’u, Mevlana’yı, doğuyu merak ediyor, ‘dur’ diyor. Halkımız ise bugün batı özentisinin en aşağılık örnekleriyle çorbaya dönmüş Aşmalı Konak gibi dizileri izliyor. Bunları sonra tartışırız…Bir halkımız daha var, halkımızdan içeri. Ülkemiz, dünyanın en büyük en zengin ekonomisine dahi sahip olsa, asla tatmin olmayacak, Bosna, Afganistan, Çeçenistan ve Irak’ta yaşadığı vicdan sızısını gidermeden rahat etmeyecek, bir halk.Irak ve Bosna işgaline sessiz kalan Avrupa karşısında, halkımız ve aydınlarımız, bir ‘insanlık’ sesi arıyor, kendi kültürlerinin içinden bir adalet duygusu, bir iyilik fikri devşirmek istiyor.Karşılıksız iyilik, iyilik, mal gibi, borsa gibi, dolar gibi yükselen ya da Avrupa’nın yasaları gibi dünya alem görsün diyen hukuki metinler değil, hiçbir tanımı ve tarifi ve kuralı olmayan bir iyilik.iyilik, hızla yayılır, iyilik, her insanın, her devletin insanlığın yasaması için olmazsa olmaz en temel duygumuzdur. insanlığın en büyük değeri. Bir küçük iyilik, dünyanın neresinde olursa olsun fırtınalar yaratır, çok çabuk çoğalır, etkileri asırlar sürer.Şimdi, kapısı sabah vakti Amerikan askerlerince kırılıp parçalanan, annesi babası don gömlek yataktan fırlatılıp duvara dizilen dört yaşındaki Iraklı çocuklar, bizlerden bir ‘iyilik’ beklemekte. Uçsuz bucaksız çöllerde kendi halinde yaşayan bir Iraklı çoban hepimizden Allah rızası için ‘adalet’ beklemekte.Bizi, aydınlarımızı, halkımızı, insanlığı yüceltecek olan değer, iyilik’tir. Rusya, ABD ve Avrupa kültürünün karşısında bizi yüceltecek ve elimize insanlık meşalesi-ni verecek olan duygu, Allah rızası için kardeşlerimize iyilik’tir. Küçük bir iyilik, devletlerin tüm maddi yasalarından ve zenginliklerinden ve kudretinden daha büyük anlamlar taşır! İnsanoğlu’nun kaybolmuş ruhu, ezilmiş vicdanı ve hâlâ insanoğlunun evrendeki en büyük mucizesi, yardımlaşma, el sıkışma, paylaşma, bir küçük yardım paketi gönderme, komşusunu düşünüp, üzülmesidir!Petrol ve madenlerimizi ve inançlarımızı bilmeksizin yağmalayanlar karşısında insanoğlunun acısını dindirmenin tek yolu, iyilik’tir. Hem kendimiz hem halkımız hem devletimiz hem insanlık, zalimlerin işgal ettiği bu dünyada ancak iyilikler yaparak, varolabilir.Topraklarını, çoluk çocuklarını, inançlarını, sokaklarını, dünyanın en manyak en delirmiş silahlarına karşı savunan insanların yanında ‘iyiliklerimizle’ durabilmeli-yiz. Milli menfaatler, devlet çıkartan ve politikalar düşünmeden yapabileceğimiz iyilikler tüm insanlığın özlediği ve aradığı ‘insanlık çığlığıdır’.Ortadoğu toprakları kan ağlıyor. Şarkı söyleyen bir Arap çocuğunu en son ne zaman gördünüz? Yoksul, mazlum, silahsız insanlar, dünyanın en büyük şeytanları Amerika ve İsrail’e karşı ayakta durmaya çalışıyor. 15 yaşındaki evlatlarını intihar bombalarıyla havaya uçurmaktan başka şansları kalmamış.Isa, bugünlerde ne yapıyor? Hazret-i Musa’yla, Kudüs’te, ölen, yağmalanan, talan edilen Müslüman çocukların ardından kahkahalarla mı gülüyor?Batı, kültürümüzü ve insanlarımızı neden yağmalayıp, tarihten silmeye çalışıyor. Batı, kültürümüzü işe yarar, verimli bulmadı mı?Ama, karanlığımızı çok işlevsel buldu. Öyle verimli karanlığımız var ki, sürekli aydınlatmaya geliyorlar. Ne komik, batının dört yüzyıllık aydınlatma düşüncesi bizi kendi petrolümüzle aydınlatmaya geliyor.Batı, inançlarımızın ve tarihimizin eski olduğunu, bu kadar eskimiş şeyin asla modern olmayacağını, bu kadar eskimiş kültürün ancak zalim diktatörler yetiştireceğini iddia ediyor, işte bu yüzden, onurumuzu ve inançlarımızı bombalarıyla örseleyerek, artık bu hırpalanmış tarihten ve inançlardan kurtulup atmamızı bekliyorlar. ABD askerlerinin sırt çantalarında getirdikleri, ‘hukuk ve özgürlükleri’ bayramlar yaparak kullanmamızı istiyorlar.Bağdat müzesini yağma etmelerinin sebebi, bizim kültürel zengin geçmişimizdi. Ancak, karşılığı dolar olarak belirtilmemiş eserlerdi. Batı, karşılığı dolar olarak yazılmamış hiçbir şeyden hoşlanmaz, bu yüzden yağmaladılar, şimdi bu değerli eserler el altı serbest piyasada dolar karşılıklarıyla değerlendirildi ve artık bu eserler de batının envanter zenginliklerine girdi.işgal güçlerine zorluk çıkarttığı için Iraklılara tazminat davası açacak kadar delirmiş, akıl hastası batı medeniyeti!Artık, gasp edilmiş bir şirketin malı Irak, iki ortağı yarın birbirine girer. ABD, İngilizlere, ‘üç milyar ver, sana bırakıp çekileyim’ demeye başlar. Ya da ikisi de artık çamura saplanmış bu ihaleyi Japonlara satabilir.Şu anda, Avrupa ve Amerika’nın üniversitelerindeki bilim adamları bu kadar sessiz kalacak hangi yoğun çalışmalar içindeler.insanlık sorunu kalmadığına göre, ahlak bittiğine göre artık yapacakları, ‘kesin bilimdir’. Bilim tarihi de hep bu kesin bilimi arayıp durmadı mı? Çocukları öldürüp, ülkeleri yağmalatıp sarsılmayan tek insan türünü onlar bu kesin bilimle icat etmediler mi?Irak’ın ne kadar barbar, geri, zalim, İslam’ın ne kadar vahşi bir din olduğunu dünya ekranlarından reklam etmek için Irak’ı atom bombalarıyla yağma ettiler. Bu sefer bilimsel inceleme için değil, askeri bir inceleme için geldiler. Bu ülkeyi işgal ve halkını topyekün öldürmek, batı kayıtlarına ye idrakine, tamamen profesyonel bir çalışma olarak girdi. Bu profesyonellere yardımcı olmak hiçbir ülke ve modern insan için utanç verici değil, artık.Ama bilmedikleri bir şey var! Güneşin neden bu kadar parlak olduğunu hâlâ bilemiyor bilim adamları! Rüzgarın meteorolojinin konusu olduğunu sanıyor bu adamlar, rüzgarın Tanrı’nın soluğu nefesi olduğunu unutmuş, bu adamlar!O kaskatı, sert, çelik silahlarıyla, hala iyilikten, adaletten bahseden Allah’ın çocuklarını ve Allah’ı öldürmeye yemin etmişler!Yer, gök, doğu, batı, uygarlıkları, bilim adamları… Görecekler, ilahiler mi deliyor bu gök kubbeleri, atom bombaları mı? Şimdi, hepimiz dua ediyoruz, karanlık ve kutsal yalnızlıklarına gömülmüş Iraklı çocuklara!Ve hepimiz artık, Bağdat’ta bir Amerikalı asker daha öldürülünce, bir çentik daha atıyoruz
Nihat GENÇ
Biz Sokak Köpeğiyiz
20 yıl önce medya ve gazete patronlarına havladığımız zaman;bizi kabul etmediler iyiki de etmemişler.
Ama Özkökler’i , Bektaşları , Çölaşanları falan kabul ettiler.
Çünkü onların havlama şekli farklıydı.
Medya patronlarına gerektiğinde yine havladılar.
Kucaklarına oturup maymunculuk oynadılar.
Üslubu geri Çölaşan bazı şeyleri miyavlayarak yazması gerekirken aslan gibi kükreyerek yazdı.
Demek ki bizim medyaya köpek gibi görünen kediler gibi miyavlayan hayvanlar lazım.
Biz sokak köpeğiyiz.İşte 20 yıl önce bizi almadılar.
Maymunculuk oynasaydım zaten istifamı verirdim.
Fakat maymunculukla mıymıntılıkla bir yere varılmaz.
Ve bugün Çölaşan gördü nasıl varılmadığını…
Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal, çetelere karşı operasyonların aralıksız sürdüğünü belirterek, “Sokakta bir araya gelen üç beş kişi çete kurmuş” dedi |
15 Ağustos 2007 08:16 |
Yazı boyutunu büyütmek için |
#haberImage { float: right; margin: 0 0 4px 8px; } #haberImage img { border: solid 1px #900; width: 272px; height: 204px; } #nealsak { border: solid 1px #990; width: 272px; height: 204px; background: url(http://image.haber7.com/ads/nealsak/market-bg.jpg) no-repeat; cursor: pointer; }
Evin Göktaş‘ın haberi Polisin çetelere karşı başlattığı “Temiz Eller Operasyonu” devam ediyor. Türkiye’de son 2 yılda yapılan 324 operasyonda 4 bin 273 çete mensubu yakalandı. Operasyonlar sonucu dışarıda faaliyet gösteren ‘ünlü’ çete lideri hemen hemen kalmadı Polisin çetelere karşı başlattığı “Temiz Eller Operasyonu” devam ediyor. Çetelere en büyük darbe AK Parti Hükümeti döneminde vuruldu. Son 2 yıl içinde Türkiye genelinde yapılan 324 operasyonda toplam 4 bin 273 kişi çete mensubu olmak suçlamasıyla yakalandı. Sadece İstanbul’da 27, Ankara’da 17 ayrı çete operasyonu gerçekleştirildi. Bu operasyonlarda 578 kişi yakalanarak adalete teslim edildi. Önümüzdeki günlerde başta İstanbul olmak üzere bir çok ilde eş zamanlı bir çete operasyonun daha gerçekleştirileceği öğrenildi. Şu ana kadar yapılan operasyonlar sonucu dışarıda faaliyet gösteren önemli bir organize suç örgütünün hemen hemen kalmadığı belirlendi. ‘BABALAR’ CEZAEVİNDE Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal, Yeni Şafak’a yaptığı açılamada çetelere karşı operasyonlara aralıksız devam edileceğini belirterek, “Sokakta bir araya gelen üç beş kişi çete kurmuş” dedi. Bu arada, “Alaattin Çakıcı, Ergin kardeşler, Kürşat Yılmaz, Sedat Peker, Hasan Heybetli, Sedat Şahin, Melih Turgut, Yaşar Öz, Kasım Gençyılmaz, Kasım Zengin” gibi yer altı dünyasının ünlü isimleri şimdi cezaevinde gün sayıyor. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, halen içeride çete suçundan yatanların hükümlü ve tutuklu sayısında son bir yıl içinde yüzde yüz artış oldu. Bu sayının 31 Temmuz 2007 itibariyle 3 bin 933’e ulaştığı bildirildi. Çetelere karşı yürütülen mücadelede ortaya çıkan rakamlar ürkütücü nitelikte. Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı’nın koordinesinde sadece geçen yıl 53 ayrı ilde çetelere karşı yapılan 229 operasyonda 3 bin 43 kişi yakalandı. 2007 yılında da 36 ilde 95 ayrı çete çökertildi. Şu ana kadar yakalananların sayısı ise 1230. Sadece bir buçuk yılda çete suçlaması ile yakalananların sayısı 4 bin 273 kişi. Cezaevlerinde 4 bin çeteci var Adalet Bakanlığı’nın verilere göre, tutuklu ve hükümlü çete mensuplarının sayısında son bir yıl içinde patlama yaşandı. Halen cezaevlerinde toplam 3 bin 933 çete elemanı gün sayıyor. Çete suçlarının sayısında ilk kez bu yıl yüzde 100’e yakın bir artış yaşandı. Bu sayı 2004’te 1396, 2005’te 1358 iken 2006’de 2 bin 634’e çıktı. Bu yılın ilk 7 ayında tutukluların sayısında büyük bir patlama yaşanarak 3 bin 933’e yükseldi. İsim geleneğini Tantan başlattı Çete operasyonlarının her birine farklı bir isim veriliyor. Bu gelenek, eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan döneminden beri devam ediyor. İllere göre dağılım yapıldığında İstanbul’un ilk sırada geldiği ve daha sonra Ankara, İzmir, Bursa ve Adana’nın bu sıralamayı izlediği dikkat çekti. Buna göre son 2 yıl içinde İstanbul’da 27 ayrı çete operasyonu yapıldı ve “Rulet, Ayışığı, Şah, Piyon, Mat, Kule ve” isimli operasyonlarda 323 kişi silahları ile birlikte yakalanıp adalete teslim edildi. Ankara’da gerçekleştirilen “Maske, Tuzak Halka, Dere, Hijyen, Küre, Atabeyler, Maske-2, Kaldırım ve Girdap” isimli operasyonlarda 255 kişi yakalanarak mahkemeye sevkedildi. (Yeni Şafak) |
Son Yorumlar