14 Ağu 2007 için arşiv

14
Ağu
07

Ağar’ın istifa bilmecesi çözüldü..

Seçimlerin ardından istifası bilmeceye dönen Ağar sonunda düğümü çözdü..DP Genel Başkan Yardımcısı Nevzat Ercan, Genel Başkan Mehmet Ağar’ın, seçim gecesi açıkladığı istifasını teyit ettirdiklerini söyledi. Ercan, Ağar’ın istifası konusundaki tereddütlerin nedenini anlayamadığını, seçim günü Ağar’ı aradığını ve Ağar’ın basına duyurduğu istifayı teyit ettiğini belirtti. Ercan, “Genel Başkanımız Sayın Ağar, basın aracılığıyla genel seçim sonuçlarının alındığı saatlerde kamuoyuna istifa ettiğini duyurdu. Ben kendileriyle görüştüm. İstifa ettiklerini teyit etti. Mesele bundan ibarettir. İstifa tek taraflı irade beyanıdır. Sayın Ağar’ın istifa etmediği yönünde bir açıklaması da yoktur. Bilemiyorum neden tereddüt duyuluyor” diye konuştu.Ercan, buna karşılık Ağar’dan parti merkezine yazılı herhangi bir metnin gelmediğini bildirdi. Ağar’ın istifa mektubunun partiye ulaşması halinde, parti tüzüğüne göre 45 gün içinde olağanüstü kongreye gidilmesi gerekiyor.

14
Ağu
07

Hürriyet’in haberine vekillerin isyanı

small font medium font large font

Hürriyet
Eşleri başörtülü olan milletvekillerinin isim listesini manşette yayınlayarak yeni bir skandala imza atan Hürriyet gazetesi

Yayın Tarihi:14/08/2007-11:20
Toplam 434 kez okundu.
Bugün 434 kez okundu.
0 yorum var.

Haberi YazdırHaberi Tavsiye Et

Eşleri başörtülü olan milletvekillerinin isim listesini manşette yayınlayarak yeni bir skandala imza atan Hürriyet gazetesi, milletvekillerini adeta isyan ettirdi. Vekillerin tepkisi sertti.  Başörtüsü üzerinden Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmasını engellemeye çalışan çevreler bu defa da eşleri başörtülü olan milletvekillerinin isim listesini yayınlayarak yeni bir skandala imza atmıştı. Hürriyet’e tepki gösteren milletvekilleri, “bu yapılan densizlik, hem de bölücülüktür” dediler. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığını engellemek için her yolu mübah sayan kartel, gelişmelerin istedikleri istikamette olmamasından olsa gerek iyice zıvanadan çıktı. Çankaya’ya eşi başörtülü bir cumhurbaşkanı çıkacak olmasını içini sindiremeyen kartelin amiral gemisi Hürriyet’in, eşleri başörtülü olan vekilleri fişlemesi ve bunu suçmuş gibi lanse etmesi tepkilere neden oldu. 28 Şubat’ın hazırlayıcılarından olan ve fişlemeleriyle ünlü olan Batı Çalışma Grubu’nun (BÇG) faaliyetlerini hatırlatan bu skandala imza atan Hürriyet gazetesine milletvekillerinden tepki geldi.

BÖLÜCÜLÜK YAPIYORLAR

AK Parti Genel Başkan Yrd. Hayati Yazıcı olayı “densizlik ve bölücülük” olarak değerlendirdi. Yazıcı “Eşlerimizin başörtülü olması kimseyi ilgilendirmez, bunlar kasıtlı olarak yapılan girişimlerdir” dedi. Bazı çevrelerin gerginlik peşinde olduğunu belirten Yazıcı, bu tür beklentisi olanların başarıya ulaşamayacaklarını söyledi. AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil de din ve inanç özgürlüğünü tartışmaya açmanın sağlıklı sonuçlar doğurmayacağını vurguladı. “Toplumun böyle bir korkusu ve kaygısı yok” diyen Pakdil, “Farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul etmeliyiz” dedi.

TÜRKİYE BUNLARI AŞMALI

Muş’tan bağımsız olarak milletvekili seçildikten sonra Demokrat Toplum Partisi’ne katılan Sırrı Sakık da Türkiye’nin korkularından sıyrılması gerektiğini belirtti. “Kimse, bir başkasının özel hayatına girme hakkını kendisinde görmemelidir” diyen Sakık, “Türkiye bunları aşmalıdır” dedi.

YAPILAN EDEPSİZLİK

Sivas Milletvekili ve Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu da bu tür maksatlı haberlerin amacını kışkırtıcılık olarak niteledi. “Eşimin başörtülü olması ne bir imtiyazdır ne de dışlanma sebebidir” diyen Yazıcıoğlu, “Bunu gündeme taşımanın hadsizlik ve edepsizlik olduğunu” söyledi.

KARTEL NE DERSE DESİN!

Eşi başörtülü olduğu gerekçesiyle ismi Hürriyet’in listesine alınan AK Parti Burdur Milletvekili Bayram Özçelik, haberin, 28 Şubat sürecinde deşifre edilen illegal BÇG kafasının ürünü olduğunu söyledi. Bu tür fişleme türünden haberlerle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı başörtüsü düşmanlığı alevlendirilerek baskı oluşturulmak istendiğini söyleyen Özçelik, “Büyük medya ne derse desin, vatandaş cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül’ü görmek istiyor. AK Parti yönetimi de cumhurbaşkanı adaylığı konusunda Hürriyet’e değil, halkın sesine kulak verecektir” dedi.

İNKÂR ETSELER DE DERTLERİ BAŞÖRTÜSÜ

Özçelik, Gül’ün cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkanların, eşinin başörtüsü dışında bir mazeret ileri süremediklerine dikkat çekerek, “Temsil noktasında Abdullah Gül, başbakanlık yapmış, dışişleri bakanlığı yapmış, dil bilen, yurtdışında ikili ilişkileri fevkalade iyi ve halkın sevdiği bir siyaset adamı. Diyebiliyorlarsa, ‘Gül’ün ikili ilişkileri şöyle kötü, şu ülkede Türkiye’nin itibarını şöyle zedeledi’ gibi gerekçeler ileri sürsünler. ‘Yok, konu başörtüsü değil’ deseler de açık bir şekilde görülüyor ki dertleri başörtüsüyle. Bir zamanların Marksistleri, komünistleri şimdi tek tüfek Atatürkçü kesildi, ‘laiklik elden gidiyor’ diye millet iradesiyle harp ediyor” diye konuştu.

HÜRRİYET HABERCİLİK YAPMIYOR

Hürriyet’in, ‘eşi başörtülü vekil’ listesinde adı geçen MHP Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul, Hürriyet’in haberini ciddiyetsiz bulduğunu dile getirirken, MHP Kütahya Milletvekili Âlim Işık da, “Eşim 30 yıldır başını örtüyor. İnancı gereği başını örtmesi en temel hakkıdır. Haber değeri olmayan meselenin manşete taşınmasının bir anlamı ve değeri yoktur. Bu habercilik değil” şeklinde tepki gösterdi.

GAZETECİLİK DEĞİL AJANLIK YAPIYORLAR

DTP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ise, Hürriyet’in haberini başörtülü ve başörtüsüzler arasında ayrımcılık olduğunu dile getirerek, haberi provokatif bir tavır olarak niteledi. Binici şöyle konuştu: “Utanmasalar neredeyse evimize girecekler. Benim eşimin başörtüsünü haber konusu yapmaya kimin ne hakkı var. Bu yapılan gazetecilik değil, ahlaksızlıktır. Bana sorup eşimin başının kapalı olduğunu öğrenmediklerine göre ajan gibi çalışıp fişleme yapıyorlar, utanç verici bir durum.”

YILDIRIM: LİSTE UTANÇ VERİCİ

Listede eşi çarşaflı gösterilen AK Parti Sakarya milletvekili Recep Yıldırım, haberi görünce çok büyük bir üzüntü duyduğunu ve bu tavrı utanç verici olarak değerlendirdiğini belirtti. Bu haberle ayrımcılık yapıldığını ifade eden Yıldırım, “Bu çağda, demokrasi için mücadele verildiği bu ortamda, bütün insan hak ve hürriyetlerine aykırı olarak ele alınmış bu haber sebebiyle çok büyük bir üzüntü içerisindeyim. Bizim ve eşlerimizin birer suçlu gibi liste yayınlanması çok acı ve utanç verici bir olaydır. Böyle bir habere hiç gerek yoktu. Bir kez daha demokrasi ile yönetilen bir ülke olarak dünyayı kendimize güldürmeyi başardık” dedi. Artık milletin inancı ve kişisel tercihi olan konulardan herkesin elini çekmesi gerektiğini ifade eden Yıldırım, bu haberin cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yayınlanmasının da manidar olduğunu vurguladı. Eşinin örtüsüne saygı duyduğunu ifade eden Yıldırım, hukukçularla görüşerek, ayrımcılık yapan bu habere dava açabileceklerini kaydetti.

‘Eşimize değil, işimize baksınlar’

Meclis Başkanlığı seçim sürecinden bu yana sürekli olarak “eşinin başı açık olmasıyla” öne çıkartılan yeni Başkan Köksal Toptan da bu duruma adeta isyan etti. “Ben Meclis Başkanlığı görevinin gereklerine ne kadar uygunum?.. Daha önceki görevlerimde nasıl bir performans sergilemişim, bu performansım görevimi hakkıyla yerine getireceğim konusunda neler vaat ediyor? Birikimlerim, azmim, çabam bunlar bir kenara bırakılır da salt eşim üzerinden bir tartışma yürütülürse gerçekten üzülürüm. Ve üzülüyorum. Simgelerle değil, icraatlarımızla değerlendirelim. Başarı, liyakat öne alınsın. Eşlerin kılık kıyafetleri ile bizim göstereceğimiz performansın alâkası ne?..”
Toptan, Abdullah Gül’ün adaylığı ile ilgili olarak şunları söyledi: “Ben, artık Meclis Başkanı’yım. Konumum itibarı ile adaylığı sözkonusu olanlardan herhangi biri hakkında değerlendirmede bulunmam elbette doğru olmaz. Ancak, şu kadarını söyleyebilirim ki, Sayın Gül’ün liyakatının, devlet adamlığının değil de, eşinin kılık kıyafetinin öne çıkartılması son derece yanlıştır. Türkiye bu tartışmaları aşmalıdır. Ancak maalesef birileri sürekli olarak farklı kıyafet tercihlerine sahip eşlerin durumlarını öne çıkartıyor. Bu durum da bizi elbette çok üzüyor.”
Toptan, “Siz eşinizin başının açık olmasıyla, Sayın Gül de kapalı olmasıyla gündeme taşınıyorsunuz. Asimetrik olarak aynı mağduriyeti yaşıyorsunuz, katılır mısınız?” şeklindeki soruya şu karşılığı verdi: “Maalesef, böyle bir durum var. Ülkemde, bu tür ideolojik ve verimsiz yaklaşımlar yerine, her makam için liyakata, ideolojik birikime bakılsa. Kişilerin bütün birikimleri arka plana itilmese… Maalesef, ‘Eşi başı açık olduğu için Meclis Başkanı oldu’ denince… Üzülüyoruz.”
 

14
Ağu
07

Küçük Amerika’da makarna dağıtım sistemi

Seçim sonuçlarını açıklayan çeşitli görüşler var. Bunlardan en yaygını, AKP’nin özellikle yoksul yurttaşlara küçük çıkarlar sağlayarak oy topladığı yönündedir. Bu açıklamaya göre, şu anda Küçük Amerika sistemi makarna ve kömür paketleri üzerinde durmaktadır.
Kuşkusuz her sistem, öncelikle bir yaptırım gücüyle, silahlı kuvvetle ayakta durur. Ancak bu yetmez, en zalim rejimler bile, toplumun rızası olmadan varlıklarını uzun süre devam ettiremezler. Bizim rıza dediğimize, Batılılar consensus diyorlar; uzlaşma veya oydaşma da denebilir. Halkı ne kadar ezerse ezsin, her sistem, toplumun karnını az çok doyurmak ve ülkede asayişi az çok sağlamak zorundadır. Seçimlerde oy toplamak için makarna ve kömür dağıtımı, bir bakıma her sistem için geçerli olan bir yaşam sırrını simgelemektedir.

BİR DE BÜYÜK MAKARNA PAKETLERİ VAR

AKP’nin tepesinde oturduğu Küçük Amerika sisteminin oy toplama mekanizmaları açıklanırken, hep küçük makarna paketlerine gönderme yapılmaktadır. Örneğin Cumhurbaşkanlığı da, Küçük Amerika sisteminin en yüksek makamı değil midir? Peki Cumhurbaşkanlığı her şeyin parayla ölçüldüğü ve parayla değişildiği bu serbest piyasa sisteminde kaç ton makarna eder?
Küçük Amerika sistemi, evet doğudur toplumun rızası açısından küçük makarna paketleri üzerinde durmaktadır. Ancak sistemin asıl yaşam sırrı, toplumu yöneten kendi örgütlenme sistemidir. Bu açıdan baktığınız zaman, Küçük Amerika’da bütün makamların ve konumların makarna paketleriyle ölçülecek bir değeri ve sorumluluğu bulunmaktadır.

 SİSTEMİN GÖREV VE SORUMLULUKLARI

Özellikle sorumluluğa dikkat çekmek istiyoruz. Daha somut açıklayalım. Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 3 Kasım 2002 seçiminden sonra, ABD’nin isteği doğrultusunda Tayyip Erdoğan’ı önce milletvekili, sonra başbakan yapmakta üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiştir. İkiz İhanet Yasaları’nı da uyarılara rağmen onaylamıştır. Tayyip Erdoğan, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin görevlisi olduğunu açıkladığı zaman, kılını kıpırdatmamıştır. Yine Cumhurbaşkanı, Tayyip Erdoğan, “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır’ı merkez yapacağız” diyerek, Türkiye’yi bölme görevini açıkladığı zaman, kendisini istifaya davet etmemiştir. Cumhuriyet mitingleri sırasında bu istifaya davet sorumluluğu bir kez daha önüne gelmiştir, fakat yerine getirmemiştir. Sayın Ahmet Necdet Sezer’in Atatürk Devrimi’ni savunma kararlılığı olsaydı, Tayyip Erdoğan’lar yıkılır giderdi. Ancak makarna paketlerini Atatürk devrimi dağıtmamaktadır. Sistem, Küçük Amerika sistemidir ve sorumluluklar da bu sistemde ABD’nin çıkarları ekseninde belirlenmektedir. Bütün bu olgular, Cumhurbaşkanlığına da bu Küçük Amerika sisteminde, büyük bir makarna paketi tahsis edildiğini kanıtlamaktadır. Cumhuriyetçi olmakla övünen yayın organlarımıza bakın, ilan sayfaları Fethullah Hoca’nın gazetelerinden farklı değildir. Avrupa Birliği’ne yemin billah bağlıdırlar ve Ortadoğu’da “Şeriatçılığa karşı ABD ile işbirliği” yapmaktan yanadırlar. Tayyip Erdoğan ile aynı sistemin içindedirler. Ve o sistem, CHP ve MHP’den PKK ve Barzanisine kadar hepsini kucaklamaktadır.
Sistem, Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığını sürdürmeye karar vermişse, sistemin tepeden aşağıya kadar bütün sorumluları görevlerini yerine getirmektedir. Bakın şimdi AKP’si, CHP’si, MHP’si; hepsi nasıl tek bir parti gibi oldular. Amentüleri ise, uzlaşma! Bu uzlaşmanın temeline bakınız, en büyüğünden başlayarak sistemin dağıttığı makarna paketlerini göreceksiniz.  

 SİSTEM KİME DAYANIYOR

İşte makarna dağıtım teorisinin yanlışını keşfetmiş bulunuyoruz. Bu teori, daha çok AKP karşıtı laik küçük burjuva çevrelerinden yayılmaktadır. En belirgin özelliği, sistemin küçük makarna paketleri üzerinde durduğunu varsaymasıdır. Bu teoriye göre, AKP iktidarı en sonunda yoksul insanların kandırılması sayesinde devam ediyor. Kuşkusuz o yoksulların AKP’ye boyun eğişleri var. Ancak AKP’nin tepesinde bulunduğu sistem, o yoksullardan önce Cumhurbaşkanına, devletin diğer güçlerine, CHP, MHP ve diğer sistem partilerine de dayanmaktadır. Sistem, büyük makarna paketlerinden küçük makarna paketlerine uzanan bir ast üst ilişkileri mekanizması kurmuştur ve o mekanizmanın da tepesinde, şu anda ABD ve BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan bulunmaktadır.

 ORDU SİSTEMİN NERESİNDE

Dikkat edilmiştir, hep Küçük Amerika sisteminden söz ettik; Türkiye adını bilerek kullanmadık. Çünkü sistem, artık bize Atatürk’ün bıraktığı Türkiye değildir. 1945 sonrasında adım adım kurulan Küçük Amerika, bütün kurum ve ilişkileriyle oluşmuştur.
Peki Ordu, bu sistemin neresindedir? Bu soru çok önemli, hatta en önemli. Çünkü Ordusu olmayan bir devlet, ordusu olmayan bir sistem olmaz. Soru şudur: Türk Silahlı Kuvvetleri, Küçük Amerika’nın ordusu mudur, yoksa Türkiye’nin ordusu mudur?
Kuşkusuz bu sorunun cevabını verecek olan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendisidir ve cevap tarihsel sürecin içinde yatmaktadır. Biz biliyoruz, Türk Silahlı Kuvvetleri, Küçük Amerika’nın ordusu olmayacaktır. Ordu, cephesini Türkiye’nin altına mayın döşetenlere karşı dönmüştür. Türk Ordusu, bugün ABD emperyalizmine şehit veren dünyanın birkaç ordusundan biridir. Aslında Türk Ordusu, bugün ABD emperyalizminin dolaylı ve kısmen doğrudan kuvvetlerine karşı küçük veya orta yoğunluklu bir silahlı çatışmanın içindedir. Bu gerçek ışığında, Tayyip Erdoğan’ın ordusu, doğrudan doğruya ABD silahlı kuvvetleridir.
Ancak süreç, bu kadar yalın değil. Arkamızda Atlantik döneminin büyük yıkımı var. Türk Ordusu da, bu yıkımdan nasibini almıştır ve sistemin güçleri tarafından hem içerden hem dışardan ve hem de Türk Ordusunun içinden kuşatılmış bulunmaktadır. O kadar ki, bir önceki Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ü hatırlayalım. Hiç üstüne vazife olmadığı halde, ABD’den gelen yönlendirmeyle 12 Kasım 2002 günü Tayyip Erdoğan’ı Genelkurmayda kabul etmiş, onun Siirt Milletvekili ve Başbakan olmasında sistemin verdiği sorumlulukları üstün bir gayretle yerine getirmiştir.
Yaşadığımız bütün olaylar, Türk Ordusu’nun ABD ile cephe cepheye geldikçe, arkada kalan Atlantik döneminin yüklerinden arındığını ve Atatürk Devrimi cephesinde daha kararlı ve tutarlı mevzilere girdiğini göstermektedir.

DEVLETSİZ VE VATANSIZ KALMAK YA DA ASİ OLMAK

Yalnız Ordunun değil, milletin bütün yurttaşlarının durduğu yer artık şurasıdır: Ya devletsiz ve vatansız kalacağız; ya da Küçük Amerika sistemine asî olacağız.
 Peki bu sistem, makarna ve kömür paketi dağıtarak varlığını sürdürebilir mi? İşte bu mümkün değil. Türkiye’yi makarna ve kömür dağıtarak bölemezler. Sistemle hesaplaşma, daha bugünden silahlı boyutlara ulaşmıştır. Türkiye’nin altında mayınlar patlamakta ve her gün şehit cenazeleri gelmektedir. Kentler susuzluktan kavrulmakta ve millet borç batağında çırpınmaktadır.
Cumhuriyet Mitingleri, milletin sisteme asî olma yönündeki ilk büyük eylemleriydi. Ahmet Necdet Sezer, Baykal ve sistemin diğer güçleri Tayyip Erdoğan’ı kurtardılar. Tarih böyle gelişir; kurtaramayacakları bir gün gelecektir. Çünkü sistem, bu millete, esaret, yoksulluk ve şerefsizlikten başka bir şey vaat etmiyor.
Asî olmak, hiçbir millet, hatta hiçbir insan için kolay değildir. Toplumlar, boğulma tehdidine asî olarak cevap verirler. İşte sistemin, kendisini kurtaramayacağı nokta orasıdır. Ve Türkiye, hızla oraya gitmektedir.

NİÇİN GÜLÜYORUM

Osmanlı devletinin son yenilgisinden sonra İttihat Terakki yöneticisi yurtseverleri İstanbul’da Bekirağa Bölüğü’nde hapse atmışlar. Herkes büyük acılar içinde, fakat Ziya Gökalp koğuşun bir köşesinde gülümseyen bir çehreyle oturuyor. En sonunda koğuştakiler kızgınlıklarını bastıramıyorlar, Ziya Gökalp’e, “Devlet batıyor, millet sefalet içinde, ailelerimiz perişan, sen burada gülerek oturuyorsun” diyorlar. Ziya Gökalp’in cevabı, tarihin cevabıdır:
“Siz, batan devlete ağlıyorsunuz, ben doğacak devlete gülüyorum.”
Aynı cevap, bugün fazlasıyla geçerlidir.
Türkiye, toplumu ve devletiyle, Türk Devrimi temelinde yeniden örgütlenecektir.

14
Ağu
07

22 Temmuz 2007 Seçim Sonuçları Üzerine

I. OLGULAR

1. Seçimi ABD ve AB kazandı, sandıktan “Turuncu Karşıdevrim” çıktı. Seçimin galibi, ABD ve AB emperyalistleri, Haçlı irtica ve bölücülüktür. Türkiye’nin altına mayın döşetenler seçimi kazanmış ve ellerine bomba verdikleri bölücüleri de herkesin gözü önünde Meclise sokmuşlardır. Emperyalist Batı basını bayram yapmakta, İngiliz Guardian gazetesi, “Türkiye Cumhuriyeti’nin sonu” başlığını atmaktadır. Sandıktan “Turuncu Karşıdevrim” çıkartılmıştır. Emperyalizm ve Haçlı gericilik, Kemalist Devrim’i yıkma sürecinde büyük bir atılım gerçekleştirmiş, milletin elinde bir tek Ordu ve İşçi Partisi kalmıştır.

2. Etnik grup, mezhep, cemaat ve tarikat kimliği, millî kimliği bastırdı. Türk milleti, yüzde 92 oranında ABD tehdidine karşıdır. AB’ye karşı olanların oranı da yüzde 75’e ulaşmıştır. Ancak seçimleri millî uyanış değil, mezardan çıkartılan etnik grup, mezhep, cemaat ve tarikat kimlikleri belirledi. Türkiye’de yapılan seçimle ilgili tahliller, Irak’tan gelen haberlere benzemiştir. Aktörler aynı aktörlerdir: “Sünniler, Şiiler, Araplar, Kürtler, Türkmenler, Yezidiler, aşiretler, cemaatler, tarikatlar, şeyhler” vb.

3. Halk hareketine karşı ABD’nin cevabı. 14 Nisan Tandoğan Mitingi ile başlayan ve 9 Haziran’da İşçi Partisi’nin Diyarbakır Birlik ve Kardeşlik Mitingi’nde doruğa yükselen büyük halk hareketine, emperyalizm 22 Temmuz’da cevap vermiş olmaktadır. Şimdi taaruzda olan emperyalizmdir.

4. Apo Mecliste grup kurdu, PKK yasallaştırıldı. ABD, planladığı üzere PKK’yı yasallaştırma hedefine ulaşmıştır. Meclise 20 kadar Apocu ve bir o kadar Barzanici sokulmuştur. Apo’nun İmralı’da hapiste tutulması, görüntüdür. Abdullah Öcalan, Meclis’te grup kurmuştur. Böylece Apo’nun 1999 yılında CIA tarafından Türkiye’ye teslim edilmesiyle başlayan senaryo uygulanmaktadır. Çok dikkat çekicidir: MHP, Apo’yu idama mahkum eden Mahkeme Başkanı Turgut Okyay’ın adaylık talebini reddetmiş, buna karşılık idama mahkum edilen Apo’nun emrindeki 20 PKK’lı Meclise alınmıştır. Başta İşçi Partisi olmak üzere, İsmet Paşa’nın torunu Gülsüm Toker Bilgehan, Prof. Dr. Nurettin Sözen, Mustafa Gazalcı, Necmettin Erbakan, Turan Çömez gibi yurtseverlere Meclis kapıları kapatılırken, Haçlı güdümündekiler Meclise doldurulmuştur. Sistem, yurtseverliği dışlamakta, bölücülüğü tepelere çıkarmaktadır. Sistem, Apoları bağrına basmakta, bu vatan için canını ortaya koyanları ise kenarlara sürmektedir.

5. AKP-Barzani-PKK koalisyonu oluştu. AKP, Barzani ve PKK, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne bağlanarak aynı cephede buluşmuşlardı. Bu buluşma seçim öncesinde ittifaka dönüştü PKK, bağımsız adayların olmadığı yerlerde, oyları AKP’ye verdirdi. AKP-Barzani-PKK ittifakı, şimdi hükümet ortaklığına dönüşmektedir. İşçi Partisi’nin olmadığı bir meclisin, Türkiye için felaketlere yol açacağı öngörüsü, ne yazık ki artık geçerlidir.

6. Hükümet de muhalefet de ABD’nin denetiminde. ABD, yalnız Büyük Ortadoğu Projesi görevlisi Tayyip Erdoğan ile Abdullah Öcalan ve Barzanileri değil, ABD’nin stratejik memurları olmakla övünen Baykal ve Devlet Bahçeli’yi de denetim altına almış bulunmaktadır. Bahçeli ve Baykal, seçim öncesinde olduğu gibi sonrasında da, Türk Ordusu’nu hedef alan açıklamalarını sürdürmüşlerdir. Seçim sonuçlarını, ‘Ordunun müdahelesine milletin cevabı’ diye yorumlamaları ibret vericidir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Haçlı irticaya teslim bayrağı açmışlardır. Çankaya’yı ABD emperyalizmine ve Fethullah Hocalara teslim etmeyi, “milli iradenin emri” olarak açıklayacak hallere sürüklenmişlerdir. Atatürk Devrimi’ne karşı AKP ile aynı safta birleşmişlerdir.

7. Türkiye’yi Bölme Meclisi kuruldu. İstiklâl Savaşı’yla yendiğimiz ve yıkığımız kuvvetler Meclisi ele geçirmiştir. Halk, önümüzdeki dönem kurtuluşu kaçınılmaz olarak meclisin dışında arayacaktır. AKP-Barzani-Apo ittifakına karşı mücadelenin merkezi, Meclisin dışında olacaktır.

8. ABD, halk hareketini CHP üzerinden yönlendirmeye çalıştı. Halk, meydanlarda “Ne ABD ne AB tam bağımsız Türkiye” sloganıyla ayağa kalktı ve emperyalizme meydan okudu. ABD, bu halk hareketini CHP’yi kullanarak denetim altına almaya ve yönlendirmeye çalıştı ve bunda kısmen başarılı da oldu. Cumhuriyet gazetesi, ADD Merkez Yönetimi, Çağdaş Yaşam Dernekleri gibi “Şeriata karşı ABD ile birleşmeyi” savunan ve büyük ölçüde sistemin denetiminde olan güçler, burada özel bir misyonu yerine getirmişlerdir. Cumhuriyet mitingleri, sahte laiklik konumuna sokulmak istenmiş; medya aracıyla daha çok bu konumda gösterilmiştir. Halkın önemli bir kesimi camilerde imamların arkasında saf tutarak ibadet ederken, BOP Eşbaşkanı olan Tayyip Erdoğan’a imamlık payesi verilmiştir. Böylece emperyalizme karşı birleştirilmesi gereken halk, bölünmüş ve inanan kesim büyük ölçüde AKP’nin kucağına itilmiştir. “Ne Şeriat ne Darbe” sloganı, meydanlarda tutmasa bile, Amerikancı medya halk hareketini o konumda göstermiştir. Laik kesime “Tehlikenin farkında mısınız” diye soranların kendileri, ABD ve AB tehlikesine hizmet etmişlerdir.

II. DERSLER

9. Atlantik sistemi bir seçenek değil, fakat yıkımmış. Türkiye 60 yıllık Atlantik sistemi içinde boğuluyor. Batı kapitalizmiyle bütünleşmek, Türkiye için bir seçenek değil, fakat yıkımmış. 22 Temmuz seçimi, sistemin içindeki bütün seçeneklerin Türkiye’yi parçalanma ve dağılmaya götürdüğünü bir kez daha kanıtlamıştır. Baraj, sistemin barajıdır ve sistemden kurtulma mücadelesinin önüne kurulmuştur. Sistem, muhalif oyları baraj ve “oyunuz boşa gider” gerekçesiyle denetim altına almaktadır.

10. Tayyip’i getirenler Tayyip’i götüremez. AKP’ye karşı yine Batı sistemi içinde seçenek oluşturma çabaları iflas etmiştir. AKP, sistemin en tutarlı partisi olarak hakim konumunu korumuştur. Tayyip’i Atlantik sisteminin orta sağ ve orta sol denen temsilcileri iktidara getirdi. AKP iktidarı, Birinci Körfez Savaşı sonrasında 1991-2002 sürecinin kaçınılmaz sonucudur. Küçük Amerika sistemi, AKP iktidarından başka bir yere varamazdı. 2002 seçimleri öncesinde Türkiye’yi yönetenlerin uyguladığı program, AKP yönetimiyle en tutarlı hale ulaştı. ABD güdümlü mafya ekonomisinin gereği olarak, millî devlet ve vatanseverlik yıkılmış, yolsuzluk ve vurgun esas olmuştur. Bu süreç, 3 Kasım 2002 Seçimi’nden sonra da devam etmiştir. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Deniz Baykal ve o zamanki Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök üçlüsü, ABD dayatmasına boyun eğerek, Tayip Erdoğan’ı önce milletvekili, sonra başbakan yapmışlardır. Görülmüştür ki, Tayip Erdoğan’a ve AKP’ye karşı mücadele, sistemin içinden yürütülemiyor. Sistemin saflarından yapılan mücadeleler, en sonunda Tayip Erdoğanları güçlendirmiştir. Çünkü sistemin en tutarlı sahibi, AKP’dir. ANAP ve DYP’nin silinmesi ve CHP’nin AKP’leşmesi de bunu göstermiştir.

11. Büyük davalar hukuk cambazlıklarıyla kazanılamıyor. Türkiye’de halk hareketi, Tayip Erdoğan’ların Çankaya’yı ele geçirmesini önlemek için yükseldi. Ancak bu hareketin doruğunda, sistemin sosyaldemokrat kanadı (Ahmet Necdet Sezer, CHP ve diğerleri), Cumhurbaşkanı seçiminde 367 oranı aramak gibi bir hukuk numarasına bel bağlayarak, halk hareketinin bastırılmasına yardımcı oldular. Tarihte hiçbir büyük dava, hukuk cambazlıklarıyla ve ayak oyunlarıyla kazanılamamıştır. İşçi Partisi, 10 Nisan 2007 günlü MGK toplantısından bir gün önce, Cumhurbaşkanı’na başvurarak, ABD’nin BOP Eşbaşkanı Tayip Erdoğan’ı istifaya davet etmesini talep etmiştir. Bu talebimizi Cumhuriyet mitinglerinin yükselişi boyunca ısrarla yineledik. Seçime Tayyip Erdoğan yönetiminde gidilmemesi gerektiğini ısrarla belirttik. O zaman Tayyip Erdoğan’ın iktidardan indirilmesi koşulları vardı. Halk hareketi bunun için büyük bir fırsat sağlamıştı. Cumhurbaşkanının istifa çağrısını kabul etmemesi halinde, Ankara’da toplanacak milyonlar Tayyip Erdoğan yönetimini istifaya zorlar ve AKP’yi de bölerdi. Tayyip Erdoğan’lar o sırada bozgun halindeydi. Cumhurbaşkanının Tayyip Erdoğan’ı istifaya davet etmesi için, Deniz Baykal ve Zeki Sezer’e birlikte hareket etmeyi önerdik. Aynı öneriyi, ADD yönetimi, çeşitli ilerici örgütler ve Cumhuriyet gazetesi ile de görüştük. Ne var ki, bu öneriyi benimsemediler ve uygulamadılar. Deniz Baykal, “bu talebin Cumhurbaşkanı Sezer’i köşeye sıkıştıracağını” belirtti. Kendisine “aksi halde milletin köşeye sıkışacağını ve CHP’nin de bir süre sonra çok zor duruma düşeceğini” anlattık. Ne var ki, onların kitabında en büyük yasak, ABD ile karşı karşıya gelmekti. Tayip Erdoğan’ın BOP Eşbaşkanlığını gündeme getirmek, ABD’ye başkaldırmak anlamına geliyordu. 2004 yılından beri Tayyip Erdoğan’ın Eşbaşkanlık açıklamalarını dinlemiş ve kıllarını kıpırdatmamışlardı. Tayyip Erdoğan, “ABD’nin BOP içinde Diyarbakır’ı merkez yapacağız” açıklamasını, ilk kez 15 Şubat 2004 akşamı yaptığı halde, ne Cumhurbaşkanı Sezer ne de CHP ve diğerleri bu konuda görevlerini yapmadılar. Yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı, eğer Atatürk Devrimi’ne ve Anayasa bağlıysa, Tayyip Erdoğan’ı daha o zaman istifaya davet etmeliydi. Ne var ki, ABD Projesine karşı çıkmak, devrimciliğin başladığı yerdir. Tayip Erdoğan istifa etmezse, ABD projesinde görev aldığı için onu yasadışı ilan etmeyi ve ona karşı milyonları ayağa kaldırmayı da kabul etmemişlerdir. Çareyi sistem içi hukuk canbazlıklarında aramışlardır. Cumhurbaşkını seçimi için ilk turlarda anayasanın öngördüğü üçte iki karar oranının, toplanma oranı olarak yorumu, işte böyle bir çareydi ve bu ayak oyunu, en sonunda sistemin en tutarlı partisi AKP’ye hizmet etmiştir. Cumhuriyet mitingleri sırasında AKP bozgun halindeydi ve bölünmenin eşiğine gelmişti. Ancak Tayyip Erdoğan’ı bir kez daha Ahmet Necdet Sezer, Baykal ve diğerleri kurtardı.

12. Diyarbakır mitinginde doruğa çıkan “İşçi Partisi barajı geçerse” korkusu, bölücülüğe ve AKP’ye yaradı. Diyarbakır mitingi, bu seçim sürecinde ABD projesine indirilen en ağır darbeydi. İşçi Partisi’nin Terörü Bitirme Programı, devletin yaptırım gücünü kullanmak yanında teröristi halk denizinde boğmayı içerir. Bismil’deki ve bölgenin diğer yörelerindeki ağalığa karşı köylü hareketleri bu programın uygulamalarıdır. Diyarbakır Mitingimiz, PKK, Fethullahçılar, AKP iktidarının Diyarbakır Valisi ve ABD güdümlü medya tarafından hedef alınmıştır. Düşman cephenin o engellemeleri doğaldı. Ancak aynı mitingin arife gecesinde Genelkurmay’dan yayınlanan bildiri olağan değildi. Diyarbakır mitingi, bu seçimin kaderini etkileyen karar anıydı. Mitinge tavır alınması, İşçi Partisi’nin önünü tıkama anlamına geliyordu. Öyle gözükmektedir ki, CHP-MHP seçeneğini desteklemek uğruna, teröre ağır darbe indirecek Diyarbakır mitingini sınırlama eğilimine girildi. CHP-MHP seçeneğine destek kaygısı, teröre karşı etkin mücadele kaygısının önüne geçti. Bismil köylü mücadelesine karşı da benzer uygulamalar görülmüştür. TSK içindeki Atlantik dönemi tortusunun burada etkili oldukları anlaşılmaktadır. Sonuç olarak, CHP-MHP seçeneği, AKP’yi güçlendirmekten başka bir işe yaramamıştır. Çünkü MHP, ABD ile stratejik ortaklığı savunmaktadır. CHP Genel Başkanı Baykal ise, “Türk Ordusunun başına çuval geçirildiği zaman bile ABD’ye karşı çıkmamakla” övünmektedir (Ruşen Çakır’ın Baykal ile söyleşisi, ?? Vatan, Temmuz 2007). Terörün arkasındaki güce teslim olan partileri desteklemenin sonuçları yaşanmaktadır ve kuşkusuz değerlendirilecektir.

13. ABD’nin Filipin tipi demokrasisi, demokrasi değil, fakat halk üzerinde diktatörlüktür. 1946’dan bu yana Türkiye Atlantik sisteminin boyunduruğu altına alınmıştır. Sistem kendi mekanizmalarını kurmuştur ve kendi toplumunu da yaratmıştır. Sandığı kuran ABD, sandıktan kendisini çıkartmaktadır. Demokrasi ve milli egemenliğin olmazsa olmaz koşulu, emperyalizmden bağımsız olmak ve Ortaçağ baskılarından kurtulmaktır. Türkiye, Kemalist Devrim döneminde, İstiklal Savaşı’yla ve Ortaçağ kurumlarını yıkma yönündeki kazanımlarıyla gerçek demokrasi atağını yapmış, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan Kemalist Devrim’in yıkımıyla tekrar emperyalizmin ve Ortaçağ kalıntılarının cenderesi içine hapsedilmiştir. Ve orada çırpınıp durmaktadır. Bu çırpınmanın adına da demokrasi denmektedir. Milletin etnik gruplarla, mezheplerle, tarikat ve cemaatlerle tasfiyesi, demokrasi getirmez, tersine demokratik devrimi boğar; nitekim boğmuştur.

14. Bölücülüğe ve teröre yasallık tanınması, Türkiye’nin bölünmesinin yasallaştırılmasıdır. İşçi Partisi, PKK ve yan kuruluşlarına yasallık tanıyan bugünkü sistemin Türkiye’yi hızla parçalanmaya götürdüğünü görmektedir. PKK’nın ve bölünme sürecinin yasallaşmasını dayatan güçler, ABD ve AB’dir. Dahası Güneydoğumuzun özerkleştirilmesi, bize AB sürecinin şartı olarak dayatılmaktadır. Tek başına bu dayatma bile, ABD denetiminden kurtulmak ve AB aday üyeliğinden çekilmek için yeterli neden değil midir?

III. ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇLER

15. Irak’taki “Demokrasi” Türkiye’ye getiriliyor. ABD ve AB, seçimle ilgili yaptıkları açıklamalarda, “Türkiye’de demokrasi kazandı” diyorlar. Irak’ta da, işgalci ABD ordusunun denetimi altında yapılan seçimlerle Talabani cumhurbaşkanı yapılmıştı. Türkiye de, aynı sürece sokulmuştur. PKK ve Barzaniciler, Türkiye’de iktidar ortağıdır. ABD’nin “demokrasi” adını verdiği rejim, mafyokrasidir ve Türkiye’yi bölmenin ve sömürgeleştirmenin aracıdır. Atatürk Devrimi’ni yıkma süreci tamamlanmakta ve CIA “demokrasisi”ni kurma süreci kesin sonuca gitmektedir.

16. Türkiye’nin direnci kırılıyor, Türk Ordusu kuşatılıyor. AKP yönetimi, bu seçimden sonra Türkiye’yi iç hatlardan kuşatma ve hançerleme görevini sürdürmede daha pervasız olacaktır. Türkiye’nin direnci hükümet mevzilerinden kırılıyor. Tayip Erdoğan, “Terörle yaşamaya alışalım” diyerek bu görevini olağanlaştırıyor. Türkiye ve Türk ordusu kuşatılmıştır, çember daraltılmaktadır. ABD emperyalizmi ve Haçlı irtica, Türk Ordusuna karşı cepheden saldırı taktiği uyguluyor. Önümüzdeki zaman dardır.

17. Türkiye’yi bölme harekâtı hızlanarak devam edecek. ABD, Kerkük referandumu öncesinde Türkiye’deki iktidarını pekiştirmiştir. Türkiye’yi bölme süreci hız kazanmıştır. ABD, seçimden iki gün önce Leyla Zana’nın ağzından “Türkiye’nin eyaletlere bölünme zamanı geldi. Kürdistan kurulmalı” programını açıkladı. Bu açıklama, Ahmet Türk’ün ağzından yinelendi. ABD’nin Tayyip Erdoğan hükümetinin önüne koyduğu acil program budur. MHP’nin Seçim Beyannamesi’nde yerel yönetimlerin yetkilerini genişletmekten yana olduğunu açıklaması da aynı plan çerçevesi içindedir. Yine CHP Genel Başkanı Baykal da, ‘Partilerin içinde Kürtçü kanatlar var. Bizde de var. İtirazımız yok” açıklamasıyla bölünme planına teslim olduğunu ilan etmiştir (Hürriyet, 14 Haziran 2007). MHP-ANAP-DSP hükümetince kabul edilen ve AKP-CHP ikilisi tarafından Meclisten geçirilen “İkiz İhanet Yasaları”yla, Türkiye’nin parçalanması talebi için yasal bir zemin dahi oluşturulmuştur. Türkiye- Kürdistan federasyonunun kurulması ve arkasından ayrılma planı hayata geçirilmektedir. Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde yaşanan olaylar, Türkiye gündemindedir.

18. Kriz derinleşiyor. Dış ve iç, siyasal ve ekonomik, kültürel ve ruhsal, bütün etkenler, krizin derinleşeceğine kuvvetle işaret ediyor. Kriz etkenleri şunlardır: Kerkük’te referandum ve petrollerin Barzani’lere verilmesi girişimi ve devamında Türkiye üzerindeki bölücü baskının ağırlaşması, bölücü terör, dış ticaret açığının artmasıyla ağırlaşan ekonomik kriz tablosu ve işsizlik, Haçlı irticanın Cumhuriyet’e karşı yıkıcı uygulamaları. Türkiye, varolma-yokolma sürecine girmiştir.

19. İç ve dış savaşa sürükleniyoruz. Türkiye, ABD ve kuklaları tarafından hızla iç savaşa ve dış savaşa sürüklenmektedir. Savaşı önlemenin biricik yolu, ABD işbirlikçilerini devirmek, Millî Hükümeti kurmak ve Milli Hüümet Programı’nı uygulamaktır.

20. Atlantik sisteminin krizi. Derinleşen bunalım, arkada kalan 60 yıllık Atlantik döneminin bunalımıdır. Türkiye, Küçük Amerika yapılmıştır ve son seçim karşıdevrimin tamamlanması yönünde önemli bir adımdır.

21. Devrimci çözüm gündemde. Türkiye, varolmak için kendisini var eden temeli yeniden inşa etme göreviyle karşı karşıyadır. Kemalist Devrim, bize bir vatan armağan etti, bizi millet yaptı, Cumhuriyeti kurdu ve bizleri özgür yurttaşlar haline getirdi. İşte son 60 yılda yitirdiklerimiz bu kazanımlardır ve artık bölünme ve dağılma tehdidiyle yüz yüzeyiz. Kemalist Devrimle kurulan Türkiye, ancak Kemalist Devrim rotasına girerek bu yıkımdan kurtulabilir ve yaşayabilir. Türkiye’yi Kemalist Devrim temelinde yeniden kurmak, bir devrimdir. Türkiye, bu derinleşen krizden ve iç savaş sürecinden ya devrimle çıkacaktır veya bölünecek ve sömürgeleşecektir. Türkiye’yi bölünmekten kurtaracak, devrim dışında bir çözüm yoktur. Türkiye, hakim kurum ve ilişkilerle kendini koruyamaz, ancak çürüyen Küçük Amerika sistemini yıkarak ve Kemalist Devrim temelinde yeniden yapılanarak kendini savunabilir ve varlığını sürdürebilir. Yaşayabilmek için devrim zorunlu ve kaçınılmaz olmuştur.

22. Türk milleti ayağa kalktı. Cumhuriyet mitinglerinde ellerinde albayraklarla meydanlara yığılan milyonlar buhar olup uçmadı. Milletin o büyük gücü, tarihin pususundadır. Millet, ABD ve AB emperyalistlerinin Türkiye’yi bölme girişimlerini yaşadıkça, daha büyük güçle ve daha kararlı bir şekilde yeniden ayağa kalkacaktır. Kriz derinleştikçe, çok daha güçlü bir dip dalgası gelecektir. Hiç kimse, seçim sonuçlarına bakarak millete güvensizlik içine düşmesin. Büyük çıkışlar kör çıkmazlarda bulunur. Türkiye, büyük çözümü, yani Kemalist Devrim temelinde yeniden örgütlenme çözümünü, önümüzdeki kör çıkmazda yeniden keşfedecektir; İşçi Partisi’nin önderliği sayesinde keşfetmektedir.

23. Olumlu etklenleri de görmek gerekir. İçinde bulunulan siyasal, ekonomik, askeri ve kültürel ortam, düşmanın Polatlı önlerine kadar geldiği ortamdan daha kötü değildir. O zaman savaşta yenilmiştik, bitkindik ve işgal vardı. Şu an yenilmiş değiliz, gücümüz var ve işgale uğramış da değiliz. Dahası ABD Irak’ta büyük zorluklar içine batmıştır ve çevremizde güçlü bir ittifak birikimimiz var.

24. Muharebe kaybedildi, savaş kazanılacak. 22 Temmuz seçimi bir muharebedir. Türk milleti bağımsızlık mücadelesinde bir muharebeyi kaybetmiştir; ancak savaş devam etmektedir. Vatan savunması, tek bir muharebeden, tek bir mevziden ibaret değildir. Düşen, bir tepedir. Ancak tepeler yeniden ele geçirilecektir. Düşmanın döküleceği yeni denizler vardır, dökülecektir. Savaşı Türk milleti ve öncüsü olan İşçi Partisi kazanacaktır. Savaş, hattı müdafaa ile değil sathı müdafaa ile kazanılacaktır.

25. Çözüm, millet-ordu birlikteliğinde. 150 yıllık Türk Devrim tarihini, millet-ordu birlikteliği yazmıştır. Hele silahlı tehdidin geçerli olduğu koşullarda ordusuz millet ayak altında kalır. Bugün milleti ve orduyu, Türkiye Cumhuriyetini ve toplumu Atatürk Devrimi temelinde yenien kurmak için birleştirmek, esas görevdir.

26. Zorlukları yenmek için çetin mücadele. Partimiz, son seçimde hep önümüzdeki zorluklara vurgu yaptı. 23 Temmuz sabahı, bir kez daha o zorluklara uyandık. Önümüzde parti ve millet olarak, dağları delerek Ergenekon’dan çıkmak dışında bir çözüm bulunmuyor.

14
Ağu
07

Diyarbakır nerenin merkezi yapılacak?

 

14
Ağu
07

BAHÇELİ’NİN 9 SABIKASI

 Türkiye seçimini yapıyor. Sistem medya yolu ile Türkiye’ye CHP-MHP koalisyonunu sunuyor. Liderler seçim meydanlarında birbilerine ip atıyor. Türkiye’ye yönetmeye talip olan Devlet Bahçeli’nin geçmişine baktığımızda ise sabıbakısı oldukça kabarık. İşte iktidar koltuğu için yarışan Türkiye’nin kritik günlerinde önemli görevler üstlenen Devlet Bahçeli’nin dokuz sabıkası…1. SABIKA:
TÜRKİYE’Yİ AB KAPISINA BAĞLAMAK, KIBRIS VE EGE’Yİ VERMEK

Devlet Bahçeli’nin en büyük sabıkası, Türkiye’yi AB kapısına bağlayan Triumvira’nın içinde yer almasıdır. Devlet Bahçeli, Ecevit ve Mesut Yılmaz’la birlikte, 1999 yılı 10 Aralık günü son Türk devletinin adım adım tasfiye edilmesi, Türk milletinin parçalanması ve Atatürk Devrimi’nin yıkımauğratılması operasyonundaki görevlerini yerine getirdi ve AB Aday Üyelik Protokolu’na imzayı bastı.

2. SABIKA:
ABD KUKLASI BARZANİ DEVLETİNİN KURULUŞUNA HİZMET

Ecevit-Bahçeli hükümeti kurulduğunda, Çekiç Güç çoktan Türkiye’ye yerleşmişti. Kukla Devlet’in adım adım kurulması işini bundan böyle Ecevit-Bahçeli hükümeti yürütecekti.

26 Aralık 1998 günü Çekiç Güc’ün süresi, daha önce olduğu gibi 6 ay değil, 12 ay süreyle uzatılmıştı. Bir yılsonra 26 Aralık 1999 günü toplanan Meclis, süreyi altı ay daha uzattı.

3. SABIKA:
ÜÇ YIL GİZLENEN İKİZ SÖZLEŞMELERİ İMZALAMA SUÇU

Bahçeli’nin Başbakan Yardımcısı olduğu Bakanlar Kurulu, Türkiye’de halklara ayrı devlet kurma hakkı dahil;  bilinen azınlık haklarını tanıyan bu sözleşmeyi hükümet adına imzalaması için, Birleşmiş Milletler Daimi Delegesi Volkan Vural’a talimat verdi.

15 Ağustos 2000 tarihinde ‘Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme’ ile ‘Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme’ işte bu talimatla imzalanıyor. Ancak Bakanlar Kurulu’nun ve Bahçeli’nin bu büyük suçu, yine hükümetin kararıyla gizli tutuluyor.

4. SABIKA:
APO’YU ASACAĞIM VAADİYLE MİLLİYETÇİ TABANI KANDIRMAK VE OY AVCILIĞI

Devlet Bahçeli, ‘Apo’yu asacağız’ vaatleriyle oy topladı ve iktidara geldi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının ardından Bahçeli şu mesajı verd: “Karara herkes saygı duymalı. Bundan sonraki süreç neyi gerektiriyorsa o takip edilecektir “. Devlet Bahçeli, madem ABD ve AB’den gelen talimatlarla  Apo hakkında verilen kararı uygulatmayacaktı, niçin yıllarca şehit cenazelerinde o nutukları attı, neden ortamı kızıştırdı.

5. SABIKA:
KÜRESELLEŞMEYE VE IMF’YE TESLİM OLMAK

ABD ve AB’nin isteklerinin ve dayatmalarının dibi yok. Kemal Derviş cebinden 15 yasa ile geldi. Çiftçiyi ve köylüyü yıkıma götüren “15 günde 15 yasa” Devlet Bahçeli’nin, Ecevit’in ve Mesut Yılmaz’ın gayretleri ve talimatlarıyla çıkartıldı. Türkiye’nin finans sektörüne, sanayisine, tarımına ağır darbeler indirildi. Çiftçinin, sanayicinin, milli bankacılığın beli kırıldı.

6. SABIKA:
DEVLET BAHÇELİ’NİN TÜRKÇÜ DÜŞMANLIĞI

Devlet Bakanı Abdulhaluk Çay’ın genel başkanlığını yaptığı TÜDEV Vakfı  tarafından düzenlenen “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı”nın “sekizinci kurultayın KKTC’de yapılması” nı engelledi. Bahçeli, Kurultayın  KKTC’de toplanmasının, ABD’ye meydan okumak anlamına geleceğini biliyordu.

7. SABIKA:
KAREN FOGG’UN CASUSLUK FAALİYETLERİNİ GÖRMEZDEN GELMEK

AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi Karen Fogg’un, diplomatik görevlerinin dışına çıkarak, ülkemiz ve KKTC aleyhine bir casusluk şebekesi oluşturduğu,  Devlet Bahçeli’ye belgeleri ile bildirildi. Ancak, Bahçeli, hiçbir girişimde bulunmadı. Bu belgeler, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından kamuoyuna açıklandı.

8. SABIKA:
ABD TELAFER’İ BOMBALARKEN SUSMAK

Amerika Irak işgalinin ardından ikinci olarak Türkmen kenti Telafer’e girdi ve Türkmenleri katletti. ABD, Telefer’i bombalarken Devlet Bahçeli ağzını açmadı. Devlet Bahçeli bu katliam karşısında sessizlige gömüldü.

9. SABIKA:
ABD’NİN TALİMATI İLE ERKEN SEÇİM KARARI ALMAK
AKP’Yİ  HÜKÜMET YAPMA GÖREVİ

Bahçeli, Yılmaz ve Ecevit hükümetinin yerine AKP’yi iktidara getirmek üzere, 2002 yılının Temmuz’unda harekete geçti. Kemal Derviş’in açıklamaları ile başlatılan “erken seçim operasyonu” başarıya ulaşamadı. Ancak, Devlet Bahçeli, bu aşamada, 7 Temmuz 2002 günü; şaşırtıcı bir açıklama ile erken seçim yapılmasını istedi.

14
Ağu
07

TÜRKEŞ’İN “MİT’ÇİDİR” MEKTUBUNA BAHÇELİ SESSİZ

 MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş’in “Bahçeli MİT’çidir güvenmeyin” ifadesinin yer aldığı mektup, MHP’de tartışma konusu oldu. Alpaslan Türkeş, 26 Temmuz 1983 tarihinde yazdığı mektupta, Devlet Bahçeli’nin MİT’ten olduğunu belirtiyor ve bu nedenle ona güvenilmemesini istiyor. MHP’den aday olan Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş de mektubu doğrulamaştı. MHP yönetimi ise mektup karşısında sessizliğini koruyor.Alparslan Türkeş’in Gata’da tedavi gördüğü sırada yazdığı ve Devlet Bahçeli’ye karşı MHP’lileri uyardığı mektup, parti tabanında tartışılıyor. 26 Temmuz 1983 tarihli mektubunda “Devlet Bahçeli MİT’çidir, itimat etmeyin” diyen Alparslan Türkeş, ülkücülerin MİT’ten uzak durması gerektiğini söylüyor.

MİT’in ülkücüleri kullandığını söyleyen Türkeş, Bahçeli’nin de bir MİT’çi olduğunu ve ona güvenilmemesi gerektiğini yazıyor. Bahçeli’nin Aydınlık Türkiye Partisi’ni kurup MHP’ye karşı muhalefet yürüten Tuğrul Türkeş’i tekrar MHP’ye alması ve Ankara 1’inci bölge 1’inci sıradan aday göstermesinin ise, Bahçeli’nin iddiaları yatıştırmak için yaptığı söyleniyor.  

Alparslan Türkeş’in mektubu, MHP yönetimine muhalif internet sitelerinde yer alıyor. İnternet sitelerinde eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un, MHP’yle birlikte hareket etmesi Bahçeli’nin MİT’çi olduğunun bir kanıtı olarak sunuluyor. MHP yönetimi ise mektup karşısında sessizliğini koruyor.

14
Ağu
07

İP:22TEMMUZ SALDIRISINI İP DEFEDECEKTİR!

 Seçim sonuçlarıyla ilgili İşçi Partisi’nden yapılan açıklamada, 22 Temmuz muhaberesini ABD’nin kazandığı belirtilerek, “Kaybeden Türk milleti oldu ancak İşçi Partisi çok kısa sürede bu saldırıyı def edecektir” denildi. Açıklamada, “Vatan savunması savaşı, tek bir muharebeden, tek bir mevziiden ibaret değil. Düşen bir tepedir. Tepeler yeniden ele geçirilecektir” denildi.
İşçi Partisinden yapılan açıklamada, “BOP Eşbaşkanları Tayyipler ve Öcalanlar Mecliste. İktidarı da, muhalefeti de Amerika belirledi! Sistem seçmenini üretti: Kaybeden Türk Milleti oldu” denildi.

İşçi Partisi,’nin bu saldırıyı defedeceğinin belirtildiği açıklamada şöyle denildi:
“Türk Milleti, emperyalizme karşı tam bağımsızlık mücadelesinde onlarca belki de yüzlerce muharebeden biri olan 22 Temmuz mücadelesini kaybetti. 14 Nisan Tandoğan mitingi ile başlayan ve 9 Haziran Diyarbakır Birlik ve Kardeşlik Mitingi ile taçlanan büyük halk hareketine, emperyalizmin yanıtı olacaktı. Oldu da; karşı atak 22 Temmuz’da mevzi başarı kazandı. Ancak vatan savunması savaşı, tek bir muharebeden, tek bir mevziiden ibaret değil. Vatan savunması hattı müdafaa ile değil sathı müdafaa ile kazanılacaktır. Düşen bir tepedir. Ancak tepeler yeniden ele geçirilecektir. Düşmanın döküleceği yeni denizler vardır, dökülecektir.

Açıklamada, 40 tane Abdullah Öcalan’ın Meclise girdiği belirtilerek, “Bir yanda ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin görevlisi Tayyip Erdoğanlar, bir yanda diğer eşbaşkan Abdullah Öcalanlar… Diğer yanda ABD’nin stratejik memurları sahte “milliyetçiler”, sahte “laikler”… Milletimiz ve O’nun biricik öncüsü İşçi Partisi, çok kısa sürede bu saldırıyı defedecektir” denildi.

14
Ağu
07

SUSUZLUK, HÜKÜMETİN GÜNDEMİNDE YOK

 Ankara’daki su krizi, büyük bir bürokratik krizin de ortaya çıkmasına neden oldu. Büyükşehir Belediyesi’nin yarattığı kaosa, hükümet seyirci kaldı. Uzmanların salgın hastalık uyarılarına karşı mülki amirlikler de hiçbir önlem almıyor. Halk sağlığının tehlikeye girmesine rağmen konu Bakanlar Kurulu’nun gündeminde de yoktu. Hükümet Sözcüsü Mehmet Ali Şahin su sorununun gündemlerinde olmadığını açıkladı.

Ankara’daki su krizi büyüyor. Belediyecilik anlayışı yüzünden tepki toplayan Melih Gökçek, hatalı olmadığı konusunda ısrarlı. Kesintilerin bazı bölgelerde 15 güne kadar uzamasıyla ortaya çıkan salgın hastalık riskineyse hiçbir mülki amir kulak asmıyor.

Uzmanlar, salgın riskinin her geçen gün biraz daha arttığı uyarısını yaparken, Ankara’da hiçbir önlem alınmaması dikkat çekici.

Uzmanlara göre, yaklaşık 5 milyon insanın yaşadığı Ankara’da ortaya çıkacak bir salgın doğrudan hükümet sorunu. İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın da içinde bulunması gereken kriz yönetim merkezi ise ortada yok.

Ancak, ne hükümetin ne de ilgili bakanlıkların buna ilişkin bir girişimi bulunuyor. Buna karşın, yerel mülki amirlikler bile soruna kayıtsız.

Kesintiler sürecinde yapılan tek somut iş ise; su deposu bulunmayan okullara su deposu yaptırmak oldu. Ankara il sağlık müdürlüğünün çözümü ise suların kaynatılması. Ancak nereye kadar.

14
Ağu
07

200 BİN OY PUSULASI ELE GEÇİRİLDİ Mİ

 Seçimlerin ardından yirmi iki gün geçti ama sandık sonuçlarının açıklanmaması nedeniyle sonuçlar üzerindeki soru işareti hala ortadan kalkmadı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü seçimlerden önce ele geçirildiği iddia edilen 200 bin evet mührü basılı pusula hakkındaki sorularımıza net bir yanıt veremedi.
Güneş gazetesi yazarı Talat Atilla 24 Temmuz tarihli köşesinde, seçimlerden bir gün önce İstanbul polisi tarafından bir parti adına 200 bin evet mührü basılı seçim pusulası ele geçirildiğini ve bir ilçe emniyet müdürlüğünün bahçesinde imha edildiğini yazdı. Talat Atilla yazısında bu pusulaların Güngören, Bayrampaşa, Gaziosmanpaşa, Sultanbeyli, Samandıra ve Sarıgazi bölgesinden ele geçirildiğini de belirtti.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne “bir parti adına 200 bin evet mührü basılı seçim pusulasının ele geçirildiği iddiası doğru mudur?” diye sorduk. Emniyet topu Yüksek Seçim Kurulu’na attı. Haberde seçim pusulaların emniyet tarafından ele geçirildiği ve imha edildiği belirtildiği halde, emniyet sorunun muhatabının il seçim kurulu olduğunu belirtti.

Sandık sonuçlarının yirmi iki gün sonra halen açıklanmamış olması seçim sonuçları üzerindeki şüpheleri kuvvetlendiriyor. Köşe yazarları günlerdir sandık sonuçlarının açıklanmasını talep eden yazılar yazıyor.

Hürriyet gazetesi yazarı Yalçın Bayer, bugünkü yazısında Yüksek Seçim Kurulu başkanı Muammer Aydın’ın Cuma günü yaptığı açıklamanın yetersiz bulunduğunu aktarıyor. 2002 ve 2007’deki kayıtlı seçmen sayıları arasındaki 2 milyonluk çelişkinin Yüksek Seçim Kurulu tarafından açıklanması gerektiğini söylüyor.  

Milliyet gazetesi yazarı Melih Aşık da bugünkü köşesinde Muammer Aydın’ın kuşkuları gideremediğini yazdı. Melih Aşık, seçim kurulunu sandık sonuçlarını açıklamaya çağırdı.

14
Ağu
07

Gül bağımsızlara gidiyor!

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün, Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda CHP ve DSP’den istediği randevu taleplerine 10.30 itibarıyla henüz bir yanıt gelmedi. Bu arada TBMM’deki 3 bağımsız milletvekili Gül’ün görüşme talebine olumlu karşılayarak randevu verdiler.
CHP, Gül’ün randevu talebini, 13.00’da toplanacak Merkez Yönetim Kurulu toplantısında değerlendirecek. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, Başbakan Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanını “uzlaşı ile seçeceğiz” açıklamalarının arkasında durmadığını belirterek, Gül’e randevu vermeyeceği ifade ediliyor. Randevu için son karar MYK’da karara bağlanacak.
Diğer yandan, Gül’ün randevu talebinde bulunduğu DSP Genel Başkanı Zeki Sezer de partisinin 13 milletvekili ile bugün parti genel merkezinde bir araya gelecek.
Saat 13.00’da başlayacak toplantıda, Gül’ün adaylığı ve randevu talebi değerlendirilecek. Toplantının ardından bir açıklama yapılması bekleniyor.

-BAĞIMSIZLAR-

Öte yandan, Gül, Meclis’te bağımsız milletvekillerinin desteğini de arıyor. Gül, Meclis’te saat 13.30’da BBP Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun odasında bir araya gelecek. Gül ayrıca, Tunceli Bağımsız Milletvekili Kamer Genç ve Şanlıurfa Bağımsız Milletvekili Seyit Eyüpoğlu’yla da bugün öğleden sonra Meclis’te bir araya gelecek.
Rize Bağımsız Milletvekili Mesut Yılmaz Ankara dışında olması nedeniyle randevu saati belli olamadı

14
Ağu
07

Dünya medyasında Gül yorumu

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, tekrar Cumhurbaşkanı adayı olması, yurt dışında da geniş yankı buldu. Dünyanın önde gelen basın kuruluşları, Gül’ün bundan önceki adaylığında yaşananları hatırlatarak, Türkiye’de yeni bir krizin yaşanabileceği değerlendirmesinde bulundu.

-BBC: “GÜL YENİDEN ADAY OLDU”-

İngiliz yayın kuruluşu BBC, AKP’nin Cumhurbaşkanı adayı oyarak tekrar Gül’ü gösterdiğini belirtti. Haberde, Gül’ün daha önce seçilememesi nedeniyle erken seçime gidildiği ve seçim sonuçlarında AKP’nin ciddi bir çoğunluk elde etti kaydedildi. Haberde Gül’ün üçüncü turda seçilebileceği vurgulandı.

-FT: “KRİZ OLASILIĞI VAR”-

Financial Times gazetesi, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün tekrar Cumhurbaşkanı adayı olması nedeniyle Hükümet ile laik ve askeri elitler arasında yeni bir krizin yaşanabileceği değerlendirmesinde bulundu. Gül’ün daha önce Nisan ayında aynı görev için aday olduğu hatırlatılan haberde, o dönemde Türkiye’nin en ciddi siyasi krizlerinden birini yaşadığı yorumu yapıldı. Haberde, Abdullah Gül’ün AKP içinde oldukça popüler isimlerden biri olduğu ifade edildi.

-TIMES: “GÜL’ÜN SEÇİLMESİ KESİN GİBİ”-

Times gazetesi, Dışişleri Bakanı Gül’ün, AKP tarafından üç ay sonra yeniden Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterildiğine dikkat çektiği haberinde, Gül’ün bu kez seçilmesinin kesin gibi olduğu değerlendirmesinde bulundu. Gül’ün İngiltere’de eğitim aldığı vurgulanan haberde, Gül’ün daha önce aday gösterilmesinin ardından Ordu’dan tehditler geldiği, binlerce kişinin de sokaklarda protesto gösterileri yaptığı vurgulandı. gazete ayrıca AKP’nin Gül’ü tekrar aday göstermesinin orduya açık bir mesaj olarak değerlendirildiğini yazdı.

-NYT: “CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ YENİDEN ÇATIŞMA BAŞLATACAK”-

New York Times gazetesi ise Abdullah Gül’ün yeniden aday gösterilmesini “parti ve onun dindar takipçilerini Türkiye’nin laik kesimi ile bir koalisyon noktasına taşıdı” şeklinde değerlendirdi. Haberde, “Bu ay mecliste gerçekleştirilecek olan ve bir kaç turu bulması beklenen oylama ile yapılacak seçim, ülkenin gidişatını, İslami orta sınıfın 1923’ten beri Türk devletini kontrol eden laik kesimin karşısına çıkmak sureti ile değiştireceğe benziyor” değerlendirmesi yapıldı.
Öte yandan ABD’de yayın yapan CNN ve ABC gibi televizyon kanallarından yayınlanan haberlerde de Gül’ün yeniden aday gösterilmesinin bir gerginliğe neden olma ihtimali bulunduğu kaydedildi.

14
Ağu
07

Ardıç’tan Özdil’e ilginç yanıt!

Akşam yazarı Engin Ardıç, Hürriyet’in yeni transferi Yılmaz Özdil’in dünkü yazısına ilginç bir yolla karşılık verdi. Özdil, dün yayınladığı yazısında Ankara’daki su krizinin sorumluluğunu seçmene yüklemiş ve AKP seçmenine “bidon kafa” demişti. Engin Ardıç bu yazıya bugün Özdil’in “üslubuyla” yazarak karşılık verdi ve Özdil’i kolaycılık, sığlık ve fikisizlikle suçladı.

İşte, yeni bir polemik başlatacak gibi görünen o iki yazı..

Kolay yazı
ENGİN ARDIÇ – AKŞAM
14.08.2007Ben…

Bu işin…

Kolayını buldum arkadaş!

Bundan böyle…

Her kelime bir satır.

Köşe doldu mu kaçarım, kralını tanımam.

Bu piyasanın enayisi…

Ben miyim laayn?

Böyle yapıyorlar…

Söyleyecek lafı olmayanlar…

Bir de halk cahil ya,

Kolay okusunlar diye.

Halkın kapasitesini…

Zorlamayalım arkadaşlar…

“Kapasite” diye Frenkçe bir laf ettim,

Ulusalcı olmadı, özür dilerim…

Fakat laga lugayla

Yazı şişirmek ne kadar zormuş yahu…

Kolay olsun dedik

Daha zor oldu!

İçine de bir şey koymak şart,

Hepten bomboş kalmasın.

Fikire benzer bir şeyler lazım.

İşte buldum:

AKP’ye oy verdin, susuz kaldın…

Oh olsun sana,

Göbeğini kaşıyan,

Kısa bacaklı,

Kıllı ayı!

Bidon kafa…
YILMAZ ÖZDİL – HÜRRİYET
13.08.2007ŞARIL şarıl bedava su varken, baraj yapacağına, dünyanın en uzun borusunu döşeyip, taaa Rusyalardan en pahalı gazı getiriyor…

Depo yok.

Depo var…

Su yok.

Suyu bulsa…

Boru yok.

Boru döşese, o döşeyene kadar zaten su kuruyor.

*

Yani darılmayın ama, hakikaten Allah cezanızı versin be kardeşim.

*

Bakıyorum televizyonlara…

Şöhret olmuşsun yahu!

BBC, CNN hep seni gösteriyor.

Akmayan çeşme başında, elindeki boş bidonu kameraya sallayarak, “elim kırılsaydı” diye bağırıyorsun.

*

Hiç bağırma.

Senin paranla sana köfte ekmek ısmarladılar, hizmet sandın… Sudan ucuz senin oyun.

Hiç bağırma.

*

Düşün şöyle bir…

Maazallah CHP-MHP iktidar olsaydı, ne diyeceklerdi?

“Uğursuz bunlar…”

“Bereketsizler…”

“Geldiler, kuruttular…”

Demeyecekler miydi?

Diyeceklerdi.

Sen de kafanı emme basma tulumba gibi sallayarak, “he valla” demeyecek miydin?

Diyecektin.

Hatta, şu anda tek satır bile susuzluktan bahsetmeyen liboşları, satılık kalemleri okuyup okuyup, “şerefsiz bu laikler” demeyecek miydin öfkeyle?

Diyecektin.

Hiç bağırma.

*

Bak şimdi sen, çoluk çocuk kokarcaya döndün, Afrikalılar gibi fellik fellik yıkanacak dere arıyorsun…

Senin sırtından koltuk sahibi olanlar, borsa vurgunu yapanlar, ihale kapanlar, dolar-faiz volisi vuranlar ise, Perrier’le San Pellegrino’yla jakuzide banyo yapıyor, köpük köpük.

*

Reina’da sular kesik mi sanıyorsun, a benim bidon kafalım?

*

Şimdi iyi dinle…

Yap elini yumruk.

Şeytan kulağına kurşun der gibi vur bakayım kafana iki defa…

Ne duydun?

“Donk donk” di mi?

*

Sen önce onu doldur.

Su kolay

14
Ağu
07

Polis, geleceğini planlıyor!

Emniyet Genel Müdürlüğü’nde Strateji Geliştirme Üst Kurulu, polisin geleceğini şekillendirmek için genç müdürlerden ve amirlerden oluşturulduğu özel bir ekiple geniş kapsamlı bir çalışma yapıyor.
Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal’ın bizzat takip ettiği çalışmada 6 Strateji Geliştirme ve Planlama Gurubu oluşturuldu.
Teşkilat içinde alt kademe yöneticilerin kafasında bulunan geleceğe yönelik planların tartışılmasını ve hayata geçirilmesini amaçlayan yapılanma, polisin geleceğini şekillendirecek.
Poliste beyin fırtınası tekniğiyle geleceğin emniyet teşkilatını oluşturmayı amaçlayan oluşumun zirvesini merkezde Emniyet Genel Müdürü, Genel Müdür Yardımcıları ve Daire Başkanlarının oluşturduğu Strateji Geliştirme Kurulu’nun yapıyor. Alt kademe ise Adli ve Önleyici Hizmetler, Destek Birimler, İnsan Kaynakları, Uluslar arası İlişkiler, Denetim ve Danışma Hizmetleri ve Trafik Hizmetleri Strateji Geliştirme ve Planlama Grupların da ise her birimin görevli 2 üst, iki alt düzey yöneticisinin katılımıyla toplam 96 kişilik ekip polisin geleceğini oluşturmak için ayda 2 defa toplanıyor.
Alt kademede yapılan işlerin yansıdığı yöneticilerin, “Ya bu böyle yapılır mı?, ben bu teşkilatın başında olsam şöyle yapardım. Bu işin yapılması yada yapılmaması teşkilat için iyi oluyor yada olmuyor” gibi sözlerin üst kademeye iletilip çalışmaya dönmesini amaçlandığı ifade ediliyor.
23 Mayıs 2007 tarihinde Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal emriyle oluşturulan gruplar geçtiğimiz hafta ilk toplantılarını yaptı. Bu alt grup toplantılarının haftada 1’e kadar düşürüleceğini kaydeden emniyet yetkilileri, çıkan sonuç ve değerlendirmelerinde stratejiye dönmesi için makama sunulacağını bildirdiler

14
Ağu
07

‘Bütün Abdullah Gülleri savunmak zorundayız artık’

Bugün, 12:17“Turgut Özal’ın ülkeye yaptığı hizmetleri yok sayıp onu hakaret oklarına hedef kılan aynı kafaların, şimdi Abdullah Gül’ün ülkeye yaptığı hizmetleri yok sayıp, onu aşağılamaları, beni tüm Abdullah Güller’in yanına itiyor.”


Posta – Mehmet Barlas

“İşin içinden çıkamadığım zaman, Türk müziğinin ayrılmaz parçaları olan güftelere takılırım.

Bugünlerde de, Ali Rıfat Çağatay’ın Nihavend bestesiyle ölümsüzleşen Orhan Seyfi Orhon’un “Tereddüdüt”üne sarıldım: “Sarahaten, acaba, söylesem darılmaz mı? Darılmak adeti, bilmem ki çapkının naz mı? Desem ki: ‘Ben, seni…’ , yok, dinlemez ki, hiddet eder! Niçin? Bu sözde ne var? Sanki hiddet etse ne der?” Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı olup olmaması konusunda süregelen tartışma herhalde beni “Tereddüt”e bağımlı hale getirmiş olmalı. Örneğin ben de Gül’ün aday olmasını savunanlardanım. “Bütün Abdullah Güller’e yapılanlara “artık yeter” demek gerektiğini düşündüğüm için onun aday olma hakkını savunuyorum. Belki Adnan Menderes’i savunamadığım için, belki Süleyman Demirel’in iki kez darbeyle devrilmesi karşısında suskun kaldığım için, “artık yeter” diyorum.Artık yeter

Turgut Özal’ın ülkeye yaptığı hizmetleri yok sayıp onu hakaret oklarına hedef kılan aynı kafaların, şimdi Abdullah Gül’ün ülkeye yaptığı hizmetleri yok sayıp, onu aşağılamaları, beni tüm Abdullah Güller’in yanına itiyor. “28 Şubat bin yıl sürecek” diyenlerin, bugünün dünyasında takvimlere değil saatlerine bakmaları gerektiğini düşündüğüm için, Gül’ü savunuyorum. Ayrıca takvimlerde nasıl “27 Nisan e-muhtırası” varsa, aynı takvimlerde “22 Temmuz seçimi” de var olduğu için, “Gül aday olmamalı” diye tutturanları dinlerken, disk çalara “Tereddüt”ü koyuyorum. Çünkü onlar söylemek istediklerini “Sarahaten” söylemiyorlar. Cumhuriyet döneminde Abdülhamit paşaları gibi davranıyorlar. Karınlarından konuşuyorlar. Onlar bu karından konuşmaları ile siyasi hayatının zirvesindeyken Abdüllatif Şener’i de “Cumhuriyet Muhafızı” rolüne soyundurup, partisinden kopartmadılar mı? Mesela Cumhurbaşkanı adayı Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk olsa, bu beni mutlu eder. Veya Hikmet Çetin Cumhurbaşkanı olsa, ben de derin bir nefes alırım. Bilirim ki bu isimler de, Türkiye’nin Avrupa Birliği yolundaki ilerleme çabalarını, Çankaya’daki tribünden izlemeyecekler.Tereddüdüm acaba…

Ancak Engin Ardıç’ın da söylediği gibi “yüzde 20 oy alıp yüzde 80’lik konuşanlar”ın, halkı yok saymalarını kabul edemiyorum. Biliyorum ki, Abdullah Gül başı kapalı bir hanımla evli olmasaydı ve bekar olsaydı, aynı çevreler yine “O olamaz” diyeceklerdi. 1960’ta Prof. Ali Fuat Başgil cumhurbaşkanı adayı olmayı düşündüğü için onu yurt dışında yaşamaya zorlayan kafalar, bu defa bekar Abdullah Gül’ü “Neden evli değilsin” diye sorgulayacaklardı. Bu düşünceler arasında IPod’umda yine “Tereddüt”ü buluyorum. Önce Münir Nurettin Selçuk’tan, sonra da İnci Çayırlı’dan dinliyorum. “Desem ki: ‘Ben, seni pek…’ Ya kızar, konuşmazsa? Derim: ‘Bu çektiğim insaf edin, eğer azsa…’ Desem ki: ‘Ben, seni pek çok…’ hayır, kızar bilirim, Tereddüdüm acaba hiddetinden az mı elim? “ŞAKA

CHP için kömürü stoklama zamanıdır…

TKİ Genel Müdürlüğü kömür satış fiyatlarına 4 yıldan bu yana zam yapmamış. TKİ tarafından üretilip satılan kömürlerin KDV hariç FOB (üretim-satış noktasında teslim) satış fiyatları 24 YTL/ton ile 155 YTL/ton arasında değişiyor. Hazır fiyatlar uygunken bence CHP’de şimdiden 30-40 milyon ton kömür alıp, gelecek seçimler için hazırlığa başlasa iyi olur. Tabii gerçekten seçimi AK Parti’nin dağıttığı kömürler yüzünden kaybettiklerine inanıyorlarsa bunu yapmalılar.Siyasetin en zor haftası

Siyasetin özellikle bu coğrafyada ne kadar fazla riskler içeren bir meslek olduğunu herhalde aklı başında olan herkes görüyor. Gerçekten bekara karı boşamak kolaydır. Tribünde oturup “Ben olsaydım şöyle yapardım” şeklindeki cümleleri kurmak ve siyasi sorumluluk taşıyan insanlarla akıl yarışına girişmek, elbet de keyifli bir iştir. Ama kendinizi Tayyip Erdoğan’ın ve Abdullah Gül’ün yerine koymayı denerseniz, siyasetin size yüklediği riskleri biraz olsun anlayabilirsiniz. Bu hafta gerçekten zor ve gergin bir hafta olacak. Bu hafta alınan karar sonrasında, “Keşke başka türlü karar alsaymışız” demek imkanı bulunmayacak. Allah herkese akıl, itidal, öngörü yeteneği ve doğru kararı alma becerisi versin.”

14
Ağu
07

PKK’nın Oyunu

Kanlı terör örgütü PKK hem hain pusular kuruyor hem de dünyaca ünlü medya kuruluşlarını kampında ağırlayıp propoganda yapıyor.

Reklam Alanı

 

Türk Silahlı Kuvvetleri sınıra takviye yapıp Ankara’da terörle ilgili kritik görüşmeler yapılırken, PKK “Halkla İlişkiler” atağına kalktı.

Teröristler bir yandan uzaktan kumandalı mayınlarla hain pusular kurarken bir yandan da Kandil Dağı’na dünyanın önde gelen gazete ve ajanslarını götürüp kendisini masum ve güçlü göstermeye çalışıyor.

Önceki gün El Cezire televizyonu PKK’nın Kandil Dağı kampından görüntüler yayınlarken dün de bu kez Financial Times muhabiri PKK’lılarla birlikte idi.

Dünya basınının kendilerine gösterdiği ilgiden memnun olan teröristler bugün de Fransız Haber Ajansı AFP’ye poz verdiler.

Terör örgütüne üye militanlar, gördükleri ilgiyle şımararak Kandil Dağı’ndaki yaşamlarını abartarak sergilediler.

Fotoğraflarda kendilerine güçlü bir imaj yansıtmaya çalışan teröristlerin pozları tüm dünyaya servis edildi…

Milliyet

14
Ağu
07

Matrix’ten fırlayan 2 yazar: Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun

Hürriyet yazarları, bir arada ele alınmayacak kadar zıt karakter ve düzey farklılıkları taşıyan bir kadrodan oluşuyor. Biz sadece incelemek için çoğu gazetede benzerleri bulunan ve topluma gerilim pompalayan 2 prototip seçtik.

Ajan Smith ve Ajan Brown veya

Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun

Matrix filminde Neo ve Morpheus‘un takımı, Matrix‘i bir arada tutan ana yapıyı kırıp insanları bu sanal ortamdan kurtarmaya çalışır. Ancak Ajan Smith ve Ajan Brown, Neo ve arkadaşlarını engellemeye çalışır, iki âlemi onlara dar ederler. Bu ajanları siyah gözlükleriyle mutlaka hatırlayacaksınız.

Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun ikilisi Matrix‘te oynamış olsalardı belki de en iyi bu rollere otururlardı. Hele Emin Çölaşan“a siyah gözlüğünü takın, Hugo Weaving (Ajan Smith) hırsından çatlardı.

Fakat bizim Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun‘un siyah gözlükleri gerçekten “is”le sırlı. Dıştan bakıldığında hiçbir şey yansıtmayan iki mat cam.

Gözlük takılıp, içten bakıldığında ise cama akseden, gözlüğü takanın iç dünyası, korkuları ve vehimleri.

Emin Çölaşandan başlayalım:

30 yıllık köşe yazarlığı yaşamında analizlere dayalı, matematiksel ve felsefi argümanlarla desteklenmiş hiçbir yazı yazamadı. Henüz dipnotlu bir yazısı tespit edilemedi.

Çok okunuyor. Bazı internet sitelerinin okuyucu artırmak için erotizme sığınması gibi yüzeysel muhalefetinde sağa sola “küfür” savurarak okuyucu topluyor.

Hani sokak arasında içkiyi fazla kaçıran bir adamın, bağırıp çağırarak tüm mahalleyi pencerelere toplaması gibi.

Sağ da sol da bugün gene kime küfretmiş diyerek köşesini okuyor.

(Halkımız maalesef biraz küfürbâzdır)

Bildiği tek dil Türkçedir. Ama Türk dilinde kullandığı sözcükler web’te argopedya‘daki argo kelimelerle sınırlıdır.

Onun ve cephedaşlarının dışındaki herkes “Liboş, dönek, mütareke basını, mandacı, satılmış, aymaz, işbirlikçi, sapkın, mürteci…” sözcüklerinden biriyle yaftalanır.

Uçaktan korktuğundan Ankara’dan çıkamıyor. Mecburen bilgi ve görgüsünü Kızılay ve Ulus meydanlarında gezerek, Ankara Etnografya Müzesi’ni inceleyerek artırıyor.

En ciddi alıntıları basından ve “minik kuş” (Artık iri bir şahin) lakaplı kendi haber ajansındandır. Hasan Mutlucan’a bayılır, yalnızca emekli asker hatıraları okur. Kalan vaktinde gelen dosyaları tasnif eder.

Ertuğrul Özkök aslında yazarlarının sorununu bilir.

Seçimlerden sonra Emin Çölaşan “Meğer biz ayda yaşıyormuşuz” deyince, Özkök yazısında cevap verir:

“Hayır ayda değil, sadece kendi mahallende yaşıyorsun. Kafanı oradan dışarı çıkarmıyorsun. Dünyayı, kendin gibi düşünen üç beş arkadaşın, senin mahallende oturan azgın azınlığın üç beş faksından, e-postasından ibaret sanıyorsun. Mesele bu.” Der.

Bu cümle Hürriyet’in dramını anlatan belki de en anlamlı açıklama.

İşte Özkök’ün “Astronot Emin”i böyle bir araştırmacı gazetecidir. Ve tüm kerameti sırtını dayadığı haki yeşil kumaştan mamul, yaylı, derin koltuktan kaynaklanmaktadır.

Görüntüsü entelektüelden çok asabi ve kavgacı, eli levyesinde bir minibüs şoförünü andırmaktadır. Bu nedenle kalemi, “levye” misyonu taşır.

Yazılarında şimdiye kadar Türkiye’nin sorunlarını çözmeye yönelik tek bir olumlu cümle bulunamamaktadır. Sürekli “höykürerek” eleştirir. Yazılarına bakarak Türkiye’yi tanımaya kalkarsanız 50 yıldır Türkiye’nin bir adım bile ilerlemediğini düşünmeniz gerekir. Ona göre Türkiye’de 1950’den beri taş üstüne taş konmamıştır. En son taşı Milli Şefimiz koymuştur.

Özkök, Çölaşan hakkında seçim sonrası şöyle der:

“Köşelerden verilen ucuz kavgalar, şahsi kahramanlık menkıbeleri, “Bir tek ben dürüstüm, geriye kalan herkes namussuz” babalanmaları bir günde demode oldu.
Hakaret, aşağılama, belgesiz suçlama, oduncu baltası gibi durmadan “adam dövme” kültürü, daha doğrusu kültürsüzlüğü hüsrana uğradı.
“Tanrı yazarlar” için de artık ölümlüler katına inme zamanı geldi.”

Özkök, bir yandan böyle der, diğer yandan “mahalleye” bir başka “Ajan Brown” daha ithal eder.

Kredibilitesindeki göçük ve çöküş göz önüne alınarak Çölaşan’ın önceden Rahmi Turan’la yedeklendiği gibi Yılmaz Özdil’le de Bekir Coşkun “tandem”lenir.

Ertugrul Özkök, Yılmaz Özdil transferiyle toplumsal uzlaşmaya değil, “Gerilim Jeneratörlerine” taraf olduğunu ortaya koymuştur. Ve köşesindeki yakınmaların “takiye” olduğunu kanıtlamıştır.

Artık ne söylese boş!

Oysa Türkiye’de akıl, liyakat ve düzeye göre köşe yazarları paylaşılsaydı bu üç yazarın (Çölaşan, Coşkun ve Özdil) yazabileceği yegâne gazete “Sözcü” olurdu.

Bekir Coşkun: O da Matrix‘teki Ajan Brown”a tekabül ediyor. Ajan Smith“in kurnazı. Yılmaz Özdil‘in prototipi.

Halkın içinden çıktı. Urfalı. Yani doğuştan beyaz Türk değil. Ama Hürriyet marka çamaşır suyunda yıllana yıllana Michael Jackson’ı aşkın bir beyazlığa erişti. Artık full aksesuar bir beyaz Türk.

Menderes, Özal ve Erdoğan’ı, Demirel’le aynı kalibre ve safta ele alabilecek kadar gözü ve gözlüğü kara.

Ona göre de 1950’lerden sonra taş taş üstüne konmamış.

Eleştirileri tamamen yüzeysel bulgulara, sözcük oyunlarına ve demagojiye dayanıyor.

Birkaç örnek:

“Çünkü siz de yazın ortasında size su veremeyen, ama kömür verenleri takdir edip oy verdiniz”

Yani susuzluğa layıksınız çünkü AKP’ye oy attınız, oh olsun! der.

“Başbakan ve destekçilerine göre her şeydir; euro, dolar, para, faiz, hisse, káğıt, senet, borsa…”

Ona göreyse bunların önemi hiçtir. Laikliğe ve Atatürk’e gizlediği oligarşik diktatörlük ise her şeydir!

22 Temmuzdan önce şöyle der:
“Demokrasi turnaları yola çıktılar. Bir hesaba göre 5 milyon insan, kayıtlı oldukları seçim sandıklarının olduğu yerlere doğru göç edecek. Bu dünya demokrasi tarihinde bir ilktir. Şarkılar söyleye söyleye, varlıklarını sürdürebilmek için, geleceklerini korumak için, çocukları için geliyorlar.
Bölük bölük…Alay alay…Kanat çırpıyorlar, var güçleriyle çabalıyorlar, şarkılar söylüyorlar her şeye rağmen. Yüreklerinde azim var. Yollar zor olabilir. Olsun… Alay alay demokrasi turnaları”

Seçim sonuçları belli olunca ise halka demediğini bırakmaz.

“saf seçmen” Türk halkı için en hafif tabiridir.

“Başka değerleri yok… Türk demokrasisinin aslı diktatörlüktür.”

“Çünkü demokrasi, bilinçte aşağı-yukarı eşit insanların rejimidir. Bir toplumun çoğunluğu “göbeğini kaşıyan adam” ise, orada demokrasi olmaz, olamaz… “

Seçmen istediği gibi oy atmadığında demokrasimiz anında diktatörlüğe döner. Halk ise “göbeğini kaşıyan adam”dır. (Muhtemelen ne ailesinde ne de yakınlarında “Göbeğini kaşıyan” bir “halk-çocuğu” yok!)

“Literatüründe “Beni bu eşeklerin peşinde gitmek öldürür” gibi bir özeleştiri olan deve yine kurtuldu sayılır.”

“Fareli köydür burası. Yine kaval sesi geliyor.”

Halk, arzu ettiği liderin peşinde gitmeyince hepsini fareye benzetmekten kaçınmaz.

Başbakanın ona göre “zırnık devlet bilinci” yoktur, “”cahil cesareti”” vardır. Ve “Çıkarttığı yasalarla rejimin üzerine binecektir.”

Halka öğüt verir:
“Siz siz olun, o at kadar özgür olun…” der ama zannediyoruz at başka birilerini sırtından attı!

Bu iki yazar Özkök’ün açık seçik ifadesiyle tüm medyadaki “Hakaret, aşağılama, belgesiz suçlama, oduncu baltası gibi durmadan “adam dövme” kültürü, daha doğrusu kültürsüzlüğü” temsil eden geniş bir yelpazeyi modelliyorlar.

Bu tür yazarlar “Gerilim Üretim Merkezi” “Gerilim Jeneratörü” gibi çalışmakta toplumu provoke etmekteler.

Ve bu yazarlar paranoyakça “Cumhuriyet elden gidiyor, Şeriat geldi, devlet göçtü, Türkiye satıldı, tehlikenin farkında mısınız?…vs.” korkularıyla en gür sesli megafonlar olan Hürriyet köşelerinden topluma gerilim, cepheleşme ve korku seslendirip “gerçek bölücülüğe” hizmet ediyorlar.

Bunlara en iyi yanıtı bir Hürriyet yazarından-Rahmetli Yavuz Gökmen-aktarıyoruz:

Kafalardaki sansürü kaldırabilmenin tek şartı tabuları yıkmaktan geçer. Çünkü kafadaki sansür, bizatihi tabuların ta kendileridir.

Eğer kafanızda şu ya da bu şekilde tartışamayacağınız ve tartışılmasına da rıza gösteremeyeceğiniz tabular varsa o zaman, önce kendinize, sonra başkalarına sansür koyarsınız.

Yaratıcı olamaz, bilakis yaratılan her şeye düşman olursunuz.

Yaratıcılığı geliştiren her şey, sanat, bilim, cinsellik ve özgürlük sizin için kanlı düşmanlardır. Gerici ilan ettiklerinizden de geride olduğunuzu fark edemez duruma gelirsiniz.

Kafaların dışını açmaya, tesettürü kaldırmaya çalışırken, kendi kafalarınızın içindeki örtüyü göremez, tesettürünüzü kavrayamazsınız. Çaresizlik içinde, herkese, her şeye kızar köpürürsünüz.

Sirkeniz, küpünüze armağan olsun!”

(Yavuz Gökmen, 25 Temmuz 1997)

Hürriyet’in eksiklikleri?

Yayın politikası yalan ve siyaset mühendisliğinden arındırılmalı.

Yazar kadrosundaki şu boşluklar mutlaka dolmalı:

Yavuz Gökmen’in eksikliği,

Siyaset yazan Ahmet Altan hakperestliği,

Umur Talu demokratlığı,

Emre Aköz sorgulayıcılığı,

Hasan Cemal cesareti,

Taha Akyol dengesi,

Perihan Mağden aykırı eleştiriciliği

ve Hürriyet’in dışladığı muhafazakâr kitleyi seslendirecek güçlü, yetkin bir kalem.

Özkök, bu devrimleri yapmadıkça

“Hürriyet, Türkiye’dir”

“Hürriyet, Türkiye”nin temel direklerinden biridir.”

“Biz 70 milyonluk bir aileyiz.”

Sözleri yalnızca Beyaz Türkiye, Beyaz Türkler ve Beyaz gettolar için geçerli olacaktır.

Evet, şu anki haliyle Türkiye’nin “Gerilim Üretim Merkezi” i olan Hürriyet, bu konumunu sürdürdüğü sürece Aydın Doğan‘ın ülkesini ve milletini sevdiği konusunda olumlu konuşmakta herkes zorlanacaktır!

14
Ağu
07

Matrix’ten fırlayan 2 yazar: Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun

Hürriyet yazarları, bir arada ele alınmayacak kadar zıt karakter ve düzey farklılıkları taşıyan bir kadrodan oluşuyor. Biz sadece incelemek için çoğu gazetede benzerleri bulunan ve topluma gerilim pompalayan 2 prototip seçtik.

Ajan Smith ve Ajan Brown veya

Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun

Matrix filminde Neo ve Morpheus‘un takımı, Matrix‘i bir arada tutan ana yapıyı kırıp insanları bu sanal ortamdan kurtarmaya çalışır. Ancak Ajan Smith ve Ajan Brown, Neo ve arkadaşlarını engellemeye çalışır, iki âlemi onlara dar ederler. Bu ajanları siyah gözlükleriyle mutlaka hatırlayacaksınız.

Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun ikilisi Matrix‘te oynamış olsalardı belki de en iyi bu rollere otururlardı. Hele Emin Çölaşan“a siyah gözlüğünü takın, Hugo Weaving (Ajan Smith) hırsından çatlardı.

Fakat bizim Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun‘un siyah gözlükleri gerçekten “is”le sırlı. Dıştan bakıldığında hiçbir şey yansıtmayan iki mat cam.

Gözlük takılıp, içten bakıldığında ise cama akseden, gözlüğü takanın iç dünyası, korkuları ve vehimleri.

Emin Çölaşandan başlayalım:

30 yıllık köşe yazarlığı yaşamında analizlere dayalı, matematiksel ve felsefi argümanlarla desteklenmiş hiçbir yazı yazamadı. Henüz dipnotlu bir yazısı tespit edilemedi.

Çok okunuyor. Bazı internet sitelerinin okuyucu artırmak için erotizme sığınması gibi yüzeysel muhalefetinde sağa sola “küfür” savurarak okuyucu topluyor.

Hani sokak arasında içkiyi fazla kaçıran bir adamın, bağırıp çağırarak tüm mahalleyi pencerelere toplaması gibi.

Sağ da sol da bugün gene kime küfretmiş diyerek köşesini okuyor.

(Halkımız maalesef biraz küfürbâzdır)

Bildiği tek dil Türkçedir. Ama Türk dilinde kullandığı sözcükler web’te argopedya‘daki argo kelimelerle sınırlıdır.

Onun ve cephedaşlarının dışındaki herkes “Liboş, dönek, mütareke basını, mandacı, satılmış, aymaz, işbirlikçi, sapkın, mürteci…” sözcüklerinden biriyle yaftalanır.

Uçaktan korktuğundan Ankara’dan çıkamıyor. Mecburen bilgi ve görgüsünü Kızılay ve Ulus meydanlarında gezerek, Ankara Etnografya Müzesi’ni inceleyerek artırıyor.

En ciddi alıntıları basından ve “minik kuş” (Artık iri bir şahin) lakaplı kendi haber ajansındandır. Hasan Mutlucan’a bayılır, yalnızca emekli asker hatıraları okur. Kalan vaktinde gelen dosyaları tasnif eder.

Ertuğrul Özkök aslında yazarlarının sorununu bilir.

Seçimlerden sonra Emin Çölaşan “Meğer biz ayda yaşıyormuşuz” deyince, Özkök yazısında cevap verir:

“Hayır ayda değil, sadece kendi mahallende yaşıyorsun. Kafanı oradan dışarı çıkarmıyorsun. Dünyayı, kendin gibi düşünen üç beş arkadaşın, senin mahallende oturan azgın azınlığın üç beş faksından, e-postasından ibaret sanıyorsun. Mesele bu.” Der.

Bu cümle Hürriyet’in dramını anlatan belki de en anlamlı açıklama.

İşte Özkök’ün “Astronot Emin”i böyle bir araştırmacı gazetecidir. Ve tüm kerameti sırtını dayadığı haki yeşil kumaştan mamul, yaylı, derin koltuktan kaynaklanmaktadır.

Görüntüsü entelektüelden çok asabi ve kavgacı, eli levyesinde bir minibüs şoförünü andırmaktadır. Bu nedenle kalemi, “levye” misyonu taşır.

Yazılarında şimdiye kadar Türkiye’nin sorunlarını çözmeye yönelik tek bir olumlu cümle bulunamamaktadır. Sürekli “höykürerek” eleştirir. Yazılarına bakarak Türkiye’yi tanımaya kalkarsanız 50 yıldır Türkiye’nin bir adım bile ilerlemediğini düşünmeniz gerekir. Ona göre Türkiye’de 1950’den beri taş üstüne taş konmamıştır. En son taşı Milli Şefimiz koymuştur.

Özkök, Çölaşan hakkında seçim sonrası şöyle der:

“Köşelerden verilen ucuz kavgalar, şahsi kahramanlık menkıbeleri, “Bir tek ben dürüstüm, geriye kalan herkes namussuz” babalanmaları bir günde demode oldu.
Hakaret, aşağılama, belgesiz suçlama, oduncu baltası gibi durmadan “adam dövme” kültürü, daha doğrusu kültürsüzlüğü hüsrana uğradı.
“Tanrı yazarlar” için de artık ölümlüler katına inme zamanı geldi.”

Özkök, bir yandan böyle der, diğer yandan “mahalleye” bir başka “Ajan Brown” daha ithal eder.

Kredibilitesindeki göçük ve çöküş göz önüne alınarak Çölaşan’ın önceden Rahmi Turan’la yedeklendiği gibi Yılmaz Özdil’le de Bekir Coşkun “tandem”lenir.

Ertugrul Özkök, Yılmaz Özdil transferiyle toplumsal uzlaşmaya değil, “Gerilim Jeneratörlerine” taraf olduğunu ortaya koymuştur. Ve köşesindeki yakınmaların “takiye” olduğunu kanıtlamıştır.

Artık ne söylese boş!

Oysa Türkiye’de akıl, liyakat ve düzeye göre köşe yazarları paylaşılsaydı bu üç yazarın (Çölaşan, Coşkun ve Özdil) yazabileceği yegâne gazete “Sözcü” olurdu.

Bekir Coşkun: O da Matrix‘teki Ajan Brown”a tekabül ediyor. Ajan Smith“in kurnazı. Yılmaz Özdil‘in prototipi.

Halkın içinden çıktı. Urfalı. Yani doğuştan beyaz Türk değil. Ama Hürriyet marka çamaşır suyunda yıllana yıllana Michael Jackson’ı aşkın bir beyazlığa erişti. Artık full aksesuar bir beyaz Türk.

Menderes, Özal ve Erdoğan’ı, Demirel’le aynı kalibre ve safta ele alabilecek kadar gözü ve gözlüğü kara.

Ona göre de 1950’lerden sonra taş taş üstüne konmamış.

Eleştirileri tamamen yüzeysel bulgulara, sözcük oyunlarına ve demagojiye dayanıyor.

Birkaç örnek:

“Çünkü siz de yazın ortasında size su veremeyen, ama kömür verenleri takdir edip oy verdiniz”

Yani susuzluğa layıksınız çünkü AKP’ye oy attınız, oh olsun! der.

“Başbakan ve destekçilerine göre her şeydir; euro, dolar, para, faiz, hisse, káğıt, senet, borsa…”

Ona göreyse bunların önemi hiçtir. Laikliğe ve Atatürk’e gizlediği oligarşik diktatörlük ise her şeydir!

22 Temmuzdan önce şöyle der:
“Demokrasi turnaları yola çıktılar. Bir hesaba göre 5 milyon insan, kayıtlı oldukları seçim sandıklarının olduğu yerlere doğru göç edecek. Bu dünya demokrasi tarihinde bir ilktir. Şarkılar söyleye söyleye, varlıklarını sürdürebilmek için, geleceklerini korumak için, çocukları için geliyorlar.
Bölük bölük…Alay alay…Kanat çırpıyorlar, var güçleriyle çabalıyorlar, şarkılar söylüyorlar her şeye rağmen. Yüreklerinde azim var. Yollar zor olabilir. Olsun… Alay alay demokrasi turnaları”

Seçim sonuçları belli olunca ise halka demediğini bırakmaz.

“saf seçmen” Türk halkı için en hafif tabiridir.

“Başka değerleri yok… Türk demokrasisinin aslı diktatörlüktür.”

“Çünkü demokrasi, bilinçte aşağı-yukarı eşit insanların rejimidir. Bir toplumun çoğunluğu “göbeğini kaşıyan adam” ise, orada demokrasi olmaz, olamaz… “

Seçmen istediği gibi oy atmadığında demokrasimiz anında diktatörlüğe döner. Halk ise “göbeğini kaşıyan adam”dır. (Muhtemelen ne ailesinde ne de yakınlarında “Göbeğini kaşıyan” bir “halk-çocuğu” yok!)

“Literatüründe “Beni bu eşeklerin peşinde gitmek öldürür” gibi bir özeleştiri olan deve yine kurtuldu sayılır.”

“Fareli köydür burası. Yine kaval sesi geliyor.”

Halk, arzu ettiği liderin peşinde gitmeyince hepsini fareye benzetmekten kaçınmaz.

Başbakanın ona göre “zırnık devlet bilinci” yoktur, “”cahil cesareti”” vardır. Ve “Çıkarttığı yasalarla rejimin üzerine binecektir.”

Halka öğüt verir:
“Siz siz olun, o at kadar özgür olun…” der ama zannediyoruz at başka birilerini sırtından attı!

Bu iki yazar Özkök’ün açık seçik ifadesiyle tüm medyadaki “Hakaret, aşağılama, belgesiz suçlama, oduncu baltası gibi durmadan “adam dövme” kültürü, daha doğrusu kültürsüzlüğü” temsil eden geniş bir yelpazeyi modelliyorlar.

Bu tür yazarlar “Gerilim Üretim Merkezi” “Gerilim Jeneratörü” gibi çalışmakta toplumu provoke etmekteler.

Ve bu yazarlar paranoyakça “Cumhuriyet elden gidiyor, Şeriat geldi, devlet göçtü, Türkiye satıldı, tehlikenin farkında mısınız?…vs.” korkularıyla en gür sesli megafonlar olan Hürriyet köşelerinden topluma gerilim, cepheleşme ve korku seslendirip “gerçek bölücülüğe” hizmet ediyorlar.

Bunlara en iyi yanıtı bir Hürriyet yazarından-Rahmetli Yavuz Gökmen-aktarıyoruz:

Kafalardaki sansürü kaldırabilmenin tek şartı tabuları yıkmaktan geçer. Çünkü kafadaki sansür, bizatihi tabuların ta kendileridir.

Eğer kafanızda şu ya da bu şekilde tartışamayacağınız ve tartışılmasına da rıza gösteremeyeceğiniz tabular varsa o zaman, önce kendinize, sonra başkalarına sansür koyarsınız.

Yaratıcı olamaz, bilakis yaratılan her şeye düşman olursunuz.

Yaratıcılığı geliştiren her şey, sanat, bilim, cinsellik ve özgürlük sizin için kanlı düşmanlardır. Gerici ilan ettiklerinizden de geride olduğunuzu fark edemez duruma gelirsiniz.

Kafaların dışını açmaya, tesettürü kaldırmaya çalışırken, kendi kafalarınızın içindeki örtüyü göremez, tesettürünüzü kavrayamazsınız. Çaresizlik içinde, herkese, her şeye kızar köpürürsünüz.

Sirkeniz, küpünüze armağan olsun!”

(Yavuz Gökmen, 25 Temmuz 1997)

Hürriyet’in eksiklikleri?

Yayın politikası yalan ve siyaset mühendisliğinden arındırılmalı.

Yazar kadrosundaki şu boşluklar mutlaka dolmalı:

Yavuz Gökmen’in eksikliği,

Siyaset yazan Ahmet Altan hakperestliği,

Umur Talu demokratlığı,

Emre Aköz sorgulayıcılığı,

Hasan Cemal cesareti,

Taha Akyol dengesi,

Perihan Mağden aykırı eleştiriciliği

ve Hürriyet’in dışladığı muhafazakâr kitleyi seslendirecek güçlü, yetkin bir kalem.

Özkök, bu devrimleri yapmadıkça

“Hürriyet, Türkiye’dir”

“Hürriyet, Türkiye”nin temel direklerinden biridir.”

“Biz 70 milyonluk bir aileyiz.”

Sözleri yalnızca Beyaz Türkiye, Beyaz Türkler ve Beyaz gettolar için geçerli olacaktır.

Evet, şu anki haliyle Türkiye’nin “Gerilim Üretim Merkezi” i olan Hürriyet, bu konumunu sürdürdüğü sürece Aydın Doğan‘ın ülkesini ve milletini sevdiği konusunda olumlu konuşmakta herkes zorlanacaktır!

14
Ağu
07

ABD Kuzey Irak’ı da boşaltacak mı?.

Bizim basının Amerikan görüşlerini yansıtmakla ünlü dış politika yorumcuları yazmaya başladılar.. Diyorlar ki, ABD Irak”tan çekilmeye hazırlanıyor. Bu nedenle, BM”nin Irak”taki rolünü arttırmaya çalışıyor.  ABD Irak”tan çekilince, bölgede dengeler yeniden oluşacak. Örneğin Irak komşularıyla, bu arada Türkiye ile baş başa kalacak.  Bu durumda Türkiye Irak”a öncelikle PKK sorunu açısından bakamaz. Büyük görüntüyü hesaba katması gerekir. Yoksa oyunun dışında kalır.. *        *        *          Nedir bu “hesaba katılması gerekir” denilen büyük görüntü? ABD”nin Büyük Ortadoğu Projesi değil mi?           Bu proje Türkiye”ye nasıl bir oyun rolü biçiyor olmalı ki, oyunda kalmak için Irak ile ilişkilerde PKK”ya öncelik veremeyecek?          Bu sorunun yanıtı, öncelikle bir başka sorunun yanıtlanmasını gerektiriyor: ABD Irak”tan çekilince Kuzey Irak”ı da boşaltmış olacak mı?          Yanıt “evet” değildir. ABD”de birbiri ardına yayınlanan düşünce kuruluşları rağorları, Kuzey Irak”ın boşaltılması halinde buraya Türkiye”nin gireceği, buna da imkan verilemeyeceği yönündedir. *        *        *

         Kimse kendisini kandırmasın.. Tırmanan PKK terörünün kaynağında Kuzey Irak var.

            Kuzey Irak”ta başında Barzani”nin bulunduğu Kürt yönetimi temsilcileri, PKK”yı yere göğe sığdıramıyorlar. PKK”yı terör örgütü olarak görmediklerini, PKK”ya karşı Türkiye ile yapılacak anlaşmaların, verilen sözlerin kendilerini bağlamayacağını kaydediyorlar.           Bakmayın siz ABD”nin Türkiye”ye, “Biz farklı düşünüyoruz, bu durum bizi de rahatsız ediyor” mesajları göndermesine.. ABD, Kuzey Irak”ta himayesine aldığı Kürt aşiretleriyle gerginlik yaşamak istemiyor. Ne yaparlarsa yapsınlar sadece seyrediyor.           Genel seçimin ardından Cumhurbaşkanı seçimine dalan Türkiye”nin suskunluğu da, şimdilik ABD”yi rahatlatıyor.  Bu durumda Irak Başbakanı Maliki, PKK”nın Irak topraklarını kullanarak Türkiye”ye karşı silahlı eylemler düzenlemesine izin verilmeyeceğini söylese ne olur, söylemese ne olur. Barzani”nin temsilcileri, ABD”nin Irak”tan çekilse de Kuzey Irak”ı boşaltmayacağından emin olmalılar ki, Türkiye”ye öğüt vermeye de yelteniyorlar. PKK sorununun güç kullanılarak çözülemeyeceğini, siyasi çözümün kaçınılmaz olduğunu söylüyorlar.  

Türkiye suskunluğunu bozmazsa, ABD”ye rağmen “Bölgede ben de varım, beni de hesaba katacaksınız. Aksi halde bedeline katlanırsınız” demezse, harici ve dahili Barzaniciler pek yakında “Türkiye”nin Güneydoğusu da Kuzey Irak”a bağlansın” diyebilecek kadar küstahlaşabilirler.

*        *        *

         Türkiye, Kuzey Irak konusunda üzerindeki ülü toprağını atmalıdır. Bunun kolaylıkla ve etkili bir biçimde yapılabileceği yakın tarihimizde kanıtlanmıştır.           1998″de Türk Silahlı Kuvvetleri “aktif caydırıcılık” adı verilen bir konsept değişikliğine gitti. O güne kadar NATO içinde uslu bir ordu olan TSK, teröre karşı kendi inisiyatifiyle mücadele etmeye başladı. Sıcak takipler sınırötesi operasyonlara dönüştürüldü. Şemdin Sakık Kuzey Irak”ta yakalanarak Türkiye”ye getirildi. İran”daki PKK kampları bombalandı. Devrin Başbakanı Bülent Ecevit ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel”in siyasi iradeyi ortaya koymasıyla da, Abdullah Öcalan Suriye”den sökülüp atıldı. Sırasıyla Rusya, Yunanistan ve İtalya”da barındırılmadı ve Kenya”da yakalanıp Türkiye”ye teslim edildi. Böylece terör, büyük ölçüde kontrol altına alındı.   Ancak, TSK”nın sınırötesi operasyon gücü ABD”yi rahatsız etti. Ordusu güçlenen Türkiye, Bush”un başkanlığıyla birlikte ABD için “kontrol edilemez, dolayısıyla güvenilmez” bir müttefik haline geldi.  Ne dersiniz? Günümüzün Amerikancı eski solcularının giderek azgınlaşan TSK düşmanlığınının bir nedeni de Amerika”nın bu rahatsızlığı olabilir mi?. *        *        * Türkiye, teröre karşı sınırötesi mücadelede eline geçirdiği inisiyatifi, 2003″de ABD”nin Irak”ı işgaliyle birlikte yitirdi. İnisiyatifi bütünüyle ABD”ye terketti. Sonuş ortada.. Terör yeniden kontroldan çıktı. Gün geçtikçe şiddetini arttırmaya başladı. Türkiye terörle mücadelede daha fazla ABD”nin ipine sarılamaz. Kuzeydeki Kürt yönetimine rağmen Irak ile işbirliği de yapamaz.  ABD, Irak ve Türkiye arasındaki sözde üçlü mekanizma, bu koşullarda bir oyalamaca olmaktan öteye gitmez. AKP Hükümeti bugüne kadarki duyarsızlık ve ataletini daha fazla sürdüremez. 1998″de ortaya koyulan çıkış yollarının yeniden üretilmesi kaçınılmazdır. Aksi halde terör Türk demokrasisi için taşınmaz bir yük haline gelecektir.

14
Ağu
07

Dangalak!

Hadi ÖZIŞIK

hadi@internethaber.com

Dangalak!

14 Ağustos 2007 Salı

Hür iradesini sandığa yansıtan halkın yüzde 47’sine “bidon kafa” diyebilen “büyük yazar”a benim de “dangalak” dememde herhalde bir sakınca yoktur!

İyi bilirdim o “dangalak”ı eskiden…

Saygı da duyardım…

Zekasına hayrandım çünkü…

Ne zaman ki biraz palazlandı, kıçı başı oynamaya başladı. TMSF’nin evinde küfürü marifet saydı. Üstelik bunu yaparken, dokunulmazlık zırhına büründü. Uyarıldı defalarca, işsiz kaldığı günler hatırlatıldı. Olmadı, o küfür etmeye devam etti.

Hala ediyor!

Hem de halka…

“Bidon kafa!”

Halkın “yarım ekmek arası köfteye” satıldığını anlatıyor…

Ondan olmayanlara “canın cehenneme” diyebiliyor.

Saygı göstermiyor saygı…

“Ben” diyor, “benden olanlar”a kucak açıyor…

Halkın yüzde 47’si ise ona göre “bidon kafa.”

Ertuğrul Özkök “dangalak” için yazdığı “hoşgeldin” yazısında, hoşgörü ve seviyeden söz etmiş! Ama dün yazılanları, birgün önce yazılanları görmeden.

Hiç merak etmeyin, yakında ondan da Emin Çölaşan’dan kurtulmak istediği gibi kurtulmak isteyecektir! Çünkü “dangalak” büyük (!) oynayacak, saldıracak hatta….

Neyse!

Böyle dangalakları bu kadar ciddiye almak bile gereksiz..

Ama benim de içinde olduğum o halka “bidon kafa” yakıştırması yüzünden dayanamadım.

Affola!




İstatistikler

  • 2.406.122 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ağustos 2007
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

En fazla oylananlar