15 Haz 2007 için arşiv

15
Haz
07

Bilmeden konuşan

BAŞBAKAN konuştu: “Türkiye’deki 5000 terörist halledildi mi ki, Kuzey Irak’taki 500 teröristle uğraşalım…” Birincisi, devletin elindeki resmi rakamları bilmiyor.

Türkiye’de dağlarda gezen silahlı terörist sayısı çok daha az. İkincisi, Kuzey Irak’taki sayı çok daha fazla. İç ve dış gezilerden fırsat bulup önüne getirilen raporları okuma zahmetine katlansaydı, bunları söylemezdi. (Abdullah Gül, Kuzey Irak rakamını dün 3500 olarak açıkladı! Hangisine inanacağız?)

Peki Başbakan niçin böyle konuşuyor?.. Çünkü ABD ve AB, bizim iktidara emrini çoktan verdi:

“Kuzey Irak’a girmeyin.” Beyefendinin eli kolu bağlı. Başka ne desin! Zaten Barzani bile dün Kuzey Irak’tan desteğini iletti: “Erdoğan’ın sözleri doğru ve yerinde bir tespittir.”

* * *

İki günde iki şehit daha verdik. Binbaşı Murat Özyalçın ve Uzman Onbaşı Cihan Kızıltaş. “PKK ile savaşta subaylar nerede” diye yazı döktürenlerin kulakları bir kez daha çınlasın! Şimdi siz siz olun, örneğin bugün Binbaşı Kızıltaş için İstanbul’da Levent Camisi’nde düzenlenecek cenaze töreninde sakın protesto gösterisi yapmayın, slogan atmayın.

Çok ayıptır! Camide böyle gösteri olur mu! Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir! Zaten slogan atanlar hakkında hükümetimiz soruşturma başlattı. Böylece yasalarda olmayan yeni bir suç oluşturuldu!

Türkiye’de miting meydanlarında, “Camiler kışlamız, müminler askerimiz, kubbeler miğferimiz, minareler süngümüz” diye bağırıp oy avcılığına soyunmak serbesttir!

Ama şehit cenazelerinde hükümeti protesto etmek ayıptır, günahtır, yakışıksızdır!

Geçmiş yıllarda camilerden çıkan kalabalıklar türban gösterisi yaparken ayıp, günah ve yakışıksız değildi. Oralarda hiç kimsenin tahriki yoktu! Geçmişteki Recep Tayyip Erdoğan o zaman ağzını açıp o gösterileri durdurmaya çalışmıyordu. Jeton, şimdi oklar yön değiştirince, şehit cenazelerinde düştü.

Evet! Siz siz olun, şehit cenazelerinde “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” diye haykırın ki, hükümet zor durumda kalmasın… Tam tersine, hükümeti alkışlayın. Bugünden başlayarak “Allah sizi başımızdan eksik etmesin, daha nice şehitlere inşallah” diye bağırın!..

Bazıları yıllar boyunca siyaseti camilerde yaptı. Müslümanları, inançlı insanları kandırdılar. Hep birlikte malı götürdüler, iktidar bile oldular.

Şimdi şehit cenazelerinde sergilenen içten protestolar karşısında şaşkına döndüler!

Milletin tepkisi için “camide siyaset olmaz” diye ağlaşıyorlar. Günaydın bayım, günaydın!

ATATÜRK’Ü ÖRNEK VERENE BAK!

İKTİDARIN yazılı ve görsel basında açık destekçisi olan bazı tipler, şimdi hükümetin çaresizliğini, aymazlığını, yabancı ülkelerin karşısında çekmiş olduğu teslim bayrağını unutturmak için Atatürk’e sığınıp o doğrultuda yazılar döktürüyorlar:

“Efendim 1923 yılında, Misak-ı Milli sınırlarına dahil olduğu halde Atatürk Musul’a asker gönderemedi… Çünkü İngilizlerle savaşması gerekirdi ve bunu göze alamadı. O yüzden Musul, Irak’ta kaldı.”

Bunları yazarak hükümete ve Başbakan’a -işin içine Atatürk’ü katarak- destek vermeye kalkışıyorlar.

Kuzey Irak operasyonunun Türkiye için büyük risk olduğunu kabul edenlerdenim. Ancak 1923 yılındaki Türkiye ile şimdiki Türkiye farklıdır. O zaman savaştan yeni çıkmış, yıpranmış, harap durumda bir ülke idik. Gücümüz kuvvetimiz sıfıra yakındı. Hangi ordu İngilizlerle savaşıp Musul’u alacaktı?

Daha da önemlisi, o kararı biz yabancı güçlerin etkisiyle almadık. Türk devletinin ve Atatürk’ün haklı değerlendirmesi idi. Maceraya girecek gücümüz yoktu. Şimdi koskoca Türkiye Cumhuriyeti var, güçlü ordusu var… Ama hükümet yabancıların güdümünden çıkamıyor. Aradaki fark günümüzde budur.

Kaldı ki, sonraki yıllarda Atatürk’ün Hatay’ı nasıl alıp Türk toprağı yaptığını da hiçbirimiz unutmadık.

Yabancıların güdümünde geçirdiğimiz, onların emrinde ve hizmetinde olduğumuz, onların direktiflerinden çıkamadığımız şu ortamda bunlar Atatürk’e sığınmasın, onu örnek göstermesin. Hele Atatürk’ün amansız karşıtları, Recep Tayyip Erdoğan’ı aklamak uğruna Atatürk’ün adını bile ağızlarına almasın.

Kimse yutmaz.

15
Haz
07

‘AB reformları(!)’ uğruna

TÜRKİYE gergin günler yaşıyor. Her gün kaldırılan şehit cenazelerinde kitleler hükümeti ve Arınç’ı protesto ediyor. Arınç, hükümete ve kendisine yönelik tepkileri dile getirenler için basın toplantısı düzenleyip “Aynı sözleri misliyle (fazlasıyla) kendilerine iade ediyorum” diyor…

Ve hadiseyi mahalle düzeyine indirmeyi başarıyor! Hani mahallede kavga eden çocuk kendisine sövene “Ben de senin…” der ya, aynen öyle! Devlet yönetiminin hangi düzeye düşürüldüğünün, kimlerin elinde kaldığının somut örneğidir.

* * *

Bugünkü konumuz bu değil. Şimdi konumuza geleyim.

AKP iktidarı 2002 Kasım ayında ülke yönetimini devraldığında, Türkiye’de terör yoktu. O beğenmedikleri koalisyon hükümeti terörü bitirmişti. Abdullah Öcalan yakalanmış, yargılanmış ve cezası kesilmişti.

Peki sonra ne oldu, nasıl oldu da bu bela yeniden fışkırdı? Sevgili okuyucularım, bu sorunun yanıtını bilmiyorsanız, ya da unuttu iseniz, belleğinizi lütfen tazeleyin.

AKP ile birlikte ABD ve AB ilişkileri yoğunlaştı. AB bizim iktidara “üyelik vaadinde” bulundu! Bizimkiler bu olaya balıklama atladı; çünkü o zaman “özgürlükler(!)” tam olacak, AB ilkeleri doğrultusunda din baronları, din tüccarı siyasetçiler tümüyle rahatlayacak ve üstelik Türk Ordusu bir kenara itilecekti.

“Fikir ve ifade özgürlüğü” ile birlikte “her alanda özgürlük” bu AB‘nin olmazsa olmaz kuralı idi. Örneğin bölücülük, Kürtçülük propagandası yapmak serbest bırakılmalı idi… Ve bırakıldı!

Yasalar değiştirilmeli, güvenlik güçlerinin yetkileri elinden alınmalı, bütün mekanizmalar suçluların lehine çalışmalıydı… Ve gerçekleşti! Bunları çok özetle yazıyorum; çünkü bu köşede uzatacak kadar yer yok.

ABD ve AB‘nin her dediği bire bir yapıldı. Güneydoğu’ya AB heyetleri sevk edildi. O bölgelerde yoğun propaganda başlatıldı.

Medyamızın bir bölümünde “özgürlük rüzgárları” estirildi. Kürtçülük, bölücülük özendirildi. Yasalarımız AKP iktidarı tarafından bu doğrultuda değiştirildi. Ülkenin düzeni altüst edildi.

Güvenlik güçleri kentlerde ve kırsal kesimde, ama özellikle Güneydoğu’da yıllarca feryat etti:

“Yetkilerimizi geri verin. Sadece terörle değil, kapkaç, hırsızlık gibi adi suçlarla bile baş edemez duruma geldik.”

Kentlerde polis küstü, köşesine çekildi. Dikkat ediniz, Türkiye’nin dört bir yanında, bu yeni yasalar sonrasında korkunç boyutlara varan suç patlaması yaşandı ve yaşanıyor.

Güneydoğu’da ise bu boşluklardan yararlanan terör yeniden hortluyordu… Hem arkalarında AB desteği vardı, hem de güvenlik güçlerinin yetkileri budanmıştı.

Gözaltı süresi kısaltıldı. Özel timler bölgeden çekildi. Sanık yakalandığında ifadesi bile alınamıyor, serbest bırakılıyordu. Üst ve araç araması yapılamıyordu, önceden izin alınmalıydı. Operasyon yapmadan önce bile validen izin almak gerekiyordu. İnsanlarımızın canını ilgilendiren bu gibi konular için sırf AB’nin gözüne girebilmek amacıyla, bir yığın formalite getirildi.

AKP iktidarı hatasını anladığında ise iş işten çoktaaan geçmişti. Dış güçlerin emrine giren iktidar AB’den dışlandı ve nasihat aldı. Daha da önemlisi, geliyorum diyen terör adım adım büyüdü ve ne yazık ki bugünkü aşamaya gelindi.

Bunları, dış güçlerin emrine girmeyi, ülkemizin bu yüzden her alanda çok büyük belalarla yüz yüze geleceğini burada defalarca, hatta sizleri bıktırmak pahasına yazdım. Duvardan ses geldi, bizi yönetenlerden gelmedi!

Şimdi hepsi, her açıdan pişman. AB’nin oyununa gelenler şimdi kara kara düşünüyor.

Zamanı geldi, çoktan geçiyor. Yabancıların çıkarları ile Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarının farklı olduğunu, Cumhuriyet mitinglerinde, şehit cenazelerinde dile getirilen kitlesel tepkilerin ardında bu gerçeklerin yattığını da hükümet artık inşallah anlar.

Başımıza ne geldiyse “AB reformları(!)” uğruna geldi.

BAŞBAKAN’IN OĞLU ASKERİ HASTANEDEN RAPORLU

Başbakanlık Basın Danışmanı Akif Beki, Başbakan’ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan’ın, askerliğe elverişli olmadığına dair raporu bir askeri hastane olan Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nden aldığını, bu konudaki raporun ilgili hastanenin kayıtlarında bulunduğunu açıkladı. Beki, raporun içeriğini kişilik hakları nedeniyle açıklamadıklarını belirtti.

Raporu veren Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nin o dönemdeki baştabibi emekli Tuğamiral Arif Vehbi Alpman ise Milliyet Gazetesi’ne yaptığı açıklamada, Erdoğan ile ilgili yapılan işlemlerde en ufak bir hata ve yanlışlık bulunmadığını anlatarak şunu söyledi: “Tüm değerlendirmeler bilimsel olarak titizlikle yapıldı. Verilen karar kesinlikle doğru ve yasaldır. Tanı konusunda hiçbir şey söylemek durumunda değilim, raporun hangi branşta verildiği konusunda da bir şey söylemeyeceğim.”

15
Haz
07

Şehitler tabutta Başbakan nerede?

TÜRKİYE’nin gündemini haftalardır şehit cenazeleri belirliyor.

Hükümet aciz. Eli kolu ABD ve AB tarafından bağlanmış, ülkemizin güvenliğini yabancı ülkelere emanet etmiş, seyredip duruyor…

Ve Bay Başbakan miting meydanlarında haykırıyor: “Kimse şehit cenazeleri üzerinden siyaset yapmasın!”

Bunu yapan yok. Milletin, kendisine ve hükümetine karşı çığ gibi büyüyen tepkisini bile ‘siyaset sömürüsü’ olarak göstermeye kalkışıyor.

Dün üç şehit cenazesi daha vardı. Ankara’da binbaşı Ramazan Armutçuoğlu için düzenlenen törende kitleler cumhurbaşkanı ve komutanlara sevgi gösterisi yaparken, katılan bakanları (aday olmayan Abdüllatif Şener dışında) en ağır bir biçimde protesto etti. Sloganlar atılıyordu:

“Hainler dışarı… AKP dışarı… Kahrolsun PKK, işbirlikçi AKP… Yan gelip yatmadı, vatanını satmadı… Tayyip, oğlunu askere gönder…”

Aynı sesler dün Manisa’da yarbay Melih Gülova için düzenlenen törende bu kez, halen Meclis Başkanlığı makamında oturmakta olan Bülent Arınç için yükseliyordu. Bu şahıs yuhalanıyor, en ağır biçimde protesto ediliyordu. Hem de kendi seçim bölgesinde!

Dün hükümet karşıtı protestolar, İstanbul’da şehit er Hasan Güreşen’in cenazesinde bile yükseliyordu… Ve düşünün, o törene AKP ve hükümetten kimse katılmamıştı!

* * *

Peki bütün bunlar olurken Başbakan dün nerede idi? İstanbul’da! Beyefendi Ankara’ya özel uçağı ile öğlen geldi. Zahmet edip bir saat önce gelseydi, Kocatepe’de cenaze törenine katılabilirdi! Ama olmadı! Niçin?…

Çünkü toplumdan alacağı tepkileri biliyor. Orada bütün protestoları bir paratoner gibi üzerine çekeceğinin, en ağır hakaretler içeren haykırışları duyacağının farkında.

Ayıptır yahu, bir başbakan oraya ölümüne gelir.

Kendisini uyarmak gerekiyor. O gergin ve çaresiz yüz ifadesiyle bir daha meydanlara çıkıp “Kimse şehit cenazeleri üzerinden siyaset yapmasın” diye nasihat vermemeyi ister istemez öğrenmek zorunda.

Hiç kimse öyle bir siyaset yapmıyor. Ama bu iktidarın çaresizliği yüzünden, ülkemizde her gün ana baba kuzuları şehit ediliyor, toprağa veriliyor.

Türk milleti buna da mı susacak? Buna da mı göz yumacak? Buna da mı tepki vermeyecek? Bu ulusal tepkinin adı ne zamandan beri “siyaset yapmak” oldu?

Şehit cenazelerine katılmaktan korkan bir başbakan var karşımızda! Elbette!.. Çünkü bu işler Bush’un, Merkel’in, ABD ve AB’nin karşısında esas duruşta bekleyip direktif ve talimat almaya benzemiyor, değil mi!

Bir kez daha soralım bakalım:

“Şehitler tabutta, Başbakan nerede?”

BAŞBAKAN AÇIKLAMALI

BAŞBAKAN’ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan askere gitmemek için çürük raporu almış. Bu raporlar askeri hastaneler tarafından verilir. Ancak, yıllardan beri bazı çeteler türemiştir, para karşılığında sahte veya gerçek çürük raporu verirler. Güvenlik güçleri birkaç gün önce yeni bir çeteyi ortaya çıkardı.

Bazı çürük raporlarının ise para ödenmeden, hatır gönülle verildiği söylenir!

Bir başbakan oğlunun böyle bir rapor almış olması çok önemlidir. Raporu ne zaman aldığını bilmiyoruz.

Hangi rahatsızlığı nedeniyle olduğunu ise hiç bilmiyoruz!

Bu durumda Recep Tayyip Bey’e düşen görev, oğlunun raporuna ilişkin bütün bilgi ve belgeleri kamuoyuna açıklamaktır.

Gerekirse onu GATA’da yeniden Heyet’e sokmak ve (eğer sakıncalı ise rahatsızlığının gizlenmesi koşuluyla) yeni bir “askerlik yapamaz” raporu alıp şom ağızlıları susturmaktır!

Oğlunun gerçek sağlık sorunu olabilir. Bu sorun askere gitmesine engel de oluşturabilir. Bu durumda hepimize düşen görev, oğluna ve aileye “Geçmiş olsun” dileklerimizi iletmektir.

Her gün şehit cenazelerinin kaldırıldığı şu ortamda Başbakan bu olaya mutlaka açıklık getirmeli, aksi takdirde sonucuna katlanmayı göze almalıdır…

Çünkü bu sorun hep belleklerde çakılı kalacak ve kendisini ezecektir.

15
Haz
07

Kullananlar ve kullanılanlar

MECLİS’te tam 4.5 yıl boyunca ilginç bir olay yaşadık. Her AKP milletvekili orada her zaman olacağına inanıyor ve “oy verme” görevini eksiksiz yerine getiriyordu. Aralarında parti yönetimine ve yapılanlara karşı olanlar, yapılanları içlerine sindiremeyenler de vardı.

Ama hepsi, iki veya üç istisna dışında sessiz kalıyordu.

Mehmet Dülger gibi bazılarının o partide hiçbir zaman yeri olmaması gerekirdi. Bir kez seçildiler ve emir komuta zinciri içerisinde aynen ötekiler gibi ses çıkaramadılar.

Meclis’te oylamalar yapılırdı. Görüşmelerde çoğu zaman Genel Kurul salonu boş olurdu. Oylama yaklaşınca her biri çay kahve içtikleri kulisten, evlerinden, bürolarından çağrılır, oylarını kullanırlardı!

“Kaldır elini, indir elini… Kabul edilmiştir!”

Pek çoğu neye oy verdiğini bile bilmezdi.

Yüzde 34 oyla Meclis’te yüzde 66 çoğunluk sağlamışlardı. Bu bir rekordu. Her şey iki dudaklarının arasındaydı…

Ve böylece peşkeş dönemi sürdürüldü. Vatanın milletin malları yerli ve yabancı işbirlikçilere armağan edilirken, talan ve hortum düzeni sürdürülürken, yasalar yazboz tahtasına dönüştürülürken, beyefendiler kendileri için özel af yasaları çıkarıp yargılanmaktan kurtulurken, bu AKP‘li milletvekillerinin sesi hiç çıkmadı…

Çünkü her birinin umudu aynıydı: Uslu çocuk olursam başbakanım beni bir daha seçtirir!

* * *

Gün geldi, AKP’nin aday listeleri ilan edildi. Sürprizler büyüktü!

Beyefendi, kendisine hizmet veren elemanlarından yaklaşık yarısını listeye koymamıştı. Bazıları ise aday listelerinde vardı, ancak seçilmesi mümkün olmayan yerlerde idi.

Askerlerden korku nedeniyle Milli Görüşçüler özellikle tasfiye edilmişti.

Yıllarca hizmet veren, ‘kaldır elini-indir elini’ komutuyla oy veren elemanlar bir kez daha seçilmeyecekti! Emir yüksek yerden gelmişti.

Fedakárca (!) çalışan, parti büyüklerinin bir dediğini iki etmeyen milletimizin AKP’li vekilleri böyle kullanıldı, limonların suyu 4.5 yıl boyunca alındı, şimdi posaları bir kalemde çöpe atıldı.

Arkadaşlar bu haksızlığa isyan ettiler! Daha düne kadar emir kulu olarak hizmet veren koskoca milletvekilleri, aday listeleri belli olduktan ve buralarda yer alamadıklarını ya da seçilemeyecek yerde olduklarını gördükten sonra isyan bayrağını çektiler:

“Ayıptır, biz bunu hak etmemiştik!”

Bazıları ise daha uyanık ve akıllı çıkmıştı! Onlar listede yer almayacaklarını anlamıştı. Son günlerde açıklama yapmaya başladılar:

“Aday olmayacağım.”

* * *

Bu işler böyledir! Bu siyaset işlerinin belli kuralları vardır.

Kullananlar kullanır. Kullanılanların ise posası, zamanı geldiğinde çöpe atılır.

Kullanılanlar bugün olduğu gibi pişman olur ama iş işten çoktaaan geçmiştir.

Bu işler milletvekilinin onuru ile doğrudan bağlantılıdır.

Kendini kullandırmayacaksın. Vicdanını, aklını, oyunu, partin bile olsa başkalarının emrine vermeyeceksin.

Sonra adama seslenirler!

“Tam 4.5 yıl boyunca kullanılırken aklın neredeydi? Şimdi hiç ağlaşmayacaksın. Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye!”

Ankara’da şehit cenazesi

DÜN Ankara’da şehit er Kadir Yalçın’ın cenaze töreni vardı. Binlerce insanımız Kocatepe Camii’ne gelmişti. Başbakan yine yoktu. Neredeydi? Amasya’da “toplu açılış” yapmaya gitmişti. Hükümetten Abdullah Gül, Ali Babacan ve Beşir Atalay geldiler.

Komutanlar alkışlanırken onlar protesto edildi. Yuhalandılar. Burada yazılması mümkün olmayan çok ağır hakaretlere uğradılar.

Suratları allak bullak olmuştu.

Camiden polislerin koruması altında çıktılar.

Bunlara karşı milletin tepkisi büyüyor. Her gün şehit cenazeleri kalkarken, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğini bile yabancı güçlere, ABD ve AB’ye emanet eden ve bütün rezaleti tepki veremeden seyreden aciz bir hükümet!.. Ve aynı gün Amasya’da parti propagandası yapmaya soyunan bir başbakan.

Yazıklar olsun. Utansınlar.

15
Haz
07

Hükümet nerede?

SİİRT’te dört şehit daha. Her gün yurdun dört bir yanında şehit cenazeleri kalkıyor. Pislik, ABD’nin koruma ve kollaması altındaki Kuzey Irak’tan kaynaklanıyor. Orada yanı başımızda kurulan Kürt devleti PKK’yı, ABD ise Kürt devletini koruyor.

Güneydeki yeni komşumuz ABD! Dostumuz, müttefikimiz!

Genelkurmay Başkanı Büyükanıt Paşa defalarca aynı şeyi söyledi:

“Hükümet bize yazılı emir versin, operasyon yapalım.”

Hükümet böyle bir yetki ve emri Türk Ordusu’na biraz zor verir. Nitekim veremiyor... Çünkü emir ve komutası altına girmiş olduğu ABD ve AB’yi karşısına almaya yüreği yetmiyor.

Ancak burada bir parantez açayım. Önümüzde seçim var. Hükümet bu seçim öncesinde bir ‘kahramanlık gösterisi’ yapmaya kalkışabilir. Meclis’i toplantıya çağırıp TSK’ya Kuzey Irak görevi verebilir…

Ve bu yolla oy avcılığı yapmaya niyetlenebilir. Türk milleti bu oyuna gelmemeli, hadisenin şimdiden bilincine varmalıdır.

Eğer seçimden kısa süre önce böyle bir karar alınırsa, arkasındaki kirli siyaset oyununu lütfen hep birlikte görelim.

* * *

Evet, yurdun dört bir yanından her gün şehit cenazeleri kalkıyor. Baskınlarda, mayın patlamalarında, pusularda ve çatışmalarda her gün ana baba kuzuları can veriyor.

Düne kadar hükümetten bu konuda bir açıklama, demeç vesaire yok. Sadece şehitler için Genelkurmay’a göstermelik başsağlığı mesajları gönderiliyor.

Mesaj işi otomatiğe bağlanmış durumda!

Bunca şehit cenazesi kaldırılıyor, törenlerde Başbakan ve çevresi yok!

Nerede onlar?

Bugünden başlayarak yine parti ve TOKİ mitinglerinde, toplu açılış (!) törenlerinde.

Kuzey Irak’tan kuşatılmışız, kan gövdeyi götürüyor. Ortalıkta ne Başbakan var, ne Dışişleri Bakanı, ne de hükümet. Bu nasıl iştir yahu?

AYIP, GÜNAH

FETHULLAH Gülen‘in televizyon kanalında perşembe akşamı uzun uzun yayınlanan bir haber! Altında dakikalarca kalan bir altyazı:

“Kayseri’deki şehit cenazesinde Cumhurbaşkanı protesto edildi.”

Uzun ayrıntılardan sonra habere geçiliyor. Cenazede bir adam, sadece bir kişi, bağırıp çağırıyor. Büyük olasılıkla para verilen ve kameranın karşısına geçirilen bir tip!

“Cumhurbaşkanı teröristleri affediyor, sonra onlar da bizim askerimizi şehit ediyor. Ayıptır bu yaptığı.”

Adam sürekli bağırıyor, kamera kendisini çekiyor ve uzun uzun gösteriyor. Fethullah Gülen‘in televizyon kanalı bu atraksiyona alet olmaktan, bu yalanın günahından çekinmiyor.

Geçenlerde burada yazdım. CHP milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, o günkü Adalet Bakanı Cemil Çiçek’e bir soru önergesiyle sordu: “Teröristlerin affı nasıl olmaktadır?”

Bakan Çiçek bu önergeye kendi imzasıyla yazılı yanıt verdi:

“Hüküm giymiş veya tutuklu mahkum veya yakınları, ölümcül sağlık durumu nedeniyle Cumhuriyet Savcılıklarına veya Bakanlığımıza başvurur. Bu durumda kendisi tam teşekküllü bir hastaneye sevk edilir. Cezaevinde kalması hayatı açısından mümkün değilse rapor verilir. Sonra aynı muayene ve tetkikler Adli Tıp Kurumu tarafından bir kez daha yapılır. Sonuç değişmiyorsa, hayatını etkileyecek sürekli hastalığı olan mahkumun dosyası, salıverilmesi istemiyle, gereğinin yapılması (onay verilmesi) için Cumhurbaşkanı’na gönderilir.”

Bu sakızı artık çiğnemesinler. Cumhurbaşkanı hiçbir teröristi kendiliğinden affetmiyor. Önüne Adalet Bakanlığı tarafından gönderilen tahliye istemlerini, ilgili yasa uyarınca onaylıyor.

Cumhurbaşkanı, herhangi bir hükümlü veya tutukluyu -sürekli hastalığı veya kocamışlığı nedeniyle- kendiliğinden affetme yetkisine sahip değil.

Bir yanda Müslümanlık’tan dem vuranlar, bu yalanı nasıl oluyor da hep televizyonlarında, hem de gazetelerinde sürekli olarak kullanıyorlar! Milleti nasıl kandırmaya yelteniyorlar!

Bu yalana nasıl alet oluyorlar? Bunlarda hiç mi Allah korkusu yok?

15
Haz
07

Bu yama dikiş tutar mı?

BİRAZ endişeliyim!.. Çünkü kumaş delik deşik oldu, yıprandı. Aradan iğne iplik geçer ama dikiş tutmama olasılığı yüksektir. Şimdi birkaç hafta öncesine dönelim.

Günlerden 14 Mayıs 2007 Pazartesi. Partilerüstü Kemal Baytaş abimiz, evinin güzel bahçesinde bir akşam yemeği veriyor. O sırada “sağdaki birleşme” sözel olarak gerçekleşmiş, Ağar ve Mumcu bir araya gelip öpüşmüş. İki parti seçime birlikte girecekler. Dostlar yemeği bir anlamda bunun kutlaması olacak.

Onur konukları Ağar ve Mumcu. Ayrıca görsel ve yazılı basından yöneticiler, köşe yazarları, televizyon sunucuları ve az sayıda siyasetçiler var. Ben de katıldım. Güzel bir gece olacaktı. İki genel başkan da geldi. Fakat dikkatimi hemen bir şey çekti.

İkisi de ayrı duruyor, bir araya gelmiyor, konuşmuyordu. Ortada çok ilginç bir tablo vardı.

Birleşme kararları alınmış, balayı (!) başlamıştı. Ancak ikisi de küs gibi duruyordu.

Gazetecilerden bir grup Ağar, bir grup Mumcu ile sohbet ediyordu.

Gazeteci arkadaşlara ve ev sahibi Kemal Baytaş’a sordum:

“Ne oluyor yahu? Bunlar niye konuşmuyor?”

Yanıtını bilen yoktu.

* * *

Davet başlayalı yaklaşık yarım saat olmuştu. Henüz yemek verilmemişti. Ayakta sohbet ediliyordu. Tam o sırada Ağar‘ın yanında idim. Korumalar kendisine bir not getirdi. Ağar notu okudu ve ev sahibi başta olmak üzere bizlerden izin istedi:

“Beyler kusura bakmayın, benim birazdan Yıldırım Avcı ile randevum varmış. Ben unutmuştum. Oraya gitmek zorundayım.”

Başta Kemal Baytaş, herkes ısrar etti:

“Olur mu şimdi gitmek! Araba gönderip Yıldırım Bey’i buraya getirtelim.”

“Olmaz, ayıp kaçar. O bizim eski genel başkanımızdır. Kendisine saygısızlık etmek istemem. Ben gideyim, biraz sonra tekrar buraya dönerim.”

Oysa böyle bir unutkanlığın olması mümkün değildi. Baytaş, yemeğe çağrılı olanlara günler öncesinden yazılı davetiye göndermişti. Bence Ağar bu konuda, oradan erken ayrılmak için bir mizansen hazırlamıştı.

Ağar’ın dönmeyeceğini anlamıştık. Nitekim bir daha gelmedi. Aradan kısa bir süre geçti, Erkan Mumcu da ayrıldı.

Oysa o gece orada bulunanların çoğu, Türkiye’de etkili olan gazetecilerdi.

Her iki genel başkan bu fırsatı kaçırmıştı. Birleşmeden, ittifaktan söz edilmedi. Ama en ilginç olanı, ikisi bir araya gelmedi, dostluk gösterisi yapılmadı, gazetecilere böyle bir mesaj verilmedi. Oysa tam “cicim günleri” yaşanıyordu.

İkisi de ayrı ayrı yerlerde, adeta (düşman demeyeyim de) birbirinin açığını kollayan iki rakip gibi duruyordu.

* * *

Benim jetonlar daha o gece düştü! Arkadaşlara aynen şunu söyledim:

“Bunlar birbirinden hoşlanmıyor. İkisi küs gibi duruyor. Bu birleşme işi falan bence yatar. Bu işin geleceği pek parlak görünmüyor.”

Gazeteci arkadaşlardan bazıları bu söylediklerimi kabul etti, bazısı itiraz etti.

İki genel başkan da gidince, ev sahibi ile biz konuklar yemek yedik, tartıştık, bol bol muhabbet ettik ve gece böylece bitti.

İki genel başkan da, o akşam çok önemli bir fırsatı kaçırmıştı. Dahası, aralarındaki soğukluk o gece hepimizin gözleri önünde ortaya çıkmıştı.

Sonra olanları hep birlikte izledik. DYP birleşme umuduyla kongre toplayıp adını değiştirdi, hemen ardından Anavatan adına Erkan Mumcu su koyuverdi! Nişan bozuldu!..

Bence burada kazık yiyen ve aldatılan DYP oldu.

Ve sonrasında, birleşme işi yattı. Ortaya çıktı ki, bu iki parti ve genel başkan arasında hiçbir sağlam ve ciddi anlaşma, uzlaşma yoktur. Birleşme kararı alınmıştır, ancak altyapı sıfırdır.

Birileri küsleri barıştırıp yüzükleri yeniden takmak için çaba harcıyor. Bundan sonra ne olur?

En iyi olasılıkla zoraki bir nikáh kıyılır ve seçim ittifakı gerçekleşir. Ancak taraflar arasına bir kez soğukluk girdi. İkisi de birbirine güvenmiyor. Bundan sonra bunlar barışır mı, mutlu olur mu? İşler iyi gider mi? Anlaşırlarsa seçimde ne yaparlar?

Özetin özeti: Bu yama dikiş tutar mı?

Ben bilemem. Tutmasını dilerim de, biraz zor olur!

15
Haz
07

Aleviler-Bektaşiler üzerine

TÜRKİYE’de cumhuriyet rejiminin, laikliğin sigortası olan bir kesim vardır.

Aleviler-Bektaşiler.

Sayıları hakkında çeşitli görüşler var. Bazıları altı milyon, bazıları 15 milyon Alevi-Bektaşi olduğunu söyler. Ülkemizde bu konuda sayım yapılmadığı için gerçek rakam bilinmez.

Onlar, hakkı verilmemiş kesimlerdir. Diyanet onların inançlarıyla ilgilenmez. Sadece Sünniler dikkate alınır.

Bir yerde cemevi açmak isteseler, karşılarına özellikle AKP‘li belediyeler tarafından inanılmaz engeller çıkarılır. İmar mevzuatı, arsa planı, inşaat yasağı falan filan!..

Alevi-Bektaşi kardeşlerimiz seçimlerde ilerici partilere oy verirler. Onların din tüccarlarıyla, din sömürüsü yapan partilerle herhangi bir ilişkisi bugüne kadar olmamıştır.

İbadetlerini küçük farklarla, her Müslüman gibi yerine getirirler. Aynı Allah’a inanırız, ramazan ayında aynı orucu tutarız. Sadece ibadet biçiminde çok az fark vardır. Evlerine ve cemevlerine gittiğiniz zaman oralarda iki resmin mutlaka asılı olduğunu görürsünüz.

Hazreti Ali ve Mustafa Kemal Atatürk.

* * *

Önümüzde seçim var. Aleviler oylarını kime verecekler? Bu konuda AKP’nin giriştiği oyuna alet olacaklar mı? Nedir o oyun?

Alevilerin ve Bektaşilerin 4.5 yıl boyunca yüzüne bile bakmayan, hiçbir isteğini kabul etmeyen, haklarını vermeyen ve onları ‘yok’ sayan AKP, şimdi o cumhuriyet rejimine içten bağlı, laikliğin sigortası olan kesime de göz kırpıyor.

İki adet milletvekili heveslisi Alevi bulup aday gösterdiler! Alevilere yem attılar.

Aleviler bu oltaya, bu kandırmacaya gelir mi? Bence gelmez.

* * *

İktidar partisi derin çelişkiler içerisinde. Bu oyunları yutturacağını zannediyor. Örneğin başbakanları şehitlerimizden “kelle” diye söz ediyor, sonra da Şehit Aileleri Derneği Başkanı’na adaylık önerisi götürülüyor! Bu yolla şehit ailelerini kafakola alacak!

Aynı oyun Aleviler-Bektaşiler üzerinden oynanmak isteniyor.

Listene o kesimden iki veya üç kişiyi alacaksın, onları aday göstereceksin, sonra laikliğin ve cumhuriyetin bekçilerine dönüp “Ey Aleviler, ey Bektaşiler, bakın sizden de adam aldık, oyunuzu bize verin” diye kandırmaya yelteneceksin!

Türkiye’de birileri cumhuriyet rejiminin altını sinsice oymaya, yavaş yavaş yok etmeye çalışıyor. İktidar gücünü ellerine geçirdiler, bazen açıktan, bazen de çaktırmadan bu işlevi yerine getiriyorlar.

Ülkemizde olanları her gün, hep birlikte izliyoruz.

Burada duyarlı olması gerekenler sadece Aleviler-Bektaşiler değil.

Din, mezhep, köken farkı gözetmeksizin, Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerine bağlı olan bütün insanlarımızın seçimde aynı duyarlılığı sergilemesi gerekiyor.

Sen cumhuriyet rejimine, laikliğe, Atatürk ilkelerine bağlı kalmış milyonlarca insanımızı ve onların inançlarını iktidarın süresince yok sayacaksın, yıllar boyu suratlarına bile bakmayacaksın, sonra milletvekili olmaya hevesli birkaç kişiyi onların arasından cımbızla seçip aday göstereceksin!..

Ve o kesimleri bu yolla elde etmeye, tavlamaya, gözlerini boyamaya çalışacaksın! Oy avcılığının en yakışıksız yöntemidir.

Aleviler ve Bektaşiler bu oyuna gelir mi! Bu oltaya takılır mı!

Onları tanıdığım kadarıyla, hiç sanmam.

* * *

Emin Çölaşan’ın notu: Bütün partilerde milletvekili adaylarını kim seçti? Genel başkanlar. AKP’de kim seçti? Recep Tayyip Erdoğan!

Peki şu çelişkisine ne yanıt verecek? Milletvekili adaylarını halka seçtirmiyor çünkü halka güveni yok. Ama “Cumhurbaşkanını halk seçsin” diye anayasa değiştirtiyor! Kendisine sormalı: “Dün YSK’ya verdiğiniz listelerde, adayları parti üyelerinizin hangi kesimi, partinizin hangi il ve ilçe örgütleri belirledi?” Hiçbiri!

Beyefendi üç gün boyunca evine kapandı, isimleri ve sıralamayı tek başına belirledi.

Milletvekili isim ve sıralamasında millete, hatta kendi üyelerine güvenmeyenler, listeyi parti üyelerinden bile gizli tutanlar, cumhurbaşkanını halk seçsin diye atraksiyon yapıyorlar! Komik oluyorlar.

15
Haz
07

Pişman olacaklar ama…

SADECE yüzde 34 oyla Meclis’teki kelle sayısının yüzde 66’sını elde eden ve bu oy oranıyla tek parti iktidarı oluşturabilen ikinci bir parti dünyada yok.

Evet, her şey sadece yüzde 34‘le oldu. Anayasa değiştirildi, el çabukluğu marifet yöntemiyle yasalar altüst edildi. Kendilerine verilmeyen yüzde 66 oy oranını asla ve bir kez olsun dikkate almadılar.

Yani milyonlarca insanımız yok sayıldı.

Hep sığındıkları bir masal vardı:

“Efendim tek parti istikrarı! Allah korusun, Türkiye o koalisyon dönemlerine bir daha geri dönmesin.”

Türkiye’nin geçmişini hiç bilmedikleri için böyle konuşuyorlardı. Bilmiyorlardı ki, yakın tarihimizde en büyük atılımlar o koalisyon dönemlerinde yapılmıştır. Elbette bazen anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır. Ama o dönemlerde ülkemizin en büyük projelerine imza atılmış, büyük yatırımlar işletmeye alınmış, insanlarımıza aş ve iş sağlanmış, terör yok edilmişti.

Şimdi bugünkülere sorun bakalım!

İktidar olduğunuz 4.5 yıldan bu yana hangi büyük projeyi başlattınız? Hangi önemli yatırımı işletmeye aldınız? İşsiz sayısı niçin çığ gibi arttı?

Siz bakmayın çeşitli illerde yaptıkları dandik, göz boyamaca toplu açılışlara! Yıllardır hizmet veren yolları, kavşakları, okulları, hastaneleri, insanların gözleri önünde ve hiç sıkılmadan yeniden açıyorlar! Pek çok yerde tatlıcı dükkánı, çeyiz mağazası, otomobil galerisi, market bile açtılar!

* * *

Bu dönemde Türkiye sadece AKP’nin yerli işbirlikçilerine ve yabancılara yapılan satışlarla peşkeş çekilmedi. İstanbul Borsası’nın bile yüzde 74′ü yabancıların eline geçti.

Onlar çalıyor, onlar oynuyor. Türk insanı aş ve iş beklerken, yabancılar yüksek faizin çekimiyle borsaya geliyor, kazancını cebine koyup gidiyor. O paralar bizim cebimizden buharlaşıyor.

Milyonlarca insanımıza ise hiç yüzleri kızarmadan sadaka ekonomisi uygulanıyor. Belediyeler eliyle ücretsiz, bir aylık 500 kilo kömür ve gıda yardımı paketleri milyonlarca aileye dağıtılıyor. En büyük yolsuzluk, vurgun ve hırsızlık kaynağı olan belediyeleri bu amaçla da kullanıyorlar.

Yatırım yapmadılar, insanımızı işsiz bıraktılar, oy apartmak için işin kolayını buldular: Sadaka ekonomisi.

Ellerindeki tek koz din sömürüsü, türban sömürüsü.

Milletvekilleri emir komuta zincirinde oy kullandılar. Çoğu zaman neye oy verdiklerini bile bilmeden kulisten çağrıldılar, ellerini kaldırıp kabul oyu verdiler! Yarın aday listeleri kesinleşecek. Bunların yarıya yakını liste dışında kalacak. Nasıl kullanıldıklarını ve sıkılmış limon gibi şimdi nasıl çöpe atıldıklarını en geç salı sabahı anlayacaklar ama iş işten geçmiş olacak.

AKP‘nin dört kurucusundan biri olan Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, partisinin içyüzünü gördü ve aday olmayacağını açıkladı. Edirne Milletvekili Ali Ayağ partisinden dün istifa etti.

Eğer bu kararlarıyla müşteri kızıştırmıyorlarsa, ellerini vicdanlarına koysunlar, içeride neler döndüğünü, nasıl kullanıldıklarını kendi kendilerine düşünsünler. O kadarı yeter!

VE ERKAN MUMCU

Kendisinin bir Truva atı olduğundan hep kuşkulandım. AKP’den seçildi, istifa edip ANAP’a geçti ve genel başkan oldu. DYP ile işbirliğine girişti. DYP’ye adını ve amblemini değiştirtti, sonra su koyuverdi.

Uzun süredir “en sert muhalefet söylemlerini” gündeme taşıyordu!.. Ve bazıları bunlara inanıyordu!

Cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngören, hiçbir altyapı hazırlığı olmadan eksikleri ve yanlışlarıyla, yorgun ve bitkin Meclis’in son günlerinde keyfi olarak ve inadına AKP tarafından gündeme getirilen Anayasa değişikliği paketine, onlarla birlikte ANAVATAN olarak kabul oyu verebildi!

AKP’ye stepne oldu. AKP’yi partisi ANAVATAN’la birlikte çukurdan çekip kurtardı!

Siyaset sahnesinde kiminle dans ettiğini, hangi figürü ne zaman ve nasıl sergileyeceğini hiç kimse kestiremedi.

Kamuoyunda bir gücü var mı?

Gücü sıfıra yakın! Seçime tek başına girsin, alacağı oy oranını görsün.

Türk siyaseti döneklerden, çıkarcılardan, omurgasızlardan, ilkesizlerden, sağ gösterip sol, sol gösterip sağ vuranlardan, din tüccarlarından, hırsızlardan, namussuzlardan, milleti kandıranlardan, utanmazlardan kurtulmadıkça, biz bunların daha niceleriyle boğuşacağız.

15
Haz
07

Bak sen şu söyleyene!

BÜYÜK devlet adamı, cumhurbaşkanı adayımız Abdullah Gül yabancı gazetecilere demeç vermiş ve eşinin türbanı konusunda şöyle demiş:

“Atatürk’ün eşi de başörtülü idi!”

Bunlar yakın tarihimizi hiç bilmez. Bilseler bile, konuyu saptırmaya kalkışırlar. Atatürk‘ün eşi Latife Hanım, evlendikleri l922 yılında gerçekten de başörtülü idi. Ama o sırada çok farklı bir Türkiye vardı.

Sonraki yıllarda Latife Hanım‘ın yüzlerce fotoğrafı vardır ve hiçbirinde örtü yoktur. Başı açıktır. Bay Gül bunları ya görmemiştir, ya da gördüğü halde, eşinin kapalı olmasını Atatürk üzerinden savunmaya kalkışmaktadır.

İkincisi ve daha da önemlisi, Atatürk o yıllarda bile eşinin (türban değil) başörtüsünü din sömürüsüne alet etmemiş, onun örtüsünü siyasette kullanmaya kalkışmamıştır.

Bu yolla insan tavlama küçüklüğünü göstermemiştir.

İnsan Atatürk ve eşi hakkında konuşurken biraz bilgili olmalıdır. Bilmiyorsa, öğrenmelidir.

Stepne

ANAVATAN, Anayasa değişikliği konusunda iktidarın stepnesi oldu. AKP‘ye destek verip soluk aldırdı, rahatlattı. Bu konuda savunmaları şöyle:

“Biz cumhurbaşkanını halkın seçmesini zaten istiyorduk. Bu fırsat önümüze gelince elbette kabul oyu verdik.”

İyi ettiniz! Böyle bir konu oylanmadan önce insan düşünür:

“Türkiye’de ciddi bir sistem değişikliğine gidiliyor. Bunun altyapısı var mı? Kamuoyunda tartışıldı mı? Bunun sonrası ne olacak?”

Bunlar ciddi işlerdir. AKP istedi diye hamhum şaralop yöntemiyle, el çabukluğu marifet, beş dakkada Beşiktaş anlayışıyla yapılmaz.

Anayasa değiştiriyorsun, sistem değiştiriyorsun, muhalefet partisi kimliğinde işin altındaki büyük boşlukları görmüyorsun. Bu nasıl siyasi partidir, nasıl siyasi anlayıştır? Cumhurbaşkanı’nın veto gerekçelerini bile okuma zahmetine katlandılar mı?

Fakat esas siyasi komedi dün patladı. Meclis’te AKP’liler, Anayasa değişikliği için Anavatan’ın stepne olmasını isterken, referandum yasasını gündeme getirmeyeceklerine söz vermişler!

“Abi merak etmeyin, bize güvenin” demişler.

Ertesi gün (dün) bu yasa da gündeme getirilince, bizim Anavatan, aldatılan eş durumuna düştü! Çok kızdılar. “Bize söz vermişlerdi, ayıp ettiler” demeye başladılar.

Söylemlerinde güya muhalefet yapacaksın, böylesine önemli bir konuda iktidar partisine destek olacaksın.

Başkalarına stepne olmanın bedelidir bu.

BiR MAHKEME BASKINI DAHA

ANKARA Büyükşehir Belediyesi Başhukuk Müşaviri olan Safa Altıoğlu isimli şahıs birkaç gün önce Ankara 7. İdare Mahkemesi’ne geldi. Mahkeme Çankaya Belediyesi lehine, bunların hoşlanmadığı bir karar vermişti. Şahıs orada bağırıp çağırmaya başladı. Önce Kalem görevlilerine, sonra da Mahkeme üyelerine bağırdı, hakaret etti. Kararı beğenmemişlerdi! Mahkeme tarafsız değildi, kasıtlı davranıyordu!

Mahkeme Başkanı, üyeler ve öteki görevliler tarafından tutanak tutuldu, adamın davranış ve sözleri imza altına alındı.

İyi ki adamın silahı milahı yoktu. Yoksa daha berbat ve üzücü işler olabilirdi.

Görüyorsunuz, yargıyı şamar oğlanına çevirmeye yelteniyorlar. Başbakanları Anayasa Mahkemesi’ne hakaret ediyor, onun yol verdiği alt takım ise mahkeme kapısında bağırıp çağırıyor, hakaret ediyor.

(Tarafsız Adalet ve İçişleri Bakanları belki bu baskını araştırıp işlem yapma gereği duyarlar!)

Peki bu baskın nereden kaynaklandı. Çok kısaca, özet olarak ve basitçe anlatayım. Bakanlar Kurulu, borcu olan 2541 belediyenin borçlarının silinmesine karar verdi. Bu konuda toplantılar yapıldı, uzlaşma komisyonları kuruldu. Bu yolla 2540 belediyenin borçları silindi. Biri hariç!

Uzlaşma Komisyonu kararına rağmen Çankaya Belediyesi!

Bu durumda Çankaya Belediyesi dava açtı ve Büyükşehir tarafından konulan hacizlerin kaldırılmasını istedi. 7. İdare Mahkemesi hacizlerin kaldırılmasına karar verdi, Bölge İdare Mahkemesi bu kararı onadı.

Mahkeme kararını uygulamıyorlar. Sonucuna elbette katlanacaklar.

Ankara 7. İdare Mahkemesi işte bu nedenle sözlü saldırıya uğradı ve tutanak tutuldu.

Bazıları iyice yoldan çıktı. Karar onların lehine ise eyvallah! Değilse mahkeme kararlarına ve görevlilere hakaret, baskın, her şey mubah.

İmamları hapşırıyor, cemaat öksürüyor!

15
Haz
07

İşte PKK Gerçeği ve Gizli Toplantılar

Türkiye'nin İlk Bilim Portalı

ABD’de çarşamba günü, Türkiye’den askeri yetkililerin de katılımıyla muhafazakâr Hudson Enstitüsü’nde yapılan bir toplantıda, Anayasa Mahkemesi’nin emekliye ayrılan başkanı Tülay Tuğcu’ya suikast, PKK’nın Beyoğlu’nda 50 kişiyi öldürmesi, ardından da Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesini içeren bir senaryonun konuşulduğu iddia ediliyor.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Washington’u ziyaret eden milletvekillerinden Egemen Bağış ve Reha Denemeç basın toplantısında sorular üzerine, bu toplantıyı çok sert cümleler ile eleştirdiler. Egemen Bağış, Washington’da böylesi bir toplantıda konuşulduğu ileri sürülen şeyler eğer doğruysa, bunu konuşanların, hele bu kişiler Türkler ise, vatan haini olacaklarını söyledi. Edindiğimiz bilgilere göre bu toplantı, Hudson Enstitüsü adlı muhafazakâr eğilimli fikir kuruluşunda düzenlendi. Toplantı Çarşamba günü, Türkiye’den ve Washington’dan Türk askeri yetkililerin katılımıyla yapılıyor. Türkiye’den, Genelkurmay Başkanlığı bünyesindeki Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi’nin Başkanı ve bazı yetkilileri katılıyor toplantıya. Ayrıca Türkiye’nin Washington’daki Savunma Ataşesi Tuğgeneral Bertan Logarlaroğlu’nun da katıldığını öğrendik. Toplantıda ayrıca Kürdistan Bölgesel Yönetimi Washington Temsilcisi ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin oğlu Kubat Talabani’nin de hazır bulunduğu yönünde bilgiler var.

Toplantıyı tartışmalı kılan, anlayabildiğimiz kadarıyla, bu toplantıda katılımcılara daha önce yazılı olarak sunulan, inanılması son derece güç bir dehşet senaryosunun masaya yatırılmış olması. Bu senaryoda, Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin emekliye ayrılan başkanı Tülay Tuğcu’nun suikaste kurban gitmesi ele alınıyor. Tülay Tuğcu’nun henüz görevindeyken, Anayasa Mahkemesi Başkanı iken, bir suikast sonucu öldürülmesi ve yine aynı zaman diliminde, İstanbul Beyoğlu’nda PKK’nın üstlendiği bir eylemde, 50 kişinin hayatını yitirmesi üzerinde duruluyor. Bu iki vahim senaryo da, Haziran ayının son günleri için öngörülüyor ve bu olayların gerçekleşmesinden sonra Türkiye, 50 bin askerlik bir kuvvet ile Kuzey Irak sınırını geçerek, bir askeri harekât düzenliyor. Tartışılan senaryo bu ve anlayabildiğimiz kadarıyla, farklı farklı kaynaklardan doğrulatabildiğimiz kadarıyla, bu senaryo tartışılırken esas yanıtı aranan soru, Amerika’nın böyle bir durumda nasıl tepki vereceği. Toplantıya Türk diplomatlarının davet edilmediğini de öğrendik. Türk askeri yetkililerinin hazır bulunduğu ortamda, bu senaryo tartışılırken bir de, Amerika’nın PKK’nın Kuzey Irak’taki liderlerini yakalayıp teslim etmesi konusu ele alınıyor. Bu çerçevede de, PKK liderlerinin bu aşamada Türkiye’ye teslim edilmesinin, siyasi sakınca doğurabileceğini ifade eden bir Türk uzman ve yetkilinin bulunduğunu iddia ediyor bazı katılımcılar. Bu duyumlara göre, PKK liderlerinin yakalanıp bu aşamada teslim edilmesinin siyasi açıdan sakıncalı olacağı, AKP’ye yarayacağı ve Amerika’nın Türkiye’deki bazı siyasi partileri kayırdığı izlenimi yaratacağı ifade ediliyor.

WASHINGTON’DAKİ SENARYOLAR

AK Parti Ankara Milletvekili Reha Denemeç ve AK Parti Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu ile birlikte Washington temaslarının ardından basın toplantısı düzenleyen Egemen Bağış ise Bazı gazetecilerin, Washington’da basına kapalı bir toplantıda bazı kişilerin çeşitli senaryolar üzerinde fikir yürüterek, “Irak’ın kuzeyindeki PKK elebaşılarının yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesinin seçimde AK Parti’nin işine yarayacağını” söylediğini aktarması üzerine Bağış, “Bu iddiaları dile getirenlerin, o toprakların ekmeğini yemiş olduğunu düşününce iğrenç buluyorum. Şiddetle kınıyorum. Bunlar siyaset üstü” dedi. Bağış, bu tür iddiaları dile getirenlerin “hain” olduğunu söyledi. Bir başka soru üzerine de Bağış, “Herhangi bir vatandaşımızın hayatına kasteden her türlü girişimi kınarım. Bunlar ayıptır. Özellikle de demokratik olduğunu iddia eden bir ülkede” diye konuştu ve bu tür senaryolar üzerinde çalışmanın hiç kimsenin haddi olmadığını söyledi. Washington’da bazen “Türkiye uzmanı” olduğunu iddia eden bazı düşünce kuruluşu yetkililerinin, AK Parti’nin “gizli gündemi bulunduğu veya İslamcı olduğu” gibi iddiaları ortaya attığını belirten Bağış, AK Parti’nin, Türkiye’nin laikliğine “en az diğer partiler kadar” önem atfettiğini ifade etti. Türk askerinin Irak sınırındaki hareketliliğine ilişkin bir soru üzerine Bağış, Türk Ordusu’nun 30 yıldır Irak’ın kuzeyinde gerek gördükçe PKK’ya karşı sınırı geçtiğini söyledi. Bağış, Türkiye’nin öncelikle kendi sınırları içinde önlemler aldığını belirtti, ancak bunun sınırdan sızmalara seyirci kalınacağı anlamına gelmediğini ifade etti. Bağış, “Türkiye, PKK’yı başından defetmek için aynı kararlılığını bütün kurumlarla eşgüdüm içinde sürdürecek” dedi. Egemen Bağış, görüştükleri Amerikalı yetkililere, “Meksika sınırından sızan teröristler, San Diego’ya mayın döşeyip yarbaylarınızı öldürse ne yapardınız” benzeri sorular sorduklarını anlattı. ABD Başkanı George Bush’un, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin lideri Mesud Barzani ile telefon konuşmasına ilişkin bir soru üzerine Bağış, “Ben bu konuşmayı, PKK terörüne son vermek için ABD’nin atmakta olduğu adımlar çerçevesinde değerlendiriyorum” dedi.

15
Haz
07

Cumhurbaşkanı Sezer in Başsağlığı Mesajının Şifreleri

Yüksekova’da şehit düşen binbaşının ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, çok anlamlı bir mesaj yayınladı.
Sezer dün bu mesajında kullandığı sözler daha önceki hiçbir mesajında yer almamıştı.
İşte Sezer’in Ankara kulislerini dalgalandıran sözleri:

“…Türkiye Cumhuriyeti, acıları derinleşse de, terörle savaşımda asla yılgınlığa kapılmayacak, bu savaşımın gerektirdiği ulusal ve uluslararası düzeydeki tüm önlemleri koşullar ne olursa olsun kararlılıkla almaktan kaçınmayacaktır…”

Sezer’in kullandığı “ulusal ve uluslararası düzeydeki tüm önlemler” ve “koşullar ne olursa olsun” ile birleştirilince kulislerde şu yorumlar yapıldı:

“Cumhurbaşkanı şunu demek istiyor. Gerekirse Kuzey Irak’a girilmelidir. Böyle bir karara olumsuz bakmıyorum.”

“Koşullar ne olursa olsun” sözü ise “ABD’ye rağmen bile girilmelidir” diye yorumlandı.

Tecrübeli bir diplomat şu yorumu yaptı:
“Cumhurbaşkanı bir başsağlığı mesajında böyle bir ifadeyi kullanıyorsa bu çok anlamlıdır.”
Şimdi Ankara kulisleri bu mesajı konuşuyor.

Sezer’in son mesajı ile daha önceki mesajlarının arasındaki fark ise şöyle:

SEZER’İN DÜN GECE YAYINLADIĞI MESAJ:

14 HAZİRAN 2007
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER, Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde Türk Silâhlı Kuvvetlerimizin bir mensubunun şehit olması nedeniyle aşağıdaki açıklamanın yapılmasını istemişlerdir:

“Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Dağlıca köyü yoluna teröristlerce döşenen uzaktan kumandalı patlayıcının patlatılması sonucunda, 1 Binbaşımızın şehit olması, 2 Erimizin de yaralanmasından büyük üzüntü duydum.

Bu hain saldırıyı nefretle kınıyor, gerçekleştiren soysuzların, arkasındaki güçler kim olursa olsun hakettikleri karşılığı en güçlü ve sert biçimde alacaklarını bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Alçakça eylemlerini sürdürenler bilmelidirler ki, bu hain saldırılar, terörle savaşımdaki kararlılığımızı pekiştirmekte, birlik ve dayanışmamızı daha da güçlendirmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti, acıları derinleşse de, terörle savaşımda asla yılgınlığa kapılmayacak, bu savaşımın gerektirdiği ulusal ve uluslararası düzeydeki tüm önlemleri koşullar ne olursa olsun kararlılıkla almaktan kaçınmayacaktır.

Ulusumuzun gururu Türk Silâhlı Kuvvetlerimiz, terörle savaşımı erinden en üst rütbeli subayına kadar büyük özveriyle yürütmekte, bölünmez bütünlüğümüzün, Cumhuriyet’in değer ve kazanımlarının korunması için canını seve seve vermektedir. Kahraman Ordumuzu ve O’nun değerli askerlerini Ulusumuzun gönlünde yücelten, taçlandıran, bayrak ve yurt sevgisidir.

Şehit Binbaşımıza Tanrı’dan rahmet, ailesine, Ulusumuza ve Türk Silâhlı Kuvvetlerimize başsağlığı diliyor, yaralılarımıza da acil şifa dileklerimi iletiyorum.”

Cumhurbaşkanı SEZER, ayrıca Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a bir telgraf göndererek, Türk Silâhlı Kuvvetlerimize başsağlığı dileklerini iletmiştir.

ŞIRNAK’TA İKİ SUBAY VE BİR ERİN ŞEHİT DÜŞMESİNİN ARDINDAN YAYINLANAN MESAJ

10 HAZİRAN 2007

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER, Şırnak’ın Güçlükonak ilçesinde Türk Silâhlı Kuvvetlerimizin üç mensubunun şehit olması nedeniyle aşağıdaki açıklamanın yapılmasını istemişlerdir:

“Şırnak’ın Güçlükonak ilçesinde karayoluna teröristlerce döşenen uzaktan kumandalı patlayıcının patlatılması sonucunda, 1 Yarbay, 1 Binbaşı ve 1 Erimizin şehit olduğunu, 5 askerimizin de yaralandığını büyük bir üzüntüyle öğrendim.

Bu alçakça saldırıyı nefretle kınıyor, gerçekleştirenleri ve arkasındaki güçleri lanetliyorum.

Türkiye Cumhuriyeti birliğine, bölünmez bütünlüğüne yönelen bölücü teröre karşı haklı savaşımını, son terörist yok oluncaya kadar, Ulusu’yla, Türk Silâhlı Kuvvetleri’yle, tüm güvenlik birimleriyle kararlılık içinde yürütecektir.

Türkiye Cumhuriyeti, bu savaşımın gerektirdiği adımları, çekinmeden Ulusu’yla bütünleşerek atacak, bu ve benzeri hain eylemlere kalkışanlara hakettikleri yanıtı verecektir.

Ulusumuzun ve Devletimizin bu konudaki sarsılmaz istenci karşısında hiçbir güç duramayacaktır.

Şehitlerimize Tanrı’dan rahmet, ailelerine, Ulusumuza ve Türk Silâhlı Kuvvetlerimize başsağlığı diliyor, yaralılarımıza da acil şifa dileklerimi iletiyorum.”

Cumhurbaşkanı SEZER, ayrıca Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a bir telgraf göndererek, Türk Silâhlı Kuvvetlerimize başsağlığı dileklerini iletmiştir.
 
TUNCELİ’DE ŞEHİT DÜŞEN ASKERLERİN ARDINDAN YAYINLANAN MESAJ

04 HAZİRAN 2007

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER, Tunceli’nin Pülümür İlçesi’nde Kocatepe Karakolu’na teröristlerce düzenlenen hain saldırı nedeniyle Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a bir telgraf göndererek, olaydan duyduğu üzüntüyü bildirmiş, saldırıyı nefretle kınamış, şehitlerimize Tanrı’dan rahmet, ailelerine, Ulusumuza ve Türk Silâhlı Kuvvetlerimize başsağlığı dilemiş, yaralılarımıza da acil şifa dileklerini iletmiştir. 

BİNGÖL’DE 4 İŞÇİNİN ÖLDÜRÜLMESİNİN ARDINDAN YAYINLANAN MESAJ

31 MAYIS 2007

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER, teröristlerce Bingöl’de düzenlenen saldırıda, 4 işçinin ölmesi, 4 işçinin de yaralanması nedeniyle Bingöl Valisi Vehbi Avuç’a bir telgraf göndermiştir.
Cumhurbaşkanı SEZER’in telgrafı şöyledir:

“Teröristlerce Bingöl’de ormanlık alanda ağaç kesimi yapan işçilere düzenlenen silahlı saldırıda 4 işçinin ölmesi, 4 işçinin de yaralanmasından büyük üzüntü duydum.

İşçilerimize karşı girişilen bu hain saldırıyı nefretle kınıyorum.

Saldırıda yaşamını yitiren işçilere Tanrı’dan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyor, yaralı işçilere de acil şifa dileklerimi iletiyorum.”

15
Haz
07

“BAŞARILARLA DOLU BİR İKTİDAR DÖNEMİNDEN SONRA İKİNCİSİNE HAZIRLANIYORUZ

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ”Bu yolculuk devam ediyor, devam edecek. Son nefesimizi verdiğimiz ana kadar… Bunun için cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili olmak gerekmiyor” dedi.

Partisinin TBMM Grup toplantısında konuşan AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 22. dönemi değerlendirirken, milletvekillerine de seslendi. Göreve geldikten sonra belediyelerin İller Bankası paylarından yüzde 40’tan fazla kesinti yapılmayacağı talimatı verdiğini belirten Erdoğan, belediye başkanlığı yaptığı dönemde bu konuda haksız uygulamalar yaşadığını anlattı.

Hangi partiden olursa olsun hiçbir belediyeyi ayrıma tabi tutmadan yerel yönetimlere bakışlarını ortaya koyduklarını ifade eden Başbakan Erdoğan, bu konuda 1 veya 2 şikayet geldiğini, bunların da bizzat takipçisi olduğunu söyledi. Başbakan Erdoğan, ”Ben de damdan düşerek geldim. Ben de belediye başkanlığı yaptım. Aynı şeyler bana yapıldı” dedi.

”TEK BİR GÖLGE DÜŞÜRMEMİŞ PARTİ”

Başbakan Erdoğan, ”Hamdolsun bugün sevinerek görüyorum ki kısa sayılabilecek siyasi yaşamı içinde AK Parti, siyasi ilkelerine bağlılık konusunda bütün sınavlardan da alnının akıyla çıkmış, ideallerine, iddialarına tek bir gölge düşürmemiş bir partidir” dedi.

Türkiye’nin değişimin mimarlarının, her şeyden önce Meclis çatısı altında yürütülen yoğun çalışmalarla millet iradesini ve milletin beklentilerini en yüksekte tutan ve yüklendiği emanetin hakkını verenin milletvekilleri olduğunu kaydeden Başbakan Erdoğan, yola çıkarken kendileriyle ”uzun bir yola çıktıklarını” ifade ettiğini söyledi.

Afyonkarahisar’da yaptıkları toplantıda Aşık Veysel’in sözleriyle, ”Uzun ince bir yoldayız. Gidiyoruz gündüz gece ve gideceğiz gündüz gece…” dediğini hatırlatan Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:

”Bu yolculuk devam ediyor, devam edecek. Ne zamana kadar; son nefesimizi verdiğimiz ana kadar. Bunun için cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili olmak gerekmiyor. Bunun için atanmış kademelerden herhangi birisinde, valilikten kaymakamlığa kadar herhangi bir seviyede bir makamda olmak gerekmiyor. Yeter ki sizin soluğunuz, sizin aşkınız, sizin sevdanız, sizin inancınız bu millete, bu vatana hizmet aşkıyla yanıp tutuşsun. Mesele budur. Kendi kişisel öykümüz açıkça ortaya koydu ki siyaset yolu dümdüz, engelsiz, pürüzsüz bir yol değildir. Aslolan bu yolda tökezlemeden ufukları açmaktır. Bu inançla bugünlere geldik. Bu inançla önümüzdeki mesafeleri de aşacağız. Türkiye ile birlikte, ülkemizle birlikte emanetini taşıdığımız halkımızla birlikte güçlendiğimiz için mutluyuz, bahtiyarız.”

MİLLETVEKİLLERİNE SESLENDİ

Başbakan Erdoğan, milletvekillerine seslenirken, ”Sizler, Türk siyasetinin, demokrasi ve parlamento tarihimizin en saygın kadrosu oldunuz. İşte dün Anayasa paketinin tekrar Sayın Cumhurbaşkanımıza gönderilmesinde ortaya koyduğunuz tavırla bunu ispatladınız” dedi.

Dün Anayasa değişiklikleriyle ilgili kanunun görüşülmesinde birilerinin, ”Artık iş bitti, parlamento son günlerini son saatlerini yaşıyor. Bu nedenle 350-352 biraraya gelmez, bağımsızlar, muhalefet kesinlikle gelmez” diye beklediğini ifade eden Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

”Ana muhalefet olarak ‘Biz bu işi bitiririz, yine rakamları yan yana değil de şöyle alt alta koyarak toplarız. Buradan yine bir şey çıkartırız’ deniyordu. Ne yan yana koydular oldu, ne alt alta koydular oldu ve sizin oradaki duruşunuz 366 ila 375 arasında bir tabloyu ortaya çıkardı. Bu, önemliydi. ‘Efendim, şimdi ne olacak?’ Şimdi olması gereken olacak. Bizde edebiyatta hocam şöyle derdi, ‘oğlum, olacak olan olur.’ Şimdi biz de ‘olacak olan olur’ diyoruz ve olacak. Sizler gecenizi gündüzünüze kattınız, gece 1-2’lere kadar, sabah 4-5’lere kadar çalıştığınız günler oldu. Çocuklarınızın, eşlerinizin yolunuzu gözlediği saatlerde, Türkiye’nin gücü ve itibarı için hummalı çalışmalar yaptınız. Demokrasi mücadelemizin önemli dönemeçlerinde asil duruşunuzu hiç ama hiç bozmadınız. AK Parti kadrolarına yakışan tavır budur. Milletimizin vakarını zedeleyecek hiçbir yanlışa, hamdolsun itibar etmediniz.”

”SİYASETE İTİBAR KAZANDIRDINIZ”

Başbakan Erdoğan, milletvekillerinin siyasete itibar kazandırdığını, Türkiye’nin gücüne güç kattıklarını belirterek, ”Milletimiz, ülkemiz, Hükümetimiz, AK Parti teşkilatı adına her birinize tek tek teşekkür ediyorum. Sizlerle birlikte başımız dik, alnımız açık olarak başarılarla dolu bir iktidar dönemini tamamladık ve şimdi ikinci iktidarımıza hazırlanıyoruz. Aziz milletimiz şahit olsun ki bu şerefi hak etmek için bu millete layık olmak için bu seçkin kadro üzerine düşeni önemli ölçüde yerine getirmiştir. Şimdi bulunduğumuz noktadan daha ileriye gideceğiz. Geri gidemeyiz” diye konuştu.

Göreve başladıklarında bazılarının ellerinde tabloyla geldiklerini, bu tabloda ekonomik göstergelerin yer aldığını hatırlatan Başbakan Erdoğan, ”Şimdi enteresandır; o tablo fersah fersah aşıldı. Ama bunun fersah fersah aşıldığını görenler, şimdi kendilerini reddediyorlar, inkar ediyorlar” diye konuştu.

Milletvekillerinin her birine ”İçimden gelen takdir hisleriyle Allah sizden razı olsun” diyen Başbakan Erdoğan, uzun yolculukta birlikteliklerinin devam edeceğini, arkadaşlarının farklı görevde ve kademelerde de olsa bulundukları yerde kendileriyle yürümeye devam edeceği inancını dile getirdi.

Başbakan Erdoğan, ”Bu ülkeye hizmet etmek nasip olursa, bu kadronun her bir ferdi orada bayrağımızı yükseltecek ve bu bayrak yarışını, bu kadronun başarıyla sonuçlandırması, Türkiye’nin gelecek ideallerine sahip çıkmak adına hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacaktır. Ben buna inanıyorum” dedi.

Milletvekilliğine aday olmayanlara, gösterdikleri üstün performanstan dolayı özellikle teşekkür ettiğini vurgulayan Başbakan Erdoğan, heyecan, aşk ve azimleri azalmadan millete hizmet etmeye devam edeceklerini söyledi.

Türkiye’ye neler kazandırdıklarını ve gelecekte neler kazandırmak istediklerini millete anlatacaklarını belirten Başbakan Erdoğan, ”İnanıyorum ki bugüne kadarki kardeşlik iklimi, birlik ve dayanışma ruhu, 22 Temmuzda çok daha güçlenecektir” dedi.

“AK PARTİ, BÜTÜN TÜRKİYE’NİN PARTİSİDİR”

Erdoğan, partisine katılımlara değinerek, bu katılımların AK Parti’nin, bütün Türkiye’nin partisi olma iddiasının açık bir ispatı olduğunu söyledi.

AK Parti’nin, Türkiye haritasının her bölgesinde ve her şehrinde bütün toplumsal kesimleri temsil eden ve oy dağılımı dengesi olarak 81 şehre yayılan bir parti olduğunu ifade eden Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:

”Geçtiğimiz dönem Iğdır ve Tunceli hariç, 79 vilayette milletvekili çıkaran bir partiyiz. Bugüne kadar böyle her partiye nasip olmadı, tek partili dönem hariç. Onun için kadrolarımız daralmıyor, partimiz küçülmüyor. Tam aksine her gün yeni isimlerle değişiyor, büyüyor. Ben buna katılım değil, arkadaşlar buluşma diyorum. Özgürce akan, nehirlerin aktığı bu mecrada bizi buluşturan şey, Türkiye için kurulmuş güzel, aydınlık ideallerimiz, Türkiye’yi ayağa kaldıracak hedeflerimiz gözüyle bakıyorum.”

Başbakan Erdoğan, konuşmasını ”Allah yolumuzu açık etsin, Allah yar ve yardımcımız olsun” diyerek tamamladı.

15
Haz
07

”BİZ, SİYASETİ DAR, HİZİPÇİ KALIPLAR İÇİNE HAPSETMİYORUZ”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, siyaseti dar, hizipçi kalıplar içine hapsetmeden, sağın da solun da değişim taleplerine cevap verdiklerini belirterek, ”AK Parti, bu ülkede yaşayan her insana, meşru olan her fikre, her inanca, her ideale aynı yakınlıkla duran, kendini toplumun parçaları ile değil, bütünüyle ifade eden bir merkez partisidir” dedi.

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin TBMM Grup toplantısında yaptığı konuşmada, Meclisin 22. Dönem 5. Yasama yılının tamamlandığını hatırlatarak, ”Türk siyasi tarihine parlak bir istikrar örneği olarak imzasını atan AK Parti Hükümeti ve AK Parti Grubu, bu süre içinde aldığı emaneti taşımanın hakkıyla milletin huzuruna gelmektedir” diye konuştu.

Millete giden her yolun, kendilerinin tabii mecraları ve istikametleri olduğunu kaydeden Başbakan Erdoğan, 22 Temmuzu da 3 Kasım ve 28 Martta olduğu gibi milletle bir kucaklaşma, kavuşma vesilesi olarak gördüklerini belirtti. Erdoğan, şunları söyledi:

”Adeta bir vuslat heyecanıyla bekliyoruz. Milletimizin da bizi aynı heyecan ve coşkuyla beklediğini biliyor, gittiğimiz her şehrimizde en açık şekilde bu coşkuyu görüyoruz.

AK Parti iktidarıyla geçen 5 yıla yakın zamanın her günü, devletimizle milletimizin arasındaki soğuk duvarların yıkıldığı, mesafelerin ortadan kalktığı bir değişim takviminin sayfaları olarak, hamdolsun tarihe geçmiştir. Bu adalet ve kalkınma takviminin her sayfasını, bizler, milletimizle beraber yazdık. Bu uzun yolun her adımını milletimizle birlikte attık. Türkiye’nin güzel hayallerini gerçeğe dönüştürmek için milletimizle birlikte mücadele ettik.

AK Parti çatısı altında, millet iradesinin 22 Temmuzda ortaya çıkaracağı tablonun, bu ülke için endişe kaynağı olduğuna inanan bir tek vatandaşımız, ülke sathında aslında yoktur. Bu millet, son derece namüsait şartlar altında tarihin en parlak istiklal mücadelesini veren, Cumhuriyetimizi kuran bir dirayete sahiptir. Türkiye için doğru karar, milletin kararıdır.”

DEĞİŞİM

AK Parti’nin uzun bir geçmişe sahip olmayan, genç bir parti olduğunu hatırlatan Başbakan Erdoğan, AK Parti iktidarında Türkiye’nin her alanda büyük bir değişim yaşadığını ve çok önemli mesafeler aldığını söyledi.

Başbakan Erdoğan, iktidarları döneminde çok ağır kriz şartlarının ortadan kaldırıldığını, milletin üzerindeki ağır yüklerin hafifletildiğini, kaybolan umutların, kırılan hayallerin açtığı yaraların önemli ölçüde iyileştirildiğini savunarak, sözlerini şöyle sürdürdü:

”Bugün Türkiye yeniden bir umut, fırsatlar, huzur ve istikrar ülkesidir. Bunu ben söylemiyorum. Ülkemize koşup gelen yatırımcıdan, kredi notu veren kurullarına varıncaya kadar, bu aydınlık tabloyu, ülkemiz, milletimiz, geleceğimiz için tarihi bir kazanım olarak görüyoruz. Daha da önemlisi, çok daha güzel bir başlangıcın ilk adımı sayıyoruz.

Her vatandaşımız için bu umut ve heyecanı korumak, Türkiye’nin hedeflerine, milletimizin beklentilerine, Cumhuriyetimizin ideallerine sadakatin bir gereğidir. AK Parti, milletimiz nezdinde Türkiye’nin değişim dinamizminin, huzur ve umutla geleceğe taşıdığımız bir adres haline gelmiştir.

Türk siyasetinde son bir kaç ayda yaşananlar, Türkiye için fikir, proje, iş, hizmet, yatırım üretenlerle, sıkıntı, kavga, kriz üretenlerin farkını, açık, seçik ortaya çıkarmıştır. Nedir o fark? AK Parti’nin, Türk siyasetinin pusulasını değişime ayarlayan, yönüne güncelleşme anlayışını yerleştiren, yüzünü çağdaş dünyaya çeviren adres olmasıdır. Nedir o fark? AK Parti’nin, Türkiye genişliğinde bir siyasetin samimi arayışı içinde olmasıdır.”

”AŞIRILIKTAN UZAK AMA MERKEZE YAKIN…”

Türkiye’nin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine neresinde yaşarsa yaşasın her insanını aynı samimiyetle kucaklayan, her karış toprağını aynı sevdayla seven bir memleket siyasetinin temsilcisi olduklarını ifade eden Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:

”Demokrasiye, adalete, insan hak ve özgürlüklerine,laikliğe, sosyal hukuk devletinin gereklerine, bu ülkenin gelecek ideallerine yürekten bağlı ve sevgisini bu ülkenin bütün renklerini severek gösteren bir anlayışın, bir duruşun sahibi olmasıdır. Farkımız budur. AK Parti, bu ülkede yaşayan her insana, meşru olan her fikre, her inanca, her ideale aynı yakınlıkla duran, kendini toplumun parçalarıyla değil, bütünüyle ifadede eden bir merkez partisidir. Aşırılıklardan uzak ama merkeze yakın her türlü anlayışla iç içe olmayı seven bir anlayış…

AK Parti, siyaset tabanı Türkiye olan, 780 bin kilometrekare olan bir siyasi partidir. Onun için bölgesel milliyetçiği reddeden bir partiyiz. Etnik milliyetçiliği reddeden bir partiyiz. Dinsel milliyetçiliği reddeden bir partiyiz.

Biz, siyaseti dar hizipçi kalıplar içine hapsetmeden, sağın da solun da değişim taleplerine cevap veriyoruz. Farkımız burada. Çünkü biz, kulağı yalnız kendi sesiyle dolu, tek yönlü bir parti olmadık, olmuyoruz, olmayacağız. AK Parti, her vatandaşın hakkını, hukukunu aynı kararlılıkla savunmayı ilke edinen bir parti.”

 
15
Haz
07

e-devlet logo ve slogan yarışması

e-devlet-afisi.gif




İstatistikler

  • 2.405.988 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Haziran 2007
P S Ç P C C P
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

En fazla oylananlar