23
Ağu
09

Çöken bir efsane : Halkların kardeşliği

Kardeşlik mitini bitiren Kürtler


” Halkların kardeşliği”   sloganı     gerçeklerden    kaçışta   son            sığınaklarıydı.  ABD

Ortadoğu’ya  girdi  ve  Kürtler  dedi  ki  :  “Bizden  bu  kadar.  Kardeş      mardeş      yok.

ABD   gibi  ağabeyim  varken   ne  yapayım   sizin    gibi    birkaç   entel     aydının

kardeşliğini.   Siz      nasılsa    bana   kardeş     kalmak    zorundasınız.      Ben   de   artık      her istediğimi      yaparım.”

Uzun süredir solun önüne konulan bir tez vardır: Halkların kardeşliği. Bu adeta kutsal bir tabu gibi iki cümlede bir tekrarlanır. Her türlü sol politikanın önüne engel olarak çıkan bu iki kelime yıllardır anti-emperyalizm, devrimci örgütlenme ve Türk halkına öncülük etme görevlerinin önüne geçti.

İşin ilginç yanı bugün bu politikayı en soldan savunanlar artık halkların kardeşliğini savunmak adına Türklere, Farslara ve Araplara, yani Ortadoğu’daki gerçek halklara, düşmanlık yapıyorlar.

Kardeşlik miti en başta Kürtlerin işbirlikçi ve bölücü eylemlerini hoş göstermek için bir zırh görevi görmüştü. Bugün görüyoruz ki, bölgede İsrail ile birlikte ABD’nin en yılmaz işbirlikçisi konumuna gelen ve istisnasız tüm Ortadoğu halklarına karşı kurşun sıkan Kürtlerin ağzında artık yeni bir slogan var:

Yaşasın Kürtlerin kardeşliği, yaşasın ABD’nin ağabeyliği…


Kuzey Irak’ı ziyaret eden DTP heyeti ve Ahmet Türk ile Barzani’nin birbirine verdikleri Kürtlerin kardeşliğini artık kimsenin bozamayacağı ve Kürtler arasında çatışma çıkarılamayacağı sözü, bir dönüm noktasını işaret etmektedir.

Kürtler artık sol siyaset maskesini tamamen bırakacaktır. Kürt ırkı temelinde birlik örgütlenmesine gitmektedirler. Yine Emine Ayna DTP dışından aday olanların Kürt sayılmayacağını söyleyerek benzer tavrı pekiştirmiştir.

Şimdi bu sözleri bir Türk’ün söylediğini varsayın. Kesinlikle ırkçılık, şovenizm ve ayrımcılıkla suçlanacak ve üstüne belki de soruşturma yiyecektir. Herkes halkların kardeş olduğu, Kürtlerin ise bir numaralı kardeşimiz olduğu üzerine destanlar düzecektir.

Şu açıkça ortaya konmalıdır. Eğer bir kardeşlik varsa kesinlikle bunu ortadan kaldıran ve ırkçı politikalarla Türk düşmanlığı körükleyen Kürtler olmuştur. Kürtler bunu sadece Türklere değil, Araplara ve Farslara karşı da aynen uygulamıştır.

Kürt ırkçılığı artık gizlenemez bir hâle geldi. Ancak garip enternasyonalizm anlayışı Ortadoğu’da kan dökmek konusunda Yahudi ırkçılığıyla yarışan bu ırkçılığı bile aklayabiliyor: “Ama onlar ezilen ulus. Milliyetçi olmaları mazur görülebilir.”

Nasıl bir ezilmek ki bu her şey mazur… Irak’ta ABD’ye uşaklık, petrol bölgesine el koymak, etnik temizlik, kukla yönetimin başına geçmek, Türkiye, İran ve Suriye’ye karşı teröre yataklık etmek ve daha nicesi… Şu bölgede ABD ve AB emperyalizmine bu denli hizmet eden başka hiçbir topluluk yok! Ama yine de bunlar ezilen ve dolayısıyla halklara ihanet etmeleri mazur görülebilen tek grup sayılabiliyor. Hem de solculuk adına…

Ahmet Türk ve Talabani

Halkların kardeşliğini değil, artık halkların akıllılığını
savunuyoruz. Bütün ezilen halklar için aklın yolu birdir. Emperyalizme karşı savaşmak, savaşmak ve savaşmak!
Sonuna kadar egemenliğini ve bağımsızlığını korumak…
Bu yolda ilerleyenlerin, sahte bir kardeşlik ülküsüne ihtiyacı yoktur. Zaten bir arada yürümektedirler.

Emperyalistlerle yürüyenler ise milyon kez tekrar etseler bile kardeşimiz olamazlar. İşbirliği yoluna sapanlarla ve aklını emperyalist propagandaya kurban edenlerle niye kardeş olalım ki? Ezilen ulusların birliği “halkların kardeşliğinden” değil,
akıllılığından geçiyor.

Yaşasın mazlum milletlerin birliği, yaşasın halkların akıllılığı!

İşçilerin kardeşliğinden
Wilson’un kardeşliğine

İşin ilginç yanı halkların kardeşliği politikası, eskiden dayanak kabul ettiği enternasyonalizm ile bile kendini gizleyemiyor.

Enternasyonalizmin sloganı özetle işçilerin kardeşliğidir. Zaten enternasyonalizm ulus ve halk kavramlarını burjuvazinin uydurduğu üst yapı kurumları olarak dışlar. Avrupalı saf enternasyonalistler Lenin’in ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesine bile karşı çıkmışlardı.

Rosa Luksemburg’a göre ulusal sorun ve sömürge sorunu diye bir şey olamazdı. Çünkü dünyadaki tek sorun proleter sorunuydu. Tüm dünya işçileri cihan sosyalizmini kurunca zaten ortada ulus veya sömürge diye bir sorun kalmayacaktı.

Enternasyonalizmin bu denli saf hali, Luksemburg 1918’de emperyalizmi ve sömürgeciliği savunan bizzat kendi eski yoldaşları tarafından öldürülünce tarihe karıştı. Lenin’in formülü gerçek hayata biraz daha yakındı: “Tüm dünyanın işçileri ve ezilen ulusları birleşiniz.”

Dünyanın ezilen ulusları birleşti birleşmesine ama Batı işçilerinin ezilen uluslarla değil de; her seferinde kendi burjuvalarıyla sömürgecilik için birleştiği görülünce enternasyonalizmin tam anlamıyla bir ütopya ama halkları uyutan gerici bir ütopya olduğu ortaya çıktı.

Kaldı ki Leninist enternasyonalizm bile ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmakla birlikte emperyalizme hizmet eden gerici ve bölücü hareketlere açıkça karşı çıkıyordu. Ulusal hareketin desteklenmesi için öncelikle bilimsel ve tarihsel ölçütlerle bir ulustan bahsetmek, üstüne üstlük ulusal hareketin emperyalizmi güçlendiren değil zayıflatan bir sömürgecilik karşıtı hareket olması şart koşuluyordu.

Devrimin çıkarı için Ukrayna gibi dört başı mamur bir ulus devletin üstünden bile silindir gibi geçen Lenin’in “halkların kardeşliği” gibi naif, her yere çekilebilecek ve genellikle de en işbirlikçi yöne çekilen bir kavramla uzaktan yakından bir alakası yoktur.

Sol, özellikle Ulusal Sol, ezilen ulusların kardeşliğini savunur. Ancak bu tür bir kardeşlik için bile önce ezilen ulus milliyetçiliğini benimsemek gerekir.

Peki halkların kardeşliği sloganı nereden gelmektedir? Ve ne hikmetse bu sloganı savunanlar neden gerçek ezilenleri değil de hep emperyalizme hizmet eden etnik grupçukları ve diğer gerici toplulukları savunurlar.

Bunun tek nedeni, bu sloganın ağa babasının meşhur ABD emperyalisti Wilson olmasıdır. Wilson bilindiği gibi ezilen ulusların sömürgeciliğe karşı kendi kaderlerini tayin etmeleri tehlikesini görmüş ve meşhur 14 umdesiyle self-determinasyon ilkesini daha doğrusu mandacılık ve emperyalizm temelinde böl-parçala-yönet politikasını ortaya koymuştur.

Tam da bugünkü halkların kardeşliği papağanlarının savunduğu gibi Wilson’un ilkeleri de Türkiye’nin Ermeniler, Kürtler ve Rumlar arasında parçalanmasını savunuyordu. Wilson ilkeleri, self-determinasyon adı altında Türkiye’nin nasıl parçalanacağının reçetesini özenle çıkarırken; ABD, İngiltere ve Fransa’nın sömürgeleri hakkında tek kelime etmez.

Alın size kardeşlik! ABD ağabey, işbirlikçi Kürt, Ermeni ve Rum çeteleri kardeş… Bugün değişen ne var? Bugünkü kardeşlik propagandistlerinin de solla uzaktan yakından alakası yoktur. Vaaz ettikleri kardeşlik, cıvık bir hümanizm ve çarpık bir enternasyonalizm boyasına bürünmüş işbirlikçilik kardeşliğidir, Wilson kardeşliğidir.

Gerçek kardeşliği savunan milliyetçiler, düşmanlık körükleyen enternasyonalistler

Hepsini bir yana bırakalım dünyada ve Ortadoğu’da emperyalizme karşı ciddi bir birliktelik nüvesi oluşmakta. Ahmedinejad ta Latin Amerika’ya gidiyor Chavez’den destek almak için. Suriye ve İran Türkiye’ye PKK’ya karşı birlikte mücadele önerisinde bulunuyor. Irak’taki Türkmenler ve direnen Araplar ortak cephe oluşturmaya çalışıyor.

Emperyalizme karşı direnen pek çok ulusu birleştiren ortak eksen hepsinin ezilen ulus olması ve hepsinin Batı’ya ve işbirlikçilerine karşı milliyetçi bir direniş ortaya koymasıdır.

Çok ilginç bir durum… Enternasyonalist ve halkların kardeşliği çizgisindeki kesim ise istisnasız her direniş mevzisinde liberal tavır alıyor, halklara karşı etnik grupları, bağımsızlığa karşı Batı’yı destekliyor.

Örneğin TÜRKSOLU koşulsuz, kayıtsız ve şartsız bir şekilde ABD’ye karşı vatanını savunan Irak halkının yanında yer aldı. “Dayan Irak Dayan Saddam” sloganı bu tavrı siyasi tarihe not olarak düştü. Ancak liberaller ve liberal “sol”cular bize saldırdı: “Faşist, ırkçı, şoven…” ABD’ye karşı İran’ı destekledik yine aynı suçlamalar.

Düşmanlık yaptıkları sözde TÜRKSOLU ama aslında Ortadoğu’da ABD’ye karşı çıkan hangi ulus varsa onun liderine, ulusların bağımsız yaşama iradesine ve ulus devletlerini koruma hakkına saldırıyorlar.

İşbirlikçiliğin gerekçesi aynı. Hep halkların kardeşliği hep enternasyonalizm… İyi de Arap halk değil mi? Filistin’i halktan saymıyor musunuz? İran’ın bağımsız olma hakkı yok mu? Peki ya Türk? Şu kardeşlerin arasına bir kere de Türk’ü alın. Madem kardeşliği savunuyorsunuz neden Türk’e ait, Türk’e dair her şeye düşmansınız?

Bu soruları yanıtlayamazlar. Sormak da abes aslında… Çünkü onlar Wilson’un solcuları. Türkiye’yi kesip biçen Wilson’a Filipinleri sorduğumuzda yanıt almak ne kadar imkânsızsa; bu Wilsoncu enternasyonalistlere de Kürtlerin işbirlikçiliğini, Ermenilerin katliamlarını, Rumların yayılmacı eylemlerini sormak da o kadar anlamsızdır.

Peki ya Batı Trakya’daki Türkler

Sonunda gelip baktığımızda karşımıza bir “kardeşlik” ve “enternasyonalizm” ucubesi çıktığını görüyoruz.

Geçtiğimiz hafta Yunan Konsoloslukları hedef seçildi. Kırmızı boyalar atıldı. Polis ile karşı karşıya gelindi.

Ama göstericiler Ergenekoncu değildi. Veya çokça ifade edilen tarzda “ırkçı-şoven” de değildi. Yunanistan’da geçtiğimiz haftalarda Aleksis isimli 15 yaşında bir genç polis tarafından öldürüldü. Enternasyonalistlerimiz birden ayağa kalktı. Tüm konsoloslukların önü eylem alanına çevrildi. Pankartlar açıldı: “Aleksis’in hesabı sorulacak.”

Bu nedir şimdi? 15 yaşında bir Yunan gencinin hesabını soracak kadar hassas dayanışma ve demokratlık örneği acaba Balkanlardan Yunan devleti tarafından sürülen, yollarda katledilen yüz binlerce Türk göçmen için gösterilemez mi?

Yoksa aydınlarımız ve demokratlarımız Ermenilerle ve Rumlarla o denli büyük bir dayanışma ve kardeşlik içindeki, kardeşlerinin ellerindeki diğer halkların kanlarını göremiyorlar mı?

Hadi Türk’ü sevmiyorsun. Ermenilerin ve Rumların katlettiği yüz binlerce Türk senin için insandan sayılmıyor. Bu yüzden “halkların kardeşliği” adına Hocalı’da, Kıbrıs’ta, Batı Trakya’da mazlumdan değil zalimden yanasın. Peki ya Ermenilerin baskı altına aldığı Gürcüler, Yunanistan’ın ezdiği Arnavutlar ve Makedonlar?

Azınlık hakları ve self-determinasyon adına dünyadaki en rezil, en pespaye ve en işbirlikçi siyasi grupları ve liderlerini desteklediniz. Nereye ABD ordusu girse, orada direnenden değil işbirlikçiden yana tavır aldınız.

Peki ya Batı Trakya’daki Türkler, Bulgaristan’dakiler ve Kıbrıs’takiler… Onlar da eziliyor. Onların da hakları var. Tek suçları ABD’den yardım dilenmemeleri mi? AB ile kaynaşmamaları mı? Zor günlerde yüzlerini Ankara’ya dönmeleri mi?

Enternasyonalizm: Kuruntudan şizofreniye

Arrighi, “Enternasyonalizmin Kuruntuları” isimli güçlü makalesinde Batı işçi sınıfının ve genel olarak dünya işçilerinin arasında ortak çıkara dayalı bir enternasyonalist dayanışmanın mümkün olmadığını ve bu tür beklentilerin kuruntudan öteye gidemeyeceğini çok etkileyici bir şekilde anlatır.

Gerçekten de Batı işçi sınıfının “sınıf çıkarı”, ezilen ulusların daha fazla sömürülmesine ve sömürgelerden gelen artıkların kendi burjuvalarıyla neşe içinde paylaşılmasına dayanır. Böylelikle enternasyonalizm tarihsel öznesini yitiren kocaman bir ütopyadan öteye geçemez.

Ancak Türkiye gibi emperyalizmin bizzat saldırısı altında olan ezilen dünyada enternasyonalizm, Batıdakinden çok daha vahim bir sömürge hastalığına dönüşmektedir.

Tıpkı Fanon’un sömürge aydınlarında tarif ettiği zihin bozuklukları gibi enternasyonalizm de ilk başta kişinin kendi benliğini ve gerçekliğini reddetmesine, halüsinasyonlar ve kurgular dünyasında kaybolmasına neden olmaktadır.

Öyle ki Seattle’da ayda 5 bin dolar maaş alırken işini kaybeden Amerikan işçisi için üzülen solcu, yanı başında Telafer’de ABD’li askerler ve Kürt işbirlikçiler tarafından havaya uçurulan Türk’ü görmez.

Yine ABD’deki Yahudi için ırkçılık karşıtı mücadele verir, ama İsrail ırkçılığına ve sömürgeciliğine karşı savaşan Filistin halkının lideri Arafat için ağza alınmayacak küfürler ve hakaretler saçar.

Ermeni Vakıflarının, okullarının mallarının derdiyle ağlar, avukat kesilir, Hocalı’da kurşuna dizilen bir yaşındaki çocuğun okuma hakkını aklına getirmez.

Kıbrıs’ta AKEL seçim kazandı diye sevinir. Adada Türkler azınlık kalacak, hakları yenecek, AKEL ve Talat adayı bir ABD üssüne, Helen toprağına çevirecek diye düşünmez.

Altınova’da Kürt ırkçısı kamyonuyla Türk kahvesine dalar, kan döker, can alır; düşman yine de Türk “şovenistleri”dir.

İstanbul’un ortasında Kürt teröristler bomba patlatır. Çoluk çocuk onlarca can alır. Sorumlu “bölgede yıllarca baskı politikası uygulayan Türkler ve Türk devletidir.”

Kısacası aydınımız halkların kanına giren her türlü emperyalist, terörist ve bölücü eylemi savunmanın bir yolunu bulur. Çünkü artık onunla aynı dünyada yaşamıyoruzdur. Gördüğü her gerçeğe gözünü kapatabilir: “Bunlar devlet propagandasıdır. Şovenist Türklerin yalanlarıdır.”

Ama öksüz kalan çocuklara, oğlunu şehit veren annelere, sadece Türk, sadece Arap olduğu için kurşuna dizilen bebelere göre bu yaşananlar hiç de propaganda değil.

Yaşasın halkların akıllılığı

Sözde propaganda düşmanlığı bizzat bu aydınları tek yönlü düşünen, tek yönlü gören ve hep yönlendiren robotlara dönüştürmüş durumdadır. Beyinleri BBC ve CNN tarafından programlanmaktadır. Onlara göre Batı’nın iyi dediği her şey iyidir, kötü dediği her şey kötüdür. Bu yüzden Türk, Arap, Fars ve diğer doğulular hep gaddar ve kirli; Rum, Ermeni, Kürt ve Yahudi hep mazlum ve temizdir. Bunun ötesinde akıl yürütecek bir beyin kalmamıştır.

“Halkların kardeşliği” sloganı gerçeklerden kaçışta son sığınaklarıydı. ABD Ortadoğu’ya girdi ve Kürtler dedi ki: “Bizden bu kadar. Kardeş mardeş yok. ABD gibi ağabeyim varken ne yapayım sizin gibi birkaç entel aydının kardeşliğini. Siz nasılsa bana kardeş kalmak zorundasınız. Ben de artık her istediğimi yaparım.”

Bu noktadan sonra enternasyonalizmin ve “kardeşlik” ideolojisinin etkili olabileceği beyinler açıkça şizofren ve gerçeklik düşmanı bir yapıda olabilir.

Halk kesimleri ise son derece aklıselimdir. Olayları ve gerçekleri çok net görür.

Belki ideoloji üretemez ama ideolojik saplantılara da kapılmaz. Halk, gerçekliği hiçbir ideolojik çerçevede süzmeden algılar. Bu yüzden ortalama halk bilinci kardeşlik masallarına artık karnımız tok diyor.

Halkların kardeşliğini değil, artık halkların akıllılığını savunuyoruz. Bütün ezilen halklar için aklın yolu birdir. Emperyalizme karşı savaşmak, savaşmak ve savaşmak! Sonuna kadar egemenliğini ve bağımsızlığını korumak… Bu yolda ilerleyenlerin, sahte bir kardeşlik ülküsüne ihtiyacı yoktur. Zaten bir arada yürümektedirler. Emperyalistlerle yürüyenler ise milyon kez tekrar etseler bile kardeşimiz olamazlar.

İşbirliği yoluna sapanlarla ve aklını emperyalist propagandaya kurban edenlerle niye kardeş olalım ki?

Ezilen ulusların birliği “halkların kardeşliğinden” değil, akıllılığından geçiyor. Yaşasın mazlum milletlerin birliği, yaşasın halkların akıllılığı!

Ali Özsoy


5 Yanıt to “Çöken bir efsane : Halkların kardeşliği”


  1. 1 ata
    Ağustos 23, 2009, 8:21 pm

    6. filoyu kovan abilerimiz ablalarımız gibi bizimde bu düşmanı VATAN’dan atmamızın zamanı geldi. Hadi ey Türk gençliği! Birinci vazifeni yerine getirme zamanı geldi. Bu Vatan sana güveniyor. Bu toprak sana güveniyor. Bu toprağa kanını dökmüs sehitlerimiz sana güveniyor ata
    Sil

  2. 2 ata
    Ağustos 23, 2009, 8:22 pm

    meleket isterim, -siyasetçilerin mahale karısı gibi kavga etmedikleri, memleket isterim, -vergileri ile meşhur olmayan, memleket isterim, -m.kemale dil uzatmayan nesil barındırsın, memleket isterim, -seçim zamanı bangır bangır bağran araçların dolaşmadığı, memleket isterim, -amerikan uşaklarının olmadığı, memleket isterim, -anasını alıp gitmek zorunda olmayan çifçisiyle, memleket isterim, -vatanımı bölmeye uğraşan gavatların olmadığı, memleket isterim, -düşünenlerin ceza evinde ol

  3. 3 ata
    Ağustos 23, 2009, 8:26 pm

    LATİFE HANIM’DAN ERDOĞAN’A MEKTUP
    Sayın Başbakan,
    “Birinci Cumhurbaşkanımız Atatürk’ün eşi de türbanlıydı” şeklindeki açıklamanız üzerine bu mektubu tarihe karşı bir borç duygusuyla kaleme aldım.
    Bilmenizi isterim ki, zorunluluk olmadığı dönemlerde ne ben, ne de ailem hiçbir zaman başörtüsü kullanmadık.

    Londra’da Chislehurst Tudor Hall School ve Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde okurken başım açıktı. Pasaportumdaki fotoğrafımda bile başım açıktı.
    İzmir’deki yaşamımda da örtünmedim. Sadece sokağa çıktığım zaman mecburen başıma bir örtü geçiriyordum. Bu örtünme benim kişisel isteğim değildi. Dönemin gelenekleri-adetleri bunu emrediyordu.
    Başörtüsüne ilişkin Osmanlı hukukunda zorunlu bir yasa olmamasına rağmen, başınızın, yüzünüzün açık olması kadı huzuruna çıkarılıp kınanmanıza neden olurdu. Bir kadının bu kınamaya maruz kalması ise itibarının-namusunun yok olması demekti.
    Bu nedenle örtünmeye mecburdum.
    25 Kasım 1925’teki şapka kanunu ile başlayıp, 3 Aralık 1934’te çıkan 2596 sayılı kanun ve 18 Şubat 1935’te çıkan 2933 sayılı kıyafet yasalarıyla süren reformlar kadınların giyim konusunda tamamen özgürleşmesini sağladı. Ve ben de örtüyü kaldırıp attım.
    Sayın Başbakan,
    Büyük önder Mustafa Kemal’le evlendikten sonra mecburen, devlet görevi gereği örtündüm.
    Ancak benim örtüm biraz farklıydı: Döneme göre modern giyiniyordum; çarşaf giymiyor, peçe takmıyordum.

    Gazi Mustafa Kemal Paşa ile ben Akhisar Çiftlik İstasyonu civarında yapılan Süvari Kolordusu tatbikatında Kazım Karabekir Paşa ile birlikteyiz (5 Şubat 1923)

    Akhisar – Çiftlik İstasyonu civarında düzenlenen askeri tatbikatta Mustafa Kemal Paşa ile ben, Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altay (sol arkasında), Kazım Karabekir Paşa (en sağda) ile birlikteyiz…(5 Şubat 1923)

    Yüzümü tümden açık bırakan kendime özgü başörtüm, tayyörlerim, pelerinlerim, çizmelerim, elmas küpelerimle o dönem için çok farklı bir giyim tarzına sahiptim.

    15 Mart 1923 günü Gazi Mustafa Kemal Paşa ve ben Adana Hükümet Konağı’na girerken dönemin belediye başkanı Ali Münif Yeğenağa ile birlikteyiz…

    Gazi Mustafa Kemal Paşa ve ben 17 Mart 1923 günü Tarsus (Yenice) istasyonuna geldiğimizde karşılayanlar arasında ünlü arap liderlerden Şeyh Sinusu da bulunmaktaydı.
    Bu tarz, yabancı gazetelerde haber bile oldu.
    17 Mart 1923 tarihli İngiltere’de yayınlanan London Illustrated News ile ABD’de yayınlanan 14 Mart 1923 tarihli New York Times gazetelerine göz atarsanız, Türk kadının özgürlük simgesi olarak beni gösterdiklerini görürsünüz.
    Diğer yandan, büyük önder Atatürk’le birlikte erkek meclislerinde bulunmam, lokantalara gitmem, toplantılarda bacak bacak üstüne atmam da yadırganıyordu.
    Bu nedenle gizli bir örgüt olan “Anadolu Osmanlı İhtilal Komitesi”, benim kıyafetim ve davranışlarımı kastederek, “Yarın senin de karı ve kızının bu hallere getirileceğini, ırz ve namusunun mubah kılınacağını düşün, vicdanına kulak ver, dininin namusunun ne kıratta bir Millet Reisi elinde oyuncak olduğunu anla! Ey Müslüman, fazla söze hacet yok, din ve ırk ocağımızın haremine kadar uzanan bu eli bugün kırmazsan dinine, Kuran’ına, ırz ve namusuna ebediyen veda et” şeklinde bildiriler dağıttı. Ben yılmadım ve hiç korkmadım.
    Sayın Başbakan,
    Önemle belirtmek istiyorum: “Atatürk’ün eşi de başörtülüydü” polemiği yarın tehlikeli tartışmalara neden olabilir.

    Latife Hanım’ın ailesinin Ankara’yı ziyaretlerinde. Sağdan sola; Latife Hanım, Baba Uşşakizade Muammer Bey, Baldız Vecihe Hanım, Kayınvalide Adviye Hanım, Atatürk, Baldız Rukiye Hanım…(8 Temmuz 1923)
    Birileri çıkıp “Atatürk’ün döneminde içki yasaktı, halifelik kurumu vardı, laiklik yoktu, kadınlara çalışma izni yoktu” diyebilir!
    Oysa bunlar da tıpkı “benim başörtüm” gibi dönem şartları altında değerlendirilmesi gereken konulardır.

    Sayın Başbakan,
    Devlet görevi gereği, siyasal kriz çıkmaması için, kısa bir süre zorunlu olarak giydiğim başörtüsünün bu şekilde değerlendirilmesine çok üzülüyorum.
    Ayrıca düşünüyorum da, bu polemiği çıkaranlar, “Cumhurbaşkanı eşinin başının açık olması gerekiyor” diyenlerle aynı safta olduklarının farkındalar mı acaba?
    Unutmayınız ki bizim dönemimizde de bazı çevreler, “Cumhurbaşkanı eşinin başının kapalı olması gerekiyor” diyordu! Yazdığım gibi, bunu devlet görevi olarak kabul ettim ve örtündüm.
    Madem böyle bir tartışmanın doğmasına neden oldunuz, şimdi size soruyorum: Sayın Hayrünnisa Gül de tıpkı benim yaptığımı yapar, başörtü meselesini devlet görevi sayar ve başını açar mı?

    Sayın Başbakan,
    Bu gereksiz tartışmalarla ne beni, ne de Hayrünnisa Hanım’ı siyasete “malzeme” yaptırmayınız lütfen.
    Size çalışmalarınızda başarılar diler, kuracağınız 60. hükümetin vatanımıza, milletimize hayırlar getirmesini dilerim.
    Saygılarımla,
    Latife Mustafa Kemal
    ——————————————————————
    Not: Atatürk’ünt Partisi CHP, Meclis’teki kutlamada olduğu gibi Köşk’teki kutlamada da “Abdullah Gül protestosu”nu sürdürerek resepsiyona katılmamış. Ancak gelen haberlere göre devletin zirvesinin buluştuğu resepsiyondaki en renkli isim, ABD’li oyuncu Kevin Costner olmuş. Kevin Costner adındaki ABD’li akrist Cumhuriyetimizin kuruluşunda önemli bir rol mu? oynamış.. Buna bir mana veremedim.

    —————————————————
    Benim Özgeçmişim ise şöyledir..
    Adım: LATİFE UŞAKLIGİL (LATİFE HANIM) (1898)- (1976)
    1898 yılında İzmir’de doğdum. İzmir Lisesini bitirdim ve Paris ve Londra’da Hukuk okudum (1921). Türkiye’ye döndüğümde Kurtuluş Savaşı henüz bitmemişti. Türk Ordusunun İzmir’e girişinin ikinci günü Başkumandan Mustafa Kemal’in şehre geldiğini duydum (11 Eylül 1922). Bunun üzerine Kumandanlık karargahına giderek Atatürk’ten güvenlik gerekçesiyle Göztepe’deki konaklarında kalmasını istedim. Atatürk bu çağrıyı memnunlukla karşıladı. Mustafa Kemal 1923’te annesinin ölümü dolayısıyla gittiği İzmir’de benimle evlendi (29 Ocak 1923). 1925 yazında Doğu Anadolu gezisinde aramızda geçen tatsız bir tartışmadan sonra 5 Ağustos 1925 tarihinde boşandık. Öldüğüm yıl olan 1976 yılına kadar İzmir’de ve İstanbul’da yaşadım. Tüm ısrarlara rağmen anılarımı anlatmadım.
    Atatürk ile evli kaldığım yaklaşık olarak iki yıl boyunca, Kuleli Köşk’ün hanımefendisiydim. Benden ayrıldıktan sonra, Atatürk bir süre daha eski köşkte kaldı. Daha sonra 1932 yılında yeni yapılan Çankaya Köşkü’ne taşındı. Ben, eski köşk girişindeki odayı Şam işi takımlarla kaplatmıştım.Misafir salonuna mavi koltuklar yerleştirmiştim.. Kısa süren evliliğimin ardından kendi getirdiğim eşyalarıyla İstanbul’a döndüm.
    Şu andaki kullanılan köşk için harcanmak istenen takribi 13 milyon YTL’yi de israf olarak görüyorum. Bu arada diğer müslüman ülkelerin liderlerinin eşlerini ve daha ilginci eski pahişahların karılarını gördükce “niye diye” kendi kendime soruyorum.

    Suriye Cumhurbaşkanı’nın eşi Esma ESAD

    Ürdün Kraliçesi Renia

    Mısır Devlet Başkanı’nın eşi Bayan Mübarek

    Fas Kralı 6. Muhammet’in eşi Salma

    Tunus Devlet Başkanı ve eşi Laila (Sağdaki Hanım)

    Malezya Devlet Başkanı’nın Bayan Mohammet eşi

    Pakistan Devlet Başkanı’nın eşi Sebha Müşerref

    Sultan Abdülmecit’in küçük kız kardeşidir. Sultan Abdülaziz’in ablasıdır ve aynı zamanda Sadrazam Mehmet Ali Paşa’nın eşidir Sultan Abdülmecit’in kızıdır ve aynı zamanda Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın gelinidir

    Sultan Abdülmecit’in diğer kızıdır. Son Halife Abdülmecit Efendi’nin kızıdır.
    (Yağlıboya Portre Abdülmecit Efendi’nin Bağlarbaşı’ndaki köşkünde 29 Eylül 2004’te sergilenmiştir. Tablo bizzat halife tarafından yapılmıştır.)

    Hanzade Sultan (1923- 1998)
    Sultan Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan’la son Halife Abdülmecid Efendi’nin oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin üç kızının ortancasıdır Sağdaki tuval üzerine yağlıboya portresini kayınpederi olan Halife Abdülmecid Efendi 1936’da yapmıştır. 104.5×80 cm tablo Sabancı Müzesi’ndedir

    Neslişah Sultan
    Sultan Vahideddin ile Halife Abdülmecid Efendi’nin torunudur. Mısır Kral Naibi Prens Muhammed Abdülmünim’le evlidir.

    T.C. Başbakanı’nın eşi ve evlatları

    Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç’nın eşi Eski Dışişleri Bakanı’nın eşi, (Şimdiki Cumhurbaşkanı’nın) eşi

  4. 4 ata
    Ağustos 23, 2009, 8:29 pm

    Dünya ahvâlinden haberi yoktur Sohbeti din ile açar pezevenk Komşusu aç iken kendisi toktur Sanki melek olmuş uçar pezevenk Karanlık işlerde zıplama ister Evine granit kaplama ister Dünya mektebinden diploma ister İnsanlık dersinden kaçar pezevenk Herkesin kabına çeşmesi akmaz Erkek sinekleri hareme sokmaz Fakir komşusunun yüzüne bakmaz Selâmsız sabahsız geçer pezevenk Sanırsın Allah’la akte oturmuş Cennete giderken macun götürmüş Hûriler’i dizip işi bitirmiş Şimdi gılmanları seçer pezevenk Aydınlığa düşman yobazın dölü HÛ çekerken şişmiş ağzında dili Erbâbi, ülkede bunlardan dolu Durmadan zehrini saçar pezevenk Âşık

  5. 5 ali ozan
    Eylül 2, 2009, 12:32 pm

    Bütün paylaşımlarınız için teşekkürler…
    Yazılarınızın tamamı ; şimdikileri başımızda hükümet olarak tutacaksak eğer ;Türkiyemizin ne hale geleceğinin ibretlik vesikalarıdır…
    Fazla söze gerek görmeden Atatürk’ümüzün bir ikazıyla, saygılarımı sunarım:

    “Her millet, icraatine tahammül ettiği hükümetinin mesuliyetine ortak sayılır”


Yorum bırakın


İstatistikler

  • 2.406.150 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ağustos 2009
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31  

En fazla oylananlar