12 Ağu 2009 için arşiv

12
Ağu
09

Ermeni – Kürt İttifakının İçyüzü

Türkiye’de   iç   savaş   devam   edecek,   Türk   ekonomisi   sıfır   noktasına   inecek,  

vatandaşlar   başkaldıracaktır;   Türkiye   bölünecek   ve   Kürt   devleti   kurulacaktır.

Ermeniler   Kürtlerle   olan   ilişkilerini   iyi   bir   şekilde   yürütmeli   ve   Kürtlerin  

mücadelesini   desteklemelidir.

Bugün   Türklerin   elinde   olan   topraklar   yarın   Ermenilerin   olacaktır.”

demiş…  ( Lübnan  Ermeni  Ortodoks  Başpiskoposu,  1993 )

Kürt  Şerif  Paşa  ve  Bogos  Nubar

Tevfik Paşa, I. Dünya Savaşı sonrası yenilenlerin akıbetlerini belirlemek için toplanan Paris Barış Konferansı’na Osmanlı’yı temsil etmek üzere gider. İtilaf Devletleri’nin Osmanlı’ya hazırladığı sonu onaylamakla görevlendirilmiştir. Paris’te Sevr taslakları hazırlanmaktadır ve bunları almak üzere Fransız Dışişleri Bakanlığı saatli salonuna giren Paşa gördüğü manzara karşısında hayrete düşmektedir. Fransa Başbakanının iki yanında biri Ermeni, biri Kürt olmak üzere iki kişi oturmaktadır.

Bogos Nubar, Berlin Konferansı’nda Osmanlı aleyhine İngiliz casusluğu yapan babası Nubar Paşa’nın izinden gitmektedir. Kendisi Taşnaksutyun Partisi’nin önde gelen bir üyesidir. Devlet batırıp İngiliz işgalcileri davet etmek konusunda babasından aldığı kariyeri geliştirmektedir.

Kürt Şerif Paşa ise Osmanlı maliyesinden maaşlı olmakla birlikte, konferansta ABD Başkanı Wilson prensiplerinin savunuculuğunu üstlenmektedir. Kendisi Kürdistan Teali Cemiyeti azasıdır.

Okumaya devam edin ‘Ermeni – Kürt İttifakının İçyüzü’

12
Ağu
09

“Kürt Sorunu” Değil “Amerikan Sorunu”

Bazı kesin gerçekleri öncelikle ifade edelim: İnsanlar dahil, dünyadaki can varlığı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya… Bu küresel felakete gidişin en büyük sorumlusu Amerika Birleşik Devletleri… Amerika, ülkesini öyle yüksek bir refah seviyesine, ve öylesine çılgın bir tüketim ekonomisine alıştırmış durumda ki, yalnız kendi iç kaynaklarıyla bunu sürdürebilmesi artık mümkün değil. Bundan dolayı kendi içinde bir paylaşım kavgasını olabildiğince erteleyebilmek için dünyadaki enerji kaynaklarını ve doğal kaynakları denetimine almak zorunda. Bunun için de, dünya kamuoyundan gelebilecek tepkilere aldırmadan, her türlü çatışmayı göze almış durumda…

Zbigniew Brzezinski 1997’de yayınlanan “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabında, Amerika’nın dünya egemenliği için mutlaka Avrasya’ya gücünü kabul ettirmesi gerektiğini yazıyordu. Bunu gerçekleştirebilmek üzere Amerika, terör ile mücadele gerekçesiyle Orta Asya’nın göbeğine, Afganistan’a yerleşmiştir. Öbür taraftan, iç çatışmalara son vermek, barış sağlamak bahanesiyle Avrupa’nın ortasına, Balkanlara, Kosova ve Makedonya’ya girmiştir.

Ama dünya egemenliği için asıl gereken, Avrasya’nın merkezini ele geçirmektir. Avrasya’nın iki tarihi ticaret yolu vardır. Baharat Yolu denilen Hindistan ticaretinin kilit noktası Bağdat’tır. İpek Yolu denilen Çin ticaretinin kilit noktası ise İstanbul’dur. Baharat Yolu günümüzde uyuşturucu ticaretinin, İpek Yolu ise enerji nakil hatlarının ana güzergahı haline gelmiştir. Amerika, Hindistan ticaret yolunun kilit noktası Bağdat’a zorbalıkla girmiş, dünyanın en eski uygarlık diyarının yanıp yıkılmasına, yüz binlerce insanın can vermesine aldırmadan burada tutunmaya çalışmaktadır. Fakat ana hedefi Avrasya’nın merkezi İstanbul’u ele geçirmektir. Bunun için Ermeni soykırımı, Konstantinopolis Patrikliği gibi çeşitli kılıflar dünya kamuoyuna pazarlanırken, başlıca icra gücü olarak Kürtler hazırlanmaktadır.

Okumaya devam edin ‘“Kürt Sorunu” Değil “Amerikan Sorunu”’

12
Ağu
09

Türkiye’de Faşizm ve Kürt ırkçılığı

Batı Medeniyetinin İnsanlığa İki “Hediyesi”: Faşizm ve Irkçılık

Faşizm ve ırkçılık her zaman bir arada anılır. Ancak faşizm ve ırkçılık ile birlikte anılması gereken bir diğer unsur Batı “medeniyeti”dir.

Hem ırkçılık hem faşizm insanlık tarihine Batı medeniyetinin hediyesidir. Ancak burada Batı’yı Batı yapan esas unsur sömürgecilik ideolojisidir.

Dolayısıyla ırkçılık ve faşizm ancak Batı sömürgeciliğinin insanlığa dayattığı deli gömlekleri olarak doğru algılanabilir.

Irkçılık sömürgeciliğin başlangıcına, 16.yy’ın başına kadar götürülebilecek bir olgudur. Ancak ırkçılık bir düşünce akımı olarak ele alınırsa hata olur. Irkçılık sömürgecilik ile ortaya çıkan Batı medeniyetinin organik bir bileşenidir. Daha çok kültürel bir olgudur. Batı duruşudur.

Okumaya devam edin ‘Türkiye’de Faşizm ve Kürt ırkçılığı’

12
Ağu
09

Âri Irk Üstünlüğü Üzerine Kurulan Sömürgeci Tarih

Etrüsklerin  Orta  Asyalı  Kökleri

Bugün Kürtçülüğün de, Rum Pontus­çuluğunun da, Ermeni Soykırımı tezgâhının da arkasında Hint-Avrupa orjinli tarih ve tarihçi formatı bulunmaktadır. Ancak bunların ekolünün oluşması ve yerleşmesi bir-iki yıllık bir iş değildir; on yıllar boyu sürmüştür.

Bu sömürgeci tarih zihniyeti, Atatürk’ün ölümünün hemen sonrasındaki yıllardan itibaren sistemli bir şekilde akademik ve eğitim yapılanmasının içerisine şırınga edilmiş ve bugünlere kadar aşama aşama hayata geçirilmiştir. Amaç, ulusal uyanışa sekte vurmak ve Türk ulusal kimliğinin dayanacağı tarihin sömürgecilere hizmet eder hale getirilmesini sağlamaktır. Çünkü Türk ulusal kimliğini oluşturmak için güç alınması gereken en önemli araç tarihtir.

Tarihin dejenere edilmesi, ya da dejenere edilmiş bir tarihten güç alınmaya çalışılması, Türk ulusal kimliğini de dejenere edecektir. Bunu sağladıktan sonra ise iş çok daha basitleşecektir. Bünyesinde çatlaklar oluşturulmuş veya içselleştirilemeyerek havada kalmaya mahkum edilmiş ve güçsüz bırakılmış bu kimliğin yerine ılımlı İslam gibi yapay ideolojilerin monte edilebilmesi mümkün olabileceği gibi, onun güçsüzlüğünden yararlanılarak Kürtçülük, Pontusçuluk, Lazcılık şeklinde kurgulanmış yapay ulusçulukları ya da olmayan bir Ermeni soykırımı masalının arkasındaki ana hedef olan Misak-ı Milli sınırları içerisindeki bir Ermeni devleti kurma ütopyasını uygulama aşamasına getirme faaliyeti daha da kolaylaşacaktır.

Okumaya devam edin ‘Âri Irk Üstünlüğü Üzerine Kurulan Sömürgeci Tarih’

12
Ağu
09

Türklerin ve Çinlilerin 3000 yıllık savaşı- (2)

Prof. Dr. Şener Üşümezsoy

Çin’in köleci sistemi

Bu haliyle olaya baktığımız zaman Çinlilerin Han ulusu olduğu tarih tezi çökmektedir. Peki bu neden bu kadar çok öne sürülmektedir sorusu sorulduğu zaman; Çin tarihi görüldüğü gibi kuzey bölgelerdeki bozkır halklarıyla güneydeki vadi halkları arasındaki savaş tarihidir. Bu bozkır ve dağ halklarının sürekli egemen olduğu bir tarihtir. Bu nedenle günümüzde Çin’deki ticaret ve sanayi bölgelerinin yer aldığı kıyı ve güney bölgeleri, varlığını sürdürebilmek için iç ve kuzey bölgelerde hegemonyasını kurmak zorundadır.

Yani Çin’deki sömürü küresel anlamda bir analizin dışında Çin’in kendi tarihsel yapısından gelen bir sömürü biçimidir. Çin’in güney ve kıyı bölgelerinde gelişen tarım toplumları bugünkü kapitalizme doğru gelişme göstermektedir. Ama bu gelişmenin varlığı ancak gelişmemiş iç ve kuzey bölgelerin sömürüsüne dayanmaktadır.

Bu sömürü de esas olarak kıyı bölgelerde emperyalist sistemin kurduğu çokuluslu şirketleri ve Çin Kızıl Ordusu’nun kurduğu ticaret ve sanayi şirketlerinde yaşanmaktadır. Buralardaki kalkınma ve büyümenin temeli Çin’in iç bölgelerinden ve kuzey bölgelerinden gelen köle işçilerle sağlanmaktadır.

Bu köle işçilerin Çin’e maliyetleri günde bir dolar civarındadır. Bugünkü gelişmiş Çin politikasında ileri sürülenlere karşı istatistiklere bakıldığı zaman Çin’in nüfusunun % 50’sinden fazlasının günde iki doların altında bir parayla yaşamakta olduğu görülür.

Okumaya devam edin ‘Türklerin ve Çinlilerin 3000 yıllık savaşı- (2)’

12
Ağu
09

Müslümanlar kapitalizm ve laiklik

Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk

Yaser Arafat
Yaser Arafat

Cemal Abdülnasır
Cemal Abdülnasır

Şeriatçı sömürücü, kapitalist özüne dönüyorsa, solcu da laik özüne dönmeli.

Şeriatçı kapitalizm sömürüsünü sürdürmek için kendi ideolojisinin aygıtlarına sarılıyor.

Artık saflar daha bir net. Bir tarafta emperyalizm, Şeriatçı burjuvalar, Kürtçüler konumlanıyor. Bunun karşısında da sosyalizmin laik ve milliyetçi cephesi şekilleniyor.

Şimdi en baştaki sorumuza geri dönebiliriz:

Ezilen Müslüman halklar ne yapacak?

Bu soruya cevabımız açık; Müslüman halkların kurtuluşunun tek yolu tabii ki antiemperyalizmden ve soldan geçiyor. Fakat bu öyle bazılarının sandığı gibi halkın inançlarına “sol”un hitap etmesinden falan geçmiyor.

Halkı maddi sömürüden kurtarmak istiyorsak onu ilk önce kafasından sisteme bağlayan manevi sömürüden de kurtarmalıyız. Bu laiklik mücadelesini en önemli bir düzeyden vererek durumu ele almaktan geçiyor.

Müslüman halkın kurtuluşu onun laikleşmesinden ve uluslaşmasından geçiyor.

Kısacası Müslümanı korumanın yolu İslamcılık değil, laiklik…

Hem Şeriatçılara hem de ucube Şeriatçı “sol”a duyurulur!

Ezilen uluslar, Müslüman uluslar

Şeriatçılık, kapitalizm ve sol üzerine tartışmaya devam ediyoruz. Şeriatçıların burjuvalıklarını kabullenmelerinin; ilerleyen zamanlarda Türkiye açısından önemli bir kilometre taşı olarak tarihe geçeceğini görmeliyiz. Artık yıllardan beri sürdürülen “mağduriyet” iddialarının pek bir önemi kalmadı. İslamcı burjuvazi alıp başını giderken ve biz hâlâ bizim “sol”a bazı temel gerçekleri anlatmaya çabalarken, ortada hayatın acı gerçekleri akıp gitmeye devam ediyor.

Sonuçta bizim açımızdan bazı gerçekler ayan beyan ortada olsa da karşımızda ezilen bir Müslüman milletler coğrafyası var. Bu ezilen Doğu uluslarının bir tanesi de bizim ulusumuz. Ve aslında tartışmanın tam merkezinde bu geniş halk kitleleri bulunuyor. Uluslar ezilmeye ve sömürülmeye devam ediyor. Ezilen uluslar açısından bir şeylerin aydınlanması gerekiyor. Çünkü ortalık toz duman içinde…

Hıristiyan Batı ile Müslüman Doğunun kavgası emperyalizm öncesi çağlara damgasını vuran en önemli olaylar dizisi olmuştu. Tüm bir Ortaçağ bu mücadeleyle geçerken, Batı karşısında direnen cephenin başında da Türkler vardı. Bir tarafta gelişmiş, ileri bir Doğu-İslam medeniyeti, diğer tarafta da Batının o geri ve yoksun Haçlı haydutluğu…

Günümüzün emperyalizm şartları altında bu tablo doğal olarak haritaları üst üste koyduğumuzda tam oturan bir durumda değil. Haçlı Batı, emperyalizme evrilmiş ve Kuzey Amerika’nın tümünü, Avustralya’yı, Rusya’yı ve hatta Japonya ve Çin’i de içine alarak geniş bir haydutlar cephesi yaratmış bulunuyor. Fakat Haçlılığın bir sonraki aşaması olan sömürgecilik Güney Amerika’yı Hıristiyanlaştırırken köleleştirmiş durumda ve bu topraklar haritanın ezilenler tarafında. Yani tüm Hıristiyanlar ezenler cephesinde yer almıyor…

Fakat tabloda ilginç bir durum var. Haritanın Müslümanlar kısmında kalan ülkeler arasında bir tane bile gelişmiş kapitalist ülke yok ve tüm Müslüman uluslar, ezilen uluslar arasında yerini almış bulunuyor. Kuzey Afrika’dan, Orta Asya’ya kadar uzanan bu çok geniş coğrafya tümüyle emperyalizmin tehdidi, hatta kimi yerlerde işgali altında…

Bu gerçeklik doğal olarak bizlerden “Bu Müslüman halklar emperyalizmden nasıl kurtulacak” sorusunun çözümünü istiyor. Emperyalizmi yenmek solun temel meselesi olduğuna göre bu soruya cevap vermek de biz devrimcilere düşecektir. Sorun kaçılamayacak, üzerinden atlanamayacak kadar önemli.

Mücadelenin niteliği ne olacak?

Laiklik neden önemli ve vazgeçilmez?

İslamcılığın temel çelişkisi nedir?

Kavga kimler arasında şekilleniyor?

Tüm bu meseleleri tartışmadan önce gelin önce Şeriatçının durduğu yeri tespit edelim.

Kapitalist Şeriatçı, işbirlikçi İslamcı

İslamcılık ya da Şeriatçılık Müslüman ulusların başının en büyük belası konumunda… Yakın tarih boyunca İslamcılar, zaman zaman emperyalizme karşı oldukları iddiasıyla çıktılar. Yalnız burada emperyalizme karşıtlık bizim anladığımız gibi değildi. Çok daha farklı bir anlayışın cilası oluyordu. İslamcının temel bakış açısı tarihin de çağımız olaylarının da temelinde yatan çelişkinin “Müslümanlarla kafirler” arasındaki mücadele olduğuydu. Yani bunlar açısından özünde bir milletin ya da bir kesimin ezen-ezilen ilişkilerinde nerede durduğunun çok da bir önemi yoktu.

Bizler açısından bu ezen-ezilen ilişkisinin ekonomik, kültürel, siyasal birçok boyutu olabilir. Fakat İslamcının sığ bakış açısında “mazlum” olmak da farklı bir anlama geliyordu. Özünde sadece Şeriat rejimi ile yönetilmeyen bir ülkede yaşayan İslamcının durumunu anlatıyordu. Bunun dışında kalanlar ise tümüyle demagojiden ibaretti. Yani mesele sömürü, ezilme gibi sorunlar değil kadınların başının açık olması, içkinin yasak olmaması, Şeriat hukukunun geçerli olmaması gibi sorunlardı onları açısından…

Bu anlamda da cephelerini Batıya karşı döndüklerini iddia ettikleri anlarda dahi esas kavgaları hep kendi ülkelerinin ilericileriyle ve solcularıyla oldu. Yoksa gerisinin bir önemi yoktu. Hatta Şeriatçı “dinsiz-zındık” bulduğu ilericiden ve solcudansa, en azından inançlı(!) olarak gördüğü Haçlı emperyalisti kendisini yakın buldu hep. Hatta onu Obama örneğinde olduğu gibi Müslüman olmakla bile payelendirebildi, propagandasını yapabildi!

Müslüman ülkenin toplumsal yapısına baktığımızda da ilginç durumlarla karşılaşırız. Tüm bu ülkelerde sermaye aslında en çok Müslümanlık iddiasında bulunan Şeriatçı burjuvaların elindedir. Bilindiği gibi Türkiye’de de bu dönüşüm en baş döndürücü hızıyla devam ediyor. Çoğu Arap ülkesinde siyasi ve ekonomik sömürü, bu manevi sömürüyle o kadar iç içe geçmiş durumda ki, ülkeyi yöneten şeyh aynı zamanda en zengin adamdır ve de dini liderdir… AKP’nin Şeriatçı faşizminin de Türkiye’yi sürüklediği rejim bundan farklı olmayacak.

Aynı zamanda bu ülkelerde iktidardaki Şeriatçı blok ülkenin en işbirlikçi kesimidir. Yani İslamcılık iddiasıyla, Müslüman halk adına söz sahibi olanlar; Hıristiyan Batılıların da en iyi işbirlikçileri, dostlarıdır.

Emperyalizmle ittifak içindeler.

Ama bir taraftan da halka onunla aynı kaderi paylaştıklarını söyleyecek kadar da ikiyüzlüler.

Okumaya devam edin ‘Müslümanlar kapitalizm ve laiklik’

12
Ağu
09

Darbeler ve Ilımlı İslam

İlyas Salman

Takkeli Tayyip ve onun iktidarının yanlısı olan besleme basının ağzından düşürmediği “AKP’ye Darbe” cikleti halkın ağzında kanıksanmış abdest suyu tadına dönüştü.

Ergenekon adıyla bilinen ne olduğu belirsiz darbe girişiminin olası vukuunda kimleri darp edeceği sahibinin sesi basına göre belli: ILIMLI İSLAM.

İslamı anladık da bu ılımlılık nereden geliyor? İslama göre hangi elinizle hırsızlık yaptıysanız o el kesilmelidir.

Peki bütün uzuvlarıyla hırsızlık yapan bu iktidara karşı nasıl ılımlı olunacak? İslama uyarsak bunların bütün uzuvlarını kesmemiz gerekmez mi?

Okumaya devam edin ‘Darbeler ve Ilımlı İslam’




İstatistikler

  • 2.406.204 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ağustos 2009
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31  

En fazla oylananlar