Rejimin güvencesi olarak polisin görülmesiyle, süreçte bir adım daha atılarak açık faşizmin ayak sesleri duyulmaya başlandı. Batıdaki Marksist literatürde faşizm; “büyük sermayenin açık militarist diktatörlüğü” olarak tarif edilir. Bu tanım genel olarak doğrudur, ancak faşizmin de, emperyalizmin de 1920’lerden günümüze evrilerek geldiğini görmek durumundayız.
Sosyal demokrasi nasıl bir Avrupa ideolojisi ise faşizm de bir Avrupa ideolojisidir. Daha doğrusu emperyalist bir ideolojidir. 1920’lerde yenice emperyalist aşamaya gelmiş olan, ancak dünya sömürüsünden pay alamayan Almanya, diğer emperyalistlerle sömürü savaşı yapabilmek için, kendi halkının üstünlüğünü kendi halkına inandırmak mecburiyetindeydi. Büyük sermaye, üstün ırk palavrasıyla milyonları peşine takabildi. Fakat burada şunu belirtmek gerekir ki; Almanya’da başlayan bu faşist ideoloji tüm emperyalist ülkelerde vardır. Bu da kısaca beyaz adamın üstünlüğü ve dünyayı beyaz adamın yönetmesi gerektiği düşüncesidir.
Faşizmin, Avrupa kökenli emperyalizmin ve kapitalizmin uygulama yöntemlerinden biri olduğu bilimsel gerçeğinden yola çıkarsak, ülkemizdeki ve bizim gibi emperyalizmin boyunduruğundaki ülkelerdeki faşist dayatmaları anlayabiliriz. Faşizmin, ya da emperyalizmin günümüzde en etkili gizlenme aracı demokrasi ve insan hakları söylemleridir. Geçmişin iyi niyetli bu söylemleri, artık ideolojik aygıt olarak kullanılmaktadır. Bir kere Ortadoğu, Asya, Afrika, Güney Amerika’daki gibi uzun uygarlık sürecinden geçmiş ülkeler isteseler de faşist olamazlar. Avrupa’nın beyaz adamı kendisinin üstün olduğunu kendisine öyle inandırmıştır ki, işte faşizmin özü burada yatmaktadır. Bunun temelinde de pek tabii olarak özel mülkiyet vardır. Oysa başta Türk toplumları olmak üzere Asya, Afrika, Güney Amerika uygarlıkları özel mülkiyeti bilmedikleri gibi, ilkel sosyalist toplumlar da oluşturmuşlardır. Bu ulusların genlerindeki paylaşma ve birlikte yaşama duygusu kapitalizmle ters düşmektedir.
Son Yorumlar