14 Ağu 2009 için arşiv

14
Ağu
09

BÜYÜK ÇAĞRI

Avrasyanın, hatta tüm Dünyanın en yaşlı ülkesi “Benim”, dostlar..!

Uygarlıkların ana gövdesi ve  yer kürenin temel taşıyıcı kolonu benim.

Ben ,Ezelden ebede akıp giden tüm süreçlerde,

Tarihe,nice onursal şanlı destanlar yazdıran Büyük Anadoluyum..

Hak  ve Adaletin,barış ve özgürlüklerin temel güvencesiyim.

Kahraman şehitlerin ve Gazilerin “Aziz vatanıyım”ben.!

Yıldırımlar yaratan, emsalsız kahraman orduların,

Yüce Türk Ulusunun  Aziz Vatanı benim.

Ben Türküm.Türk Yurduyum.

Nam-ı diğer “şanı büyük Anadolu’yum.”

Bağımsızlığın,huzur ve güvenin, özgürlüklerin  ülkesi benim.

Ben ,mazlum milletler ve dünya Türklüğü’nun  temel güvencesiyim..

Savaş ve muzafferiyetlerin daimi mümessiliyim.,

Zalimlerle mücadele de, mutlak galip benim.

Ben olmadan,barış ve huzur,hak ve adalet olmaz.

Özgürlükler,bağımsızlıklar yaşayamaz.

Dünya’nın ,harita ve kaderini bir anda değiştirebilen Hükümdarlar,

En Büyük Liderler,Nice Hanlar,Hakanlar,Güçlü İmparatorlar,

Üç Kıtaya hükmetmiş  Padişahlar,en Kahraman Komutanlar,

Tarihe, silinmez,kazınmaz mührünü varan  Hükümdarlar,

Tarihinin hiçbir döneminde,Esaret zinciri tanımamışlar,

Varoluştan bugüne değin,ezelden ebede giden süreçlerde,

Daima “hür yaşamış Büyük  Türk Ulus”u benim sahibimdirler.

Okumaya devam edin ‘BÜYÜK ÇAĞRI’

14
Ağu
09

” Saban Kılıcı Yener “

Türk Yurdu Rumeli’yi nasıl yitirdik?

Bir ülkenin ekonomisi, o ülke milletinin elindeyse, o milletin bağımsızlığından söz edilebilir. Yok eğer, ekonominiz, sizden olmayanların eline geçtiyse, ülkenizi de kaybedeceğiniz anlamına gelir.

Türkiye’de son 25 yıldır artarak devam eden bölücü terörün aynı zamanda Türk ekonomisine de hakim duruma gelmesi bu nedenle bir tesadüf sayılmamalıdır. Türkiye ekonomisinde özellikle kayıt dışı sektörlerde hakim duruma gelerek, adım adım hem kendi mali kaynaklarını yaratmakta, hem de Türk’ün mali kaynaklarını azaltmaktadır.

Ama TÜRKSOLU’nun başlattığı kampanya iki açıdan başarılı olmuştur. Birincisi Türk milleti, kendi mali kaynaklarını kendisi için kullanması gerektiği konusunda bilinçlendirilmiştir. İkincisi, kendi elleriyle, bilerek ya da bilmeyerek, düşmanını güçlendirdiği ortaya konmuştur.

Ancak bu durumun sonuçlarının ne olacağını görebilmek için kahin olmaya gerek yok. Ekonomik faaliyetlerin temelini elinde tutmamanın bedelini Türkler daha önce de ödemişti.

Çok değil, 90-100 yıl öncesine bir gidelim. O dönemin Osmanlı haritasını bir hatırlayalım. Balkanlar’da, bugünkü Makedonya, Bulgaristan’ın bir bölümü ve bugünkü Yunanistan’ın büyük bölümü Osmanlı idaresindeydi.

Ama “Osmanlı idaresi” sözü yanlış anlaşılmasın. Bu topraklarda bir sömürge yönetimi bulunmamaktaydı. Yüzlerce yıllık Türk yönetimi nedeniyle nüfusun çoğunluğu zaten Türklerden oluşuyordu.

Örneğin Selanik. Hem bugünkü Yunanistan’ın hem de o dönemki Balkanlar’ın en önemli ticaret merkezlerinden olan Selanik, tam bir Türk yurduydu. Atatürk’ün de doğum yeri olan Selanik, Türklerin çoğunlukta yaşadığı bir şehirdi.

Ancak özellikle Balkan Savaşları’nın ardından, bu bölgelerde Türkler’in büyük bir yenilgiyle karşılaştığını ve Osmanlı idaresinin artık sona erdiğini de görüyoruz.

Pek çok tarih kitabı bu durumu o dönemki Osmanlı Ordusu’nun Balkan Savaşları’na hazırlıksız yakalanmasıyla açıklar. Hatta Trablusgarp’ta İtalyanlarla savaş halindeki Ordumuzun, bölgeye geç intikal ettiği de bir neden olarak ortaya konur. Hatta ve hatta İttihat ve Terakki yönetiminin II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Ordu’da giriştiği büyük değişiklikler ve tasfiyeler nedeniyle oluşan genç ve tecrübesiz subay ve komuta heyeti yenilgilerin baş sorumlusu ilan edilir.

Ancak tüm bunlar, durumu açıklamak için yeterli değildir. Balkanlar’da kaybeden aynı Türk Ordusu mesela, Trabulsgarp’ta İtalyanlar’a kök söktürmüş, Çanakkale’de büyük bir zafer kazanmış, Kurtuluş Savaşı’nı ise kazanmıştır. Rumeli’nin yitirilmesi yalnızca askeri başarısızlıkla açıklanmayacak bir durumdur.

Çoğunluğu Türk olan bir bölge nasıl olmuştur da bugün çok az Türk’ün yaşadığı Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya’ya dönüşmüştür?

İşte burada önemli noktaya parmak basmak gerekiyor. Rumeli’de Türk nüfus çoğunluktur, ancak Türkler o bölgede tarımla ilgilenmektedir. Ticaret, üretim ve finans gibi ekonominin diğer alanlarında ise Türklerin varlığı neredeyse yoktur. Rumeli’de ekonomik faaliyet genel olarak Türk olmayanların kontrolündedir: Yunanların, Bulgarların. Ve hatta Ermenilerin. Ve tabii ki emperyalistlerin: İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların.

Rumeli’de Türk tüccar bulamazdınız. Türk üretici de. Küçük çaplı da olsa fabrikalar hep Yunanlılarındır. Ege Denizi’nde gerçekleşen deniz ticareti tamamen Yunanlı armatörlerin elindedir. Fes üreticileri bile Türk değildir.

Yani Rumeli’nin değerlerini yaratan Türk köylüsüdür, ama kaymağını yiyen diğerleridir.

Böylece aslında Türklerin ve Osmanlı Devleti’nin sırtından palazlanan, zenginleşen gayrimüslimler, Rumeli’de nüfus olarak olmasa da ekonomik açıdan hakim duruma gelmeye başlarlar.

Osmanlı yönetimi ise, 1800’lerin başında bağımsızlığını kazanmış Yunanistan ve Bulgaristan’ın Rumeli’de genişlemesinden çekinerek, bu duruma sesini çıkarmamış, “Osmanlı” kimliğinin devam etmesi ve “Türk-Yunan kardeşliği” adına olaylara seyirci kalmıştır.

Dolayısıyla Rumeli’nin yitirilmesi aslında salt bir askeri değil, ama aynı zamanda ve aslında daha da önemli olarak ekonomik bir yenilgidir.

Okumaya devam edin ‘” Saban Kılıcı Yener “’

14
Ağu
09

Kürt-İslam Faşizminin Temelleri

AKP’nin Kurduğu Rejimın ideolojisi: Kürt-İslam Faşizmi

AKP’nin Türkiye’de kurduğu rejimin baskıcı yönü özellikle 22 Temmuz seçimlerinden sonra arttı. %47’lik bir oy oranına ulaşan ve peşi sıra Cumhurbaşkanlığına da Abdullah Gül’ü getiren AKP, “milli irade”nin yegane temsilcisi olduğunu öne sürmeye başladı. Muhalif basına baskıların artıp “yandaş” medyaya devlet desteğinin sağlanması, Ergenekon soruşturmasının hukuksuzluğu, Tayyip Erdoğan’ın her tür muhalif görüşe karşı tahammülsüzlüğü… 2008’de yaşananlar, AKP’nin faşist bir parti olduğu gerçeğini tekrar tekrar kanıtlamaya başladı. Ve AKP’nin “nasıl” bir faşist parti olduğu tartışılmaya başlandı: “İslam Faşizmi”, “Recep Faşizmi”, “AKP Faşizmi” AKP’nin rejimi için kullanılan tanımlamaların bazıları…

Halbuki TÜRKSOLU olarak AKP’nin iktidara geldiği ilk günlerden başlayarak gerçek tanımlamayı koymuştuk: “Kürt-İslam Faşizmi”. Peki AKP’nin kurduğu rejimi tanımlarken niye yalnızca “Faşizm” demiyoruz? Biraz “Kürt-İslam Faşizmi” teriminin üzerinde durarak yanıtlayalım bu soruyu.

Öncelikle “Kürt-İslam Faşizmi”, Kürt, İslam ve Faşizm kelimelerinin yan yana getirilmesiyle oluşturulmuş “eklektik” bir terim değil, onu vurgulayalım. Yani, AKP’nin hem Kürtçü, hem İslamcı, hem de Faşist olduğunu söylemeye çalışmıyoruz. Kürt-İslamcılık “hem Kürtçü hem de Şeriatçı” olmanın ötesinde bir anlam ifade ediyor.

Kürt-İslam İttifakı: Tarihsel Bir Olgu

Öncelikle şunu ifade etmemiz gerekiyor: Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtçü akımlarla İslamcı akımlar kol kola yürümüştür. Genellikle de iç içedir. Bu durumun en klasik örneği Şeyh Sait İsyanı’dır. 1925’teki bu büyük Kürt isyanının elebaşı Şeyh Sait, hem Şeriatçı hem de Kürtçüdür… Amacı da Şeriatçı bir Kürt devleti kurmaktır.

Bir başka örnek olarak ise Said-i Nursi verilebilir. Said-i Nursi, aslında Said-i Kürdi diye de bilinir. Kürttür ve Şeriatçıdır. Türkiye’de Fethullahçılar dahil pek çok tarikatın devamcısı olduğunu söylediği Said-i Kürdi, Şeriatçı olduğu kadar Kürtçüdür de. En büyük amacı Van’da bir “Nur Üniversitesi” kurmaktır. Ve Van merkezli bir Kürt devleti…

Okumaya devam edin ‘Kürt-İslam Faşizminin Temelleri’

14
Ağu
09

Kürt Tarih Tezinin Dayanılmaz Tutarsızlığı

Günümüzde Kürt tarih tezi olarak ileri sürülen tarih yazımını, üç kuşak şeklinde görüyoruz: I. Kuşak Şerefname, II. Kuşak Nikitin ve Minorsky gibi Rus subayların tezleri, III. Kuşak olarak ise Tori ve Izady gibi Batı Kürdoloji Enstitülerinin tarih yazımları. Bu tezler, bu yazıda, olgu ve veri düzeyinde ele alınacak, etnolojik ve sosyolojik olarak kritik bir tarih okumasından geçirilecektir. Bu, Kürt tezini destekleyenler için de, karşı çıkanlar için de yapılması gereken bir zorunluluktur. Kendimizi kandırmamak ve tutarlı olmak için eleştirisel okuma görevimizdir. Bu tezlere göre Hurriler, Gutiler ve Lulliler tarihteki ilk Kürtlerdir. Milattan önce 2000’li yıllarda Mezopotamya’nın kuzeyinde yaşayan bu toplulukların dilleri dahi bilinmemektedir. Daha sonraki dönemde bu sefer Mittanilerin Kürt olduğu ileri sürülmekte, Mittanileri takip eden dönemde Medler ve Urartuların Kürt olduğu ileri sürülmektedir. Daha sonraki dönemde Arapların, Roma (Anadolu Rum) ve Sasanilerin (İran Fars) Anadolu’yu zaptetmeleri sürecinde, Arabistan’ın çevre dağlarında yer alan Farslaşmış bölgelerde, Arap egemenliği sürecinde Farsça konuşan Müslüman toplulukların, Abbasilerin dağılması sonrasında oluşan devletlerin yani Hamadoğulları, Mervanoğulları ve Büyütoğulları’nın Kürt devleti olduğu ileri sürülmekte, bundan sonraki dönemde ise Şah İsmail’in ve Kaçarların Kürt olduğunu ileri süren tezlere sıra gelmektedir. Bu noktada günümüzdeki son tezler burayı da aşarak, Roma’nın dağılması sonrası ortaya çıkan Kapadokya, Kommenega ve Ermenilerin de Kürt olduğu ve hatta Nasturilerin, Süryanilerin Kürt olduğu ve Kürt bölgesi olduğunu düşündükleri bölgede yaşamış tüm etnilerin tüm uygarlıkların ve tüm devletlerin Kürt olduğunu ileri sürme noktasına gelmiştir.

Uydurma Tarih Nasıl Yazılır?

Okumaya devam edin ‘Kürt Tarih Tezinin Dayanılmaz Tutarsızlığı’

14
Ağu
09

Şeriatçıların Kürtçülüğü

Kürt İsyanlarının Yeniden Başlaması

Türkiye’de ilk Kürt isyanları Osmanlı’nın son dönemlerinde çıkmıştır. Osmanlı’nın zayıflamasıyla birlikte özellikle Rusya’nın kışkırtmasıyla birlikte isyan denemeleri olmuştur. Ancak bunlar başarılı olmamıştır.

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılması süreci değiştirmiştir. Gelişen işgalle birlikte Kürt meselesi doğrudan uluslararası müdahaleye açık bir hale gelmiştir. Bu süreçte Kürt devleti kurma meselesi, isyanlardan öte, masa başında gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.

Kurtuluş Savaşı’nın başlaması bu durumu değiştirecektir. Daha önce merkezi devleti zayıflatmada kullanılan Kürtler bu kez işgali geliştirmek ve Milli Mücadele’yi baltalamak için devreye sokulacaktır.

Kürt isyanlarının yeniden başlaması Koçgiri Ayaklanması’yla gerçekleşecektir. Yunan ordusunun büyük ilerleyişinden önce Kürtler, Koçgiri bölgesinde ayaklanma çıkartırlar. Ayaklanmanın ilerlemesiyle birlikte Ankara Hükümeti’ne verdikleri notada İstanbul Hükümeti’nin kabul ettiği Kürt özerkliğinin Ankara Hükümeti tarafından da kabul edilmesi istenmektedir. İstanbul Hükümeti gerek Sevr Antlaşması’yla gerekse İngilizlerle yaptığı gizli antlaşmalarla Kürt devletini tanımıştır.

Koçgiri İsyanı’nda açıktan Yunan işgalini kolaylaştırma tavrı görülmektedir. Orduların bir kısmı Yunanlılarla savaşmak yerine isyanı bastırmak için bölgeye sevk edilmiştir. Bunun yanında dikkat çeken nokta, Kürtlerin Ankara Hükümeti’ne, İstanbul Hükümeti’nin programını benimsetme çabalarıdır. Bu noktada Kürtlerin ve İstanbul Hükümeti’nin, Ankara Hükümeti’ne karşı konumlandıkları görülmektedir. Bu işbirliği ilerleyen zamanda daha da gelişecektir.

Kürt devleti projesinin işgal güçleri tarafından gerçekleştiriliyor olması isyanın nitelik olarak sınırlarını daraltmıştır. İsyan daha çok özerkliğin tanıması, Ankara Hükümeti’nin işlevsizleştirilmesi ve Yunan işgalinin kolaylaştırılması amacıyla sınırlı kalmıştır.

Okumaya devam edin ‘Şeriatçıların Kürtçülüğü’

14
Ağu
09

Arap Dünyasında Ulusal Direnişin Dinamikleri

Direnen Milliyetçilik, Teslim Olan Şeriatçılık

Günümüzde dünya siyasetinin kalbi Ortadoğu’da atıyor. ABD’nin Irak’ı işgali sonrası paylaşım mücadelesi temel olarak bu coğrafyaya kaymış durumda. İşgalin sadece Irak’la sınırlı kalmayacağı, zamanla Suriye, İran ve Türkiye’ye de sıçrayacağının sinyalleri ise çok önceden verildi. Bu durumda doğal olarak Arap coğrafyasının direnişi önem kazanmakta.

Ortadoğu’ya baktığımızda ise iki farklı çizgi görülmekte. İran ve Suriye’den oluşan eksen Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı direnirken, özellikle Suudi Arabistan, Ürdün gibi ülkelerin Amerikan politikasına tamamen entegre olduğunu görmekteyiz.

Arap olmayan İran’ı bir kenara koyarsak gerek saldırıya uğrayan Irak, gerekse hedef konumuna gelen Suriye, Baas Partileri tarafından yönetilmiş ülkeler. Milliyetçi ve sosyalist geçmişi olan bu ülkeler bugün BOP’un hedefi haline gelmiş durumdalar.

BOP’un hedefi olma ya da ona karşı direnme konusunda temel olarak ülkelerin siyasal yapıları arasında bir ayrım ortaya çıkmakta. Özellikle Şeriatla yönetilen ülkelerle, milliyetçi ve sosyalist rejimi olan ülkeler arasında BOP’a karşı farklı duruşlar görülmekte. Bu ayrım yalnızca son zamanlarda ortaya çıkan bir durum da değil.

Şeriatçı rejimlerin Amerikan politikalarına uygun hareket etmeleri Soğuk Savaş dönemine, hatta daha da geriye götürülebilir. Uluslararası kamplaşmalarda Suudi rejimi başta olmak üzere benzeri pek çok rejim Amerikan kampında yer almışlardı.

Bunun yanında Irak, Suriye, Mısır gibi sosyalist rejimler Amerikan kampına karşı yer almıştır. Hatta Mısır, Nâsır zamanında Sovyet kampından da bağımsız ayrı bir cepheleşme yaratmak için girişimlerde bulunmuş, Bağlantısızlar Hareketi’nin örgütlenmesine önderlik etmiştir. Bu tarihsel gelişim ve kamplaşmalar dikkate alındığında sosyalist rejimlerle İslamcı rejimler arasındaki dış politika farkı kendini göstermekte.

Bu farklılık günümüzde kendini iyice belirginleşmiş durumda. Amerikan politikası tüm Ortadoğu’nun sınırlarını değiştirme yolunda ilerliyor. Buna karşı ise İslamcı rejimlerde en küçük bir karşı çıkış bile görülmemekte.

Okumaya devam edin ‘Arap Dünyasında Ulusal Direnişin Dinamikleri’

14
Ağu
09

Güney Afrika Örneği

Yıllar Önce Yaptığımız “Türkiye’ye Güney Afrika Modeli” Uyarısı

Başyazarımız Gökçe Fırat, 2006 sonlarında Türkiye’ye Güney Afrika Modelinin dayatıldığı uyarısını yapmıştı. O dönemlerde Mehmet Ağar Meclisteydi ve PKK’lılara af çağrısında bulunmuştu: “Dağdan inip düz ovada siyaset yapsınlar.” Ağar’ın bu sözlerini eleştiren yazısında Gökçe Fırat şu uyarılarda bulunmuştu:

“En son Apo için toplanan 3.5 milyon imzalı dilekçe büyük planı ortaya koymaktadır. Kürtler, Birleşmiş Milletler’e ‘kendi kaderini tayin hakkı’ için başvurunun tüm ön hazırlıklarını tamamlamak üzeredirler.

Bu noktada önemli bir adım dağdaki militanlara af çıkartılarak bunların da bu sivil alandaki çalışmaya dahil edilmesi gelmektedir. İşte Ağar’ın af çağrısının anlamı budur.

İkinci nokta ise Apo’nun affıdır ki bu Apo’yu Mandelalaştırırken Türkiye’yi ırkçı ve soykırımcı bir devlet haline sokmanın planıdır. Türkiye’ye Güney Afrika modeli önerilmektedir. Güney Afrika’daki zencilerle bir tutulacak Kürtler, ‘beyaz’ denilen Türklerin ırkçı rejiminden kurtarılacaktır.

Okumaya devam edin ‘Güney Afrika Örneği’




İstatistikler

  • 2.406.204 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ağustos 2009
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31  

En fazla oylananlar