28 Ağu 2009 için arşiv

28
Ağu
09

Şeriatçı Hareket Emperyalizmin Hizmetinde

Şeriatçı Hareket Neden Yükseliyor

Türkiye 1700’lerden beri gericiliğin etkisi altında. Osmanlı’nın Batı sömürgeciliğiyle karşılaştığı bu dönemde, gericilik de tarih sahnesine çıkmıştı. Bu tarihlerde başlayan gerici hareketin yükselişi Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde hız kazanmış, Osmanlı Devleti’nin çöküşüne kadar sürmüştü.

Türkiye tarihinde gericiliğin önü ancak Atatürk döneminde, yani Batı’nın da ülkeden uzaklaştırıldığı dönemde kesilebilmişti. Atatürk’ün ölümünden günümüze gelen süreç içinde ise, gericiliğin kendine toplumda daha çok zemin bulabildiğini görüyoruz. 1940’lardan 1990’lara kadar gericilik ciddi bir yükseliş gösterecekti. 90’lar ise şeriatçı yükselişin Türkiye’yi en fazla tehdit ettiği dönem olmuştu.

Bu yıllarda Atatürkçü aydınlar terörist saldırılarla öldürülüyor, Sivas katliamı yaşanıyordu. Diğer taraftan da Erbakan’ın Refahyol hükümeti, Türkiye’yi şeriat devleti olmaya doğru sürüklüyordu. Ardından gelen 28 Şubat süreciyle şeriatçı hareket çok önemli bir darbe yemesine ve bölünmesine rağmen kısa sürede kendini toparlayıp yükselişini devam ettirdi.

3 Kasım seçimlerinden AKP’nin % 35’lik bir oranla, birinci parti olarak çıkması, Meclis’in %75’lik çoğunluğunu ele geçirmesini sağladı. CHP’nin muhalefet etmeyen hatta AKP ile ortak hareket eden siyasetiyle gericiliğin tırmanmasını daha da önemli hale getiriyor. AKP’nin önünü kesmek için CHP’ye verilen oyların beklenenin tam tersi etkiyi yapması, gericiliğin nasıl engellenebileceği sorusunu da beraberinde getirdi.

Gericiliğin yükselişine paralel giden diğer süreç ise, şeriatçı hareketin Batıcı özüne bir dönüş yaşaması oldu. Bugün şeriatçı hareket hedeflerini gerçekleştirmesinin önündeki engellerin daha çok farkına varmıştır. Bu durum karşısında kendine destek olacak güçlerin peşinde koşacaktır. AKP’nin güçlü olabilmek için Batı’nın desteğine sığınması ve açıktan Batıcı bir siyasete geçmesi bu süreci somutluyor.

Gericilik, yükselişinin yanında, Batıya dayanmasıyla Türkiye için daha da tehlikeli bir konuma gelmiştir. Bu koşullar altında gericiliğe karşı doğru bir zeminde, etkin bir mücadele başlatmak Atatürkçü, devrimci, milliyetçi güçlerin görevi olarak beliriyor. Bunu başarabilmek ise gericiliğin doğuşunu, Batıcı özünü, geçmişini ve yükselişini doğru kavrayabilmekten geçiyor.

Batı Sömürgeciliğinin Osmanlı’ya Müdahalesi

Osmanlı toplumunda şeriatçılığın ortaya çıktığı ilk dönemi araştırdığımızda, bunun Batı’nın Osmanlı toplumuna ilk kez müdahale ettiği dönem olduğunu görürüz. 1700’lü yıllara kadar dünyanın önemli güçlerinden biri olan Osmanlı Devleti, bu tarihten itibaren gelişen ve dünya çapında saldırıya geçen Avrupa sömürgeciliği karşısında gerilemeye başlıyordu. O tarihe kadar Avrupa karşısında üstünlüğünü koruyan Osmanlı, ilk toprak kayıplarını yaşayarak üstün konumunu kaybetmişti.

1740’lı yıllara gelindiğinde daha önceleri basit haklar olarak görülen kapitülasyonlar Osmanlı’yı ekonomik bağımlılık içinde kıvrandıracak zincirler haline gelmişti. Ekonomik bağımlılık zamanla yarı sömürgeleşmeye kadar gidecektir. Daha bu tarihlerde, 3. Selim ve 2. Mahmut’la beraber Tanzimatçılık ilk sinyallerini vermiştir.

1838 Serbest Ticaret Antlaşması’yla beraber, Osmanlı kendi idam fermanını imzalayacak ve yıkıma doğru sürüklenecektir. Ekonomik alanda etkinliğini artıran sömürgecilik toplumsal yaşamın tüm alanlarına da müdahale edecek, Osmanlı toplumunun olağan gelişim sürecini bozacaktı. 1839 Tanzimat Fermanı’yla tam anlamıyla Batı uydusu ve Hıristiyan azınlıkların egemenliğinde bir toplumsal yapıya doğru gidilecekti.

Okumaya devam edin ‘Şeriatçı Hareket Emperyalizmin Hizmetinde’

28
Ağu
09

Üçüncü Dünya Düşüncesi, Ezilenlerin Tarihi ve İbni Haldun

Üçüncü Dünyacılık ve ezilen millet ideolojisi, Batının kalıplarından bağımsız fikir akımları ve mücadele pratikleriyle son yüzyıllara damgasını vurmuştur. Ulusal Kurtuluş Savaşlarının da etkisiyle bu akım, ayrı bir düşünce sistemi olarak kendini ortaya koymuş ve dünya çapında tartışılır hale gelmiştir.

Ezilen ulus devrimcileri açısından Batının kalıplarına karşı mücadele etmek, Batının kendisiyle mücadele etmek kadar önemli bir sorundur. Düşmana karşı mücadele ederken düşmanın mantığıyla, düşünce kalıplarıyla hareket etmekle başarı kazanılamaz. Batılı sömürgeci, Üçüncü Dünyanın geçmişte kim olduğunu unutturmak istediği gibi ezilenin kendisi olmasının ne kadar tehlikeli bir şey olduğunun bilinciyle, onu kimliksiz bırakmaya çalışır. Sömürgeciliğin kendisi bunu bizzat katliam ve yıkımlarla gerçekleştirmiştir.

Ancak ezilenin kimliksizleşmesinin diğer boyutu genellikle gözden kaçmıştır. Bu boyut, ezilenin kendine has mücadele ideolojisinin oluşturulmasına engel olunmasıdır. Bu işlevi yerine getiren esas ideolojik araç ise, ne liberalizm ne de ırkçılık olmuştur. Bunlar açık bir şekilde ezileni yok saymanın ve katletmenin ideolojisiyken, Batı solu ve Marksizm ezilenler ideolojisinin önünde bir set biçiminde var olarak aslında en az diğer Batılı ideolojiler kadar zararlı olmuşlardır.

Üçüncü Dünya Düşüncesini Yaratmak

Ezilen uluslar dünyayı açıklamayı mücadelelerinin bir parçası olarak görmek zorundadırlar. Dünyayı açıklamak sömürge-metropol ilişkisini, eşitsiz gelişmeyi, ırkçılığı ve Avrupamerkezciliği bunları ortaya çıkaran dinamiklerle beraber açıklamak ve bu mekanizmalara karşı mücadele edebilecek ideolojik araçları yaratmak anlamına gelmektedir. Bunu yapabilmek ise, merkezine Üçüncü Dünyanın gerçekliğini ve bu gerçekliği ortaya çıkaran sömürgecilik ve sömürge olgusunu merkezine alan bir ideolojinin geliştirilmesini gerektirmektedir. Marksizmin iddiası ilk olarak Batı işçi sınıfının ideolojisi olarak kendini tanımlamak olmuştur.

Bu, aslında gerçekten de doğru bir tespittir. Marks’ta ezilen ulusların kurtuluşu gibi kavramlar yoktur. Marks’ın hedefi Batı Avrupa’da işçi sınıfı iktidarının kurulması ve sınıfsız topluma ilerlenmesidir. Batıdan çıkan bir ideolojinin Batıyı merkez alması da gayet doğaldır. Ancak Marksizm Üçüncü Dünya uluslarının önüne de yegane kurtuluş yolu olarak konulmuştur. Oysa Marksizm, ne Üçüncü Dünyayı açıklayabilmektedir, ne de bir kurtuluş ideolojisi olarak ortaya çıkabilmektedir.

Marksizm, dünyayı Batıdan açıklamış, tüm temel argümanlarını Batıya göre düzenlemiştir. Tespitlerini evrensel doğrular olarak ortaya koymaktadır, ancak bu doğruların Üçüncü Dünyanın gerçekliğiyle çelişmesi, bu evrenselliğin sahteliğini ortaya koymaktadır. Marksizmi kendine mücadele aracı olarak seçen Üçüncü Dünya devrimcileri de ciddi bir çelişki yaşamaktadırlar. Üçüncü Dünya, Marks’ın tanımladığı beş aşamalı üretim biçimleri aşamalarından geçmemiştir. Marksizmin her koşul altında düşman ilan ettiği devlet, ezilen dünyanın tarihinde toplumsal olarak ilerici bir rol oynamıştır.

Merkezi devletler Batıda değil Doğuda ortaya çıkmıştır. Göçebelik, Marks’ta tam bir yıkıcılık ve uygarlıkdışılık olarak ele alınmasına rağmen, gerçekte göçebe toplulukların kendi uygarlıkları vardır ve çoğu zaman kent uygarlıklarını kuranlar da aynı göçebeler olmuşlardır.

Görüldüğü gibi, Doğunun gerçekliğiyle Batının tanımlamaları birbirine uymamaktadır. Gerçeklik, kavranmadan değiştirilemez. Üçüncü Dünyanın kurtuluşu bu dünyayı doğru açıklama mücadelesini de içermektedir. Batının kalıplarının dışında gerçek bir bilimsel yöntemin geliştirilmesi bu noktada en önemli sorunu oluşturmaktadır.

Arap tarihçi ve düşünür İbni Haldun’un, yaratılacak Üçüncü Dünya ideolojisine temel oluşturacak fikirsel temeli taşımaktadır. Toplumların dönüşümü ve tarihin akışı üzerine ortaya koyduğu görüşlerle maddeci ve tarihsel bir anlayış ortaya koyarak bilimsel bir yöntem geliştirmiştir. Bu yaklaşımın, bugün ortaya konulacak Üçüncü Dünyanın kendine has ideolojisine ve yöntemine temel oluşturacak bir sağlamlığı vardır ve bu açıdan İbni Haldun’un ele alınması önem kazanmaktadır.

Okumaya devam edin ‘Üçüncü Dünya Düşüncesi, Ezilenlerin Tarihi ve İbni Haldun’

28
Ağu
09

Türkiye’de Sol ve Kürtler

1. Türk Solu ve Kürtler

Türkiye’de sol ve Kürtler arasındaki ilişki üzerine bütünüyle yanlış bir önkabul oluşmuş durumda. Kürt hareketinin sol bir hareket olarak gösterilmesi ve solculuğun da Kürtçülükle eşdeğer hale getirilmesi, sonuç olarak solun toplumsal alanda güç kaybetmesine ve marjinalleşmesine yol açtı. Sol içinde PKK konusunda alınan yanlış tavır da bir süre sonra solun bütünüyle PKK kuyrukçusu marjinal bir harekete dönüşmesine neden oldu.

Dolayısıyla bu bölücü solla gerçek solu ayrıştırmak ve solun tarihsel ve gerçek tavrını hatırlatmak ve bu tavrı günümüz için tekrar bir çözüm yolu haline getirmek gerek.

Sol  İlericilik  ;  Kürtçülük  Gericiliktir

Yakın dönem Türkiye siyasi tarihine bakıldığında sol ve Kürtler arasındaki ilişkinin hiç de gösterilmeye çalışıldığı gibi olmadığı görülecektir. Herşeyden önce Türkiye’de Kürt nüfusun çoğunlukta bulunduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde güçlü olan akım solculuk değil Kürtçülük ve Şeriatçılıktır. Dikkat edilirse Doğu ve Güneydoğu’daki seçimlerde DEHAP’ın alternatifi AKP’dir. 90’ların başında bu alternatifler HADEP ve Refah Partisiydi. Cumhuriyet döneminde ise bu bölgenin esas yönelimi Demokrat Parti ve Adalet Partisi olmuştur.

Parlamenter sistem dışıdaki arayışlar ise daha çok Kürt ayaklanmaları şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu Kürt ayaklanmalarının niteliğine baktığımızda da yine sola ilişkin bir şeyler bulmak mümkün değildir. Cumhuriyet rejimine karşı ortaya çıkan Kürt isyanlarının iki temel karakteristiği vardır. Birincisi bu isyanların neredeyse tamamı emperyalist bir ülkenin ya da ülkelerin kışkırtmasıyla ortaya çıkmıştır. İkinci nitelik ise Şeyh Sait İsyanında olduğu gibi gericiliktir. Şeyh Sait İsyanı aslında tipik bir Kürt isyanıdır ve ardından yaşanan tüm Kürt isyanları da benzer şekilde ortaya çıkmıştır.

Kürt ayaklanmalarının bu karşıdevrimci niteliğini yalnızca o dönemin koşullarına bağlamak da mümkün değildir. Zira daha 14. yüzyılda Şeyh Bedreddin ayaklanması toplumsal eşitlik ve adalet talepleriyle ortaya çıkmış ve büyük kitleleri peşinden sürüklemiştir. Oysa Şeyh Bedreddin ayaklanmasından neredeyse beşyüz yıl sonra İngilizlerin desteğiyle ayaklanan Şeyh Sait, laik cumhuriyet rejimi yerine şeriat düzeni istemiyle ortaya çıkmıştır.

Ancak ayaklanmanın şeriatçı bir kalkışmadan daha önemli bir yanı da bulunmaktadır. Şeyh Sait İsyanının ortaya çıktığı dönem tam da Türkiye’nin Musul konusunda İngiliz emperyalizmi ile karşı karşıya kaldığı dönemdir ve Şeyh Sait İsyanıyla uğraşmak zorunda kalan genç Cumhuriyet Musul meselesinde İngiltere’ye boyun eğmek zorunda kalmıştır.

Kürtçü hareket bugün de aynı uğursuz rolü devam ettirmektedir. ABD’nin Kıbrıs’tan başlayarak Güneydoğu ve oradan Kafkaslar’a kadar Türkiye’yi kuşatma planı içinde Kürtçü hareket PKK terörü yoluyla Türk devletini ABD emperyalizmi karşısında güçsüz düşürmek için devreye sokulmuştur. Dolayısıyla sol ve Kürtçülük arasında daha baştan bir kan uyuşmazlığı vardır. Sol ilerici ve antiemperyalist, Kürtçülük hereketi ise gerici ve emperyalizm işbirlikçisi bir harekettir.

Burada kurulan tuzağı da görmek gerekir; Kürtçülüğe hapsedilen sol hem gerici ve feodal bir ortaçağ düzeni arayışlarını güçlendirmekte hem de etnikçiliği körükleyerek solun halkla bütünleşme zeminini ortadan kaldırarak kendi ipini çekmektedir.

Kürtçülüğün güçlenmesi ise emperyalizmin güçlenmesi demektir.

Okumaya devam edin ‘Türkiye’de Sol ve Kürtler’

28
Ağu
09

Hilafetçi Paşalar ve Atatürk

Devrim İçinde Karşıdevrim

Milli Mücadele’nin başlangıcından Cumhuriyet’in ilanına ve Atatürk’ün ölümüne kadar geçen süre Türk Devrimi’ni gerçekleştiren kuvvetler içinde de bir devrim ve karşıdevrim mücadelesine sahne olmuştur. Bağımsızlık Savaşı’nın ve Türk Devrimi’nin önündeki en büyük engel elbette ülkeyi işgal eden emperyalist kuvvetlerdir ve emperyalist işgale karşı verilen silahlı mücadele bütün halkı ortak bir cephede bir araya getirmiştir. Ortak amaç ülkenin işgalden kurtarılmasıdır.

Ancak Türk Devrimi bizzat Mustafa Kemal’in düşüncesindeki biçimiyle belirginleşmeye başladığı andan itibaren O’nu “Tek Adam”lığa götüren süreç de başlamış olacaktır. Mustafa Kemal işgale karşı tek yumruk olarak başlayan direnişi eski köhnemiş düzeni yıkarak gerçek bir toplumsal devrime çevirmeye başladığı andan itibaren o güne kadar beraber mücadeleye giriştiği en yakın arkadaşlarıyla bile karşı karşıya gelmiştir.

Milli Mücadele ve ardından yaşanan devrimler sürecinde Mustafa Kemal’in karşısına örgütlü bir muhalefet olarak çıkan en önemli isimler Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Fevzi Çakmak, Refet Bele gibi Milli Mücadele’nin önde gelen komutanlarıdır.

Devrim daha oluşum aşamasında bizzat devrime katılan güçlerin karşıdevrim safına geçmesiyle birlikte bir karşıdevrimle de boğuşmak zorunda kalmıştır. Karşıdevrim özellikle emperyalist işgalin sona erdirilmesinin ardından başlayan toplumsal devrimler sürecinde çok etkili olacaktır. Atatürk bu süreci şu sözlerle özetleyecektir: “Asıl savaşımız bundan sonra başlıyor.”

Mustafa Kemal’e Karşı Muhafazakar Paşalar

Bağımsızlık Savaşı başarı ile tamamlandığında Mustafa Kemal ve O’nu destekleyenler Millet Meclisi’nde azınlık durumundadırlar.

Rauf Orbay’ın liderliğini yürüttüğü muhafazakar cephe, Hilafet ve Saltanat taraftarı ve toplumsal devrimlere bütünüyle karşı olan paşaların siyasal ve yine bu cephe içindeki hocaların dinsel etkisi nedeniyle Meclis’te hakim kuvvet durumundadır.

Mustafa Kemal ve O’na bağlılığını sürdüren Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri her ne kadar düşmanı yurttan atan ve bağımsızlığın kazanılmasında en etkin rol oynayan kişiler olsalar da, Millet Meclisi içinde Hilafet ve Saltanat yanlılarıyla karşılaştırıldığında hâlâ azınlık konumundadırlar.

Peki Millet Meclisi’ndeki muhafazakar kesimin bu derece bağlılık duyduğu Halife-Sultan kimdir? Tahtını korumak için Milli Mücadele’ye katılanları eşkıyalıkla suçlayan ve bizzat Mustafa Kemal hakkında ölüm fetvaları yayınlattıran, Milli Mücadele’yi baltalamak için açık bir biçimde İngilizlerle işbirliği yaparak sayısız ayaklanmalar tezgahlayan Vahdettin.

Okumaya devam edin ‘Hilafetçi Paşalar ve Atatürk’

28
Ağu
09

Ortadoğu’da Emperyalizmin Kürt Tuzağı

Ortadoğu ikiyüz yılı aşkın bir süredir emperyalistler arası çıkar çatışmalarının merkezi konumunda. ABD’nin Irak saldırısı bu güçler çatışmasında yeni bir döneme işaret etmekte.

Bu yeni dönemin belki de yeni olmayan tek dinamiği Kürtçülüğün emperyalist planların değişmeyen aktörü olması. Kürtçü hareketler bu emperyalist paylaşım planları içinde hedeflerine ulaşmak için her seferinde bir büyük gücün himayesinde etkinlik kazanma ve o güce dayanarak ilerleme stratejisiyle hareket ettiler. Bugün de Irak özelinde ve Türkiye örneğinde benzeri bir durumla karşı karşıyayız.

ABD’nin Irak işgali ile birlikte uzun süredir üstü örtülü bir çatışma içinde bulunan AB ve ABD arasındaki karşıtlık ortaya çıkmış oldu. Bu andan itibaren hem AB ve ABD’nin hem de bölgedeki Kürt grupların stratejileri belirginleşmeye başladı.

Ortadoğu’da esas olarak üç önemli Kürtçü grup bulunmakta. K. Irak’ta faaliyet yürüten ve yaklaşık elli yıldır bağımsız bir Kürt devleti için mücadele eden Barzani ve Talabani’ye bağlı peşmerge grupları ile asıl faaliyet alanı Türkiye olan ve Türkiye’nin Güneydoğusunda bağımsız bir Kürt devleti için mücadele eden terör örgütü PKK.

1. AB ve ABD’NİN FARKLI KÜRT STRATEJİLERİ

Emperyalizm Sevr projesinden beri Ortadoğu’da bir Kürt devleti kurma peşinde.

Bu projenin PKK içinde iki farklı yansıması oluşmuş durumda.

Okumaya devam edin ‘Ortadoğu’da Emperyalizmin Kürt Tuzağı’

28
Ağu
09

Amerikan Stratejisi ve Hegemonya Hayali

1. ABD HEGEMONYASI

Tarihin Sonu mu?

Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu mu?” adlı makalesinin yayımlanmasının ardından neredeyse 15 yıl geçti. Fukuyama Soğuk Savaşın sona ermesinin hemen ardından yayımladığı makalesinde tarihin artık bittiğine işaret ediyordu. Fukuyama’nın Batılı akademik çevrelerde bile son derece yetersiz ve çoğu zaman düzeysiz olarak değerlendirilen makalesi bu niteliksizliğine rağmen yine de dünya çapında bir etkiye ulaştı. Neden mi? Nedeni son derece açık. Fukuyama, Batının liberal demokrasisinin ve ekonomik liberalizmin evrenselleştiği ve Amerikan yaşam tarzının dünya üzerinde kesin bir hakimiyete ulaştığı tespitiyle artık geri dönülemez bir sürece girildiğini söylüyordu.

Ancak Fukuyama’nın tezini bu derece popülerleştiren tek bir şey vardı: Tarihin sonuyla kastedilen ABD hegemonyasının artık dünya çapında kabul edilmesiydi. Kısacası tarihin bittiği yerde ABD başlamaktaydı.

Fukuyama, dünya çapında ABD hegemonyasının ne kadar güçleneceği tespitini yaparken ABD hegemonyasına karşı tehdit olarak ortaya çıkabilecek bütün güçlerin de aslında Batılı ekonomik ve toplumsal modele doğru evrildiğini ve dolayısıyla ABD’nin liderliğini yaptığı Yeni Dünya Düzenine entegre olmak dışında önlerinde herhangi bir yol olamayacağını söylüyordu.

Çin ve Sovyetler Birliği ister istemez Marksizmden uzaklaşacak ve Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimler de dahil olmak üzere Soğuk Savaş dönemindeki sosyalist kamp büyük bir hızla liberal demokrasi ve ekonomik liberalizm yörüngesine gireceklerdir.

Üçüncü Dünya ülkeleri ise Fukuyama’nın tabiriyle tarihlerinin çamurunda bir süre daha çatışma ve yıkımlarla zaman geçireceklerdir.

Okumaya devam edin ‘Amerikan Stratejisi ve Hegemonya Hayali’

28
Ağu
09

Milliyetçilik : Türk’ün Kurtuluş İdeolojisi

Altı Ok’un Merkezine Saldırı

Milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ideolojisidir. Altı Ok’un cumhuriyetçilikten sonraki ikinci oku olmasının sebebi budur. Halkçılık, devletçilik, lâiklik ve devrimcilik, milli devlet esası üzere kurulan Cumhuriyet’in temel niteliklerini tarif eder. Tüm bu ilkeler, aynı zamanda milliyetçiliği tanımlar.

Milliyetçilik ilkesi, cumhuriyetçilik ve halkçılık ile birlikte 1927 yılında Anayasa’ya ilk giren ilkelerdendir. Ancak, hem 1921 hem 1924 Anayasalarında millet egemenliği ve milli devlet esastır. Cumhuriyet, milliyetçilik üzerine inşa edilmiş ve vatandaşlar arasındaki bağ Türklük olarak tespit edilmiştir. Vatandaşlık bağını oluşturan unsur, Türk milletinin bir parçası olmaktır; ne müslümanlık, ne Osmanlılık, ne de başka birşeydir. Türk milleti ise, Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan topluluktur.

Milliyetçilik, Anadolu ve Rumeli toprakları üzerinde yaşayan Türkleri bir vatan ve milli kimlik etrafında birleştirmiştir. Atatürkçülüğün (ya da Kemalizmin), ideolojik programı olan Altı Ok’un temeli olan milliyetçilik, bugün en çok saldırıya uğrayan ve tartışılan ilke. “Milliyetçilik, çağdışıdır, modası geçti”, “Faşizmin nesini savunalım”, “Atatürk, milliyetçi değil, yurtseverdi, ulusalcıydı”, “Türkiye’de sadece Türkler mi var” gibi sözlerle çeşitli siyasi yelpazelerden milliyetçiliğe saldırılıyor.

1940’larda başlayan Kemalizme ihanet sürecinin artık sonuna geldik. Kemalizme ihanet, Altı Ok’a ihanettir. Kimileri Altı Ok’u sadece Cumhuriyet Halk Partisi’nin bayrağı olarak görebilir. Ancak bu oklar, Cumhuriyet’in harcıdır.

Kemalizmden ilk tavizler, sonuncu ilke olan devrimcilikten (inkılâpçılık) başladı. Mevcut toplumsal yapı ile çarpışan ve onu değiştirmek için devrimci hamleler yapan irade, Atatürk’ün ölümünden sonra yerini gerici ve uydulaşan yapıyla uzlaşmaya bıraktı. Devrimcilikten verilen tavizlerden sonra yol açıldı ve laiklik ilkesinden tavizler başladı. Gittikçe sağcılaşan toplumsal düzenin sahipleri devletçiliği ve halkçılığı da terkettiler. Devrimcilik, lâiklik, devletçilik ve halkçılığın tasfiyesinden sonra, zaten iyice zayıflamış olan milliyetçilik oku da kırılmak üzere. Artık devletin kuruluş ideolojisi ve milli varlığı sorgulanıyor.

Ulusalcılık, Milliyetçilik Değildir!

Öncelikle bir yanlışı düzeltmemiz gerekiyor. Altı Ok’un ikincisi milliyetçiliktir, ulusalcılık ya da ulusçuluk değil. Solun milliyetçilikle ilgili olumsuz yargısından ve ondan kopuşundan kaynaklanmaktadır bu yanlış. Türkiye’de Ulusal Sol, milliyetçiliği Batı burjuvazisinin ideolojisi olarak algıladığından milliyetçilik ilkesini, ulusalcılık yapmakta bir sakınca görmemektedir. Bazı Atatürkçüler ise Türkçeleştirme kaygısıyla ulusalcılık demeyi yeğliyorlar.

Ancak bu düzeltme (!) hangi niyetle yapılırsa yapılsın yanlıştır. Çünkü milliyetçiliğin kelime karşılığı ulusalcılık değildir. Ulusalcılık, millicilik demektir -ki bu da yanlış bir kullanımdır-. Türklüğü bulandıran bu tarifin somut karşılığı yoktur.

Türk için iki seçenek vardır : Ya milliyetçidir, ya da işbirlikçi.

Okumaya devam edin ‘Milliyetçilik : Türk’ün Kurtuluş İdeolojisi’

28
Ağu
09

Böyle gelmiş böyle gitmez

İlyas Salman

Eskiden varsıl birinden bahis açılınca güngörmüşlerimiz hemen lafa girer, “Karun (Harun Reşit) gibi zengin olsan ne fayda, öteki tarafa götürebilir misin?” derlerdi. Hatta bu güngörmüş, geçirmişler “Bak oğul!” derlerdi, “Vehbi Koç Türkiye’nin yarısının sahibi ama soğan bile yiyemiyor. Çünkü soğan karnına dokunuyormuş…” gibi Vehbi Koç’tan acıyarak bahsederlerdi.

Varsılın malı yoksulun çenesini yorar derler ya, onlara göre Sultan Süleyman dünyanın en büyük hazinesine sahipmiş ama o da ecel elinden kurtulamamış. Onun da malı dünyada kalmış. Yıkılmasa Osmanlı yıkılmazmış. Dünyanın bütün zenginliklerini İstanbul’a saraya doldurmuşlar da, Yavuz’u şirpençeden kurtaramamışlar.

Bizim ihtiyar aklıevvellerin gözünde dünyada tek gerçek şey ölümdü. Hatta Veysel dememiş miydi:

Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Hayat yalan ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın

Okumaya devam edin ‘Böyle gelmiş böyle gitmez’




İstatistikler

  • 2.406.204 Tıklama

Son Eklenen Yazılar

Ağustos 2009
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31  

En fazla oylananlar